ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün Allah nasip ederse ekonomiyi ayağa kaldıranın zekat olduğunu, faizin ekonomiyi daraltıp batırdığını anlatmaya çalışacağız Allah nasip ederse. Tabi ilgili ayetlerle. Zekat ile faiz ilişkisi son derece önemlidir. İlk baktığınızda hiç birbirine benzer bir şey bulamazsınız ama biraz ayrıntıya gittiğiniz zaman benzerlikler ortaya çıkar. Şimdi şurada 100 lira para var. Ben 100 lirayı Yahya’ya borç olarak versem 110 lira geri vermek üzere. %10 faizle verdim, sen bana geriye 110 lira verirsin değil mi? Ben 100 lira veriyorum. Fakat ben bu 100 lirayı zekat olarak versem geriye ne alırım? Hiç bir şey alamam. Sevap konusu değil ekonomik olarak düşündüğümüz zaman. Bakara suresinin 276.ayetine bakıyoruz. Allah orada diyor ki; “Yemhakullahür riba” Allah faizi daraltır. Faizli işleri daraltır. “ve yürbis sadekat” ama sadakalı şeyleri arttırır. Şimdi burada “riba” kelimesi var. Riba, artmaya verilen isimdir. Fazlalığa verilen isimdir. Şimdi şurada ikü tane 20 lira var. Birisine 20 lira borç veriyorum, daha sonra getiriyor 30 lira veriyor. Şimdi aldığım 20 lira verdiğim yirmi liranın tam karşılığı. Bu, bunun eşit. Ama istediğim 10 lira karşılıksız olduğu için buna riba deniyor. Yani artan kısım, fazla kısım deniyor. Aynı kelimeyi Allah, sadakalar için kullanıyor. Yani diyor ki; Allah diyor faizi daraltır, sadakaları arttırır. Sadakaları arttırır dediğiniz zaman gerçekten hemen anlamak mümkün olmuyor. Nasıl arttırıyor? Ben sadaka olarak verdim mi gitti işte. Yani senin o riba istediğin, artsın dediğin şey var ya o sadaka ile olur diyor. Faizle olmaz diyor. Ve aynı kelimeyi kullanmış olması çok ilginç. Aynı kelimeyi kullanıyor. Diyor ki; “Yemhakullahür riba ve yürbi”, “ve yurbi” yani ribalandırır. Riba, artma manasına geliyor sözlük manası itibarı ile. Şimdi “er riba” dediğimiz zaman özel bir artışa verilen isim. Yani borç veriyorsunuz, borçtan gelir elde ediyordunuz. Ama siz gerçekten artmayı istiyorsanız bunun yolu faiz değil sadakalardır diyor. Bunu söyleyince gerçekten çok ters geliyor. Mesela ekonomi konusunda uluslar arası tanınırlığı olan bir arkadaşa söyledim dedim ki; yani birisi dese ki; “faiz daraltır, zekat genişletir”, buna ne dersin? Valla aptallık derim öyle şey mi olur dedi. Hem de abdestli namazlı bir adam, ayetleri bilmiyor tabi. Sonra ayetleri okudum ve meseleyi anlatınca “aaa öyle bir şey var mı ya? Bunun üzerine çalışalım” dedi. Bizim gelenekte bu ayetler okuduğunuz zaman sevap tarafını anlatırlar. Yani sevabı artar. Belki mealinde de öyle olabilir. Bakmadım. Artmada esas beklenen ne? Onu Ali İmran suresinin 130.ayetine bakalım. 67.sayfada Allah şöyle diyor; “Ya eyyühellezıne amenu: müminler”,”la te’külür riba: siz riba yemeyin” diyor. Yani faiz yemeyin. Peki bu faizin özelliği nedir? “Ad’afem müdaafeten: kat kat artma özelliğine sahip olan faizi yemeyin”. Kat kat artma özelliği nasıl oluyor? “Ad’af”. “Daaf” dediğimiz zaman: şimdi bu 10 lira. Bu, bunun ” daaf “ı olur mu? Yani gibisi. Bu nasul 10 lira ise bu da 10 lira. Buna ” daaf ” denir arapçada. Bu ikisine ne denir? D’afeyn denir. Yani ki katı denir. Şimdi üç tane olursa ne deriz buna? “Ed’af” deriz. Yani “daaf”ın çoğulu. Arapçada çoğul en az üç katı olur. “Daaf”ın çoğulu “ed’af” olur. Ama bu “mud’afe” olur mu? “Mudaafe” dediğimiz zaman ikinin katları demektir. İkinin katı olması için bir “daaf” katmam lazım değil mi? İşte bu şimdi 4 tane “d’af”a da “ed’afe” denir. 3 taneye de “ed’afe” denir. Arapçaa çoğul en az üçtür. Ama “mud’afe” olması için yani ikinin katları olması içün en az dört olması lazım. Çünkü ikinin en alt katı nedir? Dörttür değil mi? Üst katları sonsuza kadar gider. “Ed’afem mudaafe”dir faiz diyor. Yani kat kat katlanarak gider. Türkçemizde vardır ya “kartopu gibi”. Her defasında büyür, büyür, büyür gider. “Ad’afem mudaafe” olan faizi yemeyin. Şimdi faizin kendi yapısı öyledir. Şimdi mesela ben Yahya’ya, 110 lira almak üzere 100 lira borç veriyorum. Bana ne yapıyorsun? 110 lira veriyorsun. Faiz öyle bir şeydir ki mesela faizli ekonomik faaliyet olur mu olmaz mı siz bir bakın bakalım. Mesela bir iş yapıyorsunuz. Ne iş diyelim? Mesela fırıncılık yapıyorsunuz. Hepimizin her gün kendisine muhtac olduğumuz meslek. Her sabah bir pişmiş ekmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Diyelim ki Yahya fırıncı. Yakışır da. Nasıl olsa gıda konusunda çalışıyor! Ben sana 100 lira veriyorum borç. Diyorsun ki un alacağım, bir takım şeyler alacağım. Tabi bu 100 lira temsili. Tamam diyorum ben sana, altı ay sonra ödemek üzere 100 lira verdim. Bu 100 lira ile bir yerden un alır, bir yerden tuz alır, bir yerden belki bazı makinalar gerekir. 100 bin lira deyin mesela. Şunu, bunu alır ve ekmek pişirmeye, piyasaya satmaya başlar. Ben şimdi ona diyorum ki bu 100 lirayı bana 6 ay sonra 110 lira olarak ödeyeceksin diyorum. Düşünün: 6 ay sonra bana 100 lirayı 110 lira olarak ödemesi Yahya’nın görevi midir anlaşmamıza göre? Mutlaka ödeyecek. Çünkü ödemediği takdirde ben onun fırınına da ipotek koymuşumdur. Faizci mutlaka alacağını garanti eder. Yoksa vermez. Peki 6 ay sonra: şimdi bu makina aldı, mal aldı, şunu aldı, bunu aldı. Bu 100 lirayı toparlaması mümkün olur mu normalde. Yatırım yapıyorsun, bir şey yapıyorsun, kazanacaksın, falan filan. 100 bin lira. Toparlayamaz. Hep kabul gören bir şeydir: ekonomik faaliyetlerin ne zaman sonuçlanacağı belli olmadığı gibi karlı olarak sonuçlanacağı da belli değildir. Ama borcun ne zaman ödeneceği kesindir. Hem de fazlasıyla. 6 ay sonra ödeyecekken bir sipariş vermiştir bir tane aleti, 6 ayda gelmemiştir. Parasını da yatırmıştır. Henüz daha fırını çalıştırmaya da başlamamış. Evet biraz un da almıştır, tuz da almıştır, işte bugün geliyor yarın geliyor, gelmedi. Gün geldi. O gün bana 110 lirayı getirmezse iş yerine el koyarım. Benim para getir dememe gerek yok ki. Bana bu 110 lirayı getiremeyecek. Getiremediği için gelecek bana diyecek ki; bana 110 lira kredi lazım diyecek. Değil mi? Çünkü bana olan borcunu kapatması için 110 lira kredi lazım. Peki bu 110 lirayı kaç liraya satacaksın bana? O zaman 120 lira ödersin diyorum. Hadi bakalım. Bir daha, 140 lira. Bir daha, falan. İşte riba olan bu 100 lira değildir. 100 liraya yapılan ilavedir riba olan. Riba olan bu. Kat kat artan budur. Para değil. 10 olur, 20 olur, 40 olur, 60 olur, 80 olur, 100 olur, 200 olur, 500 olur artar. Anaparayı bir kaç kat da geçebilir geçmeyebilir de. Ama kat kat olması, anaparayı geçmesi manasında değildir. Faizin kat kat artmasıdır. Çünkü “ad’afen mudaafe” faizin sıfatıdır. Anaparanın sıfatı değildir tamam mı? Şimdi burada parasını faize verenler hep bu beklenti içinde değiller midir? Onun için bankacılık konusunda yakından bilgisi olanlar şunu çok iyi bilirler: bankalar, borcunu zamanında ödeyen müşteri istemezler. Borcunu ödeyemeyecek ki arttırsın arttırsın, adamın bütün malına mülküne el koysun. Peki bu ne demektir? İlk faizle borç verirken onun kat kat katlanmasını bekleyerek vermiştir. İşte bu ayette Allah’ın anlattığı o. ” Ed’afen mudaafe” kat kat artma. Zaten faizin şeyidir. Yoksa burada bazılarının anladığı gibi kat kat olan faiz haram da aşağısı helal. Haşa öyle bir şey olmaz. Allah, geçen hafta da okumuştuk. BAKARA, 279.. Ayet:ve in tübtüm fe leküm ruusü emvaliküm: faizcilikten tevbe ederseniz ana malınız sizindir” diyor. Yani ana mal ne? Ben ne vermiştim? 100 vermişim değil mi? Geriye alacağım nedir? Bu. Bunun üzerine şöyle bir tane de peçete koyaym dersem ne olur bu peçete? Faiz olur. “Para değil ki kardeşi?”. Ana mala ilave. Öyle değil mi? Onun için Allah, 1 milyar borç vermişsin, karşılığında 1 kuruş fazla ver demeyi de ne yapıyor bu ayette? Faiz sayıyor. Öyle saydığına göre “ad’afen mudaafe”yi ona göre anlamamız lazım. Yani faizin vasfıdır bu kat kat katlanmak. Şimdi buradan şeye geçelim. Tekrar şey yapalım. Allah faiz ile zekatı karşılaştırdı mı? Siz gelirinizi katlamak mı istiyorsunuz? Bunun yolu faiz değildir diyor. Bunun yolu zekattır. Allah Allah! Nasıl oluyor bu? Zekat verdiğim elimden çıkıp gidiyor. Faiz verdiğim zamsn kat kat geliyor. 30. sure. Rum suresi 39. ayet. 409.sayfa bende. “RUM, 39.. Ayet: “Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi”. Bu “li ribel” demektir. Faiz için verdiğiniz. Borç. Borç veriyorsun. Niye veriyorsun? Herhalde iki tane “lam” yanyana gelmesin diye birincisine “min” demiş C.Hakk. Konuşmayı kolaylaştırması için. “li yerbüve fı emvalin nasi: insanların malları içerisinde artsın”. Artmada borç verenin beklentisi neydi? Kat kat katlanmaydı değil mi? Öbür ayete de baktığımız zaman. Bu, diyor ki; “fe la yerbu ındellah: bu, Allah katında artmaz”. Artmaz demiyor. Artar. Faize verdiğiniz zaman geliriniz artar ama Allah bu artışı kabul etmiyor. Allah katında artmaz yani Allah bunu meşru bir kazanç saymıyor. “Allah kayında artmaz”ın insanlara yansıyan bir tarafı var. Dini Allah nasıl tarif etmişdi? Fıtrat. Hemen sağ tarfta, 30’da RUM, 30.. Ayet: Fe ekım vecheke lid dıni hanıfa fıtratellah” aynı surede. “Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir” diyor. “illetı fetaran nase: ki insanları ona göre yaratmıştır”. Fıtrat dediğine göre Allah katında artmaz demek bunu insanlar içine sindiremez demektir aynı zamanda. Onun için dikkat ederseniz insanlar faizi içine sindirsin diye radyosunda, televizyonunda sürekli zihinler karıştırılır gazetelerde. Ve iktisat fakülteleri kurulmuştur. Yani o bir vücuda yeni bir organ naklettikleri zaman sürekli vücudu uyuşturuyorlar ya organı atmasın diye. Faizciler de toplumu uyuştururlar ki toplum faizcilere karşı çıkmasın. Onun için bakın hiç bir toplumda faizciler saygın kişiler değillerdir. Yani insanların içine sinmez. Ben faizle para kazanıyorum dediğiniz zaman kimsenin içine sinmez, fıtrata ters gelir. Hiç kimsenin içine sinmediği için faizciler kendi yaptıkları işi neye benzetirler? Herkesin içine yatan alım satıma benzetirler. Şimdi burada diyor ki Allah; “insanların malları içinde katlanarak artsın diye. Katlanarak kelimesini buraya koymamın sebebi: öbür ayette okuduk ya. Ali İmran 130’da. Faizin vasfı bu. Vermiş olduğunuz şey Allah katında artmaz. Yani Allah böyle bir artışı kabul etmez. Yani Allah buna helal kazanç demez. Fıtraten de insanlar bundan hoşlanmazlar.
YAHYA ŞENOL: Faizli borcu alan kişinin de mal sahibi biri olduğunu vurguluyor ayet değil mi aynı zamanda. Faizli borca ihtiyacı olan kişinin kendisine ait bir malı var, karşı taraf o malda artsın diye veriyor o faizi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yahya bunu boşuna söylemiyor, çünkü akşama kadar duyuyor. Tefe diyorlar. Geçen hafta konuşmuştuk. Tefecilik kuran tarafından yasaklanmıştır. Tefecilik nedir? Yasal olmayan faizdir. Haşa. Gerçekten ben düşünüyorum da hocalarda inanılmaz bir cehennem aşkı var. Gerçekten. Bunu şaka olarak söylemiyorum. Ciddi söylüyorum. Şaka değil. Allah’ın kitabını bu aşkları için kullanıyorlar. Cehennem aşkı için kullanıyorlar. Ayetleri böyle keyiflerine uyduruyorlar. Kendileri ayete uyacağına keyiflerine uyduruyorlar. Diyor ki burada Allah; RUM, 39.. Ayet: “Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi: insanların malları içinde artsın diye veriyorsunuz”. Mesela az önce ne dedik? Yahya’ya borç para verdik dedik ki bu fırıncıdır. Fırını var. Yani bu parayı verirken alacağımı teminat altına almadan vermem ki. Bir şey olmalı. Geriye ödeme garantisi olmadan hiç bir faizci borç vermez bir başkasına. Yapı budur. Diyorum ki; bu adamın işi iyi, o kazansın ben de alayım. Çünkü o sürekli kazanırsa sürekli ondan alırım. Onun için onun işinin iyi gitmesi benim işime yarar. Ama işi bir ters giderse o zaman da malını mülkünü alırım. Her halükarda ben kazançlıyım yani. Diyor ki; siz malınızı kat kat arttırmak istiyorsanız bunun yolu faiz değil diyor bu ayet. Ama “ve ma ateytüm min zekatin türıdune vechellahi: Allah rızasını isteyerek verdiğiniz zekat”. Allah rızası isteyerek verdiğiniz zekat ne demektir? Kimsenin başına kakmıyorsunuz, Allah rızası için veriyorsunuz, karşı tarafın moralini bozmuyorsunuz, şevkini kırmıyorsunuz. O kişi piyasaya çıkıyor, o sağlam moralle iş yapıyor. Geriye de bir ödeme derdi olmadığı için. Mesela Yahya’ya diyelim ki işletmesinde sıkıntı var. Evet fırını var, işçisi var, un alamıyor. Ben Yahya’ya bunu zekat olarak veriyorum. Alıyor bunu ve herhangi bir sıkıntıya girer mi? Bugün başladı, yarın başladı diye bir endişesi olur mu? Bir an önce işletmeyi faaliyete geçirir. Hem topluma ekmek üretir. Son derece rahat, zihni rahat, ikide bir bu borcu nasıl ödeyeceğim diye düşünmez. Kaliteli mal üretmeye bakar. Çünkü öbürü kaliteli mal değil. Kalitesiz, daha ucuza mâl edecek şey üretmeye bakar ki borcunu ödesin. Ama şimdi öyle değil. Daha kaliteli mal üretmeye bakar, çünkü zihni rahattır. O zaman ne olur? Bir müddet sonra bakarsınız ki Yahya zekat vermeye başlamış. Değil mi? İşte ayette diyor ki Allah; RUM, 39 “ve ma ateytüm min zekatin türıdune vechellahi”. İşletme sermayesi çeken bir kişiye ben zekat veriyorum Allah rızası için. Tabi bu zekatı veren aslında devlet organizasyonudur. Onunla ilgili ayetleri de göreceğiz. “Fe ülaike hümül mud’ıfun: mud’ıf olanlar onlardır”. “Mud’ıf” kelimesini az önceki mantıkla şey yaparsak Enes Hoca. Şimdi bu 1. Bu mud’ıf olur mu? Ne olacak? Bu ve katları. Siz zekatla 2,4. Gelirinizi katlamak istiyordunuz ya? Bunun yolu o değil diyor Allah. Faizle katlamak istiyorsunuz ya bunun yolu faiz değil. Gelirinizi katlamak istiyorsanız yolu zekattır diyor. Bu da gerçekten mantık olarak anlaşılması zor bir şey yani. O zaman biz bunu biraz daha ayrıntılı, bunu bir giriş olarak kabul edelim. Şimdi Abdurrahman’ı bir dinleyelim.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hocamız da zaten işaret etti zekat ile faiz arasındaki ilişkiye. Bu anlamda Hocamız’ın yazdığı bir makale var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Makale değil de akşamdan beri düzenlediğim bölük pörçük şeyler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kitapta da kısmen vardı bir bölümü. Faiz ile zekat burada mukayese edilmiş. Daha doğrusu faiz derken kredi sistemi ile zekat. Bunların başlıklarını önce bir okuyayım Hocam isterseniz. İlki: kredi sistemi insanı bencil ve cimri yapar. Zekat ise iyilik sever yapar. Yani insanın fıtratında cimrilik vardır, faiz o cimriliği kamçılar, insanın ufkunu daraltır. Zekat ise kişinin ufkunu genişletir ve onu daha mutlu yapar. İkincisi ise faiz para darlığı oluşturur. Zekat ise paranın dolaşım hızını arttırır. Yine bu da iktisadi açıdan açıklanmış burada. Birazdan okuruz belki. Faiz, mal ve hizmet üretimini daraltır, zekat ise çarpa etkisi yapar. Dört: kredi vermek ekonomik bir faaliyet değildir. Yani hiç bir katma değeri yok. Zekat ise tam aksine topluma bir faydası olur doğal olarak. Hibe gibi olduğu için. Beş: ekonomik faaliyetin kâr ile sonuçlanması garanti edilemez. Borç alan kişi mutlaka kâr edecek diye bir şey yok. Zaten süreleri bile farklı. Faizi geri ödeme süresi ile kar elde etme zamanı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ekonomik faaliyeti sonuçlanma süresi aynı değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi sistemi rekabeti engeller. Kredinin bir maliyeti vardır. Adına finansman maliyeti denir. Bunu geçen hafta biraz işaret etmiştik bu konuya. Kredi işsizler ordusu meydana getirir. Zekat ise işsizliği engeller. Kredi fiyatları arttırır, sabit gelirlinin servetini azaltır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin kapanmasına sebep olur. Neticede işsizlik artmış olur. Kredi sistemi tasarruf sahiplerini bitirir. Yani kimse girişimde bulunmaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yoo para biriktirenlerin paralarını alır elinden.
ABDURRAHMAN YAZICI: Dokuz: Kredi sistemi, mutlu azınlık ve mutsuz çoğunluk meydana getirir. Zekat ise mutluluğu toplumun her kesimine yayar. Kısaca bu şekilde özetleyebiliriz başlıklar halinde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Belki buraya bir şey daha ilave etmek gerekebilir. Vergi sistemindedir esas önemli olan kısmı zekatın.
ABDURRAHMAN YAZICI: Maldan alınır vergi, hizmetten alınmaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevbe suresinin 103.ayetinde diyor ki Allah ;”huz min emvâlihim sedakaten” mallarından sadaka ki o zekat anlamındadır. Emir olduğu için. Mallarından zekat al diyor. Bu hangi mallar? Onu da Bakara 219’da diyor ki; “ve yes’eluneke maza yünfikun kulil afv”. Avf dediği zaman kolaylıkla ulaşılabilen ve kolaylıkla verilebilen mal demektir. Kolayca verilebilen ne demektir? İhtiyaçtan fazla olandır. Onun için zekatta nisab vardır. Alt sınır vardır. Ama faizli sistem-biraz sonra göreceğiz-toplumu soyup soğana çevirdiği için, bitirdiği için her şeyden vergi alır. Ben bu dünyada yaşıyorum, oturduğum bir ev. Evden vergi alır. Oturacağım bir yer olmayacak mı kardeşim? Senin oturduğun evden vergi alır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hatta ev almak için aldığınız krediden de vergi alır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Asgari ücret diyorsun. Adamın alacağı o para. Bunların hepsi, tamamen faizli sistemin dayattıklarıdır. Çünkü faizli sistem efendiler ile kölelerden oluşur. Ama köle demezler hiç bir zaman için. Sürekli hürriyet pompalarlar. Siz hürsünüz falan filan. Ne güzel. Tıpkı hapishanedeki insanlara sen hürsün demek gibi bir şeydir yani. Bütün hareketleriniz sınırlanmış, sen hürsün diyor. Asgarisi masgarisi değil. Ücretinizden vergi alıyor. Ben geçende duydum yeni bir kanun mu çıkmış ne çıkmış: bir kimseyi cam silmesi için çağıracağım, ona sigorta yaptıracağım falan. Gerçekten müslümanların batılılara özenmesi kadar beni rahatsız eden, böyle çıldırtıyor beni ya! Allah rızası için bundan sonra bir müslüman olarak batılı değer kelimesini kullanmayalım lütfen. Hiç kimse kullanmasın bunu. Batının tek bir değeri vardır o da sömürü. İkinci bir değeri yoktur. Diğerleri sömürü yapabilmek için yaptığı uyuşturmalardır. Başka bir şey yok. Uyuşturucu veriyor cebindeki parayı almak için içiyorsun “oh be ne muhteşem, batılılar ne kadar güzel”. Bir de uyanıyorsun ki cebinde bir şey kalmamış. Ya kardeşim bu ne oluyor ya! “Niye kaçırıyorlar?”. Adam nasıl yaşasın? Bak diyor ki; “malından al” diyor. Bir kere adamın fazla bir malı olacak. İhtiyaç fazlası. Ev benim ihtiyacım mı? Ondan vergi alınmaz. Araba beni ihtiyacım mı? Ondan vergi alınmaz. Adamın çalışması ihtiyaç. Çalışmadan nasıl vergi alıyorsun? İstihdamdan vergi alınır mı? Ondan sonra istihdam sıkıntısı var. Tabi ki olur. Sen istihdamı daralttıkça daraltıyorsun ondan sonra işsizlik var diyorsun. Başka ne bekliyorsun ki. Dolayısıyla bir kere islam ülkeleri başlangıç olarak istihdamda vergi almayı kesinlikle kaldırmaları lazım. İkinci, üçüncü adımlar daha sonra gelecek. Ve sonunda sadece maldan zekat alınacak. Tek vergi de zekattır. İkinci vergi yok. Maalesef tarihsel olarak da zekat bitirilmiştir. Onu da birçok derste onu da okumuştuk. Bugün onu tekrarlamayalım çünkü konu tamamen başka tarafa geçmiş olur. Ama arzu edenler Ömer Nasuhi Bilmen’in İslam İlmihali, Zekat bölümüne baksınlar. 8 kalem zekat hemen ilk hamlede 7’ye düşürülmüştür hiç bir delile dayanmadan. O 7’yi de okuyun. O 7’nin zekat memurlarının dışındaki hepsi fakir sınıfına sokulur. Haşa Allah bilmiyor muydu fakirlere verin demeyi de 8 sınıf yaptı burada? Onun için zekatın ekonomik etkisi de ciddi manada azaltılmıştır. Hakikaten birileri öyle bir operasyon yapmış ki islam üzerinde, islam’ın ekonomik yönden, sosyal yönden ve ahlaki yönden her tarafı etkileyecek, insanları cezbedecek kısımların hepsi törpülenmiş. Sadece babadan atadan müslüman olduğuna inananlar kendilerini müslüman olarak kabul etmişler. Diğerleri de islam bu ise kalsın demiş. Şimdi de zaten biraz daha iş gelişti. İnsanlar sorgulamaya başladı. Eğer din bu ise eksik olsun diyor. Ben istemiyorum diyor. Çünkü öyle bir din anlatıyorsunuz ki kişinin fıtratına ters. Sen şimdi oradan 1.maddeyi oku.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi sistemi insanı cimri ve bencil yapar. Zekat ise iyiliksever yapar. Yani insan fıtratında bir cimrilik vardır. Mearic suresinde 19-25 arası.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada diyor ki Allah; “MEARİC, 19.. Ayet: İnnel’insane hulika helu’an” bunun Türkçe karşılığı tatminsiz diyebiliriz. İnsan tatminsiz yaratılmıştır. Hepiniz kendinize bakın. Mesela ne deriz; “ya benim bir evim bir arabam olsa ağayım”. Olduğu an onunla yetinmemeye başlar. Hemen başka şeyler. Onu elde etse hemen başka. Onu da elde etse başka şeylet. Tatmin diye bir şey yoktur insanda. Niye tatminsiz yaratıldı? Çünkü imtihan oluyor. Kendini öyle serbest mi bırakıyor yoksa koruyor mu? Allah’ın emrine mi uyuyor yoksa canının çektiğini mi yapıyor. Sınır yok yani. Bunu açıklıyor C.Hakk. MEARİC, 20.. Ayet: İza messehuşşerru cezu’an” yani başına bir sıkıntı gelse basar feryadı. Yandım, bittim falan filan. Ne oluyor imtihan ediliyorsun. Her şeyle imtihan edecek C.Hakk seni. MEARİC, 21.. Ayet: Ve iza messehulhayru menu’an” ama eline bir imkan geçse kimseye bir şey vermez. Bir tane hoca vardı maddi durumu oldukça iyi. Şikayet ediyor bazı insanlardan. Ben ona dedim ki; sen hiç hayır yaptın mı şimdiye kadar? Hiç Allah rızası için 1 lira harcadın mı dedim? 1 lira yani fazla değil. Harcadım dedi. Kime yaptın bir söyler misin dedim. Düşündü düşündü dedi ki; analığımın çatısı akıyordu, bir gün onu yaptırdım dedi. Onu Allah rızası için mi yaptırdın yoksa insanlar dedikodu ediyor diye mi yaptırdın? Bu adam bu kadar maddi imkanlara sahip, analığının da çatısı akıyor. Zavallı kadıncağız bir şey yapamıyor. Sesini çıkarmadı. Ben sana bir şey söyleyeyim mi dedim. Sen Allah rızası için bir kirini bile vermezsin dedim. Yüzüne söyledim. Sen, Allah rızası için bir kirini bile vermezsin dedim. Yaparız, yaparız dedi. Yapamazsın hiç kendini yorma. Hani hep görürsünüz, “bende olacaktı ki göresiniz”. Olduğu zaman onu göremezsiniz. Artık o gider. Kendisini göremezsiniz kaybolur gider. Bizim vakıfa gelip de uzaklaşan kişilere bazen telefon açarım, ne oldu herhalde zenginleştin falan diye. Bazıları da hiç telefona çıkmaz yani. Toplantıda olur! Burada diyor ki Allah; MEARİC, 22.. Ayet: İllelmusalliyne: musalliynler başka”. Namazı tam kılıyor, kuran okuyor. İçselleştirmiş. MEARİC, 23.. Ayet: “Elleziynehum ‘ala salatihim daimune: onlar namazlarında süreklidirler” yani sürekli C.Hakka boyun eğdiklerini, O’na muhtaç olduklarını yani dünya ve ahiretlerini düşünürler. MEARİC, 24.. Ayet: “Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma’lumun: mallarında belli bir hak vardır”. MEARİC, 25.. Ayet: “Lissaili velmahrumi: isteyen ve istemeyen için”. İsteyen derken dilenci değil. İhtiyacını belirtiyor. Şöyle bir ihtiyacım var diyene verir. Ben bu adamın durumunu biraz hoş görmüyorum, çağırayım bir konuşayım. Hayırdır ne var ne yok. Ona da verir. Birinci maddeyi bir daha oku.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi sistemi insanı cimri ve bencil, zekat ise iyiliksever yapar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten insanoğlu tatminsiz yaratıldığı için adam borç veriyor. Zekat veren kişi bu mal gitsin diyor Allah rızası için. Ama öbürü diyor hayır. Ben sana bunu vereceğim, fazlasıyla isterim diyor. Karşı tarafın sıkıntısından yararlanmaya çalışıyor değil mi? Para ihtiyacından yararlanmaya çalışıyor. İşte bu, kişide zaten var olan-ayette okuduk ya: iyileştiği zaman vermez- cimriliği kamçılıyor. Bakıyorsunuz ki cimriler topluluğu oluyor. Şimdi mesela artık bu tür topluluklarda size borç veren kişi de bulamazsınız kolay kolay. Çünkü herkes bencilleşiyor, bencillikte birbirleriyle yarışıyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zekat ise kişinin ufkunu genişletir ve mutlu eder. Teğabun suresi 64.surenin 15-17 arası.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela burada 15-17 diyor ki Allah burada; TEGABUN, 15.. Ayet: Ennema emvalukum ve evladukum fitne” malınız da evladınız da sizin elinizi yakar. Yani sizi çok zor imtihanlara sokar. “Vallahu ‘ındehu ecrun ‘azıymun: büyük ücret Allah katındadır”. Yani ne evladından böyle bir beklentin olsun ne malından. Çünkü o kendi hayatını yaşıyor sen kendi hayatını yaşıyorsun. Herkesin sıkıntısı vardır. Bu sizin için imtihan vesilesidir diyor Allah. TEGABUN, 16.. Ayet: “Fettekullahe mesteta’tum” yani gücünüzün yettiği ölçüde Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun”, “vesme’u: dinleyin”, “ve etiy’u: boyun eğün”, “ve enfiku: malınızı harcayın”. Peki harcarsak ne olur? “Hayren li enfusikum” kendi faydanıza diyor. Başkasına yardım yapacağım, kendi faydama? Bu nasıl olur? Nasıl olur biraz sonra göreceğiz inşallah. “Ve men yuka şuhha nefsihi feulaike humulmufluhune: kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa umduğuna kavuşacak olanlar onlardır”. Niye? Hepimizin içinde cimrilik vardır. Herkesin. Niye cimri? İmtihan ettiği için Allah onu koyuyor içimize. Mesela bir yerde bir şey konuşuluyor, mesela deniyor ki önümüzdeki hafta bu vakfın maaş vereceğimiz zamandır. Biraz şöyle bir sıkıntımız var falan. Biriniz diyorsunuz ki ben 100 lira vereyim. Ondan sonra bakıyorum bu vakfı dinleyen kaç kişi var? En az giriyoruz bakıyoruz ki binlerce kişi var. Bin kişiden 100’er lira 100 bin eder, 100’er lira fazla kardeşim 50 vereyim yeter der. Ondan sonra 50 vereyim ama başkaları da var sadece burası değil ki. Ben en iyisi buraya 25 vereyim. Ondan sonra da giderken; sonra veririm der. Takip edin herkeste böyle şeyler olur. Çünkü insan cimri yaratılmıştır. Ben şahsımda mesela böyle bir yerde 100 versem yeter dediğim zaman 200 lira çıkarırım şeytanı şey yapmak için. Çünkü ben de bunu kendim yaşadım defalarca. Baktım şeytan bizimke çok uğraşıyor, en iyisi ikiye katlayalım da bir daha bizimle uğraşmasın. Yani yapı budur. Umduklarına kavuşacak olanlar cimriliklerinden korunanlardır. Diyor ki Allah TEGABUN, 17.. Ayet: İn tukridullahe kardan hasenen”. Bakın şimdi: siz Allah’a bir borç verirseniz. Yani Allah rızası için para veriyorsunuz. Yani sen burada bir fakre yardım yaptığın zaman bu parayı aslında fakire vermiyorsun. Fakire vermeyi emreden kim? Allah. Aslında o borcu Allah’a vermiş oluyorsun. Aynı kelime var burada dikkat ediyormusunuz. “Yuda’ıfhu lekum” sizin için onu katlasın. “Ve yağfir lekum: bir de sizi bağışlasın”, “vallahu şekurin haliymun: Allah şekurdur” yani teşekkürü çok iyi yapar. Hem senin gönlünü rahatlatır, işlerini açar, şu olur, bu olur. TEGABUN, 18.. Ayet: ‘Alimulğaybi veşşehadet: gaybı davortada olanı da bilir” içinizdekini de bilir. Allah şekurdur ve halimdir. Allah yumuşak davranır, hiç acelesi yoktur. İçinizi de bilir dışınısı da bilir, güçlüdür ve doğru karar verir. Size daha önce anlatmıştım. Erzurum’da rahmetli oldu bir zat gelmişti. Son derece onurlu. Benim yanıma geldi ya dedi işte Konya’nın bilmem neresinde akrabalarım var, maddi durumları çok kötü. Böyle elbiseleri yok, şeyleri yok içim yandı. Oraya bir şey yapabilir miyiz dedi. Ben de birisine telefon açtım, şu Mahmutpaşa’da. Tamam gelsin dedi gönderdim oraya. Sonra adam geldi ertesi gün. Ya ben böyle bir adam görmedim dedi. Ne oldu dedim. Valla dedi içeri girdim bir selam verdim sanki büyük bir tüccar gelmiş gibi beni karşıladı orada dedi. Acaba yanlış mı anladı dedim. Hadi bir yemek yiyelim sonra bakarız dedi. Allah Allah! Geçtik berber yemek yedik ondan sonra çıktık mallarını gösterdi “gel neyi beğeniyorsan al”. Allah Allah! Gene hâla şaşkınım diyor. İstediğinden al. Ne kadar istiyorsun? Peki. Çalışanına da amcan neyi istiyorsa ver demiş. Aldık diyor paketlediler. Peki nereye gidecek? Konya Ereğli’ye. Araban var mı? Yok. Oğlum hadi şunu arabayla götür. O zaman Topkapı’daydı otobüsler. Topkapı’dan kalkardı. Topkapı’ya gittik diyor. Bir de çocuğa da tembih etmiş otobüsün nakliye parasını da ver diye. Ya bu ne biçim bir insan diyor. Sonra teşekküre gittin ona. Hocam dedi, ben zekatımı birkaç kat verdim dedi. Zekat borcum falan yok. Ama dedi şu komşularım asıl kârın burada olduğunu bilseler bana bir kişi kalmaz, herkes yolda kapar dedi bunları. Bunun ne kadar kârlı bir şey olduğunu şu komşular bir bilse bana bir kişi bile düşmez dedi. Aramızda paylaşamayız bu tür şeyleri. Allah’a borç veriyorsun. Demek ki faiz insanı gerçekten cimrileştirir. Zekat ne yapar? Bak işte adam geliyor methediyor ya. Ne kadar iyi bir insandır diyor değil mi? Yarın birisi bir alış veriş yapmak istese falancanın dükkanına git diyecek değil mi herhangi birisini gördüğü zaman.
ABDURRAHMAN YAZICI: Faiz, para darlığı oluşturur. Zekat ise paranın dolaşım hızını arttırır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bak. Para, vücuttaki kan gibi sürekli dolaşması lazım. Burada duran para hiç kimsenin işine yaramaz. Ama ben buradan alır Abdurrahman’a verirsem Abdurrahman bir işini görür. Mesela diyelim size borcu var, size olan borcunu öder. Öbür taraf o da gider falan yerden ihtiyacı olan malı alır. O dükkan şuna verir buna verir akşama kadar bakarsınız ki yüzlerce kişinin eline geçmiş. Şimdi dolayısıyla para sürekli dolaşıyor olması lazım. Kanın sürekli vücutta dolaşması gibi. Ben faizli borç vermek istediğim zaman piyasadan para çekmek zorundayım. Önce parayı biriktireceğim. Mesela banka devreye giriyor diyor ki tasarruflarınızı bize getirin. Tasrrufları alıp bankaya getirdiğin zaman bir süre o para dolaşımdan çıkıyor mu? Yani sizin kanınızın dolaştığını düşünün. 10 dakikalığına vücudunuzda 1 kilo eksik kan dolaşsa ne hale gelir vücudunuz? 5 kilo kan dolaşırken 5/1’ini aldınız. Vücut ne hale gelir? İş yapamaz hale gelirsiniz değil mi? Şimdi piyasada diyelim ki 5 milyon lira para var mesela yani. Bankalar tasarruf sahiplerinden 1 milyonu çekti. O 1 milyon bankanın kasasındayken piyasada herhangi iş görür mü? Piyasada para darlığı meydana getirdi mi? Ayet ne dedi? Faiz daraltır dedi değil mi? Hemen piyasada para darlığı oldu. Peki zekat? Benim cebimde para var, ben bunu dağıtayım şuraya buraya. Onun için paranın, altın da olsa gümüş de olsa para piyasada değilse, dolaşımda değilse çok zararlı olur. Ondan dolayı Allah Tevbe suresinin 34.ayetinde diyor ki; “vellezine yeknizunez zehebe vel fiddat” oradaki altın, gümüş dediği paradır o piyasada. Bugün de altın gene paradır, gümüş. Çünkü kıymetli madenlerdir bunlar. “vellezine yeknizunez zehebe vel fiddat: altını ve gümüşü depolayan”, “ve la yünfikuneha fı sebılillahi: Allah yolunda onları harcamayan” yani harcama kanallarına sokmayan. Toplumun ihtiyaçları için harcama kanallarına sokmuyor topluyor. Piyasada para darlığı meydana getiriyor. “fe beşşirhüm bi azabin elım: onları acıklı azapla müjdele”. Hem kendi hayatlarında dünyadayken bu azabı çekerler hem de toplumda sıkıntı doğar. O toplumun sıkıntısı bir müddet sonra ona da yansır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Faize para yatırmak için biriktirmek gerekir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevbe 34. ayetin yarısından sonra. Ben şimdi vakit şey yapmasın diye yarısından öncesini okumadım. Aslında orası hocalara dokunuyor da. Bu kadar şey yaptıktan sonra okuyalım bari. 193. sayfa. TEVBE, 34.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıli”. Bak şimdi burada mealde ne etmiş? Hahamlar ve ruhbanlar diyor. Müslümanları ilgilendirmez bu! Buna doğru meal vermişti Kayserili Şaban Piriş. Bayağı başını ağrıtmışlar. Nasıl oluyor böyle şey mi olur? Biz de giriyoruz. Hahamlar ve şeyler dedi mi nasıl olsa yahudi ve hıristiyan boş ver onları. Ama müslüman hocalar da girdiği zaman adamı bayağı rahatsız etmişler. Buraya gelmişti konuşuyordu. Bu ahbar, hıbır yani türkçede mürekkep yalamış kişiler, ilim ile meşgul olanlar. Ruhban da Allah’tan korktuğunu söyleyen. Yani ne olur? Din adamları. İlim adamları ve din adamları diye tercüme etmek gerekir bunları. İlim adamlarının ve din adamlarının çoğu illa şey değil yani. O ilim adamları, diğer ilim adamları da dahil. İnsanlara yanlış bilgi vererek. Mesela hatırlayın bir zamanlar ana sütüne karşı çıkıp mamaları tavsiye ediyorlardı. Bunu tavsiye edenler, hem de bilimsel araştırma falan filan. E tabi bilim diyeceksin. Bugün bu müslümanların islam toplumunu bu hâle getirenleri çoğu ilim adamları değil mi? Ne için yapıyorlar bunu? Mevki, makam ve dünyalık için yapıyorlar. Diyor ki: Ya eyyühellezıne amenu inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıli: ilim adamlarının ve bilim adamlarının çoğu insanların mallarını batıl yollarla yerler”. “Ve yesuddune an sebılillah” yemeleri yetmez, bir de Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar. Çünkü Allah’a itaat edin derlerse yiyemezler ki. Dini kendilerine uyduracaklar ki yesinler. Ondan sonra diyor ki; “Vellezıne yeknizunez zehebe vel fiddate” ama bu daha genel söylüyor. Altını ve gümüşü kenz eden yani biriktiren, “ve la yünfikuneha fı sebılillahi: ve Allah yolunda da harcamayan”. Allah yolu yani sosyal şeyde harcamayanlar. Çünkü toplumun kurallarını koyan Allah’dır. Onlar, “fe beşşirhüm bi azabin elım: onları acıklı bir azapla müjdele” diyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: İnfakın olmadığı ortamda hırsızlık, gasb, anarşi meydana gelir. İnsanlar mallarını ve canlarını korumakta zorlanırlar. Mallarından infakta bulunmayanların bir de ahirette canları yanacaktır. Bu konuda bir ayet de vardı Hocam. Râd suresinin 17. “Emma men yenfeun nâse fe yemkusu fil ardı” şeklinde. İnsanlara yararı olan da yeryüzünde kalmaya devam eder. Yani insanlar iyilik yapıyorlar, zekat veriyorlarsa malları da zor durumda olan fakir insanlara karşu daha güvende olmuş olur. Çeşitli sosyal problemler çıkmamış olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanları sıkıştırıyorsunuz, aç bırakıyorsunuz, işsiz bırakıyorsunuz ve bu defa ne oluyor? Bir suçlular ordusu oluşturmanın yollarını açmış oluyorsunuz. Çalışacak bir şeysi yok, çalışsa kazancı kendisine yetmiyor. Herkes ahlaklı değil ki. İnsanlarda da tatminsiz bir arzu var. Hiç olmazsa belli oranda rahatlatacaksınız ki sosyal olaylar, anarşi, terör, hırsızlık, şu, bu falan büyük ölçüde azalmış olsun. Ben size Osmanlı toplumundan örnekler veriyordum tabi. Orada zekat, bugünkü ile kıyaslanamayacak kadar uygulanan bir şeydi zekat. Onun için mahkemelerin kayıtlarında en az rastlanan şey ceza davalarıydı. Hukuk davalarında da öyle bakıyorsunuz ciddi bir olay yok. Ve aynı gün sonuçlanmamış dava hemen hemen yok gibiydi yani. En fazla üç gün sürerdi davanın sonuçlanması. Son derece huzur dolu bir toplum yapısı ortaya çıkmıştı. Zaman zaman orada da olmuyor muydu? Tabi ki olur olmaz olur mu? İnsanın olduğu yerde olumsuzluklar elbette olacaktır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Faiz, mal ve hizmet üretimini daraltır, zekat ise çarpan etkisi yapar. Krediyi ödeme tarihi ile ekonomik faaliyetlerin sonuçlanma tarihi birbirine denk düşmez. Bu da bizi sıkıntıya soktuğundan işin aksamaması ve teminatlarına ek konmaması için yeni kredi arayışına girer. Kredi bulunursa borç yükü artar ve borç bulamazsa işletmesi kapanır. Her iki durumda da hem kendine hem topluma zararlı olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce Yahya örneğini vermiştik. Zihinlerde yerleşsin. Kolay anlaşılsın diye söylüyorum onu. Diyelim Yahya’nın bir fırını var. Küçük bir kasabada yaşadığımızı düşünün. O fırından ekmek alıyoruz. Onun da işleri aksamış ekmek pişiremiyor. O zaman ekmeğin başka bir yerden gelmesi lazım. O da bayağı sıkıntı. Geliyor bayat ekmek, işte biraz hoşlanmıyorsunuz falan. Şimdi Yahya’ya diyoruz ki niye üretim yapamıyorsun? Diyor 100 bin liraya ihtiyacım var yapamıyorum. Tamam ben sana borç olarak vereyim diyor. Başka da çaresi olmadığı için ne yapalım. Peki ne zaman ödeyeceğim? Ne zamana kadar ödeyebilirsin? Bir hesap yapıyor 1 senede öderim diyor. Veriyorum Ona. Al şu 100 bin lirayı bana 110 bin lira ödersin diyorum. Önceden 1 senede öderim diyor ama Onun düşündüğü ekonomik faaliyetin 1 sene sonra sonuçlanması mümkün. Orada bir sürü yatırımlar yapacak, mal alacak, şunu yapacak, bunu yapacak. 1 sene içerisinde hem o işletmesinin kendi dönüşünü sağlayacak hem bana borç ödeyecek. Bu çoğu zaman imkansız olur. O zaman 1 sene sonra bunu bana ödeme için onun fırınını şey yaparım. İpotek yapmak şartıyla. Başka çaresi yok. İşsiz kalmaktansa ipotek yapayım diyecek değil mi? Allah’ın haram kıldığı meselesini bir kenara bırakalım ekonomik olarak düşünüyoruz şimdi. Verdim Ona 100 lira. Bir sene oldu. Bir sene sonra hadi bakalım süre doldu kardeşim paranı getir. Benim dememe lüzum yok, O kendisi getirir. Çünkü yapı öyle bir oluşmuş ki kredi sisteminde, getirmezse temerrüde girer. Temerrüde girdiği zaman da ben tek taraflı faizin oranını arttırma hakkına sahip olurum. Ondan sonra da bir haciz getirir onun mallarına el koyarım. Onun için süre bitmeden önce gelecek bana. Diyecek ki ödeyecek durumum yok. Bana bir kredi daha açar mısın? Şimdi bir kredi daha açacağım. Önceki borcunu ödemiş olarak kayda geçireceğim. Bu defa Ona 110 bin lira borç verip 120 bin isteyeceğim. Ya da daha fazla isteyeceğim. Bir müddet sonra Yahya, elindeki fırını da kaybedecek. Çünkü ödeyemeyecek. Bir daha bana kredi almaya geldiği zaman diyeceği kusura bakma olmaz artık git başka yerden bul. Başka yerden de bulamayacağı için fırına el koyacağım. O zaman Yahya’nın yanında çalıştırdığı işçiler ne yapacak? İşletmesi kapanacak. Yahya işsiz kalacak mı? O işçiler işsiz kalacak mı? Onun ürettiği ekmekleri dağıtanlar işsiz kalacak mı? Ve oradaki o toplumda o ekmekten yiyecek insanlar ekmeksiz kalacak mı? İşte şimdi faiz ekonomiyi daralttı mı burada? Ama ben Yahya’ya bu 100 lirayı zekat olarak verseydim aynı şekilde. Bunu tekrar geriye ödeme derdi olmadığı için işletmesi çok rahat bir şekilde hareket edecekti değil mi? Ondan sonra daha önce daha az maaş vereyim de masrafları azaltayım ki borcu ödeyeyim diyecekti. Şimdi onu da demiyecek. Daha yüksek maaş verecek, daha kaliteli işçi tutacak, daha kaliteli üretim yapacak, daha kaliteli malzeme alacak ve bir müddet sonra zenginleşecek, bu defa kendisi zekat verecek duruma gelecek ama benim de bir dükkanım varsa bu defa Yahya’nın çalıştırdığı işçiler, Yahya’nın kendisi, Onun sebep olduğu ekonomik genişleme benim dükkanıma müşteri olarak yansıyacak mı? Çiftçi buğday üretecek üretimini satacak. Değirmenci değirmenini çalıştıracak. Orada nakliye yapan kişiler nakliyesini yapacaklar, böyle gidecek. Dolayısıyla çarpan etkisi yapıyor zekat. Allah bununla ilgili de şöyle diyor. BAKARA, 261.. Ayet: “Meselüllezıne yünfikune emvalehüm fı sebılillah: mallarını Allah yolunda harcayanlar”, “ke meseli habbetin embetet seb’a senabihle fı külli sümbületim mietü habbeh”. Tabi bu Allah yolu tabi sosyal harcamalar diyebiliriz bugünkü anlayışla. “Toprağa atılmış bir buğday tanesi gibidir”. Buğday tanesini toprağa attığınız zaman elinizden çıkar. Zekat verdiğiniz zaman da elinizden çıkar. Toprağa atılan buğday tanesini geriye tekrar toplayıp da değirmende öğütme imkanınız olur mu? Mümkün değil değil mi? Zekat verdiğimiz parayı da tekrar geriye isteme şansımız yoktur. Bu neye benzer diyor Allah? “Toprağa atılmış bir dâneye benzer. O, 7 başak bitirmiştir. Her başağımda 100 dâne vardır”. Allah-yine ‘daaf’ kelimesi geçiyor- “vallahü yüdaıfü li mey yeşa: Allah, doğru tercihte bulunana bunun katlarını da verir”. Sadece 1’e 700 değil yani. “Vallahü vasiun alım: Allah’ın imkanları geniştir ve her şeyi bilir”. Şimdi bu ayet şeyi hatırlattı. Size daha önce söylemiştim. Biz bu vakıfta haftalık toplantılar yapardık. Kulakları çınlasın İlker Parasız Hoca vardır. Para hocası, soyadı Parasız. Aslında Pâresiz de neyse Parasız yazmış. Parçasız anlamına geliyor fakat nüfusa Parasız diye yazmışlar. O da ilginç bir şey. İlker Hoca, Uludağ Üniversitesi’nde idi zaman zaman gelirdi Pazar günleri bizim buradaki sohbetlere. Bir gün bu ayeti okuduk İlker Hoca şaşırdı kaldı. Allah Allah dedi ben bu ayeti hiç düşünmedim şimdiye kadar, sanki hiç okumamışım dedi. Bu nasıl oluyor dedi. Gerçekten tam bir şok geçirdi orada. Ondan sonra kalktı tahtada bir hesap yaptı. Tabi ben ekonomisi falan bilmem yani. Ekonomisi denen bilim dalı var biliyorsunuz. Matematikle idare ediliyor iktisatta. Kalktı bir hesap yaptı 700 rakamını çıkardı. Nasıl yaptıysa yaptı. Uzmanları bilir. Dedi ki; buna çarpan etkisi derler dedi ekonomide. Muhteşem bir şey bu dedi. Bu ayetten bir kaç sene evvel haberim olsaydı dedi, ben şimdi kesinlikle nobel ödülü almıştım dedi. Muhteşem bir şey bu. Hemen anlaşılsın diye bir örnek veriyorum. Biliyorsunuz daha önce de bir kaç kere vermiştim. Şimdi şurada 1000 kişi olsa, herkesin birbirine 1000’er lira borcu olmuş olsa. Ben ilk kişiye, mesela Abdurahman’a 1000 lira zekat versem. O yanındakine, o yanındaki, o yanındaki hepsi verir. En son Yahya’nın da bana 1000 lira borcu olduğu için Yahya da o 1000 lirayı bana verir. Ne oldu? Benim 1000 liram yine cebime geldi. Kaç liralık iş gördü 1 tane 1000 lira? 1 milyon liralık iş gördü bakın. Bu kadar insanın rahatlamasına sebep olduğum için C.Hakk da benim işlerimi açar. Benim dükkanım var ise bunların hepsi borçtan kurtulduğundan dolayı bana müşteri olarak gelebilirler değil mi? Ben de kat kat gelirlerimi arttırırım. Böyle mi olur? Bunu anlamak için söyledik. Tabi hep böyle olacak değil elbette. Ama böyle şey yapıyor. Oradan oraya, oradan oraya. Yani siz gidip de dükkandan bir tane ekmek alıyorsunuz, o paranın nereye gittiğini bir takip edin akşama kadar. Bir aylık bir dolaşımını takip edin o zaman görürsünüz. Ekonomi uzmanları da bu tür takiplerden sonra bu hesapları elde ediyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zaten o yüzden çarpan etkisi biliniyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama faizde böyle bir şey olması mümkün değil. Faiz ne çarpanı, faiz toplumu çarpar. Faiz parayı alır, mal dolaşımını daraltır, bakarsınız ki adamın işi kapanıyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Faiz zengine verildiği için piyasadan çekilir, piyasayı olumsuz olarak etkiler. Paranın kendisi hiç bir ihtiyacı karşılamaz. Ne yenir, ne içilir, ne de giyilir. Ama kimin eline geçerse onun ihtiyacını karşılamanın vasıtası olur. Bu sebeple para, damardaki kan gibi dolaşımda olmalıdır. Dolaşımda olmayan paranın kimseye faydası olmaz. Bankaya yatırılan mevduat dolaşımdan çekildiği için mal ve hizmet talebini azaltır. Birazdan bu konu iyice açılacak.
Dördüncüsü: kredi vermek ekonomik bir faaliyet değildir. Yani hiç bir katma değer şeyi yoktur. Daha sonra 110 lira almak üzere 100 lira vermek ekonomik faaliyet değildir. Ekonomik faaliyet, mal ve hizmet üretimidir. O da borcu kullanmakla başlar. Kredi veren, üretimin riskine katlanmadığı için doğacak kardan pay almaya hak kazanamaz. Zekat, karşılıksız mal aktarımı olduğu için ekonominin can suyu olur. Mal ve hizmet üretimini tetikler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce Yahya örneğinde 100 lira verdim 110 lira istedim. Yahya’ya 100 lira verip de 100 lira istesem bile yani tek kuruş faiz istemiyorum ama şartım var. Teminatını almışım, o gün getireceksin kardeşim diyorum. Getirmezse canını yakıyorum adamın. Hiç faiz almasam bile işletmeler yaptıkları ekonomik faaliyetin sonuçlanma vakti ile bana olan borcunu ödeme vakti denk gelmeyeceği için hiç faiz almasam bile işletmesini ciddi manada dara sokarım. Hatta desem ki al şu 100 lirayı 20 lirası senin olsun. O 80 lirayı da veremez çoğu işlemeler. Bu sebeple ben şimdi burada bir şey söyleyeyim. Bugün derler ki; efendim kredi sistemi ekonominin motorudur, kredi sistemi olmadan ekonomi olmaz. Ben de şimdi bütün dünyaya buradan sesleniyorum; ey ekonomistler, bu iddianızda samimiyseniz buyurun. Ben, kredi sisteminin ekonominin en büyük düşmanı olduğunu ispatlamaya hazırım. Hadi bakalım siz, ekonomiyi harekete geçireceğini ispatlayın da göreyim. Meydan okuyorum buyurun. Türkiye’deki faizden şikayet edenlere de söylüyorum. Sıfır faiz de olsa onunla ekonomi harekete geçmez. Ekonominin harekete geçmesinin olmazsa olmaz yolu ticaret ve ortaklıklardır. Sistemi kendi sistemimize çevirelim. Lütfen batının arkasından gitmekten vazgeçelim.
ABDURRAHMAN YAZICI: Herhangi bir ekonomik faaliyetin borçlanma süresi içinde sonuçlanması garanti edilemediği gibi karla sonuçlanması da garanti edilemez. Zararla da sonuçlanabilir. Riski var doğal olarak. Banka ise faiz gelirini garanti etmeden kredi vermez. Bu sebeple faiz yükünü hiç bir ekonomi kaldıramaz. Yani teminat alır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faiz yükünü kaldıracak hiç bir ekonomi yoktur. Ondan dolayı ekonomiyi harekete geçirmek isteyen devletler hep teşvikte bulunurlar. Yani karşılıksız yardımlar yaparlar. Uzun vadeli ekonomik faaliyetin sonuçlanabileceği sürenin çok daha ilerisine kadar faizsiz kredi verirler. Ödeyemediği zaman da ona gene bir takım kolaylıklar gösterirler. Ancak o şekilde ekonomi ayakta durabilir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi sistemi rekabeti engeller. Kredinin bir maliyeti vardır. Adına finansman maliyeti denir. Geçen hafta bunu ele almıştık. Üretimden pazarlamaya kadar her safhada eklenen bu maliyet fiyatları sürekli yükseltir ve rekabeti engeller. Yani borç ala kişi borcunu ödeyebilmek için daha fazla üzerine maliyet koyar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yahya örneğinde Yahya, aldığı 100 liraya karşılık 10 lira fazla ödeyeceği için o 10 lirayı mecburen üreteceği mal ve hizmetlere yansıtacak. Yoksa aksi takdirde yaşayamaz. Yanında borçsuz çalışan bir fırıncı varsa onunla rekabet edemeyecektir. O adam daha rahat hareket edecektir. Rekabet edemeyince bu defa iki türlü sıkıntı içinde kalacak. Bir borcunu ödeyememe sıkıntısı bir de para kazanamama sıkıntısı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi, işsizler ordusu meydana getirir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dikkat ediyor musunuz ayetin söylediği ekonomi daraltır şeyi her safhada ortaya çıkıyor mu? Bir tek kelime söylüyor ama anlatımı çok fazla.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi, işsizler ordusu meydana getirir. Zekat ise işsizliği engeller. Fiyatlar sürekli artarken dar ve sabit gelirlilerin serveti hızla azalır. Küçük ve orta ölçekli işletmeler ekonominin dışına itilir ve bir işsizler ordusu meydana gelir. Kredi kullananlar ödeyecekleri faizi o kredi ile ürettikleri mal ve hizmete ekledikleri gibi aynı oranda bir maliyeti de kendi öz sermayeleri ile ürettikleri mal ve hizmetlere eklerler. Bu fırsat maliyetidir. Zira parayı kullanma yerine faize verme fırsatları vardır. Bu fırsatı kullanmış gibi yapar, alabilecekleri faizi maliyetlerine eklerler. Böylece öz sermayeleri ile iş yapanların kârları artar ve borca batmış firmaları ucuz fiyatına alır, işsizler ordusunun doğmasına yol açarlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizli sistemden dolayı bakın köyler boşaldı. Küçük şehirler boşaldı. Artık sokaklarda daha bakkal görmek çok zayıfladı. Küçük işletmeler kolay kolay yaşayamıyorlar. Büyük işletmeler can çekişiyor. Hepsi de. Çünkü para kontrol altında. Herhangi birisi sizin vücudunuza kendi keyfine göre kan pomplar kanı geri alırsa sizin o vücudunuzdan hiç bir şey bekleyemezsiniz. İşte işsizlik kavramı bu yeni ekonomik şeyle olmuştur. Bu defa işsiz kalanlar devletin kapısına yanaşıyorlar. Devletin kapısına yanaşanlar gene hiç olmazsa az çok bir şey alabiliyorlar. Siz Türkiye’de hatırlayın bundan bir kaç sene evvel devlet kuruluşları maaş da veremeyecek hàle gelmişti. Ondan sonra şöyle bir şey vardı mesela işçi sendikaları. İşçi sendikaları bu defa bir takım siyasi şeylerle grev yapmasınlar diye onlara zam yapılıyordu. Bazen adamın makam şoförü o makamı işgal eden adamdan daha yüksek maaş alıyordu. Biz o günleri yaşadık Türkiye’de hatırlarsınız yani. İnsanlar, kredi sisteminde efendiler ve köleler diye ikiye ayrılır. Efendiler paraya hükmedenler, köleler de onların yanında karın tokluğuna çalışan insanlardır. Peki çalışabiliyorsa tamam. Ama kovuldun dediği andan itibaren açlığa talim, bitti. Onun için her türlü olumsuzluklar böyle bir sistemde ortaya çıkar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zekatın aksine kredi sistemi, tasarruf sahiplerini bitirir. Banka, kredi verdiği kişiden %10 faiz alır ise tasarruf sahibine de %7 verir. Üretim sürecinin tüm aşamaları göz önüne alınır ise böyle bir ortamda fiyat artışı en az %10 civarında olur. Tasarruf sahibinin alacağı faiz, fiyat artışları karşısında yok olduğu gibi onun anaparadan da kaybı olur. Buna geçen hafta da bir örnek vermiştik. Benze bir örneği verelim. Mesela şekeri kilosu 50 kuruş iken %7 faiz ile bankaya 500 lira yatıran kişi dönem sonunda bankadan 535 lira alır. Ama bu esnada şeker en az 55 kuruşa çıkar. Bir yıl önce 500 lira ile 1000 kilo şeker alırken şimdi 535 lira ile 973 kilo alabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Parası arttı zannediyor. Halbuki parası %66 değer kaybetmiş farkında değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: Böylece paranın gerçek değeri %3 civarında kaybolmuş olur. Parasını bir kenarda saklayanların kaybı daha büyük olur. Onlar sakladıkları 500 lira ile şimdi 909 kilo şeker alabilirler. Onların kaybı ise %9 civarındadır. Mevduat sahiplerinin bankadan aldıkları faiz çoğu zaman enflasyonun altında kalır. Bu sebeple onlar enflasyonun gönüllü kurbanı sayılırlar. Bazıları da bankayı zarar ettirmek için verdiğini zannediyor Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Akıllı hocalar fetva vermiştir ona. Aşağıyı iyi dinleyin, bu bir istatistiktir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Mesela Türkiye’de 1935’de tahvile para yatırmış birinin %7 net bileşik faiz hesabı ile gelirini de anaparaya eklediği halde 1975’de mal varlığının İstanbul Ticaret Odası endekslerine göre eksi değerinin %17’si olduğu hesap edilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada %7 çok yüksek bir faizdi o dönemler. Ona rağmen yatırdığı para, eksi değerinin %17’si yani kaç değer kaybetmiş %117 değer kaybetmiş bakın. Adam faiz aldığını zannediyor. Parası tamamen gitmiş elinden. Yani bu kredi sistemi kendilerini besleyenleri de öldürüyor. Oraya para yatıran tasarruf sahiplerini de öldürüyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Aslında tablo her yerde buna yakındır. Halkın tasarruflarının miktarı daima düşmektedir. Mesela 1910 yıllarında dünyada toplam tasarrufun %80’i halkın biriktirdiği paralardan oluşmakta iken..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak kredi sistemi devreye girmeden dünyadaki bütün tasarrufların %80’i halkın birikimi. Halkın birikimi %80 ise bunlar çok rahat bir şekilde ticaret ve mal ve hizmet üretimi yapıyorlar. Herkes mutlu. İşsiz olabilir bir adam ama kısa süreli bir işsizlik olur. İşsizlik kavramı olmaz. Bugünkü işsizlik olmaz. Çünkü birisinin yanında iş bulmak diye bir kimsenin kafasında bir şey yoktur. Herkes kendisi bir mal ya da hizmet üretimi ile meşguldür.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1960’larda bu oranın %42-45 civarına indiği söylenmektedir. 2015 yılı Türkiye’sinde halkın tasarrufu kavramı kaybolmuş, halk kredi kartları yoluyla ileride elde edebilecekleri kazançları bile büyük ölçüde bitirmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün halkın tasarrufu diye bir şey yok. Millete kredi kartı dağıtıyorlar, ilerisindeki kazançlara şimdiden el konuyor onlar da bitmiş. Bir sürü insanların borcu var bankalara. Halkın tasarrufu kavramı artık kaybolmuş o da yetmiyor, artık gelecekteki kazancına da el koymuşlar. Daraltmayı görüyor musunuz? Allah ne diyor? Daraltır diyor. Tek bir kelime söylüyor arkası geliyor böylece.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi sistemi, mutlu azınlık ve mutsuz çoğunluk meydana getirir. Zekat ise mutluluğu toplumun her kesimine yayar. Faizli borç, geri ödemeyi kedinleştirecek teminat gösterenlere verilir. Böyleleri az olduğu için bütün krediyi onlar alır yani zenginler, teminat gösterebilenler. Ve bu yolla toplumun servetini ele geçirirler. Böylece kredi sistemi işin başında dengesizliğe yol açar. Zekat ve sadaka Allah yolunda infaktır. Piyasanın canlanması, güven ve tatmin ortamının doğması ve bütün kesimlerin faydalı işlere yönelebilmesi için infak zorunludur. Yoksa tehlikeli gelişmeler olur. Allah şöyle buyurur Bakara 195’de; “Allah yolunda infak edin, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah diyor ki “Allah yolunda harcamalar yapın”. Yani sosyal harcamalar sürekli yapın. Kendinizi kendi elinizle tehlikeye sokmayın.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Güzel davranın, Allah güzel davrananları sever”. Burada zekat verilecek yerler diye ayrı bir bölüm var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Geleneksel zekat anlayışının yanlışlığını kısaca söylememiz lazım. Ama burada şu iyice anlaşıldı mı? Yani kredi ile ekonomik faaliyet olmaz. Efendim kredisiz ekonomi olmaz diyorlar. Tam tersine. Kredi ile ekonomi olmaz. Borç yiğidin kamçısıdır, doğru. Eğer yiğide borç vermezsen yanında hiç ağızını bile açamazsın. Zavallıya borç veriyorsun dövüyorsun, sesini çıkaramıyor. Bakın asırların yiğidi olan Osmanlı’yı iki üç tane kağıt ile nasıl kamçıladılar? Kamçılamakla kalmadılar bıçakladılar. Bugün hala adına İslam alemi denen yerlerde bu böyle. Bu balonun o kadar kolay patlatılacak noktaları var ki. Ama insanlar bir büyü ile büyülendirildikleri için onları göremiyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zekat verilecek yerler normalde Tevbe suresinin 60. ayetinde açık olarak 8 kısımda şey yapmış. Tabi diğer ayetlerde işaretler var ama burada Hocamız’ın da biraz önce belirttiği gibi Ö. Nasuhi Bilmen’in ilmihalinde de ilk önce muhellefe-i kulüb kaldırılıyor. Zekat verilecekler kalıyor. Diğer 6 sınıf tek sınıfa indirilerek fakirler olarak böyle bir şey. Önce bir zekat verilecekleri ayetten okuyayım.9/Tevbe suresi 60.ayet; “sadakalar sadece fakirler, miskinler, sadaka işi için çalışanlar ve kalpleri ısındırılanlar içindir. Bir de esirler, borçlular, Allah yolunda ve o yolda olanlar uğruna harcanır. Bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah bilir, doğru karar verir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela burada çok önemli bir ayrım var. “İnnemâs sadakâtu lil fukarâi”. Dört guruba ‘lam’ harfi cerri kullanılmış. Yani kişilerin bizzat kendi ellerine verilecek. Dört guruba da ‘fi’ harfi cerri kullanılmış. Yani birer fon oluşturulacak. ‘Fi’ harfi gereği. Ama bakıyorsunuz ki hiç dikkat eden yok bu tür şeylere.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1-Fakirler: bunlar ikiye ayrılmıştır. Herkesin bildiği fakirler, kamu hizmetinde bulunanlar. Bunlar saygın konumdaki ihtiyaçlılardır. Allah şöyle buyuruyor bu konuda Bakara suresinin 273.ayeti; “harcamayı Allah yolunda hizmete kapanıp kalmış ihtiyaç sahiplerine yapın. Onlar dışarıda dolaşıp çalışma fırsatı bulamazlar. Ağır başlı oldukları için bilmeyenler zengin sanırlar. Sen onları simalarından tanırsın. Kimseden ısrarla bir şey istemezler. Hayra yapacağınız her harcamayı Allah elbette bilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada bakın mesela ilimle, devletin çeşitli şeylerinde çalışanlara verilir. Adam mevki ve makam sahihidir kimseye tenezzül etmez. O zaman zekattan adamın cebini dolduracaksın ki sıkıntıya girmesin yani orada. Şu vakıftan ayda 30 bin lira civarında vergi alınıyor. Ya kardeşim buradan ne vergi alıyorsunuz Allah aşkına ya! Ya buradan nasıl vergi alırsın? Hangi mantıkla vergi alırsın? Ama işte o kredi sistemi aldırıyor. İnsanların her şeyini aldırıyor. Her şey gidiyor yani. Neymiş efendim işte çalışanlardan alınacak. Ya kardeşim maldan alınacak dediğiniz zaman hiç sana vergi muhafiyeti falan demeye gerek yok. Gayet basit işte. Fakirler gurubuna devletin çalışanları da rahatlıkla girer.
ABDURRAHMAN YAZICI: 2-Miskinler: miskin, düşmüş bitmiş hale gelmiş işsizler demektir. Hızır, Musa(as)’a gemiyi delmesinin sebebini şöyle anlatmıştı. Kurandaki 18/Kehf suresi 79.ayet; “gemi, denizde çalışan bir kaç miskine aitti. Onu kusurlu kılmak istedim. Çünkü her sağlam gemiye zorla el koyan hükümdar vardı”. Dolayısıyla bunlar gemi sahipleri ama gemileri alınınca işsiz kalacakları için kendilerine miskin denmiştir. Muhammed(as) da bir hadiste şöyle naklediliyor Peygamberimiz’den; “bir-iki lokma ve bir-iki hurma için insanları dolaşan miskin değildir. Miskin, ihtiyacını giderme imkanı bulamayan, sadaka için durumu anlaşılamayan ve halktan bir şey istemeyen kimsedir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buradaki miskin tarifi ile o gemi sahiplerini düşünün. Musa-Hızır kıssasıda. Adamların gemisi var. Gemi ellerinden alınacak. Gemi ellerinden alınıncaya kadar bunlar toplumda zengin kabul ediliyor değil mi? Zengin ve itibarlı insanlar. Bunların gemileri elinden alındıktan sonra şimdiye kadar herkese veren insanlar kimseden isteyebilirler mi? Size zaman zaman anlatıyorum. Üniversitedeyim, fakültenin açılış töreninde hocalar konuşuyor. Bize diyor zengin talebeler gelmez. Bir tane var Abdulaziz diyor orada. Babam iflas ettirilmiş, hasta işi ile uğraşamadığı için. 5 sene talebelik dönemimde 100 lira para aldım babamdan. Onu da almayacaktım ama annem dedi ki; baban çok üzülüyor al dedi. Bizde yok. Baktım hiç kimse inanmıyor. İnanmazsanız inanmayın. Vazgeçtim konuşmaktan. İşte miskin böyle oluyor yani. Ondan sonra herkes benden yardım istemeye geliyordu. Zannediyordular ki eskisi gibi. Ben de C.Hakka hamdolsun 5 sene boyunca fakültenin başkanlığını yaptım ve bütün talebelere de yardımcı oldum itibardan yararlanarak. Hiç unutmadığım olaylardan bir tanesi. Burs alıyoruz. O zaman müftülükten alıyorduk. Arkadan o çalışanlar kendi aralarında konuşuyor; Zenginler de burs alırsa fakir-fukara ne yapacak diye. İşte miskin bu. İşsiz kalmış değil mi? Ne diyor Resulullah? Bir daha oku.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Bir-iki lokma ve bir-iki hurma için insanları dolaşan miskin değildir. Miskin, ihtiyacını giderme imkanı bulamayan, sadaka için durumu anlaşılamayan ve halktan bir şey istemeyen kimsedir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak şimdi görüyor musunuz? İşsizleri de C.Hakk koymuş mu oraya? Ama açın. Bak ben burada kuran ve Resulullah’ın sünneti ile açıkladım değil mi bunu? Açın bakın bir tane fıkıh kitabında bunu görecekmisiniz?
ABDURRAHMAN YAZICI: 3-Zekat İşinde Çalışanlar: Zekat ve sadakaları toplayıp hazineye teslim etme işinde çalışanlar bu guruba girer. Kamu maliyesi memurları ya da vergi dairesi yetkilileri bu kapsamdadır. Yine bu da bir sistem oluşturulması gereğini ortaya koyuyor değil mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alacak, verecek, dağıtacak. Tabi tabi. Ayet açıkça söylüyor onu zaten.
ABDURRAHMAN YAZICI: 4- Kalpleri Isındırılmak İstenenler. Dolayısıyla bu dört sınıf, zekatların verileceği gerçek kişilerdir. Zekatlar onların mülkiyetlerine geçmek üzere verilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bizim bu vakfımız var. C. Hakka sonsuz şükürler olsun. Dünyanın birçok yerinde böylr entellektüeller artıl burada yapılan çalışmaların değerini anlamaya başladılar. Şimdi biz bu zekattan harcayarak onları buraya çağırmalı. Bir hafta, iki hafta, bir ay neyse artık misafir etmeli, giderken de güzel hediyelerle geri göndermeliyiz. Müellefei kulüb diyor ayet. Sadece onlar değil Türkiye içinden de birçok kimseleri çağırmalıyız.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ancak içlerinden amirler bu zekatları emaneten alırlar, yerlerine sarfedilmek üzere beytül mala teslim ederler. Müellefei kulub olarak bilinen şey ise kendilerinin veya kendileri sebebiyle başkalarının islama içten seve seve bağlanmaları umulan kimselerdir. Bunlar dört sınıfa ayrılmıştır. Birinci sınıf, yeni müslüman olmuş imanı zayıf kimseler. İnancı güçlensin diye sadaka verilir. İkinci sınıf, müslüman olan itibarlı kimseler. Ona zekat verilir li başkaları da müslüman olsun. Üçüncü sınıf, gayrı müslimlerden şerri defetmesi beklenen imanı kuvvetli müslümanlar. Dördüncü sınıf, zekata mani olanların şerlilerinden müslümanları koruyacak kimseler. Bu da arttırılabilir herhalde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ulemanın görüşü bunlar. O kadar güzel bir şey ki mesela tanıtma fonu diye bir şey var ya. Bu da islamı tanıtma fonu gibi oluyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bundan sonra zikredilecek 4 sınıfın başına ise “fe” harfi cerri getirilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tek tek harcama yapıyorsunuz kişilere. Ondan sonra da fonlar geliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Fe” zarf içindir. Zarflık bazen zamanda bazen de mekanda olur. Bu 4 yerin ilk ikisinde zamanda, diğerlerinde ise mekandadır. Dolayısıyla bu sınıfdakiler aldıkları zekatları içinde bulundukları durumdan kurtulmak için sarfederler. Bu itibarla zekatı sarf eden ünvanı alırlar. 5.gurup, özgürlüğünü kaybetmiş kişiler. Bunlar daha çok fidyesini ödeyemeyen savaş esirleridir. Günümüzdeki belki hapisanedekiler..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hapishanedekiler, tabi. Bazen adam piyasaya da çıkamayabilir yani. Çok zor durumdadır, bir takım şeyler vardır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Normal bir hapiste bulunan kişiye 500 liraya kadar, en az 600-700 lira öğrenci kadar masraf gerekiyor günümüzde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bu hapishane başlı başına bir problem.
ABDURRAHMAN YAZICI: Borçlular. Borcunu ödeyemeyecek durumda olan.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela borçlular kelimesi çok önemli burada. Hep fakir yaparlar: “borçlular fakirdir”. Ya kardeşim. C.Hakka çok şükürler olsun ben hayatımın her devresinde ticaret ve sanayinin, ekonominin hep içerisinde olduğum için kimin neler yaptığını gayet iyi biliyorum. Bazen bakarsınız ki çok büyük bir ekonomik kuruluş, küçücük bir paraya ihtiyacı vardır. O para, o ekonomik kuruluşla kıyasladığınız zaman yok gibi bir şeydir. Ama o olmazsa şey gibi: şurada kontak yapmış elektrik ağında, kablo kopmuş. Bir 10 santimlik kablo ilavesi yapılsa sistem tamamen düzelecek. O olmadığı zaman burada elektriksiz kalacaksın. Ya da kuyuda tonlarca su var, eski pompalarla çıkarıyorsunuz. Bir bardak suya ihtiyaç var. O bir bardak suyu pompaya dökmezsen aşağıda isterse deniz olsun hiç bir şey çıkaramazsın. İşletmelerde böyle sıkıntılar vardır. Dersin ki faizle yap. Kardeşim faizle dediğin zaman benim zaten bir sürü başka sıkıntılarım da var. Tek sıkını o değil ki. O zaman benim sıkıntımı katlayarak arttırmş oluyorsun. Böyle çok küçük paralarda dolayı batan çok sayıda işletmeyi ben şahsen biliyorum. Siz de bilirsiniz. Faize giriyor ve batıyor. Dolayısıyla ayette borçlular dendiği zaman siz tutar zekattan verirsiniz. Şimdi bizim fukaha der ki satsın iş yerini. Tamam satsın ne olacak? Adam onu sattığı zaman satar borcunu öder. Kendisi belki belli bir süre rahatlar. Ama orada çalışan işçiler var, orada yapılan üretimden yararlananlar var. Ondan dolayı ülkeye bir takım katma değer üretiliyor. Onu se zekat ile kapat, adam zaten belki birinci ayda bile senin verdiğinden daha fazlasını zekat olarak verebilir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Diğer gurup da fisebilillah gurubu. 7.gurup. Zekatın verileceği yerleri 7’si olan bu sınıf, silah, kalem ve dil ile cihad ederek Allah yolunda olan ve bu yüzden geçimini sağlayamayan kişilerdir veya devletin savunma, eğitim ve sağlık giderleridir. Birçok problem oluyor günümüzde. Okul yapmaya verilir mi ya da eğitim amaçlı verilir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurandan okursan her yere verirsin.
ABDURRAHMAN YAZICI: 8-İbnus sebil: yolcu. Yolcuların ulaşım, konaklama hizmetleri için yapılan her türlü harcamalar bu guruba girer.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela eskiden şunlar yapılıyordu: konaklama yerlerinde yolcular bedava konaklar, yerler, içerler hatta ondan dolayı ilim yolcuları rahatlıkla dünyanın her tarafına gidiyorlardı. Nasıl olsa yürüme mesafesinde konaklama yerleri var, gidiyorlar orada kalıyor oradan devam ediyor. Oradan gidiyor falanca yere. Falanca yerdeki hocalardan ders görüyor. O gittiği yerde zaten zekatla karnı doyuruluyor. Birçok yerde imaretler var falan. Bu ulaşım ve haberleşme işleri de bununla karşılanabilir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Beytullah Aktaş’ın bu konuda yaptığı “Kurana Göre Zekatın Harcama Kalemleri” isimli tezi de bu zekat kalemleriyle ayrıntılı olarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada tamamen konunun şeyleri var. Bitti mi?
ABDURRAHMAN YAZICI: Evet Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet şimdi sonuca gelelim. Tekrar ayeti okuyalım. Kısa bir özet yapmış oluruz ayetlerden. Bakara suresinin 276.ayet. Ama ondan önce 275.ayetten kısa bir bölüm okuyalım. Diyor ki; “Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne
illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel
mess: faiz yiyenler, şeytanın dokunup aklını çeldiği kişinin davranışından farklı bir davranış göstermezler”. Yani şeytan gibi konuşmaya başlarlar. Aynen onlar gibi davranırlar. Niye? zâlike bi ennehum kâlû innemâl bey’u mislur ribâ: bu şundan dolayıdır: alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir derler”. Yani faiz alış veriş gibidir demezler. Faiz esastır, alım satım onun bir dalıdır. Ekonomi kredisiz olmaz derler. Bugün hep söylenenler budur. Allah bu söze ne diyor? Şeytanca bir söz diyor. Çünkü borç ile ekonomi asla olmaz. Borç ile ufak tefek şeyleri kapatabilirsiniz ki buna herkesin ihtiyacı olur. Yani siz para üretmiyorsunuz ki. Mal ve hizmet üretiyorsunuz ama paraya ihtiyacınız var. O zaman ben ihtiyacım olduğu zaman sizden alırım, yarın da sizin ihtiyacınız olur benden alırsınız. Hatta bir fon oluştururuz, herkes rahatlıkla ondan da istifade edebilir. Ama esas olan mal ve hizmet üretimidir. Onun için buna herkesin yönelmesi gerekiyor. Ondan sonraki ayette digyor ki Allah: “Yemhakullâhur ribâ: Allah faizli işlemleri daraltır” işte gördünüz. Faiz devreye girdiği andan itibaren piyasa ciddi manada daralır ki başka söylemek istediğim şeyler var ama şimdi onlara girersem konu tam anlaşılmaz. “ve yurbîs sadakât: Ama Allah sadakaları (yani zekatlı ekonomiyi) kat kat arttırır”. Onu da zaten öbür ayette söylemişti. Rum suresinin 39.ayetinde. İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz Allah katında artmaz. Yani Allah onu artış kabul etmez. Evet artış var ama haram bir artış. C.Hakk’n kabul ettiği bir kazanç değildir. Ama zekat verenler kat kat gelirlerini arttıranlardır. Çünkü zekat verdiğiniz zaman toplumun her kesimi üretim yapıyor, her kesimi ekonomide bir faaliyet içerisine giriyor. Dolayısıyla bir işsizler ordusu yok, rahat bir şekilde aldatılacak, terör-anarşi yaptırılacak kimseler yok ve toplumda insanlar arasında bir sadakat var, bir bağ var. Şimdi bir olay hatırıma geldi. Ben İstanbul Müftülüğündeyim. Dediğim 20 sene olmuştur. Ne 20 senesi 30 sene olmuş olabilir. Çünkü üniversiteye geçeli neredeyse 20 sene oldu. Californiya’dan bir profesör hanım gelmişti bir sene kaldı bizde. Osmanlı mahkeme kayıtlarında araştırma yapmak için gelmişti. O sırada Türkiye’nin ekonomisi ciddi manada sıkıntıdaydı. Dedi ki; ben Californiya’dan Türkiye’ye gelmeye karar verince Türkiye ile ilgili bir takım yazıları okudum. Ekonominin bu halde olduğu bir ülkede sokakların evsizlerle dolu olacağını düşündüm. Geldim buraya dedi hayal ettiğim manzarayı göremedim şu anda dedi. Bakıyorum insanlar canlı, hareketli, oradan oraya koşuyorlar, oradan oraya koşuyorlar. Hani Avrupa’da ve Amerika’da olan evsizler, şırada burada yatan insanların hiç birisi yok. Dedim senin dediğin ekonomik sıkıntılar Türkiye’de var. Hatta tam da öğrenmemiş olabilirsin, biraz fazla var ama Türkiye’de yine iyi kötü bir islam var dedim. İslam’da da zekat var dedim. Zekat işte şudur, şöyle şöyle harcanır falan. Mutlaka bizim bilmediğimiz bir taraf var dedi. Hakikaten zekatın sosyal mesleleri çözme açısından da çok büyük faydası var. Ondan sonra burada diyor ki Allah; “vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm: nankör ve günaha girmiş hiç kimseyi Allah sevmez”. O zaman bizim için de şöyle diyor Allah Bakara 261.ayet; “Meselullezîne yunfikûne emvâlehum
fî sebîlillâhi: mallarını Allah yolunda harcayanlar” Allah rızası içün harcıyorsunuz. Fakire, fukaraya, ihtiyaç sahiplerine veriyorsunuz. “Ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile
fî kulli sunbuletin mietu habbetin: yedi başak bitiren buğday tanesi gibidir. Her başağında 100 buğday var ki 1’e 700”, “vallâhu yudâifu li men yeşâu: Allah, tercihini doğru yapanları kat kat arttırır”. Demek ki ülkenin her bakıkdan gelişimi ancak zekat sisteminin kuranda belirtildiği gibi ortaya konması ile olur. Böylece bir dersin de sonuna gelmiş olduk. Şimdi sorulara geçebiliriz.
YAHYA ŞENOL: Birincisi bir eleştiri de içeren bir soru. Şöyle söylenmiş: derslerde genelde mevcut faiz sisteminin tahribatını anlatıyorsunuz. Artık bunu anladık diyor. Hatta soruyu soran demiş ki; bugünkü program, benim bu konuda izlediğim dört veya beşinci programdır ama bir türlü faizsiz sistemin ilke ve ayrıntılarına özet olarak bile girmiyorsunuz. Programların adına faizsiz sistem diyorsunuz ama niye bu konuya girmiyorsunuz? Belki de faizsiz sistemin ilkeleri elinizde vardır. Lütfen bunları da bir programda anlatın. Faizsiz finans sistemini doğrudan anlatmak bu kadar zor mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman bu arkadaşımız yanlış anlamış. Faizsiz finans sistemi demedik ki. Faizli sistemin sıkıntılarını anlatıyoruz burada. Faizi kaldıracaksın ondan sonrası zaten çok kolay. Ya mal ya hizmet üreteceksin o kadar basittir. Zor bir şey değil. Bir pıhtı gelmiş damarı kapatmış. Bu pıhtıyı kaldırın diyorsun. Bu pıhtıyı kaldırdım mı ne yapacağım? Senin yapmana gerek yok. Zaten damarda kan akıp gidecek.
KATILIMCI: Ana damarı oluşturduğu için somut sistemler istiyor insanlar. Mesela Emin Evim tarzı bir yapıda bahsediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanlar tamamen faizli sisteme şartlandırıldıkları için ona benzer bir şey arıyorlar. Zihnimizde bazı sistemler var, ben burada anlatsam hiç kimsenin onu yapabilecek yetkisi yok. Onu ancak o güçte olan insanlara anlatmak lazım. Burada anlatmanın bir faydası yok.
YAHYA ŞENOL: Bir de şöyle bir soru var. Direk konuyla alakalı değil ama. Eşimin bir tanıdığı bankadan 70 bin evro para çekmiş. Almanya’dan soru. Kumara yatırmış ve kaybetmiş. Yuvası da bozulmak üzereyken akrabalar toplanıp aralarında bu parayı toparlamışlar. Ancak kişinin kumar borcu olduğunu bilmiyorlar. Borsada kaybettim demiş. Sadece eşimin arkadaşının haberi var bundan. O da bunu söyleyemiyor. Söz vermiş. Şimdi parayı toplayan akrabaları bunu bilmek hakları değil mi? Sonuçta kumar borcu ödemiş olacaklar. Bu para bir daha da geri gelmeyecek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kumar borcu ödemiyorlar. Bu adam zor durumda, onu düzeltmeye çalışıyorlar. Adam yani ne yapmışsa yapmış. Yaptığı şeyi hiç birisi tasvip ediyor değil. Ona yardımcı olup ailesini kurtarabilirler.
YAHYA ŞENOL: Bunu çok soruyorlar zaten. Kredi borcu olana zekat verilir mi diye.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Borçlu. Neden dolayı borçlu olduğunu soruşturmanın gereği yok ama ona nasihat ederiz, bunu bir daha yapma deriz.
KATILIMCI: Hocam bu kurumlara da zekat verilir demiştiniz. Eğitimle uğraşanlara falan. Mesela biz kuran kurslarında okurken vatandaşlar kurslara zekat olarak veriyorlardı talebeler okusunlar diye, ihtiyaçları karşılansın diye. Aynı zamanda bu verilen zekatlar da kursa bırakılan o paralardan orada bulunan personeller de faydalanabiliyorlardı. Bu doğru olabilir mi? Yani orada ders veren hocalar, çalışanlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben İstanbul Müftülüğüne ilk geldiğim zaman bana gelen şikayetler, bilmiyorum da tabi duyduklarım; mesela şurada hemen bitişiğimizde Tuba kız kuran kursu vardı. Belki de şikayet değil de zengin birisi söylemişti bana. Neyse. Zekat vermek için gelmiş, öğrencileri sıraya dizmişler. Hanefi mezhebi eline verecek diyor ya. Nereden çıkarıyorsunuz Allah aşkına ya. Hakikaten insan hayret ediyor ya. Nasıl aklınıza geliyor böyle şeyler? Diyor ki; fakirin eline vereceksin. Getiriyorlar tek tek talebelerin ellerine veriyorlarmış. Ondan sonra da kursun yönetimi de talebelerden topluyormuş.
KATILIMCI: Ben şahidim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen de Tuba’da okudun değil mi? Bak burada. Yanlış gelmemiş bana. Ben o zaman hocalara dedim ki lütfen böyle bir şey yapmayın, müsade etmeyin buna. Siz kendiniz alın, çocukların da ihtiyacına harcayın, kursun da ihtiyacına harcayın. “Kalorifer yaksak?”. Ya Allah Allah! Soğukta mı tutacaksın bu çocuğu? Elbette. Bütün ihtiyaçlarınıza harcayın. Ama tabi gereksiz harcamalar da yapmaya yetkiniz yoktur. Bunlar caiz olan şeylerdir ve orada da o öğrencilerin de psikolojisi bozuluyor. Yanlış mı?
KATILIMCI: Nefret ediyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sonuçta nefret ediyorsun bak. Mesela benim büyük oğlum ne güzel hafız oluyordu. Bir gün baba gitmeyeceğim kursa dedi. Niye oğlum? Anlattı. Peki oğlum dedim gitmeyeceksen gitme. Şimdi çocukları nefret ettiriyorlar. Çocuğa zorla da yaptırılabilir. Ben şahsen hiç bir zaman hiç bir tanesine illa yapacaksın dememişimdir. Ne kardeşlerime ne çocuklarıma ne bir başkasına. Çünkü onun kişiliğinin gelişmesi her şeyden önemlidir. Çok yanlış şeyler yapılıyor. Efendim kuran kursu binası cami binasında olur mu? İşte bak fisebilillah dedi mi hepsi girer kardeşim ya. Allah neden sekiz sınıf demiş ki? Bu fıkıh kitaplarına bakarsan iki sınıf demesi gerekirdi. Üçüncüye gerek yok. Fakirler ve zekat memurları. Bitti. O zaman da ne oluyor? Bakın kurana devletin zekattan başka geliri yoktur. Türkiye’de zekat potansiyeli diye bir çalışma yapmıştık. Arkadaşlar baktı bulamadılar. Bizde kalmamış.
ABDURRAHMAN YAZICI: Makale olarak İSAV’ın şeyinde var. Makalelerin yayınlandığı yer var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben geçen gün baktım bulamadım da. Bizde de vardı ama kaybolmuş. Birileri alıyor. Bir kitaptan bahsettim mi o kitap buradan kayboluyor yani. Yer değiştiriyor. Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarının yaptığı çalışma vardı. Geçen de anlattım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Beşir Hamitoğulları var, Tahsin Sınav var, Mehmet Bayraktar, Sıddık Ensari.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar tebliğ sahipleri de hangisinin çalışmanın içerisinde olduğunu hatırlamıyorum da geçende de size söylemiştim. O zaman ki Devlet Planlama Teşkilatı’ndan görevliler gelmişlerdi ve o günkü envantere göre o seneki Türkiye bütçesinin dört katı zekat gelirinin olduğunu ifade ediyorlardı. Bakın hem faiz yok hem de böyle insanlar çok rahat bir şekilde bütün sosyal ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir durumda oluyorlar.
YAHYA ŞENOL: Yurt dışından sormuşlar. Şartlı zekat olur mu? Bununla kastettikleri de bizim guruptan olursan sana zekat var, yoksa yok şeklinde. Cemaatler kastediliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir gün birisi geldi bana şikayette bulundu Mahmutpaşa’da bir esnaf. Hocam adamı fakir gördük zekat verdik gitti kiraz aldı, ben daha evime kiraz götürmemişim dedi. Sana ne dedim ne aldığından? Sana ne! Bir de senden parayı nasıl harcayacağına dair emir mi alacaktı? Sana ne! Aldıysa aldı. Bitti. Sen hangi şartı koşarsa koş önemli değildir. Parayı aldı, artık onundur. Senin değil o. İstediği gibi harcar.
KATILIMCI: Birisi bir aileye zekat vereceği zaman araştırıyor, bakıyor evin reisi yanlış işler peşinde. Mesela içki içiyor, kumar oynuyor. Diyor ki bu aileye zekat vermem. Aile gerçekten çocuklar olsun oradaki insanlar olsun ihtiyaç sahibi kimseler. Bundan dolayı da bir çok kişi böyle yerlere zekat vermek istemiyor. Bu doğru mudur?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada o ailenin erkeği gerçekten içki içiyor. Ona vermemek doğru olur ama onun eşine verirsiniz ya da yiyecek götürürsünüz, giyecek götürürsünüz. Ona mutlaka yardımcı olmak lazım o aileye. Baktınız ki ben bu adama para verirsem gidecek içki ile şurada burada. o adama değil diğerlerine. O da gelsin yesin o yiyecekten. Onda problem yok. Ona da elbise alabilirsiniz, nasihat de edersiniz bunu yapma dersiniz. Sefihlere mallar verilmez. “Ve lâ tu’tûs sufehâe” diyor Allah. Sefih, parasını saçıp savuran insanlara mal verilmez. Ama aç bırakılmaz. O sefihlerin arkasından ne diyor? Ferzikuhum fiha veksúhum”(NİSA 5) eline mal verme diyor ayet ama onları yedirin ve giydirin diyor. Aç kalacak değiller yani. Parasını saçıp savuruyor diye aç kalacak değil. Gene onu yedirmek lazım ve giydirmek lazım. Ondan sonra “ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ: onlara da güzel söz söyleyin” yani pskolojisini de bozmayın onların. Çünkü önemli olan onları kazanmaktır. KATILIMCI: Zengin bir insan zekat verecek. Elinin altında fakir bir insan var. Yani hasta veya farklı bir sebeple paraya ihtiyacı var. Ancak bu kişi o zekatı tutuyor camiye yardım yapıyor camiye veriyor. Düşüncesi de şöyle: o camiye her adım atandan on sevap kazanırım. Ama elinin altındaki fakiri unutuyor. Bu insanlar için ne söylersiniz Hocam
ABDULAZİZ BAYINDIR: O adama diyeceksin ki yanlış hoca seçmişsin! Şimdi bir kere ayette Bakara 215; “Yes’elûneke mâzâ yunfikûn(yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin” diyor ki hayra yapacağınız harcama, “ve lil vâlideyni” önce anne baba. Anne-babaya harcamak çok zordur. Niye biliyormusunuz? Çocukluğunuzdan itibaren onlardan almaya alışmışsınız vermeye değil. Anne-baba da size hep vermeye alıştığı için sizden bir şey isteyemez. Mesela Ömer(ra)’ın bir duası vardır böyle çok enteresan. “Ya Rabbi beni evladıma muhtac etme”. Niye? Çünkü hep vermeye alışmış. İş tersine döndüğü zaman onun piskolojisi bozulur, evlat da hep almaya alıştığı için vermek hiç aklına bile gelmez.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hadis var Hocam bu konuda. “İnnes sadakati alel miskini sadakatun” muhtaç kimseye sadaka vermek yani zekat vermek sadaka sevabı vardır belki. “Ve ala dırrahimi ismetani sadakatun sevabı” ancak akrabaya sadaka vermek de ise hem sadaka sevabı hem de akraba bağlarını kuvvetlendirme vardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki kat sevaptır. Onun için en yakınlarınıza. Burada ondan sonra diyor ki “vel akrabîne” anne-baba önce sonra en yakınlar. Sonra yetimler. Niye? Çünkü yetimler de zavallı ne yapacağını bilmez ki. Ona sahip olmak lazım. Ondan sonra miskinler diyor. Miskin, işsiz kalmış adam. Kimseye de hiç bir şey söyleyemiyor. Sonra da “vebnis sebîl” yolda kalan.
ABDULLAH BAYINDIR: Cuma hutbesinin sonunda okunan ayette de “ve itâ izil kurba” denmesi, yakunlara verme, ondan sonra diğerini saymaması yakınlara vermenin asıl olduğunu çağrıştırıyor. Asıl bu, öbürleri ondan sonra.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ve de insanlara şöyle bir bakın, başı sıkıştıkları zaman ilk başvurdukları kişiler yakınlardır. Ellerine imkan geçtiği zaman da ilk terk ettikleri kişiler yakınlardır.
Vaktimiz de doldu. İnşallah konu anlaşılmıştır çünkü çok önemli bir konuydu bu. Bu konu üzerine çok daha fazla çalışmak lazım.