Elhamdülillahi rabbil alemin vel akibetü lil müttakin vessalatü vessalamü ala rasulina muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.
Bu günkü müzakere konumuz, gayrimüslimlerle ilişkiler. Fakat bunu biraz daha sevimli hale getirmek lazım. Yani şu manada sevinli hale getirmek lazım. Yani gayri kelimesi biraz itici bir kelime, gayri müslim dediğimiz zaman da bazı insanların kendisini başlangıçta dışlanmış olarak kabul ettikleri bir ifade tarzı. Allahu Teala dinini tarif ederken sık sık okuduğumuz bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor, 30. surenin 30. ayetinde:
“Fe ekım vecheke lid dıni hanıfa, yüzünü dosdoğru bu dine çevir, fıtratellah, Allah’ın fıtratına.” Şimdi bu fıtrat kelimesini, doğal yaşam diye bu günkü anlamda tercüme etmek mümkün. Yani, “doğal yaşama çevir” diyebilirsiniz. “Elletı fetaran nase aleyha, öyle ki insanları da ona göre yaratmıştır.” Şimdi insanları da ona göre yaratmış dediği zaman doğal yaşam içerisinde her insan kendisini mutlu ve rahat hisseder. İnsanı rahatsız eden, o doğallığın dışına çıkıp yerelleşen, kişiselleşen ve bazı kişi ve grupların isteklerine hizmet eden bir yapı kazanmasıdır. Öyle olunca bazı kişilerin menfaatleri ön plana çıkıyor. Bazıları sömüren, bazıları da sömürülen gruba girmiş oluyor. Bu doğallığın dışında bir şey. Sonra Allahu Teala ayeti şöyle devam ettiriyor: “La tebdıle li halkıllah, Allah’ın yaratışının yerine geçecek bir şey yoktur.” Şimdi Allah’ın yarattığı dünyada, yani doğal yaşam dediğimiz yaşam içerisinde bütün canlılar bunun kurallarına ister istemez uyuyor. Burada kuralı değiştiren tek varlık insan. İnsanlar da bu kuralları değiştirirken, kendilerini doğallığın dışına çıkarıp farklılaştırdıkları zaman bir farklı inanç sahibi olmuş oluyorlar. Farklı inanç sahibi olmak, doğallığın dışına çıkmak aslında dinin dışına çıkmak oluyor. Çünkü Allahu Teala dini fıtrat diye, yani doğal yaşam diye, yaratıcı öyle tarif edince, doğallığın dışına çıkmak dinin dışına çıkmak oluyor. Öyleyse burada şöyle bir ifade kullanmak daha uygun olur. Farklı inançlara mensup insanların ya da inançları farklı olan kişilerin birlikte yaşamasının doğal kuralları. Birlikte yaşamasının doğal kuralları. Yani gayri müslimlerle ilişkiler yerine inançları farklı olan kişilerin birlikte yaşamasının doğal kuralları denirse çok daha kapsayıcı olur, bir açıdan. Diğer açıdan da tam Allahu Teala’nın dediği, tanımladığı dine uygun bir başlık atmış oluruz.
Şimdi mesela biz şu anda bu salonu doldurmuş insanlarız. Ben konuşuyorum, sizler dinliyorsunuz. İnanç kişinin kalbinde olduğu için yani Allahu Teala insanların inancını öyle bir noktaya bırakmış ki en özelleri o. Yani kendinin dışında ikinci bir şahsın bilme imkanı yok, kalbde olanı. Biz dışa yansıyan kısmını biliyoruz. Şimdi bu salonu dolduran herkesin aynı inancı paylaştığına inanıyoruz. Ama bu salonu dolduran insanlar, tamamen bizden farklı bir inanç sahibi kişiler de olabilirdi. Yani her bir sandalyede farklı bir inanca sahip olan kişi oturabilir. Pekiyi bu sohbetin devam edebilmesinin ortak kuralı nedir? Herkesin dinlemesini bilmesidir. Gürültü çıkarmamasıdır, başka insanları rahatsız etmemesidir. İşte aynen o şekilde inançları farklı olan kişilerin birlikte yaşamasında da rahatsız edici unsurların olmaması gerekiyor. Şimdi rahatsız edici unsurların olmaması dediğimiz zaman, bakıyorsunuz ki dini doğal yaşam diye tarif eden Allahu Teala, bunun da doğal kurallarını koymuş. Yani farklı inançlara mensup olan insanların birlikte yaşamasının doğal kurallarını koymuş, o doğal kuralları da şeyde buluyoruz. 60. sureyi açarsanız, Mumtahine Suresi, onun 8 ve 9. ayetlerinde onları görüyoruz. 551. sayfa, bendeki mealde. Şimdi burada, bu surenin başında, 1 ve 2. ayetlerde Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae. benim ve sizin düşmanlarınızı veliler edinmeyiniz.” Şimdi veli kelimesi, velyetme, biri diğerinin hemen arkasından gelme kökünden türeyen bir kelimedir. Biz bu nötr şeye dost olarak tercüme ediyoruz. Yani bir kişiyi bir başkasıyla birlikte tanıyorsanız, onu gördüğünüz zaman hemen aklınıza öbürü gelir ve sorarsınız, falanca ne yapıyor diye? Çünkü biliyorsunuz ki o ikinci kişi hakkında en çok bilgisi olan bu birinci şahıstır. İşte veli, dost öyle yani bu kişinin velisi. Mesela bizim vücudumuza kelime anlamıyla en çok yakın olan iç gömleğimizdir. Çünkü vücudun hemen yanı başında yer alan o. Şimdi burada diyor ki Allahu Teala: “Mü’minler, benim ve sizin düşmanınız olan şeyleri kendinize veli edinmeyin, tulkune ileyhim bilmeveddeh, onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz.” Yani sevdiğinizi ifade eden bir takım kelimeler söylüyorsunuz. “Ve kad keferu bima caekum minelhakk, halbuki size gelen gerçeği bunlar tanımıyor, ona inanmıyorlar.” Pekiyi inanmamakla kalıyorlar mı? “Yuhricunerresule ve iyyakum, sizi ve rasulü çıkarıyorlar bulunduğunuz ülkeden.” Neden dolayı çıkarıyorlar? “En tu’minu billahi rabbikum, rabbiniz Allah’a inanmanız sebebiyle çıkarıyorlar.”
Şimdi mesela burası Süleymaniye Vakfı ve biz bu vakfı kurduk, bugüne kadar getirdik. Şimdi birileri geliyor, ben burada konuşurken, şuraya geliyor, beni ve bu masanın etrafında olan bütün arkadaşları, siz bu vakıfta duramazsınız, çıkın diyor. Ve çıkarıyor dışarıya. Yani doğal kuralları dedik ya? Şimdi bizi dışarıya çıkarıp atanlara karşı, buradaki bir grup da bize yapılan tavrı, ya da sizlerden bir grup yapılan tavrı da gözlemliyorsunuz. Bizi buradan dışarıya çıkaran insanlara sadece yaptığımız bir kötülükten dolayı değil, mesela insanlara doğal yaşamın kurallarını anlattığımız için bizi dışarıya çıkaran insanlara karşı biz eğer dostluk gösterisinde bulunursak, bizi gözlemleyenler ne yapar, ne derler? Yav şunlar ne kadar aptal insanlar, kendilerini, elinden aldı adamın vakfını, elinden aldı, yaptığı herhangi bir suç da yok, söylediği gayet güzel şey ama tutmuş bu cani kişilerle iyi geçiniyor. Demez mi? Şimdi Allahu Teala da bakın burada yaşamın doğal kuralları kelimesinden hareketle bu olaya bakarsanız. Diyor ki Cenabı Hak: Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz, halbuki onlar sizi de o rasulü de, rasül yani Allah’ın sözlerini size aktaran, ya da bir başka ifadeyle o Cenabı Hak’kın dine yapmış olduğu tanımlama çerçevesinde bunun kurallarını size anlatan rasülü, yani Allah’ın sözlerini size ulaştıran zatı çıkarıyorlar, sizi de çıkarıyorlar. E böyle bir kişiye sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz. Bu olacak şey midir diyor Allahu teala. Yani biraz kişiliğiniz olsun değil mi?
“İn kuntum harectum cihaden fiy sebiyliy vebtiğae merdati, benim yolumda cihada çıktığınız zaman.” Mesela şöyle düşünün, az önceki örnekten hareketle. Bu adamlar sizi buradan haksız yere çıkarmışlar, siz de hakkınızı geri almaya çalışıyorsunuz, geri almaya çalışırken sizi çıkaranlara karşı sevgi ve saygı gösterisinde bulunuyorsunuz. Bu biraz akılsızlıktır. “Tusirrune ileyhim bilmeveddeh, ve içten içe onlara sevgi taşıyorsunuz.” Yine de seviyorsunuz, bu olmaz! Yani biraz dik duruş olması lazım. “Ve ene a’lemu bima ahfeytum ve ma a’lentum, ben sizin içinizde sakladığınızı da dışa vurduğunuzu da gayet iyi biliyorum. Ve men yef’alhu minkum fekad dalle sevaessebiyl, kim bunu yaparsa normal davranışta bulunmuş olmaz.” Bunun Türkçe karşılığı odur. Yani yaptığı davranış doğal bir davranış değildir, tabii davranış değildir. Yanlış davranıyor. Yani yanlış yapan kişiye karşı yanlışını göstermek lazım. Şimdi burada bu ayeti kerimede, en başta, benim ve sizin düşmanınız olan, benim ve sizin düşmanınız olanda iki tane unsur var burada, dikkat ederseniz. İki temel öge var. Bir, size gelen gerçeği kabul etmiyor. Bunların kafir olması söz konusu. İkincisi, kabul etmemekle kalmıyor, sizi ve rasulü ülkenizden çıkarıyor. Tek sebep, siz inanıyorsunuz diye. Yani sizin inancınıza saygı duymuyor. Sırf sizi inancınızdan dolayı ülkenizden çıkarıyor. Böyle bir adama nasıl saygı duyarsınız? O zaman aceba bunlara kafir olduğu için mi saygı duymayın diyor Allahu Teala, yoksa inancımızdan dolayı bizi ülkemizden çıkardığı için mi, yoksa her ikisi birlikte mi? Şimdi o açıdan 8 ve 9. ayetlere bakarsak. Allah burada bir yasak koydu, yapmayın dedi ya. Pekiyi bu yasak neyle alakalı? Şimdi diyor ki, oraya kadar olan ayetlerde bunun detaylandırılması var. Ben orayı okumuyorum, siz okursunuz.
Diyor ki 8. ayette: “La yenhakumullahu ‘anilleziyne lem yukatilukum fiyddiyn, Allah yasak koymaz.” Az önce yasak koydu ya, bu yasağın asıl sebeplerini anlatıyor. “La yenhakumullahu, Allah sizi yasaklamaz, ‘anilleziyne lem yukatilukum fiyddiyn, inancınız konusunda sizi öldürmeye kalkmayan kişilere karşı bir yasak koymaz.” Bir. “Ve lem yuhricukum min diyarikum, ve ülkenizden çıkarmamış olanlara karşı yasak koymaz.” O zaman az önce öbür tarafta ne dedi: Sizi ülkenizden çıkardılar, siz onları seviyorsunuz. Demek ki ülkemizden çıkan kişilere karşı sevgi beslememiz yasak! E bir de bizi öldürmeye kalkarsa ondan daha ağır yani. Sizi ülkenizden çıkarmaya kalkmamış ve sizi inancınızdan dolayı öldürmeye kalkmamış kişilere karşı yasak koymaz. Bunlar kafir. Yani farklı inanç kelimesini kullandık ya, bizim inancımızı benimsemiyor, bizim inancımıza karşı tavrı var ama bizim kişisel yaşamımıza karşı tavrı yok. Yani tamam burada yaşıyorsanız yaşayın. Mesela ben burada bu meseleleri anlatırken sizin içinizden birisi kalkıp herhangi bir şey yapmaksızın, bir eylem yani buradan çıkarmak, fiili saldırı falan gibi birşey yapmaksızın bize karşı kendi inancını, ben sizin gibi düşünmüyorum, bana göre mesela şöyle, şöyle, şöyle olmalı diye kendi inandığını burada bana anlatacak olsa. Sonra ben de tutup ona karşı fiili bir eylemde bulunacak olsam kimi suçlu sayarsınız siz? Beni suçlu sayarsınız değil mi? Ne dersiniz? Adam inancını söylüyor kardeşim, senin gibi inanmak zorunda mı dersiniz. O zaman demek ki bu tabii yaşamın kurallarına aykırı bir davranış olur. Onun için Allahu Teala diyor ki, bu sizin gibi inanması gerekmez, sizin gibi inanmayabilir. Madem seni bu ülkeden çıkarmıyor, madem seni inandığından dolayı öldürmeye kalkmıyor, o zaman böylelerine Cenabı Hak’kın koyduğu bir yasak yok. Pekiyi bunlara karşı neyi yasaklamıyor? “En teberruhum, bunlara karşı iyilik etmenizi.” Yani kişi burada, kalktı, benim inancımı benimsemediğini açıkça söyledi, her şeyi yaptı. Ondan sonra burada bir sofra açtık, beyefendi buyurun diye onu çağırmama bir engel var mı bu ayete göre? İyilik yapma. E tamam bizim buradaki bütün imkanlardan da yararlanabilirsin, kitaplardan okuyabilirsin, her zaman bekleriz, buyurun demekte bir sakınca yok değil mi? Allahu Teala öyle söylüyor. İşte birlikte yaşamanın kuralları değil mi? Farklı inanç, benim inancımı benimsemiyor ama bunu bana karşı düşmanlığa dönüştürmüyor. Onun için, benim ve sizin düşmanınız diye başladı ayet. Düşmanlığa dönüştürmüyor, kendi görüşünü gayet açıkça söylüyor, benimsemediğini ifade ediyor. Ne oluyor? Bu bir fikir mücadelesi dozunda kalıyor.
“Ve tuksitu ileyhim, onların paylarını vermenize de bir mani yoktur.” Onların paylarını vermek demek, ne demek? Yani ben şimdi, burada Abdurrahman miras konusu üzerinde dikkatle çalışıyor. Mesela şöyle bir şey vardır, bizim fıkıhta. Pek temellendirilemeyen bir husus vardır. O da şu: İnanç farklılığı mirasa engeldir diye bir şey var. Yani bir kişi, bir müslüman bir gayri müslime mirasçı olamaz. Bir gayri müslüm de müslümana misasçı olamaz. Yani baba müslüman oldu, oğlu olmadıysa baba vefat ettiği zaman onun müslüman olan çocukları mirası alır, müslüman olmayan çocuğu alamaz. Şimdi o açıdan baktığınız zaman bu ayet ne diyor? “Allah onun payını vermenizi yasaklamaz” diyor. Şey yapmıyorsa, düşmanlığa çevirmiyorsa, öldürmeye kalkmıyorsa, ülkeden sürmüyorsa. Fiili bir eyleme şey yapmıyorsa o zaman demek ki bak bu senin açından da oldukça önemli, böyle bir yasak koymaz diyor Allahu Teala.
“İnnallahe yuhıbbulmuksitıyne, ve Allah herkesin payını vereni de sever.” Teşvik de ediyor. O zaman şimdi bunu sosyal yaşam içerisine alın. Adam sosyal hayatın, birlikte paylaştığınız hayatın her türlü imkanlarından yararlanacak demektir. Yani adam inanmıyor diye böyle bir yasak koyamazsınız. Mesela bizim burada gayri müslimlerle evlenme diye bir derslerimiz vardı. Sen, son çocuklarlaydı değil mi? Gayri müslimlerle evlenme yazısı?
Katılımcı: Dersini yaptık.
Dersini yaptık, şeyde var. Mesela fıkıhta şu vardır. Karı kocadan yani prensip olarak bir erkek yahudi ve hıristiyan kadınla evlenir ama bir kadın yahudi ve hıristiyan erkekle evlenemez. Yani müslüman bir kadın yahudi ve hıristiyan erkekle evlenemez. Şimdi bu ayeti kerime açısından bakın! Adam yahudi veya hıristiyan, karısı müslüman olmuş. Müslüman olmuşsa bizim fıkıhta, müslüman olur olmaz otomatikman bu kadın o erkekten ayrılmış sayılır. Onun karısı olmaz. İşte iddet süresi içerisinde erkek müslüman olursa bunun dönüşü olur görüşünde olanlar vardır. Şimdi şeyde ama şey olacak olsa, kocası, karı kocadan birisi,her hangi birisi, ikisi de hıristiyan ve yahudi değil, diğer dinlere mensup ya da dinsiz, ateist, bunlardan bir tanesi müslüman olduğu an evlilik bağı tamamen biter deniyor. Şimdi bu ayeti kerimeye göre bitiyor mu? Yani adamın sosyal hayattan alacağı paya bir şey olmaz. Sadece inancındaki farklılıktan dolayı her hangi bir şey olmaz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e baktığımız zaman inanç farklılığından dolayı insanları bir birinden ayırmış olması söz konusu değil. Ama kendisine açıkça düşmanlık eden, bunu katıldığı savaşta da gösteren damadından kızını almıştır. Zeynep validemizi almıştır. Ama bunlarıda, nikah ilişkisini bozmuş değil, nikah ilişkisi devam ediyor. Öyle ki bu damadı, bir şeyde, Suriye’den getirdiği kervanın müslümanlar tarafından ele geçirilmesinden sonra bir yolunu bulup Medine’de eşinin evine geldiği zaman Peygamberimiz dememiştir ki, bu senin eşin değil, niye evinde tutuyorsun dememiş, sadece misafirine iyi bak demiştir.
Şimdi “En tuksitu ileyhim, onların paylarını vermenizde bir mani yoktur.” Şimdi Peygamberimiz zamanındaki farklı inançların, doğal yaşayış içerisinde yerini bulmasına bir bakın, sonradan kişiselleşmesi ve bir grup kültürü içerisinde yeniden şekil almasına bakın! Bunu çok net bir şekilde görürsünüz. Dolayısıyle yani Kur’an’ı Kerim içerisinde baktığımız zaman mesela Hz. Ömer’in iki tane eşi var, onlarla beraber Medine’ye gelmiş, ikisi de müşrik. İşte bu surenin 10. ayeti inince, inince Allahu Teala burada şöyle diyor, diyor ki: “Onların bileklerine yapışmayın.” Yani nedir? Sizinle beraber olmak istemiyor da Mekke’ye gitmek istiyorlarsa gitsinler. Yani müşrik olduğu için senin karın değildir demiyor. Gitmek istiyorlarsa gitsinler diyor ve Hz. Ömer de bu ayet inince, pekiyi gitmek istiyor musunuz? Gideceğiz. Pekiyi gidin diyor ve gidiyorlar. Ama sadece onlara yaptığı masrafları istiyor. Onlar da Mekke’ye gidiyor, Mekke’de Mekke’nin önde gelen iki kişisiyle evleniyorlar. Birisi Saffan Bin Ümeyye’yle evleniyor, öbürünü şu anda hatırlayamıyorum. Belki Ebu Süfyan da olabilir yani öbürü. O zamanki en önde gelenlerle evleniyorlar.
Yani bu müşriktir, senin nikahında kalamaz değil, bu müşriktir senin inancını beğenmiyor, ayrılmak istiyorsa ayrılsın. Onu serbest bırak diyor. Aynı şekilde Mekke’den gelen kadınlar da kocalarına geri göndermiyor, madem onlarla birlikte yaşamak istemiyorsun, aynı kuralları ona da uygulayarak, gayri müslim, müşrik olana uyguladığı kuralın aynısını öbürüne uygulayarak onu da orada bırakıyor. Yani o müşriğe şunu dedirtmiyor, ben kocamdan ayrılırken bana başka bir şey uyguluyorsun, müslüman kocasından ayrıldığı zaman başka! Böyle eşitlik mi olur dedirtmiyor. Mekke’li müşrik kocasından ayrılan kadına diyor ki, ondan aldığını geri ver. E benim bir şeyim yok. Müslümanlara diyor ki, siz verin o zaman. Mekke’ye gitmek isteyen Hz. Ömer’in ve diğer müslümanların karılarına diyor ki, kocanızdan aldığınızı iade edin, gidin. Tamı tamına bir eşitlik söz konusu. Bakın, öyle kurallar koyuyor ki, hiç kimse diyemez ki, ya bu ne biçim Allah’ın dini diyemez. Yani insanlar şöyledir, kendi haksızlık yapmayı sadece kendi hakları olarak düşünürler ama başkalarının haksızlık yapmalarına karşı çıkarlar. Kendileri her türlü yanlışı yapar ama başkaları yanlışlık yaptıkları zaman, bu ne biçim, hele siz müslümanlık adına yaparsanız, müslüman da böyle olursa falan der. Yani ona da bunu dedirtmemek lazım. Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’ı tatbik ettiği için hiç kimse bunu söyleyememiştir, söyleyemediğinden dolayı da zaten bunun çok ağır baskısı o insanları müslümanlar karşısında, kişiler nazarında kötü duruma düşürmüştür. Yani herkes bu adamların yaptığı yanlıştır diyecek noktaya gelmişlerdir.
Ondan sonra diyor ki Allahu Teala: “İnnema yenhakum.”
Katılımcı: Hocam oraya geçmeden bir şey söyleyebilir miyim? Şöyle bir sonuç çıkarabilir miyiz: Din farklılığından dolayı, bir müslüman bayan için düşünelim, kocası din değiştirdiği an, ona kocasından ayrılma hakkı doğar. Fakat kimse, başkalarının ona ayrıl diye bir icbarda bulunma hakkı yoktur.
Bak, bu işin çok güzel bir cümle haline getirilmiş olma şeklidir. Yani kadın ayrılmak istemiyorsa niye şey yapacaksınız?
Katılımcı: O müslüman açısından da geçerli. Müslüman kocanın din değiştiren hanımı.
Tabii, yani karısı din değiştirdi diye oailenin gidişatında bir değişiklik olması gerekmez. Ama tutar da bunu, kadın ya da erkek birbirine düşmanlık haline getirirse, akşam aynı yatağı paylaşacaklar yani gece birisi kalkar öbürünü öldürür yani, buna da müsaade edilmez yani. İşi fiili saldırı haline getirirse o da olmaz.
Katılımcı: Hocam, o kadını nikahınızda tutmayın diye bir çok meal öyle anlamlandırıyor.
Meal de öyledir, tefsirler de öyledir. Yani onları boş sayarlar. Zaten biz işte bu yanlışlar üzerinde, biliyorsunuz yani çalışmaya gayret ediyoruz. Ama burada, gayri müslümler ile yaşamanın ya da farklı inançlı insanların birlikte yaşamasının doğal kuralları dediğimiz zaman tam Allahu Teala’nın dini demek olur. O zaman da siz burada eğer o tabii hayatta gördüklerinizi burada görmüyorsanız olmaz.
Ben size şöyle bir örnek vereyim. Şimdi dediniz ki, karı kocadan birisi kafir olursa bunun nikahı düşer dediniz. Ki fıkıh kitaplarında öyle yazılı. E şimdi erkek ya da kadın, ailesinin bozulmasını istemiyor, inancını da değiştirdi. Siz bunu neye zorluyorsunuz? İnancını gizlemeye zorluyorsunuz değil mi? Buna ne deniyor? Münafıklık deniyor. Ve bunun kişiliğinde bozukluk meydana gelmesini siz zorla ortaya çıkarıyorsunuz, adamın kişiliğini bozuyorsunuz. Halbuki bu münafık olmasa, inancını çok açıkça ortaya koysa, tartışılacak, şüpheleri giderilecek veya belki biraz sonra çok daha sağlam bir inanca sahip olacaktır. Çünkü Kur’an’ı Kerim’de, “innellezine amenu sümme keferu, sümme amenu sümme keferu, inanan sonra kafir olan tekrar inanan yine kafir olan.” İnsanların yaşayışlarında bu tür olaylar olabilir. Yani o insan bir şeye kafayı takabilir, birisinin etkisi altında kalabilir ama kendini açıkça ifade edebilmeli ki bu tartışılabilsin. Yani onu öyle zorlamakla, bu kadını veya erkeği müslüman bir eşle evli tutamıyorsunuz ki. Sadece münafık bir eşle evli tutuyorsunuz. Bunun da bir faydası yok kimseye.
Katılımcı: Hani tersine şöyle bir şey, hani Norveç’te mesela o Meryem’in anlattığı bir durum vardı. Norveçli o bayanların bir çoğu aslında diyor, İslam’a girmek istiyorlar. Ama burada söylenen şu, müslüman olduğun an eşinden ayrılmak zorundasın, ailen dağılmak zorunda. O da korkuyor, ailem dağılacak. En iyisi müslümanlığa girmiyor.
Pekiyi, ben bunu bir başka açıdan diyeyim. O kadın demez mi, Allah Allah yav bu doğal bir şey değil yani bu din niye böyle bir şart koşuyor demez mi? Ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in böyle bir uygulaması da yok. Kur’an’ı Kerim’de de bunun bir delili yok. Mesela “ve la tumsiku bi’ısamilkevafiri” (Mumtahine 60/10) ayeti var burada. “Kafir kadınların bileklerine yapışmayın” ayeti. Ve ondan sonra diyor ki: “ves’elu ma enfaktum, onlara verdiklerinizi isteyin” ayeti parçacı bir yaklaşımla şey yapılıyor. Kafir kadınları nikahınızda tutmayın diyor ama “ves’elu ma enfaktum” kısmı yok. Yani kadın kafir olduğu andan itibaren arada nikah biter, çeker gider. Pekiyi harcadığınızı isteyini nereye koyacaksın? Ondan sonra bu ayetin başındaki, “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunne.” O Mekke’den göç eden müslüman hanımların eşlerine helal olmadığı, bunların da onlara helal olmadığı ifadesinden sonra yatıkları harcamayı iade edin kısmı var. Şimdi kitaplara bakarsanız iade edin kısmını hiç birisi yazmaz. Çünkü onların sistemleştirdikleri yapıya bunu monte etmek mümkün değil. Dolayısıyle ayetlere parçacı yaklaşımla şey yapılıyor. Şimdi mesela üzerimde bir şey var, bir ceket var, bana oluyor, benim ihtiyacımı karşılıyor. Ama birisi tutup ta sadece şunun bir kolunu alacak olsa bu kola hiç kimse ceket demez değil mi? E kolsuz olan ceket de ben giyemem. Dolayısıyla her ikisi de bir işe yaramaz hale gelir. Yani ayetleri bağlantılarından kopardığınız zaman kolu ceketten koparmak gibi olursunuz. O zaman bu kolu bir işe yarar bir halde tutamadığınız için gider bir boruya sararsınız, o borunun dış yapısı olur. Ne ceket ceketliğini yapabilir ne de borudan öyle bir şey beklenir.
Fatih Orum: Hocam bu 10. ayette “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunne” ifadesi “ve atuhum ma enfeku ve la cunaha ‘aleykum en tenkıhuhunne iza ateytumuhunne ucurehunne.” Yani o prosedürden önce gelmiş olması, bizim aceba bu anlayışımız açısından bir sıkıntı doğurur mu? Yani tüm bunlar olduktan sonra artık onlar size helal değil, siz onlara helal değilsiniz ifadesi gelmesi gerekirken, bunlar size çıkıp gelirse artık onlar bir birlerine helal değil ifadesi…
Niye önce bu söylendi, arkasından o? Tabii burada…
Katılımcı: Şöyle bir şey diyebilir miyiz? Burada yani “iza caekumulmu’minatu muha ciratin femtehınu.” Şimdi bir, bu bayanlar mü’min olmuşlar ve kaçmışlar, hicret etmişler ve gelmişler. Dolayısıyla o bayanlar o kaçtıkları kocalarına artık helal değildir. Bir de onları geri yani zorla göndermeyin.
Yahya Şenol: Anlaşılmıyor.
Fatih Orum: Henüz daha yok. Yani imtihan aşaması geçilmedi.
Yahya Şenol: Aldıklarını daha geri vermediniz yani boşanmak için gerekli olan işlemleri yapmadan direk tamam artık bunlar helal değil. Sonra işlemlerini devam ettiriyor Allah.
Katılımcı: Yok, ikinci aşama. Siz onlarla evlenebilir misiniz, evlenemez misiniz ayrı bir konu. Ama burada şöyle bir şey var mesela sanıyorum geçen bir yerde bir okumuştum. Sadece “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunne” yani yine parçacı belki. Yaklaşılarak, bir mü’min bayan bir gayri müslime helal değildir hükmü çıkarılıyor. Ama bu genellenebilir mi?
Bak şimdi oradan şey yapalım, burada bir tabii bizim sürekli şikayet ettiğimiz bir medodoloji meselesi var. Allahu Teala tek bir ayetten hüküm çıkarmamıza müsaade etmediği halde, tek bir ayet de bırakılıyor, ayetin parçalarından hüküm çıkartılıyor. Bakara 229. ayette Allahu Teala “ve la yehıllü leküm en te’huzu mimma ateytümuhünne şey’en” diyor. “Eşlerinize verdiklerinizden hiç bir şey almanız size helal değildir” diyor. Yani verdiysen geri alamazsın. Hiç bir şey alamazsın. Yani öyle küçücük bir parçayı bile alamazsın, ne verdiysen o onundur. “İlla ey yehafa ella yükıyma hududellah, ancak kadınla erkek Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka.” Bunun öncesinde erkeğin boşama hakkından bahsediyor. Burada kadın sözkonusu. Ondan sonra “fe in hıftüm, siz de korkarsanız, ella yükıyma hududellah. Bu kadınla erkeğin Allah’ın koyduğu sınırlarda,” yani bir birlerine karşı karı koca hukukunu yerine getiremeyeceğinden “siz de korkarsanız. Fe la cünaha aleyhime, kadına da erkeğe de günah yoktur. Fımeftedet, kadının hediye vererek kendisini kurtarmasında bir günah yoktur.” Yani şimdi kadın diyor ki, bu defa o “ifdedet” kelimesinin faili kadın olduğu için burada asıl unsurun kadın olduğu anlaşılıyor. Kadın diyor ki ben bu kocamla yapamıyacağım. Koca inançlı çok da iyi bir insan olabilir.
İşte şey gelmiştir, Habibe, Sabit Bin Kays’ın karısı Habibe, Peygamberimiz’e geliyor. Diyor ki, Ya Rasulallah, ben bunun ne inancundan ne de bana karşı bir tavrından dolayı bir şikayetim yok. Ama sevmiyorum diyor. Bununla birlikte olmak istemiyorum, işte dün bir grup erkeğin içerisinde gördüm. Zaten epey zamandır böyle aralarında bir sevgi problemi varmış. Dün bir grup erkeğin içerisinde gördüm, bundan daha çelimsiz, bundan daha böyle gösterişsiz birisi yoktu diyor. Peygamberimiz bakıyor ki iş iyice ileri noktalara varmış. Şimdi bu kadın eşinden ayrılmak istiyor ve arkasından Sabit Bin Kays geliyor. Peygamberimiz diyor ki, eşin seninle ilgili her şeyi söyledi diyor. O da hiç sesini çıkarmıyor. Sesini çıkarmaması, ne söyledi, ben böyle bir şey yok diye itiraz etmemesi… Kadın diyor ki, Ya Rasulallah ben ondan diyor, sistemi biliyor kadın. Ben ondan diyor, evlenirken bir bahçe almıştım, o bahçeyi geri vermeye, bir bahçe de üste vermeye razıyım diyor. Peygamberimiz diyor, hayır, ikinci bahçe kalsın, sadece aldığın bahçeyi geri ver. Pekiyi veriyorum diyor. Sabite, al bunu diyor. Karısına da sen git babanın evine diyor. Bu kadar basit.
Şimdi burada ne var? Kadın ayrılmak istiyor, evet erkek de çok seviyormuş rivayetlerde. Kadın onu hiç sevmediği halde erkek de çok seviyormuş eşini. Şey yapamıyor. Şimdi iki taraflı bir sevgi olmadıktan sonra o ailenin yürümesi mümkün değil. Tek taraflı olmaz. Onun için birlikte yaşama şartları. Şimdi Peygamberimiz bir hakem olarak, bunlar ona baş vuruyorlar. Peygamberimiz de bakıyor ki, gerçekten bunlar birlikte yaşayamazlar. Yaşayamadıkları zaman kadına bu hakkı veriyor.
Yahya Şenol: Yani o Mümtahine’deki ayetle kıyaslarsak kadın muhaciratin şeklinde gelmiş.
Tabii, aynı şey.
Yahya Şenol: Peygamberimiz’e, Mümtahine, Peygamber de imtihan ediyor.
Aynı olay yani.
Yahya Şenol: Ama işte bahçeye, hani al ver olayı yapılmadan “la hunne hıllun lehum” geliyor o Mümtahine ayetinde.
Tamam şimdi o olayı anlatacağız. Onu anlatacağım, belki bazıları orada şey yapmıyor. Önce bu olayı anlattık. Şimdi kadın, o Sabit Bin Kays’ın karısı, ben bu bahçeyi vermeye razıyım diyor. Dediği andan itibaren artık onun zaten karısı olmaktan çıkıyor. Peygamberimiz ona bu hakkı tanıyor ya ve çünkü “fi meftedet.” Artık o noktaya geliyor. Birlikte yaşayamaz…
Yahya Şenol: Yani hakemin kararıyla birlikte bitiyor.
Hah, olay hakimin kararıyla birlikte son noktaya gelmiş oluyor. O andan itibaren artık helallık kalkmış oluyor. Şimdi onu buraya uygulayalım. Şimdi Mekke’den bir grup kadın eşlerini bırakmış, Medine’ye gelmişler. Bir önceki sevmiyorumu gerekçe göstermişti. Peygamberimiz de o sevginin olup olmadığını, işte kocasına da meseleyi söyleyerek, zaten daha önceki de çünkü rivayetlerde daha önceki bilgiler de var. Bunun olmadığını tespit edince, tamam kadının gerekçesi haklı, bu şey yapabilirsin diyor. Eyleme geçebilirsin yani aldığını geri verebilirsin. O son nokta, artık o andan itibaren helallık bitiyor. Şimdi Mekke’den kadınlar, kocaları kendilerini sevmiyor diye gelmemişler. Diyor ki ben mü’minim, kocam müşrik. Pekiyi ben mü’minim, kocam müşrik diyorsa, burada öğrenilmesi gereken nedir? Bu kadın gerçekten mü’min mi? Kocasının müşrik olduğu biliniyor zaten Mekke’de olduğu için. Yani o orada yaşayan bir kişi olduğuna göre o toplumdan olması kaçınılmazdır yani. Evet kimliğini gizleyen müslümanlar elbette vardır ama şimdi bu kadın, bu kadın gerçekten inandığı için mi gelmiştir? Öyleyse hakem durumunda olan müslümanlar buna bakmak durumundalar. Onun için “femtehınuhunne” diyor. “Onları bir imtihandan geçirin.” Gerçekten bunlar mü’min mi? Yani ortaya sürdükleri gerekçe haklı mı? Ondan sonra ne diyor? “Fein ‘alimtumuhunne mu’minatin, baktınız ki bunlar gerçekten mü’min, fela terci’uhunne ilelkuffari, o zaman bunları kafirlere göndermeyin.” Çünkü bu kadınların gerekçeleri haklı. Bu gerekçeyle kocalarından ayrılma hakları vardır, haklılığı da ortaya çıktıktan sonra artık o andan itibaren bunlar “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunne, bunlar o erkeklere helal olmaz onlar da bunlara helal olmaz.”
Pekiyi o zaman ne yapmak lazım? Bu kadının eşinden ayrılma isteği haklı görüldü. Pekiyi. Bunun hukuki sonucu var. Hukuki sonucu, o kadın madem ayrılmak istiyor, eşinden aldığını iade etmesi lazım Bakara 229’a göre. Onun için diyor ki, bu kadın da gelmiş, bir şey de olmaz, hicret edip gelmiş, neyini getirecek? Öbürü Medine’deydi bahçeyi vereyim diyor. Şimdi bu bahçe onun olsun diyemez ki. Ondan sonra, Mekke’de de öyle bir bahçesi olmuş olabilir onun. Ama bu bahçeye o kadının ailesi sahip çıkar kocasından önce. Yani orada da erkek sıkıntıya girer. Onun için diyor ki Allahu Teala, müslümanlara bir görev veriyor. Madem bu buraya kaçtı geldi. “Ve atuhum ma enfeku, bunların kocalarının harcadıklarını kocalarına verin.” Şimdi sistem tamamen oturuyor. Şeyde de aynı şekilde, pekiyi burada gayri müslim kadınlar gitmek isterlerse Mekke’ye? Mekke’den gelenlere müsaade ediyorsun da buradan niye Mekke’ye gitmesinler müşrik olanlar. E gitmek istiyorlarsa da bunların da bileklerine yapışmayın, gitmek isteyen gitsin diyor. Ama madem, bak aynen Mekke’den gelenler kocalarının yaptıkları harcamayı iade ediyorlar. E burda da bunlar burdalar, daha gitmemişler. Öyleyse gitmeden kocalarının harcadığını, kocalar yaptıkları harcamayı o kadınlardan istesinler. Pekiyi bunlar da Mekke’den gelenler gibi kaçar giderlerse ne olacak? Onu da hemen aşağısında diyor ki, tamam kaçmış gitmişler, onlardan talep etme imkanınız yok hukuki ilişkiler düşmanca, yani dostça bir ilişkileri yoksa bir savaş sırasında onlardan ganimet elde ederseniz, ganimetten ilk önce karıları kaçmış olanların karılarına harcadıklarını verin, diğerlerini paylaşırsınız. Böylece hukuki yapı tamı tamına, yani tam tarafların insan olması esasına göre kuruluyor. Ve müslümana uyguladıkları hukukla, gayri müslüme uyguladıkları hukuk Kur’an’ı Kerim açısından aynı.
Ama şimdi burada parçacı yaklaşımlar, mesela sadece “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunne” kısmı parçacı olarak ele alınır, müslüman kadın kocasına, o da müslüman kadına helal değildir diye. Pekiyi böyle olacak olsa Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’ye Mekke fethedildiği zaman, bir kere onun kızı var, Zeynep. Kocası kafir. Bu ayetler indiği zaman o Zeynep hala onun nikahındaydı. Peygamber efendimiz Mekke’yi fethetti ki bu ayetlerden iki sene sonra Mekke’de de hiç kimseyi inanç farklılığından dolayı ayırmadı. Bunun da çok net şeyleri var, onu da bizim derslerde bulabilirsiniz. Şimdi oraya fazla dalmadan kısa bir örnek vermiş olduk.
Şimdi şeye geçelim, 9. ayete geçelim, aynı surenin (Mümtahine 9). “İnnema yenhakumullah, Allah size sadece şu yasağı koyar, ‘anilleziyne katelukum fiydiyn, inanç konusunda sizi öldürmeye kalkan.” Savaşan, yani böyle savaşıyor inandığınız için. Ondan sonra ikincisi “ve ahrecukum min duyarikum, ülkenizden çıkaran, ve zaheru ‘ala ıhracikum, çıkarılmanıza destek veren.” Bunlar artık, yani bunlara karşı az önce Süleymaniye Vakfı örneğini verdik. Adam bizi tabancayla ayaklarımıza kurşun sıkarak buradan çıkarıyor, bir daha sokmayacak, belki bir iki kişiyi de öldürüyor, ondan sonra biz bunlara karşı sevgi gösterisi işte… Olmaz!
Bak, üç tane kural koyuyor. Bu şimdi doğal yaşamın tabii kuralı değil mi? Yani inandığınız için adam sizi öldürmeye kalkıyor, ona karşı nasıl iyi davranacaksınız? Sizi bulunduğunuz yerden, malınızı mülkünüzü elinizden alıp çıkarıyor. Ona iyi davranamazsınız. Bir grup da onlara destek veriyor, ona da iyi davranamazsınız. O zaman inançlarından dolayı değil, davranışlarından dolayı. İnancını savunsun adam, senin inancına karşı da çıksın, münakaşa olsun, şu olsun, bu olsun, tartışma olsun. Bundan kaçınılmaz zaten. Bunun kaçınılmaz olduğunu da Allahu Teala Ali İmran suresinin 177 galiba, ayetinde bildiriyor bize. Yok 186’ymış. Bu yedi sekiz hep yer değiştiriyor bende devamlı yani. 186. ayetmiş. Bak diyor ki Allahu Teala:
“Le tüblevünne fı emvaliküm ve enfüsiküm, şurası çok kesin mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz.” Çünkü bu dünya imtihan yeridir. Hiç kimse rahat bir hayat peşinde koşmasın. O yok! Ondan sonra, yani tabii hayatın imtihanları. Hayvanlar alemine bakın, onlar da çok ciddi imtihandan geçiriliyorlar. Yani bir arslandan bir geyiğin kendisini kurtarması için girdiği mücadeleyi bir düşünün! O bizim hayatımızda da var. Kar edersin, zarar edersin, hasta olursun, iyi olursun, şu olur, bu olur. Onun için yıpratıcı imtihandan mutlaka geçirileceksiniz, bu bir. Başka? Başka inanç mensuplarıyla birlikte yaşamak. Yani şimdi siz derseniz ki, yok efendim içimizde başka inanç mensubu olmayacak derseniz insanları münafıklığa itersiniz. Çünkü o inanç dediğiniz kalbdedir, bu her gün her an değişebilir.
Onun için diyor ki: “Ve le tesmeunne, kesinlikle işiteceksiniz, minellezıne utül kitab, kendilerine kitap verilmiş olanlardan,” yahudiden, hıristiyandan, işte zerdüştten, budistten, brahmanistten, ne bileyim sabiiden falan işiteceksiniz. “Min kabliküm, sizden önce kitap verilmiş olan kişilerden işiteceksiniz.” Başka? “Ve minellezıne eşraku, müşriklerden.” Böyle dediği zaman diğer inanç sahiplerinin tamamı işin içine giriyor. Onlardan işiteceksiniz. Ne işiteceksiniz? “Ezen kesira, çok eziyet işiteceksiniz.” Eziyet dediğiniz canınızı sıkıcı, rahatsız edici. İşte efendim Danimarka’da karikatür yapmış. Tabii ki yapacak. Onun için gösteri yapacakmışsınız, ortalığı yıkacak, ne gerek var kardeşim? Adam yapsın, adam inancını ortaya koysun. Aslında bunlar ne kadar güzel fırsatlardır biliyor musunuz? Yani burada buna karşı protesto, ne gerek var? Onun gayet mantıklı ayetten cevabını verirsiniz, olay biter. Kur’an’ı Kerim’den verirsiniz olay biter. O vesileyle insanların dikkatinin İslam dinine çekildiğini gördünüz, böyle bir fırsat kaçar mı? Bunu gereksiz sürtüşmeye, şey yapmaya ne lüzum var? Yok efendim adam benim dinime…? Adam inanmıyor zaten. E diyor ki, kafirlerin bize yaptığı kötülükleri bir bilsen? Ya sana kötülük yapmıyorsa zaten demek ki çok iyi. Yapacak tabii. E düşman diyor. Sen düşmandan iyilik bekliyorsan kusura bakma yani sende bir problem var.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Şimdi bu soru güzel. Müslümanım dediği halde düşman olanlar? Bak, şu ayeti bitireyim, o soru çok önemli ona şey yapayım.
Diyor ki Allahu Teala: “Ve le tesmeunne minellezıne utül kitab, kendilerine kitap verilenlerden kesin duracaksınız, ve minellezıne eşraku, ve müşriklerden, ezen kesira, sizin canınızı sıkacak çok şey.” Efendim adam televizyonda da aleyhte konuşacaktır, radyosunda da konuşacaktır, kitap da yazacaktır, nutuk da yapacaktır, miting de düzenleyecektir, senin inancını protesto da edecektir, her şeyi de yapacaktır. Pekiyi o zaman bizim yapmamız gereken nedir? “Ve in tasbiru ve tetteku, sabırlı olursanız ve kendinizi de korumaya alırsanız, fe inne zalike min azmil ümur, bu işler kararlılık gereken işlerdendir.” (Ali İmran 3/186). Bu çok önemli.
Şimdi Abdullah’ın söylediğine geçelim. Mesela, az önce başka inanca mensup kişilere ilişkilerle, beni öldürmeye kalkan. E pekiyi bir adamın babası bile onu öldürmeye kalksa, mesela fıkıh kitaplarında şu vardır. Babası almış tabancayı, hakikaten sıkacak. Adam ondan önce davranıp kendini koruyacak olsa suçlu sayılmaz. Nefsi müdefa. Bakın yani orada, işte o tabii yaşamın ortak kuralları dediğimiz. Yani o düşmanlık adamın kafir olduğu için, ama kafir olması onu bir planlı düşmanlığa sürüklemiş oluyor, seni öldürmek açısından eğer ittifak etmişlerse? Ondan sonra, birisi gelse bir başkasını evinden çıkarıyor, duydunuz ki gelmiş, adam bir ev almış, oturuyor. Babası gelmiş bunu zorla evden çıkarmış, ben oturacağım demiş. Bunu meşru kabul eden bir kanun olur mu? Müslüman demeyelim, yeryüzünde nerede olursa olsun. Babası gelmiş adamı zorla evinden çıkarmış, ben oturacağım burada, sen oturamazsın demiş. Ev adamın evi. Onun çoluğu çocuğunu sokağa atmış. Bunu suçlu saymayan bir insan olur mu yeryüzünde? Herkes suçlu sayar. Bakın, müslüman olması, babası olması değiştirmiyor. Yani o evrensel kural olduğu için böyle yani.
Katılımcı: Hucurat 9’u da bu anlamda belki gündeme gelebilir mi? Yani “iki mü’min grup bir biriyle savaşırsa siz onları ıslaha çalışın, ama birisi azgınlığa devam ederse siz de savaşın.”
İşte şimdi o ayet bizim söylediğimizin, Cenabı Hak’ka ait olan ifadesi olmuş oluyor. Yani biz şimdi tabiilikten hareketle geçtik. Hucurat 9. ayette diyor ki Cenabı Hak: “Veindaifeteni minel mü’minineg tetelü, mü’minlerden iki grup, biri diğerini öldürüyor.” Bak bunlar kafir değil. İkisi de mü’min. “Fe eskihu beynehuma, aralarını düzeltin.” Girin araya düzeltin. Yapmayın, etmeyin deyin. Ama baktınız ki durmuyor bir tanesi. “Fein bağat ihdahuma alel uhra, birisi tutmuş diğerine karşı” ben vazgeçmem bunu mutlaka öldüreceğim diyor mesela. Olabilir. “Fegatilulleti tebği.” O zaman bu adama başka cevap veremezsiniz. Bu defa, öbürünün yanına geç, “sen bununla savaş” diyor. Müslüman olmasına rağmen savaş diyor. Ne zamana kadar? “Hatta tefie ila emrillah, Allah’ın emrine dönünceye kadar.” Bak şimdi görüyor musunuz? Bu kurallar demek ki bu kişilerin eylemlerine karşı alınan, konan kurallardır. İnançlarına karşı değil. Ama inanç bu eylemi desteklediği için orada şey yapılmış oluyor, ayrı bir katogori olmuş oluyor.
Katılımcı: Veya inanç, haksızlığa karşı haksızlık yapması durumunda ona müdahale etmeye engel değil.
Ha, o da işin bir başka tarafı. Aynı haksızlığı bir gayri müslim de yapsa müdahale edilir, müslüman da yapsa müdahale edilir. Onun için aynı şey mesela az önce okuduk. Müslüman kadınlar için konan kural neyse, gayri müslim kadın için konan kural da aynı. İşte şimdi o zaman, dersin başında doğal yaşamın kuralları ifadesini, çünkü bu insanları yaratan Allahu Teala, tabiatın, doğallığın kurallarını koyan da O. Bunu bu temel üzerinde şey yaptığınız zaman birden bire bu dinin evrenselleştiğini görüyorsunuz. Zaten öyle olmak zorunda.
Yahya Şenol: Bir de şu hani, konu sanki daha çok şeyde düğümleniyor. Onları veli edinmeme konusunda. İşte o dost edinmemek midir veli edinmek? Maide 51 ve 57’ye bir bakarsak yani en çok delil getirilen o iki ayet.
Ama 9’u tam bitirmedik şimdi sen öyle deyince, öyle deyince benim o aklıma geldi.
Yahya Şenol: 8, 9’u şu iki ayet bağlamında o zaman…
Katılımcı: Mesela birincide “la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae” diye başladı, sure, Mumtahine. Ama öbür tarafta “la yenhakum en teberruhum ve tuksitu ileyhim.”
O birinci ayette.
Katılımcı: İkincide ise “yenhakumullahu.”
Yahya Şenol: Yani yasaklanan onları veli edinmek, serbest bırakılan…
Yok, değil. Değil, değil. Bak şimdi ayeti eksik okuduk da ondan dolayı. Yani bunu hatırlatman iyi oldu. Bak diyor ki burada şimdi, “inne ma yenhakum, Allah sizi sadece şundan yasaklar. İnne ma yenhakumullahu ‘anilleziyne gatilukum fiyddiyn, inancınızdan dolayı sizinle savaşan.” Ki burada müslüman kafir, müslüman da olsa ona karşı tavır almak gerektiğini az önce ayetlerden gördük. Gerçi müslüman inancımızdan dolayı savaşmaz. Bizim kişiliğimizden dolayı savaşır. Burada o fark var. Çünkü inancımızın dışında bir sebepten dolayı savaşıyorsa zaten genel kuraldır bu. Farklı inançlara gerek yok burada. Ondan sonra “ve ahricukum min diyarikum, bundan dolayı sizi ülkenizden çıkarmış, ve zaharu ala ihracikum, ve çıkarılmanıza destek vermiş olanlara, entevellevhum, onları veli edinmenizi yasaklar” (Mumtahine 60/9) diyor. Bak burada veli, bak yukarda birinci ayette ne dedi? “La tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae, benim ve sizin düşmanınızı veliler edinmeyin” dedi. Burada da işte bu üç şeyi yapanı veli edinmenizi yasaklar.
Katılımcı: Orada düşmanları tanımlamış oluyor.
Hah, düşmanı tanımlamış oldu. Yani veliliği yasaklamasının sebebi, adam seni öldürmek istiyor, sen de ona yetki veriyorsun. Bu olmaz kardeşim. Adam seni ülkenden çıkarmak istiyor, sen de yetki veriyorsun. Bu aptallık olur. Yani yetkili makam açısından düşün. Orada mesela vali kelimesi kullanılır. Bu veli kökündendir yani. O yetkiye sahip olan kişi için vali denir. Bizim Türkçemiz’de de veli kelimesi okulda velilik falan meselesi var. Evet.
Yahya Şenol: Tam kapsamı ne? Tamam net söyleyebilir miyiz yani?
Ney?
Yahya Şenol: O veliliğin? Dost edinmek mi, başa geçirmek mi?
Hepsi de girer bu işin içerisine.
Yahya Şenol: Yani en temelden o zaman dost edinmekten başlamak lazım. Müslüman zaten dost edinemiyorsan başka bir şey yapmayacaksın.
Hah, işte mesela karı koca hayatı yaşayabilecek işte bunlar mesela değil mi?
Yahya Şenol: Ona izin vermeyen evli kalmasına mı?
Yok, yok hayır. Güç şeyi yoksa! Sen olaya tamam. Sen varsa tarafından bakıyorsun, ben yoksa tarafından bakıyorum. Tamam mı? Dolayısıyla senin baktığın da doğru, benim baktığım da doğru.
Katılımcı: Yanlız, ben burada bir şey dikkatimi çekti yine belki Yahya’nın sorusu da bunu kapsıyor. Şimdi 8. ayette, tamam 1. ayette “la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae” dedi. 8. ayette…
Ama orada da şöyle dedi, bak sizi ve rasulü ülkenizden çıkarıyor dedi.
Yahya Şenol: Orada biraz şey var yani net bir tanım var orada düşman konusunda.
Katılımcı: Yani 8. ayette “la yenhakumullahu, en teberru ve tuksitu.” Şimdi, bir yani iyilikte bulunmak. Genelde iyilikte bulunan insan, ya üstün pozisyonda ya da eşit derecedeki bir insan karşıdakine iyilikte bulunur. İyi davranır, normal davranır, yani inisiyatif bir şekilde onun elinde olan bir adamdır yani. İki tuksitu, tuksitu‘da da yani adil davranma diyelim tuksitu‘yu, adil. Her anlamda adil davranma diyelim.
Kıst var ya, kıst. Kıst, taksit Türkçemiz’de geçiyor, taksit. Taksit nedir? Ödeme planlarıdır.
Katılımcı: Dengeli davranmak, adil davranmak diyelim.
Onun kıstını vermek. Mesela ve bel kasitun denir. Onu vermeyenler için söyleriz, zalim manasına. İfal babından herkesin payını vermek manasına. Zaten adalet de odur. “Ve ati küllezi hakkın hakkahu” değil mi? Yani her hak sahibine hakkını vermek adalettir zaten. Fazlasını da vermeyeceksin, aşağısını da vermeyeceksin, tam adil olmuş olacaksın. Dolayısıyla şimdi sosyal hayatı paylaşırken, bu hayat içerisinde onlar da paylarını alacaklardır. İster mevki ve makam işgal etme açısından olsun, ister başka açıdan olsun. Ama şu üç tane yasaklar çiğnenmediği taktirde. Onun için “en tevellevhu” kelimesi çok çok önemli.
Katılımcı: Aceba çiğnemezse veli edinebilir misin?
İşte “en tevellevhum” diyor bak burada.
Katılımcı: Yok, bir önceki ayette, 8’de. Eğer çiğnemiyor ise adam bize verilen izin “teberru” ve “kıst.” Aceba o “teberru” ve “kıst” veliyi de kapsar mı?
Şimdi bak, ayetler tek başına değerlendirilirse eksik olur. Çünkü Allahu Teala ayetleri ikişer ikişer olarak anlamamızı istiyor. Orada ikisini söylemiş. Burada ne diyor? Bak, ifade ne diyor: Sizi veli etmenizi, veliliği sadece şu konuda yasaklar diyor bak! “En tevellevhum” yasağın tek konusu değil mi burada?
Katılımcı: Evet.
Yasağın tek konusu. “İnne ma yenhakum, Allah yasaklar.” Yasağın mef’ulü nedir? “En tevellevhum, onu veli edinmenizi” yasaklar. Pekiyi kime karşı yasaklıyor? “İnancınızdan dolayı sizle savaşan, ülkenizden çıkaran, çıkaranlara destek veren.” “Yenha”nın tek mef’ulü “en tevellevhum”dur. Onları veli edinmenizi yasaklar diyor. Şimdi o öbürü onun daha alt başlıklarında kalmış oluyor. Şeyde “teberru” ve “tuksitu” meselesinde. Dolayısıyla onu bir önceki ayette onu söyledi. Ama yukardaki yasak, bakın “la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae” kelimesi var ya? Yasak velilikte değil mi? Burada da bu velilikteki yasağın sınırını çiziyor. Bak, “inne ma yenhakumullahu en tevellevhum” deyin. “Allah veli edinmenizi sadece şurada yasaklar” diyor.
Yahya Şenol: Şunlara karşı.
Sadece şunlara karşı yasaklar ki burada yukarda da onlar sizi ülkenizden çıkarıyor diye de açıkça ifade etti.
Yahya Şenol: Sonraki örneklemede niye sadece iki tane vermiş?
Katılımcı: Hocam, gayri müslimlerden sizinle düşmanlık eden, sizi yurdunuzdan çıkaranlara bir içten muhabbet beslemek yasaklanmış ve veli edinmek yasaklanmış. Onlarla evli kalmanın hükmü bu durumda ne olacak? Çünkü karı koca bir birinin libasıdır diye bir ayet var.
“Hunne libasun leküm entum libasun lehunne, kadınlar sizin elbiseniz, onlar…” evet.
Katılımcı: Evliliği askıya alma diye bir şey var mı?
Hah evet, evliliği askıya alma diye bir şey var mı? Bu Abdullah’ın sorusu. Şimdi bu da Cüneyt’in sorusu, bir önceki. Burada mesela doğrusu, yani şu ayetler üzerinde bugünkü müzakereyi yapıncaya kadar zihnimde çözümlenmemiş bir soru işareti vardı. Şimdi kendi açımdan çözümlendi. Bunu biraz önce de ifade etmiştim, tekrar söyliyeyim. Peygamberimiz (s.a.v.) kızı Zeyneb’i Ebul As Bin Vail’den niye istedi, niye geri çağırdı? Neden kızımı bana geri gönder dedi? İşte o evliliğin askıya alınması meselesi doğuyor yani. Evliliği bitirmiyor ama kızımı bana gönder diyor. Çünkü Ebul As Bedir’e kadar gelmiş, Peygamberimiz’e düşmanlığını çok açıkça ifade etmiş, bizzat karşısında savaşmış. Pekiyi ona karşı savaşan bir kişi, eşine karşı ne yapmaz ki? Peygamber’in kızına karşı? O zaman Peygamberimiz kızını oradan istiyor, ona karşılık da Ebul As’ı bedelsiz serbest bırakıyor. Yani ondan bir fidye almadan serbest bırakıyor. Ne zamana kadar? Mesela bu evliliği askıya almış meselesi şunda: Adam Medine’ye gelip de eşinin yanına sığındığı zaman, ona da ses çıkarmamış. Çünkü sığınan insan o düşmanlığı yapamaz. Bu Ebul As’ın Mekke’deki tavrı ile Medine’deki tavrı aynı olamaz. Ondan dolayı da Peygamberimiz misafirine iyi bak diyor ve bu sana haramdır, bu senin odanda yatamaz demiyor. Evet, ondan sonra da, sonra da bir yıl sonra da şey, üç ay sonra da bu Ebul As müslüman olup geri geliyor ve eşiyle birlikte yaşamaya başlıyor.
Katılımcı: Hocam, yine burada bir çelişki doğmuyor mu? Dost edinmeyin, ayette belli. Misafir etmek de men eder hatta. Kesin, köşeleriyle beraber çizilmiş. Misafir etmek de bir nevi dostluk değil mi?
Misafir etmek dostluk değil. Yani o birlikte yaşamanın kurallarından bir tanesidir. Yani siz düşmanınıza bile gitseniz, eğer o gerçekten insansa sizi gayet insanca misafir eder ve gönderir. Yani bu insanca yaşamanın temel kurallarındandır. Yani sizin dostunuz olması gerekmez ona iyi davranmış olmanız.
Katılımcı: Sırdaş, bizim anlamına da gelebilir.
Şimdi, şimdi bakın o sırdaşa bitaa kelimesi kullanılır. O da hepsinin bağlamı farklı. Şimdi o bağlamından kopardığınız zaman iş anlaşılmaz hale geliyor. Şimdi bakın, Mümtahine ilk ayeti tekrar okuyalım.
Katılımcı: Biz veliyi dost diye tercüme ederek hata mı yapıyoruz?
Yahya Şenol: İşte bana öyle geliyor sanki yani!
Bak, veli kelimesi son derece kapsamlıdır. Ben bir kişiyi bağlayıcı, sizi bağlayıcı söz söyleyebilecek konuma getirmektir, işin esas hukuki tarafı odur. Yani bu gün mesela İstanbul Valisi bir karar alsa, dese ki Süleymaniye Vakfı’nı üç günlüğüne kapattım dese. Biz de vakfın devam etmesini istesek, öncelikle valinin emrini yerine getirir, ona karşı hukuki mücadeleye gireriz değil mi? Ama valinin emrini yerine getiririz. Niye? Çünkü bizi bağlayıcı karar alma yetkisine sahiptir o şahıs. İşte velilik böyle bir şey. Siz bir çocuğun velisisiniz, okula dilekçe veriyorsunuz, diyorsunuz ki bu çocuğu bu okulda değil, şu okulda okutmak istiyorum, naklini yapın dendiği zaman, o çocuk ağlasa, sızlasa, ben gitmem dese, ortalığı yıksa, camları kırsa, okul idaresi o çocuğu değil sizi dinler. İşte velilik böyle bir şey tamam mı? Dolayısıyla bu şey, Mümtahine Suresinin ilk ayetini tekrar bu açıdan okuyalım.
Diyor ki Allahu Teala: “Ya eyyuhelleziyne amenu, mü’minler, la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae.” Bu şeyde, işte Medine’ye hicretten sonra yani, Hudeybiye’de inmiş bir suredir. Gerçi son ayetleri Hudeybiye’de inmiş ama bu da yani Medine’de inmiş bir suredir. Öyle diyelim. “Benim ve sizin düşmanlarınızı veliler edinmeyin, tulkune ileyhim bilmeveddeh, onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz.” Bak, bu sevgi farklı. Az önce sizin dediğinizden ayrı bir şey. Adamı misafir edersin ama sevmezsin. Yani tamam dersin, açıkta kalma hadi git dersin. Dersin ki insanlık bende kalsın dersin mesela bu da olur. İnsanlık bende kalsın ne demek? Ben fıtrata uygun, yani doğallığa uygun davranıyorum ama sen yanlış davranıyorsun demiş olursun.
Katılımcı: Biraz bu Stokholm sendromuna benziyor, bir ara bir gündeme gelmişti ya! Stokholm senromu mu, neydi o?
Yahya Şenol: Evet evet o. İçinde bulunduğu durumdan memnuniyet duymaya başlama, zor durumdan.
Katılımcı: Götürüp rehin alan kişilere sevgi besleme, ya da aşık olma. Bir şey vardı, banka soygunu gibi, rehin alınıyor, kendini rehin alanlara acıyıp onu sevmeye başlıyor, rehineler.
Bu bir kişilik bozukluğu olarak burada ifade ediliyor. “Ve kad keferu bima caekum minelhak.” Şimdi bunların özelliklerini söylüyor. Bir, “size gelen gerçeği inkar etmişler.” İki, yani öbür ayetlerle birleştirdiğimiz zaman biri, ikiyi sayıyoruz. “Yuhricunerresule ve iyyakum en tu’minu billah, sadece inancınızdan dolayı, Allah’a inandınız diye sizi ve rasulü ülkenizden çıkarıyorlar.” Üçüncüsü, “in kuntum harectum cihaden fiy sebiyliy vebtiğae merdatiy, benim yolumda cihada çıktığınızda, benim rızamı aramak için çıkıyorsunuz, tusirrune ileyhim bilmeveddeti, size bu kadar kötülüğü yapmış olanlara karşı içinizde sevgi besliyorsunuz.” Şimdi öbür ayette bunları yapmayanlardan bahsediyor. Bu şeyde 9. ayette, Mümtahine. Tamam mı?
Yahya Şenol: Şimdi bu hani, bu Mümtahine’nin ilk ayetindeki kafir tanımına, hani zihinler çabuk zaten intibak ediyor. Düşman bu adam karşıdaki ve bizi yurdumuzdan çıkarmaya yeltenmiş.
Çıkarmış, çıkarmış, fiilen çıkarmış.
Yahya Şenol: Tamam net biçimde oturuyor. Böyle bir kimseye kolay kolay dostluk yapılmaz. Böyle olmayan, şimdi ben özellikle o Maide 51 ve 57’yi ve biraz önce oradan da geldi ya Ali İmran 28. Şimdi buralarda öyle bir kayıt yok. Oraya bir gelelim, burada yahudi ve hıristiyanlarla veli edinmeyin diyor.
Katılımcı: Yahya, dostluk yapılmaz mı?
Yahya Şenol: Vallahi işte bilmiyorum. Veli nedir? Burada düşmanlık kaydı yok, bu iki ayette.
Katılımcı: Peygamber (s.a.v.) ve onun yanındakilerin tavrı örnek gösteriliyor yani.
Yahya Şenol: Biz bir geçebilsek şuraya, Maide 51, 57 ve Ali İmran 28’e. Olay biraz daha netleşebilir. Onlarda kayıt yok, çünkü. Mutlak manada diyor ki, yahudileri, hıristiyanları ve kafirleri veli edinmeyin. Sizi ülkenizden çıkarıyormuş, yok savaş açmış, hiç böyle kayıt yok.
Katılımcı: Şimdi Kur’an’ı Kerim’deki, oradaki ehli kitap diye mi geçiyor? Yahudi ve hıristiyan mı?
Yahya Şenol: Ali İmran 28 şu: “La yettehızil mü’minunel kafirıne evliyae min dunil mü’minın.”
Katılımcı: Ha, kafir, evet.
Yahya Şenol: Bu bir.
Şimdi bir dakika! Ali İmran 28’e bir bakalım önce de. Aslında benim anladığım bunlar değil. Çünkü asıl şimdi, olay başka taraflara kaydı ama mecburen ne yapacaksın, yani insanlara onu düşünmeyin diyecek halimiz yok. Ama konular, şimdi burada bir işin siyasi tarafı var. Bir siyasi İslam anlayışı var. Yani insanlar bir yere hakimiyet kurmak istiyorlar. Çünkü müslümanların asırlarca ellerinde tuttukları hakimiyet kaybolmuş. Kaybolan hakimiyet bir çok insanı fena halde rahatsız ediyor. Dolayısıyla bunu, bu hakimiyeti tekrar elde etmek istiyorlar, isterken de bazı ayetler sıloganik olarak kullanılıyor ki bunun gelenekte yeri var. Yani o kitaplara da geçmiş, yerleşmiş, artık birer hukuk olmuş, anlayış olmuş. Şimdi bu yerleşik anlayışa şu az önce okuduğumuz ayeti kerimeler ters düşüyor tabii. O yerleşik anlayışa. Hele “entevellevhum,” şimdi belki bu sohbeti dinleyenler içerisinde duvarları yumruklayanlar vardır. Ne demek, falan diye. Öyle düşünüyorum. Şimdi doğruları söylemenin ciddi de bir faturası var. Onu da ödemek gerekiyor. Şimdi Allah veli edinmenizi sadece şu, şu kişiler için yasaklar diyorsa, bir kere onu çok iyi kavramak lazım. Onun için ben önce kendi zihnimde olanı tamamlayayım. Çünkü aksi taktirde o aşağıdakileri de kendiliğinden, sizin o ehli kitap dediğiniz kişileri de onları veli edinmenin yasaklığını da kendiliğinden ortaya koyacaktır. Onlara girmeyelim şu anda. Ben o üst yapıyı bir tamamlayayım ondan sonra alt yapıya geçeriz.
Şimdi mesela siz Tevbe 29. ayeti açın. Tevbe 29 ki bu işin daha en üst noktasıdır. Ne diyor Allahu Teala burada?
“Katilüllezıne la yü’minune billahi ve la bil yevmil ahıri, Allah ve ahiret gününe inanmayan, ve la yühürrimune ma harremallahü ve rasulühu, Allah’ın ve rasulünün haram kıldığını haram saymayan, ve la yedınune dınel hakkı, bu hak dini kendilerine din edinmeyen, minellezıne utül kitübe, kendilerine kitap verilmişlerden böyle durumda olanlarla savaşın” diyor. “Katilü, savaşın.” Şimdi savaşın meselesi, onları veli edinmeyinden daha üst nokta değil mi? Çok en ileri safhadır, onlarla savaşın diyor. Ne zamana kadar? “Hatta yu’tul cizyeh, cizye verinceye kadar, ay yedin, elleriyle, vehüm sağırun, alçalmış olarak.” Şimdi alçalmış olarak sana cizye veriyor. Böyle bir kişiyi hiç veli edinmek kimsenin aklından bile geçmez. Tamam mı? Pekiyi, burada bu ayet var, esas bu ayeti doğru anladığımız zaman
Yahya Şenol: Anlaşılmıyor.
Hah, tamam. Asıl mesele bu ayeti nereye koyacaksınız? Nereye koyacaksınız? Şimdi biz kendi aramızda şeyi, Tevbe 5. ayetle ilgili defalarca konuştuk. Ama bu ayetle ilgili fazla konuşma fırsatımız olmamıştı şimdiye kadar. Şimdi ayeti tekrar okuyalım arkadaşlar. Hani bir, Allahu Teala benzerlikten bahsediyor. Bak mesela, Allah ve ahiret gününe inanmayan dediğimiz zaman, bu gün ben ahiret gününe inanmıyorum diyen bir yahudi ve hıristiyan biliyor musunuz? Var mı böyle birisi? Benim bildiğim kadarıyla yok. Bu manada şeytan da ahiret gününe inanıyordu. Çünkü diyor ki, ya rabbi bunların yeniden dirilecekleri güne kadar bana süre tanı. Ahiret gününe inanmak lafla olmuyor. Hayatını ona göre biçimlendirmeyi gerektiriyor.
Yahya Şenol: Anlaşılmıyor.
Yani gerçek anlamda inanmak. Dolayısıyla bunların ikisi de lafta. Niye lafta? Çünkü diyorlar ki, “len temessenen nari illa yağmen mağdude.” Yani, “o ateş bize vursa vursa bir kaç gün vurur.” Diyor ki adam mesela bu gün hıristiyanlar diyor ki, vaftiz oldun mu cehennem diye bir şey yok artık diyor. Bunu sil. Bu ahirete inanmak mıdır? İnanmak mıdır? Ama Kur’an’ı Kerim ne diyor? Günahı sevabından fazla gelirse cehenneme mutlaka gidecektir diyor. Şimdi ondan sonra “ve la yühürrimune ma harremallahü ve rasulühu, Allah’ın ve rasulünün haram kıldığını haram saymayan.” E, Bakıyorsunuz, Kur’an’ı Kerim’in haram saydığı bazı şeyleri onlar haram sayıyor ama tamamı değil. Ondan sonra “ve la yedınune dınel hakkı, bu hak dini kendine din saymayan, minellezıne utül kitübe, kitap verilmiş olan kişilerden bunlarla savaşın, hatta yu’tul cizyete ay yedin vehüm sağırun.” Yani “ellerinde cizyeyi verdikleri takdirde.”
Şimdi bir ayeti kerimeye daha bakalım bununla alakalı. O da şeydir. Diyor ki Ankebut 46. Bak diyor ki burada: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsen, ehli kitapla en güzel yol dışında bir yolla mücadele etmeyin” diyor. Değil mi, bu sure nerede inmiş?
Yahya Şenol: Mekke.
Mekke’de inmiş, evet. Mensuh diyebilirler. Yani insanlar diyebilir ki bu ayet neshedilmiştir diyebilir. Ama bakın, başka ayetler de okuyacağım size, sadece bu değil. Çünkü o ayetler, iki, dört, altı, sekiz, tüm detayları ayetlerden çıkaracaksınız ki Kur’an’ı Kerim’i kendi kafanıza göre tefsir etmemiş olasınız. Çünkü Allahu Teala diyor ki, “Esteuzubillah, kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet, bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem, hüküm ifade eden şekilde.” İşte az önce yahudi ve hıristiyanlara karşı savaşın ayeti. Anlaşılmayacak bir tarafı yok, gayet açık ve net hüküm, her şeyi belli. Ama “sümme füssılet, sonra ayrıntıyla açıklanmıştır.” Bu zaman sonrası değil, yani bir başka yerde de ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Niye ayrıntılı bir şekilde, kim tarafından? “Mil ledün hakımin habır, hakim ve habir Allah tarafından.” Niye? “Ella ta’büdu illellah, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.” Demek ki açıklamayı Allah değil de biz yaparsak, bu Allah’tan başkasına kulluk etme noktasına ki Kur’an’ı Kerim’in hiç affetmeyeceği şirk günahını gerektiriyor. O zaman Allah’ın ayetlerine yaklaşırken öyle parçacı yaklaşmak hiç kimsenin yetkisi dahilinde değil. Şimdi buradan bakalım yani mensuh olma ihtimali var mı, yok mu? Bak!
“Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsen, ehli kitapla en güzel yöntemin dışında bir yöntemle mücadele etmeyin” diyor. Pekiyi, “illellezıne zalemu minhüm, onlardan zalimlik yapmış olanlar başka.” Zalimlik yapmış olursa güzel yöntemleri bırakırsınız. Pekiyi şimdi en güzel yöntem nedir? “Ve kulu, şöyle deyin, amenna billezı ünzile ileyna, bize indirilene biz inandık, ve ünzile ileyküm, size indirilene de.” Bak Tevrat’ın, İncil’in Allah’ın kitabı olduğunu kabul ediyoruz. “Ve ilahüna ve ilahüküm vahıd, bizim de ilahımız sizin de ilahınız aynı.” Ortak noktalar yani şu evetlerde bir mutabık kalalım. Ondan sonra, “ve nahnü lehu müslimun, sizden farklı olarak biz ona teslim olmuşuz.” (Ankebut 29/46). Tabii artık bunu sizden farklı olarak demiyor, biz ona teslim olduk, bunu da anlayın siz.
Şimdi, şimdi onlardan zalimlik yapanlar başka dedi mi? Pekiyi zalimlik yapanlar kim? Şimdi Mümtahine Suresine gelelim, bakın! Mümtahine Suresindeki yasaklar, diyor ki: “İnne ma yenha kumullah.” Bak şimdi o güzel zalimlik yapanlar hariç, güzel mücadele edin dedi ya! Ne diyor: “İnnema yenhakumullahu ‘anilleziyne katelukum fiydiyni ve ahrecukum min duyarikum ve zaheru ‘ala ıhracikum en tevellevhum. Böyle bir kimseyi dost edinmenizi yasaklar.” Yani “sizi öldürmeye kalkmış, ülkenizden çıkarmış, çıkaranlara destek vermiş, bunları veli edinmenizi Allah yasaklar.” Tek yasak budur. “Ve men yetevellehum, kim onları veli edinirse, feulaike humuzzalimune, bunlar zalim kişilerdir.” (Mümtahine 60/9).
Şimdi bunları dost edindiğin zaman zalim oluyorsanız, demek ki onlar da zalim.
Yahya Şenol: Hah, o zaman işte o Maide 51’deki, “ve mey yetevellehüm,” neydi? Kim onları veli edinirse o da onlardandır hükmü oturuyor işte.
Tamı tamına oturdu. Şimdi bunlar zalimlik yapmış. Ne yapmış? Bizi öldürmeye kalkmışsa,
Yahya Şenol: “Ve mey yetevellehüm fe innehu minhüm.”
Tamam, aynı şey, aynı ifade.
Yahya Şenol: Demek ki bunlar kayıtlı anlaşılacak yani.
Kayıtta, birlikte anlaşılacak. Öyle ayrı ayrı yaparsan olmaz. O zaman birlikte yaşama diye bir şey, o zaman son derece yerelleşirsin. Neden Peygamberimiz ve sahabe döneminde İslam anormal bir hızla yayıldı da böyle yerelleştiği zaman, ayetler böyle parçasal yaklaşıma başlandığı zaman İslam’ın yayılması durdu? Pekala anlıyorsun işte.
Yahya Şenol: O zaman bu Tevbe 29 da, buradaki yahudi ve hıristiyanlar ve 57’deki util kitap ve küffar dediği, hepsi o üç kırmızı çizgi.
Bu üç kırmızı çizginin tamamı, tamamında geçerli. Bunu söyledi ya Allahu Teala. Bak o zulüm, o sana zalimlik ediyor, sen zalimlik edeni şey yapıyorsun, sen de zalim olursun. O zaman öbürü daha zalim demektir. Öbürü daha büyük zulüm ediyor. O zaman işte burada diyor ki, zalimlik yapanlar başka.
Yahya Şenol: Burayı kısa bir şekilde belki geçebiliriz, baksak birlikte Maide 51 ile 57’ye.
Tamam, yok ama bunu iyi bir anlayalım. Bir de şeyi de anlayalım Yahya. Bu ayetleri iyi anlamazsak öbürlerini anlamamız zorlaşıyor. Mesela bunlar, bunlar yahudi ve hıristiyanlar. E bir de müşrikler var. Bak burada dedi ki Allah: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsen,” diyen Allahu Teala müşriklerle ilgili olarak da Nahl, yüz kaçıncı ayetti?
Yahya Şenol: 125.
Ondan sonra ne diyor, bakın devamına? “Ve in akabtüm, eğer siz bu insanlara bir ceza verecek olursanız, fe akıbu bi misli ma ukıbtüm bih, onların size verdiği sıkıntının dengiyle onlara karşılık verin” diyor. Bu da son derece önemlidir bakın. Onlar size ne yapmışsa onun dengiyle karşılık vereceksin. Ondan dolayı bu şavaş, savaşla ilgili koyduğu kuralda Allahu Teala ne diyor? Bakara 190 olacak, bir bakar mısın? Diyor ki Allahu Teala: “Ve katilu fı sebılillahillizıne yükatiluneküm, Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın.” Bak onların yaptığının dengini yapın dedi ya burada. “Fe akıbu bi misli ma ukıbtüm bih, onların size yaptığının dengini yapın.” Ondan sonra, “ve lein sabertüm, ama sabrederseniz, le hüve hayrul lissabirın, sabredenler için daha hayırlıdır.” Yani siz çünkü onlara karşı tahammül gösterdiğiniz zaman daha güzeli olur.
Mesela, Peygamberimiz (s.a.v.) bu ayeti kerimenin inme sebebi olarak, Peygamberimiz’e şöyle diyor: “Vasbir, sen sabırlı ol, vema sabruke illa billah, senin sabrın Allah’ın yardımıyladır, vela tahsene aleyhim, onlara karşı da üzülme, vela teku fidikim mimma yemkurun, yaptıkları o hile ve tuzaklardan dolayı da canını sıkma” diyor Allahu Teala Peygamberimiz’e. Niye? “İnnellahe maellezine tekav, Allah kendini koruyanlarla.” Kendisine, Allah’a karşı saygılı davrananlarla beraberdir. “Vellezine hum muhsinin, iyilik yapanlarla beraberdir.”
Şimdi burada bu ayeti kerimenin iniş sebebi olarak şu anlatılıyor. Uhut savaşında Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası, Hz Hamza’ya yapılan, hem öldürülüp hem de biliyorsunuz şeyler yapılmış, işkence. Yani göğsü şey yapılmış, ciğeri çıkarılmış, ciğerini ısırmış Hind. İşte bu şeyin, bunu yapan Vahşi’ydi değil mi? Vahşi yapmıştı. Şimdi burada diyor ki Allahu Teala, o zaman Peygamberimiz’in şöyle bir şey söylediği rivayet ediliyor. “Allah’a yemin ederim, ben de sizden yetmiş kişiye aynı işkenceyi yapacağım.” O zaman bu ayet iniyor. Diyor ki, Eğer bir şey yapacaksanız, ceza verecekseniz, size yapılanın dengiyle verin. Sabırlı olursanız daha iyidir. O zaman Peygamber Efendimiz o yaptığı yeminden dolayı keffaret ödüyor. Artık bunu yapmayacağım diye. Ve Mekke’ye vardığı zaman, Mekke’yi aldığı zaman Kabe’nin örtüsüne de bürünmüş olsa öldürün dediklerinden birisi de Vahşi’dir. Hamza’yı öldüren. Niye? Size yapılanın dengini yapın ruhsatını aldığı için. Ama Hind, bunu yapan değil, yaptırandır. O onu affetmiştir. Mesela Hind’e hiç dokunmamıştır Peygamberimiz. Ve onu da öldürülecek listesine almamıştır. Çünkü o fiili yapan bizzat o değildir. Ve onunla da Safa tepesinde diğer Mekke’nin önde gelen hanımlarıyla bir söyleşi yapmıştır. Onların sorularına cevaplar vermiştir.
Yahya Şenol: Hocam, Vahşi müslüman olmuyor mu sonra?
Yok, hani Mekke’ye…
Yahya Şenol: O gün kurtuluyor mu?
O gün kurtuluyor tabii.
Yahya Şenol: Niye dokunmuyor o zaman ona?
Affediyor daha sonra Peygamberimiz. Daha sonra affediyor. Yani burada olay bu. Dolayısıyla şimdi bakın, tekrar edersek, yani bütün bu ayetleri birleştirdiğiniz zaman, ister ehli kitap olsun, ister müşrik olsun, onlarla normalde mücadelenin en güzelini yapacaksınız. Ama size karşı yaptıklarının da mislini yapacaksınız, misliyle karşılık vereceksiniz. Onun için savaşta ne diyor? “Ve katilu fı sebılillahillizıne yükatiluneküm, sizinle savaşanlarla savaşın, ve ta’tedu, ama aşırıya gitmeyin.” Aşırıya gitmeyin ne demek? Size yaptıklarından fazlasını da yapmayın. Niye? Çünkü sizin hedefiniz ne ülke fethetmek, ne insanlar üzerine hakimiyet kurmaktır. Sizin hedefiniz o insanların kalblerini fethetmektir. Dolayısıyla yaptığınız her şey, adam diyecek ki, valla adamlar yaptı ama haklıydılar, diyebilmeli. Bu kadar da olmaz ki dememeli. Çünkü İslam’ın önü kapanmaması lazım. Devam etmesi lazım. Ama siz kendi kafanıza bir yere hakimiyet kurmayı kafanıza koymuşsunuz yani bir dünyevi hakimiyet kurmayı kafanıza koymuşsunuz. Burada da dini kullanıyorsanız, bu olmaz işte, bu olmaz! Onun için bizim hedefimiz, Allah’ın dininin hakim olmasıdır, Allah’ın dininin hakim olması da şeyin başında olduğu gibi şeyin hakim olmasıdır. Doğallığın hakim olmasıdır. Yani tıpkı işte bu güneş doğduğu zaman, hiç ben kafirin bahçesine doğmam der mi? Ben sadece güllüğü aydınlatırım, çöplükle benim işim yok der mi? Dolayısıyla bu da İslam’sa, ki Allah’ın dinidir, hepsine şey yapmalı. Evet şimdi bir insan güneşin karşısına tedbirsiz çıkarsa güneş onu yakar. Hiç dinlemez. O da tedbirli çıksaydı. Şey de de öyle, İslam’a karşı da böyle yanlış yapanların cezası verilir. Evet.
Katılımcı: Hocam, aynı zamanda da Allah burada kine dönüşmesine de izin vermiyor. Çünkü kine dönüştüğü zaman, zalim de oluyorsunuz, haksızlık da edebiliyorsunuz ama sevgisizlikle kin farklı bir şey. Yani orada da onun arasında çok büyük şey var. İnsanlar şimdi kine davet ediyor ama nefret yıkıyor yani önünü göremiyorsun, bir daha açık kapı bırakmıyor. Ama sevmediğiniz zaman orada açık bir kapı var. Belki Allah da orada nefrete dönüşmesine izin vermiyor.
Yani o tespitiniz çok yerinde yani sevgisizlik başka, kin ve nefret başka bir şeydir.
Katılımcı: Negatif enerji.
Pekiyi şimdi, yani şu anda o Maide Suresindeki ayetlere geçebiliriz ve diğer ayetlere.
Katılımcı: Bir de Ali İmran 128’e veya 28’e, bitmedi mi?
Yoo, hiç gelmedik oraya.
Katılımcı: Yani buradaki “la yettehizil mü’minunel kafirine evliyae mindunil mü’minin,” yani mü’minleri bırakmak var sözkonusu.
Tabii, orada mü’minleri bırakmak var. Evet yani şimdi diyorsun ki orada, adama diyorsun ki, yav şuna bak, mesela şu vardır arkadaşlar. İnsanlar, mesela normal hayatta, normal hayatta bakıyorsunuz ki adam mesela işte çok görülüyor, geçen de Urfa’da anlatıyorlar. E diyor ki işte hayata birlikte başlamış, belli bir noktaya kadar gelmiş, zenginleştiği zaman hemen ikinci bir kadınla evleniyor ve birinci kadını tamamen bırakıyor. Şimdi bunu normal gören kötü ahlaklı bir insan olur mu? Bırakın iyi ahlaklıyı. Yani iyi ahlaklıyı bırakın. Fıtrat ne yapar bunu? Reddeder. Şimdi ne dersin, tamam Cenabı Hak sana ikinci bir hanımla evlenmeye müseade ediyor ama diyor ki, adaleti tut, sağlayamıyorsan o zaman evlenme kardeşim. Yani. Ve şeyde şu vardır yani insanlar belli bir noktaya gelene kadar, belli bir noktaya gelene kadar, eşiyle dostuyla böyle işte biz kardeş değil miyiz, arkadaş değil miyiz, falan. Belli bir noktaya gelir, ilk terk ettiği kendisini o noktaya getirenlerdir. Hani şunu söylerler, ihtilaller kendi çocuklarını yer derler yani. Bakarsınız ki birlikte o noktaya kadar mücadele etmişlerdir, adam işi eline geçirdiği zaman ilk önce en yakın arkadaşını öldürür.
İşte burada onun için “mindunil mü’minin” meselesi onu gösteriyor. Eline imkan geçtikten sonra kendi düşmanları ile işbirliği yapar ama ne zaman o imkanlar elinden çıkar o zaman dostlarını hatırlamaya başlar. Yani bu olmaz!
Katılımcı: Saddam Hüseyin iktidara gelince… Anlaşılmıyor.
Öyledir yani. Eline imkanlar geçince hiç yakınlarını aklına getirmez, imkanlar kaybolmaya başlayınca da biz dost değil miyiz, arkadaş değil miyiz, biz aynı, pekiyi şimdiye kadar niye öyleydi? Mesela bende çok olmuştur. Yani çok iyileri var bunların içerisinde de, bazı yanlış davranışlar. Birlikte şey yaptığımız arkadaşlar, belli bir nokyata gelir, telefon açarsınız, bakarsınız ki ulaşamazsınız. Ben de şahsen bir kere açarım, iki kere açarım. Üçüncüyü açarsam kesinlikle defterimden silerim onu. Onun için o kadar çok kimsenin telefonunu defterimden silmişimdir ki hiç kusura bakma kardeşim. Sen belli bir noktaya geldin diye biz, sen beni tanımıyorsan ben seni hiç tanımıyorum. Dolayısıyla işte o ayet çok önemli. “Mü’minleri bırakıp nasıl kafirleri dost ediniyorsunuz?” (Ali İmran 2/28).
Katılımcı: Halbuki mü’mini Allah dost ediniyor.
Mü’min mü’minin dostudur.
Katılımcı: Orada Allah’ın dostudur.
Allah’ın dostudur yani. Pekiyi Maide kaçtı, 51?
Yahya Şenol: 51, 57.
Tamam. Burayı okuyalım. Diyor ki Allahu Teala burada: “Ya eyyühellezine amenu.” Yanlız şimdi burada, yukarıdan beri anlatılan hususlar var, Maide Suresinde tamam mı? Yani ehli kitaba diyor ki, yani hıristiyanlara diyor ki, İncil’i ve Tevrat’ı uygulayın. Yahudilere diyor ki, Tevrat’ı uygulayın. Peygamberimiz (s.a.v.)’e de diyor ki burada: “Ve enihkum beynekum bima enzelallah, bunların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” (Ali İmran 2/49) diyor Peygamberimiz’e. “Vela tettebi’ ehvaehum, onların arzularına uyma, vehzerhüm en yeftinüke an ba’zi ma enzelallah.” Yani “dikkat et onlara karşı, Allah’ın indirdiği ayetlerden, birinden ikisinden seni uzaklaştırarak seni sıkıntıya sokabilirler.” Yani şimdi bu ayetlere bütüncül yaklaşmazsan bak bir ikisinden uzaklaştırarak seni sıkıntıya sokabilirler. Siz şimdi gayri müslimlerle ilişkiyi az önce çizilen çizgiyle yürütürseniz sıkıntıya girmezsiniz. Sıkıntıya muhatablarınız girer. Ama ayetlerin birisini bir tarafa, birisini bir tarafa, böyle parçacı yaklaşım olursa bak diyor ki, “seni sıkıntıya sokarlar” diyor. “Feintevellev fa’lem ennema yuridullahu enyuzibehum bi ba’zi zunibihim, onlar yüz çevirirlerse sen ayetleri doğru anlatmaya, uygulamaya çalıştığın halde” ya öyle şey mi olur falan derlerse ki çok oluyor bu. Kafayı illa da dünya hakimiyetine şey yapmış olanlar, o hakimiyeti desteklemek için yani müslümanların desteğini bulmak için bazı ayetleri slogan haline getirip, bir çok ayeti bırakanlar tabii düşmanlık ederler. Diyor ki: “Allah onların yaptıkları günahlardan bir kısmı sebebiyle onlara şey yapmak istiyordur,” yani başlarına sıkıntı getirmek istiyordur. “Ve inne kesiran minennasi lefasikun, şunu bil ki insanların çoğusu fasıktır.” Yani yoldan çıkar. O senin doğru dediklerine uymazlar. “Efehukmel cahiliyyeti yebun, cahiliyyet hükmünü mü istiyorlar, ve men ahsenu minallahi hukmen likavmin yuginun, sağlam inanalar için Allah’tan daha güzel hüküm koyan nedir?” Dolayısıyla parçacı…
Yahya Şenol: savaş suçu yok.
Savaş suçu, nasıl yok?
Yahya Şenol: Öncesinde bir savaş suçu.
Yo, yo öncesi sonrası değil. Bak, diyor ki, parçacı yaklaşmayacaksınız ayetlere. O ayeti orada Allahu Teala ana hükmü orada koydu mu?
Yahya Şenol: Tamam yani bu öncesinde yok diyorum.
Haa, burada yok tabii, burada yok.
Yahya Şenol: Yani öncesiyle bağlantı kurulmuyor bu ayetlerde.
Yok, yok, ben sadece orada, bak orada tabii savaş suçu yok. Şimdi diyor ki: “Ya eyyühellezine amenu latettehizul yehude vennasara evliyae ba’zuhum evliyau ba’z.”
Yahya Şenol: Yahudi ve hıristiyanlar değil mi?
Burada anlatılan. Zaten başka şekilde olsa müslüman olmaları lazım insanların. “Yahudi ve hıristiyanları veliler edinmeyin, onlardan biri diğerinin velisidir, biri diğerinin dostudur. Vemen yetevellehum minkum feinnehu minhum, kim onları veli edinirse o da onlardandır.” Şimdi onu da zaten Mümtahine 9. ayetle birleştirilmişti. Yahya söyledi orada. Bu adamlar bu üç tane çizgiyi şey yapıp da zalimlik yaptıklarına göre “ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsen” ayeti kerimesinin de delaletiyle, o zaman siz de onlardan olmuş olursunuz diyor. Niye? “İnnellahe la yehdil kavmezzalimin.” Bak burada zalimlik yapmış olacaklar. Kim zalimlik yapmış olduğunu da Mümtahine 9’da gördük.
Yahya Şenol: O “fe innehu minhum” neyi kapsıyor?
Katılımcı: “İnneşşirke le zulmün azim.”
Yahya Şenol: Dinden mi çıkmış oluyorlar?
Yani, oradan dinden çıkmış olduğu akla geliyor, evet. “İnnellahe la yehdil kavmezzalimin, zalimlere Allah doğru yolu göstermez.”
Yahya Şenol: Şimdi öbür Mümtahine’deki ayette de adam üç kırmızı çizgiyi işlediği halde yani ona hala bu muhabbeti besliyorsan onun bu yaptığını onaylıyorsun yani.
Onaylıyorsun, sen de onlar gibi oluyorsun.
Yahya Şenol: O seni dinden çıkarmış oluyor ve onlar gibi oluyorsun işte.
Yani dinden çıkmış olmayabilir belki ama yani “ve inneşşirke le zulmün azim” diyor.
Yahya Şenol: “Ve in atahu nuhun inne kunne müşrikun” var ya o, Allah’tan başkasına hayvan kesme meselesinde de. O tavrı onaylamak seni dinden çıkarıyor yani.
Tabii, Allah’tan başkasına kurban kesme tavrını onayladığı zaman o inancı doğru kabul etmiş oluyorsun ve sen de dinden çıkmış oluyorsun. Evet doğru.
Yahya Şenol: “Le müşrikun” diyor, “fasikun” dese biraz kurtarma payı olur.
Doğru.
Yahya Şenol: “Fe innehu minhum” dediğine göre, sen de onun gibisin yani.
Ama zaten şu ikinci ayet de seni destekliyor. “Feterallezine fi kulubihim merazun, kalblerinde hastalık olanları göreceksin.” Bunlar müslüman olan insanlar, görünürdeki insanlar. “Yusariune fihim, aralarında ordan oraya, ordan oraya koşup duruyorlar, yekulune nehşa entusibena dairahu, diyorlar ki bize bir oyun oynanacağından korkuyoruz.” Tedbir alıyoruz demeye çalışıyorlar yani. “Fe asallahu en ye’tiye bil feth, belki Allah bir açıklık” yani bunların “gerçeği ortaya çıkaracak,” fetih yani bir açılma getirecek. “Ev emrin min indihi, ya da kendi katından bir emir, bir durum ortaya çıkaracak da, feyusbihu ala ma esarru fi enfusihim nadimin.” İşte bunlar az önce dediğin o. Demek ki kafirmişler yani az önce ben biraz şüphe ettim ya değiller diye. Yani münafıkmış bunlar. Evet inançları şey.
Yahya Şenol: 55 de var: “İnnema veliyyukum.”
Ha, “Ve yekulullezine amenu, mü’minler de şöyle diyecektir o zaman, ehaulail lezine eksamu billahi cehde eymanihim innekum lemeakun, şu adamlar mı” yani o yahudi ve hıristiyanlar içerisinde biz müslümanız diye koşanlar, koşuşanlar var ya “bütün güçleriyle yemin ediyorlardı sizinle beraberiz diyenler bunlar mı diyecektir müslümanlar,” gerçek ortaya çıktıktan sonra. “Habidat ağmalukum, yaptıkları yok oldu gitti.” Demek ki daha önce müslümanmış, burada bozulmuşlar yolları. “Fe esbehu hasirun, ve kaybedenlerdir onlar. Ya eyyühellezine amenu men yertedde min kum an dinihi.” Bak burada, bu ayet destekliyor, bu adamlar dinden dönmüş olan insanlar. “Men yertedde min kum an dinihi, sizden kim dininden dönerse, fesevhe ye’tillahi bi kavmin yuhibbuhum ve yuhibbunehu, Allah bir topluluk getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” Mesela o topluluk bunların çocukları olabilir, evlatları olabilir. Şu anda Türkiye’de öyle bir şey yaşıyoruz. Yani bir şey çatışması var, yeni neslin eski nesille çatışması var. Geçen hafta pazar günü şeyde, Adana’da bu tür bir çatışmanın haberini aldık yani böyle. Evlatlar Kur’an’a uymak istiyor, babalar buna karşı, aile buna karşı tavır koyuyor.
Evet, diyor ki: “Bunlar Allah’ı sever, Allah onları sever, ezilletin alel mü’minine eizzetin alel kafirin, mü’minlere karşı son derece alçak gönüllü ama kafirlere karşı dik duruşlu ve güçlü, yücahidune fi sebilillahi, Allah yolunda cihat eder, vela yehafune levmete laım, her hangi bir ayıplayıcının ayıplamasından da korkmazlar. Zalike fazllullahi yu’tihi meyyeşa’, bu Allah’ın ikramıdır ki gereken çalışmayı yapana verir bunu, vallahu vasiun alim, Allah’ın imkanları geniştir ve bilir. İnnema veliyyukumullahu, sizin dostunuz sadece Allah’tır, ve rasuluhu, rasulüdür, vellezine amenu, ve mü’minlerdir.” Bunlar da, “ellezine yukimunessalate, namazını kılan,” bu bir gösterge. Adamın, gerçekten böyle mi, namazını tam kılıyor. “Ve yu’tinez zekah, ve zekatını veriyor.” Allah için malını çıkarıp verebiliyor mu? Çok, çok, çok zor şey. Çok, çok zor şey. Yani sürekli diyorsunuz, herşey geliyorlar yani oh her şey, haydi biraz malından ver dedin mi bakıyorsun ki herkes sesini kesmiş çekip gidiyor. Hiç kimsenin artık ağzını bıçak açmıyor. Biraz malından ver dedin mi her şey bitiyor, bütün ilişkiler orada bitiyor. Evet, “vehum rakiun, ve onlar Allah’a…”
Yahya Şenol: Rukü halindeyken zekatını verenler.
Öyle şey olur mu yani. “Onlar rukü eden insanlardır” yani Allah’ın emirleri karşısında eğilen insanlardır.
Katılımcı: Allah’a boyun eğerek namazını kılan ve zekatını veren insanlar.
Allah’a boyun eğen, şimdi rukü halinde, rukü halinde nasıl, şimdi namaz kılacaksın rukü halindesin, o anda yanında ne olacak ki ne veresin kardeşim yani. Valla bir beş kuruş, on kuruş hazırlarsın.
Yahya Şenol: O şimdi iki kişi namaz kılıyorlarmış, bu bir tanesi yan tarafta demiş ki, namazda konuşulmaz ama arabamı satıyorum. Ne kadara? İşte on bin liraya. Anlatırlar böyle.
Bir tane anlat da öğrenelim.
Yahya Şenol: Ondan sonra demiş, secdede düşün söylersin. Gidiyor, geliyor işte. Ondan sonra demiş, tamam alacağım. Yok demiş, secdede onu yan taraftaki Malatyalı’ya sattım.
Namazda konuşulmadığı için.
Yahya Şenol: Namzada konuşulmaz ama sattım onu diyor. Rukü halinde zekat ona benziyor yani.
Katılımcı: Şimdi şu 57’yi de bir okuyalım. 57’yi.
“Ya eyyühellezine amenu, mü’minler, latettehızul lezinettehazu dinekum huzuven vele ıben mınellezine utul kitabe min kablikum vel kuffara evliya, dininizi oyun ve alaya alan, oyuna ve alaya alan.”
Katılımcı: O zaman yeni bir çizgi daha çıktı.
Yeni bir çizgi daha çıktı evet. “Oyuna ve alaya alan, kendilerine kitap verilmiş olan kişilerden dostlar edinmeyin, vettekullahe in kuntum mü’minin.” Oyun ve eğlenceye alıyor. Adam senin dininle alay ediyor, mesela o karikatürcüyü dost edinmesin, o kadar. Ama onun için öyle, yok onu öldüreceğim, bilmem ne yapacağım demene gerek yok.
Katılımcı: Oradaki teberru ve kıstla, evliya kavramları farklı şeyler. Evliye daha kapsamlı, daha geniş.
Evliya daha ileri safhası oluyor, velilik evet. Çünkü bunlar niye biliyor musunuz? Bu tür insanlar oyun ve eğlenceye alıyorlarsa sizin inancınızı, yani bir kimseyi yaptığı bir şeyden, bir kimseyi tenkit etmek başkadır, birisine hakaret etmek başkadır. Hakir görmek başkadır. Ve insan da en fazla kendisini, ne diyor, tiye almak mı diyorlar bu gün? Yani sizi oyuna eğlenceye aldığı zaman bu hakaretin en ileri safhası olmuş oluyor. İşte bu da gerçekten birlikte yaşamayı ciddi manada engelleyen bir şeydir. Onun için dost edinmeyin, aşağıda bunu bildirince Cenabı Hak, bak yukarıdakilerin hepsinin de anlamı ortaya çıkmış oldu. “Eğer inanıyorsanız Allah’tan korkacaksınız.” diyor. (Maide 5/57) Evet.
Yahya Şenol: Bu İsrail devleti müslümanları yurtlarından çıkardığı için onlarla savaşmamız gerekmez mi? Veya İsrail’e destek olan bütün ülkeleri Mümtahine 8 ve 9. ayetin kapsamına nasıl sokarız?
Yani şimdi şu anda müslümanların birliktelikleri ciddi manada şey yapmayı, ülkelerinden çıkarmayı bırakın, adamlara yaşama hakkı tanımıyor yani. Aynı şey Suriye için de söz konusu. Ama şu anda bunu yapmalı mıyız, etmeli miyiz meselesinde bir de ona gücün yetiyor mu var. Yani o konuda, evvela bir güç toplayacaksın. Mesela Mekke’de müslümanları çok ciddi sıkıntılara soktuklarını biliyoruz. Peygamberimiz’e ne kadar hakaret yapıldı, müslümanlara işkenceler yapıldığını ve Medine’ye kaçmak zorunda kaldıklarını gayet iyi biliyoruz. Biz hicret diyoruz, hiç birisi öyle eşe dosta uğrayıp, beyler hakkınızı helal edin, Allah’a ısmarladık, işte bekleriz Medine’ye geldiğin zaman ha unutma falan değil yani adamlar canlarını zor kurtarmışlardır. Biz bunu hicret diyerek biraz, evet hicrettir aslında yani ülkelerinden ayrılmaktır ama biz biraz daha bize çok basit geliyor bu. Sanki çok kolay bir şey geliyor. Şimdi herhalde bunu Enes hoca çok iyi bilir, yaşadığı için. Bu işin ne demek olduğunu gayet iyi bilir. Şimdi pekiyi o durumda, siyer kitaplarında şu var. Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelip diyorlar ki, ya rasulullah, müsaade et de gece baskınları yapalım, şu adamların bir haddini bildirelim. Peygamberimiz asla müsaade etmiyor, hayır diyor. Ne zamana kadar, Medine’de işte müsaade geliyor.
Pekiyi şu anda ne diyor Allahu Teala? “Ve addi lehum mesdetakum minkum, onlara karşı gücünüzün yettiği kadar güç hazırlayın.” Yani şu anda müslümanlar darmadağınık. Bakın dikkat ediyorsanız biz şuradaki çalışmalarla ne yapıyoruz? Müslümanlara diyoruz ki ey mü’minler gelin mü’min olun diyoruz. “Ya eyyühellezine amenu, amenu” diyoruz, bakın kitabınız bu. Bu kitap ciddi manada siyasallaştırılmış ve insanların dünyevi arzularının hizmetçisi haline getirilmiş.
Katılımcı: O ayeti okursak iyi olur aslında. Nisa kaçtı?
“Ya eyyühellezine amenu, amenu billahi ve rasulihi ve kitabillezi nezzele ala rasulihi vel kitabillezi enzele min kabl.” (Nisa 4/136).
Katılımcı: Kitaba iman diyor.
Kitaba inanmak gerekiyor yani kitaba gelmemiz lazım. İşte az önce de şeyde okuduk, Maide 49. ayette. Bunlar istiyorlar ki ayetlerin birisine uyalım, birisine uymayalım. Bu olmaz kardeşim. Tamamına uymamız lazım Kur’an’ı Kerim’in.
Yahya Şenol: 136, Nisa 136.
Onu da sen oku, ben epey yoruldum.
Servet Bayındır: Şimdi bir de burada şu aklıma geldi, o sorudan hareketle, yani Mümtahine 8 ve 9’da işte şu şu yapanları dost edinmeyin diyor. Tamam da hemen onlara kalkın onlarla savaşın demiyor. Demek ki savaşın şartları ayrı. Önce bir dost edinmemeyi, mesela İsrail’le ilgili soruyu, önce bir defa dost edinmeme aşamasına gelmek lazım. Ondan sonra da savaşın şartlarını da ayrıca, ki tabii ki o da bir savaş sebebidir.
Savaş sebebidir ama yani orada da bir güç ve kuvvet gerekiyor. “Vela tulku bi eydikum ilettehlükeh” de var. “Kendinizi tehlikeye de atmayın” (Bakara 2/195) yani bu evet.
Servet Bayındır: Nisa 136’da. Hem çok ilginç bir ayet. “Ya eyyühellezıne amenu” buyuruyor Allahu Teala. “Ey iman edenler, aminu billahi ve rasulihı, Allah’a iman edin, rasuline iman edin, vel kitabillezı nezzele ala rasulihı vel kitabillezı enzele min kabl, rasuline indirilen o kitaba iman edin, vel kitabillezı enzele min kabl, ve o kitaptan önceki kitaplara da iman edin.” Şimdi biz, bu ayeti yani biz kendimize bir okumamız lazım. Kendimize okuduğumuz zaman ki biz kendimizi mü’min diye kabul ediyoruz ama Allah Teala diyor ki, ey siz kendinizi mü’min olarak gören, addedenler, mü’minler neye inandığınıza bir daha bir bakın. Allah’a mı iman ediyorsunuz, yoksa Allah’la beraber başka şeylere mi? O Peygamber’e, rasule mi iman ediyorsunuz, yoksa hayal ettiğiniz farklı bir şahsa, şahsiyete mi iman ediyorsunuz? Bu rasul mü, değil mi? Allah’ın rasul, geçen hafta üzerinde durduğumuz, Allah’ın rasul diye gönderdiği bir kişiye mi iman ediyorsunuz, yoksa uçtu kaçtı vs. hayallerinizde oluşturduğunuz farklı bir varlığa mı iman ediyorsunuz? Ve bir diğeri de Allah’ın rasuline indirdiği kitaba mı iman ediyorsunuz, yoksa başka kitaplara mı iman ediyorsunuz? Yani belki öncelikle bu nokta üzerinde odaklanıp, ondan sonra İsrail’le savaşa kalkmamız gerekir.
Katılımcı: Ama hocam, birileri de diyor ki, biz mü’miniz, bu müslümanlara yani bizim içimizde, biz mü’miniz gelin siz de mü’min olun. Yani böyle bir ilişki kurulabilir mi? Şöyle dememiz gerekmiyor mu? Gelin oturalım konuşalım, hatalarımızı eksiklerimizi birlikte konuşalım ama ötekileştiriliyor. Yani böyle bir…
Servet Bayındır: Şimdi gelin demeye gerek yok. Herkes kendisi iman etsin. Gelin dedin zaman o diyor, sen gel diyor. Ben geleyim. Gelin demeye gerek yok, herkes kendisi ben geleyim.
Allah’ın kitabına gelin.
Katılımcı: Ama gelin diyen, mü’minliğe gelin diyor.
Servet Bayındır: Ya, kimsenin kimseyi çağırmasına gerek yok.
Evet herkesi Allah’ın dinine çağırmak gerekiyor. Yani Kur’an’ı Kerim’e çağırmak. Kendimize değil. Kendimize değil de diyeceğiz ki siz de, biz de, mesela şeyde, iki hafta önce Bursa’da bir toplantı oldu. O toplantıda, işte Hatay alevilerinin başkanı vardı. İran’dan gelen iki tane ayetullah vardı. Üç tane de hüccetül islam ünvanına sahip olan kişiler vardı. Ve daha başka da vardı, değişik, çok değişik inanç gruplarına mensup ama hepsi de Kur’an’da ve İslam kelimesinde ittifak etmiş olan kişiler yani hepsi de kendini İslam diye vasıflandırıyor, hepsi de Kur’an’ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğuna, ona uyulması gerektiğine inanıyor. Şimdi burada bir ortak nokta var. Hani şeyde ehli kitaba çağrı yaptığınız zaman işte size indirilene inandık, bize indirilene de inandık, sizin de bizim de ilahımız aynı ilahtır, ona teslim olmuşuz mantığıyla hareket etmek lazım.
Orada birisi bir konuşma yaptı, konuşma gayet güzeldi. Birisi küçücük bir hata yaptı konuşmasında, yani İran’dan o hüccetil islam durumunda olan. Ben dedim ki, şu ayeti kerimeye göre sizin bu söylediğiniz hatalıdır. Adam çok teşekkür etti, sağol dedi yani. Son derece memnun oldu, hatasından. Niye? Orada ben desydim ki, ehli sünnete göre böyle, şiaya göre böyle deseydim adam ne yapacaktı? Şimdi yani bu gereksiz bir polemik olacak, ehli sünneti, şiayı bırakın. Yani burada, zaten burada bak dedim, ben sizi Kur’an’ı Kerim’e göre tenkit edeceğim, lütfen siz de beni Kur’an’ı Kerim’e göre tenkit edin, benim de hatam varsa siz de söyleyin. Çünkü ortak noktamız, hepimizin ittifak ettiği husus bu. Ondan sonra o alevilerden konuşan bir zat, gayet güzel ayeti kerimeler okudu yani telaffuzu her şeyi düzgün. Ondan sonra fakat bizim sünniler arasında yaygın olan hurafelerden bahsetti. Hatta hiç duymadığım şeylerden de bahsetti. Sonra ona da, dedim ki bak, şu söylediğin şu söz ile şu ayet, şu sözle şu ayet, ayetlerden okudum teker teker. Bana göresi diye bir şey şey yapmadan. Karşı taraftan, bizim vakfın derslerine de Bursa’dan gelip katılan bir Yasin diye bir arkadaşımız var. Orada dedi ki bana, şeyden sonra benim yanımda oturduğu için o kişinin yüzündeki tavırları görmem mümkün değil ama bana teşekkür etti. Yani tokalaşarak teşekkür etti. Orada güzel. O dedi ki, ben o şahsın yüz hareketlerine baktım dedi. Sen onu tenkit ederken hiç rahatsız olmadı dedi. Niye çünkü kendimize göre, aleviliğe göre, sünniliğe göre, şuna göre, buna göre, bak işte ortada ayet var. Senin şu dediğin şu ayete, bu dediğin bu ayeti kerimeye uygun düşmüyor dediğin zaman, adam tamam diyor yani. Yanlış demiyor ki, tamam doğru. Ha uyar mı, ondan sonra kabul eder mi, etmez mi, o zaten ondan sonrası bizim görevimiz değil.
Dolayısıyla madem Allahu Teala, ehli kitapla mücadele ederken diyor, “ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsen,” dediğine göre. E şimdi ehli kitap, biz de ehli kitap değil miyiz yani, Allah bize kitap vermedi mi? Üstelik bak, ve herkes diyor ki, mesela diğer ehli kitap, mesela birisi Tevrat’a inanıyor, birisi Tevrat ve İncil’e inanıyor, biz Kur’an’ı Kerim’e inanıyoruz. Ama şu anda kendini islam diye vasıflandıran kişiler, mesela geçen de, geçen pazar günü Adana’da da, benim çok aşırı bir grup olarak düşündüğüm bir gruba mensup birisi ile konuştum. Tamamen Kur’an’ı Kerim’e yönelmiş. O grup Kur’an’ı kabul ediyor mu dedim? Evet dedi. Kendini müslüman sayıyor mu? Evet. Haa çok enteresan.
Şimdi dolayısıyla biz bu insanlarla konuşurken, Kur’an temelli konuşmak durumundayız. Bu gün Türkiye’de Kur’an’ı reddeden bir alevi yok, dünyada Kur’an’ı reddeden bir şii yok. Ya da kendisini mülüman sayıp da Kur’an’ı reddeden bir grup yok. O zaman biz bütün insanları Kur’an’ı Kerim’e çağırmak zorundayız. Gelir gelir, gelmez gelmez. Ama önce biz de çok sağlam ama Kur’an’a çağrı da parçacı olmaz. Bütüncül olur.
Pekiyi hepinize çok teşekkür ediyoruz, sağolun, var olun!