Bugün dördüncü haftamız, büyük günahlar konusuna devam ediyoruz. Bu hafta Kuranı Kerim’de günah diye tercüme edilen kelimelerin farklılıklarına ve taşıdıkları farklı anlamlara dikkat çekmeye çalışacağız. Yani on beş’in üzerinde farklı kelime var “günah” diye tercüme edilen. Her birinin kendisine göre farklı anlamları var. Şimdi Türkçeye günah diye tercüme ettiğimiz zaman o anlam farlılıkları kayboluyor. Onların Türkçe karşılıklarının tam olarak da tek kelime olarak da tespiti gerekiyor. Ama onu bugün yapamayız, çünkü o bir ekip çalışması ile ancak olabilir. Bu kavramlar, şöyle kısaca özetleyecek olursak, “seyyie” diye bir kavram var ”lemem” var, ondan sonra “vizir” var, “hıns” diye bir kelime var, ”cunah” kelimesi var, “hub” var, “hata ve hatiye” var, “harec” var, “bağıy” var, “vemb” var, “ismb” kelimesi var, “el ismu” “udvan” kelimesi var, “fahş””fuhuş fahişe” geçen hafta üzerinde durmuştuk. “fısk” var, bir de “fecr”” fucur fecera” diye geçiyor kuranı kerimde, “otüv” var, heralde onbeşi geçti değimli? Buradaki numaralandırmada bir hata var, onyedi tanemi oldu? Tamam. Numaralandırmada bir hata var da o bakımdan. Numaralandırma yapmışım bir yerde bozulmuş o numaralandırma otomatikte. Bu on yedi tane kelimenin hepsine tercümelerde genellikle “günah” diye anlam veriliyor. “günah” diye anlam verilince de birçok mana ortadan kayboluyor. Birçok incelikler kayboluyor. Yapılacak meallerde bu inceliklerin Türkçe karşılıklarının da bulunması lazım, yani Türkçe o kadar zayıf bir dil değil, hele bilhassa fiiller konusunda çok güçlü ve Arapçadan daha da zengin bir dil. İsimlerde var ama üzerinde çalıştığımız zaman bunların hepsini de bulabiliriz. Evet, “seyyie” kelimesi, bu arada şunu söyleyeyim; bazıları Türkçe zengin bir dil dememden rahatsız olabilirler, böyle insanlar her şeye bir kutsallık vermekle övünüyorlar, şimdi kuranı kerimin Arapça olması, Arapçanın bir faziletinden dolayı değildir, Arapça olmasının tek sebebi, peygamber(s.a.v.)’in Arap toplumuna peygamber olarak gönderilmesidir. İbrahim suresini 4. ayetinde Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
“Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum”(İbrahim-4)
“Gönderdiğimiz her resulü kendi kavminin diliyle göndeririz ki onlara her şeyi açıklasın”
Şimdi Arap toplumuna Muhammed(s.a.v.)geldiği için dilde Arapça olmuştur. Eğer Arapça yerine başka bir dille hitap etseydi o zaman da bir ayet var “eacemün yün ve arabiy” yani şimdi “halk Arap sende yabancı bir dille konuşuyorsun böyle şey mi olur derlerdi” diyor. Şimdi bunlar şunu gösteriyor, eğer bir insan Arap olmayan bir topluma dini anlatmakla görevli ise bu kişi o toplumun diline kuranı kerimi ve peygamber(s.a.v)’i tebliğini olduğu gibi çevirmek zorundadır, aksi takdirde tebliğ etmiş olmaz. Nasıl Araplar kuranı kerimde olduğu gibi “eacemün yün ve arabiy” yani şimdi tutuyorsun “Arap toplumuna yabancı bir dille anlatıyorsun olur mu böyle şey” dedikleri gibi, o zaman mesela Türkçe içinde Arapça yabancı bir dildir, yani Türklerin bilmediği bir dildir ya da işte hangi topluluk olursa olsun o insanlara bu dini kendi dilleri ile anlatmak gerekir. Yani bu bir görevdir. Eğer öyle olmasaydı o zaman İslamiyet peygamberimiz(s.a.v) ile biter sadece arap toplumu ondan sorumlu olurdu, bütün insanlık sorumlu olmazdı. Evet şimdi “seyyie” çoğulu “seyyiat” olarak geliyor. Yani bizim Türkçemizde kötülük diye tanımladığımız çok genel bir kavramdır. Yani bu kötülük insanlara karşılık da yapılan bir kötülük de olabilir Allah’a karşılıkta yapılmış bir kötülük olabilir. Yani kötü davranışlar diyoruz ya Türkçede kötü, kötü diye adlandırdığımız şeyler olur. Yani “hasene”nin zıddı oluyor, yani güzelin zıddı, iyinin zıddı diyelim, iyinin zıddı. İyinin zıddı kötü. Mesela bunu kötü yapmışsın denir değil mi? Yani bir şeyi bir adam işe yaramayacak bir şekilde yaptığı zaman bunu kötü yapmışsın denir. Dolayısıyla bu “seyyie” kelimesinin geçtiği yerlerde “kötü” kavramının temelde olduğu, onun çevresinde oluşan anlamlar verilirse doğru anlam verilmiş olur. Şimdi mesela, bizim Türkçemizde Şey vardır, “ya bu adamın şu şu şu davranışları kötü ama yaptığı bazı iyilikleri var ki o kötülükleri insan hiç görmüyor” deriz, değil mi? Yani evet şu kötülükleri var ama yaptığı bir takım iyilikler var ki onları insan görmek istemiyor yani tamam herkesin hatası kusuru olur. Şimdi bu manada da kuranı kerim’de kullanılıyor. Hud suresinin 114. Ayetinde Allah’ü Teala şöyle buyuruyor.
“Ve ekımıs salate tarafeyin nehari ve zülefem minel leylv”(Hud-114)
“namazı gündüzün iki bölümünde ve gecenin gündüze yakın zamanlarında kıl”
Gecenin gündüze yakın en az üç zamanı “zülef” “zülfe’nin” çoğulu olduğu için, iki de gündüzün beş. Şimdi bu beş vakit farz namazdan bahsediyor bu ayeti kerime. Ondan sonrada diyor ki;
“innel hasenati yüzhibnes seyyiat”(Hud-114)
Çünkü haseneler seyyieleri götürür. Şimdi peygamberimiz(s.a.v)’den gelen rivayetler vardır bilirsiniz, işte; iki tane farz namaz kendi arasındaki günahların kefaretidir, işte cumadan cumaya işlenen günahlar affedilir. İşte bu iyilikler kötülükleri giderir. Demek ki o arada bir takım yanlışlar yapmış olsa da insanlar ama adam namaz kılıyor onu gidermiş oluyor.
“Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh” (Fussilet-34)
Ayeti kerimesi var; ”İyiliklerle kötülükler denkleştirilemez” yani “iyi başka, kötü başka”
“idfa’ billetı hiye ahsenü”
“sana kötülük yapmış olan kişiye sen iyilikle karşılık ver o zaman göreceksin” diyor
“fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım”
“o zaman bakacaksın aranızda düşmanlık olan kimse sıcak bir dost olmuştur” (Fussilet-34)
Şimdi ikinci sıraya “lemem” kelimesi alınmış onun üzerinde geçen hafta durmuştuk,
Şimdi bu “seyyie” kelimesi en küçüğünden en büyüğüne kadar olan bütün kötülükleri içerisine alıyor, dolayısıyla burada şey yok yani, büyük günahlara da “seyyie” deniyor, küçüklerine de “seyyie “ deniyor. Şimdi o zaman ne olur, o zaman burada birinci derste bu konulardan bahsettiğimiz için belki ondan bahsetmedim ama dediğin çok doğru gerçekten burada mutlaka bahsetmek lazım, yoksa yanlış anlamaya sebebiyet verir. Şimdi bu Nisa suresinin 18 inci ayeti ama Nisa suresinin 31 inci ayetinden hareketle cevap verirsek, diyor ki;
“İn tectenibu kebaira ma tünhevne anhü”(Nisa-31)
İçtinab kelimesi uzak durmak demektir “yapmamak” değil “uzak durmaktır”
“yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız”
Yasaklar var yani en küçüğünden en büyüğüne kadar sıralanmış bunların tamamına “seyyie” denir. Yani “seyyie” kelimesi ne kadar günah varsa hepsi için kullanılabilecek bir kelimedir çünkü hepsi kötülüktür. Bazen insan kendine kötülük yapar, bazen arkadaşına kötülük yapar hatta birisine bir yanlış iş yaparsanız “ve cezaül seyyietün misluha” “birisine yapılmış olan kötülüğün cezası onun dengi bir kötülüktür” diye ayeti kerimeler de var. Yani bu cezlarda uygulanması gereken bir şeydir. Bir insan bir kişinin peygamberimizin hadisi şerifinde olan diyor ki; ”girdiniz açıkta, etrafında duvar olmayan bir bahçeye girdiniz o bahçedeki elmalardan bir torba doldurup götürdünüz siz o torbanın elmasını geri vereceğiniz gibi öyle bir torba daha vereceksiniz” diyor. Çünkü o torbayı geri vereceğiniz zaman adamın sadece yaptığını sıfırlamış oluyorsun, sana bir kötülük olmuyor, aldığını veriyor sadece yanında kalmamış oluyor ama sana bir kötülük olması lazım, yaptığının dengi bir kötülüğün içine senin girmen lazım, kötü duruma girmen lazım onun için bir torba daha vereceksin. İşte o ikinci torba senin üzerine gelen seyyie’dir. İslam hukukunda tüm cezalarda prensip budur. Önce yapılacak şey sıfırlanır sonra bir o kadar daha ilave edilir, cezaların tamamında bu vardır, dolayısıyla hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz. Yakalandığınız zaman mesela bir adamın elinde yetki var o yetkisini kötüye kullanarak haksız mal iktisab etmiş mesela yüz lira iktisab etmiş ise ondan bir yüz lira daha o yüz lira tahsil edilir bir yüz lira daha alınır. Niye alınıyor?
“ve cezaül seyyietün misluha”
“işlenen kötülüğün cezası onun dengi bir kötülüktür”
Yani bu Allah’ü Teala’ya karşı da böyledir. Ahiretteki durumda aynı şekilde. Şimdi buradan belki bugün sadece “seyyie” ye mi ayırsak vaktimizi bilmiyorum. Çünkü bu kavram çalışmaları önemli ama böyle yaparsak da birkaç aya bu günahlar bitmez. Şimdi şurada bakın şöyle diyor okuduğum ayette:
“İn tectenibu kebaira ma tünhevne anhü”(Nisa-31)
“yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız”
“nükeffir anküm seyyiatiküm”
“sizin seyyielerinizin üstünü örteriz”
Şimdi buradaki seyyie büyük günahların altında kalan günahlardır. Yani ortancası küçüğü hepsi seyyie’ye giriyor. Büyük günahlardan kaçınırsanız. 53’üncü suredeki 31 ve 32’inci ayetlerde aynı şekilde,
“Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe illel lemem”(Necm-32)
“kebaira ma tünhevne anhü”(Nisa-31)’yü biraz daha açıyor.
“işlenen günahların büyüklerinden ve fuhşiyattan kaçınanalar bunlar güzellikle karşılaşacak olanlardır”
“Lemem” hariç yani büyük günahların yakın çevresindeki günahlar. Yani onları işlemiş olsa da onlar affedilmez gruba girmiyor. Şimdi dolayısıyla burada, bu ayeti kerimede Nisa suresinin 31.ayeti kerimesinde büyük günah olmayanlara seyyie demiş oluyor. Ama Nisa suresinin 17.ayetinde şöyle diyor Allah’ü Teala;
“İnnemet tevbetü alellahi lillezıne ya’melunes sue bi cehaletin”(Nisa-17)
“Cenabı Hakk’ın kabul etme sözü verdiği tevbe,(kötülüğü ki aynı kök “sue”, “seyyie” aynı kökten gelen kelimelerdir.) cehaletle kötülüğü işleyenin tevbesidir.”
“sümme yetubune min karıbin”
“sonra fazla vakit geçirmeden tevbe ederler”
“fe ülaike yetubüllahü aleyhim”
“Allah onların tevbelerini kabul eder.”
“ ve kanellahü alımen hakıma”
“Allah bilir ve doğru karar verir.”
Şimdi buradaki “essue” kelimesine büyük günah tüm günahlar giriyor, yani şirk de dahil hepsi giriyor. Çünkü vakit geçirmeden tevbe ederse, vakit geçirmeden tevbe ne zaman olur, onu da öbür ayet söylüyor. Diyor ki;
“Ve leysetit tevbetü lillezıne ya’melunes seyyiat”(Nisa-18)
İşte burada seyyie’nin çoğulu yukarda “sue” burada “seyyiat” aynı kelime ile ifade ediliyor. Yani en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün günahlar giriyor.
“hatta iza hadara ehadehümül mevtü”
“ölüm gelip çatıncaya kadar işlemeye devam ediyor ölüm gelip çatınca”
“kale innı tübtül ane”
“şimdi tevbe ettim diyor”
Tıpkı şeyin yaptığı gibi, firavunun yaptığı gibi.
“İsrailoğullarının inandığı ilahtan başka ilah olmadığını inandım ve bende Müslümanlardanım” demiştir. Orada “min garibin” meselesi o yani vakit geçmeden, vakit geçmeden ne? Can boğaza gelinceye kadar. Can boğaza gelmediyse, ondan bir saniye öncesinde bile tevbe edilebilir.
“ve lellezıne yemutune ve hüm küffar”
“ve kafir olarak ölenlerin tevbeside”
Tevbe değildir, çünkü bütün kafirler diyecekler “Yarabbi bizi geriye doğru çevir de güzel şeyler yapalım”
“rabbirciun Leallı a’melü salihan fıma teraktü”(Müminun-99-100)
“Yarabbi bizi geri çeviriniz, belki terk ettiğim dünyada güzel bir şey yaparım”
“kella”
“bitti artık”
Yani kafir olarak ölenlerin tamamı da tevbe edecek ama geçti, artık ölüm gelip çatıncaya kadar bütün insanların tevbesini Allah kabul eder. Şimdi bu ne demek oluyor burada, bütün “seyyiat” şimdi ikisini karşılaştıralım. Büyük günahlardan uzak kalırsanız seyyiatınızdan sizi sorumlu tutmam dediğine göre tevbe etmese de o kişi sorumlu değil, namaz kılmamak büyük günah, namaz kılmıyorsa zaten büyük günah işliyor, namaz kılıyorsa işte o iki namaz birbirini destekleyen şeyler olmuş oluyor. Yani
“ nükeffir anküm seyyiatiküm”(Nisa-31)
Niye söylüyor? “keffere” ne demek? “örtmek” demek değil mi? şimdi demek ki o kılınan namazlar, zaten namaz kılmamak büyük günahtır, zekat vermemek büyük günahtır, işte Allah’ın mutlaka yapılmasını istediği şeyler, siz onları yaptığınız zaman iki vakit arasındaki o diğer seyyiat’ı, büyük günahlar işlemediğiniz takdirde o namaz temizlemiş oluyor. Ama büyük günahları işlerseniz o zaman bu namaz o küçükleri temizlese de büyükleri temizlemez, yine sorumlu olursunuz. Hadis bunu tamı tamına şey yapmış oluyor, eğer diyor, “büyük günahlardan uzak kalındığı sürece” ki aynı kelimeyi “sutunubet kebai” diyor ”kebaiden uzak kalındığı sürece namaz iki vakit arasındaki işlenen günahlara kefarettir” diyor ve burada da şunu çok net olarak görelim. Peygamberimizin sözü birebir kuranı kerim’de Allah’u Teala’nın anlattıklarıdır. Yani her konuda ama her konuda peygamberimiz mutlaka kuranı kerim’de olan şeyi söylemiştir, mutlaka onu uygulamıştır. Kuranla sünnet arasında böyle herhangi bir muhalefet uyumsuzluk söz konusu olamaz. Ama sen hemen fark edemeyebilirsin. Şimdi büyük günahların en büyüğü “şirk” değil mi? Hz.Ömer şirk günahını işlemiş mi? Allah soracak mı ona? Sormaz. Bakın tevbe ettiğiniz zaman Furkan suresi 68’inci ayette Allah’u Teala tevbe ederseniz, ondan sonra durumunu düzeltir iyi işler yapmaya başlarsanız Allah sizin o büyük günahlarınızı affettiği gibi onları da sevaba çevirir. Dolayısıyla insanların şeyi, o can boğaza gelinceye kadar kurtulma ümitleri, kurtulma kapıları açık, sonuna kadar açık. Sadece günahtan kurtulmuyor, işlediği büyük günahların sevaba çevrilmesi de var. Allah’u Teala kullarını gayet iyi biliyor. İşte bizim bu kadar uğraştığımız şeyleri peygamberimiz tek bir cümle ile özetlemiş. “essalavatül hamsu keffaratün lima beynehum” beş vakit namaz ki şeyde de beş vakit namaz geçti Hud-114’de
“Ve ekımıs salate tarafeyin nehari ve zülefem minel leylv”(Hud-114)
“gündüzün iki gece de üç, beş namaz”
Peygamberimizde aynı şeyi söylüyor.
“innel hasenati yüzhibnes seyyiat”
“hasenat seyyiatı giderir”
Ayetlerde de Allah’u Teala büyük günahlardan kaçınırsanız ifadesini şart koştuğu için Nisa suresinin 31’inci ayetinde peygamberimizde diyor ki;”vecdunu betil kebairu” “büyük günahlardan kaçınıldığı sürece” Allah iki günah, tevbe edilirse büyük günah da gidiyor. Muhsin olan Allah’ın Muhsin dediği kimseler büyük günahlardan uzak kalırlar ama o büyük günahın yakın çevresindeki günahları işlemiş olabilirler, mesela zina etmemiş olabilirde işte bir kadınla tokalaşmış olabilir, veya erkekle tokalaşmış olabilir. Ya da saçını göstermiş olabilir, ya da bilmem ne olabilir. Şimdi o büyük günahların çevresindekini işlemiş olmak onların Muhsin olmasını engellemiyor. İçki içmemiştir ama işsiz kalmıştır lokantada çalışmıştır, o lemem’e girer. İçki içme günahına girmez. Şimdi işte bunlar Allah’ın Muhsin dediği kimselerdir. Bu Muhsin dediği kişiler günahlardan uzak kaldıkları sürece, tevbe etmeseler de ne olacak?
“innellezine sevegat lehum minnel husna”
“bizden el husna sözü geçenler” bu el husna sözü verilenler ub Necm surenin 31’nci ayetinde belirtilen insanlardır. Onlar “ulaike anha mubadun” “onlar cehennemden uzak tutulacaklardır” ve tevbe etmeden ölen kişilerdir, büyük günah işlememiş, tevbe ederse zaten daha da yüksek olacak.526’inci sayfa Necm suresi 31’inci ayette diyor ki Allah’u Teala, ha bak burada “sue” kelimesi de var.
“Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil erdı”
“göklerde na var yerde ne varsa hemsi Allah’u Teala’ya aittir”
“li yecziyellezine esau bima amilu”
“kötülük yapanları yaptıklarına karşılık cezalandırsın diye Allah”
Artıma yok ama burada şunu unutmayalım, orada yaptığı kötülüğün karşılığı ona veriliyor bir misli daha veriliyor yani sen birinden yüz lira aldıysan yüz lira ödediğin zaman sana bir kötülük yapılmıyor, bir yüz lira daha ödersen sana kötülük yapılmış olsun orada yanılma olmasın, şimdi ahiretle ilgili olarak onu okuyacağız. Ayetlerden göreceğiz, zaten ayetlerde bunlar vardır. Bu prensipler hep maalesef mesela bizdeki ceza hukukunda bu prensipler hiç uygulanmaz, bizim İslam ceza hukukunda, dolayısıyla orada bir kanun oluşturamamışlardır tarih boyunca. Hep devlet yetkililerinin insafına bırakılmıştır ve çok ağır, yok ben daha açık bir örnek vereceğim, yani ceza hukuku açısından da bu son derece önemlidir, onu uygulamadıkları için kanun oluşturamamışlardır tarih boyunca Müslümanlar. Hz Ömer dönemine kadar uygulanmış Hattabi’nin ifadesine göre.
“ve yecziyellezine ahsenu”
“iyilik yapanların karşılığını da”
“bil husna”
“daha güzeliyle versin”
O daha güzeli de iyilik yapana en az on kat, daha fazlası da olabilir, ayetlerden biliyoruz. Peki iyilik yapanlar kim? İyilik yapan demek hayatında hiç günah işlememiş olan insan değil, sıfır günahla giden insan değil, o günah konusunda inşallah yeri gelirse göreceğiz, peygamberlerinde günah işlediğine dair. Abdestsiz yere basmayan değil zaten abdest sadece namaz kılmak için şarttır, millet onu abartıyor da abartıyor. Şimdi hayatı yaşanmaz hale getiriyorlar öyle değil mi? Muhsin olanlar kimmiş bunlar
“Ellezine yectenibune”(Necm-32)
El husna sözü verilenler, en güzeli le karşılaşacak olanlar,
“Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe”
“günahın büyüklerinden ve fuhuşun bütün çeşitlerinden kaçınanlardır”
Yani lezbiyenlik, erkek erkeğe ilişki, erkekle kadının gayri meşru ilişkileri bütün bunlardan uzak kalanlardır. Fevahiş dediği için hayvanlarla ilişkininde girmesi gerekiyor.
“illel lemem”
Lemem hariç, yani bu günahların çevresindeki günahları işlemiş olanlar, onu işlemiş olsa bile el husna ile karşılaşır. Yaptığının daha iyisi ile karşılanır. Niye böyle;
“inne rabbeke vasiul mağfirah”
“çünkü senin Rabbinin mağfireti çok geniştir”
Yani siz tevbe etmeseniz bile onun affedeceği şeyler var zaten kriterlerini koymuş. Evet ondan sonra;
“huve a’lemu bi kum”
“sizi o çok daha iyi tanır”
“iz enşeekum minel erdı”
“sizi topraktan oluşturduğu zaman”
Yani daha toprakken, hepimiz birer topraktık yavaş yavaş oluştuk, o zamandan itibaren,
“ve iz entum ecinnetun fi butuni ummehatikum”
“oradan anneleriniz karınlarındaki birer cenindiniz”
Yani oradaki tüm safhalarınızı da biliyor.
“fe la tuzekku enfusekum”
“o zaman siz kendinizi Allah’a karşı şöyleyim böyleyim demeyin, Allah sizin herşeyinizi biliyor, başkasına söyleyin”
Cenabı Hakka karşı söylemeyin onu
“huve a’lemu bi menitteka”
“Allah’u Teala kimin daha iyi kendisini koruduğunu gayet iyi bilir”
Nisa-18’e geçiyoruz tüm bunlardan sonra
“Ve leysetit tevbetü lillezıne ya’melunes seyyiat”(Nisa-18)
“Kötülük yapıp duranların tevbesi tevbe değildir”
Buradaki “seyyiat” küçük büyük hepsi giriyor buraya ama büyük günah işlemeyenlerin Allah seyyielerini görmediği için orada tevbeye ihtiyaç yok dolayısıyla tevbeye gerek yok, cehalet kelimesiyle ilgili bizim bir açıklama vardı, onu da buradan buluruz. Cehalet bilgi eksikliği değil, “kendini tutamamak” sözlük anlamı olarak da, kaynakta vererek şey yapalım. Eski lugatlara bu konularda bakmak lazım. Şimdi bu arada bu ayeti tamamlayalım sonra cehalet kelimesine geliriz, o da çok önemli. Çünkü bu meallere bakarsanız ondan bir şey anlama imkanınız yok.
“Ve leysetit tevbetü lillezıne ya’melunes seyyiat”(Nisa-18)
“Kötülük yapıp duranların tevbesi tevbe değildir”
Yani buradaki seyyiat büyük küçük ayrımı olmaksızın bütün kötülükleri yapıyor, büyükleri yapmıyorsa zaten Allah diğer günahları affediyor.
“hatta iza hadara ehadehümül mevtü”
“ölüm gelip çatıncaya kadar kötülük yapmaya devam ediyor”
“kale innı tübtül ane”
“şimdi tevbe ettim diyor, Firavun gibi kabul edilmez”
“ve lellezıne yemutune ve hüm küffar”
“ya da kafir olarak ölmüş olanların tevbesi de kabul edilmez”
“Hatta iza cae ehadehümül mevtü kale rabbirciun”(Müminun-100)
“Onlardan birisine ölüm gelip çattığı zaman der ki; Ya Rabbi bizi geri çeviriniz der”
“Leallı a’melü salihan fıma teraktü”
“Belki tek ettiğim dünyada güzel bir iş yaparım”
“kella inneha kelimetün hüve kailüha”
“Hayır, bu onun söylediği boş bir sözdür”
“ve miv veraihim berzehun ila yevmi yüb’asun”
“Yeniden dirilecekleri güne kadar arkalarında engel vardır, tekrar dünyaya gitmek söz konusu değil”
Bu bir tevbe, “Ya Rabbi bana müsaade et artık iyi iş yapayım” bu iyi anlamış ama Allah kabul etmez. Çok sayıda ayet var bu konuda, ölenlerin tamamı da tövbe edecek ama kabul edilmeyecek bir de ölümle yüzde yüz ölümle yüz yüze gelindiği zaman da tevbe kabul edilmeyecek. Peki o zaman bir şey kalmış oluyor, 17’inci ayet, 17’inci ayetin buradaki mealini okuyum ben size. “Allah’ın kabul edeceği tevbe ancak bilmeden kötülük edipte sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir” şimdi “bilmeden kötülük edipte tez elden tevbe edenler” şimdi bilerek kafir olan insanlar var o zaman onların kapısı kapalı demektir değil mi? Bilerek severek, isteyerek günah işleyenler var, yani bu şimdi “cehalete” bu manayı verdiğiniz zaman olmuyor ama “cehalet” kelimesinin bir farklı tarafları vardır, hatta Musa(a.s) ile ilgili de var “Allah size bir bakara kesmenizi emrediyor” dediği zaman “bir boğa kesmenizi emrediyor” dendiği zaman “sen bizimle alay mı ediyorsun? Dalga mı geçiyorsun? Ben cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” diyor. “Cahillerden olmak” ne demek? Kendisine hakim olamayan, böyle hafif meşrep, lüzumsuz şeylerle kendisini aldatan kişi. Evet onun anlamlarından bir tanesi “bilgisizlik” “cahil” diğer manası da “hafiflik ve içine yatmamak” demektir. Şimdi kafirlik de, müşriklik de, günah da hiç kimsenin içine yatmaz, mesela şöyle bakın, geçen hafta da konuşmuştuk; fuhuştan yakalananların resimlerini çeker gazeteciler, ne yaparlar onlar? Yüzlerini kapatırlar, içlerine yatacak olsa bunu yaparlar mı? Ondan sonra, mesela kumarbazı da öyledir, katili yani yapılan günahların hepsini bu fıtrat reddeder. Yani kişinin yapısı reddeder. Mesela büyük bir zevkle sigara içen insanlar vardır, sigarasız durmaz ama zaman zaman ne der? Bu pisliği boğazımıza bağladık der değil mi? Ona pislik der, iyi bir şey demez. Zevk alır ama yine de reddeder. Yani yeni bir fıtrat oluşur doğru, kalbin içinde yeni bir yapı oluşur ama ne diyor ayet vardı, Tevbe suresinde olması lazım;
“illa en tekattaa kulubühüm”(Tevbe-110)
“Allah kulun tevbesini can boğaza gelinceye, ölümün en son noktasına, o zamana kadar tevbeyi kabul eder”
Yani hadisler, peygamber efendimizin hadisleri bize Kuranı Kerimin ayetlerinin pişmiş yemek olarak sunuyor. Siz kuranı kerimi tüm tabiat olarak kabul edin, kuran da olmayan yok, yani kuran da yok yok, ama onların yemek haline gelmesi için mesela bu tabiatta olan her şeyin sofraya gelmesi için birilerinin onu hazırlaması lazım, işte peygamberimizin hadisleri o dur, başka bir şey değildir. Cehaletle ümmilik bazen aynıdır, birinci manasın öyledir, bilgisizlik manasındadır ama ikinci bir manası daha var, ki o anlam Türkçede de vardır yani kendine hakim olamamaktır. “hiffet” kelimesinin anlamı o, yani kendini tutamıyor, ya bende biliyorum kötü ama işte bir kere yaptık, tutamıyor. Bağımlılık evet doğru öyle, Mesela sigarayı bırak dersiniz, adam bırakır bir müddet sonra bakarsınız ki yakmış, ya niye içiyorsun? “aa hiç farkında değilim” der. Kafirlerin hiçbirisi “mutmain” değildir, onun için olur mu? Senin dediğin gibi olsa hiçbir kafirin affedilmemesi lazım, kardeşim bak; ayet ne diyor?
“İnnemet tevbetü alellahi lillezıne ya’melunes sue bi cehaletin”(Nisa-17)
“Onlara mahsustur” diyor.
“lillezıne ya’melunes sue bi cehaletin”
Dediğin zaman senin dediğin tipler bunun içine girmez. Kötülüğü yaptığında hem nefsine yenik düşüyor aynı zamanda yaptığı kötü şey içine yatmıyor. Şimdi bak bu kelime öyle bir kelime ki, günahı da evrenselleştiriyor, tevbeyi de evrenselleştiriyor yani herhangi bir peygamberin gelmesine, bir kitabın inmesine gerek olmadan, siz yaptığınızın yanlışlığını biliyorsunuz, çünkü içinize bir türlü yatmıyor. Şimdi kuranı kerim’de mesela, Allah’u Teala kafirlerin tamamına ahirette demiyor mu?
“inandıktan sonra kafir mi oldunuz?”
İçlerine yatmıyor çünkü altta iman var, üstünü şeyle örtmüşler, küfürle örtmüşler ama o alttaki hep bunları rahatsız ediyor, ondan dolayı az önce o tevbenin ayeti;
“La yezalü bünyanühümlezı benev rıbeten fı kulubihim illa en tekattaa kulubühüm yallahü alımün hakım”(Tevbe-110)
“La yezalü bünyanühümlezı benev”
“Onların kurdukları bina devam edecektir”
Ne olarak?
“rıbeten fı kulubihim”
“İçlerinde bir şüphe olarak, şüphe olmaya devam edecektir”
Bu sebeple arkadaşlar, inançsız gruplarla konuşurken siz bunu iyice hazmederseniz, onları çözmeniz çok kolay olur, iki kelimede çözersiniz onları. Bileceksiniz ki bunların yapısı çok zayıftır. İşte diyor ki Allah’u Teala
“kalpleri paramparça oluncaya kadar şüpheye devam edecekler”
Ne zaman kalpleri paramparça olur? Öldükleri zaman, öldükleri zaman şüpheleri kalacak mı bunların? O zaman şüphe gitmiş olacak ama ne işe yarar. İşte, firavunda
“Ve cehadu biha vesteykanetha enfüsühüm”(Neml-14)
“Musa ve Harun(a.s)gösterdiği mucizeler karşısında bile bile inkara saptılar ama içleri kesin bir kanaatle bunun doğruluğunu biliyordu” o sebeple Allah’u Teala kuranı kerimde bütün kafirleri yalancılıkla suçlar, hepsini. Zaten böyle olmasa bu fıtrat reddetmese hiç kimseyi sorumlu tutmaz ki. Allah’ın yarattığı vücut reddedecek ki o kişi onu yanlış olarak algılasın. Ondan dolayı peygamberimiz (s.a.v)’in hadisi şerifi var “haram senin içini kemiren şeydir” diyor. “başkalarının onu bilmesini istemediğin şeydir” bundan dolayı da günahkarlar hep kendilerine suç ortağı ararlar. Yani ne kadar çoğalırsa o kadar kendilerini koruma altında hissederler. “Cehaleti” burada “kendini tutamayarak” diye çevireceksiniz, “hemencecik” kelimesi yanlış, hemencecik değil süresi geçmeden tevbe edenler demek lazım. Süresi geçmeden dediğimiz, ölmeden önce tevbe eden demek. Yine işleyebilir, yine yeterki ölmeden önce tevbe etmiş olsun. Araplar “cehlel kıdra” derler “tencere kaynadı” “cehele” herhalde o, “kırdu” dur o, “kırda” olmaz çünkü o lazım mana vermiş, kendini tutamama meselesi, duygusallık odur, yani akıllı davranmamanın karşılığıdır duygusal davranmak. Yani duygularına hakim olamamak, arzularına hakim olamamak demektir. Onun için Allah’u Teala bize sürekli takva’yı emrediyor, takva arzulara hakim olabilmek, kendini koruyabilmektir.
“Kale hel alimtüm ma fealtüm bi yusüfe ve ehıyhi iz entüm cahilun”(Yusuf-89)
“Kale hel alimtüm ma fealtüm bi yusüfe ve ehıyhi”
“Yusuf ve kardeşlerine yaptığınızı biliyormusunuz?”
“iz entüm cahilun”
“Siz cahil olduğunuz bir sırada”
Nasıl cahil? Bak orada bir sürü tartışmalar var, işte şöyle yapalım, böyle yapalım diye ve yaptıklarının da suç olduğunu bildikleri için babalarının yanına geliyorlar, işte “kurt yedi” diyorlar değil mi? Bünyamin’e karşıda davranışları Yusuf(a.s) yanında pek öyle dostane davranış değil. Dolayısıyla
“iz entüm cahilun”
“duygularınızın esiri olmuştunuz” demek, ki bu arkadaşımızın gönderdiği anlam belki daha da iyi ifade eder. Yani arzularını yenemeyerek, işte cahilliği öyle tercüme etmek lazım, arzularını yenemeyerek şey yapandır, yoksa şunu yapmayın! Bende biliyorum onu yapmak kötü, sende biliyorsan yap. Şimdi geçende bir arkadaşımız geldi, “ya üstad” dedi,” sen” dedi “en büyük suçun ne biliyor musun?” dedi, “sen hep doğruya doğru diyorsun, bizde biliyoruz onların doğru olduğunu ama yerine göre konuşmak lazım” işte mesele bu ayni, yerine göre konuşma nedir? Doğruları mı tercih ediyorsun? Menfaatlerini mi tercih ediyorsun? İşte kendisi, şimdi doğruyu söylemek pahalı olduğu yerde söylemiyor, işte o zaman günahkar olur, yaptığı “seyyie” olmuş oluyor. Şimdi buradan, bak bunu da anladık mı? yani cehalet demek ki çok önemlidir, işte bu mealler maalesef insanlara şey yapmıyor, bakayım şuradan meali tekrar okuyum, 17. Ayeti “Allah’ın kabul edeceği tevbe ancak bilmeden kötülük edipte sonra tezelden tevbe edenlerin tevbesidir” “tezelden” kelimesi belki “mingaribin” anlamı olabilir ama, “mingaribin” manasını biraz sonraki ayet açıklıyor. Bilmeden derse, bildikten sonra etmesi lazım bilmiyorsa neyin tevbesini yapacak? Bilmeden dediği zaman öğrendiği zaman tevbe eden demen lazım değil mi? Suç olduğunu öğrendiği zaman, bunun nesi tezelden manasına uymuyor yani dediğin doğru, bilmeden ile tezelden arasında da bir alaka yok. Dolayısıyla kendini tutamayarak suç işliyor vaktini geçirmeden tevbe edenin tevbesidir, bir sonraki ayette vaktini… bizim meal nasıl, bizim verdiğimiz mealde nasıl mana verilmiş? “kendini tutamayarak” yok yok ondan sonrası, “Allah’ın kabul sözü verdiği tevbe kendini tutamayarak kötülük işleyen sonra vaktini geçirmeden tevbe edenlerin tevbesidir” tamam doğru mana vermişiz demek ki. Kendini tutamayarak kötülük işleyen ve vaktini geçirmeden tevbe edenlerin tevbesidir, vaktin ne olduğunu da bir sonraki ayet açıklıyor. Evet şimdi burada, iş buraya kadar gelmişken şimdi bizim böyle Mehmet TÜRKMEN gibi bazı arkadaşlarımız var Allah razı olsun burada Ramazan’da var. Bunlar çok güzel bir hizmet yapıyorlar. Bu şeyleri bölüm bölüm, parça parça kavram diye atıyorlar, o zaman bunu anlatırken bir iki şeyi de ilave etmek lazım ki tamamlanmış olsun. Eksik şey kaldı, ahiretteki iki kat meselesi kaldı tamam, ondan sonra bir başka şey daha anlatacağım unutursam onu da bana hatırlatın. Şeyi açalım, çok sayıda ayet var da, hafız olmamanın verdiği sıkıntıyı hep çekiyoruz, ayetlerin yerini, bu arkadaşlarımız olmasa hiçbir şey hatırlayamayız. Şimdi, bu 365.sayfada Furkan suresinin 68.ayetinden itibaren okursak orada çok net göreceğiz, yani “bima amilu” vardı ya bakalım bire bir mi? Yoksa bire iki mi? Burada diyor ki Allah’u Teala
“Vellezıne la yed’une meallahi ilahen ahara”(Furkan-68)
Müminleri anlatıyor, “Allah ile beraber bir başka ilahı yardıma çağırmazlar, başka bir ilaha yalvarmazlar”
“ve la yaktülunen nefselletı harramellahü”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler”
“ illa bil hakkı”
“Hak gördüğü sebepler olmaksızın”
“ve la yeznun”
“Zina etmezler”
Şimdi bakın birincisi “şirk” en büyük günah değil mi? ikincisi “haksız yere adam öldürmek” bu da en büyük günahlardan, üçüncüsü de “zina” bu da en büyük günahlardan. Üç tane en büyük günah saydı burada.
“ve mey yef’al zalike yelka esama”
“kim bunu yaparsa hayırlardan uzaklaşır şerlere yaklaşır”
“Yüdaaf lehül azabü yevmel kıyameti”(Furkan-69)
Şimdi buna ne diyeceksin?
“kıyamet günü onun azabı katlanır”
Çünkü bire bir verdiği zaman o ceza sayılmaz, bir tane daha veriyor. Tamam mı? Şimdi bak mesela; “katlanır” diyor
“orada alçaltılmış bir şekilde ölümsüzleşir”
“İlla men tabe”(Furkan-70)
“ancak tevbe eden”
“ve amene ve amile amelen salihan”
“tebveden sonra da iyi iş yapan”
Artık düzelmiş, kendisi düzeltmiş olursa, Allah tevbesini kabul ediyor, tevbe edince de, iyi iş yaparsa bu defa ne yapar,
“fe ülaike yübeddilüllahü seyyiatihim hasenat”
“Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir”
Yani yüz lira eksiden yüz lira artıya geçmiş olurlar, sıfırlamaz. Ama burada deniyor ki, peki günah işlememiş olanın suçu ne? Günah işlememiş olan en az artı on da, bu şimdi eksi birden artı bire geçiyor, o zaten en azından artı on da o. Sonra öyle kolay mı günaha tevbe etmek? O sigara tiryakilerinin sigarayı terk ederken çektikleri sıkıntı ne ise bütün günahlardan tevbe etmekte aynı şekilde sıkıntılıdır. Öyle kolay bir şey değil, onun lafı kolaydır sadece, çünkü vücut alışıyor ona bir müddet sonra ve istetiyor.
“ve kanellahü ğafurar rahıyma”
“Allah gafur ve rahimdir”
Şimdi bundan Araf-38’e bakalım
“Kaledhulu fı ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel insi fin nar “(Araf-38)
“Allah’u Teala şöyle diyecek ahirette sizden önce gelip geçmişlerin içerisine giren cinlerden ve insanlardan ateşte cehennemde”
“küllema dehalet ümmetül leanet uhteha”
“her bir toplum içeri girdiği zaman diğerini lanetleyecek, “size lanet olsun sizin yüzünüzden, siz olmasaydınız” falan diye”
“ hatta ized daraku fıha cemıan”
“hepsi orada toplaştığı zaman”
“kalet uhrahüm li ulahüm”
“en son gelen önce için diyecek ki”
“rabbena haülai edalluna”
“bu adamlar bizi saptırdılar, biz onlara baktık da kötülüğü yaptık, biz onların narına yandık”
“fe atihim azaben dı’fem minen nar”
“bu ateşten onlara iki kat azap ver diyecekler”
“kale li küllin dı’füv”
“Allah’u Teala herkese iki kat”
“ve lakil la ta’lemun”
“ama siz bilmiyorsunuz”
Herkes iki katını çekecek. O zaman buradaki “dı fuv” nasıl tercüme edeceğiz? İşte aynı şey o “dı f” kelimesi iki ve daha fazla katları oluyor, “dı feyn” de iki katı olduğunu daha da desteklemiş oluyor tamam mı? “dıf” kat dediği zaman illa iki olmayabilir, en az ikidir ama tam iki değil burada dıfeyn, ve cezaun seyyieti, seyyiatu misleha prensibinin, ne diyor orada, bir kata daha fazla yani iki kat demektir. Şimdi bu dünyadaki ceza hukukunda da işleyen prensip aynıdır. Kuranı kerimin koyduğu şekilde yoksa bizim fıkıh kitaplarında bu maalesef yok. Aynı prensip uygulanır, işte peygamberimiz s.a.v. hadisini zikrettim tekrar edeyim diyorki;”mesela duvarı olmayan bir bahçeye girdiniz oradan meyveyi aldınız götürdünüz, sizin cezanız şu, o meyveyi vereceksiniz bir o kadarını daha vereceksiniz ayrıca o kişinin bahçesinden çıkarmanın cezası olarak da yetkili makamlar bir başka cezayı takdir ederler, duruma göre. Ondan sonra kaybolmuş bir deveyi buldunuz ki Araplarda bu çok oluyormuş çünkü çöl. Deve bulunduğu yerden çıktımı bir daha bulamıyor köyünü, bir yola giriyor her taraf birbirine benzediği için bulamıyor. Bu defa yakalayan kişinin onu ilan etmesi lazım deveyi ama ilan etmez de bu deve benimdir derse, orada gasp etmiş olur onu, dolayısıyla bu kişinin cezası o devenin yerine bir deve daha vermek. Hem o deveyi verecek hem bir deve daha verecek, çünkü o deveyi vermek ceza sayılmaz ki, o zaten sıfırlamış olacak, bir deve daha verecek. Şimdi buna bir iki tane daha örnek vereyim de tam zihinlere yerleşmiş olsun. Yani kuranı kerimde olanlardan örnek vereyim. Mesela savaşlarda diyor ki Allah’u Teala;
“fe menı’teda aleyküm fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleyküm”(Bakara-194)
“kim sizin sınırını aşmışsa onun yaptığının dengi olarak siz de onların sınırlarını aşın”
Eşit fazla değil. Yani çünkü onu sınıra kadar götürdüğünüz zaman ona bir ceza vermiş olmuyorsunuz. Mesela sizin sınırınıza iki km girdiyse sizde onların sınırına iki km girebilirsiniz. Ondan sonra şeyde, bir insan zina etti mesela, zinanın cezası, tabi af edersiniz o zina etti bende zina edeyim olmaz diye ceza olmaz, suç suçla karşılanmaz. Zinanın cezasını Cenabı Hak yüz değnek olarak belirlemiş, bu bir. İkinci bir ceza daha var, namuslularla evlenememek. Yüz değnekten sonra ne diyor Allah’u Teala;
“Ezzanı la yenkihu illa zaniyeten ev müşriketev vezzaniyetü la yenkilhuha illa zanin ev müşrik”(Nur-3)
“zina eden kişi kendisi gibi zina edenle ya da müşrikle evlenir, zina eden kadın da zina eden bir erkek ya da müşrik alır”
“ve hurrime zalike alel mü’minın”
“bunlar müminlere haram kılınmıştır.”
Bu da ikinci bir ceza. Adam öldürmek de öyle, yani bir adamı öldürdünüz hata yoluyla, hata yoluyla öldürdüğünüz kişinin yerine bir adam kazandırıyorsunuz topluma o da nedir? Bir köleyi hürriyetine kavuşturarak o adamın yerine topluma bir kişi daha kanadırmış oluyorsunuz. Artı birde o adamın diyeti. Ceza katlanıyor. Dolayısıyla burada öyle bir sistem oluşturuyor ki hiç kimse yaptığım yanıma kar kaldı diyemiyor, dolayısıyla İslam toplumlarında suç oranı hayal edilemeyecek kadar az oluyor, mesela benim çok iyi bildiğim bir konudur, Osmanlıdaki yargı sistemi, çünkü yirmi bir sene onların arşivinin yöneticiliğini yaptım, mahkeme arşivinin. Orada Osmanlı toplumunda en az bulacağınız davalar ceza davalarıdır. Zaten ceza mahkemesi diye ayrı bir mahkeme yoktur tek bir mahkeme vardır. Ceza davaları, mahkeme defterlerinin arka sayfasındadır, üç beş sayfa vardır, bir yıllık oraya gelen ceza şikayetleri ve yargılanan davalar üç beş sayfa ya vardır ya da hiç yoktur. Çünkü bu sistem öyle bir insanları caydırıyor ki suç işlemekten herkes can güvenliği ve mal güvenliği konusunda sıkıntı içerisinde yaşamıyor. Tecavüzde tabi ilave bir ceza var, zina cezası artı birde tecavüzün cezası var. O durum ve şartlara göre takdir edilecek bir cezadır. Elbette mesela köylerde çok olur. “iki devlet vardır, o devlet saldırıya uğrayan ülke saldırıya geçtiğinde orada kalacak mı? Yoksa belli bir süre kalıp geri mi çekilecek?” orada kalacak o onun artık, çünkü burayı kendisinin olsun diye aldı. O da onun artık geri çekilmek yok. Peki şimdi seyyie ile ilgili soru yok değil mi? Çünkü bu seyyie konusunu birde olayı ceza hukuku meselesi haline getirdiğiniz zaman o günlerce bitmez o, ama kısaca bir özet yapmış olduk. Lemem kelimesi ile ilgili, ikinci kelime, geçen hafta konuşmuştuk. Arapçada mukarabaetul masiye , yani masiye’ye yaklaşmak anlamına geliyor. Yani işte şöyle, şimdi şunun içerisinde içki olduğunu düşünün, bu içkiyi içmek Allah’ın esas o büyük günahı yerine getirmek oluyor, yani büyük günahı yapmak oluyor. İçkiyi içmiyorum da elime alıp birisine ikram ediyorum, bu da lemem olur. Çünkü Allah uzak durun diyor, elime aldığım zaman içki şişesini uzak durmamış oluyorum değil mi? Geçen hafta anlattığımız gibi. Nu da lemem olmuş oluyor, ya da bunun imalatında çalışmak, ya da naklini yapmak, ya da işte reklamını yapmak neyse artık, tüm bunlar hepsi, yaptırmak, taşımak, taşıtmak, satmak, ticaretini yapmak falan giriyor. Burada işte bunu zaten az önce seyyie konusu ile ilgili konuşurken şey yapmıştık;
“Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe illel lemem”(Necm-32)
“büyük günahlardan ve fuhşuyattan kaçınan insanlardır”
Diyor “el husna” ile karşılaşacak olanlar ki onlar o ayeti başladık bitiremedik, Allah’u Teala ne diyor;
“İnnellezıne sebekat lehüm minel husna ülaike anha müb’adun”(Enbiya-101)
“kendilerine el husna sözü verilenler yani büyük günah işlememiş olanlar tevbe etmeden ölmüş olsalar bile cehennemden uzak tutulacaklardır”
“La yahzünülümül fezeul ekberu”(Enbiya-103)
“O en büyük sıkıntı, en büyük fiza, o feryat onları üzmeyecektir.”
“ve tetelekkahümül melaikeh”
“melekler onları karşılayacaktır ahirette”
“ella tehafu ve la tehzenu”(Fussilet-30)
“korkmayın üzülmeyin, siz bunlara bakmayın, sizin bunlarla bir ilginiz yok”
“ve ebşiru bil cennetilletı küntüm tuadun”
“Size söz verilen cennetle sevinin, bundan sonra gün sizin gününüz artık, bunların değil”
Büyük günahlardan uzak kaldın mı Allah diğerlerini hiç görmediği için ne tartılacak? Tartıya konsa hepsi sevap olacak. Çünkü Allah öbürlerini görmüyor ki, yok onlar, o zaman tartmaya gerek yok siz doğru cennete. Ama sadece herkesin tabi defteri kendisine gösterilecek, ne yapmış ne yapmamış, Allah nasıl beni affetmiş? Aslında ben Cenabı Hakkın ikramını kıymetini bilmesi için de kendisine gösterilecek.
“Fe mey ya’mel miskale zerratin hayray yerah”(Zilzal-7)
“Kim zerre kadar bir hayır yapmışsa onu görecek”
Görmek başka, onun şeyini tatmak başka
“Ve mey ya’mel miskale zerratin şerray”(Zilzal-8)
“kim de zerre kadar şer yaparsa(ki o da seyyie manasına gelmiş oluyor)”
“yerah”(Zilzal-8)
“onu görecektir”
Onu görünce şaşıracak diyecek ki;
“mali hazel kitabi”(Kehf-49)
“Yav Allah’u Teala şunu da yazmış, şu da var eyvah diyecek”
Allah yazdırmış tabi
“la yüğadiru sağıyratev ve la kebıraten illa ahsaha”(Kehf-49)
“yav şu kitaba bakın, küçük büyük hiçbir şeyi eksik bırakmamış hepsini toparlamış”
İşte orada insan onu gördükten sonra hadi sen şimdi cennete doğru, ne kadar büyük bir ikram olduğunu daha da iyi tadacak orada tabi anlayacak. Evet lemem’le ilgili soru var diyordun. “kadın erkek tokalaşması, bunu biraz açar mısınız?” neyi açayım yeter o kadar, ”büyük günah mı, küçük günah mı?” o kadar dedik işte lemem’e girer, hiç büyük günah olur mu? Fuhuş mu bu? Ayeti kerimede ne dedi Allah’u Teala
“Vellezıne yectenibune kebairal ismi vel fevahışe”(Şura-37)
Fuhuş sayılıyor mu? Sayılmadığını herkes bilir, o zaman onun çevresindeki, tamam kardeşim bunun yasak olduğunu bil, neymiş ki falan deme ama yaptığın zaman bu lemem’e girer onu da bil yani. Yasaklığın delili, şimdi dokunma ile öpme ile sarılma ile o tarafa doğru yavaş yavaş gider yani o noktada kalmaz o, onu herkes bilir bir, ikincisi de şöyle bak diyor ki Allah’u Teala erkekler için Nur suresi 30-31’de diyor ki;
“Kul lil mü’minıne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm”(Nur-30)
“Mümin erkeklere söyle gözlerini önlerine diksinler, yani önlerine indirsinler, karşı taraftakinin gözünün içine dikkatle bakmasınlar”
Peki şimdi tokalaşıyorsun, tokalaşmada adamın gözünün içine bakacaksın ki tokalaşma olsun, hem tokalaşıyorsun hem de gözün başka yerde, şimdi birisi sizinle tokalaşsa da gözü başka yerde olsa sisinle tokalaştığını kabul eder misiniz? Hakaret sayılır yani böyle tokalaşma mı olur dersin. Peki, Allah gözlerini sakınsınlar dedikten sonra öyle tokalaşma olmadığına göre o zaman ne olmuş olur? İşte yasaklamış olur ayeti kerime de onu. Lemem ile ilgili başka soru var mı? Tabi ki tamamen çevirsinler diye bir olay olmaz ama şimdi gözünün içerisine, tokalaşmanın kuralı o, gözünün içine bakmaktır. Gözünün içine baktığın zaman zaten kadın erkek ilişkileri bakışlarla başlar, ilk adım odur. O bakışlar olmazsa hiçbir şey olmaz yani ilk adım bakışlardır. İşte orada “bakışlarını kıssınlar” dendiği zaman iş değişiyor yani. Yoksa tabi ki birbirlerine bakmasınlar demiyor ki ayeti kerime, ama bakış var bakış var değil mi? Bakış olmadan tokalaşma olmadığı için bu işin gereği o olduğuna göre onun lazımı olarak, onun gereği olarak tokalaşmada yasaklanmış olur. Yoksa çünkü kuranı kerim her şeyi bütün ayrıntılarıyla şu şu şu değil, ayetlere bakacaksınız, düşüneceksiniz, mesela işte bu konuda sahih olmadığı söylenen bir hadisi şerif var; “işte birisi bir kadının elini tuttuğu zaman avucuna ateş almış gibi olur” diye senet yönünden sahih görmüyorlar. “Güncel bir olayla ilgili, Libya’daki koalisyon güçlerinin bombalarına, bombalamalarına izin vermek, orada stratejik çıkarları için Müslümanların katledilmesine destek vermek hangi günah sınıfına girer?” kimin için söylüyorlar bunu? Türkiye için mi söylüyorlar? “yani bu destek vermek, Müslümanların destek vermesi hangi sınıfa girer? Direk adam öldürmeye mi? Yoksa adam ölmeye destek olmaya mı?” şimdi bir kere burada baştan çok büyük bir yanlışlık yapıldı. Mesela Arap birliği Libya’nın yasak bölge haline getirilmesi teklifinde bulundu, batılılarda bunu çok büyük bir fırsat kabul ederek hemen avlarının üzerine atlamak için hemen kararlarını aldılar. Dolayısıyla burada çok büyük stratejik, yani çok büyük hata yapıldı, bir Müslüman için bu asla kabul edilecek bir şey değil. Bizim o yayınladığımız yazı var mı orada? O kısmı bir oku, yazdıklarımızı bir oku şöyle demişiz; ”Libya’nın birçok yerinde yönetime karşı başlayan isyan dalgasının yayılması üzerine yönetim çok sert tedbirler uygulamakta ve katliama varan davranışlar sergilemektedir. BM petrol zengini plan Libya’yı uçuşa yasak bölge ilan ederek Amerika öncülüğünde Libya topraklarına hava saldırı yapmış ve daha çok insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu kararın Mısır’da toplanan Arap birliğinin talebi üzerine alınmış olması Müslümanlar açısından kabul edilemez bir hatadır. Böyle bir durumda yapılması gereken şey, savaşan tarafların arasını düzeltmektir, Allah’u Teala şöyle buyurur; ”müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırsa aralarını düzeltin, biri diğerine haksız saldırı yaparsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar haksız saldırı yapan tarafla savaşın, eğer vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını düzeltin, dengeli davranın, Allah dengeli davrananları sever. Allah’ın emrettiği şeyi yapma yerine Allah’ın yasakladığı bir tavır içerisine girilmesi çok üzüntü vericidir. Müslüman olmayanlarla ilişki konusunda Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey peygamber, Allah’tan kork, o kafirlere ve münafıklara boyun eğme Allah bilir ve doğru hüküm verir.” Tabi burada kafir ve münafıklara boyun eğmeden daha öteye, onlardan medet umma, yardım isteme söz, konusudur. Bu tabi kişinin imanı açısından çok büyük şeydir, adamın Müslümanlığını sorgulamayı gerektiren bir davranıştır. Ama şimdi mesela Türkiye’nin yaptığı davranış benim gördüğüm kadarıyla, buradaki zararı en aza nasıl indirebiliriz davranışıdır. Bu arada o insanlara insanı yardımı nasıl yapabileceğiz, çünkü Allah’u Teala ne diyor:
“la yükellifullahi nefsen illa vüseha”
“hiçkimseye Allah gücünün üstünde bir görevle sorumlu tutmaz”
Bugün Türkiye’nin böyle bir yere karşı koyup ta gidip o koalisyon güçlerine karşı savunabilecek güçte olmadığını dünya ’da bilmeyen yok yani herkes biliyor. Dolayısıyla bügun yapılabileceğin en iyisini yapmaya gayret gösteriyorlar, Cenabı Hak bu davranışları yapanlara hayırlı çalışmalar nasip eylesin. Yani bu Arap birliğinin yaptığı asla kabul edilecek bir şey değildir. Zaten çok uzun bir zamandan beri bizde İslam, yani kuranı kerimin hükümleri rafa kaldırılmış vaziyette. Kuran ve sünnet ’in dışında apayrı bir İslam oluşturulmuş ve onun etrafında hareketler ediliyor. İşte az öncede gördünüz, bir ayetin mealinden hiçbir şey anlamayacak, Allah’ın kitabını oku diyorsunuz, okuduğunuz zaman tam ters şeyler anlaşılıyor. Bunlar çok yaygın bir şeydir, insanların davranışlarına tesir ediyor. Bu böyle evet. “Birde bu hüsna’ya yani ulaşanlar, yani büyük günah işlememiş olanlar tevbe etmemiş olsa bile cennete gider dediniz. Nasıl olsa Allah bu günahları affeder deyip tevbeyi terk etmek uygun mu? Tevbe edilse daha iyi değil mi? Demiş”
Tevbe edilse daha iyi olacağını söyledik orayı fark edememiş, tevbe edersen bu defa sevap hanesi artar. Tevbe etmek son derece güzel bir şey elbette ki. Allah’u Teala bize devamlı tevbe etmeyi emrediyor, peygamberimiz(s.a.v) inde hadisi şerifleri var diyor ki; “Allah’a yönelin günahlarınızın bağışlanmasını isteyin çünkü ben bir günde yüz defa tevbe ediyorum.” Diyor. Şüphesiz bu çok güzel bir şey ama biz burada anlatırken en alt noktayı anlatıyoruz, üst tarafı zaten onu herkes bilir onu anlatmak. Küçük günah da olsa Allah yasakladığı için yapmamalı ama yapmış olursa işte Allah’u Teala’nın bir şeyi var, yani burada bakın mesela bizim için hanım kardeşlerimiz var erkekler var. Şimdi hanımlar bir yere gittikleri zaman islami kimliklerini Müslüman olarak göstermek zorunda başka çaresi yok çünkü Kuranı kerim başını örtmeyi emretmiş, giyim kuşamda belli bir sınırlar getirmiş, içeri girer girmez tamam ama Müslümanlar sakalda bıraksalar sakalı gayri Müslimlerde bırakıyor, onların hemen ilk anda sıkıntıları falan yok. Peki bu Müslüman olan hanımlar var dünyanın çeşitli yerlerinde yada değişik şartlarda çalışmak zorunda olan hanımlar var, ne yapıyor? Şimdi mesela ayeti kerime diyor ki;
“İn tectenibu kebaira ma tünhevne anhü”(Nisa-31)
“yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınınız”
Bu günahların büyükleri öyle bir vasıftaki günahlardır ki, an ahlaksız toplumlarda bile bu günahları işlemeyenlere insanlar saygı gösterir. O derece insanın kişiliğini ortaya koyanlardır. İşte Allah’u Teala öyle bir kural koyuyor ki, en kötü şart altında olan bir kadında bu ayetteki büyük günahlardan ve favhişten kaçınabilir, lemem’i yapmış olabilir ama o fevahiş, fuhşun çeşitlerinden kaçınabilir. Mesela bakın içkinin en yaygın olduğu toplumlarda bile içki içmemek saygı sebebi olur, fuhşun en yaygın olduğu toplumlarda fuhuşla ilgilenmemek bu çok temiz bir insandır demeye sebep olur. Yani çünkü ayette de okuduk ya insanın o suçu işleyen hiç kimsenin içine yatmaz bu, mesela senin arkadaşlarından bunu çok yapanlar vardı içlerine yatıyor mu? Hiç yoktur mümkün değil fıtrat reddeder. Yani suç ortağını çoğalttıkça kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar yoksa mümkün değil, onun için buna münker denmiştir. Niye münker? Çünkü fıtrat onu reddediyor bir türlü kabul etmiyor yani, bu vücut ne yaparsan yapın kabul etmiyor, bir müddet sonra alışıyor o ayrı bir şey, alışkanlık başka bir şey, ondan dolayı onun adı münker olmuş. Evet üçüncü kavram, kuranı kerimde geçen günah kavramlarının üçüncüsü “vizir” dir. Vizir “yük” demektir. Mesela Türkçede vardır sen şimdi benim günahlarımı yüklen ya da “sen bu kadar günahı yüklendin bakayım ne yapacaksın” falan, o yük tarafını ifade ettiğiniz zaman Arapçada vizir kelimesini kullanıyorsunuz. “vezer” aynı kökten gelmiş oluyor, “el vezerü el merceu” sığınak anlamına geliyor. “ve astül vezeri el cebelül meniu” “engel olan dağ, bir dağ var ki aşmaya engel oluyor” bu yüklerde insanın istediği tavırları göstermelerine engel oluyor yani ben yapacağım ama sırtımda bir sürü yük var ben ne yapacağım yani diyor, bir sürü işlediğim günahlar var. Mesela bak Musa a.s. yaptığı vizir falan değil ama cenabı Hak ona “firavuna git o sınırları aştı” dediği zaman ne dedi? Bir cevap vermişti yani “velehum” “onların lehine” aleyye, “benim aleyhime” bir “zenb” var, zenb kelimesine de gelecek, zenb’de zeneb gini kişinin peşine takılıyor, adamı bırakmıyor, yani zeneb kuyruk derler ama bu günahtan da bir türlü kurtulamadım yani, peşine teneke takarlar falan gibi kelime kullanılır ya Türkçede. İşte onların aklında bu var sürekli beni takib edecekler diyor, ben korkuyorum diyor. Yani benim sırtımda böyle bir yük var, işte bu şeyler, başbakan Türkiye’de öyle değil, asıl yükü çeken başbakan, üsttekinin fazla bir şeyi yok vakti boş, onun için vezir deniyor, yükü taşıyan asıl sıkıntının altında ezilen kişiye başbakan diyoruz, ona vezir deniyor. “ağır yük” anlamı da veriliyor.
“Ve vada’na ‘anke vizreke Elleziy enkada zahreke”(İnşirah-1,2)
“senin o sırtını çatırdatan yükü senden kaldırdık “
Diyor Allah’u Teala
“ve la teziru vaziratüv vizra uhra”(Enam-164)
“kimse bir başkasının yükünü çekmez, herkes kendi yükünü sırtlanır”
Şimdi burada rahmetli Abdullah VANLIOĞLU’nu hatırladım, Allah rahmet eylesin. İstanbul merkez vaizlerindendi, şimdi ilk hacca gittiğim zaman o da aynı kafilede görevliydik onunla 1980 olabilir. Şimdi, Arafat’a gidiyoruz, o zamanda otobüs bizi bir yerde bıraktı oradan eşyalarla yürüyoruz, çadır arıyoruz falan, Arafat meydanı güneş de doğmuş zaten öğlene yakın güneşin tam tepeden vurduğu bir zaman, herkes zaten bir önceki geceden onun heyecanı ile uyuyamamış, sabahleyin büyük bir sıkıntı. Şimdi o, yaşlılar bir geç arıyorlar ki eşyalarını versinler. Abullah VANLIOĞLU dedi ki; “durun” dedi, herkes öyle bir emir bekliyor zaten, durun dediği an herkes oturdu yerine olduğu gibi, hiç kimse ayakta durmadı. “Gençler” dedi, “ihtiyarların elinde bir sürü yükler var, sakın onlardan hiçbir şey almayın herkes kendi yükünü taşısın” dedi, “biz size demedik mi, taşıyacağınız kadar yük alın, şimdi bu yükü taşıyın ki ahirete ona göre hazırlanasınız” dedi. Müthiş bir ders yani Allah rahmet eylesin. Siz misiniz taşıyamayacağınız yükü alan burada böyle ahirette ne yapacaksınız? İşte günahın bu yönünü anlatan kelime “vizir” kelimesi. Mesela Enam suresinin 31’inci ayetinde bu konu “vizir” yük anlamında şey yapıyor.
“Kad hasirallezıne kezzebu bi likaillah” (Enam-31)
“Allah ile yüzleşeceğini yalanlayanlar kaybetmişler yani zarar etmişlerdir”
Şimdi Allah ile yüzleşmek istemiyor bir çok kimse, nasıl olsa şey yaparım, insanları kandırmak kolay da Allhu Teala’yı nasıl kandıracaksın? Bu çok zor tabi.
“hatta iza caethümüs saatü bağteten”
“hiç beklemedikleri anda o saat, ölüm gelip çattığı zaman”
“kalu ya hasratena ala ma ferratna fıha”
“diyecekler ki eyvah! Yazık bize, hey gidi günler, kaçırdık yahu, yanıp tutuşacaklar, bir sürü aşırılıklar yaptık bütün fırsat elimizden gitti şuraya bak yahu, ne fırsatlar vardı elimizde hepsi bitti”
“ve hüm yahmilune evzarahüm ala zuhurihim”
“onlar kendi yüklerini sırtlarında taşıyor oldukları halde bunu söyleyecekler”
Yani yükleri sırtlarında, yani günahlarını görüyorlar.
“e la sae ma yezirun”
“ne kötü şey taşıyorlar, taşıdıkları şey ne kötüdür”
Evet dikkatli olun diyor. Bakıyorlar sadece yük kalmış sırtımızda bütün imkan ve fırsatlar gitti eyvah fırsat bitti. Hani okudum ya “Ya Rabbi bize bir süre ver gidelim başka şeyler yapalım” mesela aynı durum Müslümanlar içinde söz konusu, 63’üncü sureyi açarsanız orada onu da görürüz. Ayni müminun suresinin 99-100’üncü ayetlerinde kafirle ilgili
“Hatta iza cae ehadehümül mevtü kale rabbirciun”(Müminun-99)
“birisine ölüm geldiği zaman diyor ki ya Rabbi beni geri çeviriniz”
“Leallı a’melü salihan fıma teraktü”
“belki terk ettiğim dünya da iyi bir şey yaparım” diyor, Allah’u Teala’ diyor ki;
“kella”
“hayır böyle bir şey olmayacak”
“inneha kelimetün hüve kailüha”
“o onun söylediği boş sözdür”
Şimdi bu kafirle ilgili, 63’üncü surede de şey var, Münafıkun suresi, bu da müminlerle ilgili 10 ve 11’inci ayetler, Allah’u Teala diyor ki;
“Ve enfiku mimma rezaknakum”(Münafıkun-10)
“size rızık olarak verdiklerimizden infak edin” diyor,
Şimdi mesela bakıyorum insanlar, olay kendi mallarına geldiği zaman, mallarına gelinceye kadar herkes dindar ama mallarından vermeye geldiği zaman öyle bir yapışıyorlar ki mallarına Allah için verme, orada kendilerini bir şekilde tatmin etmeye çalışıyor. Yahu kardeşim bu mal senin değil ki bu mal Allah’ın, Allah’ın malından ne kadar çok verirsen Allah sana ondan daha fazlasını vereceğine söz veriyor, ne oluyor yapışıyorsun? Mesela hayır hasenata, şurada bir hayır var şöyle yapalım dediğin zaman, binlerce defa yaşadım, bir kere maddi imkanı olanların hiçbirisi duymuyor, maddi imkanı olamayan da, cebinde 10 kuruşu varsa şu beş kuruşunu versem ondan da bir şey olmuyor zaten. İmkanı olanların hiç kulaklarından bir km uzağından bile geçmiyor o senin söylediklerin. şimdi
“Ve enfiku mimma rezaknakum”(Münafıkun-10)
“size rızık olarak verdiklerimizden infak edin”
Yani yediğinden içtiğinden, boğazından kes ver diyor.
“min kabli en ye’tiye ehadekumulmevtu”
“sizden birine ölüm gelmeden önce”
Öldün, o zaman şöyle diyecek öldüğü zaman, o da bakacak ki eyvah ki eyvah bütün fırsat gitti tüh! O kadar mal mülk benimdi şimdi bizim çoluk çocuğun, onlarda sevap işleseler de kendine bana beş kuruş gelmeyecek, ondan sonra
“min kabli en ye’tiye ehadekumulmevtu”
“sizden birine ölüm gelmeden önce yapın”
“feyekule”
“o zaman şöyle diyecektir, demesin yani”
“rabbi lev la ahharteniy ila ecelin kariybin”
Aynı şey neydi öbür ayette kafirlerin söylediği “rabbirciun lealalle amelu”
“ya Rabbi bana bir beş dakika daha müsaade etseydin de, yani bir beş dakika”
“hocam bu vasiyet etmeden ölen insan mıdır?”
Yok canım olur mu? Vasiyet başka bir olay, vasiyet başka bir şey. Vasiyet sadece borç için yapılır, birisine borcun varsa vasiyet edersin, borcun yoksa vasiyet etmezsin. Bizim fıkıh kitaplarında anlaşılan vasiyet ne kuranda vardır, ne de sünnette vardır, o mirasçıdan mal kaçırmaktır başka bir şey değil. Yapacaksan hayatında iken yaparsın iyiliği, ölene kadar benim, öldükten sonra falan, öldükten sonra mal senin değil ki zaten başkasının, sen hayattayken ver canın yansın ki sevabını alasın kardeşim. Bizdeki vasiyet mirasçıdan mal kaçırma şeklindedir maalesef. Şimdi bak evet diyor ki
“rabbi lev la ahharteniy ila ecelin kariybin”
“ya Rabbi bir beş dakika süre ver ne olursuni ne yapacaksın peki?”
“feassaddeka”
“gidip sadaka vereyim” diyor
“ve ekun minessalihıyne.”
“bende iyilerden olayım” diyor.
Ama bu mümin bakın, bu mümin kafir değil
“Ve len yuahhırallahu nefsen iza cae eceluha”(Münafikun-11)
“eceli geldiği zaman Allah hiç kimseye süre tanımaz” bitti,
“vallahu habiyrun bima ta’melune.”
“Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Evet şimdi başka bir kelime? “büyük günahlara hangi günahlar girer girmez konusunda sorular geliyor, onlardan bir tanesini söyleyim mi? Gerçi bizim hani çalışmadığımız konu ama, resim ve heykel büyük günahlar kapsamına mı girer? Küçük günahlara mı?”
Resim ve heykeli tanrı yapıp tapmaktır büyük günah olan, “can verin bakalım can veremeyecekler” meselesi hadisi şerifte var biliyorsun. Orada mesele şu o hadisin metnini şimdi tam hatırlayamıyorum da metinde şu var; Cenabı Hak’la yarışır bu, Allah’ın yarattığına benzetmeye çalışıyorlar yani bazı sanatçılar vardır Allah’tan daha iyisini yaptığını iddia etmeye çalışır, işte bak şimdi şunun bakışı şöyle, duruşu şöyle, yani mevcut insandan çok daha güzel. Çünkü o bir insanın resmini olduğu gibi nakletmek ressamlık sayılmıyor, ona bir takım şeyler katacaksın, yaratıcılık, bir yaratıcılık katıyor Allah’tan daha iyi, yaratmada Cenabı Hak’la yarışanlar, madem buna siz yaratma diyorsunuz ben şöyle bir şey yarattım o zaman can da verin bakalım. Yani buradaki resim yapmaktan öteye bir şey. Kendisinin daha iyisini yaptığını, tabi kendisini daha iyi görürse o nu da eksik görmüş olur. “öyle bir iddia yok hocam, her ressam böyle bir iddia ile çizmez, her ressam insan da çizmez, resim olarak manzara çizer” tamam manzara çiçek, o hadisi şerifte bir buğday bile yaratamazlar diye bir ifade var, şu anda tabi bu sorunun geleceği, birde bunlar hatırda kalan şeyler değil ki yani, buhari tevhid-56; “benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zalimi var mıdır?” yani Cenabı Hak’la yaratma konusunda yarışıyor, buradaki olay o, ayet değil hadis. “bir zerreyi yaratsınlar bir buğdayı yaratsınlar, bir arpayı yaratsınlar bakalım” bak burada insan değil yani, arpa, zerre, buğday yani siz ne kadar büyük bir teknoloji yaparsanız yapın, hiçbir teknoloji bir buğdayı yapamaz ona imkan yok, ya da bir yaprak. Siz yaprak görüntüsünü yaparsınız ama yaprağın kendisini yapmanız mümkün değil yani dolayısıyla madem o zaman Allah’la nasıl yarışırsın kardeşim, sen arada haddini bil. “yani bilip te yaparsa?” o zaman buraya girmiyor yani, bak hadisi şerif oradaki yanlış karakteri gösteriyor. “şimdi o bir üstteki bir hadis var biz onu koymuşuz siteye Aişe validemizden gelen bir hadis, resulullah bir seferden dönmüştü bende dolabı üzerinde resimler olan bir örtü ile örtmüştüm dedi ki; “Aişe kıyamet günü Allah’ın huzurunda en şiddetli azap görecek olanlar Allah’ın yaratmasına müşabih olanlar, yani Allah’ın yaratması gibi yaratmaya kalkışanlardır, “ bunun üzerine onu kestik bir veya iki tane yastık yaptık” demiş. Yani o ama resim gene durmuş, ama resim olarak değil yastık olarak kullanıyor, fark etmiyor asmamış ama resim olarak duruyor, “yapan sorumlu olur kullanan niye sorumlu olsun?” tamam işte ona saygı göstermedikçe, onu yapanın yanlışı var sizde onu desteklemiş oluyorsunuz, onu böyle eşya olarak kullan lemem olmaktan da çıkıyor, eşya olarak kullandığınız zaman artık resme saygı göstermiş olmuyorsunuz. Ama bu konuda çalışmamız lazım kısa sürede cevaplandırılacak konulardan değil. Biraz daha üzerinde durmamız lazım. Zamanın da çok yıllar öncesinde yaptığımız bir çalışma o. Burada bir “hıns” kelimesiyle bugün ki dersimizi bitirelim isterseniz. Kuranı kerimde iki yerde geçiyor yanlış hatırlamıyorsam değil mi? “el hıns” buna “el” isim anlamına geliyor “günah” manasına geliyor, Türkçede bunlara karşılık tabi kelimeleri nasıl bulacağız bilmiyorum ya isim diye tercüme edeceğiz yada farklı bir mana, belki dilcilerle bu konuda uzun uzun konuşmak lazım, yani dilin bütün detaylarını, eskiden bugüne kadar tarama sözcüklerinde olan karşılıklarını da falanda çıkarıp ondan sonra anlam vermekte fayda var, birde halk ağızları falan bazen çok güzel olur. Ben mesela eskiden onu çok yapardım, bilhassa şu tarikatçılığa bakış kitabının hazırlanışı sırasında halkın anlayacağı cümleleri bulamayınca hep düşünürdüm, bizim köyde olsaydı ne derdi köylüler buna, onu bulduğum zaman en kısa ifadelerle en çarpıcı manalar ortaya çıkardı ama benim köy hayatım yok maalesef yaz tatillerinde bir iki ay gidip te, işte o da ilkokulu bitirene kadar. Şimdi dolayısıyla onları bize günümüze kadar nakleden çalışmalar var bugün Türkiye’de çok değerli çalışmalar var dil konusunda o dilciler bu konuda yardımcı olabilirlerse tabi her birisinin karşılığını bulmak mümkün olmuyor bu kelimelerin. Yoksa bu iş bizi aşar yani, onu söyleyim. Ama ne diyeceğiz biz şu anda söyleyebileceğimiz kadarını söyleriz. Yani günah manasına geliyor, isim manasına geliyor, sıkıntı manasına geliyor. Kuranı kerimde iki yerde geçiyor. Yani günah yazılacak vakte geldi demektir, bulüğa gelene kadar şimdi burada çok önemli bir konuyla inşallah bitireceğiz. Mesela Eyüp a.s., hatta şöyle konu başlığı olarak parçalayacak arkadaşlar için hileyi şeriye var mıdır? Falan diye bir başlık olabilir. Hıns konusuna hiç girmeyelim haftaya bırakalım çünkü Eyüp a.s.‘ın. “Günah yüklenme ile ilgili Nahl-25’ini ayeti sormuşlar, bu ayette kişi günahlarını yüklendikten sonra saptırdığı kimselerinde günahlarının bir kısmını yükleneceklerdir diyor, neden başkasının günahını yükleniyor diyor ayette” bir adamı saptırmak ta günah değil mi yani? Onların günahları azaltılmaz ama onları saptırmış olmanın şey yapar. Şimdi burada diyor ki o kişi o günahı işlemekten dolayı bir günah işliyor, beri kişi de o günaha bu insanı soktuğu için günah işliyor, buna hukukta azmettirmek mi deniyor? Azmettirmenin de suçu var, yapmanın da suçu var, yani cezası var. Azmettirmenin cezası ile suçu bizzat yapmanın cezası aynı değildir ama azmettirmenin cezası da vardır, suçu bilfiil yapmanın cezası da vardır. Katlanma meselesi ahirette yani , katlanma meselesini yanlış anlamayalım. Katlanma meselesi önce işlenen suç sıfırlanır, yani yaptığının tam karşılığını alır sıfırlanır sonra bir o kadar daha. Canım şimdi bu kanunları yazarken buna göre hareket etmek gerekiyor yani bu o kadar bir saha değil, iş ceza hukukuna vardığı zaman son derece zor. Onun suçunu aynı üstlenmiyor, suçun bir kısmını alıyor. İşlediği suçundan bir pay yani, aynı cinsten ama daha düşük bir suç işlemiş oluyor.
“Ve iza kıyle lehüm maza enzele rabbüküm”(Nahl-24)
“onlara dense ki Rabbiniz ne indirdi?, yani kuranda ne var diye sorsanız”
“kalu esatıyrul evvelın”
“bir sürü hikayeler efendim firavun şöyle yapmış bana ne kardeşim öncekilerin bir sürü uydurmaları, mitoloji derler” niye
“Li yahmilu evzarahüm”(Nahl-25)
“hem kendi yüklerini sırtlasınlar”
“kamiletey”
“kendi yüklerini tam olarak”
“yevmel kıyameti”
“kıyamet günü kendi yüklerini tam”
Bak kamile kelimesi var
“ve min evzarillezıne yüdıllunehüm bi ğayri ılm”
“bilmeyerek saptırdığı kişiler, karşı taraf bilmiyor hakikaten öyle mi, bir sürü insanda bunları takip ediyor, onların günahlarından üstlensinler diye” o ayeti okumadığımız için o soru çıktı
“e la sae ma yezirun”
“dikkatli olun ne kadar kötü bir şey taşıyorlar”
Var mı soru?
Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenleri yöneticilere götürmek kolaycılık oluyor, yani o kadar insanların hoşuna gidiyor ki, hükmetmeyen deyince kızdığı bir yönetici vardır işte bu adam kafir zalim, kendini rahatlatmaya çalışıyor, yahu kardeşim bu o yönetici ne kadar ilgilendiriyorsa seni de o kadar ilgilendiriyor. Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek Allah şurada sana bir emir veriyor, namaz kıl diye emrediyor, kılmıyorsan hükmetmiyorsun. Allah sana işte şu günahı işleme diyor, işliyorsan Allah’ın indirdiği ile hükmetmiyorsun, Allah san şunu yap bunu yapma diyor Allah’ın indirdiği ile hükmetmek demek önce bir kendi nefsine hükmet bakalım başkasına anlatmak kolaydır, kendine anlatmak kolay mı? Ondan sonra belli noktalarda bulunan kişiler yaptıkları herkes kendi yaptığı günahla kendisi sorumludur yani birisinin işlediği günahtan dolayı bir başkası onu töhmet altına getirmek için konuşmaya lüzum yok sen bir kendine bak. Allah’u Teala ahirette sana başkasının günahını sormayacak önce kendine bir bak sonrada başkalarını gereği gibi uyar. Tabi ki o da senin vazifendir. Müttakiler şunlardır diyor
“Ellezıne yünfikune fis serrai ved darrai”(Ali imran-134)
“genişlik zamanında da darlık zamanında da harcayan kimselerdir”
“vel kazımınel ğayza”
“kinin yutanlardır” birine olan kininiz olabilir onu yatacaksınız
“vel afıne anin nas”
“insanları affedenlerdir yani kusura bakmayanlardır”
“vallahü yühıbbül muhsinın”
“Allah bu muhsinlari sever” onların bir özellide şudur
“Vellezıne iza fealu fahışeten”(Ali imran-135)
“ bir çirkinlik yaptıkları zaman”
“ev zalemu enfüsehüm”
“ya da kendilerine zulmettikleri zaman ya da kendilerine yanlış yaptıkları zaman” bu fahişe başkasına karşı yanlışlık bu kendilerine karşı yanlışlık, ikisi de büyük günah
“zekerullahe”
“hemen Allah akıllarına gelir”
“festağferu li zünubihim”
“arkasından günahları için tevbe ederler, Allahım bizi affet derler”
“ve mey yağfiruz zünube illellah”
“Allah’tan başka kim günahları affedermiş?”
“ve lem yüsırru ala ma fealu ve hüm ya’lemun”
“yaptıklarında bile bile ısrar etmezler”
“Ülaike cezaühüm mağfiratüm mir rabbihim ve cennatün tecrı min tahtihel enharu”(Ali imran-136)
“işte bunların cezaları mağfirettir Rablari tarafından içlerinden ırmaklar akan cennetlerdir”
Çünkü ısrar ettiği zaman alışkanlık oluyor, tevbesi hemen hemen imkansızlaşıyor, yarın yaparım yarın yaparım diye, nasıl olsa tevbe ederim. Şunu yapmak lazım hangimiz bir saniye ömrümüz olduğuna dair bir garanti altındayız? Böyle bir insan var mı yeryüzünde? O zaman bu akıllı bir adam yaşadığı anı son anı olarak düşünmeli bir daha da benim ömrüm yok ona göre davranmalıdır.
“halidıne fıha”
“onlar içinden ırmaklar akan cennetlere ölümsüz olarak kalmak üzere gireceklerdir”
“ve nı’me ecrul amilın”
“bu çalışanların alacağı ücret ne kadar güzeldir” Allah cümlemize nasip etsin