ABDULAZİZ BAYINDIR: Birkaç haftadır faizle alakalı sohbetler yapıyoruz. Geçen hafta bir ara verdik. Biraz tarihe girdik. Resulullah’ın ölüm emri verdiği iddia edilen kişilerle ilgili. O da güzel bir toplantı oldu. Şimdi tekrar faizle ilgili derse geldik. Bir kere baştan şunu peşin olarak zihnimize kazımamız lazım. Faizi esas alan bir ekonominin krizden kurtulma şansı yoktur. Faizli bir ekonomi ile çalışan ülkenin ben hürüm, ben özgürüm demeye de hakkı yoktur. Sadece kendisini kandırır. Hapishane içindeki bir kişinin ben özgürüm diye bağırmasından başka bir anlam ifade etmez. Yani hem insanların kişiliklerini kaybettirir, hem hareket kabiliyetlerini kaybettirir, hem de kişileri, toplumları, ülkeleri sömürge haline getirir. Bir de bunlar sürekli de vücuda uyuşturucu verdikleri için sömürdüklerini de fark ettirmemeye çalışırlar ellerinden geldiği kadar. Tabi bundan önceki derslerde bu konu üzerinde epeyce durduk. Bugün faizsiz bir banka olur mu olmaz mı? Olursa nasıl çalışır? Diğerleriyle farkları nelerdir? Onları kısaca görmeye çalışacağız. Bankaya ihtiyaç var mıdır? Banka olmalı mıdır, olmamalı mıdır meselesi. Olursa nasıl olmalıdır. Bankaları iki temel görevleri vardır. Yani bugün piyasada gördüğümüz bankaların. Birincisi, bankacılık hizmetleri dediğimiz şeylerdir. Emanet kabul edilmesi, paranın bir yerden bir yere havale edilmesi, gönderilmesi. Bir kısım ödemelerde aracılık yapılması falan. Kefillik de bu işin içerisine girebilir. Banka teminat mektupları falan. Bankacılık hizmetleri dediğimiz şey hemen her toplumun ihtiyacı olan şeylerdir. Mesela faize siz ne kadar karşı olursanız olun hayatınızdan bankayı çıkaramazsınız. Çünkü bankacılık hizmetlerine ihtiyacınız var. Bir yerden bir yere para göndermeniz gerektiği zaman onların aracılığıyla gönderirsiniz. Eskiden de öyleydi. Tarihin eski çağlarından beri bu bir yerden bşr yere para gönderme, emanet kabul etme bir ihtiyaçtı ve kullanılıyordu. İşte havale. Zaten bu kavramların büyük bir bölümü bizim kültürümüzden ve tarihimizden alınmıştır. Bankacılık hizmetlerinde bir problem yok. O hizmetleri yaparken tabi ki bedava yapacak değil. Elbette ücretini alır. Onun adına komisyon deniyor. Bu komisyonun tamamı helal midir haram mıdır? meselesine sıra gelince, tabi ayrıntılarda bir takım farklı hükümler çıkabilir. Ama temelde bankacılık hizmetleri normal hizmetlerdir. Her toplumda buna ihtiyaç olur. Öteden beri de olmuştur ve bu hizmetler yapılmıştır. Asıl problem kredi konusunda düğümleniyor. Kredi, borç verme anlamına geliyor. Bu kelime de bizim kültürümüzden alınma bir kelimedir. Bizim karz, Arapların kard diye telaffuz etmiş olduğu kelime. Kard, batıya gidiyor. Kredi diye telaffuz ediliyor ve o şekilde tekrar bize geliyor. Bizim kelime bize tekrar geliyor. Mesela “çek” kelimesi var. Bu esasen “sak”dır. “Sad” ve “kaf”ın şeddesiyle. Batıya gidiyor. Onlar “sak” diye telaffuz edemiyor “çek” diye telaffuz ediyorlar. Tekrar bize “çek” diye geri geliyor. Bu kelimenin bizim olduğunu bilen fazlaca kimse yok. Bunun gibi işte bizim “havale” Fransa’ya gidiyor. Fransızlar “ha” harfini telaffuz edemezler “aval” derler. Sonundaki “e”yi de konuşamazlar “aval” derler. Bugün bankalarda aval işlemleri vardır. Bizim fıkıhtaki havaledir o. Şu anda halk arasındaki havale değil. Fıkıhtaki havale, şu anda ben havale derken sizin anladığınızdan farklıdır. Üzerini ciro ettiğiniz zaman karşı tarafın ödemesi için karşı tarafa vermiş olduğunuz ödeme emridir. Yani birisinin size olan borcunu bir başkasının ödemesi için vermiş olduğunuz, imza ettiğiniz belgedir. Yani bankacılık hizmetleri tamam ama krediye sıra geldiği zaman borçtan gelir elde etme olayı. Bu haramdır. Adem(as)’dan beri haramdır. Bütün kültürlerde haramdır. Bütün dinlerde haramdır. Zaten bütün dinler diye bir şey yok tek bir din var. O da İslam dini. Şimdi siz hinduizim dersiniz, budizm dersiniz, zerdüşlük dersiniz falan. Bunların hangisinin altını kazısanız mutlaka bir Allah’ın elçisi çıkar. Mutlaka ilahi bir kitap çıkar oradan. Zamanla bozulmuş olabilir. İşte Müslümanların elinde kuran olmasına rağmen kuranla alakalarının nasıl olmadığını her defasında olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Bunlar da o şekilde olmuşlardır. Ama bu temel konular devam ediyor. Kilise şey karşısında yenilince batıda gelişen yeni görüşler. Pozitivizm karşısında yenilince, işte efendim faiz haramdır ama işte faiz tüketime yönelik olurda haramdır ama üretime yönelik olursa helaldir demeye başlamışlar. Banka faizleri helaldir demeye başlamışlar. Bugün de biliyorsunuz işte kuran meali yazanlar bile ribanın geçtiği yerlere ne diyorlar? Tefecilik diyorlar. Tefecilik dediğiniz zaman yasal faizin dışındaki faiz anlaşılıyor. Yani yasal faiz helaldir demiş oluyorlar. Peki bunun delili ne? Yani insanlar dini kendilerine uydurmak istedikleri zaman ana kitaptan başlıyorlar. Kurandan başlıyorlar ve bugün de dünyadaki yeni gelişmeler karşısında İslam hızla ilerlerken İslam karşıtlarının en büyük sıkıntısı kurandır. Onu devre dışı bırakmanın yollarını arıyorlar. Fıtraten de faiz haramdır. İnsan fıtratına da ters düşer. Yani sen şimdi bana para vereceksin, ben gece gündüz çalışacağım, kazanacak mıyım kazanamayacak mıyım belli değil ama sen neticede benden mutlaka bir fazlalık isteyeceksin. Bu, insan fıtratına da ters olan bir olaydır. Dolayısıyla faizciler öteden beri toplumda sergilemeyen insanlardır. Onun için onlar toplumun içerisine hiç faizci sıfatıyla çıkmak istemezler ve kendilerini çok güzel bir şekilde anlatma imkanı bulurlar. Yaptıkları sömürüler, o sömürüleri unutturmak için Müslümanlara bir hücumları var ki bugün kendisine Müslüman diyenlerin yüzde bilmem ne kadarı. 90 diyeceğim ama vazgeçtim rakamdan. Rakamı siz söyleyin. Bunlarla aynı düşünmeye başlamışlardır. Oku bakalı orayı.
ABDURRAHMAN YAZICI: 16. asırdan beri Amerika ve Afrika kıtasında ve daha başka yerlerde edindikleri sömürgelere 20.asrın başında birçok zengin İslam ülkesini de katan batılılar, sömürgelerden elde ettikleri gelirleri bankalarda birleştirmiş ve büyük yatırımlar, yeni kalkınma hamleleri gerçekleştirmişlerdir. Batılı iktisatçılar yazdıkları kitaplarda, dikkatleri yapılan sömürüden başka yöne çekmeye ve kalkınmalarının bankacılık sistemi ile sıkı ilişkisi olduğunu vurgulamaya özen göstermişlerdir. Bu ve benzeri görüşler aleminde batı tesirli kuruluş, iktisat fakültelerinin de ders kitaplarında da yer almıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün içinizde iktisat fakültelerinde okumuş olanlar varsa şu artık itiraz edilmeyecek bir bilgi gibi ezberlettirilir talebelere: Ekonomi için para birikimine ihtiyaç vardır, para olmazsa hangi yatırımı yapacaksınız? Faiz vermezseniz insanların paralarını nasıl biriktireceksiniz? Şimdi bir kere para biriktirmeye ihtiyaç vardırı kabul ettiriyorlar karşınıza büyük büyük ekonomik kuruluşları çıkararak. “Sen şimdi tank üreteceksin kardeşim, hangi parayla üreteceksin? Mecbursun buna” dedirtirler. Batılılar diyor ki; “biz bu tankı faizli sistemle topladığımız paralarla ürettik”. Mesela bir örnek. Halbuki siz onlarla mı ürettiniz? Siz 16.asırdan itibaren Amerika’yı şey yapıp oradaki eski medeniyetleri sömürmediniz mi? Afrika’yı sömürmediniz mi? 20.asırın başında İslam ülkelerini ele geçirerek onların bütün zenginliklerini Avrupa’ya aktarmadınız mı? Ve hala aktarmaya devam etmiyor musunuz? Ve o sizin bu paralarla kurmuş olduğunuz fabrikalarda 10 liraya ürettiğiniz şeyi 1000 liraya satmadınız mı? Ve hala satmaya devam etmiyor musunuz? Mesela ceplerinizdeki telefonlara bakın, mekanik tarafı ile mekanik değeri ile arasındaki ödediğiniz uçurumu bir hesap edin görürsünüz yani. İşin bu tarafını göz ardı ediyorlar. Yaptıkları sömürüyü kapatmaya çalışıyorlar. En başta söyledim ya ilk başta uyuşturucu veriyorlar vücuda. O sömürüyü kapatmaya çalışıyorlar. Sömürüyü daha da fazla arttırmanın yolu. Ne yapacak? “Kardeşim sen de bu fabrikayı kurmak zorundasın”. Doğru gerçekten. Onun için krediye ihtiyacım var ben nereden bulacağım? “Ben vereyim”. Ben vereyim diyerek Osmanlı’yı nasıl boş kağıtlarla çökerttiklerini size anlattık burada. Yani adamlar öyle bir şeye getirmişler ki kağıt parçası alıyor üzerine 10 yazdığı zaman 10 dolar oluyor, 100 yazdığı zaman 100 dolar veya euro oluyor 1000 yazarsa 1000 dolar ya da 1000 euro oluyor. Topu topuna bir kağıt. Ondan sonra diyor ki; ben bunu sana vereyim diyor. Bir kere bunu verdiği an beni 1000 euro/1000 dolar zaten borçlandırmış oluyor beş para etmeyen bir kağıtla. Öyle bir sistem oluşturmuş ki. Bu yetmiyormuş gibi bir de buna ayrıca faiz tahakkuk ettiriyor ve bana inandırmış: efendim bu olmadan ben bu yatırımı nasıl yaparım diye. Uyuşturucu devam ediyor. Basın yayın onların elindedir. Aksini söyleyenleri çok rahat susturmasını da gayet iyi bilirler. Çünkü sermaye onlarda, güç onlarda ve insanlar da kim güçlüyse kimin cebinde para varsa ona kul olmaya zaten akşamdan hazırdırlar. Üç beş tane muhalif ses varsa onlar da bir şekilde devre dışı bıraktırılabilir. Mesela buradaki konuşmaların bilmiyorum bizim burada yaptığımız konuşmaların bir benzerini televizyonlarda söyleyene hiç rastladınız mı? Söyletmezler. Okullarda okutmazlar. İşte bakın faizi Allah tarafından savaş ilanına vesile olacak kadar ağır bir suç kabul eden İslam’ın kitabı kurana mesela Türkiye’de meali çok önemli noktada bulunan Süleyman Ateş, faiz yerine tefe diyebiliyor. Hala tefe diye yazıyor. Bugünlerde televizyonlarda televizyon yıldızı haline gelmiş olan birisi de tefe diyor. Birçokları bunu söylüyorlar. Ve şunu çok net bir şekilde söylüyorlar. Televizyonlarda da çıkıp çok rahatlıkla söylüyorlar. “Kardeşim faiz olmadan kalkınma olmaz”. Ya sen faizin ne olduğunu biliyor musun? Ekonomiyi biliyor musun? Bilmiyorsan bari Allah’a teslim ol. Allah buna haram demişse haram de. Peki demiyor musun? O zaman bir Müslüman kimliği ile bir ilahiyatçı kimliği ile bunu konuşma kardeşim. Çıkar o kimliğini at, git hangi mesleği seçiyorsan seç ama milletin inancını bozma. Bugün maalesef bu noktadayız. Bir ara işte faizsiz bankalar diye faizsiz finans kurumları diye kurumlar oluştu. 2005’de çıkarılan bir kanunla bunlar da faizli hale geldi. Böyle bir ülkede ekonominin rahat gitmesi demek Allah yanlış söylüyor demekle aynı manadadır. Burada ekonomi düzgün gitmez. “Efendim iyi gidiyor”. Nasıl iyi gidiyor? Siz dua edin ki Suriye’den, Irak’tan kaçan paralar buralara geliyor da sûni tenefüs ile insanlar yaşıyor. Kim üretiyor? Dünya kadar insan emekli. Bir müddet sonra Türkiye’de Avrupa gibi olacak, artık emeklileri taşıyamayacak hale gelecek. Ne oluyor ya! Emeklilik de ne demek? Kim çıkarmış emekliliği? Tabi batılı mantığın bir gereğidir. Hangi konuya şey yapsan orada uzun uzun konuşmak lazım.
Şimdi burada şu ayetler bana günümüzle ilgili olarak çok anlamlı geliyor. Bakara suresinin 204 ve 205.ayetleri. BAKARA, 204.. Ayet: Ve minen nasi men yu’cibüke kavlühu fil hayatid dünya: kimim insanlar var ki dünya hayatı ile ilgili söyledikleri sözler seni hayran bırakır”. Adam biliyor ya. Biliyor adam maşallah. İşte az önce söylediği gibi kalkınmak için paraya ihtiyaç var. Sermaye birikimi gerekir. Sermaye nasıl biriktireceksin? Faiz vermeden kim sana para verir. Tabi ki adama faiz vereceksin ki sana parasını versin. Gerçekten çok mantıklı. Ve İslamiyet faizi yasakladığına göre kusura bakmayın siz artık kalkınmayı unutun. Eee kalkınmada müthiş bir şekilde tabi insanların böyle tabi o kendilerinin zenginliklerinin yaptıkları sömürüler olduğunu unutturmaktır aslında asıl sebep. O zaman da ne oluyor? Evet gerçekten dinimiz haram kılmış. Bir sivri zeka çıkıyor “ya kardeşim İslamiyet haram kıldı ama işte o zaman faiz fakirlerden alınıyordu. Şimdi zenginlerden faiz veriyor. Ters değişti”. Ne oldu? Kuran tarihsel oldu. Allah bilemedi insanların bu hale geleceğini de yanlış şeyler yazdı haşa. Yok efendim tefeciliktir haram olan. E peki sadece ana mallarınız sizindir ayeti ne oldu? Yok. Her ayeti okumamız gerekmez! Geçende bizim buradan bir arkadaş şey yaptı da. İslam ekonomisi güya, doktora dersine gitmiş gelmiş. Diyor ki hoca söylüyor; “efendim kuranın her hükmü uygulanmaz ki”. Lafa bak. Hangi dinin mensubusun sen ya! Bir de İslam ekonomisi diye doktora dersi veriyorsun. Bari İslam kelimesini unut git Avrupa’da ya da mevcut şeylerde nerede konuşuyorsan konuş. Zaten orada seni hiç kimse konuşturmaz da. Çünkü ekonomiyi bilmezsin ki konuşasın. Bazı cümleleri ezberlemişsin konuşuyorsun. İşin arka planından haberin yok ki. Bak diyor Allah BAKARA, 204.. Ayet: Ve minen nasi me yu’cibüke kavlühu fil hayatid dünya: kimi insanlar vardır ki bu dünya ile ilgili söyledikleri.. Adam biliyor ya. “ve yüşhidüllahe ala ma fı kalbih: samimiyetine de Allah şahit”. “Biz bu memleketin kalkınmasını istiyoruz kardeşim. Hadi söyleyin bakayım krediyi nasıl sağlayacaksın?”. Baştan bir kere inandırmış kredisiz bu iş olmaz diye. “Ve hüve eleddül hısam: o, düşmanın en yamanıdır”. Öyle sıradan bir düşman değil.
BAKARA, 205.. Ayet: Ve iza tevella: eline bir fırsat geçirdi mi”, “sea fil erdı: şöyle yeryüzünde dolaşır”. Niye? “Li yüfside fıha: oradaki düzeni bozmak için”. Ne yapıyor? Kredi bir devreye girdi mi. Her zaman anlatıyoruz. Bizim vücudumuzda 5 kilo kan var. Bağırsaklardan, akciğerden geliyor i. Vücudun ihtiyacı olan gıdayı, oksijeni alıyor, gıdayı götürüyor karaciğere. Oradan bütün hücrelere dağıtıyor. Hücrelerin yaptıkları üretimi diğer hücrelere dağıtıyor falan derken kan sürekli dolaşıyor. Kan dolaşmazsa sizin yediğiniz yiyeceklerin mideden bağırsaklara geçmedi, orada belli bir noktada hazmedilmesi, sonra karaciğere gelmesi. Sonra işte aldığınız nefesin vücudunuza dağılması imkansız. Yani vücut çalışmaz. Çalışması için belli bir oranda kanın sürekli dolaşımda olması lazım. E hadi bakalım bu kanın dörtte birini organlardan bir tanesi bir banka kursa da alsa. O zaman ne olacak? Bütün hücrelerin çalışması ciddi anlamda sekteye uğrayacak. İşte bir banka kuruyorsunuz, piyasada dolaşan paraları hemen hapsediyorsunuz. Çünkü o para sana gelecek, kayda geçecek, belli yerde bekleyecek. Beş dakika kan dolaşımında sorun çıksa vücut zaten çok ciddi manada tahribat meydana gelir. Bu da piyasada dolaşan paralar var. O para dolaşıyor. Birisi için işçi ücreti oluyor. Adam ücretini alır almaz, para eline geçer geçmez ev kirasını ödüyor. Ondan sonra bakkala, kasaba borcunu ödüyor. Ondan sonra çocuklarının masrafları. Elhamdulillah aybaşına kadar işimiz iyi diyor. Peki o kirayı alan ev sahibi de kendi masraflarını ödüyor. Bakkal, kasap da çeşitli ödemelerini yapıyor. Ondan ona, ondan ona tıpkı tüm hücreleri dolaşan kan gibi bakıyorsunuz ki piyasada birisine iş oluyor, birisine aş oluyor, birisine yol parası oluyor, birisine otomobilinin çalışması için gereken para oluyor ve hayat yürüyor. Ülkenin her noktasına bu para ulaşıyor ve vücudun bütün hücreleri gibi ülke çalışıyor. Banka topladı mı parayı aynen vücuttaki kanın toplaması gibi. Bir süre bankanın kasasında duracak. Mecburen birikecek. Birikmesi için belli bir zaman geçmesi lazım. Ondan sonra o parayı kullanacak insanlara ihtiyaç var. O insanların ortaya çıkması lazım. O insanlar, toplumda yüzlerce insanın ihtiyacını gördüğü parayı üç-beş kişi alacak eline. O üç-beş kişi eline aldığı an sistem bozulmuş oluyor. İşte fesat. Toplumda bir fesat. Sistem bozuluyor. Bakıyorsunuz ki artık köyünüze hayvan üretmişsiniz eskiden gelir alırlardı ya. Koyununuzu, keçinizi gelir alırlardı, biz de parayla giderdik kışlık ihtiyacımız… şimdi gelen giden yok. Sütümüzü, yoğurdumuzu gelir alırlardı şimdi gelen giden yok. İyisi mi o zaman burayı bırakalım şehire gidelim bir yerde çalışalım iş bulalım. Tamam çiftini şuyunu bırak şehire git. Şehirde iş buldun mu senden iyisi yok. Ama hiç olmazsa köyden daha iyi, çalışıyoruz. Bakıyorsunuz ki adam diyor ki kovuldun. Eyvaaah. Köyde çok iyiydi. Hiç olmazsa kovuldun dediği zaman ev kirası vermiyorduk. Bir tane tavuğumuz vardı yumurtluyordu. Hiç olmazsa giderdim falan yerden ot yolardım ot yerdik. Burada o da yok. Hiç bir şey yok. Lambayı yakıyorum para. Köyde ben lambayı yakmadan da ay ışığında durabilirdim. Gaz parası varsa yakıtım yoksa yok. Ne yapsam para. Hadi aç kaldın komşundan iki tane ekmek alırdım şimdi ekmek alacağım komşum da yok. Yanı başımdaki adamı hiç tanımıyorum, o da beni tanımıyor. Şimdi gördünüz mü düzeni nasıl bozuyorlar. İşte burada diyor ki; “sea fil ardı li yüfside fıha: düzeni bozmak için gayret gösterir”. İşte burada düzen bozuldu. Allah’ın emrine aykırı her türlü hareket düzeni bozar. Başka ne yapar? “Ve yühlikel harse ven nesl” gelirleri, kültür diye de ifade edilebilir önemli değil. Gelirleri helak ediyor. Helak etmek ne demek? Helak etmek yok etmek değil. İçindeki bir gücü yok etmektir. Mesela ayette “haleke annike sultani: benim gücüm gitti”. Yani etkisizleştirir. O insanlara bakarsın ki ne güzel güçlü kuvvetli. Geldi köyünden çıktı. O köyündeyken sen o adamı köleleştiremezsin. Ama köyünden çıkmış şehire gelmiş, çoluk çocuğu taşımış, bir ev tutmuş kira veriyor, çocuklarını okula gönderiyor. Buradan tekrar köye gitmesi çok büyük bir felaket olur. Zaten gelirken hayvanlarını satmış, bilmem ne yapmış. Şimdi bu adam da işinden kovuldun dediği an öyle bir noktaya gelir ki isteyen istediği gibi anarşik olaylarda kullanabilir, başka şeylerde de kullanabilir. Ondan sonra bu adam tamamen köleleştirilir. Yani bu adamın içindeki o kişiliği bu şekilde yok eder. Bu bir helaktir. Artık adam eskisi gibi olmaz. Karşı taraf ne diyorsa evet. Eskiden olsaydı ben içki fabrikasının kapısının önünden bile geçmezdim ama içki fabrikasında bir iş olduğunu duysam koşar kuyruğa girerim ki iş bulayım. Çünkü aç kalıyoruz kardeşim. Bu iş kolay bir şey değil. Dolayısıyla helak etmek ne demek? İnsanları kişiliksizleştirmek, etkisiz hâle getirmek. Toplumlar etkisizleştiriliyor bu kredi sistemi ile toplumlar. Ondan sonra devletler etkisizleştiriliyor. İşte koskoca Osmanlı İmparatorluğu üç-beş tane kağıtla her şeyini kaybetti. Beş para etmeyen. Zaten Osmanlı’yı batıran kağıtlardan hiç biri antikacılarda bile yoktur. Hiç bir işe yaramayan şeylerle. Ne olacak niye batmış? Çünkü fazlasıyla hak etmiş de onun için batmıştır. Ben Müslümanım diyor Müslümanlıktan haberi yok. Ben Müslümanım diyor bankayı kuruyor. İstanbul bankası kaç yılında kurulmuştu? 1849 İstanbul Bankasını kuruyorsun. Ben Müslümanım diyorsun, faizli tahvil çıkarıyorsun. Ben Müslümanım diyorsun, Ebu Suud’dan beri vakıfları faizle idare ediyorsun. Hileyi şeriyye diye bir takım şeylerin peşine koşuyorsunuz. Haşa C.Hakkı mı kandıracaksın. Tıpkı Yahudilerin cumartesi yasağını çiğnemeleri gibi. Cumartesi yasağını çiğnemiyorlar. Belli bir süre Allah, bu tip şeyleri yapanlara imkanlar verir. Ayetlerde var. Biraz iyileşince tamam diyorlar ya, bu iş böyle. Sonra da Allah’ın bir cezası geliyor. Millet zannediyor ki batılı. Batılı, Allah’ın bir cezası olarak geldi, İslam ülkelerini hak ettiği cezaya çarptırdı. Adına İslam ülkeleri dememiz mecazendir. Hakikaten değildir. Şirkin içine gırtlağına kadar batmış, Allah’ın bütün haramları işleniyor. Eee? Beş vakit ezan okunuyor. Kardeşim güzel de içerik ne? Mesela bak diyor ki burada; “Felemma nesu ma zükkiru bihı: insanlara uyarılar yaparsınız şunu yapmayın, bunu yapmayın. Kendilerine yapılan bilgileri ne zaman unutur, tabi unutmuyorlar da unutmuş görünüyorlar. Kulak ardı ediyorlar. Bugün öyle. Bak dikkat ederseniz biz ne kadar ayetlerden bahsedersek edelim dışarıda kendine Müslüman diyenler bizimle dalga geçiyorlar. Dün Konya’dan bir arkadaş telefon ediyor. Hocam diyor şimdi sen üzüleceksin ama maalesef söylemek zorundayım. Biz adamlara ayet okuyoruz, sen Bayındırcısın diyorlar. Bundan daha çirkin bir ifade olur mu? Ne demek Bayındırcısın ya! Çünkü ayete karşı bir şey söylese kötü duruma düşecek. Bayındırcı dediği zaman bu defa bir hedef saptırması yapacak, istediğini söyleyebilecek. Böyle saçmalık olur mu ya. Ne demek. Bayındırcı kaç para eder. Bugün var, bir saniye sonra yok. Ama Allah’ın bütün emirleri kıyamete kadar vardır. İşte burada diyor “Felemma nesu ma zükkiru bihı: kendilerine anlatılan şeyi ne zaman unutmuş gözükürler”,”fetahna aleyhim ebvabe külli şey’: her şeyin önünü onlara açarız”. İşte biraz zenginleşirler. “hatta iza ferihu bima utu” ellerine verilenlerle böyle “ohh be! Kazandık işte işler iyi gidiyor”. Tam neticeyi alacak noktaya gelir, “ehaznahun bağteten: hiç beklemedikleri yerden onları yakalarız”. “Fe izahum mublisun”(ENAM 44) bakarsın ki tüm gemileri batmış. Tamamen ümitsizleşmişler. Ya bu C.Hakkın cezası kardeşim. İşte zannediyorlar ki biz kendi şeyimizle olduk. Ondan sonra Allah’ın cezası gelince bu defa o cezayı hak ettiklerini de kabul etmiyorlar, iyice yanlışlara dalıp gidiyorlar. Şu anda İslam alemimin durumu gibi. Ondan sonra diyor ki Allah; “vallahu la yuhibbul fesad”(BAKARA 205) Allah fesadı sevmez, bozgunculuğu sevmez. BAKARA, 206.. Ayet: Ve iza kıyle lehüttekıllahe” bu insanlara desen ki Allah’tan korkun ya. Allah’tan korkun ne bu faiz. Allah neyi yasaklamışsa siz emrediyorsunuz, Allah neyi emretmişse siz ona karşı kör ve sağır davranıyorsunuz dendiği zaman “ehazethül ızzetü bil ismi: günahıyla övünmeye başlar”. “Kardeşim öyle diyorsun ama bekara karı boşamak kolay öyle haa. Şunu yaptık, bunu yaptık. “. Allah bilmiyor sen biliyorsun öyle mi? Allah yanlış yaptı sen doğru yaptın. “Fe hasbühu cehennem: onun hakkından gelecek olan cehennemdir”, “ve le bi’sel mihad: orası ne kötü kalış yeridir.
Şimdi bizim Ticaret ve Faiz kitabından bir zamanlar faizsiz çalışan katılım bankaları. Biz şimdi şu andaki katılım bankalarını ele alarak karşılaştırma yapmayacağız. Olması gerekene göre bir karşılaştırma yapacağız. Arkadaşlarımız okuyacaklar bizim bu Ticaret ve Faiz kitabındaki tespitlerden. Biz de kısa kısa açıklamalar yapacağız.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hocamızın da belirttiği gibi günümüzde faizsiz finans kurumları, İslami banka yada katılım bankacılığı olarak isimlendirilen bankalarla normal bankalar arasındaki farklara değinmeye çalışacağız Hocamız’ın kitabını esas alarak. Ticaret ve Faiz kitabında 254’den sonra bu konuda bilgiler var. Önce burada banka nedir diye belki mevduatlı kredi temelli çalışma..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birinci maddeden itibaren oku.
ABDURRAHMAN YAZICI: Burada temel olarak ikisi arasındaki benzerlik ve farklılıklara değinilecek. İkisini birbirinden ayıran temel noktalara. Bunlardan ilki bunların mevduatlarını toplaması ile ilgili. Bankalar mevduatlarını faiz ödeyerek toplar. Katılım bankaları ise katılım fonu mudarebe ile yani emek sermaye ortaklığı ile toplarlar. Ve fon sahipleri için katılma hesabı açarlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünkü katılım bankaları ile diğer bankalar arasında şu anda temel fark duruyor. Yani siz, katılım bankasına para yatırdığınız zaman yatırırken faizli olarak yatıramıyorsunuz. Katılım fonu kar-zarar ortaklığı deniyor. Ki bu son derece meşru. Gayet doğru bir şekilde. Parayı yatırırken herhangi bir gayrı meşruluk söz konusu değil. Yani diyorsunuz ki alın benim bu paramı çalıştırın, kaç lira kazanırsanız karın şu kadarı senin bu kadarı da benim olsun diye bir anlaşma imzalıyorsunuz. O anlaşmada problem yok. Paranızı bankaya yatırdığınız zaman banka başlangıçta size diyor ki sana şu kadar faiz ödeyeceğim diyor ve alıyor sizden. Baştan ödeyeceği faizi söylüyor. Bunlarda öyle bir şey yok. Ama tabi ondan sonraki çalışmaları bankadan farklı değil. Çünkü 2005’de çıkan kanun bunlara bu yetkiyi de verdi ve maalesef onlar daha çok onu kullanmaya başladılar. Elbette ki içlerinde bazı işlemlerini faizsiz yapalar mutlaka vardır ama genel yapıları böyle.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bankalar ile finans kurumları topladıkları bu paraları kullanma açısından da bir farkları var. Bankalar topladıkları mevduatı kredi yoluyla yani faizli borç olarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünküleri şey yapmıyoruz. Sen oku ben açıklamayı yaparım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankası da borç vermek, gelirlerini ticaretten elde eder. Müşterileri ile ilişkisi ticari ilişkidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bakın başlangıçtaki farkı bir anlayalım. Bir katılım bankası var yani doğru çalışan. Bugünkü manada değil. Maalesef bugünkü kanunlarında yüzde yüz faizli çalışma yetkisi verilmiştir. O kanunun numarası kaçtı orada? Oku bakayım o maddeyi.
YAHYA ŞENOL: Şöyle söylenmiş. Bankacılık kanununun 48.maddediymiş bu. Katılım bankalarının faaliyet konuları olan ticari işlemler kredi kapsamına sokuluyor bu maddede.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kredi derken borç demek.
YAHYA ŞENOL: Katılım bankalarının taşınır ve taşınmaz mal ve hizmet bedellerinin ödenmesi suretiyle veya kar ve zarar ortaklığı yatırımları, taşınmaz ekipman veya imtiyaz temini veya finansal kiralama, mal karşılığı vesaikinin finansmanı, ortak yatırımlar veya benzer yöntemlerle sağladıkları finansmanlar da bu kanun uygulamasında kredi sayılır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kredi sayılır dendiği zaman kredi, borç demektir. Kredi sayılır dediğiniz zaman faturalar falan devre dışı kalmış oluyor. Yani alım satım yapmış gibi gösteriyorsunuz. Aslında yapmıyorsunuz, karşı tarafa borç vermiş oluyorsunuz. Borçtan elde edilen gelir de faizden başka bir şey olmaz. Dolayısıyla sistem tamamen faizli sisteme gömülüyor. Şimdi burada size çok önemli bir husus söyleyeyim. Gerçek manada mesela bir katılım bankası var. Bir de normal banka var. Normal banka insanlardan para isterken diyor ki 100 lira getir, sana gelecek sene 110 lira vereceğim diyor. İşin helalliğini haramlığını hiç düşünmeyin. İnsanların menfaatlerini düşündüğünü hesap edin. Getiriyor tamam diyor ben zaten çalışsam seneye 10 lira kazanamam. 100 lira da burada duracağına al. Getirip veriyor. Hatta adam evini satıp bankaya yatırıyor, arabasını satıp yatırıyor. Buradan elde edeceğim gelirle şöyle yaparım böyle yaparım diye kendisine bir takım hesaplar yapıyor. Ama gerçek manada katılım bankası da diyor ki paran varsa getir. Kaç lira vereceksin? Bilemem, çalıştıracağım kar elde edersem yarısı senin yarısı benim. Hatta mesela bugünkü katılım bankaları diyor ki yüzde 80’i senin, yüzde 20’si senin. Rakam çok güzel ama kaç lira vereceksin kardeşim? Ben parayı görmek istiyorum. Kusura bakma. Onu ben söyleyemem ki ne bileyim. Zarar da edebilirim. Zarar ettiğin zaman ne olacak? Senin paran gidecek. O zaman ben sana niye vereyim ki ben kendim çalışırım der. Şimdi buraya para yatıranlar kim olur? İşinden para artmış ise onlar olur. Yani insanlar normal kendi işlerini bırakmazlar. Kim evini satarak böyle bir yere para yatırır? Kim arabasını satar? Kim böyle risk alır? Çünkü ne alacağı belli değil. Dolayısıyla gerçek anlamda katılım bankası, piyasayı hiç bir şekilde olumsuz etkilemez. Ama öbürü insanlara çok cazip bir teklif sunuyor. Diyor ki Allah ne güzel ya, çalış çalış zaten 10 lirayı nereden kazanacağım. 100 lirayı 110 lira yapamam ki seneye. Bu garanti bir kere. Öbüründe zarar etme tehlikesi de var. Ama beri tarafta garanti olmadığı için o zaman diyorsun ki niye ben sana vereyim ben kendim çalışırım. Bu defa senin çiftin, çubuğun, işin bozulmuyor olduğu yerde kalıyor. Yani az önce anlattığımız fesat olmuyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Üçüncü bir nokta da bankalar kredi verdikleri kişinin durumunu tehlikede gördükleri zaman vadesi bitmeden krediyi geri isteyebiliyorlar. Alamazlarsa da temerrüt faizi öngörüyorlar buna. Teminatları nakde çevirip kendileri ile iş yapan kişileri çıkmaza sokarlar. Mesela iki yıl vadeli kredi alıp kullanan birini iyi görmeyen banka onun bu krediyi 15 gün içinde ödemesini isteyebilir. Borcunu bu süre içinde ödeyemezse bunu temerrüte sokar ya faiz oranlarını tek taraflı olarak arttırabilir. Bu sebeple büyük bir kuruluş küçük bir borç yüzünden batabilir. Dolayısıyla kredi alanlar gözlerinin önünü pek göremezler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Parayı topladığı zaman olanları anladık. Bir de toplanmış paranın kullanılması var. Tabi öyle büyük paralar toplandığı için mesela şura 10 bin kişinin kullandığı parayı bu defa 10 kişi kullanacak. Niye? Çünkü bu banka teminat ister. Bir borç verecekse bu borcu sen ödeyemediğin takdirde senden teminat alır yani 100 lira borç vermişse 200 liralık teminat alır ya da ne ise artık. Alacağını önceden garantiye bağlar ondan sonra sana borç verir. Aldığın borçla bir ticari faaliyet ya da bir ekonomik faaliyet yapacaksın. Yaptığın ekonomik faaliyetin ne zaman sonuçlanacağı tahmin edersin. Ben şu anda şu sene yapacağım bu sene yapacağım ama ticari hayatın tabiatı farklıdır. İşler senin istediğin gibi yürümez. Bazen yürür çok nadiren ama çoğunlukla yürümez. Borcu ödeme günü gelir bakarsın elinde beş kuruş para yok. O zaman banka senden borcu ister. Hadi ver bana paramı der. Yok. O zaman senin teminatın yeterliyse sana yeni bir kredi vereyim der. O yeni kredi ile kendi borcunu kapatır. Mesela sana 1 milyon lira vermiş 1 milyon 100 bin lira borçlandırmış ise şimdi 1milyon 100 bin lira borç verir, 1 milyon 300 bin lira borçlandırır. Artık senin seçeneğin olmadığı için onun dayadığı faize razı olmak zorundasın. Peki seneye gene sıkıntı olursa? Bakarsınız ki bir kaç sene sonra hem işiniz kapanmış hem krediye teminat olarak verdiklerinizin hepsi gitmiş ve siz iş arayacak duruma gelmişsiniz. İşsiz hale gelmişsiniz. Bu, iş normal yürüdüğü zaman. Peki olmazsa? O zaman eğer iş yeriniz güzel gidiyorsa, güzel çalıştırıyorsanız size sürekli kredi desteği verir. Çalıştırıp da bu bankayı besleyebiliyorsanız oradan size de bir kaç damlalık ölmeyecek gibi bir şeyler verir. Siz dışarıda patron gözükürsünüz ama aslında o bankanın işçisisiniz. Millet sizi patron zanneder. Onun için birçok ekonomik kuruluşun dışı sizi yakar içi de onları yakar. Siz dışarıdan zannedersiniz ki ne muhteşem bir şey ama bir içine girin oradaki feceati görürsünüz. Bir de temerrüt dediğimiz bir olay vardır. Banka baktı ki senin işlerin iyi gitmiyor. O kararı da kendisi verir. Sana sormaz. O zaman sana bir ihtar gönderir. 15 gün içerisinde aldığın krediyi öde. Ya ben nasıl ödeyeyim, bir sürü yatırımlar yaptım. Bu mümkün değil. Öde, aksi takdirde temerrüde sokarım. Temerrüde sokmak demek faiz oranını tek taraflı arttırmak demektir. Ondan sonra da teminatları nakite çevirip almak demektir. Yani sistemi tamamen çökertir. Peki ondan sonrasını oku şimdi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankasının müşterileri bu gibi sıkıntıları yaşamaz. Onlarınki ticari borç olduğundan vadesinden önce talep edilemez. Eğer katılım bankası onlarla iş ortaklığı yapmışsa her ortak gibi kâra da zarara da katılır. Böylece katılım bankasının müşterileri gözlerinin önünü görerek çalışırlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Banka müşterisi önünü göremez ama katılım bankasınınki görür. Mesela burada da borçlusunuz. Ben şimdi X bankasından para alıyorum diyorum ki mesela diyelim ki falanca yerden bardak ithal edeceğim. Hatta orayla da irtibatı kuruyorum. Anlaşmışım. Fatura geliyor, onunla ödeme yapacağım. Bankadan kredi aldım. Oraya ödemeyi yaptım. Oraya ödeme yapıyorum ama bu defa yolda gelirken bir şey oluyor gemi batıyor ya da ne bileyim gününde gelmiyor mal. Mal gününde gelmediği için ben de gününde müşterime malı teslim edemiyorum. Mal teslim edemeyince müşteri başkasından malı almış oluyor ve bu defa gelen mal elimde kalıyor. Ama bu malı katılım bankası aracılığıyla alırsam çünkü mal almışım para almamışım. Katılım bankası o malı oradan alıp getiriyor, benim elime mal olarak satıyor burada. Dolayısıyla ben ondan para almıyorum. Bir tüccar işte. Tüccardan mal almış gibi oluyorum. “Tüccar gibi” değil, katılım bankası tüccardır. Parası bol olan tüccardır o kadar. Almış o malı bana satmış. Ben de anında müşterilerime dağıtırım. Müşterilerime şu kadar vade ile dağıttım, buna da şu kadar zaman sonra borcumu ödeyeceğim tamam. Yani piyasadan veresiye mal almak ne ise katılım bankasından almak da odur. Katılım bankasından almak sizin için daha karlıdır. Çünkü gidip de üreticiye dersiniz ki; bakın bardak kaç lira? Piyasada diyelim ki 2 lira. Ben bu bardaktan alacağım parası peşin. Parası peşin dedin mi karşı tarafın yağları erir. Esnaf çok iyi bilir. Sen şimdi git alış verişe, bazı akıllılar parayı çıkarır koyar masanın üzerine başlar pazarlığa. Adamın ağzının suyu akar orada. Burada kaç liraya? Şu kadara. Ya bundan aşağı olmaz. Öyle mi? Ben biraz daha indirim yapayım. Ben şu kadar. Ya dur dur. Şimdi o para o kadar cazip bir şeydir ki adam bu defa zararına bile mal verebilir. Dolayısıyla araya katılım bankası girdiği zaman tabi ki zararına verecek değil. O üretici verdiği malın parasını almış olur. Öbür taraf da mal almış olur. Araya bir zaman girmiyor. Yani o kan olayını düşünün. Kanın işe yaramayacağı bir saniye bile olmuyor. Bir yerde kalması değil. Bir kere katılım bankasına gelen paralar zaten insanların kullanmadığı paralar. Zaten kullanmıyor. İşi varsa kimse oraya para yatırmaz. Zaten kullanılmayan paralar da ticarete kazandırılmış oluyor. O da ticarete katkı sağlamış oluyor ve işi güçlendirmiş oluyor. O adam da peşin para bulmuş olmaktan kaynaklanarak, bir kere borçlarını ödüyor. Yeni mallar alıyor, yeni mallar üretiyor, işte piyasada ciddi hareketlilik oluyor. Eğer katılım bankası ortak olmuş ise zaten ortaklığın bütün risklerine katılacak demektir. Her halükarda mal ve hizmet üretiminde aksama olmaz artma olur ve dolayısıyla işler gayet düzgün bir şekilde yürür.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankası müşterilerine karzı hasen yani faizsiz ödünç verebilir. Bunu kredi ile karştırmamak gerekir. Kredi faizli olur. Karzı hasen ise faizsizdir. Karzı hasende belirlenen süre bağlayıcı değildir. Alacaklı taraf istediği zaman alacağını talep etme hakkına sahiptir. Bu sebeple karzı hasen yoluyla para bulmak kolay olmadığı gibi ne zaman isteneceği belli olmayan bir parayla iş yapmak da kolay değildir. O ancak birbirine güvenen kişilerin kısa süreli yardımlaşmaları şeklinde olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu katılım bankaları gerçekten o kadar güzel karzı hasen verme şeyine sahiptirler ki ben onun ayrıntısını burada anlatmak istemiyorum. Bazı konuları hiç anlatmak istemiyorum çünkü bazı kesimleri ciddi manada rahatsız eder. Onları es geçiyorum. Karzı hasen dediğimiz faizsiz borç demektir. Karşı taraf sıkışmış. Olur, bu son derece normal bir şeydir. Her zaman anlatıyoruz işte, Allah’a şükür hayatım hep ticaretin ve sanayinin içerisinde geçtiği için bu şeyleri gayet iyi biliyorum. Bazen bakarsınız ki bir saatliğine paraya ihtiyacınız olur. Bir saat. O bir saatliğine o parayı bulamazsanız çok ciddi sıkıntılara girersiniz. Onun için hep olur. Alırsınız oradan biraz sonra da ona verirsiniz. Bazen bir aylık olur, baze iki aylık olur. Bankayı devreye soktuğunuz zaman işin içine hep faiz girdiği için çok ciddi sıkıntılar arkasından gelir. Bu karzı hasen vermenin çok güzel metotları vardır. Devreye banka girdiği zaman eğer onu soran banka olursa onlara anlatırım. Şimdi anlatmayacağım. Anlatsam da çoğunuz anlamayacaksınız. Hiç gerek yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Çek kullanma bakımından da bankalarla katılım bankaları farklılık arzeder. Bankalar kredi verdikleri kişi adına vadesiz hesap açar, krediyi oraya kaydeder ve çekle kullandırırlar. Bankadan çıkmayan ve vadesiz mevduat olarak müşterinin hesabına geçirilen kredi bir başka müşteriye tekrar kredi olarak verilir ve zincir halkalar halinde devam eder büyür. Gerçekte olmayan, sadece kayıtlarda bulunan bu paralar çekler vasıtasıyla piyasaya sürülür. Prensipde parayı merkez bankası üretir ama kaydi para adı verilen bu çekler bankaları en büyük para üreticisi haline getirir. Merkez bankasının parası faizsiz ama bu çekler faizli olduğu için enflasyonun ve pahalılığın en önemli sebebi olurlar. Katılım bankası bir ticari kuruluştur. Kaydi para üretmez. O her tüccar gibi mal alım satımı yapar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu kaydi para çok önemli bir şeydir. Kayıt kelimesi var ya. Kayıtlarda var ama gerçekte olmayan para demektir. Yani şimdi burada bir banka var. O bankaya birisi yüzde 10 faizle 1000 lira para yatırıyor. Vadesi belli. Gelecek sene bu 1000 lirayı çekecek. Burada bu kişinin vadeli mevduat olarak yatırdığı 1000 lira var. İkinci şahıs gelir bana 1000 lira borç ver der. Banka o 1000 lira borcu verir, onun için bir hesap açar, parayı oraya kaydeder. Kasasında bulunan 1000 lirayı. O kişiye bir tane çek karnesi verir, bu parayı kullan. Ya da bugün kredi kartı veriliyor. Git kullan, cebinde para olması gerekmez. Onun da hesabına gelir. Bu adam sanki buradan 1000 lirayı çekmiş tekrar yatırmış gibi sayılır. Bankada o 1000 lira duruyor. Üçüncü şahıs gelir bu defa ona bu 1000 lirayı verir. Dördüncü gelir ona verir. Beşinci gelir ona verir. Binlerce kişiye verebilir. 1000 liradan 1 milyar lira borç verebilir. Yeter ki nakit talebi olmasın. Ama yapılan istatistiklerde bakmışlar ki yüzde 10 kadar-aslında yüzde 8 kadardır ama yüzde 10 yuvarlak hesap-para talebi oluyor. Bu defa o talepleri karşılamak için yatırılan mevduatın onda biri kadar yani on katı kadar kayıtlarda olan ama gerçekte olmayan paralar üretiliyor. Yani sen kredi kartıyla mal alıyorsun, aslında hiç para fala yok. Değil mi? Kartın çekiliyor, sanki ödemiş gibi yapıyorsun ama para yok. O, bankanın parası. O parayı banka ödemiş gibi kabul ediyor. Banka, size verdiği borçlardan da ayrıca faiz alıyor. Olmayan paranın yani siz bakıyorsunuz ki 1000 lira borç vermişsiniz 1100 lira alacaksınız. Ama banka onu 10 000 lira olarak borç vermiş. Yüzde 10 ile verecek olsa sonunda 1000 lira alacak. 1000 lira faiz alacak sana 100 lira verecek. Dolayısıyla piyasanın tüm parasını almış olacak. Ama yüzde 10 ile vermeye razı olmayacağı için daha fazla verecek. Bu defa ne yapacak? Yüzde 20 ile verirse piyasadaki tüm paranın iki katını alacak faiz olarak. 2013 yılının, 2014’ün inceleme fırsatı bulamadım merkez bankası hesaplarını. 2013 yılı merkez bankası hesaplarına göre normal şeyde temerrüt faizi dahil değil, kredi kartlarının faizi dahil değil normal faiz üzerinden yapılan hesaplara göre bankalar piyasadaki tüm paranın iki katını faiz olarak almışlardı. 2013’de Türkiye’de. Böyle bir ülkenin ayakta durması mümkün mü? Bankalara kul köle olmaması mümkün mü? Ama faizsiz çalışan bir banka bunu asla yapamaz. Çünkü bu aynı zamanda büyük bir risktir. Faiz almadan böyle bir riske hiç kimse girmez. O sadece kendi müşterilerine parası varsa ödeme emri vermesi için sınırlı çekler verir. Bugünkü gibi değil de normal işliyorsa orada herhangi bir para üretimi ve piyasanın parasını çekme diye bir şey olmaz. Ne olur? Piyasanın işlerinin düzgün bir şekilde yürütmesi için daha iyi daha rahat yürütülmesi için imkanlar verir o kadar. Yani birisine ödeme yapılacak, havale yapılacak, elektronik fon transferi dedikleri şekilde para bir yere transfer edilecek. EFT derler ona biliyorsunuz. Post makinalarının çalışmasında da faiz söz konusu olamayacağı için. Post Point On Sale yani satış noktasının kısaltılmış şeklidir o. Oraya koyar, onu takip eder, öder. Araya faiz girmediği için piyasada herhangi bir olumsuzluğa da sebep vermez ve işler düzgün bir şekilde yürür.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bankalarla katılım bankaları munzam karşılığa ve sermaye yeterliliğine ihtiyaç duyma bakımından da farklıdırlar. Mevduat, bankanın tasarruf sahiplerinden aldığı borçtur. Kaydi para da diğer para gibi değildir. Banka onun karşılığını ödemek zorundadır. Bu sebeple ne kadar kaydi para üretirse o kadar borca girmiş olur. Buna kredilerin batma tehlikesi de eklenince tedbir alma ihtiyacı doğar. Kasa ihtiyatı, munzam karşılık ve sermaye yeterliliği gibi tedbirler bu yüzden uygulanır. Bankalar mevduatlarının tamamını kredi olarak vermeyip..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir dakika orada kal. Bakın şimdi bugün merkez bankası rezervleri var deniyor. Ben şimdi buradan merkez bankası yetkililerine soruyorum. Bu yabancı parayı rezerv tutmakla bu memlekete katkınız nedir? Onu lütfen bir izah eder misiniz? Yani bu para eğer dolaşıyorsa bir işe yarar. Bir yerde tutuluyorsa hiç bir işe yaramaz. Ama bu kredi sistemi mecburen paranın bir kısmını hapsetmeyi gerektiriyor. Paranın tamamını piyasaya veremiyorsunuz kredi sisteminde. Ama katılım bankasında tamamını verebilirsiniz. Problem değil. Yani doğru işleyen katılım bankası. Yani siz tüccar olarak cebinizdeki paranın tamamı ile alış veriş yapmıyor musunuz? Hatta biraz da borçlanıyorsunuz değil mi? Ama bankaların yapısı öyle değil. Banka kredi verdiği zaman birisi gelip de para talebinde bulunursa o parayı karşılaması gerektiği için bankada para bulundurması gerekir. Merkez bankaları da bunu, sistem kredi üzerine kurulduğu için bunu şey yapmaları lazım. Herhangi bir durumda ülkenin itibarı. Çünkü bir bankanın batması ülkeyi ciddi manada sıkıntıya sokar. Ülkenin itibarı için de bir munza karşılık diye bir şey oluşturmuşlardır. Bir de bankaların ödedikleri kredileri belli bir disiplin altına almak için bu munzam karşılıklara ihtiyaç vardır. Yani istedikleri kadar kredi veremesinler, belli bir sınırı olsun diye. Yani munzam karşılık şudur: mesela az önce söyledik. Birisi buraya 1000 lira para yatırdı. İkinci bir kişi gelip de bankadan borç isterse o banka o borcun merkez bankasının ilan ettiği munzam karşılık kadarını merkez bankasına yatırması gerekir. Yüzde 10 ise 100 lirayı merkez bankasına yatıracak. Bir de banka ihtiyat da bulundurmak zorundadır. Bir kısmını da kendisi tutacak. O zaman piyasaya verdiği kredi miktarı azalır. Ama paralar munzam karşılığı olarak hiç kullanılmadan tutulur. Bir arkadaşımın ifadesine göre 8-10 milyar dolar sadece munzam karşılık olarak merkez bankası rezervlerinde varmış. E niye duruyor o para? Faizli sistem olmasa bu paranın tamamı piyasada dolaşır. 8-10 milyar dolar az para mıdır? Şu kadar milyar dolar da efendim devletin çıkardığı tahviller falan. Zaten tahvil konusunda ayrı bir ders yapmak isterim ama burada yapmak istemem. Keşke bankacılarla konuşsak da ekonomiye yön veren insanlarla konuşsak da onlara anlatsak bunu. Burada konuşulacak bir konu değil. Bir devletin faizli tahvil çıkarmasının hiç bir mantığı ve manası yok. Geçende birisi diyor ki; “ya zaten onlara ödenen faiz yüzde 8. Yüzde 8 de enflasyon, aslında sıfıra sıfır”. Peki o sıfıra sıfır ama vatandaş hep sürekli ekside. Ne oluyor bu? Öyle şey olur mu? Bu sözümün manasını anlayan anlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bankalar mevduatlarının tamamını kredi olarak vermeyip bir miktar ihtiyat bulundururlar ki tahsilat gerektiren çekleri ödeyebilsinler. Ayrıca merkez bankası, bankaların belli bir sınırın üzerinde kredi vermelerini engellemek için bankalara munzam karşılık mecburiyeti getirir. Para bölümünde kaydi para mekanizması anlatılırken daha önce de bahsetmiştik.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bu kredi sistemi devreye girdi mi paranın bir kısmı mutlaka yani kan dolaşımı dedik ya, kanın bir kısmını mutlaka bir yerde tutacaksınız. Buna doktorlar ödem diyorlar. Vücut için en kötü şey. Para kullanılmak içindir, bir yerde tutulmak için değildir ki. Yani bakın sistemi nasıl çökertiyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredilerin batma oranının yüzde 8’i geçmediği tespit edilmiştir. Bu sebeple bankaların toplam mevduatının yüzde 8’i kadar sermayeye sahip olmaları yeterli görülmüştür. Yüz birim mevduatı varsa 8 birim öz sermayesi olmalı ki verdiği bir kredinin batması halinde ödemeleri yapabilsin. Ekonominin kötü olduğu bir yerde daha fazla sermayeye ihtiyaç duyulabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela şu anda Türkiye’de bankacılık sağlam temellere oturtuldu falan deniyor ya, vatandaşlar zannediyor ki piyasaya verdiği borç kadar sermayesi var. Hayır öyle değil. Piyasaya mesela 1 milyar dolar borç vermişse onun yüzde 8’i kaç lira eder? 80 milyon dolar mı eder? 80 milyon dolar parası varsa bu banka çok sağlam bankadır. 1 milyon dolar borç vermiş? Yok, sağlam banka. Sağlam dedikleri de o. Vatandaş bilmiyor ki işin arka tarafında neler olduğunu.
ABDURRAHMAN YAZICI: Mesela bir banka 500 lirası vadeli 500 lirası da vadesiz olmak üzere 1000 lira nevduat toplasa ve onun tamamını krediye çevirse, yüzde 10 munzam karşılık, yüzde 10 da kasa ihtiyatı ayırsa açtığı kredilerin toplamı 5000 lira olur. Bu para hesaplarda mevduat olarak gözüktüğü için buna karşılık yeterli görülen sermaye 400 liradır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 5000 lira borç veriyor, 400 lira sermaye yetiyor. Hiç böyle bir şey biliyor musunuz piyasada? Vatandaşlar bunu bilmez ki. 400 lira da piyasaya çıkmıyor zaten.
ABDURRAHMAN YAZICI: Munzam karşılık ve sermaye yeterliliği gerekli güven ortamını sağlamaya yetmediğinden tasarruf mevduatının sigortalanması gibi ek tedbirlere ihtiyaç duyulur. Katılım bankası ise katılım hesabı sahiplerine karşı yalnız emeği ile sorumludur. Bu sebeple onun sermaye yeterliliği problemi ve munzam karşılık ihtiyacı olmaz. Çünkü o, mudarebede parayı çalıştıran taraf yani mudaribdir. Mudarib ne anaparayı ne de kârı garanti eder ne de kredi verir. O, dikkatli ve dürüst bir tüccar olarak kendine verilmiş paraları ticarette kullanır. Kâr ederse para sahibi rabbul mal ile paylaşır, kâr yoksa emeğine karşılık almadan parayı sahibine iade eder. Zarar olursa sermaye ile sınırlı olarak para sahibine zarar yüklenir. Mudaribin zararı emeği olur. Bu yapıda munzam karşılık olamaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bankacılık sigorta mevduatı fonları var. TMSF mi deniyordu. Evet. Onu kurmak zorunda kaldılar. Biliyorsunuz bu son zamanlarda kuruldu. Birkaç yıl oldu. Bankaların çok sıkı denetlenmesi gerekir. Çünkü gerçekten toplum için en tehlikeli kuruluşlardır. Yani ekonomik olarak en tehlikeli. Onun için çok sıkı denetlenmesi gerekir. İşte merkez bankası denetler, hazine denetler, bugün Türkiye’de BDDK denetler, TMSF denetler. Niye? Çünkü tehlikesi çok fazladır bankacılık sisteminin. Ve bankacılık aslında kendisi de rahat bir sistem değildir. Sanki bankalar çok rahatmış gibi algılayabilirsiniz. 5000 lira borç var, 400 lira parsı var. Bu çok kötü bir şeydir. En küçük bir ekonomik sıkıntıda ilk batacak kuruluşlar bankalardır yani. Size daha önce anlatmıştım. Yani bugün yaşayan, Türkiye’nin büyük bankalarından bir tanesi ile alakalı. 1990’lı yıllarda bir ekonomik sıkıntı olmuştu. Şimdi yılını tam hatırlamıyorum. Albaraka’ya gitmiştim. Genel müdür bana dedi ki; ya Hocam falanca banka batıyor dedi. Şimdi saat 5’e kadar hükümet bir açıklama yapmazsa dedi. Ben de 4’te falan gitmiştim oraya. Saat 5’e kadar hükümet bir açıklama yapmazsa bu banka gitti. Şurada 1 saati var. Çok kritik bir saat dedi. Baktık 4 buçukta başbakan bir açıklama yaptı. Hah iyi şükür kurtuldu banka. O kadar pamuk ipliğine bağlıdırlar ki dışarıdan sanki şey yapmışsın. Onun için sistem gerçekten sağlam değil ki. Yapı tamamen bozuk. Yani tüm ekonomiyi sıkıntılı bir hâle getiren bir yapısı vardır bankacılığın. Ama faizsiz finansmanda böyle bir şey yok. Ben kimseye kredi vermiyorum ki. Ticaret yaparken kasamızda üç-beş kuruş paramız olsun, acil ihtiyaçlar için karşılarız dersin. Tamam bu çok güzel. İhtiyati bir tüccarın yaptığı şeydir. Ama sizin alacağınız, vereceğiniz hepsi reel değer olduğu için bu ihtiyati tüccar için güzel bir şeydir ama olmazsa olmaz şey değildir. Ama bankacılıkta olmazsa olmaz şeydir. Mutlaka paranın bir kısmını dolaşımdan çekip kasalarda tutmak zorundasınız. Bugün bankalarda kasalarda olan para öyle çoktur ki piyasada dolaşan parayı bile bazen geçer. Onun için bakarsınız piyasa parasızlıktan sıkıntı içerisinde, bankalar paralarını krediye dönüştürememenin sıkıntısı içerisindedirler. Vatandaşlar ihtiyaç duydukları malları alamamanın sıkıntısı içerisindedir. Dükkanlar mal doludur. İnsanlar ihtiyaç sahibidir. Dükkan sahibi malını satamaz, insan alamaz. Çünkü aradaki o ilişkiyi kuran para banka tarafından kontrol altına alınmıştır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankasına para yatıranları çoğu parayı banka yönetimine değil onu denetleyen devlete güvenerek yatırır. Bu sebeple devlet, katılım bankasına sermaye yeterliliği mecburiyeti getirebilir. Böylece kural dışı davrananlara tazminat ödetme kolaylaşır. Katılım bankasının diğer bankaların güvenini elde etmesi için de sermaye ihtiyacı olur. Bankacılık kanunu, sermaye yeterliliği açısından katılım bankasını diğer bankalarla bir saymıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diğer bankalar gibi faizcilik yapma yetkisi verdiği için yeni kanun. Oku.
ABDURRAHMAN YAZICI: 2005 yılında. 45. madde şöyledir: “bu kanunun uygulanmasında maruz kalınan riskler nedeniyle oluşabilecek zarara karşı yeterli öz kaynak bulundurulması sermaye yeterliliğini ifade eder. Bankalar, Bankacılık Düzenleme Ve Denetleme Kurumu tarafından düzenlenecek yönetmelikte ön görülen usul ve esaslara göre yüzde 8 oranından az olmamak üzere belirlenecek sermaye yeterliliği oranı hesaplamak, tutturmak, idame ettirmek ve raporlamak zorundadır şeklinde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar da bu kanuna tabi oldukları en başta bir madde ile ifade ediliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yedinci farklılık ise katılım bankaları ile normal bankaların, etkinlik ve verimlilik bakımından katılım bankaları farklıdır. Verimlilik, karlılık demektir. Bu kurum belli zamanda varlığını devam ettirecek kadar kar ederse verimli demektir. Etkinlik de ekonominin büyümesi, rekabeti ve istikrarı için önemli alanlarda para aktarabilmektir. Banka kredileri kısa vadede ekonomiyi büyütür ve rekabeti arttırır gibi gözükse de uzun vadede istikrarı ve dengeleri bozar ve piyasayı daraltır. Bu sebeple faizli bankaların ancak olumsuz etkilerinden bahsedilebilir. Bu husus faiz bölümünde anlatılmıştı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizli bankalar, piyasaya sanki başlangıçta olumlu etkide bulunmuş gibi gözükürler. Ne kadar güzel dersiniz. Paraya ihtiyacımız vardı ohh bee paramız oldu. Ama biraz sonra bakarsınız ki verdiğinden daha fazlasını almaya başlayınca ve borcunuzu zamanında ödemek için piyasadan para çekersiniz. Çektiğiniz o parayı da götürür o bankanın kasasına koyarsınız. O bankanın kasasında birikir, o parayı o banka kullanır ama günü gelmede borcunuzu almaz, günü gelince de ödeyemezseniz küçük bir eksiğiniz kalsa o zamana kadar benim kafamdaydı diye hiç bir şekilde size musamaha da etmez. Dolayısıyla bankanın piyasaya sadece olumsuz etkisinden bahsedilebilir. Olumlu etkisi olmaz. Ama düzgün çalışıyorsa bir katılım bankası faize gitmiyorsa onu da sadece olumlu etkisinden bahsedilir, olumsuz etkisinden bahsedilemez.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankaları piyasanın içinde oldukları ve kredi de vermedikleri için paralarını ekonominin ihtiyacı olan alanlara tahsis etmek zorunda kalırlar. Bu sebeple ekonomiye olan olumlu katkıları açıktır.
Sekizinci farklılık ise: bankalar, para dolaşım hızını arttırırlar. Çünkü aldıkları faiz ve sebep oldukları enflasyon insanların paradan kaçmasına, nakit bulundurmamak istemelerine ve düşünmeden harcama yapmalarına yol açar. Paranın hızlı dolaşması para miktarını arttırıcı ve değerini düşürücü rol oynar. Katılım bankası ise para dolaşım hızını arttırmaz. Çünkü onları sistemi enflasyona sebep olmaz. O, bankacılık hizmetleri de yapan bol paralı tüccardan başkası gibi çalışmaz. Yani böyledir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Katılım bankaları tabi bol parası olan bir tüccar gibidir. Piyasaya çok faydası olur. Faizsiz çalışıyorsa. Ama faizli bankalar piyasadan (az önce söyledim ya) 2013 yılında Türkiye’deki bütün paranın iki katını almışlar. Ya bu ne demektir? Sizin vücudunuzdaki kanın iki katının bir yılda vücudunuzdan alındığını düşünün. O vücut yaşar mı? Hiç mümkün mü böyle vücudun yaşaması. Dolayısıyla bunun cezasını tüm vatandaş ödüyor. Vatandaşa bunlar enflasyon olarak yansır. Şöyle bir kıyaslama yapın: sizin vücudunuzda kaç kilo kan oluyor? Bilenler söylesin. 6 kilo. Peki 6 kilo kan var. Kaç kilosun sen Fikret? 70 kilosun. Bak 70 kiloluk vücudun 6 kilosu kan. Yüzde 8’i kan. O çekildiği zaman işte yüzde 8 enflasyon olarak size yansıyor o. Sizin mal ve hizmetteki kaybınız o aslında. Dolayısıyla fiyat artışı ortay çıkıyor. O fiyat artışı sürekli olduğu için, faizli sistemde ister istemez o olduğu için. Siz diyorsunuz ki; ya ben şimdi şu anda ihtiyacım olmaz ama cebimde para varken alayım, Yarın pahalılanır alamam dersin. Nedir? İnsanların paradan kaçmasına sebep olur. Herkes evlerine baksın bir sürü lüzumsuz eşya doludur evler. Çünkü mantıklı düşünemiyorsunuz artık. Harcamada da zihniniz tamamen dumura uğramış vaziyette. Dolayısıyla insanlar paradan kaçar. Paradan kaçmak ne demek? Paranın hızlı dolaşması demektir. Paranın hızlı dolaşması, vücutta nabzın artması demektir. Nabız yükseldiği zaman doktorlar buna hayırlı gözle bakıyorlar mı? İşte ekonomi de öyle olur.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankaları kaydi para üretemedikleri ve kredi veremedikleri için enflasyona sebep olmazlar. Bankalar ise gerek sistemlerine gire paranın bir kaç katı kaydi para üretmeleri ve gerekse para dolaşım hızını arttırmaları sebebiyle para miktarını şişirirler. Buna faizin meydana getirdiği pahalılık da eklenince faizli bankacılık sistemi enflasyon ve pahalılığın en önemli sebebi haline gelir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öbüründe pahalılık olmaz değil. Olur. Bir kıtlık olur, kuraklık olur, başka bir felaket olur, savaş olur, şu olur, bu olur. Tabii sebeplerde dolayı fiyat artışı olabilir. Ama burada öyle değil. Burada bankanın sebebiyet verdiği şey. Bir de bu fiyat artışını şey yapmak için de işte bugün bakın hep hormonlu gıdalar, insan vücudunu hasta eden, baksanıza ne kadar çok hastane var. Eskiden kaç tane hastane vardı. Bakın işte İstanbul’da şu bizim vakfın bitişiğinde şifahane var. Bu sokağın adı da Şifahane’dir. Araştırın eski İstanbul’da kaç tane şifahane varmış. Şu bitişikteki küçücük medrese. Koskoca İstanbul yani. Kaç tane şifahane var? Ama şimdi şehirler kadar hastaneler var. Önceden randevu almazsanız gidemiyorsunuz bile. Gidiyorsunuz sıra bekliyorsunuz falan. Çünkü niye? “ve yuhlikel harse ven nesl”(BAKARA 205) diyor ya: “ürünleri ve nesli helak ediyor”. Çünkü bu yapı herkesi hasta ediyor. Bu yeni yapı. Çünkü o bozuk gıdalar insanları hasta ediyor. Hasta olduğunuz zaman o bankaların parası ile destekledikleri ilaç firmalarına abone oluyorsunuz. Geçende bir imam geldi buraya. Askerde diyor revirde görevliydim. Oradaki doktora bakıyorum herkes ilaç yazıyor, kendisi hiç ilaç içmiyor. Şu yapraktan, şu çiçekten, şu falandan. Valla demiş bu ilaçlar yüzde 50 vücudu iyileştirirse yüzde 50 de hasta eder onun için ben içmiyorum demiş. Çünkü gerçekten kimyasallar bunlar. Vücudu tahrip ediyor. Ben şahsen şu âna kadar bir iğne vurulduğumu ilkokuldaki aşılar var, bir de bir keresinde ayağıma çivi batmıştı tetanoz iğnesi vurdular. Onun dışında hatırlamıyorum da. Mesela aspirin aldığı vardır. Fakülteye bir kutu aspirin almıştım bundan bir kaç sene evvel. Ya bir tane içmişimdir ya iki tane. Diğerlerini de diğer arkadaşlara vermişimdir o kadar. Ama o ilaçlardan içtiğiniz zaman sizi hastalık bağımlısı yapıyor. Çünkü ne yapıyor? Çok üretmek için hormonlu gıdalar, ucuza üretilecek. Çünkü onu da banka destekliyor. Ondan sonra işte ilaçlar şunlar bunlar. Çünkü nasıl olsa insanlar köleleştirilmiş bu sistemde, ondan sonra kölelik sürekli oluyor. Şurada olursan böyle alır, şurada alırsan böyle alır, adımını atarsan vergi, yaktığın lambanın vergisini verirsin, oturduğun evin vergisini verirsin, bindiğin arabanın vergisini verirsin. Ya bir dakika ben bu dünyada yaşamayacak mıyım yani. Ama size söyledim C. Hak ne diyor; “huz min emvâlihim sadakaten” malları varsa alırsın, mallarından al. Yok efendim hizmetten de alırız. Benim yaşamam lazım ya. Yaşamam lazım. Yok, dinlemez. Bankalar onu dinlemez. Onlara para lazım. Doymak bilmezler ki. Sürekli alacaklar. Asgari ücretten de vergi alırlar. Vergi alan aslında devlet değil. Devlet almak zorunda bırakılır bankalar tarafından. Oradan almazsa ayakta duramaz. Çünkü bu sistemde devletler de bankaların kölesidir. Uluslararası finans kurumlarının esiridir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Onuncu farklılık ise katılım bankalarının fonları akıcı bir şekilde kullanılabilir. Faizli kredi alanlar kolayca sıkıntıya düşebilirler. Sıkıntıyı azaltmak için bu kredileri kısa vadeli ihtiyaçlarında kullanmak zorunda kalırlar. Bu sebeple banka kredileriyle orta ve uzun vadeli yatırım yapmak pek mümkün olmaz. Kredi alanlar ayrıca yüksek kar elde etmek zorunda kalırlar. Çünkü kazançları ödeyecekleri faizin altına düşerse iflasa varan sıkıntılar baş gösterir. Zira banka, kredi kullananın hiç bir riskini kabul etmez. Katılım bankası ise kredi vermediği için bu tür sıkıntılara sebep olmaz. O, müşterileri ile ya alım satım akdi, ya ortaklık müdarebe ve müşareke gibi ya da finansal kiralama yapar. Bunlar normal seyir içinde yürüyeceği için müşteriye ek külfet yüklemez. Katılım bankası ile orta ya da uzun vadeli ortaklık yapılabilir. Ortaklığın risklerine banka da katılacağı için katılımcı onları tek başına göğüslemek zorunda kalmaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu “mudarebe” kelimesi sık sık geçiyor. Mudarebe demek para bir taraftan, o parayı işletmek bir taraftan. İşte bu katılım bankası mudaribdir. Bizim fıkhın bir terimidir bu. Mudarib demek gezip dolaşan kişi demektir. Yani o parayı çeşitli işlerde kullanarak para kazanmaya çalışır. Kazanırsa kendi de pay alır, kazanamazsa iki tarafa da yok. Dolayısıyla o parayı da kendi topladığı parayı kendisi başkasına mudarebe olarak verebilir. O da mümkün. Yani güvendiği birisine para verir, o da onunla ticaret yapabilir. Kazancı paylaşabilirler. Ama her halukarda riski de paylaşırlar kârı da paylaşırlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Çalışma açısından da farklılık var. Onbirinci fark: katılım bankası daha hür ortamda çalışır. Faizli bankaların fonları mevduatlardan oluşur. Vadesiz mevduat sahipleri istedikleri zaman paralarını çekebilirler. Vadeli mevduatı olanlar da faizden vazgeçerlerse anaparayı alabilirler. Bu sebeple olabilecek ani mevduat talebi banka ihtiyatları ile karşılamak mümkün olmaz. Bu defa insanlar banka gişelerine hücum eder ve onları iş göremez hâle getirebilirler. Hatta batırabilirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Banka ismi vermeyeyim ama bir kaç tane bankanın bu şekilde battığına ben şahsen şahit oldum. Küçük bir bankaydı. Niye biliyor musunuz? Dedik ya 5000 lira borç vermiş 400 lira para var kasasında. Bir panik meydana getirir şey. Mesela ona karşı başka bir sermaye gurubu eğer medyayı ayağa kaldırabiliyorsa bir panik meydana gelir, insanları o bankanın kapısına gönderdin mi, “kardeşim bizim para”. Para yok. Ödeyemediği an bak mesela siz bakın bankalara, işte bana şu kadar para lazım dediğiniz zaman nakit almak isterseniz ne der? Şimdi veremem akşama gel. Bugün yok yarın gel der. Kasadan da ihtiyatlarını veremiyorlar. Kullanabilecekleri para miktarı azdır. Şimdi orada kendilerinden talep edilen parayı yani yüzde 10 para talebi olsa hiç bir banka ayakta kalamaz. Böyle de tehlikeli bir durumdadırlar. Ama katılım bankalarında öyle bir şey olmaz. Hatta şu olmuştu ekonomik kriz olduğu zaman: mesela biliyorsunuz bir finans kurumu batmıştı. O finans kurumu batmadan bir kaç ay önce onlarla bir toplantı yapmıştık. Ben, elhamdulillah hiç bir şeyi çekinmeden konuştuğumu biliyorsunuz. Onlara söyledim. Bunları, bunları yapmayın batarsınız, bu son derece tehlikelidir. Dinlemediler, battı gittiler. Bir nokta geldi 28 Şubat döneminde. O günkü siyasi iktidar, o günkü yapı bu finans kurumlarının çalışmalarını istemiyordu. Bir takım kararlar alınmıştı ki ben onların her birisinin iç yüzünü gayet iyi biliyorum. En iyi bilenlerdenim bütün iç çalışmaların ne olduğunu. Hatta batmamaları da benim devreye girmemle olmuştur. O kadar aleyhte davranılmasına rağmen o zaman bir bankanın genel müdürüne dedim ki Allah rahmet eylesin iyi bir insandı o. Öbürleriyle aynı kafada değildi. Dedim ki; ya sen literatürü çok iyi bilen bir insansın. Bu bankacılıkla ilgili gelişimini, tarihini gayet iyi biliyorsun. Bak bugün siyasi yapılanma sizin aleyhinize. Bu kadar şeye rağmen hiç umurunuzda bile değil. Sen bankacılık tarihinde siyasi yapının aleyhinde olduğu halde ayakta duran bir banka biliyor musun? Böyle bir şey var mı? Hayır yoktur dedi. Peki siz niye ayakta duruyorsunuz? Çünkü siz banka değilsiniz. Siz tüccarsınız. Ama siz bir tüccar gibi de çalışmıyorsunuz. Hiç bir banka sizin kadar kârlı olamaz onu da söyleyeyim. Hiç bir banka dolar kadar kârlı olamaz. Çünkü katılım bankaları, banka artı tüccardırlar. Ama öyle bir şey ki faiz vermeyen. Banka kelimesini şunun için kullanıyorum: para sahibi olma artı tüccar. Ama hiç bir banka riskini de üstlenmeyen tüccar. Ama siz bunu dinlemiyorsunuz. Bakın lütfen şunları şunları yapın dedik yapmadılar maalesef. Tabi bizimle irtibatı kestiler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankasında ise böyle sıkıntılar olmaz. Çünkü katılım bankası katılma hesabı sahiplerinin her biri kurumun iş ortağıdır. Parasını çekmek isteyen ortaklık şartlarına uyması gerektiğinden ne kurum sıkıntıya girer ne de panik oluşur.
Son bir farklılık. Onikinci. Katılım bankası gerçek kazanç imkanı verir. Mevduat sahiplerinin aldıkları faiz enflasyonun altında kalır. Bu sebeple enflasyonun gönüllü kurbanı sayılırlar. Daha önceden de bir örnek vermiştik onu tekrarlayalım. Türkiye’de 1935’de tahvile para yatırmış birinin yüzde 7 net bileşik faiz hesabıyla gelirini de anaparaya eklediği halde 1975’de mal varlığının İstanbul Ticaret Odası endekslerine göre eksi değerinin yüzde 17’si hesap edilmiştir. Bu kişinin yüzde 83 oranında kaybı vardır. Bakın adam parasını yatırmış faiz almış ve yüzde 7 az değil. O kadar enflasyon yoktu. Yüzde 3 idi falan. Sonrada enflasyon artmıştı. Parasının yüzde 83’ünü kaybediyor. Kim alıyor bunu? O kendini kârlı olduğunu zannediyor. Sürekli faiz alıyor ya. Aslında parasını bankaya faize yatıranlar bu sistemde sistemin madurlarıdır. Kâr ettiklerini zannederler. O kadar güzel bir yapı ortaya konuyor ki adam çok hevesleniyor gidiyor oraya. Bir aslanı siz etkisiz hâle getirebilir misiniz? Kolay. Şuraya güzel bir et koyarsınız taze. Aslanın bütün iştahını kabartırsınız. Aslan o ete hücum ederken oraya da bir kapan koymuşsunuzdur. Ete ağzını bile dokundurmadan aslanı yakalarsınız. Ama burada öyle yapmıyorlar. İnsanlar aslan değil, ete birazcık ağzıyla dokunduruyorlar. O zannediyor ki o etin hepsi benim. Bir iki ağız aldıktan sonra bakıyor ki et gitmiş.
ABDURRAHMAN YAZICI: Aslında tablo her yerde buna yakındır. Halkın tasarruflarının miktarı daima düşmektedir. Mesela 1910 yıllarında dünyada toplam tasarrufun yüzde 80’i halkın biriktirdiği paralardan oluşmakta iken 1960’larda bu aran yüzde 42-45 civarına indiği söylenmektedir. 2006 yılı Türkiye’sinde halkın tasarruf kavramı kaybolmuş, halk, kredi kartları yoluyla ileride elde edebilecekleri kazançlarını yemeye başlamıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben 2006’da yazdığım için buraya şey yapılmış.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım bankası ise katılma hesabı sahiplerine kârdan pay verir. Kâr etmiş olmak için enflasyonun üzerinde gelir elde etmeleri icap eder. Bu sebeple onlar hem katılım fonlarını enflasyona karşı korumak hem de onlarla gerçek kâr elde ederek katılma hesabı sahiplerine pay vermekle görevlidirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar tam şartlarına uygun çalışan. Tekrar edeyim yani. İdeal anlamda.
ABDURRAHMAN YAZICI: Katılım hesabı sahipleri ancak gerçek kârdan pay alabilirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki tamam böylece bir kıyaslama yapmış olduk. Sonuçta efendim ne olacak? Bir kere faizi bırakacağız, mecburen olacak olan bir şeydir. Faizsiz sistemde herkes ekonomik faaliyetini yürütür. Burada katılım bankalarının devreye girmesi, bir kalbin(doğru çalışırsa yani) vücudu içerisindeki kanı sürekli içeri çekip tekrar vücuda pompalaması gibi bir toplum için çok büyük hizmet görebilir. Bankaya ihtiyaç var mı? Bu manada gerçekten ihtiyaç var. Eskiden bu ihtiyacı değişik şekillerde görürlerdi. Ama bugün normal çalışan bir kalp gibi kan miktarına müdahale etmeden, kanın kalitesini düşürmeden, dolaşım hızını arttırmadan, kanın vücudun bütün hücrelerine gidip gelmesini sağlayacak bir banka olur. Mesela bugün ülkemizde maalesef bu bankacılık sebebiyle küçük iş yerleri kapanmıştır. Köyler, kasabalar kapanmıştır. Daha önce anlattığım şeyi tekrar söyleyeyim; yani katılım bankası vücuttaki kan dolaşımını sağlayan kalp gibidir. Ama faizli bankalar öyle bir kalp ki kalpsiz bir kalp. Bütün hücrelerin kana ihtiyacı var. Çünkü oksijen ve gıda ihtiyacını ancak kan vasıtası ile karşılar. Kan getirir oraya. Atıkları kan alır götürür. Ürettiklerini oradan alır başka hücrelere götürür ve vücut ayakta kalır. Yani her bir hücre hem üreticidir hem tüketicidir. Her hücreye C Hakk’ın yüklediği bir görev var. Ürettiğini kan vasıtası ile vücuda verir. Artıkları kan vasıtasıyla boşaltım organlarına götürür. Dolayısıyla katılım bankası düzgün bir şekilde çalışırsa vatandaşların tamamı bir hücre gibi hem üretici hem tüketici durumda olurlar. O paralar da onların ihtiyaç duydukları mal ve hizmetlerin oraya gelmesi, kendi ürettikleri mal ve hizmetlerin başkalarına gitmesi, tükettikleri şeyin de karşılanması için çok büyük hizmet görebilirler. Ama banka derseki hücrelere; ben sana kan veririm ama her ay bana, sana ayda diyelim 10 kilo kan verdiysem. 10 kilo diyor niye? Çünkü kan sürekli dolaştığı için evet şu kadar miligram alır ama saatte kaç kere alıp veriyor. Toplarsanız bayağı rakam eder yani. Ayda senden şu kadar alırım dediği zaman: hücre kan üretemez, insanlar da para üretemezler. Para üretebiliyor muyuz? Ne yapayım kansız da yaşayamayacağım. Peki vereyim bari der. Ödeme günü geldiği zaman kimden verecek? Bu defa komşusundan çalıp verecek. Hangi hücre güçlü ise güçsüz hücreyi etkisiz hale getirecek. Bakacaksınız ki vücudun hücreleri ölmeye başlamış. Bir süre sonra da güçsüz organlar ölmeye başlamışlar. Sonra güçlü yerlerde de kan fazlası var. Damar çatlaması, damar tıkanıklığı, şu, bu, falan derken sistem tamamen çökmeye başlamış. İşte bugün köyler, küçük yerleşim yerleri, küçük üreticiler, bakkallar hepsi artık kapanmış. Dikkat ederseniz artık bir zamanlar marketler vardı, artık marketler de kurtarmıyor alış veriş merkezleri var. Ve bunlara bakarsanız hepsi uluslararası markaları satarlar. Çünkü niye? Çünkü artık yerli üreticiler ayakta durma şansını kaybetmişlerdir. Tümüyle bağımlı hale gelmişsinizdir. Bu şeyler düzgün çalışsa çok kolay. Efendim bu nasıl düzeltilecek? O kadar kolaydır ki. Ne var ki yani? Sadece fıtrata uygun bir şekilde çalış bitti. Öbürleri kaçar. Bak şöyle bir şey söyleyeyim; siz bu bankaları küçük balıkları yiyen küçük balıklar gibi düşünün. Habire küçük balıkları yemeleri lazım. Her defasında vücut büyüdüğü için daha çok küçük balık yemesi lazım. Siz tutacaksınız bunların bulundukları yerin önüne bir tor gereceksiniz, küçük balıkların bu tarafa geçmesini yasaklayacaksınız. Bir müddet sonra bunlar aç kalacak. Aç kaldıkça çırpınacak, çırpındıkça buradaki suyu da öbür tarafa atacaklar. Susuz da kalacaklar, orada ölecekler. Öldükleri zaman balığın ölüsü de yenir nasılsa. Ondan sonra mecburen reel ekonomiye destek verecekler hiç başka çareleri yok. Çok kolaydır bunları reel ekonomiye kazandırmak. Öyle zor falan değil.
YAHYA ŞENOL: Arada bir kaç defa 5411 sayılı bankacılık kanunundan bahsedildi. Bu kanun Türkiye’de o âna kadar özel finans kurumu adı altında faaliyet gösteren finans kurumlarının katılım bankalarına ve dolayısıyla bir açıdan da faizli bankalara dönüşmesinin temel sebebi bu. Bu kanun ile birlikte katılım bankası ile normal bir faizli banka arasında sadece bir fark kalmış. O da mevduat kabulü. Bugün katılım bankasına gidip mevduat yatıramıyorsunuz. Fakat onun haricinde faizli banka ne yapıyorsa katılım bankası da aynı şeyleri yapıyor. Hiç bir fark yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mevduat, faizli borç veriyorsunuz bankaya. Mevduat o. Alırken faiz ödemek zorunda kalıyor. Ama katılı bankaları milletten para alırken faizli almıyor. En başta söylemiştim. Kar-zarar ortaklığı ile. Tek fark o kaldı şu anda.
YAHYA ŞENOL: Bir faizli banka bu çıkan kanuna göre iki şey yapamaz. Biri, katılım fonu kabul edemez. Yani katılım bankası mevduat kabul edemiyor, faizli banka da katılım fonu kabul edemiyor. İkincisi, bu faizli bankalar finansal kiralama işlemi de yapamıyorlar. Yasak onlara. Bu kanun yasaklamış. Fakat katılım bankası mevduat kabul edemiyor, onun haricinde faizli banka ne yaparsa aynısını yapıyor. Mesela bunlardan biri: C maddesi burada. Diyor ki; “nakdi, gayrı nakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri”. Bir daha tekrar edeyim. “Nakdi, gayrı nakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri bugün katılım bankası tarafından yapılabilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kredi faizli borçtur zaten. Yapabilir diye maddede açıkça ifade ediliyor.
YAHYA ŞENOL: Bunun haricinde al-sat işlemi yapıyor. Ticaret yapma yetkisi zaten var. Bu amaçla kurulmuş. Finansal kiralama yapabiliyor. Yani bankanın yapması yasak olan bütün şeyleri katılım bankası yapabiliyor. Hem bankanın yaptığı şeyleri yapabiliyor, ona yasak olan ticari işlemleri yapmaya devam ediyor. Dolayısıyla onlardan şey açısından öndeler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında haksız bir rekabet var. Ben o zamanki cumhurbaşkanına bir mektup yazayım dedim de bu haksız rekabet, kanunu imzalamasın. Vazgeçtim, sonradan da pişman oldum niye yazmadım diye. Çünkü gerçekten bir haksız rekabet söz konusu burada. Finansal kiralama meselesini de size söyleyeyim. Bugün mevcut bankalar ticaret yapamazlar. Yapamadıkları için finansal kiralama da yapamazlar. Finansal kiralama dediğiniz şey, mesela bir otomobil alacaksınız. Kendisi satın alır ve size kiraya verir. Siz de her ay hem kirasını hem de ücretinden bir kısmını ödersiniz. Süre sonunda o sizin olur. Hemen aklınıza gelir; öyle diyorsunuz ama falan bankanın leasing şeyleri var dersiniz. Hayır. Her biri kendi bankasının yanında leasing şirketi kurar. Banka olarak o işi yapamaz. O şirket olarak yapar. Bu insanları yanıltabilir.
YAHYA ŞENOL: Tam o bankacılık kanununun meclise sunulduğu günlerde Hocamız tarafından bir mektup yazıp ilgililere gönderilmiş. O mektup bu kitabın 281 ve 282.sayfalarında kayıtlı. Hızlıca okumaya çalışayım. Şöyle söylenmiş; “özel finans kurumları bir süredir faizli banka olma yoluna girmişlerdir. Meclise sevk edilen bankacılık kanunu tasarısı da onları faizli bankaya dönüştürecek düzenlemelere hayızdır. 4.maddede bunlar açık bir şekilde bulunmaktadır. Aradaki tek fark bankaların mevduat, finans kurumlarının katılma hesabı kabul edebilmesidir. Banka mevduata faiz öder bütün riski üstlenir, sonra onu kredi olarak verip riski müşterisine yükleyerek bir denge kurmaya çalışır. Katılım bankası ise katılma hesabına önceden belirlenmiş herhangi bir getiri ödemez ve paranın riskine de katlanmaz. Tasarıya göre fonları kredi olarak kullandıracağından yine bir riske girmez. Yani parayı ne alırken ne kullanırken riske girmiş olur. Yürürlükteki kanun finans kurumlarının fatura kesme şartını da kaldırarak bankalar lehine oluşan haksız rekabete son vermiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra gerekli düzenlemeler yapılmadığından finans kurumları mal ve hizmet satışı yerine bu tür satışları finanse eden bir çeşit yatırım bankasına dönüşmüşlerdir. Yani eskiden gittiğiniz zaman istediğiniz malı önce kendileri satın alacak, onu fatura edecekler, ardından size satışını gerçekleştireceklerdi. Fakat 2005 yılında çıkan bu kanundan sonra artık böyle al-sat işlemlerini katılım bankaları yapmıyorlar. Size aynen bankanın yaptığı gibi bunun finansmanını sağlıyorlar. Ne kadara bu alınabilir? 100 liraya. Size 100 lirayı tahsis ediyorlar veya sizin adınıza o gerekli yere ödemeyi yapıyorlar ve sizi kendilerine 110 liraya borçlandırmış oluyorlar. Normal bir faizli bankaya gittiğinizde de yapılan işlemin bugünkü katılım bankaları tarafından yapılandan hiç bir farkı yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir farkı var. Bunlar, biz faizcilik yapmıyoruz diyorlar. Malı aldık diyorlar, sattık diyorlar. Laf ile yani ne olacak? Laf ile olur mu? Bu işin hukuku var mı orada? Hukuk tamamen bankacılık. Hiç bir hukuki dayanağı yok. Size daha önce de söylemiştim ya. Almanya’da bir banka benim danışmam olmamı teklif etmişti. Ben de sizin danışma kurulunuzda kimler var diye sormuştum. Araplardan bir kaç tane isim söylemişti ki onlarla biz yıllarca ilmi toplantılarda beraber olduk. Dedim valla onların olduğu yerde ben olmam. Çünkü onlar zengin ne isterse tabi efendim ne demek elbette yani diye fetva veren insanlar. Benim onların olduğu yerde ne işim var? Ben o danışma kurulunda olmam dedim. Sonra adamlar dediler seninle bir görüşme yapamaz mıyız? Yaparız dedim. Geldiler buraya bir otelde kaldılar ben de gittim. Bizim Mustafa Evli de Almanya’daki ekonomik durumu gayet iyi bildiği için O da tercümanlık yaptı. Ve adamların söylediği şu. Diyor ki; biz diyor Almanya’da faizsiz finansman yapmak istedik. Onun için de Dubai’ye, Malezya’ya, Bahreyn’e çeşitli yerlere iki yıldır gidiyoruz geliyoruz, bu insanlarla konuşuyoruz. İşte danışma kurulunda olan kişiler. Peki ne önerdiler size dedim. Efendim işte onlar konut finansmanı yapıyorlarmış. Gayrı menkul finansmanı. Vatandaşa dersiniz ki size gelen kişiye; git o gayrı menkulu bizim bankanın adına al gel buraya. Gitsin banka adına alsın gelsin. Sonra siz ona satın. Ondan sonra da bankanın işlemlerini yürütün. Alırken vekalet vereceğiz benim vekilim olarak al. Resmen vekalet verecek misiniz dedim. Hayır. Peki resmen satış yapacak mısınız? Hayır. Sadece lafta. Ya dedim böyle şey olur mu? Adamlar dediler zaten sana onun için geldik. Biz dediler böyle şeyi nasıl yaparız? İnsanlar bizimle dalga geçer. Biz kendimizi tatmin edemeyiz ki vatandaşa böyle bir teklifte bulunalım dediler. Düşünebiliyor musunuz bir tarafta ateizmin yaygın olduğu Almanya var, adam fıtratını konuşturuyor ben bunu nasıl yaparım diyor ya. Millet ile dalga geçmektir. Neden ben onların olduğu yerde olmam dedim anladınız mı şimdi? Efendi bunlar işte isimleri büyütülmüş. Ne olacak bir-iki kere televizyona çıktın mı arka tarafını vatandaş bilmez ki. İsimleri büyütülmüş, adına İslam alimi denen insanlar. Öğrettikleri ne? Afedersiniz üçkağıtçılık. Üçkağıtçılık İslam oluyor. Siz bu adamların yerinde olsanız bu dini kabul edebilir misiniz? Neyse ben adamlara anlattı meseleyi. Oranın hukukunu da inceledik. Şöyle şöyle yapın. Adamlar rahatladı. Sonra gittiler daha sonra bir görüşme daha yaptık, ondan sonra da aralarında ihtilaf çıkmış devam ettiremedik.
YAHYA ŞENOL: Alım satım yapabilen tüccarken aynı bankalar gibi finansman sağlayan kuruluşa bir bankaya dönüşmüşler bu bir. İkincisi. Yine mektupta ifade edildiğine göre geciken alacaklarına bu katılım bankaları kâr kaybının telafisi adı altında faiz tahakkuk ettirmeye başlamakla da faizli banka olma yolunun sonuna gelmişlerdir. Artık son engeller bu tasarıyla kaldırılmaktadır. Tasarı kanunlaşırsa onların kimliğini oluşturan mal ve hizmet satışı sona erecek ve tür işlemle kredi veren kuruluş haline dönüşeceklerdir. Bunu faizli bankalar zaten yaptığından bu kanunla finans kurumlarının varlık sebebi ortadan kalkmış olacaktır. Bu duruma engel olmak için elinden geleni yapmalıdır denmiş mektupta. Ve herkes elinden geleni yapmış ve kanun çıkmış. Bugün katılım bankaları normal bankalar gibi olmuş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Maalesef öyle. Size anlatmıştım tekrar edeyim. Kar kaybı sayıyorlar geciken alacaklara yükledikleri faizi. Bir banka, borcunu ödeyemeyen birisine (bana gelmişti ben yardımcı olayım dedim) tutmuş dolar bazında yüzde 23 kar kaybı uygulamış. Kelimeyi yanlış kullanmayalım yani. Genel müdürüne dedim ki; ya bu ne? Bu nedir faiz değil mi? “Hocam çok üzüldüm buna nasıl faiz diyebilirsiniz bu sadece bir kâr kaybıdır”. Bu faiz değilse yeryüzünde yoktur faiz diye bir şey. Kitapta var. Daha önce anlatmıştım tekrar olsun. Hani bu tür şeylerde neler uygulanacak. Tamamen kuran ve sünnete göre yazılmış bir makale yazmıştım. 1985’te ilk defa bir ilmi toplantı olmuştu Taksim’de bir otelde. Ben de hayatımda ilk defa uluslararası bir toplantıya katılıyorum o zaman. Arapça konuşulan ortamda hiç bulunmamışım. Türkiye’de Arapça okumuşuz falan. Orada herkes Arap bir ben Türk. Yani Türkiye’yi sadece ben temsil ediyorum o toplantıda. Üç gün boyunca ağzımı açıp konuşamadım. Sonradan öğrendim ki ben zannediyorum ki bir hareke hatası yaparsam bir telaffuz hatası yaparsam çok ayıp olur. Sonra baktım ki Araplar paldır küldür konuşuyor. İlk defa olduğu için hiç ağzımı açmadım. Sadece dinledim. Allah’tan ki yazılı metinleri vardı. Mustafa Ez-zerka ki Arapların hiç toz kondurmadığı bir alimleridir. Ürdünlü. Mustafa Zerka, bu kâr kaybını ilk defa orada gündeme getiriyor. 7 kişilik fetva heyeti toplandık. Herkese sordular orada. O 7 kişiden benim dışımda hepsi Mustafa Ez-zerka’nın kâr kaybını kabul etti. Sıra bana geldi, dedim bu faizdir olmaz. Mustafa Zerka bir sinirlendi. Bir kişi daha, Mekke’deki Ümmül Kurra üniversitesinde bir hoca vardı Abdul Vahab Ebu Süleyman o da kabul etmemişti. Bu caiz değildir dedim. Mustafa Zerka bir sinirlendi ne demek dedi ya, üç gündür hiç ağzını açmadın dedi şimdi ilk defa ağzını açıyorsun caiz değildir diyorsun. Ben dedi bunun gerekçesini isterim. Kusura bakmayın hayatımda hiç Arapça konuşulan bir yerde şey yapmadım. İsterseniz yazayım ama konuşamam dedim. Ben zaten yazılı isterim dedi. Şöyle iki satırlık bir gerekçe yazdım. Abdussettar hemen vazgeçti bu olmaz dedi. Diğerleri de iki kişi bir Mustafa Ez-zerka, bir de yanında Mısırlı birisi vardı: Muhammed Et Tayyip El Neccar. Mustafa Zerka ve o ikisi kaldılar. Sonra ben bunu bir inceledim ki Mustafa Zerka buna fetva verirken Şafi mezhebinin bir görüşünü çarptırarak delil almış. Ne kuran ne sünnet hiç bir şey yok. Şafi mezhebinin bir görüşünü yanlış alarak kendi görüşünü ispatlamaya çalışıyor. Ben de bu konuda makale yazdım. İlk önce Arapça yazdım Cidde’de yayınlandı. Mekke’de bir toplantıya çağırdılar. Hilton otelindeydi toplantı. Gittim. Orada makale yayınlanmış ramazanda. Ebu Settar Ebu Guud da orada organizasyonu yapan. Dedi ki; makaleni yayınladık dedi. Dergi biraz sonra gelir dedi. İyi dedim. Daha basılmamış yani matbaadan doğru toplantıya gelecekmiş. Ama dedi sen bizim ulemaya çok fazla yüklenmişsin dedi. Hepsini tenkid etmiştim orada. Bu fetva verenlerin tamamını. Bizimkiler öyle dayanamazlar dedi. Ben dedi düzeltmeler yaptım. Peki nasıl buldun. “Haze huve hallu Süleymani” dedi. Tam Süleyman(as) çözümü dedi. İyi dedi o zaman. Neyse geldi dergiyi dağıttılar baktım ki Abdussettar’ın değiştirdiği yerleri hiç görmemiş matbaa, olduğu gibi yayınlamış bizim makaleyi. Ondan sonra Türkiye’de d bu bizim problemimizi çözer dediler. Anlatmıştım size bir toplantı yaptık. Bizim ilişkilerimizin tamamen bittiği yıllar sonra bir toplantı yaptık. Buradan Hoca ile gidiyoruz. Aynı arabada gittiğimiz Hoca bana diyor ki; kâr kaybı meselesi faizdir kardeşim olmaz. Oraya gittik, benim dışımdaki dört tane hoca şey yapacağız ikisi caizdir deyince bu hoca sıkıntıya düştü. Yolda giderken faizdir demişti. Allah bir o tarafa bir bu tarafa. Hocam söyle nedir? Sizin görüşünüz ne? Caizdir kardeşi dedi. Peki. Bir biz tek kaldık. Üçü caizdir dedi. Ondan sonra gerisin geriye döndük geliyoruz. Arabada yine bana faizdir kardeşim dedi. Ya dedim bunu orada niye söylemedin? Bunu bana niye söylüyorsun dedim. Ondan sonra da bunlar dediler ki O da hoca sen de hocasın sana soru sormak zorunda değiliz. Oh ne güzel elhamdulillah kurtulduk sizden dedi. O gün bu gün böyle ayrıldık. Derken böyle de bir hatırası var bunun.
Evet peki var mı soru?
FATİH ORUM: Hac paramızı katılım bankasına yatırdık. Ay sonunda kar payı veriyor. Bu parayı yiyebilir miyiz? diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Katılım bankasına para yatıran kişiler, dersin başında da anlattığımız gibi onlar doğru bir sözleşme yapıyor. O sözleşmede herhangi bir yanlışlık yok. Yanlışlık onların parayı kullanmasında. Şunu da söylememiz lazım; bu katılım bankaları parayı isterlerse yüzde yüz faizsiz olarak kullanabilirler. Kanunlarında bu imkan var. Ama benim şu âna kadar gözlemlediğim, bunu yapmadıkları yolundadır. Yaptıklarına dair benim elimde bir delilim yok. Onun için yememelerini tavsiye ederim. Bir ihtiyaçlı kişiye versinler.
FATİH ORUM: Cumhurbaşkanı’nın zaman zaman faizler yüksek açıklamasına bilerek dolar yükseltilmesi yoluyla sûni bir ortam yaratılıyor ve merkez bankası faizleri ya stabil tutuyor yada yükseltiyor ve bunu zorunluluk olarak lanse ediyor. Zira dolar satmak zorunda kalıyor ve rezerv dolar stoğu azalıyor. Bu ortamlarda faizden kurtuluş nasıl sağlanır. Ülkelerin birbirine göbek bağından dolayı bağlanması, borçlanması bu geçiş kolayca nasıl sağlanır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şu anda Türkiye’ni bir dış borcu kalmadı. Zaten çok ülkeyi fena halde tedirgin eden de budur. O kadar kolay halledilir ki bu. Yağdan kıl çekmek bile ondan zor olur. Bu çok kolay halledilir de bizim ekonomiyi yönetenler, benim çok sayıda hatıralarım var onlardan bahsetmek istemem. Çünkü birçok isim rahatsız olur burada. Bu batının sürekli şeyiyle yetiştikleri için işin arka planını yeteri kadar bilemiyorlar. Yoksa bu son derece kolay bir şekilde halledilir. Mesela bir keresinde unutmuyorum burada bir çıban çıkmış kaşımın üzerinde. Öyle bir rahatsız ediyor ki. Çıban da böyle büyümüş. Annem diyor ki çıbana müdahale edelim. Müsade etmiyorum. Babama da müsade etmiyorum. Hiç birisini yaklaştırmıyorum. Yattım uyuyorum bir baktım bir rahatladım. Meğer rahmetli babam tutmuş burayı ne ile yapmışsa oradaki cerehatı boşaltmış. Kalktım oh be dünya varmış. Bu da aynen onun gibidir. Sistemi bilmeyenler müdahale ettirmezler. Cerahati boşalttın mu ohh memleket rahatlar.
FATİH ORUM: Bizi Suudi Arabistan’dan dinleyen bir dostumuz şöyle soruyor: borç olarak verdiğimiz paranın zekatını vermekle yükümlü müyüz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Borç olarak verdiğimiz para bizim paramızdır karşı tarafın değil. Ayette mallarınızın zekatını verin dediği için borç paranın zekatı bizim borcumuzdur. Tabi ki ondan dolayı da C.Hakk sevabını da veriyor. O sevap da bizim sevabımızdır ayrıca.
FATİH ORUM: Yine güncel bir soru. Üç aydır takip ediyorum sizi. Dört senedir de kuran kursuna gidiyorum. Dün hocamıza bir soru soruldu. Soru şuymuş: üniversite memurluk sınavı sorularının sızdırılması konusunda bir yetkili, kurana göre hareket edilmiştir dedi. Bunu da kurs hocamıza sorduk. O da evet ayet buna uygundur dedi. Ayete göre çevreni ve müminleri gözeteceksinmiş. Bu konu hakkında bilgi istiyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müslümanlar hırsızlık yapabilir mi demek istiyor? Allah adaletli davranmayı şey yapar.
FATİH ORUM: “İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve
îtâi zîl kurbâ ve yenhâ”(NAHL 90) ayeti var ya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O ayeti mi delil getiriyormuş. Allah adaletli davranmayı emreder. Sızdırdığınız zaman adaletli mi davranıyorsunuz? Akrabalara vermek ama çalark vermek değil. Sende olanı verirsin. Şimdi şuraya bakın. Allah’ın resulleri mesela Muhammed(sav) Mekke’de olumsuz şartlar altında bütün olumsuzlukların altında dinini anlatmıştır. Musa(as), Firavun’un zulmu altında anlatmıştır. Fakat Firavun’un yürürlükteki kanunlarına göre, Resulullah da Mekke’de yürürlükte bulunan kurallara göre o insanların suçlu sayabileceği hiç bir iş yapmamıştır. Çünkü öyle bir fırsat ellerine geçse hemen onların tepesine binerlerdi. Dolayısıyla bizler Müslümanlar olarak her zaman ve her yerde dürüst davranmak mecburiyetindeyiz. Biz tek başımıza da olabiliriz. Mesela ben şu âna kadar İstanbul Müftülüğü’nde iki üç tane kişinin imam olmasına yardımcı oldum, o da beni kandırdılar. Şöyle; geldiler ya Hocam işte biz ilim okuyacağız da orada okuyamıyoruz da. Baktım hakikaten öyle. İyi dedim o zaman bunlar şey yapacakmış bunlara yardımcı olun. Görev aldılar baktım ne ilim var ne de bir şey var yani. Bizim yumuşak karnımız olduğunu öğrenmişler ya bir yerden ondan giriyorlar. Gerçi ben onları bir imtihan ettikten sonra işte biraz baktım hani hakikaten ehil oldukları kanaatine vardıktan sonra söyledim ama hiç gerek yok yani şey değil. Aslında hiç söylemeyeceksin. Bir kere bir Müslüman fıtrata uymak zorundadır. Senin o karşı çıktığın kişi yarın bir numaralı Müslüman olabilir, şu destek verdiğin insan da bir numaralı din düşmanı olabilir. Biz her zaman C.Hakk’a hesabını verebileceğimiz şeyi yaparız.
FATİH ORUM: Bir de faizin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu Erbakan Hoca’dan öğrendiğini söyleyen bir izleyicimiz, Onun adının bu konuda anılmasının belki faiz konusunda bir hak teslimi olabileceğini, anılmamasının bir eksiklik olduğunu söylüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah rahmet eylesin Erbakan Hoca ile benim 1983’de 12 Eylül ihtilalinde Zincirbozan mıydı oradan daha yeni çıkmıştı, beni Ankara’ya davet etmişti. 83 idi galiba. Turgut Özal da daha yeni parti kuruyordu. O sıra Turgut Özal da Onun Konya’dan mı adayıydı bir şeydi. İzmir’den mi? Adayıydı. O sırada biraz sinirleniyordu falan. Onunla Lütfi Doğan Hoca’nın evinde uzun uzun oturduk konuştuk çeşitli meseleler. Rahmetli Erbakan Hoca tabi bir mümin olarak faize karşıydı ama sistem konusunda bir sıkıntılar vardı ama şunu da söyleyeyim; biz onun iktidarında sistem konusunda Ona yardımcı olmuştuk. Başbakan olduğu zaman elimizden gelen desteği vermiştik ve şeye bakarsanız gerçekte orada hakkını da vermek lazım Allah rahmet eylesin. İyi niyetli bir insandı da tabi kendisi makina profesörü. Mesela Onunla ilgili ben çok tenkitler yapmışımdır çok açık ve net şekilde ve yapığım tenkitlerin hepsini de uygulamıştır. Onu da söyleyelim. Bazı şeyleri yapmadı ama temel hususları uyguladı. Siz bakın, ekonomik yönden o günleri hatırlayanlar Türkiye’de esnafın en rahat ve en iyi para kazandığı dönemdir o dönem. En rahat para kazanıldığı dönemdir ki birçok şeyi de uygulayamamasına rağmen.
KATILIMCI: Hocam şimdi siz döviz rezervini doğru bulmuyorum dediniz ya. Döviz alış şu kadar, satış şu kadar diyen yerler de bunlarımı caiz bulmuyorsunuz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben döviz rezervi konusunu merkez bankası yetkilileri ile görüşmek isterim, burada görüşmek istemem.
KATILIMCI: Onda bir sakınca yok değil mi? Dövizi alıp satıyor..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başka kavramlar onlar. Ayrı ayrı şeyler.
KATILIMCI: Gelir olarak caiz mi döviz alış satışı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Döviz alım satımı yapılır, peşin olmak şartıyla onda problem yok. O küçücük şeyler, onda sakınca yok. Normal ticaret gibidir. Ama peşin almak şartıyla olur.
KATILIMCI: Geçmişte özel finans kurumlarından batanlar oldu. Bu batanları sizce durup dururken mi battı yoksa paralarını başka yerlere aktarma şeyiyle midir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben baştan söyledim ya. Onlar tamamen faizli çalışmaya başladılar. Batmadan bir kaç ay önce onlarla toplantı yaptık. Teker teker söyledik; bunlar yanlış şeylerdir. Şu anda çok net hatırlamıyorum ama paraları çok yanlış kullanmışlardı ve batarken tüm cezayı kendileri ödemeleri gereken şekilde battılar ama finans kurumları kanunundan yararlanarak birçoğunu zarar gösterdiler.
KATILIMCI: Hocam az önce verdiğimiz borçların zekatından sorumlu olduğumuzu söylediniz. Ben 2000 yılında 20 bin mark para olarak, 20 bin mark da mal olarak bir arkadaşa verdim. O da ödemedi. O gün bugündür bazen parası oluyor bazen olmuyor. Ben şimdi 15 yıllık zekat mı vermem gerekiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Paranı alabilirsen hoplaya zıplaya verirsin yani. Öyle değil mi? Yanlış mı? Ben de o sıkıntıları çok çektiğim için biliyorum. Burada şu var. O verdiğiniz markların bugüne kadar değerinin korunması meselesinde bir problem var değil mi? Tabi. O değeri ile alma hakkınız var sizin karşı taraftan. Diğerini de o değeri ile alma hakkınız var enflasyonu düşünerek. Ama o mal sizin malınız olduğu için sevap da size ait olduğu için aldıktan sonra geriye dönük olarak ödeyeceksiniz.
KATILIMCI: Parayı almadan ben ölürsem o zekatlardan sorumlu muyum?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şu anda ödeyecek gücünüz yoksa sorumlu değilsiniz.
KATILIMCI: Var ödeyecek gücümüz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ödeyin öyleyse.
KATILIMCI: Hocam bu katılım adı altında çalışan bankaların vatandaşlardan aldıkları paralarla nasıl bir ticaret yaptıklarını bize açıklamadıkları halde zarar ettik diyorlar. Ve kâr-zarar ticarette de mubah olduğuna göre sizin paralarınız battı, bizim bu konuda herhangi bir maddi manevi sorumluluğumuz yoktur diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Batanlarla ilgili olarak diyorsun sen değil mi? Mudarebe dediğimiz para senden çalışması benden diye anlaşma yapıyor bankalar. Orada kurallarına uygun çalışırlarsa tabi ki zarara siz katlanacaksınız. Ama bizim söylediğimiz, kurallara aykırı çalıştılar bunlar. Kurallarına aykırı çalıştılar, dolayısıyla bütün zararı kendilerinin karşılaması gerekir. Yanlış hatırlamıyorsam. Aradan yıllar geçmiş detayları aklımda kalmaz. Onun için konuşmak istemiyorum.