Şimdi burada dikkat ederseniz kölelik ve cariyelik ahkâmı burada farklı bir şekilde devreye giriyor.
Birde aklıma gelmişken ben size söyleyeyim sadece zihninizde kalsın belki bir yerde bilgi bulursanız getirirsiniz diye, geçen hafta aklıma geldi de onu bir şey yapamadım. Yani hep birlikte araştıralım benim bildiğim bir bilgi yok. Peygamber’e (s.a.v) Bedirde aldığı esirler var değil mi? Şu konumuzla direk alakalı değil yani öyle bir parantez açmış oluyorum. Bedir de aldığı esirler var. O esirlerin bir kısmını fidye karşılığı, bir kısmını da fidyesiz serbest bıraktı mı? Bir üçüncü grup vardı.
Katılımcı: Okuma yazma karşılığı.
Bayındır: Okuma yazma karşılığı acaba şu ayetin karşılığı olmasın?
‘vellezîne yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum’ (Nur 33. ayet)
Bunlar demiş olabilirler ki ya Muhammet bizim paramız yok ama sizden on tane çocuğa okuma yazma öğretsek bizi serbest bırakır mısın? Peygamberimizin hayatında bu kitabenin de örneği olması lazım değil mi?
Enes hoca: Evet
Bayındır: ‘vellezîne yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum fe kâtibûhum in alimtum fîhim hayren’ (Nur 33. ayet)
Baktınız ki hakikaten öğrete bilir tamam hadi öğret dene bilir. Yani bu da sadece zihniniz de soru olsun. Yani esirlerden bir mükatebe anlaşmasının bir örneği olabilir diye aklıma geldi.
Katılımcı: (02:17-02:21 arası anlaşılamıyor)
Bayındır: Evet
Katılımcı: Çünkü bu tür bir anlaşmaya niye Mükatebe desin ahid desin, ittifak desin yani Mükatip olarak gelmesini yapılacak işin Kitabetle ilgili olduğunu.
Bayındır: Yok okumakla yazmakla ilgisini bahsetmiyorum ben. Buradan ben öyle anlamadım sen öyle anladın ama. Ya karşılıklı bir sözleşme yapılıyor. Yani o peygamberimizin orada ki on tane talebeye okuma yazma öğretirseniz serbest bırakırım şeklindeki kitabe akdi olabilir. Diye düşünüyorum. Onun üzerinde bir bakarsak belki bir şey bulabiliriz.
Enes hoca: Karşılıksız serbest bırakılmayanların içinde baktı ki bırakılmıyor para da gelmiyor arkasından o zaman demiş olabilir bizim böyle bir özelliğimiz var siz yararlanın.
Bayındır: Tabi tabi olur. Mesela Rusya Almanlardan aldığı esirlere bir takım şeyler yaptırmış. Teknik elemanlara ve buna karşılık da belki hürriyetini vermiştir. Bu çok tabi bir şey yani.
Oktay hoca: Nur suresi galiba daha sonra nazil olmuş.
Bayındır: O hiç önemli değil. Neden önemli değil biliyor musun? Şimdi şeyde Allah-u Teala
(03:44-03:49 arası anlaşılamıyor)
Yani bunların tamamı tek bir şey oluşturur. Yani bir yumağı oluşturur. Yani bu önce sonra indi. Bu konuda ki rivayetlerin de çok sağlam olmadığını da biliyoruz. Ama sağlam olan bu ayetlerin kuranda var olması bizi ilgilendiren bu dur. Öncesi sonrası değil tamamından sorumluyuz.
Katılımcı: Burada Kuran-ı Kerim’in adabı yani Kuran-ı Kerim Peygamber (s.a.v.)’e inmeden önce de ‘fi kitabın meknun’ olduğuna göre bu şekilde önümüzde bir rehber kitabı var ‘verasıkı’ya gittiğimiz zaman orasını açıp bakıyoruz. Mesela başka bir yere gittiğimiz zaman diyelim mesela Topkapı Sarayına gittiğimiz zaman orayla ilgili yeri açıp bakıyoruz. Peygamber (s.a.v.)’e Kuran-ı Kerim inerken olaylara mütaakiben indiği için onunla ilgili ayetler inmiş olmalıdır.
Bayındır: Ve belki bu kitaba ait de inmiş olabilir bilmiyoruz yani o zaman ya da olmamıştır. Çünkü bu konularla ilgili ayetlerin ne zaman indiği ile ilgili rivayetler çok da sağlam rivayetler de değildir.
Katılımcı: Benzer bir hadiseye ilişkin inmiş olabilir.
Katılımcı: Hocam bu ayetlerin sebebi nüzulde yani zamanı gelince inmek daha önceden Levhi Mahfuzda kayıtlı olması dünya semasına inmesi konusunda bu konu da ne demek uyar?
Bayındır: Peygamberimizin onu bildiğine dair bir delilimiz yok.
Peygamberimiz; ‘İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.’ Dediğine göre Cebrail’in sözü oluncaya kadar peygamberimizin onu bilmesi gerekmez. Cebrail’in ağzından peygamberimize intikal edinceye kadar.
Katılımcı: ‘ala mubsirin takva alennasi ve kezalike li yüsebbite fuadek’de Peygamber (s.a.v.)’in böyle bir şeyde olmadığını yani bilgisi olmadığı çünkü aksi takdirde ‘yüsebbit fuadek’ olmaz.
Bayındır: Evet olmaz.
Katılımcı: Ya o zaman hepsini birden ezberlemiş olur o zaman Uhud konusunu Peygamber (s.a.v.)’in beşeri inisiyatifi de devreden kalkmış olur.
Katılımcı: Birisi bana şöyle bir soru sordu da konu ile ilgili aslında sormayacaktım yeri geldiği için soruyorum. Kuran-ı Kerim de Yahudilerle ilgili ayetler var malum, bunların hepsi de Yahudileri kötü gösteren veya onların yaptıklarını gösteren, dolayısıyla Kuran-ı Kerimdeki bu ayetler yani daha önceden de mevcuttu Allah’ın katında, o zaman Yahudiler için zorunlu bir kader söz konusu olmaz mı?
Bayındır: Yok. Mesela ‘leysu seva a’ da diyor. Şimdi herkes için dikkat ederseniz sadece Yahudiler için değil benzer şeyleri kim yaparsa onlar içinde aynı hükümler vardır.
‘veminellezine hadu’ diyor ve ‘baz’ ifadesi kullanıyor, Yahudilerden bir kısmı değil mi? Tümü değil ki, ‘leysu seva’ da diyor. ‘ venü ferigan minhu le yektumuhel hagga’ diyor, hepsi değil bir gurup.
Katılımcı: Bir de Kuran-ı Kerim’in ahkam ile ilgili ayetlerde, siz şöyle yapacaksınız ben buna karşın şu cezayı vereceğim, şekilcilik hayal ediliyor. Yani şu eylemi yapanlar şu cezaya maruz kalacak diyemi yazıyor o çok önemli.
Bayındır: Ceza açısından mı?
Katılımcı: Evet, ceza açısından. Bizi işkillendiren bu sizin o zorunlu bir kader dediğiniz o yani. Mesela anayasa nasıl yazılıyor? Şu suç işlendiği zaman şu şekilde cezalandırırız diyor.
Bayındır: Ama sen şu suçu yapacaksın ceza vereceğim başka.
Enes hoca: Ahmet şu suçu işleyecek şu cezaya çarptırılacak, öyle bir şey yok.
Katılımcı: Her hangi biri şunu yaptığı zaman şu cezaya maruz kalacak zorunlu kader değildir. Prensip ortaya koyar.
Bayındır: Prensip ortaya koyar evet ve yaptıklarını da anlatıyor.
Katılımcı: (08:00-08:06 arası anlaşılamıyor)
Bayındır: Hepsi öyledir genelde değil.
Evet şimdi sual kaldı mı bu müşriklerle evlenme konusunda?
Katılımcı: Hocam Bakara suresi 221 de müşriklerle evlenmek mekruh, ama Maide suresinde Ehli Kitapla evlenme konusunda hiçbir kerahat anlaşılmıyor. Onlarda Müşrik olduğuna göre buradan da bir kerahat anlaşılması gerekmez mi? Yada Ehli Kitabın Muhsan olanlarıyla evlenmek (anlaşılamıyor)
Bayındır: Şimdi bak Kuran-ı Kerimde bir prensip var mı? Mesani’nin İntişabi olayı var mı? Allah-u Teala her şeyi bir yerde açıklamıyor, onun için hepsini birleştiriyorsun birleştirdikten sonra geçen hafta konuştukya kuran oluyor yani bir küme oluşuyor ondan sonra hüküm veriyoruz. Yani o kümenin her parçasında istenen her hüküm olmaz ki. Yada burada evlenmenin helalığı, öbür tarafta da tavsiye edilmediği belirtiliyor. Helal dır ama. Mesela diyor ki;
‘Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs’(maide 100)
Değil mi?
Şimdi Cenab-ı Hak bunu haram kılmadığını ifade ediyor, öbür tarafta da hiç tavsiye etmediğini belirtiyor. Şey de öyle işte ‘vel muhsanati vel müminati’ derken mümin cariyeler de girmez mi?
Enes hoca: (09:49-09:51 arası anlaşılamıyor)
Katılımcı: Şimdi Bakara 221 ile Maide 5. ayeti ikisi birlikte okunduğu zaman.
Bayındır: Tamam Bakara 221 deme Nisa suresini aç oradan oraya geçelim. Nisa suresi 24. ayeti aç. Bak burada;
‘Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum’ dedi mi? Buradan ne anlaşılıyor? ‘mamaneket eymanikum’ le nikahlana bilirsiniz dedi değil mi?
Enes hoca: Evet
Bayındır: Elinizde ki cariyelerle de nikahlana bilirsiniz demiş oluyor ama bu cariye daha önce evli olmuş olabilir. Fakat başka evlilerle evlenemezsin. O zaman bu cariyenin Müslümanlığı kafirliği söz konusu mu? Buraya kadar din yok tamam mı? Ama şurada ilk önce ‘kimin diyor mümin bir kadınla evlenmeye gücü yetmezse elinizin altındaki cariyeyle evlensin’ şimdi burada ki namuslu mümin kadınla, namuslu mümin cariye ikisi de Muhsanat’tan mı Suat hoca? Çünkü Muhsanatın diye şart koştuya. Yani o cariyede Muhsanat ve Müminat vasfı var mı? Hür olan kadında da Muhsanat ve Müminat vasfı var mı? Şimdi işte oradan hemen Maide suresine geç. Maide 5. ayette
‘vel muhsanatu minel müminat’ dedi değil mi? ‘hıllil lekum’un Müpteda Muahharı öyle değil mi? Şimdi ‘vel muhsanatu minel müminat’ derken bunun içerisinde cariye de var mı? Ama cariyeyle evlenmeyi hangi şarta bağlıyor Allah? Helal diye rast gele gidemezsin diyor.
Enes hoca: Ona rastgele gidemezsin diyor.
Bayındır: Helal diye rast gele gidemezsin diyor. Helal, haram değil ama kural koymuş. Şeyde işte helal Ehli Kitabın kadınları da helal haram değil, ama onun kuralını da şeyde açıklıyor. Bakara 221 de açıklıyor. Ora nasıl cariyeyle evlenmeyi ‘Zâlike li men haşiyel anete minkum. (nisa 25)’ diyerek bir vasfa bağlıyorsa, burada da ‘Vallahü yed’ü ilelcenneti vel–mağfireti bi‘iznih’ daraltıyor yani asla tavsiye etmediğini ifade ediyor. Dolayısı ile bunların hepsini birleştirmezsen bir hüküm ortaya çıkmaz. İşte bizim burada eski ulemayı tenkit edişimizin temel sebebi de bu. Dikkat edersen bunların hepsini birleştirdiğin zaman hiç çelişki kaldı mı? Yani Nur suresi 3. ayet, Maide 5. ayet, Bakara 221, Nisa 23-24-25 bir çelişki kaldı mı?
Katılımcı: Oradan anlaşılıyor ki Kuran-ı Kerim’in özelliği bu yani Kuran-ı Kerimde şu anda aklıma gelen şey Kuran-ı Kerimde soru olarak aklıma geldi önce buda nedir? yani bize gerekli olan dini ve toplumsal olaylarla ilgili Kuran-ı Kerimde bir sürü hükümler vardır. Niye bu meseleler, Muvdıi Arapça da ki; objektif ederiz. Bir şekilde konu itibariyle sıralayıp onları böyle düzenli bir şekilde beyan etmeli sonraya. Mesela nikah deriz. Niye her tarafta nikahla ilgili ayetler var? Diyor mesela ‘en nikah’ evlilikle ilgili bütün meseleleri sıralamalı.
Bayındır: İşte Kuran-ı Kerim’in üslubu bu çünkü Kuran-ı Kerim her şeyi açıklayan bir kitap. Kainatta ne var ne yok hepsinin kanunu bunun içerisinde. Şimdi sen o ayetlerin her birinden başka bir sürü hüküm de çıkaracaksın.
Katılımcı: Bu en önemli olan bu, mesela; bu kesişen şeyler var ya, yukarıdan iniyor bir isim yazıyorsunuz. Sağdan geliyor bir isim var ama ortada ki harf her ikisi için kullanılıyor.
Burada mesela; ‘vel muhsanati minellezine utul kitab’ Derken başıyla sonuyla başka bir hükümle ilişkiliyken onu götürüp o nikahla ilgili aldığımızda bir konu teşkil ediyor. Her birinde kare şeklinde yazdığımız şeyler gibi.
Bayındır: Yani aynı anda bir çok hükümle alakası var.
Katılımcı: Matematikte üç bilinmeyenli bir işlem vardır, ortada ki bilinmeyeni üstte de kullanıyoruz altta da kullanıyoruz. Bu şekilde Kuran-ı Kerim. Burada başka bir hükmü ifade ediyor, başka bir yerde başka bir hükmü ifade ediyor. Ayeti tek aldığın zaman bir hüküm ifade ediyor.
Bayındır: İşte bakın burada şu var mesela; bizim geleneği en çok tenkit ettiğimiz hususlar, bir tek ayeti tümüyle almıyorlar bazen bir ayetin içinden bir iki kelimeyi alıyorlar, bazen o kelimeleri de bozarak alıyorlar. Halbuki Kuran-ı Kerim işte görüyoruz bir tek ayetle anlaşılmıyor ikinci ayeti de alacaksın. O iki ayet de yetmiyor, diğer iki ayeti alacaksın, o da yetmiyor başka bir ikinci ayeti alacaksın, o da yetmiyor başka bir ikinci ayeti alacaksın dolayısı ile ilgili bütün o ikişerli ayetleri takip edip hepsini bir küme oluşturacaksın. O kuran oluşacak yani kendi arasında kuran olacak, kümenin adı kuran olacak. Bir mecmua oluşturacak, o topluluğu oluşturduğun zaman, oradan ayetleri çıkaracaksın. Tabi o topluluğu oluşturmak için de böyle bir ekip oluşturacaksın, oradan ayetleri çıkarmak için.
Katılımcı: Yani insan aklını kullansın, çaba sarf etsin diye hocam.
Bayındır: Tabi zaten bak; ‘efela yetedebberunel kuran’ diyor değil mi? Niye böyle diyor Allah? El Kuran diyor çünkü bu bir topluluk bir mana topluluğu. Yani bunun tamamı da kurandır ama o küçük mücemmalar da kurandır. O topluluklar kümelerde kurandır. ‘efela yetedebberunel kuran’ ne demek? Bu ayetin bağlantılı olduğu ayeti niye düşünmüyorlar? Tek başına olmaz ki. Ondan sonra az önce okuduğumuz ‘vela tağcelu bil kur’ani min gablu en yutta ileyke vahyu ’ şimdi ‘min gablu en yutta ileyke vahyuhu’ da orada ki ‘el kuranı’ burada ki kuran diye anlarsan peygamber efendimiz yirmi üç sene geçmeden hiçbir konuda hüküm vermemesi lazımdı öyle değil mi? Ondan sonra da öldü zaten.
Enes hoca: Peygamber (s.a.v.)’e vahiy olarak inmesi diye düşündüğün zaman şimdi bu ayetle ilgili olan başka vahiy oluyor.
Katılımcı: (17:25-17:33 arası anlaşılamıyor)
Bayındır: İşte onun için o kümeler oluşmadan hüküm verme demiş oluyor değil mi Allah-u Teala Peygamberimize. İşte bizde de aynı şey Suat Hoca biz o kümeleri oluşturacağız. Efendim hükmün bir kısmını orada anlatıyor bak dikkat ederseniz bugün okuduk Nur suresinin 3. ayetinde sadece zina eden erkek ve kadının hükmünü anlattı ama oradan net olarak anladık ki, zina eden kadın ve erkek namuslu bir mümin erkek ve kadınla evlenemez. O kadar müşrikle değil. Ama zina edenin tek tercihi müşriktir. Eğer sen namuslu bir mümin isen mümin de olsa namuslu olacak müşrik de olsa namuslu olacak. Sen namussuz olan herhangi biriyle evlenemezsin. Bunu da Maide suresinden anlıyoruz.
Ondan sonra Ehli Kitap müşriktir. Allah-u Teala bunu asla tavsiye etmediği zaten Nisa suresiyle, Nisa suresinden sonra, namuslu mümin bir kadından sonra Allah’ın ikinci tavsiye ettiği, namuslu mümin cariyedir. İster istemez Ehli Kitap üçüncü sırada kalıyor. Ne olmuş oluyor? ‘vele emetün müminetün hayrun minel muhsanatin min ehli kitap’ demiş oluyor. Öyle olmuyor mu? Ehli Kitaptan bir Muhsana daha hayırlıdır. Ehli Kitap da müşrik olduğuna göre bunu birleştirirsen ‘vele emetün müminetün hayrun mim müşrikin’ oluyor. O da Bakara 221 in zaten hükmüdür.
Ve burada biraz da gerçekçi olalım yani mesela bir adamsınız, yani bir adam gönlünü bir müşrikeye kaptırmış olur. Allah-u Teala bununla evlenmeyi haram kılmıyor.
Katılımcı: Birde uygulamalarda bunu gösteriyor.
Bayındır: İşte bakın Peygamberimizin kızı, peygamberimizin kızı isteseydi bir iftida eylemiyle Ebul As’dan ayrılırdı. Ama ayrılmıyor.
Katılımcı: Ayrılmayı boş verelimde ezdirmemek için elinden geleni yapıyor. Kaçırmamak için elinden geleni yapıyor.
Bayındır: Evet, tabi elinden geleni yapıyor. Ya insan bu, Allah-u Teala tavsiye etmiyor ama haram da kılmıyor. Haram kılmış olsaydı peygamber efendimizin kızı Ebul As’dan kesin olarak ayrılması gerekmez miydi? İkrimeyi karısından ayırmaz mıydı hicretin sekizinci yılında?
Enes hoca: (20:21-20:39 arası anlaşılamıyor.)
Bayındır: Aynı değilse bile delilini bulmamız lazım.
Katılımcı: Aksi ispatlanmadıkça veya en azından bir muhalif olmayınca kabul etmek gerekiyor.
Bayındır: Delilini bulmamız lazım Enes Hoca.
Katılımcı: Hocam burada tövbe dikkate alınıyor mu? Mesela böyle bir zina hayatı var, sonra gerçekten tövbe etmiş.
Bayındır: Alınıyor, alınıyor. Aç oradan Nur suresini. Sen gelmeden önce onu okuduk bir daha okuyalım. Bak şimdi diyor ki;
‘Ez zânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşriketen vez zâniyetu lâ yenkihuhâ illâ zânin ev muşrik, ve hurrime zâlike alel mu’minîn. (Nur 3)
Zina eden erkek, zina eden bir kadın yada müşrikle evlenir. Zina eden kadını da zina eden erkek yada müşrik alır. Bunlar müminlere haram kılınmıştır. Diyor ya, ondan sonra da bir şey daha söylüyor diyor ki; namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunup da dört şahit getiremeyenleri de seksan değnek vurur da bunların şahitliğini de hiçbir zaman kabul etmeyin bunlar fasıklardır diyor.
Şimdi her ikisi de suçlu durumda mı?
Ondan sonra bak müstakil bir ayet getiriyor Allah-u Teala dikkat edin. Yani bu ayet üçüncü ayetin bir parçası olsaydı başka düşüne bilirdin. Tevbe eden ister zinakar olsun, ister birisine zina iftirasında bulunmuş olsun, sadece tevbe yetmiyor, birde kendini düzeltmesi lazım, ıslah olması lazım. Ben tevbe ettim bir daha yapmayacağım kızınızı bana verin yok. Hele biz seni biraz gözlemleyelim, namuslu olduğunu bir topluma ispatla ondan sonra.
Katılımcı: Furkan suresinin son sayfasında, daha güzel memnun edici bir şekilde. Orada da ilginçtir zina Allaha şirkle birlikte zikrediliyor.
Bayındır: Furkan suresi, yirmibeşinci sureyi de açalım.
Katılımcı: Orada da ilginçtir zina Allaha şirkle birlikte zikrediliyor.
Bayındır: Üçyüzaltmışbeşinci sayfa. Mesela mümin kullarını anlatırken Allah-ü Teala;
Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ. Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen). İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). (Furkan 68-69-70)
‘Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara’ Allah ile birlikte başka bir ilahı yardıma çağırmazlar, dua etmezler ona, ondan istekte bulunmazlar. ‘ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu’ Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı da öldürmezler. ‘illâ bil hakkı’ Allahın haklı gördüğü sebep hariç el hak o yani o da kuranda bellidir. ‘ve lâ yeznûn’ zina da etmezler. Şimdi üç tane suç var burada, şirk, adam öldürmek, zina. ‘ve men yef’al zâlike yelka esâmâ’ bunu yapan Allahın merhametinden uzaklaştırılır. ‘Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti’ kıyamet günü ona azap ikiye katlanır. ‘ve yahlud fîhî muhânâ’ ve o azap içinde alçaltılmış olarak ebediyyen kalır. ‘İllâ men tâbe’ tevbe eder. ‘ve âmene ve amile amelen sâlihan’ salih bir amel yaparsa. aslehu varya değişik ifadesi. ‘fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât’ Allah bunların günahlarını seva çevirir. Yani o zina eden kişiye çok büyük bir mükafat da vadetmiş oluyor. Zina etmemiş gibi yapıyor. Birde günahı sevaba dönüyor. Çünkü Allah-u Teala bir de ikramiyeli yapıyor bunu.
Şimdi dolayısıyla bütün bunları birleştirdiğin zaman, zaten mutlaka Mesanisi falan deniyorya işte o ayetle okuyacaksın ki burada birisi kalkıp bize diyebilir ki; sen oradaki ‘illellezine tabu’yu zina edenle ilgilendirdin ama, o sadece iftira edenle ilgilidir. Bu ayeti okuduğunda artık onu da diyemez. Yani şimdi o Mücemmalar oluşturulması ne kadar önemli değil mi?
Katılımcı: Zaten şimdiki gibi konular bilimsel olarak anlatılmaya başlarsak kuranda ki insicam kalkar ve çok uzar. Mesela orada diyecek ki;
‘vel muhsanati minellezine utul kitabe ve hum müşrikin kema zekertu ve lekum min kabli zalik.
Bayındır: Diyemez, olmaz ki, işte öyle olsa onu bir tek kişi de okuyup anlaya bilir. Ama Allah bunu diyor ki; bir kavmin yağlemun oluşturacaksınız, bilenler topluluğu oluşturacaksınız. Bilenler topluluğu oluşacak ki, ha Allah şurada şunu demişti, burada bunu demişti, birisi itiraz etsin birisi başka bir şey yapsın.
Katılımcı: Aslında var ya Fussilet suresinin 52-53. Ayetlerine baktığınız zaman, kainatı, kuran-ı kerimi, insanı böyle bir öz hale getiriyor. Mesela gidip bir şehirden maden getiriyorsun, öbür taraftan toprak getiriyorsun, öbür taraftan bir makine getiriyorsun hepsi de hiçbir yerde bir arada değil yani. Kuran-ı kerimde aynı öyle.
Bayındır: Doğru diyorsun. Şimdi gerçekten dediğin aynen doğru. Şurada bir bardak çay içmek için, suyu bilmem nereden geliyor, mesela doğalgazı taa Rusyadan geliyor, çayı Rize’den geliyor ondan sonra burada ki o çayı demleme kabı bilmem falanca usta yapmış. Bardağı bilmem kimin tarafından yapılmış, bardağı, kimin tarafından yapılmış oluyor, şekeri şuradan. Hepsi bir araya gelmezse çay olmuyor. İşte kuranı kerimden de hüküm böyle çıkarılıyor.
Mesela ekip çalışması olmasa her hangi birimizin bir bardak çay içme şansımız olur mu? Bir ekmek kırıntısı yiye bilir miyiz? Şu elektrikle aydınlanmak için, şurada oturmak için binlerce kişi çalışmak zorunda.
Katılımcı: (27:11-27:16 arsı anlaşılamıyor)
Bayındır: O kadar. Herkes vazifesini yapacak. İşte kuranı anlamak da budur. Ama ‘ulaike kel enami’ diyor Allah-u Teala, çok da doğru söylüyor. En am dediğimiz; koyun, keçi, sığır, deve bunu bağla bir ağacın dibine, orada ot olsun birde yanında su olsun başka hiçbir şeye gerek yok. Bir de yanında tuz ihtiyacını karşılayacak bir taş olsun bitti hiç birşeye ihtiyacı yok.
Katılımcı: İki tür otlama şekli var deniyor. Önüne bir tutam yem olur önüne ne çıkarsa yer bitirir. İkinci şöyle bakar hangi ot daha güzel yürümeye başlar yer. Şimdi kurana bakanda aynı iki çeşit, biri hiçbir yere bakmaz kapatmış önüne çıkan ayeti işaretlemeye başlar kelime kelime, biride hangisi işine yarıyor onu derlemeye başlar. Gerçekten de ‘ulaike kel en-am’ona uyuyor.
Bayındır: Yani işte bu en küçük bir şey nasıl binlerce yerden getiriliyorsa, her türlü hükümde şu kadar ayetten çıkarılması lazımdır.
Ama şimdi tekrar dersimizin sonu olsun diye, burda şu yüzde yüz kesin bir hüküm olarak ortaya çıkmadı mı? Hiç itiraz edilemeyecek bir hüküm, evlenmede namus şartı olmazsa olmaz bir şart değil midir?
Katılımcı: Namus olmazsa olmaz şart ama iman olmazsa olmaz şart değil.
Bayındır: İman olmazsa olmaz şart değil. Peki bizim ulemadan namuslu olmayı olmazsa olmaz şart olarak gösteren birisi var mı?
Katılımcı: Küfrün içinde namuslu var ama pek ön plana çıkmıyor.
Bayındır: Yok yok ulemanın.
Katıllımcı: Tersi var. Yani iman şartını ön plana alıp, namus şartını arka plana alan.
Bayındır: Evet, iman şartı ön plana alınıyor. Ama o olmazsa olmaz şart değil. İman şartını öne alıyorlar öyle değil mi?
Katılımcı: Ehli kitabı da istisna ediyorlar.
Bayındır: Onu da istisna ediyorlar. Ehli Kitap da halbuki müşrik. İman şartı olmazsa olmaz şart olmadığı halde, o olmazsa olmaz şart haline getiriliyor. Ama olmazsa olmaz şart olan namusluluk esas alınmıyor ve nikah geçerli sayılıyor.
O sizin keffaret dediğiniz olayda namuslu bir kızı zinakar bir erkekle nikahlasalar bu nikah batıldır diyen bir alim hatırlıyor musunuz? Biliryor musun Oktay hoca?
Oktay hoca: yani tavsiye edilmiyor.
Bayındır: Tavsiye edilmiyor başka bir olay ama Allah ne diyor? Asla olmaz diyor. O zaman kimin sözü geçiyor fıkıhta? O zaman buna İslam Hukuku dememiz yanlış olur. Değil, bu başka bir şey. Allahın olmazsa olmaz dediği şartı hiç görmeyeceksin, olmazsa olabilir ama tavsiye etmem dediğini olmazsa olmaz şart haline getireceksiniz ve hayatıda çekilmez hale getireceksiniz.
Katılımcı: Allah’ın net hükümlerini okuduktan sonra, ‘İhtilafi keyfe ulema’ diye beyan etmeye başlıyor. Sizin geçen okuduğunuz, düşününce insanın gerçekten çok ağırına gidiyor.
Bayındır: (31:41-31:48 arası anlaşılamıyor)
Katılımcı: Orada ki açık hüküm olduktan sonra diyor ki; İhtilafel ulema.
Bayındır: Ihtılafel Ulema dedikten sonra diyor ki Hanefiler, men de caiz değildir, fida da caiz değildir ve nas da muhaliftir diyor. Öyle bir hükümler koyuyor ki Allah asla kabul etmemiş, öyle hükümleri kaldırıyor ki Allah kesin olarak olması gerektiğini söylüyor.
Katılımcı: O yüzden heralde hocam tarihte Osmanlı topraklarında Gayri Müslümlerle çok fazla kaynaşma da olamamış.
Bayındır: Olamaz, Müslüman olmuyor adamlar. Bakın şeyde bunu sık sık söylüyoruz sahabe döneminde sahabe nerelere gitmişse oralar hala Müslüman. Osmanlı Romanya’ya, Bulgaristan’a, Yunanistan’a Müslüman aileler taşıdı ama sahabe bir yere kimseyi götürüpde oraya yerleştirmedi gitti geri geldi. Sahabenin gittiği her yer hala Müslüman, Osmanlı dörtyüz yıl kaldı, Müslüman aileler taşıdı biz o Müslüman aileleri geri almak zorunda kaldık. Niye bu hükümler fıtri değil ki kimse kabul edemez. Ondan dolayı biz şimdi Süleymaniye Vakfı olarak biliyorsunuz din ve fıtrat çalışması başlattık. Hem Müslümanlar hizaya gelmiş olsun hemde başkaları görsün gerçeği. Ve şunu da gerçekten düşünmek lazım, peygamberimiz (s.a.v.) ahirette diyecek;
‘Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ.’
Rasul şöyle diyecektir, yarabbi benim kavmim bu kuran’ı mehcur bıraktılar. Mehcur tuttular, tuttu bırakmadı ama, ya tamam tamam kuran kurban olayım elbette karıştırma onu karıştırma.
Geçenlerde bir master tezi savunmasında bir arkadaş diyor ki, şimdi orada ayetler var böyle, ben ayet, hadis okumamaya kararlıyım ama bunu şöyle yazmışsınız diyor, bir de adeta iğrenç bir şey gibi aynı böyle ifadesi, elini sürmek istemiyor.
Katılımcı: Abdestli yaklaşmayın diyor ya abdesti yok ondan.
Bayındır: Öyle olsa saygıyla konuşur. Şimdi ‘inne kavmi’ ne demek? Niye ‘kavmi’de ‘ümmeti’değil? Niye ‘kavmi’? niye benim kavmim diyor?
Katılımcı: Ümmet, inanan, inanmayan herkes ümmettir ama inanan kavmine.
Bayındır: Kavim başka değil mi? İnanan, inanmayan herkes ümmet mi?
Katılımcı: Peygamber (s.a.v.)’in ümmeti değil mi?
Bayındır: ‘İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn. (Embiya 92)
İnanan inanmayan hepsi ümmet mi yoksa kavimle ümmet arasında ne fark var?
Katılımcı: (34:52-34:54 arası anlaşılamıyor.)
Enes hoca: Kıyamete kadar inananlara ümmet, kavmi de kendi zamanında ki. İlk anlaşılan o.
Katılımcı: (35:01-35:06 arası anlaşılamıyor)
Bayındır: Hayır bak şimdi de aynısını yaparsında bu işin esas başladığı yer önemli. Nerede başlamış?
Katılımcı: Birde ‘kavmi’de ileri gelenler anlamında ‘mele’ gibi. ‘ve kalel mele’
Bayındır: O Buharide geçen hadis neydi?
Enes hoca: (35:24-35:58 arası anlaşılamıyor)
Bayındır: Tercüme ediyim; Ahirette insanlar çıplak ve ayakları yalın halde gelecekler, benimle kendileri arasında engel olan bir grup gelecek, diyeceğim ki; Yarabbi, bunlar benim ashabımdır. Ben bunları tanıyorum. Allah-u Teala da diyecek ki; sen ayrıldıktan sonra bunların neler yaptığını sen bilmiyorsun. Sen onlardan ayrıldığın günden itibaren sürekli gerisin geri gitmeye başladılar.
E zaten her şey ortada yani, bu Salı günü kölelik ve cariyelikle ilgili ayetlerden hiç değiştirmedikleri tahrif etmedikleri var mı? Hatta diyanetin bastırdığı meali örnek göstererek o derece şeye düşmüş ki biz her hangi bir ilim adamından, her hangi bir tefsirden göstermeye gerek yok. Öyle bir yerleşmiş ki o tefsiri göstererek ve siz onunla öyle bir hüküm veriyorsunuz ki, milyarlarca kadının ırzına geçiliyor ve din adına. Tarih içerisinde milyarlarca insan köleleştiriliyor din adına. Ondan sonra da diyorsunuz ki bu insanlar neden müslüman olmadı?
Şimdi biz mesela Doğu Türkistan’da yapılanların zulüm olduğunda asla şüphe yok. Peki bizim son din, mükemmel din diye insanlara anlattığımız bu dine konan hükümler Çine nasıl uygulanır? Çinliye nasıl uygulanır söylermisiniz? Kuranda olan değil, sünnette olan değil, fıkıhta olanı Çinliye nasıl uygularsınız? Yani bu insanlara anlattığınız zaman o da diyecek ki, siz de bize daha fazlasını yaptınız diye bilir. Yada kitabı gösterir. Şeyde olduğu gibi, Mustafa beyle beraberdik Vatikanda adam kuran’a uydukları sürece Müslümanlarla diyalog olmaz dedi. Çünkü adam kuran’ı bilmiyor ama kuran’ın hükümleri olduğunu sanıyor müslümanların İslam Hukuku dedikleri şeyi. Orada meseleyi anlatınca hemen geri adım attı. Bu çok büyük bir meseledir, büyük bir problemdir. Bunlar üzerinde çok kafa yormamız lazım.
Evet böylece dersimizi bitirmiş olalım.
Yazan: Abdullah ÇALIŞKAN