FATİH ORUM: …işte burada okuduğumuz 8 ayet Münafikun suresinde, bu insanların ne kadar tehlikeli olduklarını ve müslümanlara ne kadar zarar verdiklerini Rabbimiz gösteriyor ama bunları öldürün demiyor. Sadece dikkatli olun diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten geçen hafta da okuduğumuz ayet var. Bir insan bundan daha ağır bir şey yapamaz. Bu münafıklar biliyorsunuz Mustalik savaşı dönüşünde Aişe validemize de zina iftirasında bulunmuşlardır. Sonra Mustalik savaşı dediğimiz savaş öyle bir savaş ki o sırada Mekkeliler, Hayber’dekiler ve tüm arap kabileleri Medine’ye hücum etmeye karar vermiş, hazırlıklar yapılıyor, iki ay sonra Hendek savaşı olacak. O zor anlarda Aişe validemize zina iftirası yapılıyor. İşte, “Medine’ye dönersek izzetli ve şerefli olan zelil ve hakir oşanı çıkaracaktır” diyor, bir karmaşa ortamı meydana getirmeye çalışıyor, iç karışıklık meydana getirmeye çalışıyorlar ve Resulullah bütün bunlara karşı C. Hakk tarafından diyor ki; “bunlara karşı dikkatli ol”. Ve hiç bir harekete geçmiyor münafıklara karşı. Bizim için de bu olay şu ayeti anlamamıza sebep oldu: Ali İmran suresi 186. Allah diyor ki; ALİ İMRAN, 186.. Ayet: “Le tüblevünne fı emvaliküm ve enfüsiküm: şurası kesin: hem mallarınız hem de kendi kişiliğinizle ilgili olarak yıpratıcı bir imtihana sokulacaksınız”. Yani bedava cennet hiç kimseye yok. “ve le tesmeunne minellezıne utül kitabe min kabliküm ve minellezıne eşraku ezen kesira: sizden önce kitap verilmiş olanlardan” yahusilerden ve hıristiyanlardan.. Mesela orada Hendek savaşında yahudiler de başlangıçta müslümanlarla beraberken şey tarafına geçmişlerdir. Bütün bunlara karşılık Resulullah’ın verdiği o büyük sıkıntılı mücadele de bize örnek olması lazım. Eşine iftirada bulunmuşlar, kendisiyle ilgili çok ağır hakarette bulunmuşlar ve bu insanlar hala kendilerini müslüman olarak gösteriyorlar ve Allah diyor ki bakın ehli kitaptan da müşriklerden de yani islam dışı tüm guruplar demektir, “ezen kesira” canınızı çok sıkan sözler işiteceksiniz. Bunlar hepsi Resulullah’ın işittiği çok can sıkıcı sözler değil mi? Peki ne yapacağız ya Rabbi? “ve in tasbiru: sabırlı olun” yani yürümenize devam edin. Onlar ne derse desinler. “ve tetteku: koruma tedbirinizi de alın”. Dikkatli olun, kendinizi gevşetmeyin. “fe inne zalike min azmil ümur: bu, kararlılık gerektiren işlerdendir”. Bakın, öldürme falan yok. İşte, Allah’ın ayeti ile: inandıktan sonra kafir olmuşlar. İşte bir örnek. Geçen hafta yahudileri örnek olarak vermiştik. Hem İblis’in dinden dönmesinin cezası: dışlanması. Hem, Nuh(as)’dan sonra Hud(as)’ın ashabının dinden dönmesinin cezası: dışlanması. Kur’an’da Ali İmran 187’de dinden dönmenin cezsı: dışlanma. Hepsinde böyle de, yahudilerde, bir yahudi dinden dönerse verilen ceza nedir? Onu da Vedat’tan dinleyelim.
VEDAT YILMAZ: Yasağın Tekrarı bölümünün 17. bâbının 2 ile 7. pasajlar arasında bu suçun cezası anlatılıyor. “Tanrımız Rabbin dide vereceği kentlerin birinde, aranızdan onun anlatlaşmasını çiğneyip gözünüzde kötü olanı yapan bir erkek yada kadın çıkar ve buyruklarıma aykırı olarak gidip başka ilahlara tapar, onların, güneşin, ayın yada gök cisimlerinin önünde eğilirse ve bu olay size bildirilirse duyduklarınızı iyice araştırın. Duyduklarınuz doğruysa ve bu iğrenç olayın İsrail’de yapıldığı kanıtlanırsa bu kötülüğü yapan erkeği yada kadını kentinizin kapısına çıkarın ve taşa tutarak öldürün. Ölmesi gereken, iki yada üç kişinim tanıklığıyla öldürülecek. O kişiyi önce tanıklar sonra bütün halk taşa tutsun”. Yasanın Tekrarı 17/2 ila7. pasajlar arası.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bakın burada tevrat gibi gösteriliyor. Kur’an’ın tasdik ettiği Tevrat’da böyle bir ceza yok. Sadece dışlanma var. Yanlış inançlar bulaşıcı hastalık gibi başka taraflara geçiyor ama doktorlar çok iyi bilir ki bir hastalığın iki ayrı vücuttaki seyri aynı değil. Burada diyor ki; “iki yada üç şahitle ıspatlayın” diyor, “ilk taşı da şahitler atsın”. Niye şahitler atacak? Çünkü eğer yalan söylüyorsa atamaz. Karşıda bir insanın öldürülmesi var. Kur’an’ın çok açık hükümlerine rağmen, kaç tane örnek olay anlatmasına rağmen: İblis örneği, tüm enbiyanın davranışlarının örnekleri: hiç birisinse dinden dönenin öldürülmesi yoktur. Resulullah’ın hayatında böyle bir olay hiç olmamıştır ama bugün sünni ve şii bütün mezheplerde dinden dönen öldürülür ve orada olduğu gibi ıspata falan gerek yok. Mahkeme kararına da gerek yok. Siz öyle bir yerde nasıl can güvenliğinizi düşüneceksiniz. Mezhepleri kısaca özetle istersen. Burada esas şuna da vurgu yaparsan çok iyi olur: Hanefi mezhebinin dinden dönen öldürülür dediği zaman getirdiği delil ne? Diğer mezhepler hangi delile dayanıyor? Kur’an’dan delilleri ne?
FATİH ORUM: Ayrıntılarda çok ufak tefek farklar olsa da esasında gerek Sünni gerek Şii oksun tüm mezheplerde dinden dönen kişinin öldürüleceğine hükmedilir. Yani bu konuda tam bir ittifak olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ufak tefek detaylarda farklılıklar olabilir. Mesela Hanefi de kadını bundan, çeşitli sebeplerle istisna tutmuştur. Veya dinden dönen kişinin mal paylaşımında ne tür bir yol izlenecektir, eşi boşmudur. Boş ise iddet bekleyecekmidir beklemeyecekmidir yani adamı ilgilendirmeyen. Adamı ilgilendirecek de gerideki şeylerle ilgili ufak tefek şeyler vardır. Deliller nedir peki denilirse? Gelenekte bu konu ile ilgili 3 delil vardır: kitap, sünnet ve icma. Yani ayetler vardır bu hükmü destekleyen iddiaya göre. Rivayetler vardır ve hepsinden öte de bu konuda icma vardır. Mesele zaten o yönüyle tamamdır. Kitap delili: mesela Hanefiler’in, işte Hocam biraz önce hutbeye atıfta bulunurken İstanbul değildir, evet mesela öyle bir kitap ismi söyleyeceğim ki bu herhalde gelenekte ve kendisini Hanefi olarak addeden hiç kimsenin asla ve kat’à görmezden gelemeyeceği kitap. Serahsi’nin ElMebsud’u ve Kâsâni’nin Bedaus Senai eserleri. Bu iki kitap, Hanefiler’in baş yapıtıdır. Bir adam kendini Hanefi olarak kabul ediyorsa, bu kitaplar o adamın olmazsa olmazıdır. Bu kitapkarda, dinden dönen kişinin öldürüleceğine dair Kur’an’dan getirilen delil, Fetih suresinin yani 48. surenin 16. ayetidir. Ayet derken yanlış anlamayalım, o ayette geçen bir kelimedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen ayetin mealini Yahya bi okusun. Nereden okuyacağız? Diyanet Vakfı mealinden okuyacak.
YAHYA ŞENOL: Fetih suresi 48. surenin 16. ayeti şu şekilde meallendirilmiş: “Bedevilerden seferden geri kalmış olanlara de ki; siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız, onlarla, teslim oluncaya kadar savaşacaksınız. Eğer emre itaat ederseniz Allah size güzel bir mükafat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi dönerseniz sizi acıklı bir azaba uğratır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dinden dönme ile ilgisi var mı? Şimdi delili dinleyelim.
FATİH ORUM: Bu ayetin metninde “ev yuslimun” ifadesi geçiyor. Yahya Hoca’nın okuduğu mealin metninde “tukatilunehum ev yuslimun” ifadesindeki “ev yuslimun: yahut bunlar müslüman olurlarsa” yani bir kavimle savaşacaksınız, bunları öldüreceksiniz veya ikinci bir alternatif: müslüman olurlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müslüman olmak değil teslim olmak.
FATİH ORUM: Tabi ki. Doğru meal bu. Ama oradaki “ev yuslimun” ifadesi yani bunlar ya öldürülecek yada müslüman olacak. O halde, deniliyor ki; eğer bir adam müslüman değilse öldürülmeyi haketmiştir. Sadece bu ifade, dinden dönenin öldürülmesi hususunda Hanefi mezhebinin temel kaynaklarında ayet delili bu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayetin hiç bir parçası uymuyor ama “tukatilunehum ev yuslimun” kısmını, “tukatilunehum”u “taktilunehum”a çeviriyorlar. Tukatilu: karşılıklı savaştan bahsediyor, bunlar uymuyor, kelimeyi “taktilunehum” diyor: “öldüreceksin”. Peki “hum” dediği kim burada? Kafirler. Yok diyor, onu kendi kafasına göre “onları” yani dinden dönenleri diyor. Halbuki ayette hiç öyle bir şey yok. Çünkü Kur’an’ın hiç bir ayetinde kendilerine delil bulmaları mümkün değil. Diğer mezhepler hiç bir ayetten bahsetmiyorlar ama hanefi mezhebinden nasıl olmuşsa “”bir ayet bulalıl” demişler. Aramışlar, ayet yok. O zaman? İki tane kelime almışlar ayetten “tukatilunehum”u “taktilunehum” a çevirmişler. “Ev yuslimun”u da hiç alakası olmadığı halde Romalılar ile Sasaniler ile savaşla ilgili olan bu ayeti, tutuyorlar dinden dönmenin öldürülmesine delil alıyorlar. Görüyormusunuz bakın. Çok açık ve net ayetler, o kadar örnekler: hiç birisi yok. Peki siz ne yapıyorsunuz! Bu, Allah’ın dini mi? Diyanet’in dünkü hutbesinde söylediği doğru. Yani burada bu katliamların faillerinin islam ile uzaktan-yakından ilgisi olamaz. Bu islam değil. Ama bugün sizin islam dediğiniz bu işte kardeşim.
FATİH ORUM: Çok hızlı bir şekilde ikinci bir delile de atıfta bulunur bazı kaynaklar Kur’an’dan. O da Bakara suresinin yani ikinci surenin 217. ayeti. Yine bu ayetteki bir ifade. Ayetin mealini çok hızlı okuyorum: “sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse: böylelerinin çalışmaları dünyada da ahirette de boşa çıkar. Onlar cehennen halkıdır”. Ayetin metninde “habitat amalihum fid dunya vel ahira” cümlesi önemli. Burada hep buna atıfta bulunmuştuk. “ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut: sizden kim dininden döner”, “fe yemut ve huve kâfirun: kafir olarak ölürse”. Diyorlar ki bu kelimenin başında “fe” vardır. “Fe”, Arapça’da takibiye anlamı verir yani “hemen” demektir. Biz biliriz ki dinden dönen kimse hemen ölmez. Allah ama hemen ifadesini kullanmak için “fe” koyduysa, demek ki bu birilerinin müdahalesiyle ölmesi gerekiyor, onu da biz yaparız diyorlar. Dolayısıyla dinden dönen kişi hemen öldürülür. Yani biraz önceki ayetteki istikdar tarzını arıyoruz, orada bir kelime vardı burada bir harf var. Yani sadece ayetteki bir harf.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama o harfin de o anlama gelmesi arap dili açısından imkan ve ihtimal yok. Yani hiç bir arap o harfe o anlamı asla veremez. Bu mümkün değil. Ama ne yapsınlar, ellerinde bir şey yok.
FATİH ORUM: Çok hızlı bir şekilde rivayetler yani sünnetten getirilen deliller: Bununla ilgili bir “Hz. Ali’ye zındıklar getirildi, O da onları yaktı” diye bir rivayet vardır ve bu rivayet Buhari’de geçer.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşid’in yakması.
FATİH ORUM: Bunun üzerine İbni Abbas itiraz eder der ki; “ben olsam yakmazdım. Niçin? Çünkü Resulullah, yakarak değil de öldürülerek cezalandırılmalarını söyledi” dedikten sonra bizim meşhur “men beddele dinehu faktuluhu” yani “kim dinden dönerse onu öldürün” şeklindeki rivayet işte bu olayın akabinde zikredilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ehli kitap yani Yahudiler kendi, Kur’an’ın tasdik ettiği Tevrat’ın içine Tevrat’a muhalif bir cümleyi yerleştirmişler. Bizimkiler kurana yerleştirememişler. Ayetlerin anlamlarını çekip uzatıyorlar ama bak mesela Diyanet Vakfı mealinde yok. Hiç bir mealde bunu göremezsiniz. Çünkü bu anlam, arap dili açısından imkansızdır. Ama hadislere rahatlıkla yerleştirebiliyorlar. Çünkü hadis, Allah’ın koruması altında değil. Sen Sünni mezhepleri söyledin. Bir de şey var: baştan, Ferzizade’nin ölümüne karar veren Şia var. Şia ile ilgili olarak da bizim Azerice sitemizin yöneticisi Aydın Mülayim kısa bir bilgi verecek.
AYDIN MÜLAYİM: İlk önce bu Ferzizade ile ilgili müslümanlar.com sitemizde de bilgi vardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim “Fıtrat Haber” sitemizde bu konu ile ilgili bütün bilgileri bulabilirsiniz.
AYDIN MÜLAYİM: Şia’da mürtedin hükmü, Hanefiler’deki gibidir. Erkek öldürülür, kadın hapsedilir. Eğer erkek irtidat etmişse kadın boşanır ondan ve malı da kadına ve çocuklarına kalır. Benim söyleyeceğim kaynaklar: Muhammed Tûsi’dir. Ayrıca Şirazi’de tefsirinde söyler. Yani aynı hükümdedirler Hanefiler ile aynı görüştedirler. Delilleri de Fatih Hoca’nın az önce söylediği emirwl müminin Ali’ye bir guryp mürted getirilir, Ali de onları yaktırıyor diye bir delil ileri sürmüşlerdir. Tefsiri Numune’de Şirazi de mürtedin öldürülmesi gerektiğini söylüyor. Tabatabai, El Mizan’ında Maide suresini tefsir ederken şöyle bir ayrıcalık daha yapıyor. Önceden kafir iken müslüman olan yani annesi babası müslüman değil, evladı müslüman olmuş. Ondan sonra eğer irtidat ederse bu insan bunun ismi milli irtidat oluyor bu irtidadın. Yok eğer müslüman aileden doğmuş ise mesela Şirazi tefsirinde şöyle diyor: “anne rahmine düştüğü esnada anne babası müslüman ise yani sadece bir ifadeyle müslüman olarak dünyaya gelmişse ve daha sonra islamdan dönerse ve bu da islam mahkemesince sabit olursa irtidat sayılır, öldürülmesi gerekir. Malları varisleri arasında paylaştırılır, eşi ondan boşandırılır ve dış görünüşte tevbesi de kabul edilmez. Yani bu hükümler, onun hakkı da her hâlukarda uygulanıyor. Eğer gerçekten tevbe etmişse Allah ahirette bağışlar diyor, o ayrı bir konu diyor. Milli irtidat: Tabatabâi, iki ayrıcalık yapıyor. Milli irtidat, bir de fıtri irtidat. Fıtri irtidat: anne babası müslümandır, kendisi de müslümandır. Anne karnında müslüman sayılıyor. Doğduktan sonra eğer müslüman iken irtidat ederse, kafir olursa bu insanın artık irtidadı fıtri bir irtidat olarak geçer. Nasıl ki Hüdameddin ile de ilgili fıtri irtidata uğramış diyerek idam hükmü vermişler Ona da.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hüsamettin dese ki “ben tevbe ettim, artık bir daha yapmayacağım”, kimse dinlemez. Öldürülür. Tevbesi kabul edilmez. Niye? Çünkü annesi de babası da yada sadece annesi de olsa yeter. Sadece babası da olsa yeter. Bunlar şii idiler, dolayısıyla kendisi de ondan ayrılma şansına sahip değildir. Tam bu noktada biz Dr.Yahya Şenol’u dinleyelim bakalım din hürriyeti ne demekmiş? Kur’an’da Allah bu konuda neler söylüyor, onunla ilgili ayetleri dinleyelim.
YAHYA ŞENOL: Ona geçmeden bu mezheplerle ilgili ufak bir hatırlatma var, onu da yapalım. Hanefi meshebinde ve şiilerde dinden dönen erkek öldürülür, kadın hapsedilir görüşü vardı. Fakat Şafii, Maliki ve Hambeli mezheplerinde kadın da öldürülür. Öyle kadının bir ayrıcalığı falan da yoktur. Çünkü delil aldıkları rivayet: o, “kim dinini değiştirirse öldürün” mutlak bir ifadedir diyor. “Kim” lafzına kadın da erkek de dahildir. Dolayısıyla bir kadın da eğer dinini değiştirirse onun da öldürülmesi gerekir. Bu öldürülmeden önce bir de tevbeye davet edilme meselesi var mesheblerde. Yani mürted olduğu ortaya çıkan bir kişi acaba tevbeye davet edilmeli mi edilmemeli mi? Bu da tartışılıyor mezheblerde. Birkaç kişi, mesela Hasan Basri’ye isnad edilen bir görüş diyor ki; “hayır, kesinlikle böyle tevbe söz konusu değildir. İrtidat ettiğini düşündüğünüz kişiyi anında orada öldürebilirsiniz”. Yargısız, şahit falan tutmaya da gerek yok. Tâbiinden yine Ata Bin Ebi Rabah’a isnad edilen bir görüş var. Şiilerle uyuşuyor. Diyor ki; bu mürted olan şahıs, eğer ergenliğinden beri zaten müslüman ise müslüman bir ann babadan doğdu, müslüman coğrafyada yetişmiş de sonradan mürted olmuşsa/dinden dönmüşse bu kişiye tevbe teklif edilmez, derhal öldürülür. Ama öyle değil de önceleri kafir, gayri müslimken daha sonra araştırmaları neticesinde müslüman olmuş fakat daha sonra bundan yine vazgeçip tekrar kafir oluş ise kişi, o zaman buna tevbe teklif edilir. Böyle bir ayrıcalık gözetiyorlar. Ama mesheplerde genelde tartışılıyor: tevbeye davet edelim mi etmeyelim mi? İki ana kısma ayrılıyorlar. Hanefilerin de içinde bulunduğu gurup: deniliyor ki tevbeye davet edilir, bu müstehabdır. Yani gerekli değil. Müstehab: davet edilirse iyi olur ve bunun müddetinin de üçgün üç sefer olduğu söyleniyor. Şafiiler ise diyorlar ki hayır, müstehab değil mutlaka gereklidir. Tevbeye davet edilir kişi. Neden? Çünkü tevbe ederse bu ölüm cezası ondan kalkar. Burada bir ayet delil gösteriyorlar. O da Enfal suresinin 38.ayeti. Ayet şu şekilde: “kullillezine keferu: kafir olanlara de ki”, “in yentehu yuğfer lehum: eğer bu kafirliklerinden vazgeçerlerse geçmiş bütün günahları bağışlanır”. Dolayısıyla bu, mürted için de geçerlidir. Mürted de tevbe ederse bağışlanır, hayatı da kurtulur, öldürülmez. O şekilde de söylüyorlar. Tevbe etmediği durumda ölüm cezası olduğu konusunda-ben, en azından sünni mezhepler adına söyleyebilirim net bir şekilde ki şiide de böyle olduğunu gördük, açıkça ifade ediliyor-icma hâsıl olmuştur: dinden dönen öldürülür. Farklılık: Hanefi mezhebinde kadın sadece öldürülmez. Ama erkek bir kişi dinden dönmüş ise mutlaka öldürülür. Bu konuda hiç bir ihtilaf yok. Peki kurana baktığımız zaman? Bunun böyle olmadığını net bir şekilde görüyoruz. İçinde bizatihi fıkhi bir terim haline gelmiş olan o irtidat kelimesinin geçtiği ayetler bile var Kur’an’da. Bir tanesini biraz önce Fatih Hoca okudu Bakara suresinin 217.ayet. “…ve men yertedid minkum an dinihi” bakın “kim dininden irtidat ederse”. Aynen o kelimeyi kullanıyor. Yine, Maide suresinde “men yertedte minkum an dinihi: sizden kim dininden dönerse”, irtidat kelimesi kullanılıyor. Hiç yoktur fıkıh kitaplarında, bu ayetler görülmez. Veya başta Hocamız’ın okuduğu Ali İmran suresindeki ayet. “ALİ İMRAN, 86.. Ayet: Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim” bakın: imandan sonra kafir olmuşlar. Mürted olmuşlar. Bu da hiç görülmez. Yok. Gerçekten. Ararsınız, bu ayetleri bulamazsınız. Bütün mezhepler, dinden dönenin öldürülmesi konusunda rivayetleri esas almışlardır hep.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O rivayetler de uydurma rivayetler.
YAHYA ŞENOL: Ama ona temas edilmez. Buhari’sinde var Müslim’inde var. Senet açısından kolay kolay eleştirilemeyecek olan yerlerde de olunca, milletin eli kolu bağlanmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne olacak ki, bunu falan falan söyledi de. aslını ıspat et bakalım nasıl ıspat ediyorsun.
YAHYA ŞENOL: Ama onun haricinde kurana yine bütüncül bir bakışla baktığımız zaman biz iman konusunda kesinlikle insanlara baskı yapılmasının mümkün olmadığını çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. En çok duyduğumuz, en sık duyduğumuz ayetlerden bir tanesiyle hemen başlayayım.BAKARA, 256.. Ayet: “La ikrahe fid dıni kad tebeyyener ruşdü minel ğayy: dinde zorlama yoktur”. Burada kullanılan ifade de arap dili açısından “la ikrahe” kalıbı, nefyi cins olarak geçer. Ne demek bu? Zorlamanın hiç bir çeşidi olmaz demektir. Din konusunda zorlamanın hiç bir çeşidi yoktur. Bu, gerek dine giriş noktasında yani hiç kimseyi zorla imana sokamazsınız demektir. Dine girdikten sonra da bu zorlama hali devam eder. Dinde kalmaya zorlayamazsınız insanları. Ve üçüncüsü: dinden çıktıktan sonra geri sokmaya da zorlayamazsınız bunu. Ama malesef bizde bu böyle anlaşılmaz. Müslümanların bir çoğuyla da bu ayeti konuşsanız derler ki; bu ayet, dine girene kadardır. “Girdimi nasıl zorlanmaz! Girdimi her türlü zorlarız. Çıkacaksa da öldürürüz. Ne demek zorlama yok yani!”. Bu ayet malesef yine, daraltılarak anlaşılıyor. Halbuki ifade çok açık ve net: “la ikrahe fiddin” din konusunda baskının, zorlamanın hiç bir çeşidi yoktur, olamaz. Bu ayet bu kapıyı kapatıyor. Bunun haricinde Resulullah’a hitaben Kur’an’da Yunus suresinin 99 ve 100. ayetlerinde C. Hakk diyor ki; YUNUS, 99.. Ayet: “Ve lev şae rabbüke le amene men fil erdı küllühüm cemıa” yani eğer şu anki düzende değil de Allah, başka bir düzen öngörmüş olsaydı zaten bütün insanlar iman ederdi. Ama Allah serbest bırakmış. İnsanın insiyatifindedir bu. Dilerse inan eder, dilerse kafiru olur. Bu özgürlüğü Allah ona vermiş. Peki “e fe ente tükrihün nase hatta yekunu mü’minın”: bu, böyle olmakla birlikte sen, iman edinceye kadar insanları zorlayabilecek misin? Zorlayacak mısın? Böyle bir hakkın mı var? Zorlayamazsın. İsteyen iman eder isteyen iman etmez, kafir olarak kalır. Kesinlikle bu konuda baskı olmaz. Çünkü imanın yeri kalptir ve kalbe Allah’tan başka hiç kimse nüfuz edemez. Siz, adamı zahiren iman ettirdikten sonra, bu, kalben iman etmedikten sonra Allah katında geçerliliği varmıdır? Yoktur. Bana imanlı gözükmesinin bir faydası varmıdır? Yine yoktur. Dolayısıyla siz insanları münafık yapmaya zorlarsınız ama münafık olunca da kurtulmuyor. Bu sefer cehennemin en alt tabakasına adamı attırmış oluyorsunuz. Hür olsunlar, belki yarın öbür gün pişman olup araştırır vazgeçerler tekrar mümin olurlar. Ama öldürdüğünüz zaman siz bu adamı, elinden bu fırsatı da almış oluyorsunuz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İslam toplumunda bir insan, göğsünü gere gere ben kafir oldum diyebilmeli. Yani göğsünü gere gere ben kafir oldum denemeyen bir yer islam toplumu değildir. Bunu çok iyi kabul etmezk zorundayız. O insan, kafir olduğunu söylesin ki mesele tartışılsın. Belki şüphesi giderilebilir. Üç gün hapsediyorlar, sadece bir yufka veriyorlar diyorlar ki; “ya tevbe et ya öldürürüz”. Ya kardeşim, bundan daha ağır bir baskı olur mu bir insana? Allah, resulüne diyor ki; sen mi baskı yapacaksın ben kimseye baskı yapmıyorum. Ama bunlar, Allah’ın yapmadığını kendileri yapıyorlar. Ve bunlar, kendilerine de islam diyorlar. İslam hukuku diyorlar. Ve bir şeymiş gibi de biz de okuduk yıllarca. Şu anda da hâla savunuluyor.
YAHYA ŞENOL: Bu işin kalpte olup bittiğinin en önemli delillerinden bir tanesi de Nahl Suresinin 106. ayeti. Bakın burada da Allah olayı tersten açıklıyor. Diyor ki; NAHL, 106.. Ayet: “Men kefera billahi mim ba’di ımanihı: iman ettikten sonra kim kafir olursa”. Atlıyacağım şimdi. Diyor ki; “fe aleyhim ğadabüm minellah: Allah’ın gazabı bu adamın üzerine olur”. Ama arada bir ara cümke var. Diyor ki: “illa: ancak”, “men ükrihe ve kalbühu mutmeinüm bil ımani”, fakat kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında imanını inkar etmez zorunda kalırsa ne olur? Bu hariçtir diyor Allah. Allah’ın gazabı bunun üzerine değil. Niye? Baskı altında böyle yapmış. Çünkü kalbi imanla dolu. Dolayısıyla, kalbi imanla dolu olduğu halde zahiren kafir olduğunu ilan etmiş kişiyi Allah kafir kabul etmiyor ama siz, kalbi küfürle dolu okduğu halde zahiren inan ettim diyeni bırakıyorsunuz. Ne yaman çelişki bu. En büyük düşman yapıyorsunuz ve cehennemin de en alt tabakasına atıyor Allah. “İnnel münafikine fid derkil esfeli minen nar” cehennemin de en alt tabakasında yer alacak. Yani adamın dünyasını berbat ettiğiniz gibi ahiretini de berbat etmiş oluyorsunuz bu görüşleri kabul ettiğiniz zaman. Bakı Allah yine Resulullah’a hitaben diyor ki KAF, 45.. Ayet: “Nahnu a’lemu bi ma yekulune”: canını sıkıyorlar Resulullah’ın: çeşitli sözler söylüyorlar, eziyet ediyorlar. “Biz biliyoruz bunların ne söylediğini ama sen de şunu bil ki”, “ve ma ente aleyhim bi cebbarin: sen de onların üzerine zorba olarak konulmuş bir kişi değilsin”, insanları zorlayamazsın. Ne yapacaksın? Görevin ne? “fe zekkir bil kur’ani mey yehafu veıyd: kim benim tehditlerimden korkacak bir yapıdavise sen git onlara kuran ile öğüt ver” geç git. Sen, insanları inanmaya zorlayamazsın. İnanmadığını da çok açık ve net bir şekilde söyleyebilmeli. Gaşiye suresinde benzer ayetler car. 21.ayetten itibaren. GASİYE, 21.. Ayet: “Fezekkir innema ente müzekkirün”: sen insanlata git, doğru bilgiler ver. Senin görevin budur diyor Allah. Kuranı hatırlat, görevlerini hatırlat. GASİYE, 22.. Ayet: “Leste’aleyhim bimusaytırin”: sen onları hizaya sokacak bir durumda değilsin. Bu iş kılıçla, silahla öldürmekle olmaz. Tamamen , insanların vicdanlarına kalmış bir şey. Ama buna rağmen insan inkar tercihini kullanırsa ne olur? Allah diyor ki GASİYE, 23.. Ayet: İlla men tevella ve kefere”: kim, senin verdiğin bu doğru bilgiler karşısında yüz çevirir sırtını döner ve kafir olursa, GASİYE, 24.. Ayet: Feyü’azzibühullahül’azabel’ekbere”: ona Allah azab eder, siz değil. O sizin göreviniz değil. Niye? GASİYE, 25.. Ayet: “İnne ileyna iyabehüm”: çünkü onlar bize dönecekler, GASİYE, 26.. Ayet: Sümme inne ‘aleyna hısabehüm: ve hesaplarını biz göreceğiz”. Allah, burada bize herhangi bir şey bırakmıyor. Cezalarını ben vereceğim siz karışmayın diyor. Hür bir şekilde istedikleri gibi düşünsünler, istedikleri görüşü uygulasınlar. Mesela Rad suresinin 40.ayeti var. Tabi ki bütün ayetler muhteşem ama bu konuda harika bir ayet. Resulullah’a hitaben ne buyuruyor burada Allah: RAD, 40.. Ayet: “..fe innema aleykel belağu ve aleynel hısab: sana düşen tebliğdir, hesap bizim işimiz”. Bitti. Sen tebliğini yap, adam iman eder/etmez. Bu, normal kafir için de geçerli, müslüman iken kafir olan için de geçerli.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de kendilerini Allah yerine koyuyorlar. Diyor ki tevbe et. Ya tevbe ettiğini sen nereden bileceksin adamın? Bu, sadece Allah’ın bileceği bir şeydir. Tevbeyi kabul etmek senin görevin mi? Sen tanrımısın? Ama işte tanrılığa yönelenler, bugün islam gibi şey yapılıyor. Artık müslümanlar akıllarını başlarına alsın. Bu geleneksel yapı asla çekilemez. Bunu bitirmek zorundayız. Başka hiç çaremiz yok.
YAHYA ŞENOL: Bir de yine Resulullah’a şöyle bir uyarıda bulunuyor Allah: YUSUF, 103.. Ayet: “Ve ma ekserun nasi ve lev haraste bi mü’minın”. Bir gerçeği hatırlatıyor. Yani ne kadar çok istesen de insanların çoğu iman etmiyor. Bu da bir gerçek. Dolayısıyla bu iş zorla olmaz. Peki zorla olmaz da hatır gönül işiyle olur mu? Hayır. Buyuruyor ki Allah: KASAS, 56.. Ayet: “İnneke la tehdı men ahbebte: sevdiğin insanları da sen yola getiremezsin”. Yani sadece bu iş baskıyla, zorla, ölümle olmayacak der gibi hatır gönül işiyle de olmaz. “Benim hatrım için ya”, “Allah rızası için iman et”: hayır. Adam bunu kabullenmeli bir defa. İçine yatmalı, içine sinmeli. Ondan sonra. “ve lakinnellahe yehdı mey yeşa” Allah bu işğn şeyi. Kim yola girerse hidayete o girer. Hatır gönülle falan olacak değil. “ve hüve a’lemü bil mühtedın: kimin doğru yola girdiğini en iyi Allah bilir”. Kalple olacak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen dışarıdan adamın yola geldiğini zannedersin, aslında çok büyük bir düşman olur. Senin böyle bir şeye yetkin yok ki.
YAHYA ŞENOL: Son iki ayeti de hatırlatayım. Mesela Keh Suresi 29’da da Yunus suresi 108.ayetinde de benzer hakikatler vurgulanıyor. KEHF, 29.. Ayet: “Ve kulil hakku mir rabbiküm” yani hak/gerçek rabninizden gelmiştir. “fe men şae fel yü’miv ve men şae fel yekfür” bittii! Kim müslğnan olmayı istiyorsa müslüman olsun, kim kafir olarak kalmayı istiyorsa kafir olsun. Bitti! YUNUS, 108.. Ayet: “Kul ya eyyühen nasü kad caekümül hakku mir rabbiküm”: rabbinizden size gerçek gelmiştir, “fe menihteda fe innema yehtedı li nefsih”: kim yola gelirse kendi içğn gelir, “ve men dalle fe innema yehtedı li nefsih ve men dalle fe innema yedıllü aleyha”: kim de sapıklığı tercih ederse kendi aleyhine olur. Kendi bilir. Paşa keyfi bilir. “ve ma ene aleyküm bi vekıl”: ben size vekil falan değilim. Sizin adınıza sizi savunacak değilim. Tevbe etmişti bu öbür tarafta diyemezsin ki zaten. Sana tevbe etti göründü. İçten ne olduğunu biliyormusun? Yok. Münafikun suresindeki ayetler okundu: dıştan baktığın zaman “işte adam budur”diyorsun. Konuştuğu zaman hayran kalıyorsun. Dışı, kıyafeti, her şeyi seni etkiliyor ama Allah diyor ki; “humul aduvvu”: gerçek düşman o. Başka yerde arama. Öyle adam müslüman olmuyorsa, sana karşı müslüman gözükmesinin ne faydası var. Çok daha büyük bir zararı var. Çünkü, sizin o meşhur “düşmana düşman deme” şeyini heralde burada hatırlatırsınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Dime düşmene düşmen elinde silahı ola, veli müşkil bulur sureti haktan gele”.
YAHYA ŞENOL: Bu kadar! Sana müslüman gözüktükten sonra bir de onun düşman olduğunu nasıl anlayacaksın?
ABDULAZİZ BAYIDIR; Yani sen, dost bildiğin adamla kol kola girersin, seni koltuğunun altından tabancayla vurur. Tedbir alamazsın bir şey edemezsin. Bugün islam ülkelerine bakın, hep münafıklarla doludur. Çünkü bu takdim edilen din, adamın aklına bir türlü uymuyor. Din buysa ben yokum diyor.
YAHYA ŞENOL: Soru soramıyor Hocam. Adam diyor ki; “Hocam, her hadisle de amel edilir mi yani”. Edilmeyeni var. Mezhepler bu yüzden ihtilaf ediyor işte. Hanefi’nin amel ettiğini Şafi amel etmiyor. Sen bu soruyu nasıl sorarsın diyor. Bir bu soruyu sorduğun için mürted oldun, tevbe hakkın var ama Resulullah’a sen hakaret ettin. Niye? Nasıl onun her sözüyle amel edilir demek istedin sen. O yüzden tevbe de yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ölümden kurtulma şansı yok. Sıfır.
YAHYA ŞENOL: Bizim sürekli düşündüğümüz ve bize de sorulan soru var ya: peki niye herkes böyle düşünmüş? Bir kişi de muhalif olsaydı ya. Buyur işte yani. Adam, öğrencisine bu soruyu sordurtmuyor, muhalifine sordurtturur mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu yapıda muhalefet olur mu?
YAHYA ŞENOL: “Niye herkes aynı şeyi söylemiş” diyor ya, “hep siz mi doğrusunuz? Hiç mi sizin gibi söyleyen yok”. Acaba niye? Düşünebilmiş mi ki adamlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Haftaya arkadaşlarımız İslam Ansiklopedisi’nden alacak, size gösterecekler. Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nden. Osmanlılar’da işi kalıbına uydurarak faizcilik yapma, muammele-i şeriye dedikleri çok yaygındır. Faiz olduğu çok açık ama onlar faiz demiyor. Muammele-i şeriye diyorlar. Şer’i bir işlem. Mehmed Efendi “bu faizdir” dediği için Ebu Suud haber gönderiyor: “bir daha bunu söylersen öldürtürüm seni haa” diyor. Kemal Paşazade’de. O da şeyhülislam. Kurala bağlamışlar, ona kim hile derse öldürülür diyor. Niye? Zındık bu defa. Orada hiç sorgu sual edilmez. Çünkü kalkar da sorgu sualde ilgili ayetleri okursa, mazallah milletin kafasını bozar. Çünkü yeni bir yapı oluşturmuşlar, buna din demişler. Ona karşı gelmek ne demek. Görüyormusunuz bakın muhalefet olmak. İşte İran’da genç; “İslam’dan İslam’a” demiş, ilgili ayetleri yazmış. Burada Yahya ne dedi? Tam bir icma var dedi. Haftaya göreceksiniz, o icmaya muhalefet edenleri zındık sayarlar. Zannederiz ki zındık dinsizdir. Hayır değil. Mevcut yapıya karşı görüş ortaya koyan kişidir. Zındın peki yargılanır mı? Hayır. Yargısız infaz. Sadece şu vardır: birisi, öldürme hakkı yetkilinindir, yetkiliyi beklemez de öldürürse: yetkili, benim öldürme zevkimi elimden aldın diye isterse o adama ufak tefek cezalar verir. Başka bir şey değil. Yani can güvenliği denen bir olay yok. Ne kullanılmış? Din kullanılmış. Bu konuda şiisi-sünnisi tam bir ittifak halinde.
YAHYA ŞENOL: Ama Tevrat da anlatılan şahit tutma olayı da yok. Dinden döndüğüne dair kişinin iki tane şahit olması gerekiyor. Mezheplerde o da yok. Öldürdün: “dinden döndü” diyebilirsin yani. İleri geri konuştu Allah’a kitaba ben de öldürdüm dersin. Ispat etmene de gerek yok. Bitti bu kadar. Sadece yetkili makamın yetkisine tecavüz ettiğin için isterse sana bir ceza verebilir tâzir kabilinden.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Temel, Galata Köprüsü’nden geçerken bir turist ona çarpıyor, “pardon” diyor. Temel adamı alıp denize atıyor orada. Niye yaptın? “Pardon dedi”. Pardon demek ne ki: afedersiniz demil oluyor. “Ya kötüyse? Her ihtimale karşılık attım” demiş.
A MÜLAYİM: İman-küfür ile ilgili Allah’ı inkar etmek değil, kendi görüşlerinde farklı görüşlere sahip ise o kafir olur. Şahıslara indirerek “sen şu adama inanıyormusun, şuna inanmıyormusun”, mesela Şia’da iman ile küfür farklıdır. Yani bakış tarzı. Ama öldürme, mürted ile ilgili hükümleri aynı olsa da ehlisünnetle, iman etme ve küfür etme konuları farklıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela Fıkhus-sünne diye bir kitap vardır. Orada şöyle bir ifade var: deseniz ki Ömer ve Ebubekir cennetle müjdelenmiş değillerdir deseniz,.dünyadayken cennetlik oldukları belli değildir derseniz, bu konuda mütevatir rivayet var, bunu söylediğiniz için öldürülürsünüz. Şia’da?
AYDIN MÜLAYİM: İkisi hakkında: kafirdir, onları seven de kafirdir. Lanet etmenin sevabından bahsederler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar kafir değildir diyen de öldürülür. Kafir olur, mürted olur ve öldürülür.
AYDIN MÜLAYİM: Maalesef bizim İslam’da diğerlerinden daha çok tahrif var. Mesela İşid’de bugün adam şehadet getiriyor, üstteki de kafasını kesip Allahu ekber deyip sevinç gözyaşları döküyor. Bu adam, Allah’ı inkar etmiş mürted değil ki. Durum öyle bir vahim hâle gelmiş ki gelenekte, kendi gibi düşünmeyenleri öldürüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onun için ben buradan çağrıda bulunuyorum. Bizi etkisiz hàle getirerek başarılı olabileceklerini zannediyorlar. Bu mümkün değil. Bu kadar ayetleri görüyorsunuz. Heralde C. Hakk kendi yolunda cihad edenleri elbetteki destekleyecektir. Öyleyse duygusallıkları bırakın lütfen. Duygusallıkları bırakın da mesela dünkü okunan hutbede, “biz biliyoruz ki dillerinden tekbir düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da, insanlık dışı katliamların faillerinin islamla uzaktan yakından asla ilgisi yoktur”. Doğru. İslam ile ilgisi yoktur da hangi islamla? İndirilen islamla ilgisi yoktur. Ama bugün din işleri yüksek kurlunun fetva verdiği, müftülerin fetva verdiği, ilahiyat fakültelerinin okuttuğu, imam hatip okullarının okuttuğu islam ile değil. Onunla değil. Dolayısıyla bu konuları çok iyi bilmek zorundayız ve bu a göre kendimizi yeniden dizayn etmemiz lazım. İnsanları Allah’ın kitabına çağırıyoruz, hadi buyurun diyoruz gelmiyorlar. Gelmedikleri gibi bu defa nasıl olsa kendilerini güçlü görüyorlar. Hadi buyurun yapun ne olacak? Allah’ın koyduğu kanun da var. O da işleyecek. Asla başarılı olamazsınız bak buradan söylüyorum. Allah’ın kitabına gelin. C. Hakk asıl başarıyı kendi yolunda olanlara verir. Bu arada bizim İslam Muhakeme Hukuku adlı kitabımızın 2. baskısı yapıldı. Bu kitap, Osmanlı yargı sistemi ile alakalıdır. Ben, İstanbul Müftülüğü’nde 21 sene çalıştığım zaman Osmanlı mahkeme arşivindeydi benim odam. Dolayısıyla oraya gelen yerli yabancı araştırmacılara da sürekli yardımcı oluyordum. Bu Osmanlı yargı sistemini İslam Muhakeme Hukuku Osmanlı Devri Uygulaması diye doktora olarak hazırladım. Şimdi burada Osmanlı’nın 6 buçuk asır kalmasının sebebi şu: ulemadaki bu yanlışlıklara rağmen ama ulema kendi kafasına kurşunu sıkmış. Oradaki yöneticilere de demişler ki; “din bu”. Fakat Osmanlı’da yönetim gerçekten çok güzeldir. Yargı sistemi çok güzeldir. Osmanlı yargı sistemi, bugün Türkiye’deki bütün tıkanıklıkları ortadan kaldırabileceği gibi dünyaya da örnek olmamızı sağlayacak bir sistemdir. Maalesef 19.asrın sonlarında batı, hatta 19. asrın ilk yarısında başladı, sonlarına doğru yargı sistemi alındı. Ondan sonra bizde hiç yargıda rahatlık olmamıştır. Yani bu konuda Allah’a çok şükür dünyada bu sahada başka kitap yoktur. Bizim de olayın içerisinde en uzman olduğumuz bir saha olduğu için de mesela Dr. Rose Murphey vardır. İzleyicilerimizden tanıyanlar olur. Dünyada en tanınmış Osmanlı tarihçisidir. Bana şunu söyledi; “ben bu kitabı İngiltere’de okutuyorum” dedi. Bu kitabı bastırmıştık, Kültür Bakanlığı satın alsın diye gönderdik. Kültür Bakanlığı satın almaya değer bulmadığına dair bir yazı göndermişti müftülüğe. Ondan iki dakika sonra Horwarth Üniversitesi’nden yazı geldi: “kitabınızın basıldığını duyduk, şu adrese 50 tane ödemeli gönderin”. Bizde işte ilimin değerinin ne kadar yüksek olduğunu da görün. Ebu Suud’un da fetvasını gördünüz. Evet yani Allah’a şükür bu kitabın basılmış olması inşallah bugünlerde şey yapılıyor biliyorsunuz yargı reformu gibi şeylerden bahsediliyor. Yararlanmak isteyenler yararlanabilirler. İstemeyenlere de yapılacak hiç bir şey yok. Nasıl olsa Allah’ın verdiği hürriyeti biz insanların elinden alamayız. Evet şimdi son olarak toparlayalım.
Gördüğünüz gibi Allah insanlara din hürriyeti vermiş. İsteyen inanır isteyen inanmaz. İbadet hürriyeti vermiş. Çünkü ibadette esas olan niyettir. Niyet de kişinin içinden olur. Zorla namaz kıldırdığınız zaman Allah rızası için namaz kılmış olmaz. Yani insanlara zorla namaz da kıldırılamaz, oruç da tutturulamaz, ibadet de yaptırılamaz. Zorla bir dine de sokulamaz. Dinden çıkması da engellenemez. Burada Allah bütün hürriyetleri vermiş. Ama malesef geleneksel yapı işi siyasileştirmiş. İşte, Ebu Bekir ve Ömer isimleri tamamen siyasi birer simge olarak: sünniler, “cennetlik değildir diyen öldürülür” demiş, şiiler de “onlar kafir değildir” diyen öldürülür demiş. Bakıyorsunuz ki batılda tam bir ittifak var da bir renk değişikliği var. Birisinin rengi şu, birisinin rengi bu. O zaman şimdi elimizde bu kadar basın yayın imkanları var: işte burada canlı yayından bir çok yere ulaşıyoruz. Hilal Tv’ye de teşekkür ediyorum bu arada. Sağolsunlar ulaştırıyorlar. Şimdi bu fırsatı ganimet bilerek, Allah’ın bu muazzam dinini bütün dünyaya doğru bir şekilde şöyle kaynağından alınmış su gibi-cam bardağa konulmuş pet şişeye değil-el dokunmadan insanlara Allah’ın indirdiği şekilde tebliğ etme görevimiz vardır. Geleneksel yapıyı artık atmak zorundayız. Bununla hiç bir şey olmaz. Öyle çıkıp da televizyonlarda “islam bu değildir” diye, hatta geçenlerde çok üzüldüğüm bir şey oldu. Türkiye ile islam ülkelerini birisi karşılaştırıyor, efendim diyor bizde laiklik var, bizde demokratik sistem var, biz de seçimle il başına geliniyor. Dedim kendi kendime; “bu adam Türkiye’nin müslümanlığını savunuyor. Avrupa’dan birisi bu sesleri duysa “bak gördünüz mü sizin dininiz beş para etmez, siz bizim kelimelerimizle kendinizi savunmak zorunda kalıyorsunuz”. Bir müslümana bundan daha fazla üzücü bir şey olmaz”. Ama işte bugün geleneksel yapıyı reddediyorum derken, batılı değerler.. Batılı değer diye bir şey olur mu? Bir müslüman bundan bahsedebilir mi? Evrensel değerler diyebilirsiniz ama sen müslümansan sen evrensel değerlerin yeryüzünde en temel temsilcisi olmak zorundasın. Böylece dersimizin de sonuna geldik. İnşallah haftaya zındıklık meselesi üzerinde duracağız. Ve müslümanların ne kadar ağır baskılar altına alınmış olduğunu bir kez daha göreceğiz.