ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, Allah nasip ederse enflasyon ve onunla birlikte ortaya çıkan ekonomik ve sosyal problemler üzerinde duracağız. Tabi enflasyon kelimesinin anlamı şişkinlik. Parada bir şişkinlik olursa yani para miktarı fazla olursa ona karşılık mal ve hizmet üretemezseniz ister istemez para ile mal arasında bir denge bozukluğu olur. Para tarafı şişer ve mal tarafı zayıf kalır. Ondan dolayı da meydana gelen şişkinliğe enflasyon denir. Para çok, mal az olduğu için mala daha çok para ödenmeye başlanır. O da insanlara fiyat artışı olarak yansır. Bu, piyasanın dengesini tamamen bozan bir işlemdir. Zaten dengeyi asıl bozan faizdir. Ve bugünkü para sistemidir. Şimdi şöyle söyleyelim; para, altın ve gümüş iken altın ile gümüş arasında bir denge bozulabiliyor. Mesela Meksika gümüş yataklarının keşfedilmesi ile birlikte Avrupa’yı gümüş paralar sarmıştı. Osmanlı, o paraların kendi ülkesine sokulmaması için bir takım tedbirler almış ama başaramamıştı. Ve bir gümüş para 100 kuruşa kadar çıkmıştı. Yani 1 altın 100 kuruşa kadar çıkmıştı. 1 lira 100 kuruş deriz ya bu Osmanlı’dan gelen bir şeydir. Kuruş, gümüş para için kullanılır. Lira da altın para için kullanılır Osmanlı’da. Lira dediniz mi altın anlaşılır. Kuruş dediğiniz zaman gümüş anlaşılır. Başlangıçta 7’ye 10’luk bir oran vardı altın ile gümüş arasında. Yani 7 dinar 10 dirhem değerinde oluyordu. Onun için zekat nisab miktarlarına bakarsanız, 20 miskal altın denir. 20’nin 10 katı kaç eder? 200 dirhem gümüş denir. Bizim fıkıh kitaplarına bakarsanız 20 miskal altın. Onun 10 katı 200 dirhem gümüş denir. Yani 7’ye 10’luk bir değer vardı. Daha sonra gümüşün değişmesi ile birlikte yani gümüş üretiminin artması ile birlikte gümüş aleyhine bir durum söz konusu oldu gümüş ucuzladı. Dolayısıyla altın almak için daha çok gümüş vermek gerekiyordu. Orada bir bölüm vardır: gümüşün artmasıyla madeni paralarda değer kaybıyla ilgili bölümde. Oku orayı. Bizim, Ticaret Ve Faiz kitabında para tarihinde bulabilirsiniz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ticaret Ve Faiz kitabının 308.sayfasında madeni paralarda değer kaybı bölümünde bu konuda çok ayrıntılı bilgi var. Bilindiği gibi Peygamberimiz zamanında iki türlü madeni para kullanılıyordu. Birisi altın denen bizans dinarları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstanbul’da basılıyordu o zamanki paralar. Topkapı’daki müzelerde var. Şu anda hala var.
ABDURRAHMAN YAZICI: Biri de dirhem denen gümüş paralar. Bunlar da İran, Sasani paralarıydı. Hocamız’ın dediği gibi bunların arasında bir oran mevcuttu 7’ye 10 şeklinde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ona fıkıh kitaplarında vezni seb’a diye bir terim kullanırlar. Fıkıh kitaplarında okuyanlar bilir vezni seb’a derler ona.
ABDURRAHMAN YAZICI: Gümüşün altın karşısında zamanla değer kaybettiği görülüyor. Nitekim bu değer kaybı nasıl anlaşılıyor? Hz. Ömer zamanındaki bir diyetle ilgili bir durumdan hareketle. Hz.Osman zamanında bir hırsızın çaldığı bir malla ilgili rivayetten hareketle bir değer kaybına uğradığını görüyoruz ki devam edersek halife Ömer ve Osman’dan Osmanlı’ya kadar altın ve gümüş arasındaki değer farkı giderek büyümüş. Tevhidi meskukat kanununun 33.maddesine göre..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevhidi meskukat: basılmış, sikke kelimesi var ya. Altından para basılıyor ya işte ona meskuk deniyor. Tevhidi meskukat da para birliği anlamına geliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu maddesine göre 7 gram ağırlığında 22 ayar altın liranın değeri 100 kuruşa çıkmış, 100 kuruş da 0,830 ayarında ve 120 gram ağırlığında gümüş paraydı. Yani bir biri altın, 17 birim gümüş değerine çıkmıştı. Altın ve gümüş tabi daha sonra günümüzde para olarak kullanılmamaktadır bu anlamda. Altın, büyük ölçüde değerini korumuş ama gümüş koruyamamıştır. 22 Şubat 1982’de 22 ayar altının gramı 1680 lira, 900 ayar gümüşünki 4250 tl’dir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünkü rakamlarla ifade etmek çok zor oluyor. 6 tane sıfır silindiği için.
ABDURRAHMAN YAZICI: Buna göre 1 biri altın bu tarihte yaklaşık 40 birim gümüş değerine yükselmişti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Niye altı değerli oldu? Altın üretimi artmadı, gümüş üretimi arttı. O da Meksika gümüş yatakları ile alakalı. Öyle olduğu halde 1’e 10’dan 1’e 40’a çıkmış. Ne zamana kadar? Ta Resulullah zamanından günümüze kadar olan şey. 1’e 10’dan 1’e 40’a. Uzun zaman sonra. Bu da hemen akşamdan sabaha olmuyor. Dolayısıyla arada ciddi anlamda bir servetin bir taraftan diğer tarafa geçmesi söz konusu değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: İslam’ın ilk döneminde Peygamberimiz zamanından günümüze kadar gümüşün altın karşısındaki değer kaybı yaklaşık %90 civarında olduğu anlaşılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir değer kaybı var. Şimdi burada bir şey var. Allah, her tarafa bir denge koymuştur. Rahman suresinde, biliyorsunuz kuranın 55.suresi 7.ayetinde diyor ki Allah: “RAHMAN, 7.. Ayet: Ves semae rafeaha ve vedaal mizan: Allah göğü yükseltti ve dengeyi kurdu”. RAHMAN, 8.. Ayet: Ella tatğav fil mizan: bu dengede aşırılık yapmayın/dengeyi bozmayın”. Tabiatta bir denge var, işte bu dünyanın kendi iç yapısında bir denge var. Biz o dengeden hareketle namaz vakitlerini hesap etmeyi ve namaz vakitlerinin formüllerini bulmayı elhamdulillah başardık. Ama burada başka bir şey diyor ki RAHMAN, 9.. Ayet: Ve ekıymul vezne bil kıstı ve la tuhsirul mizan”. Tartıyı da diyor hakkaniyetle yapın ya da şöyle diyelim “vezn”‘e “muvazene” der isek mizan ile aynı kökten olduğu için; dengeyi sürekli koruyun ve hakkaniyetle yapın. Dengeyi azaltmayın. Dengeyi değiştirmeyin diyor. Şimdi mesela bu şeyde gördüğünüz gibi Resulullah’dan günümüze kadar altın ile gümüş arasındaki dengede çok büyük bir bozukluk olmamıştır. Az sonra türk lirasının ne kadar büyük değer kaybettiğini okuyacağız. Bir de şeyi okuyalım Araf suresi 85.ayeti. Burada Allah, Şuayb(as)’dan bahsediyor. Şuayb (as)’ın elçilik yaptığı bölge Medyen. ARAF, 85.. Ayet: “Ve ila medyene ehahüm şüayba”. Medyen, şeyden başlıyor Ürdün’den Lübnan’a kadar olan bölge. Biliyorsunuz Lübnan, öteden beri çok önemli bir ticaret merkezidir. Bugün de öyle. Akdeniz’e açılan lümandır orası. Tabî limandır. Oradan da bir çok yere mal sevkiyatı için imkan ve fırsatlar var. Mesela Ümit Burunu’nu dolaşmaktansa Lübnan’a getirip oradan Asya’ya malları sevketmek çok daha kolay deniz yoluyla. Bu sebeple o bölgede ticaret öteden beri gelişmiş vaziyette. İnsanlar çok güzel bir ticaret yapıyorlar. Şuayb(as), o bölgeye nebi olmuş. Dolayısıyla Allah burada diyor ki; “ve ilâ Medyene: Medyen’e de”, “ehahum şuayba: kardeşleri Şuayb’ı elçi olarak gönderdik”.”kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh: dedi ki ey kavmim, Allah’a kul olun, sizin başka bir ilahınız yok”, “kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm: size rabbinizden bir delil gelmiştir” işte bugün de müslümanların elinde kuran var. Onu okuyoruz şu anda. “Fe evfül keyle vel mızane: ölçüyü ve tartıyı tam yapın”. Mizan da denge, dengeyi tam koruyun. Sosyal hayatta da denge vardır. İnsanlar arasınsaki denge son derece önemlidir. Kimsenin hakkı, kimsenin malı batıl yollarla yenmez. Batıl yollarla yendiği zaman denge bozulur ve kendi kendinizi yani toplumu ölüme götürürsünüz. Dengele bozulunca insanlar birbirlerini öldürmeye başlarlar. Bugün Türkiye’de yaşanan her gün cinayet haberi duyuyoruz. İşte bundan bir kaç hafta öneydi, Abdurahman bir araştırma yaptı. 40 yıllık değişik mahkemelerde bir tane adam öldürmesi bulamamıştın değil mi?
ABDURRAHMAN YAZICI: İsam’ın projesi kapsamında internete konan şeriyye sicillerinde bakmıştık. Kelime araması yaparak orada bir veya iki tane vardı ama öldürmeye varmıyor bu. Öldürme değil. Ama had cezası davası var sonuçta.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsterse öldürme olsun. Bir günde dünya kadar adamın öldürüldüğü bir ülke ama 40 yıllık bir dönemde araştırma yapıyorsunuz Osmanlı mahkemesinde ki şeriye sicili mahkeme kaydıdır. En güvenilir kaynaktır. İki tane adam öldürme olsun, öyle kabul edelim. Ama 40 yıl bu. Şimdi bu dengeleri bozduğunuz zaman insanlar deliye dönüyorlar ve bakıyorsunuz ki işte malesef dünmüydü evvelki gün kendisini ziyarete gelen eşini hapishanede öldürüyor. Dengelerin ne kadar bozulduğunu ve insanların davranışlarının ne kadar değiştirdiğini anlama bakımından önemli.
Burada diyor işte; ölçüyü ve tartıyı tam yapın. “Ve la tebhasün nase eşyaehüm: insanların eşyalarını”, “şeylerini”. “Şeylerini” dediğimiz zaman buna herşey girer. Kuranda C.Hakk, kendisi için de “şey” kelimesini kullanmıştır. Mesela ne diyor; “leyse ke mislihi şey’un: Allah’ın misli gibi bir şey yoktur”. İnsanların eşyalarını azaltmayın dendiği zaman yani hiç kimse kimseye haksızlık yapmasın. Ölçüde, tartıda, herşeyde ölçüyü koruyun demiş oluyor. Ondan sonra da diyor ki; “ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha” her şey yerli yerine gelmişken, düzelmişken yeryüzünde fesad çıkarmayın. “Zaliküm hayrul leküm in küntüm mü’minın: eğer inanıyorsanız bu sizin hayrınızadır”. İşte şimdi malların batıl yollarla yenmesi bütün dengeleri bozduğu için yine bu derslerin en başında okuduğumuz ayeti tekrar hatırlatalım size. Nisa suresinin 29.ayeti. Allah orada diyor ki; “NİSA, 29.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu: müminler”, “la te’külu emvaleküm beyneküm bil batıli:mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin”. Haklı bir gerekçe olmadan yemeyin. İşte batıl sebeplerden birisi faizdir. Biraz sonra enflasyonun ne kadar büyük bir felaket olduğunu hep birlikte göreceğiz. O da tamamen faizin sebep olduğu şeydir. Gelir ve servetin geniş insan kitlelerinden bir kaç kişinin eline bu yolla nasıl geçtiğini resmi gerçek rakamlarla göreceğiz inşallah. ” Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin” diyor, “illa en tekune ticaraten an teradım minküm: karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret şeklinde olursa başka” yani mal ve hizmetin alımı-satımı yoluyla olursa yiyebilirsiniz ama karşılıklı rızaya dayalı olması lazım. Çünkü şeyde öyle bir şey ortaya çıkarıyorlar ki farkına varmıyorsunuz. Evet diyorsunuz ama işin alt tarafını öğreninceye kadar iş işten geçmiş oluyor. Sonra onunla ilgili de ayetler okuyacağız. Ondan sonra da diyor ki Allah; “ve la taktülu enfüseküm: kendi kendinizi öldürmeyin”. Geçen hafta Duyunu Umumiye ile ilgili kaynaklatı okumuştuk. Osmanlı’nın 1841’den itibaren nasıl kendi beynine tabanca sıkmaya başladığını açık ve net bir şekilde bir kısmıyla burada şey yapmıştık Duyunu Umumiye açısından. Bugün de bir başka açıdan Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar bu dengelerin nasıl bozulduğunu, böyle giderse bu işin düzelemeyeceğini, ancak Allah’ın emirlerine uymamız halinde düzeleceğini de inşallah göreceğiz. Kendi kendinizi öldürmeyin diyor Allah. “İnnellahe kane biküm rahıyma: çünkü Allah, size karşı çok merhametlidir”. İşte bu mal ve hizmet alım satımındaki haksızlıklar, bir toplumun intiharı olarak nitelendiriliyor kuranda. Sen şimdi kağıt paranın serüvenini bir oku bakalım.
ABDURRAHMAN YAZICI: İsterseniz Hocam burada bir eksik kalmasın diye mağşuş paraya da değinmek gerekir belki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O iyi olur. Çünkü mağşuş para ile kağıt para birbirine bir açıdan benziyor. Mağşuş ne demek biliyormusunuz? Oku. Orada yazılı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Madeni paralar öncelikle saf altın ve gümüşten basılırken, daha sonra değerini şey etmek maksadıyla insanları yanıltmak maksadıyla farklı ucuz madenler de katılarak ayarı düşürülen, piyasaya sürülen bu paralara mağşuş para deniyor. “Ğışş” kelimesinden gelip yanıltmak, süslemek, gerçeği gizlemek. Hatta günümüz arapçasında kullanılıyor “ğışş” şeklinde. Öncelikle bu mağşuş paralar piyasaya sürüldüğü zaman yüksek değerle sürülüyorlar. Ama daha sonra insanlar tarafından bunun gerçek değeri, taşıdıkları o gram olarak altın ve gümüş değeri anlaşılınca bir anda fiyatları düşüyor değer kaybına uğruyor. Bu da örneğin 1880’lerde ki Meksusatı Osmaniye hakındaki kararnağmeden hareketle mağşuş paranın gerçek değerinin iki katı değerle piyasaya çıkarıldığını görüyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 22 ayardır altın para. Niye 22 ayar? 24 ayar olursa çok çabuk yıpranır. İçerisine bakır katarak azcık sertliğini arttırırlar. Çünkü insanların elinde dolaşıyor. Her defasında böyle yapıyorsunuz yıpranıyor yani. Az yıpranması için içerisine bakır katarlar 22 ayara düşürürler. Ama şimdi burada altın az, para ihtiyacı çok. Dolayısıyla onun ayarını 12’ye düşürüyor mesela. Dışarıdan baktığunız zaman diyorsunuz ki bu 1 lira. Ama bir müddet sonra bu, kuyumcuların eline geçiyor, başka yerlere. Bakıyorlar ki bunun ayarı düşmüş 12’ye, 11’e. O zaman kendisinde 22 ayar altın olan kişi, onu onunla değiştirmiyor. İki tane verirsen veririm diyor bu defa, mesele anlaşıldığı zaman. O zaman ne oluyor? Bir sürü insanın serveti başkasına geçmiş oluyor. Bir de şunu yaparlardı: bunun özel bir adı vardı ama şu anda aklıma gelmedi. Alırlar bunu, işte 1 lira böyle ya. Büyğklük aynı biliyorsunuz. Şimdi bunun üstüne bir tabaka, altına bir tabaka 22 ayar. Dışarıdan baktığınız zaman bu 22 ayar. Götürüp de kuyumcuya mihenk taşına da vursanız 22 ayar çıkacak. Ortasına bakır tabaka yada başka madenden bir tabaka koyarlar, dışarıdan anlamak mümkün olmaz. Devletler bunu çok yapmışlardır. Anlamak için delmek gerekir.
ABDULLAH BAYINDIR: Ortası boş bileziklerin içerisine ağır çelik tel koyuyorlar. Sağlamlaştırmak için diyorlar ama kendileri tarttıklarında onu altın gramından satış yapıyorlar bugünkü kuyumcular.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok yapılıyor altında malesef. Mesela bu konuda çok uzman bir kişiyle görüştüm. Piyasada çok iyi tanınan bir insandır. Kendisi altın konusunda çok uzmandır. Ticaret odasında ve diğer şeylerde, üretimde..(salondan bir şey söylendi 22:14). Fers başka. Benim kitapta vardır ama adı aklıma gelmedi. Fers ayrı bir konu. Filus deniyor. Diyor ki o zat; adam alıyor külçeyi diyor külçenin içerisine başka maden yerleştiriyor. Dışarıya bakıyorsun nereye götürürsen götür 24 ayar altın. Ama onu anlamak için deleriz bir kaç yerden, o çıkan talaşını kontrol ederiz öyle anlarız ancak. İşte altında da bu tür şeyler yapılıyor. Bir süre sonra anlaşılıyor ama gene hiç olmazsa onun bir kısmı altın. Bugünkü ile kıyas kabul etmez şekilde.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kağıt paralardaki değer kaybına gelecek olursak, altın ve gümüşteki değer kaybından bir hayli fazla olduğunu, kıyas bile edilemeyeceğini görüyoruz. Nitekim ilk zamanlar Osmanlılar bastıklatı bu kağıt paraların altın olarak karşılığı varken yine de değer kaybına uğradığını görüyoruz. Sultan Abdulmecid devrinde 1857 yılında 100 kuruşluk altın 1 mecidiye altın anlamına geliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani 100 kuruş 1 altın demektir. Zaten kuruş: gümüş karşılığı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bunun da kâime yani kağıt para olarak değeri 160 kuruşa çıktığını görüyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1 altın değerinde kağıt para basıyor, 160 kuruşa çıkınca ne kadar enflasyon olmuş oluyor? %60 değil mi? %60 parada bir değer kaybı oluyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kaimenin değeri düştükçe altının fiyatı yükseldi ve muamelatı ters yönde etkiledi. Böyle giderse mâli işlerin düzeltilemeyeceği anlaşıldı ve kâimenin yani kağıt paranın kaldırılmasına karar verildi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakıyorlar ki bu iş düzelmeyecek, kağıt parayı kaldıralım diyorlar. Abdulmecit zamanında 1857, şu andan 158 sene önce oluyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Daha sonra Sultan Abdulaziz devrine gelince 2 buçuk milyon keselik kâime basıldı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kâime dediğimiz hep kağıt para.
ABDURRAHMAN YAZICI:1 kese 500 kuruş yani 5 altın. Bu kadar çok kâimenin dolaşıma çıkması değerini düşürdü. 100 kuruşluk mecidiye altını kâime olarak bu 1861 tarihinde 350 kuruşa yükseldi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak, 1857-1861. 1875’de %60. Orada kaldırdılar parayı. 1861’de 350 kuruşa çıkmış. Enflasyon yüzde kaç oldu? %350. Piyasanın ne hale geldiğini görüyormusunuz kağıt para sistemine geçişte.?
ABDURRAHMAN YAZICI: Kâimelerin kaldırılmasından sonra altının fiyatı 100 kuruşa indi. 2.Abdulhamid’in ilk saltantı yıllarında 600 000 keselik kâime basıldı. Ruslarla yapılan bir Ayestefanos Anlaşması zamanında..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dip notu oku istersen.
ABDURRAHMAN YAZICI: Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1878’de Ayestefanos yani İstanbul Yeşilköy’de yapılan barış anlaşmasıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakırköy’ün adı nedir biliyormusunuz siz? Makriköy. Makriköy’dür. Sonradan Bakırköy diye değiştirilmiş. Osmanlı kayıtlarında Makriköy’dür. Kadıköy’ün adı da Kadıkariyesi’dir. Mesela burada Kadınlar Pazarı, Avret Pazarı diye geçer kayıtlarda.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu anlaşmanın yapıldığı esnada 100 kuruşluk altının değerinin 350 kuruşa çıktığı..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak, 100 kuruştan 350 kuruşa. 2.Abdulhamit zamanı değil mi?
ABDURRAHMAN YAZICI: Evet. Yine 1880 tarihli bir fermanda kâimenin tamamen dolaşımdan kaldırılarak pek az kısmının halkın elinde kaldığı belirtilmiş ve 95 senesi mallarından saf altın ödenmesi kararlaştırılanlar dışındaki gelirlerin 5’te biri karşılığında 1 lira için 400’lük kàime alınması emredilmişti. Yani 100’de 400.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1 liraya 400 kuruş ödenecek. Onu gene devlet geri alıyor. %400 enflasyon olmuş. Osmanlı dönemi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Çok ilginç: devamlı kararnameler çıkarıyorlar. Yasaklıyorlar. Tekrar kaldırıp tekrar şey yapıyorlar. 1879 tarihli bir kararnamede de kâime ile olan borçlar ödenirken 450 kuruşluk kâime yerine 1 yüzlük altın veya borçları ödeme gününde 1 altın kaç kâime ederse o kadar kaime ödenmesi emrolunuyordu. Yüzde 450’ye çıkmış. Burada da değer kaybının daha büyük oranlara ulaştığı görülüyor. Yine Sultan Reşad zamanında çıkarılan ilk kâimeler altın ile baş başa giderken 1917 savaş yıllarında çıkarılan kâimelerinde 100 kuruşluk altının fiyatının 550 kuruşa kadar çıktığı yani %550. Sultan Reşad zamanı. Daha sonra savaşın bitmesinden sonra da tekrar 450 kuruşa dönüyor. Bu rakamlar yıllık değer kaybını değil o paraların dolaşımda oldukları süre içinde meydana gelen toplam değer kaybını göstermektedir. Günümüzde kağıt paralar karşılıksız basılmaktadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi günümüz parasına gelelim ve manzarayı bir görelim.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bundaki değer kaybı o kadar açıktır ki örnek vermeye bile gerek yoktur ama yine de bir örnek verilmiş burada. Mesela cumhuriyetin ilk devirlerinde 1 lira 7,36gr ağırlığındaki altın değerindeydi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1926 değil mi? Dipnotta böyle yazıyordu. 1926’da kağıt para basılıyor Türkiye’de. 1 lira dediğimiz şeyin karşılığı 7,36gr 22 ayar altın. Cumhuriyet altını yani. 7,36gr 22 ayar altın 1 lira. Dolayısıyla o zaman birisi 1lira borçluysa mesela bugün öyle bir borç olsa “bırak Allah’ını seversen 1 liradan ne olacak”. Ama o değil 7,36gr 650 lira falan galiba. Bugün altının fiyatı kaç lira bakın. Ata lira kaç lira? Cumhuriyet altını kaç lira? Sorun Google hazretlerine söylesin.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1982 tarihinde ise aynı altınlar 12000 ile 12700 lira arasında değişmekteydi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak, 1926’dan 1982’ye kadar 12 000 kat değer kaybetmiş para. 12000 kat.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1994 tarihinde bir altının değeri cinslerine göre 2 milyon 530 bin lira ile 2 milyon 700 bin lira arasındaydı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 2 milyon 700 bin kat değer kaybetmiş oluyor 1994’de.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1999’da ise altın fiyatları 31 milyon 300 bin tl ile 35 milyon 750 bin tl arasında değişiyordu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1999’da 31 milyon. 1999’a kadar 31 milyon kat değer kaybetmiş. Biraz sonra bunun ne demek olduğunu şey yapacağız. Yani vatandaşın serveti faiz yoluyla faizcilere kayıyor. Devlete de kaymıyor. Tamamen faizcilerin eline geçiyor. Nasıl geçtiğini biraz sonra görürüz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kağıt para düzeni tabi bu arada devreye giriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi şu anda kaç lira dediniz altını? Bugün 2015 Mart’ın 21’indeyiz. 1926’dan bugüne kadar 666 milyon kat para değer kaybetmiş. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar. Ve bu değer kaybı işte enflasyon dediğimiz bu. O zaman 1 lira ile aldığınız herhangi bir mal ve hizmeti bugün ancak 666 milyon ile alabiliyorsunuz.
ABDULLAH BAYINDIR; Ben bir şey okumuştum. Amerika’da altın değil de o zaman Amerika’nın en büyük 3.zengini 1928 yılında galiba bir tane kadın var. O zamanki serveti 4 milyon dolar mı ne. En büyük 3.zengininin 4 milyon dolar civarında 26-27’lerde zenginliği var. Bugün zenginler listesi açıklandığı zaman milyon dolar değil milyar dolarlar ile daha yükseklerle ifade ediliyor Amerika’nın bugünkü 3.zengininin. Yani paranın onlarda da ne kadar bu anlamda enflasyona uğradığını..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizli sistem her yerde faizli sistem. Ama Türkiye gibi yerlerde daha fazla sömürülüyor. Birkaç açıdan sömürülüyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Altın ve gümüş bulmak zor olduğu için para ihtiyacını karşılayacak kadarını da bulmak zor. Bunların basılıp şey yapılması o anlamda. Kağıt kolay bulunduğundan ihtiyaçtan fazla kağıt para basılabilir. Fazla para satın alma arzularınu arttırır ve mala hücum başlar. Bu hücum da fiyatları arttırır. Bu sebeple ihtiyaçtan fazla basılan kağıt para, talep enflasyonunun en önemli sebebidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu nasıl oluyor onu ortaya koymaya çalışalım. Şu 1 lira değil mi? Bir de şuradan para çıkarayım. Mesela bu da 20. Bu, bunun 20 katı. 200 lira olsa 200 katı olacak değil mi? Yani 200 tane demir, 200 liranın karşılığı olacak. 100 lira çıkartırsam daha net gözükür belki. Bu 100 lira kağıt, bu demir. Bu kağıt her zaman için değeri sıfırlanabilir. Mesela 1926’da bugüne kadar 9 tertip yanlış hatırlamıyorsam kağıt para basılmıştır. Ve bunların birçoğu şu anda piyasada yoktur. Olsa tedavülden kalkmıştır hiç bir işe yaramaz. Ama şu 1 lira: bundan 100 tane olsa demirdir, bu bile bir işe yarar. Yani en azından şu deliği şununla kapatayım diyebilirsin. Ama bu kağıt hiç bir şeye yaramaz. Mesela ENES ALİMOĞLUlar’ın yaşadığı tecrübe vardır Doğu Türkistan’da. Onu bir ENES ALİMOĞLU’dan dinleyelim.
ENES ALİMOĞLU: 1949’a kadar şu anda Taivan’da hakimiyet kuran parti iktidarda şimdi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Taivan’da hakimiyet kuran gurup o zaman Çin’deydi.
ENES ALİMOĞLU: Onlar Çin içerisinde iktidarı kaybetmek üzereyken altınları taşıyor, yerine kağıtlar basıyor. Paralar o kadar çoğalıyor ki bir tane koyun veya dana almak isteyen çuvallarla..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok miktarda kağıt para basarak milletin elindeki altınları alıyor. Milletin altınlarını alıyor kağıt para veriyor. Ne oluyor? Mesela diyorsun ki altın kaç lira kardeşim? 650 bin dediniz. Adam getir ben sana 1 buçuk milyon vereceğim. Çok para veriyormuş götürüyor veriyorsunuz elinizdeki altınlar gidiyor.
ENES ALİMOĞLU: Bu altınlatı Taivan’a kaçırmışlar. Kağıt paralar çok olduğu için koyun almak isteyenler (belgesellerde var) bir çuval para dolduruyor sırtında taşıyor pazara.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Artık para o kadar değersizlenmiş ki bir çuval parayı sırtına alıyor gitsin bir tabe koyun alsın.
ENES ALİMOĞLU: Bisikletlerin arksında, eşeklerin, arabaların üzerinde. Çoğu böyle taşır pazara.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Benzer bir durum Almanya’da olmuştur. Çok meşhurdur.
ENES ALİMOĞLU: Sonra insanlar, para bir işe yaramadığı için..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Daha sonra koyun da hiç bir şey alamayacak hale gelmiş.
ENES ALİMOĞLU: İktidar değiştiği için Taivan’da da geçiyormuş o para. Böyle olduğu için ev yaparken ev üzerinde ağaçlar var, üzerinde hasır var, onun üzerinde bir yapraklar koyacağız, onun üzerine toprak. O yaprak yerine o kalınlıkta para koymuşlar. Onun üzerine toprak koymuşlar. O evleri yıkarken koministler geldiğinde evleri düzelteceğiz yol kenarını çekeceğiz, o dağınık evlerin hepsini bir yere şey yaptı. O evler yıkılırken her ev üzerinden bu kadar para çıkıyor. Çok basılmış sıkıştırılmış para. Biz gördük o paraları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evin damını yapmak istiyorlar. Burada tahta var. Üstüne bir hasır seriyorlar ki yukarıdaki toprak akmasın, yağmura karşı. Üzerine de normal yaprak döküyorlar izalosyon yapsın diye. Yaprağın yerine kağıt para koymuşlar bir karış kalınlığında. Kağıt para karşısında bunun bir değeri var. 1 lira deseniz de onun yerine demir olsaydı hâlâ bir değeri olurdu değil mi? Ama işte o kağıt para o kadar aldatıcı bir şey ki hiç bir değeri yok. Mesela Osmanlı dönemindeki o kadar devleti batıran kağıt paraların bugün hiç bir değeri yoktur. Ama o zaman 1 gram altın olsaydı bugün gene 1 gram altındır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Piyasadaki aşırı para bolluğu olan talep enflasyonu yani piyasaya aşırı para sürülmesinden hareketle ortaya çıkan bu paranın değer kaybetmesinin sebebinden birisi bu kağıt para düzeni. İkincisi ise faiz, kredi sistemi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen oradan okumadan bir anlatayım da. Daha önce kağıt para nasıl çoğaltılıyor onu burada anlatmıştık iki hafta önce. Bugün merkez bankası para basıp da piyasaya sürdüğü zaman yani ne yapıyor? Memuruna maaş vermek için eğer para kalmadıysa diyecek para basılsın. Para basılacak. Tamam. Para basıldığı zaman piyasaya parayı sürdünüz mü memurlar ne yapıyor? Bugün kredi kartı borçları var, götürüyor bu hazır parayı bankalara yatırıyorlar. Bankalar kendilerine gelen bu parayı tutuyor mesela diyelim ki 1 milyar lira para geldi. Tutuyor birisine 1 milyar borç olarak veriyor. O borç verdiği kişiye ya bir çek karnesi veriyor ya da bir kredi kartı veriyor. Çek karnesi, bankanın ödeme emridir. Adam o çek karnesini yazdığı zaman o para yerine geçiyor. Diyor ki; benim falanca bankanın çekini vereyim diyor. Hatta hemen verdiği zaman tarihsiz olursa, hemen tahsil edeceği bir şey olursa peşin para sayılır. Siz peşin para kabul edin. Bu kişi, banka ona 1 milyar borç verdiği zaman o 1 milyarı mesela ben banka olayım Fatih’e borç vereyim. Yazıyorum Fatih. Bunun hesabına 1 milyar lira geçiyorum. Bunun hesabına 1 milyar lira geçmiş olması şu manaya geliyor: Fatih benden 1 milyar aldı banka olarak, sonra getirdi buraya 1 milyar lira yatırdı sayılıyor. Dolayısıyla Fatih’in emaneti olarak bankada 1 milyar lira para var. Abduraman gelip borç almak istiyor. Bu defa o 1 milyar lirayı Abdurahman’a da borç veriyorum. Hesabına yazıyorum, eline vermiyorum. Burada sizin hepiniz de alabilirsiniz. 100 tane 1 milyar: 100 milyar lira. O 1 milyar lira bankanın kasasına geldi ise. Sonsuza kadar şey yapacak. Peki ne oldu? Mesela Fatih tuttu Abdurahman’dan bir mal aldı, O’na 1 milyarlık bir çek yazdı yada 1 milyın liralık çek yazdı. Yüksek rakam söylemeyelim. 1 milyon liralık bir çek yazdı. Şimdi Abdurahman o çeki getiriyor bankaya, bankaya diyor ki; ben Fatih’de 1 milyon işte çek diyor bu çekin tahsilatını yapın. Tahsilatı yaptığı zaman bankanın yaptığı şu: Fatih’in hesabından düşüyor, Abdurahman’ın hesabına geçiyor. Para hareketi yok. Sadece rakamlar oynuyor. Kayıttan kayıda geçiyor. Dolayısıyla burada siz piyasada bankanın belki 100 milyarlık çeki dolaşıyor ama bankanın kasasında 1 milyardan fazla para yok. O zaman ne oluyor piyasada? Aynen ENES ALİMOĞLU’nın şeyinde olduğu gibi, mal üretmek kolay mı? 1 milyon liralık çek yazmak: alırsınız çek karnesini 1 yazarsın, arkasına da 6 tane sıfır koydun mu 1 milyon olur değil mi?Ama 1 milyon liralık mal üretmek kolay bir şey mi? Bir mal üretebilmek hata şu parayı bile şu hale getirmek dünya kadar emeği ister. Demiri getireceksiniz, bunu eriteceksiniz, dökeceksiniz, kalıbı olacak, bilmem boyası olacak, şusu olacak, busu olacak, basacaksınız bir sürü şey. Bu 1 lirayı üretmek için o kadar emek geçecek ama siz alacaksınız bir çek karnesi, 10 yazarsanız 10 liralık olacak, 100 yazarsanız 100 liralık olacak. Sıfır arttırdığınız zaman o kadar. Karşılığında? Mal. Mal üretmek kolay değil ama para üretmek çok kolay. Öyle olunca şurada toplam, daha önce piyasaya bu para girmeden önce burada mallar vardı. İhtiyacımıza göre mal vardı. 100 kalem mal vardı. 100 kalem mala karşılık 100 lira da para vardı. Ama banka devreye girdi o 100 lirayı 1000 liraya çıkardı. Mal gene 100 kalem. O zaman her kalem mal 1 liraya olur mu? Mecburen fiyatı en az 10 liraya çıkacak. 100’e 1000. 10 000 derseniz 100 liraya çıkacak. Onun için burada ister istemez fiyat artışı oluyor ve bu defa bakıyorsunuz ki “Allah Allah! Ya daha önce benim cebimdeki para yani aldığım maaş yetiyordu şimdi yetmiyor”. O fiyat artışına sebep olan sen değilsin ki. Sana maaş veren devlet de değil. Bu parayı çoğaltan banka. Mal-para dengesini bozuyor. Ayette dedi ya; “mizânı bozmayın”. Dengeyi bozmayın. Dengeyi bozdu. Bu dengeyi bozması yetmiyor bu kâfi değil, piyasaya onun kaç katı para sürdü o yetmiyor bir de o paraya faiz alıyor. Ayrıca faiz alıyor. Yeter zaten dünya kadar parayı çoğalttın. Senin kasanda 1 milyar varken şu kadar milyar alacaklı oldun piyasadan. Yetmiyor mu sana? Yok yetmez. Bir de onun üzerine de ayrıca faiz koyuyor. O zaman piyasa ne oluyor? Felç oluyor felç. İşte bu olmasın diye merkez bankaları ne der? Derler ki sen bu zamma karşılık yatıracaksın. Yani bir kısmını merkez bankasına yatır paranın. %10’unu merkez bankasına yatır buraya 1 milyar para geldiyse. O zaman bunun anlamı şudur: 1 milyarı 10’a böl ve 1 milyar ile çarp. Yani munzam karşılık %10 ise yatırılan paranın 10 katı borç verebilir. %5 ise 20 katı borç verebilir. %100 ise artık ona göre hesap edeceksiniz. Ve piyasadaki parayı anormal bir şekilde arttırır. Çünkü kağıt üretmek çok kolay. Dediğim gibi siz de para üretir hâle geliyorsunuz. Bir de Türkiye’de yürürlükteki yasalara aykırı olmasına rağmen vadeli çek olayı vardır. Çek, senet değildir. Çek bir ödeme emridir. Eğer hesabınızda para varsa o ödeme emrini yazarsınız. Yoksa yazmazsınız. Adam diyor ki; sana 2016 tarihli bir çek yazayım diyor. Bir sene sonra alırsın. Nedir o? O adamın ürettiği para 2016’ya kadar piyasada geçerli oluyor. O, ona veriyor O, ona. Bir çekin arkasına bakın dünya kadar ciro vardır. Yani herkes imzalamıştır arkasını. Ve bir de bu var. Vadeliçek meselesi var. Bu, Türkiye’ye mahsus olmalı. Ben mesela ekonomi ile ilgilenen arkadaşlara söylemiştim zamanında. Bir kanun çıkarıyorsunuz şöyle bir madde koyun. Üzeinde vade yazılı çek geçersizdir diye bir madde koyun, bakın piyasa ne kadar rahatlıyor. Yasal olarak yasaktır az önce söyledim onu cümle olarak. Ama niye üzerine vade yazılı çek geçersizdir diyorum? Vade yazılı çek geçersiz dediğiniz andan itibaren vadeli çek problemi bitmiş olur. Ondan dolayı dedim yani. Yoksa baştan da o cümleyi söyledim. Yasalara aykırı olmasına rağmen dedim. Onu bir çözüm olarak ilgili arkadaşlara defalarca söyledim ama yapmadılar yani. Bir de bu faiz, hem piyasadaki anormal bir şekilde arttırır hem de fiyatları anormal bir şekilde arttırır. 17. Sayfadaki finansman maliyeti diye bir maliyet devreye girer faiz şey yapıldığı zaman. Finansman maliyeti. Finansman yani birisinin para bulması demektir. Ona karşılık bir maliyet devreye girer ve o da piyasayı altüst eder. Orayı da bir oku bakalım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Verilen bu kredilerin de bir maliyeti vardır. Adına finansman maliyeti denir buna. Üretimden pazarlamaya kadar her safhada fiyatlara eklenen bu maliyet, fiyatları sürekli yüksek tutar. Krediye ödenen faiz, finansman maliyetinin ana sebebidir. Tasarruf sahibinin alacağı faiz bundan düşük olur. Banka, kredi verdiği kişiden %10 faiz alırsa tasarruf sahibine %7 verir. Çünkü kendisi daha fazla alması için.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında banka %10 almıyor ki. %200 alıyor ne %10’u. Çok daha fazla. Niye? Size söyledim ya. 2013 yılı merkez bankası hesaplarına göre (ben kendim incelemiştim) Türkiye’deki normal faiz, (kredi katları dahil değil, borcunu zamanında ödeyememesinden dolayı temerrüde düşenlerin ödediği faizler dahil değil) normal faiz yoluyla bankalar Türkiye’deki tüm paranın tam iki katını faiz olarak almışlardır. Az önce söyledim, %10 ne ki. Adam piyasayı kendi çekleri ile dolduruyor, o çeklerden de faiz alıyor ayrıca. Mesela sizden para alıyor diyor ki; sana %5 veririm. Çok makul faizi helal görürseniz. %7, %8 vereyim. Tamam. %10 ile de ben borç veriyorum. Düşüyorsunuz ki %2. Bu adamların masraflarını bile karşılamaz. Nasıl geçiniyorlar helal olsun falan diyorsunuz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hocamızın verdiği örnekteki gibi de örneğin banka %10 faiz verir ise mevduat sahibine %7 vermiş oluyor. Dolayısıyla bu doğruda üretim sürecinde malların %10 civarında fiyat artışına sebep oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: En az % 10 fiyat artışı olur.
ABDURRAHMAN YAZICI: Mevduat sahibinin alacağı faiz, fiyat artışı karşısında da yok olur. Yani %3 zararı oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adam bankaya para yatırıyor zannediyor ki faiz alırsam kar ederim. Ne karı. Onun rakamları da vardır. İnsanlar çok yüksek oranda bankaya yatıranlar zarar etmiştir kitaplarda var ama yeri hatırımda değil şu anda.
ABDURRAHMAN YAZICI: Aynı zamanda ama paradan da kaybı olur. Mesela şekerin kilosu 50 kuruş iken %7 faizle bankaya 500 lira yatıran kişi dönem sonunda bankadan 535 lira alır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu hesap, kaydi para dikkate alınmadan yapılmıştır. Farz edin ki normal faiz. Banka 100 lira alıyor 100 lira piyasaya borç veriyor. Öyle kabul edin. Ona göre yapılmış bir hesaptır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yoksa 10 ile çarpmak lazım. 500 lira yatıran kişi dönem sonunda bankadan 535 lira alır. Ama bu esnada şeker en az 55 kuruşa çıkar. Bir yıl önce 500 lira ile 1000 kilo şeker alırken şimdi 535 lira ile 973 kilo alabilir. Böylece parasının gerçek değeri %3 civarında kaybolmuş olur. Parasını bir kenarda saklayanların kaybı daha büyüktür. Onlar sakladıkları 500 lira ile şimdi 900 kilo şeker alabilirler. Onların kaybı da %9 civarındadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyorsunuz ki bir kenarda 3-5 kuruş paramız dursun yarın lazım olur. Ama birileri o parayı sürekli çalıyor. Siz farkında değilsiniz. Bankaya yatırayım? O da çalınıyor. Dolar da çalınıyor fark etmez ki. Aynı şey dolar için de söz konusudur. Hiç farkı yoktur. Ne oluyor bak. Dolar da Türk lirası da enflasyondan kayba uğruyor. Yukarıdan aşağı bir şeyi bırak, birisi diğerinden belki bir dakika sonra aşağı düşer ama ikisi de aşağı düşüyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kredi kullanan borçlular ise ödeyecekleri faizi o krediyle ürettikleri mal ve hizmetlere ekledikleri gibi aynı oranda bir maliyeti kendi öz sermayeleri ile ürettikleri mal ve hizmetlere de eklerler. Bunun sebebi de fırsat maliyetidir. Zira parayı kullanmak yerine faize verme fırsatları vardır, bu fırsatı kullanmış gibi yapar, alacakları faizi maliyetlerine eklerler. Bunun bir başka sebebi faizin doğurduğu enflasyona karşı koyma ihtiyacıdır. Fiyatlar sürekli artarken dar ve sabit gelirlilerin serveti de hızla azalır. Doğal olarak paraları değer kaybetmiş olur. Bunlar böyle. Bakın dengeler o kadar çok bozulur ki ama bu dengelerin nasıl bozulduğunu herhalde Fatih’den dinleyeceğiz. Seninkisi bitti değil mi?
FATİH ORUM: Ben aynı kitabın 322.sayfasından itibaren okuyacağım. Konu başlığı Enflasyonun Etkileri. Bu etkiker kitapta iktisadi, sosyal, siyasi, ahlaki ve hukuki etkiler olarak alt başlıklara ayrılmış. İlki yani iktisadi etkilerinden başlıyoruz. Enflasyonun tasarruf, yatırım ve dış ticaret ile gelir ve servet bölüşümü üzerinde önemli etkileri vardır. Enflasyon, paranın serveti biriktirme özelliğini büyük ölçüde ortadan kaldırır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Para nedir? Para, serveti biriktirmeye yarayan bir vasıta iken, altını biriktirirsiniz. Diyorsunuz ki iyi gün var kötü gün var azcık kenarda bir şeyimiz olsun diyorsunuz. Altını biriktirirsiniz ama parayı biriktirdiğiniz zaman birileri çalıyor sürekli.
FATİH ORUM: Çünkü enflasyonlu ortamda para biriktirmek enflasyon oranı kadar zarara razı olmaktır. Enflasyonun faizi geçtiği dönemlerde faiz dahi tasarrufların erimesini önleyemez. İnsanlar servetlerini altın, döviz, bina gibi para dışı yollarla korumaya çalışırlar. Bu gibi şeylerin fiyatları aşırı derecede artar. Küçük tasarruf sahipleri ise tasarruftan vazgeçip gelirlerini tüketim mal ve hizmetlerine harcamayı tercih ederler. Böylece paradan kaçış başlar. Enflasyonist giriş hızlanır ve enflasyon kendi kendini beslemeye başlar. Enflasyonun doğurduğu belirsizlik, yatırımcıları uzun vadeli yatırım yapma konusunda sınırlarlar. Zira uzun vadeli yatırım, uzun vadeli hesapları ve projeleri gerektirir. Belirsizlik ortamında bunları yapmak mümkün olamayacağından yatırımcı neticesini daha kolay hesaplayabileceği kısa vadeli yatırımlara yönelir. Enflasyonun dış ticaret üzerindeki etkisi de olumsuzdur. Çünkü enflasyon, ülke dahilindeki mal ve hizmetlerin pahalılaşması demek olduğundan bunların ihracatını zora sokar. Bir de iç piyasada fiyatlar yükselirken dış piyasadaki mallar nispeten ucuzlamış ve bunların ithali teşvik edilmiş olur. Kısaca enflasyon, ihracatı zorlaştırıp ithalatı kolaylaştırarak dış ödemeler dengesinin açık vermesine sebep olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi Türkiye’ye bakın küçük esnaf, küçük üretici diye bir kavram kalmadı. Eskiden Süleymaniye’ye giderdiniz, oradaki caminin aşağısındaki sokağa gidin, oradan aşağıya doğru hep imalatçılar doluydu. Şimdi artık orta, küçük esnaf kalmadı. Şimdi siz burada bir mal üretiyorsunuz, sizin maliyetinizin altında bir fiyatla dışarıdan ithal ediyorlar. Niye? Çünkü faiz ve para politikaları sizi öylesine yoruyor, bir de tabi çok kötü bir vergi politikası da vardı. Bu vergi de felakettir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Vergi politikası dediniz. Mesela adam ev almak için kredi alıyor, ondan da yine ihtiyaç vergisi alıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çünkü bu sistem öyle bir ayarlanmış ki insanlar (kapitalist sistem ya) kapitali olanın kulu kölesi olacaklar. Hürriyet diye bir şey kalmayacak. Böyle bir sistemde tabi insanlar deliriyor yani. Artık bunalıyor. Bunalımın da sonuçlarını ortalıkta görüyorsunuz.
FATİH ORUM: Nihayet enflasyon, gelir ve servetin sabit gelirliler aleyhine yeniden paylaşılmasına sebep olur. Sabit gelirliler gurubuna giren işçi ve memurların ücret ve maaşları uzunca bir dönem için para cinsinden tespit edilmiş olduğundan ücret ve maaşların alım gücü devamlı düşer. Uğranan kaybı yeni ayarlamalarla telafi etmek adeta imkansız hale gelir. İktisadi hayatta bir tarafın kaybı diğer tarafın kazancını oluşturduğundan dar ve sabit gelirlilerin kayıpları bazı kimselerin haksız kazanç sağlamasına yol açar. Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim. Demir-çelik fabrikası, Ocak ayı başında 20 işçisi ile toplu sözleşme imzalayarak her birine 100 lira ücret ödemeyi kabul etmiş olsun. Ürettiği çeliğin tonu 100 lira. Aylık üretim kapasitesi 1000 ton olsun. Bu durumda ayda 2000 lira işçi ücreti ödediğinden, aylık toplam girdisinin %2’si ücretlere gider. Ocak ayında %3 enflasyon olsa. Çeliğin tonu 103 liraya çıkar ama ücretler değişmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ürettikleri malın fiyatı artıyor ama üretenlerin maaşı artmıyor.
FATİH ORUM: Şubat ayında enflasyon %2 oranında gerçekleşse çeliğin tonu 105 liraya çıkar. Sene sonuna kadar enflasyon %30 oranında gerçekleşmiş ve çeliğin fiyatı 130 liraya çıkmış olsa fabrikanın aylık toplam girdisi 130 bin liraya çıkmış ama işçiler için ödediği toplam ücret 2000 lirada kalmış olur. Bu durumda işçilerin payı, fabrikanın aylık girdisinin %2’sinden yaklaşık %1,5’ine düşer. Aradaki fark işçinin kaybı, işverenin geliri olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte bu denge bozuluyor görüyor musunuz? Yani orada işçinin maaşı azalırken işverenin geliri artıyor. İşverenin gelirini de arttırmazlar aslında. Bu sistemde o kadar çok onun önünde engeller vardır ki. O da bir müddet sonra fabrikayı kapatmak zorunda kalır. İşçi de işsiz kalır, o da işsiz kalır, fabrika da bomboş durur. O büyük yatırım da işe yaramaz hale gelir.
FATİH ORUM: Bu sebeple enflasyonist ortamda bazı gelir gurupları bazı gelir guruplarına adeta vergi öderler. Üstelik bu vergiyi ödeyenler çoğu kere bunun farkında bile olmazlar. Zira enflasyon vergisinde ceplere doğrudan müdahale yoktur. Dolayısıyla enflasyon, aynı zamanda en kolay zahmetsiz vergileme yoludur. Ne kanun çıkarmaya ne vergi teşkilatına ne de tahsil zahmetine ihtiyaç kalır. Ama bu vergi, sırf devlete değil alt gelir guruplarından üst gelir guruplarına da ödenir. Bu sebeple enflasyon, vergilerin en kötüsü ve adalet duygusunu en çok yaralayanıdır. Enflasyonda kazanç sağlayanlar ise sanayi ve ticaret erbabı meslek sahipleri, borçlular ve devlettir. Kısacası mal ve hizmetlere zam yaparak hayat pahalılığı karşısında kendini koruyabilenler, enflasyondan kazançlı çıkarlar. Bunlar arasında devletin durumu ilgi çekicidir. Devlet, isterse harcamalarını, vergilerin ve borçlanmanın yanı sıra para basma yoluyla karşılayabilir. Bu takdirde devlet, bir taraftan enflasyonun en önemli sebebi haline gelirken diğer taraftan harcamalarını enflasyonla finanse etme imkanı bulmuş olur. Devlet, normal vergi gelirlerini enflasyon sayesinde arttırabilir. Tüccar veya sanayicinin elindeki mal artmadığı halde enflasyon sebebiyle parasal değeri artmış olacağından bu artan değerin tamamı kar kabul edilerek vergiye tâbi tutulur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Fiyat artıyor, siz karlı zannediyorsunuz. Dedim ya zenginler de şey yapılmaz. Şu kadar kâr ettin getir bakayım gelir vergisi. Ben kâr etmedim ki sen arttırdın bu fiyatları? Yok.
FATİH ORUM: Tüccar ve sanayicinin gerçekte malı artmadığı halde daha çok vergi vermek zorunda kalır. Bu da insanların ticaret ve sanayiden uzaklaşmasına yol açar. Bir örnek verelim. Manifaturacı Ahmet, sahip olduğu 500 000 metre kumaş sebebiyle Aralık 1993’de 1000 000 lira üzerinden vergisini ödemiştir. İşleri iyi gitmediğinden 1994 sonunda kumaşı 450 000 metereye düşmüştür.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani zarar etmiş. %10 zarar etmiş. İşleri iyi gitmemiş.
FATİH ORUM: Ama %15 oranındaki enflasyon sebebiyle sene sonunda malının değeri 1 035 000 lira gözüktüğünden 35000 lira kâr etmiş sayılmaktadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adam %10 zarar etmiş ama devlet nezdinde 35000 lira kar etmiş sayılıyor. Binde 35 kar etmiş sayılıyor.
FATİH ORUM: Onun vergisini verince serveti iyice azalmış olacak. Bu durum iş sahiplerini vergi kaçırmaya zorlamaktadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Maalesef. Gerçekten Allah kendi kendinizi öldürmeyin diyor ya. Bu faiz bir ekonomiye girdi mi biter işte. Bakın koskoca Osmanlı Devletimiz gitti. 6 tane sıfır silindi. O zamana kadar 30 milyon civarında para değer kaybetmişti. Bugün 650 milyona çıkmış 15 sene içerisinde para değer kaybı. Şimdi biz de bu arada ekonomide de hissedilir bir düzelme var. Peki faiz kalksaydı şimdi yükselme ne olacaktı onu düşünün. Ekonomi ne kadar güzel olacaktı ve o zaman batmakta olan batı ekonomisinin sığınacağı bir liman haline gelecektik.
FATİH ORUM: Nihayet devlet eğer büyük meblağlarda borçlanmşsa tıpkı diğer borçlular gibi enflasyondan büyük ölçüde yaralanabilir. Bunlar göz önüne alındığında enflasyondan devletin daha kazançlı çıkacağı anlaşılır. Devlet adına enflasyonu frenleme mevkiinde olanların ne kadar arzulu ve samimi olabileceklerini düşünmek gerekir. Halkın alım gücü düştükçe fiyatları aşağıya çekmek için kalite düşürülür. Bu sebeple enflasyonlu ortamlarda malların ve gıdaların kalitesi gittikçe düşer. Bu da başka huzursuzlukların kaynağı olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Millet hapishanelere dolar işte bugün olduğu gibi. Kalitesiz gıdalarla herkes hasta.
FATİH ORUM: İkinci alt başlık: Enflasyonun Sosyal Etkileri. Şu âna kadar iktisadi etkilerini okuduk. Enflasyon, sosyal yapıyı sosyal sınıflar ve sosyal guruplar arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkiler. Gelir ve servetin adaletsiz bir şekilde dağılmasına ve orta sınıfın erimesine yol açarak zenginler ile fakirleri keskin çizgilerle ayıran kutuplar oluşturur. Bu da dengesizlik, huzursuzluk ve gerginlik kaynağı olur. Zenginlik ve fakirliğin toplumların alışık olduğu usullerle meydana gelmesi tabii karşılanır ama alışılmamış biçimde ve kamu vicdanını yaralayan yollardan meydana gelen zenginlikler, insanların kıskançlıklarını kamçılar. Bir taraf enflasyon sebebiyle içine düştüğü sıkıntının altında ezilirken öbür taraf fazla çaba göstermeden zengin olmanın keyfini yaşar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar herhalde size birilerini hatırlatıyordur. Çevrelerinizde birilerini düşünürsünüz.
FATİH ORUM: Kolay kazananlar, kolay ve ölçüsüzce harcarlar. Enflasyonist ortamlarda sefalet ile lüks tüketiminin bir arada görülmesinin sebebi bu olsa gerektir. Aile bağlarının zayıflaması, boşanmalar ve evden kaçmalar çoğunlukla enflasyonun bozduğu sosyal yapının ve gelir dengesizliğinin sonuçlarındandır. Yüksek gelir gurupları oyun ve eğlenceden, dar gelirliler de geçim sıkıntısından dolayı ailelerine hakim olamaz ve ailenin tahribi önlenemez olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki taraf da bitiyor. Adam sadece kendisi çalışırken güzel, ev kirası verip geçiniyorlardı. Sonra bakıyorlar ki geçinemiyoruz, hanım sen de çalış diyor. İkisi çalışıyor. Bu defa gene yetmiyor, oğlum, kızım. Bu defa kadın da diyor ki; evde çalış, dışarıda çalış ne oluyor bu ya! Sen akşam geliyorsun televizyona bakıyordun, ben de yemek pişiriyorum, çamaşırla uğraşıyorum. Ayrılalım diyor. Bu defa kadın, kocasını yük görmeye başlıyor. Evlat da aileyi yük görmeye başlıyor. Bakıyorsunuz ki alt taraf gelir dağılımından darmadağınık oluyor. Peki çok zengin olanlar ne oluyor? Onlar da adam zengin oluyor, evdeki karı tatmin etmiyor canım. Bu defa sürekli oraya gidiyor, buraya gidiyor, falan eğlence, filan eğlence. Kadın da gidiyor falan yerde şu parti, bu parti bakıyorsunuz ki aile kalmadı. Bugün batıya bakın. Batıda çok ciddi manada aile bitmiştir. Niye? Batı eğer Türkiye gibi olsa yine aile kalırdı. Batı tüm dünyayı sömürüyor. Şu anda sömürme imkanları giderek elinden alınıyor. Öyle olunca tüm yapı birden bire küt diye çökecek noktaya geldi.
FATİH ORUM: Enflasyon, kazandıkça cimrileşen ve bencilleşen, bir türlü doymak bilmeyen insanlar oluşturur. Fakir babası zenginler kaybolur. Köyün ağası, eşekle dolaşırken bekçinin oğlu lüks otomobil içinde ona saygısızlık edebilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyledir ama. Bu bir gerçektir. Bakın çevrenize şöyle, zihninizi bir yoklayın görürsünüz. Köy de kalmadı evet doğru.
FATİH ORUM: İlmin değeri kaybolur. Cebi şişkin cahiller bollaşır. Bu durum, çocuklara ve gençlere tesir ederek değerleri değiştirir. İnsanların hayatları ve gayeleri sırf maddeden ibaret hale gelir. Çünkü kolay kazanan ve bol harcayanlar herkesin iştahını kabartır. Radyolar, televizyonlar ve basın kuruluşlarındaki reklamlar harcama azmini geliştirir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kredi kartı dağıtıyorlar insanlara. Niye? Çok harcasınlar. Herkes bize borçlu olsun, herkes bize köle olsun. Netice odur.
FATİH ORUM: İnsanlar daha çok kazanma uğruna her şeylerinden fedakarlığa başlarlar. Bakarsınız ki ailenin bütün fertleri: koca, karı, kız ve oğul çalışır ama devamlı kabartılan iştahları tatmin için işten artan vakitlerinde biri simit, diğeri gömlek ve diğeri başka şeyler satar. Hanım da evde ek işler yapar. İnsanlar maneviyattan, ahlaktan ve insanlıktan uzak hale gelirler. Tek gaye daha çok kazanmak, daha çok harcamak, daha iyi giyinmek olur. Birbirlerine sevgisi ve saygısı kalmamış toplumlar ortaya çıkar. Bu da huzursuzluğu büyük ölçüde arttırır. Bakara suresinin 276.ayeti şöyledir. “Allah, faizi eksiltir sadakaları bereketlendirir”. Bakara suresinin 278 ve 279.ayetlerinde de şöyle buyrulur; “müminler, faizden geriye ne kalmışsa bırakın, eğer inanan kimselerseniz. Bunu yapmadınız mı bilin ki Allah tarafından hazırlanan savaşla yüz yüze gelirsiniz. Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne haksızlık ederseniz ne de haksızlığa uğrarsınız”.
Üçüncü alt başlık enflasyonun etkilerinden Siyasi Etkiler: Enflasyon, toplumsal rahatsızlıkları ve halinden memnun olmayanların sayısını arttırır. Bu da muhalif gurupların filizlenip güçlenmesine ve siyasi muhalefetin sertleşmesine elverişli ortam hazırlar. Siyasi istikrarsızlık başlar. İktidar, muhalif guruplar lehine el değiştirir. Bir kez iktidara gelen bir daha gelememe endişesinden dolayı şahsi çıkar sağlama gayretine düşer. Siyasi amaçlı cinayetlere, çatışmalara ve soygunlara ve ihtilallere kadar uzanan huzursuzluklar olur.
Bir başka alt başlık Enflasyonun Ahlaki Etkileri: Enflasyon en büyük tahribatı ahlaki ve manevi değerler sahasında yapar. Tahribattan en büyük payı iş, meslek ve ticaret ahlakı alır. Enflasyonist ortam, zahmetsiz ve kısa yoldan kazanç sağlama imkanı verdiğinden normal ve meşru yollardan gelir sağlamak uzun ve zahmetli olmaya başlar. Çünkü enflasyonist akışa kapılmış insanlar beklemeye ve yorulmaya tahammül edemezler. Helal olup olmadığına bakmaksızın kısa ve kolay yoldan kazanmak ve köşeyi dönmek isterler. Enflasyonun pompaladığı aşırı talep sayesinde malların satılamaması diye bir endişe olmadığından kaliteli mal üretmek için yorulmaya ihtiyaç yoktur artık. Bu sebeple piyasayı kalitesiz ve bozuk mallar doldurur. Tüccarı da ticari hizmetlerde titizlik göstermesi ve ticari ilişkilerde dürüst olması gerekmez. Çünkü bunların yokluğu malını satmasına engel değildir. Bazılarının bunları düşünebilecek kadar sabrı ve ufku da yoktur. Gerek iç, gerekse dış siparişte istenen esnafa uygun mal yerine kalitesiz mal gönderilmesi kısmen bundandır. Diğer hizmet erbabının işlerini özenle ve zamanında yapmalarına gerek kalmamıştır. Çünkü aşırı talep sayesinde hizmetlerini satamama gibi bir sıkıntıları yoktur. Enflasyonist ortamda borçlu karlı, alacaklı zararlı çıktığından vadesinde ödenmeyen borçların sayısı ve miktarı çoğalır. Parola şudur: alacağından çok borcun olsun. İşçi ve memur da bu kötü gidişe ayak uydurur. Gelir seviyesi düştükçe ümitlerini kaybeden bu insanlar, şevklerini yitirerek kaliteli hizmet üretememeye başlarlar. Bunlardan bir kısmı ise işleri yokuşa sürme vesair yollara başvurarak rüşvet ve haksız kazanç sağlama yollarını ararlar. Zahmetsiz kazanma hastalığı spor toto, loto, milli piyango, at yatışları gibi kumarların yaygınlaşmasının ve lüks otellerde kurulu büyük kumarhanelerin önemli sebeplerindendir.
Enflasyonun bir başka etkisi, Hukuki Etkileri: Para değerinin düşmesi, borçlarda ve çeşitli muamelelerde alacaklı taraf aleyhine haksızlıkların doğmasına sebep olur. Ayrıca servetini para olarak muhafaza eden tasarruf sahipleri ile sabit gelirli vatandaşlar da bundan zarar görürler. Kanunlarda yer alan maddi ceza ve tazminatlar kısa süre içinde değersizleşerek caydırıcılık özelliğini yitirir ve suç işlemeye teşvik edici hâle gelir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün bunlar, faiz olmazsa olmayacak şeylerdir. Ve görüyorsunuz tam bir savaş ortamı gibi işte birileri yukarı çıkıyor, birileri ezilip gidiyor. Ahlak bozuluyor. Sosyal yapı bozuluyor. İnsanlar birbirine güvenleri bozuluyor. Şimdi ekonominin içerisinde olanlar çok iyi bilirler, yani o kurumlar öylesine ben merkezli olmuşlardır ki zaten öyle küçük esnaf falan kalmadı. Küçük atölyeler, şunlar, bunlar yok. İşte az önce ABDULLAH BAYINDIR söyle köy de kalmadı. Küçük şehirler de kalmadı. Mesela köylerde bir takım emekli insanlar olmazsa ki devletten maaş alan emekli insanlar, kasabalarda ve ilçelerde devletin bir takım kuruluşları yani giden maaşları olmazsa tamamının kapısına kilit vuracaksınız. Çünkü artık o insanların bu kalitesiz üretimden dolayı sizin kaliteli üretiminizin bir anlamı yok. Geçen hafta konuşuldu ya. Adam tavuk üretiyor. Bir yıl boyunca uğraşsa 100 tane tavuk üretse piyasaya getirse. 100 tane tavuk. Adam onu hormonlu yollarla o kadar kolay üretiyor ki. 29 günde üretiyor. O 1 senede. Görüntüsü daha iyi. Adam getirip satamayacak bunu. Bu satacak 20 liradan tanesini, o satacak 5 liradan, 6 liradan. Efendim adamın umurunda değil sen bunu yediğin zaman 50-100 lira da sağlığın için harcayacaksın ya da daha büyük harcayacaksın. Öyle değil, adam o âna bakıyor. Dolayısıyla köylü bakıyor ki benim üretimim bir şey ifade etmiyor. Bu defa hormonlu gıdalar yani az masrafla çok üretim devreye giriyor. O zaman artık sizin köylünüz mecburen köyünü terk ediyor. Bakın mesela televizyonlarda bal şey yapıyorlar. Yani o fiyata balın olması mümkün değil. Şeker fiyatına bal satıyor. Çünkü artık burada ahlakın, erdemin bir anlamı kalmıyor. Güvenin bir anlamı kalmıyor. Bir de bir şekilde bir taraftan kolayca zengin olmanın yollarını bulmuş olanlar da inanılmaz derecede kendilerini bir şey zannetmeye başlıyorlar. Ayette C.Hakk diyor ya; “ALAK, 6-7Ayet: “innel’insane leyatğa, erra a hustağna: kişi kendisinin başkasına ihtiyacı olmadığını anlayınca elbetteki taşkınlık eder”. Bundan bir kaç yıl önce palazlanmaya başlayan birisine demiştim ki; ya şu bizim vakfın dış cephesini boyar mısın? Bakarız dedi. Onu unuttu. Mesleği bu. Çok rahat yapabileceği bir şey. Sonra inşaat ile meşgul tabi. Baktık o gelmedi yaptırdık ama arka tarafa, buraya su gelmesin diye izolasyon yaptıracağız. “Ya bir iskeleni verir misin?”. Vermedi. Şimdi elimizde güvenilir bir kuruluşun 15 günlük bir çeki var. Onun için çok basit bir rakam. “15 günlük çek, bunu paraya çevirir misin, burada millete maaş vereceğim”. “Hocam, para işlerine bakmıyorum bizim çocuklar bakıyor”. Ben de o günden itibaren dedim ki; anlaşıldı falan. Siz dedim beni çağırıyorsunuz. Haftada bir kere çağırıyor bir şeye. Demek ki benimle millete hava atmak için çağırıyorsun değil mi? Senin için dünya ahiretten çok daha önemli. O gün bugün ilişkiyi kestik. Bakıyorsunuz o kadar cimrileşiyorlar ki zenginleştikçe, o kadar cimrileşiyorlar ki inanılmaz derecede. Çünkü hakikaten dünyaya yöneldiğiniz zaman tatmin olma imkanı yok. Ne kadar zenginleşirseniz o kadar kendinizi aç hissetmeye başlıyorsunuz. Ve bu da tabi sistemi çökertiyor. İşte piyasasa verdiği sözde duran esnaf neredeyse kalmadı gibi. Oturuyorsunuz birisiyle bir şey konuşuyorsunuz öyle bir yapı içerisinde ki sizi tamamen yutmaya çalışıyor. Her şey benim olsun sana hiç bir şey olmasın. Dolayısıyla işte bu faiz, insanları son derece her bakımdan kötü bir hâle getiriyor. Allah Neml suresinde “NEML, 34.. Ayet: Kalet innel müluke iza dehalu karyeten efseduha ve cealu eızzete ehliha ezilleh ve kezalike yefalun”. Belkıs’ın sözü ama Allah ona şey yapmıyor. Mesela burada Süleyman(as) ve Belkıs hikayesi var. Bu da çok ilginçtir. Kuran, Belkıs’ın inancı dışında diğer davranışlarını tenkid etmiyor. Gerçekten çok akıllı ve çok bilgili bir devlet başkanı olan bir hanım. İşte burada diyor ki yani savaşın ne hâle getirdiğini toplumu. Allah; “faizcilikten vazgeçmezseniz Allah ve Resulü tarafından açılmış savaşla yüzyüze olduğunuzu bilin” diyor ya. Diyor ki; “innel müluke iza dehalu karyeten efseduha: Melükler savaş ile bir yerleşim yerine girerlerse oranın tüm düzenini bozarlar”,”ve cealu eızzete ehliha ezilleh: en zayıf kesimini alır en izzetli ve şerefli hâle getirirler”. Az önce dedim herkes güldü ya: çobanın oğlu lüks bir araba ile gelir, ağa eşeğin sırtında gider. Bu, sistemn tamamen çöktüğünü gösterir. “Ve kezalike yefalun: işte böyle yaparlar”. Bazıları diyor ki; “Hocam, faizi kaldırdık mı ne yapacağız?”. İyi valla. Şimdi girdik bu odaya baktık ki her tarafı millet pislemiş yürünmüyor, şu pisliği kaldıralım. Kaldıralım ama yerine ne koyacağız? Yerine başka şey koyacaksan niye kaldırıyorsun ki. Bir kere ben Müslümanım diyen insan Allah’a güvenmek zorundadır. 1926’dan bu güne kadar 660 milyon kez para değer kaybetmiş. Bu ne oluyor biliyor musunuz? Emme basma tulumbası gibi. Yani dolu olan kuyunun, suyunun tamamen boşaltılmış kuyu susuz kalmış. Yani piyasaya para sürüyor adam, siz diyorsunuz ki şu tarlamı satayım da şu oğlumu evlendireyim diyorsunuz. Tarlanızı satıyorsunuz oğlunuzu evlendirmeye yetmiyor. Tarlasız kalıyorsunuz. Ondan sonra diyorsunuz ki; “ya baksana şeyler çok yüksekmiş, evimi satayım da faize yatırayım”. Evinizi satıp faize yatırıyorsunuz ama bir ev almak istediğiniz zaman öyle dört kat da verseniz ev alamıyorsunuz artık. Aynı evi zaten imkansız alamazsın da dört katını da versen alamazsın. Böylece ne oluyor? Toplumun bütün gelir ve serveti belli ellerde toplanıyor. Ondan sonra bakıyorsunuz sizin mahallede bakkal yok. Süpermarketler başlıyor. Bir müddet sonra bakıyorsunuz ki süpermarketler de kapanmaya başlamış, alış veril merkezleri. O alış veriş merkezlerine gidin görüşün, onların çoğu da büyük para babalarının avucunun içerisinde kıvrım kıvrım kıvranıyorlardır. Yani kapitalistler tüm toplumu esir haline getirmişlerdir. Bunu çözmek zor mu? Çok kolaydır. Size geçen hafta da söyledim. Allah, kitabı indirmiş. İbrahim suresinin başında diyor ki; “İBRAHİM, 1.. Ayet: Elif lam ra kitabün enzelnahü ileyke li tuhricen nase minez zulümati ilen nuri: bu bir kitaptır ki sana bunu indirdik, bununla tüm insanlığı (sadece müslmanları değil) karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarasın diye böyle yapıyoruz”. Bu problem para sisteminin bu zayıf taraflarının yanında artı taraflatı da var. Onları uygulayıp da şey yapmak çok kolay. Hiç de zor değil. Yeter ki bu konuda irade olsun. Çok kolay. Ama şunu söyleyeyim; batının kitapları ile yetişmiş iktisatçılar bu işi yapamaz. Hiç kusura bakmasınlar. Yapamazlar çünkü onlar öylesine yetiştirilmişlerdir ki “faizsiz ekonomi olur mu” demişlerdi. O noktadadırlar. Yani Bakara suresinin 275.ayeti var ya. Diyor ki Allah orayı lütfen dikkatle dinleyelim çünkü şu anda o ayeti tam anlayacağımız bir kıvama gelmiş bulunuyoruz. BAKARA, 275.. Ayet: Ellezıne ye’küluner riba : faiz yiyenler” işte kapitalistlerin yaptığı bu. Kapitalist ekonomi dediğimiz ekonomi. “la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: onların duruşları, şeytanın aklını çelip zihnini dağıttığı kişinğn duruşundan farklı değildir”. Tamamen şeytana uymuş bir kişi gibi olurlar. Niye öyle? “Zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba ve ehalellahül bey’a ve harramer riba: şöyle derler; alım satım tıpkı faizli işlem gibidir”. Şimdi bakın şuna dikkat edin burada: faizli işkem alım satım gibidir demiyor. Tani faizi alış verişe benzetmiyor. Alış verişi faize benzetiyor. Çünkü faiz esastır. Alış veriş ikinci derecedir. Dolayısıyla ” innemel bey’u mislür riba” diyor. Alım satım faiz gibidir diyor. Faiz olmadan ekonomi olur mu kardeşim? Ekonominin temelidir demiş oluyorlar. Bugünkü iktisadın temek mantığı bu değil mi? İktisat fakültelerinde okuyanınız var mı? Öyle değil mi? Faizsiz ekonomi olur diyorlar mı? Kesinlikle. Onun için o şartlarda yetişen insanlar bunu düşünemiyorlar. Mesela işte bizim bu kitabın oluşumu Allah’a şükür çok ciddi bir çalışmadır. Buradaki bilgilerin hepsi orjinaldir. Tamamı orijinaldir. Niye tamamı orijinal? Çünkü çok büyük bir çalışmanın ürünüdür. 1978’den başlayarak ki mesela C.Hakk’a şükretmek için söyleyeyim. İslam aleminde enflasyon konusundaki ilk makale bana nasib olmuştur. Ve o makale henüz aşılabilmiş değildir. O makaleyi de 1978’de yazmıştım. Ama 1978’de galiba İstanbul Müftülüğü ilmi istişare heyetini kurduk 20-25 hocadan oluşan. Bunlarla her ay toplantılar yaptık.1983’den itibaren bu toplantıları Türkiye çapında yaptık. Ama Türkiye çapında yaparken de bu işin mutfağında, bugün iktidat konusunda oldukça iyi durumda olan çok sayıda iktisatçı arkadaşlarımızla günlerce, yıllarca befaber olduk 83’ten itibaren. Ve sonra da baktık ki daha yoğun çalışmak gerekiyor, bu vakıfı kurduk. Dolayısıyla bu vakıf da size söyledim, ilk kurduğumuz günden itibaren temel mantık: problemi kurana göre çözmek. Geçen hafta da söyledim 400 toplantıdan fazla burada her pazar topoantı yaptık. Ve orada iktisatçı arkadaşlarımız ki bugün gene önemli noktada olan arkadaşlar. Bir iktisadi problem getirdiler, tek şartları kurana göre çözmek. 2-3 saat içerisinde çözdük gittiler ama biz de bu arada mevcut iktisadı onlardan öğrendik. Onlar kuranı öğrendi biz onu öğrendik derken Allah’a şükür bu noktaya gelindi. Dolayısıyla problemleri bir kere “innemel bey’u mislür riba” diyen insanların bu problemleri çözmesi mümkün değil. “Efendim iktisadın temeli faizdir”. Bu öylesine bir ivec ki ivec dedik ben de ilk defa gördüm. Bizim dergi gelmiş. Kitap Ve Hikmet. Dergimizin 9.sayısı şimdi gelmiş. Bunun başyazısı “Kelimelerle Yapılan Sihir”. İşte bu da “innemel bey’u mislür riba” da öyle. Yani öyle bir söz söylüyor ki siz onu anlayamıyorsunuz. Ancak iyi düşünerek anlayabilirsiniz. Buna arapçada ivec denir. İvec, iyi düşünmeden ileri görüşlü olmadan anlaşılmayacak saptırmadır. Ve bugün en çok yapılan şey ekonomide de başka alanlarda da en çok da din sahasında tarihin eski devirlerinden beri yapılan ivec. Bunu hem yahudiler hem hıristiyanlar hem de müsl
fe min caehu mevızatüm mir rabbihı fenteha fe lehu ma selef* ve emruhu ilellah* ve men ade fe ülaike ashamanlar bazında örneklerle anlatmaya çalıştık. Burada görebilirsiniz. Bu şeyler “innemel bey’u mislür riba” diyorlar. Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir diyor. Peki tamam. Peki müslümanlar ne diyor? Kuran mealleri ne diyor? Sen okusana elindeki mealde “innemel bey’u mislür riba” nın karşılığı nedir? Nasıl bir mana vermişler. Hatta baştan itibaren oku. Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın.
FATİH ORUM: Benim elimdeki Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın. Ama sadeleştirilmiş meali. Şöyle 275.ayet; “faiz yiyen kimseler şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şeytan çarpan birini gördünüz mü şimdiye kadar? Göreniniz var mı? Örneği var mı şeytan çarpan kişinin? Ya Allah aşkına bu ne ya? “Şeytan çarpan kişi nasıl kalkarsa öyle kalkar”. Ne hayal ediyorsan et. Şurayı görüyor musunuz bakın.
FATİH ORUM: “Bu, onların, alış veriş tıpkı faiz gibidir demeleri yüzündendir”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alış veriş tıpkı faiz gibidir. Bu farkı hemen anlayamayacaksınız. Burada yapılan ıveci göstermek istiyorum size. Alış veriş nedir? Bir malı alıp satmaktır. Peki faiz nedir? Fazla olan kısma denmiyor mu faiz? Peki o fazla olan kısımla alış verişin ne benzerliği var? Var mı bir benzerliği? Dese ki kâr, faiz gibidir olur. Kâr ile faizi benzetebilirsiniz değil mi? Bakın birisi işlem, birisi sonuç. Burada bir ivec var ki kimse farkına varmıyor. Anla anlayabilirsen. Alış veriş de kar elde edebilmek için aldığın malı satmak yetmez. Bak şimdi şunu 100 kuruşa alırım 125 kuruşa satarım. Dersiniz ki 25 kuruş kâr etti. Yok. Eğer 100 kuruşa bir daha alabilirsem bundan o zaman 25 kuruş kâr etmiş olurum. Çünkü dükkanıma malı koymam lazım. Dükkan masrafları da var, onları da düşeceksin ki 25 kuruş kâr etmiş olasın. Faiz öyle değil. Faiz dediğiniz zaman bir işlemin sonucu akla gelir. Alış veriş dediğiniz zaman kâr etmek, iki işlemde kâr olmaz. En az üç işlem gerekir. Satarsınız, tekrar alırsınız ve o piyasası da yani alım satım arasındaki üç işlem değil en az iki işlem gerekiyor. En az iki işlem. Satmak ve bir daha aynı malı alabilmek. Sabit masrafları da katmak. Sabit masrafları katmayalım. Çünkü kârdan mahsub edersiniz. Çünkü o, nihai kârdan gösterir. Faiz, 100 lira verdiniz 105 lira aldız. O 5 liranın adıdır faiz değil mi? Ama alım satım dediğiniz zaman alım satım kârın adımıdır? E şimdi alım satım faiz gibidir dediğiniz zaman biraz dikkatli düşünen kişi ne diyecek? Ne saçmalıyor demez mi? E sen şimdi “el bey’a” mastar manası veriyorsun, işlem. “Bey’a” mastar manası veriyorsun da “riba” ya niye mastar manası vermiyorsun? Ona da faizli işlem desene. Sen bir de bunları oku bakalım.
YAHYA ŞENOL: Diyanet İşleri meali: “faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tekrar sorayım. Hiç böyle bir adam gören var mı? Ondan sonra ne diyorlar bu insanlar? Diyorlar ki; “bu tarihseldir”. Tarihsel diyenler, anlaşılmaz diyenler hep böyle yani bir şey gelmiş ki tarihten beri ya Allah aşkına! Bir sorgulama yok.
YAHYA ŞENOL: Bu, onların, alış veriş de faiz gibidir demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış verişi helal faizi haram kılmıştır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne oldu şimdi? Halbuki ne demeleri lazım?
YAHYA ŞENOL: Bu da diyanet vakfı meali: “faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hah! Hadi bakalım! Hiç böyle bir şey göreniniz oldu mu? Şeytan çarpmış kişi cinnet nöbetinden nasıl kalkarsa kabirden. Gitti ahirete, dünya ile ilgisi kaldı mı? Ne oldu? Ne oldu ya? Görüyor musunuz bakın. Yani ne tarafa gitsen her taraf dökülüyor. Böyle bir İslam alemini sömürmek ne ki dünyanın en kolay işidir. Ne dinlerini biliyorlar ne dünyalarını biliyorlar.
YAHYA ŞENOL: “Bu hal onların, alım satım tıpkı faiz gibidir demeleri sebebiyledir. Halbuki Allah, alım satımı helal faizi haram kılmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de bizim meali oku.
FATİH ORUM: “Faiz yiyenler, şeytanın takılıp aklını çeldiği kimsenin davranışından farklı davranmazlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Şeytanın aklını çeldiği kişi”. Böyle bir şey biliyor musunuz? Şeytana uyan insanlar yani. Şeytanın aklını çeldiği. Çevrenizde böyle adamlar görmüyor musunuz? Her tarafta var şeytana uyan insanlar.
FATİH ORUM: Bu, onların, alım satım tıpkı faizli işlem gibidir demeleri sebebiyledir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alım satım-faizli işlem. Bunlar benzetilir. Alım satım: malı mal ile değiştirmek. Faiz nedir? Parayı para ile değiştirmektir. O zaman ne diyor bunlar? Bugünkü faizcilere bakın ne diyorlar? Kardeşim sen, peşin fiyatı 10 lira olan bir malı 1 ay vadeli 11 liraya satıyor musun? Satıyorum. Aynı şey. Ben de 100 lirayı 1 ay vadeli 110 liraya satıyorum. Aynı şey. Öyle demiyorlar mı? Ve bitti bakın. Herkesin söylediği şey bu. Kaldı ki Resulullah zamanında da aynı şey söyleniyordu. Fahreddin Razi’nin tefsirinde bunu aynen anlayor orada. Resulullah zamanında da aynı şey söyleniyordu.
ENES ALİMOĞLU: Ivec konusunda bir şey var. “Ve yeseluneke alel cibal fe kul yensibu yesfa fe zeruha kaen sefsefa” diyor. Ondan sonra “ma terafiha ente” bunu diyor. Diyor ki; o kaen demek bitkisiz, ağaçsız, dümdüz. “Sefsefa” o hisle bilinir, bu kıyasla bilinir diyor. Çünkü bu manaya mahsustur. Onun için çıplak gözle baksan da bir şey yok. Yükseklik alçaklık yok. Kıyasla baksan da yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İvec öyle bir şeydir ki gözle anlaşılmaz. Ancak düşünerek anlaşılır. Duyduğun zaman hemen anlayamıyorsunuz alım satım tıpkı faizli işlemdir diye. Ama üzerinde düşündüğünüz zaman anlamaya başlıyorsunuz. Ve işte bakın en önemli ayet ne hale gelmiş görüyor musunuz? Şimdi dersimizin sonuna doğru geldik. Suller de mutlaka var ama ben burada size bazı şeyler okumak istiyorum. Şuayb(as)’ın toplumuna karşı konuşmaları. O ayetleri tekrar edeceğim. ARAF, 85.. Ayet: “Ve ila medyene ehahüm şüayba: Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik elçi olarak”. İşte ticaretin bol olduğu yerde mutlaka insanlar finansmana ihtiyaç duyuyor ve finansörler orada mutlaka faizcilik yapıyorlar. “Kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh: dedi ki; ey kavmim Allah’a kulluk edin sizin başka ilahınız yok”,”kad caetküm beyyineküm min rabbikum: rabbinizden size apaçık bir belge geldi”, “fe evfül keyle vel mızane: ölçüyü ve tartıyı tam yapın”, “ve la tebhasün nase eşyaehüm: insanların malını azaltmayın”. İşte bakın ne olmuş. 1926’dan bu güne kadar 660 milyon kez insanların malları azaltılmış. “Ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha: her şey düzeldikten sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın”, bozmayın yeryüzünü, “zaliküm hayrul leküm in küntüm mü’minın” eğer gerçekten inandığınızı söylüyorsanız. Bak o toplumda da herkes inandığını söylüyor. Öyleyse hayırlısı budur inandığınızı söylüyorsanız. Bugün de gelin. Birçok kimse ben müminin, müslümanım diyor ama yaptıkları C.Hakk’ın faiz yasağına hiç bir şekilde uymuyor. ARAF, 86.. Ayet: Ve la tak’udu bi külli sıratın: her yola oturmayın”, az önce Fatih, enflasyon meselesini okudu. Öyle bir sistem oluşmuş ki buradan etkilenmeyecek bir tek kişi var mı? Enflasyondan? Yani üst gelir guruplarını bir kenara bırakırsanız. O da etkilemiyor. O başka şekilde etkileniyor, öbürü başka şekilde etkileniyor. “Her yola oturup da”, “Tuıdune: insanları korkutuyorsunuz”, “ve tesuddune an sebılillahi: Allah’ın yolundan uzaklaştırıyorsunuz”. Bugün müslümanlar gırtlaklarına kadar faize girmiş vaziyetteler. Birisi söylüyordu 280 milyar dılar kadar kredi borcu var diye. Bilen var mı? Birisi söylemişti ben araştırmadım da. Kredi kartı herkesin cebinde, zamanı geliyor ödeyemiyor, sürekli katlanan borçlar. Ondan sonra insanlar korkutuluyorlar. “Eve ihtiyacın var ev al. İhtiyacın olan şeyler için faiz olabilir” diye fetvalar veriliyor biliyorsunuz. İhtiyacı olmayan bir kişi faizli kredi alır mı? Yeryüzünde böyle bir adam var mı? Yok efendim ev ihtiyacındır, araba ihtiyacındır bunun için alabilirsin. Adamın da hoşuna gidiyor. Devamında Allah şöyle diyor; “ve tesuddune an sebılillahi men amene bihı: Allah’a inanmış/güvenmiş kişileri de Allah’ın yolundan uzaklaştırıyorsunuz” Adam mümin. “Ve tebğuneha ıveca: o yolda bir ivec peşinde koşarak”. Az önce ENES hoca ivecin ne olduğu ile ilgili ayeti okudu. Yani öyle bir şey ki adam konunun uzmanı değil anlayamıyor. 60 milyar mıymış kredi kartı borcu? Çok büyük bir rakam tabi. İnsanlar ödeyemiyorlar ve bunun sürekli artan faizleri. Ivec peşinde koşarak bu yapılıyor. Ben size anlattım defalarca anlattım yine anlatayım. Bugün bir çok şeyde sanki görüntüde faiz olmayan ama dikkatle düşündüğünüz zaman faiz olan yöntemlerle çalışılıyor. Adam diyor ki; biz, alım satım yapıyoruz. Gerçekten mi? Bana eskiden bazı bankalardan telefon açarlardı. “Hocam”, “ne var”. ” Banka müdürleri diyor kü ben de aynı şeyi yaparım. Biz de alış veriş yaparız senin ibtiyacın varsa verelim kredi”. Bir kere kredi kelimesi borç demektir. Ondan alınacak her türlü gelir faizdir. Ben de ver bakayım o banka müdürünü derdim. Verirdi. “Siz gerçekten alış veriş mi?”, “Tabi Hocam, biz de aynısını yapıyoruz”. Öyle mi? “Peki siz satın alın ve satın bu adama”. “Onu yapamayız”. “Eee! Daha ne?”. Alım satım yapmış gibi gösterip adamı kandıracaksın öyle mi? Bugün de maalesef kendine faizsiz diyenler faizli hale zaten resmen geldiler. Hatta sen o mektubu bulabilirmisin buradan okuyalım en son. Kanun çıkarken ilgililere gönderdiğim mektup. İşte burada da diyor ki bak aynı. Değişen bir ley yok Şuayb(as)’ın toplumu ile bugün arasında. İvec peşindesiniz. Yani öyle oyunlar oynuyorsunuz kimuhatab anlamıyor ama faizcilik bu. Yaptığınız faiz. “Vezküru iz küntüm kalılen fe kesseraküm: düşünün bakalım! Allah sizin sayılarınızı arttırdı”. Bugün Türkiye’de müslümanların sayısı şöyle böyle. Güzel de kaliten ne kardeşim ondan bahset. Sen kendine müslüman diyorsun ama acaba Allah da diyor mu? “Venzumru keyfe kane akıbetül müfsidın: bakın bakalım fesatçıların sonu ne oldu” diyor. Zaten ondan sonra bunların hepsi şey yapıyor. Mesela burada 92.sayfada diyor: ARAF, 91.. Ayet: Fe ehazethümür racfetü fe asbehu fı darihim casimın” Onları bir sarsıntı aldı, kendi evleri içerisinde diz çöküp kaldılar diyor. Buldun mu mektubu. O mektubu da bir oku. Böylece bugünkü dersi de bitirmiş olalım.
FATİH ORUM: 5411 sayılı, bankacılık kanunu çıkmadan önce ilgililere şu mektubu göndermiştim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaçmış? Tarihi kaçmış?
FATİH ORUM: 5411. Tarihi 2005.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 2005 senesinde ilgililere benim yazdığım mektuptur bu. Bugün kendi adına faizsiz katılım bankası denen bankaların faizli bankalarla aynı yetkilerle donatılmaları için çıkarılan kanun çılarılmadan kanun hazırlıklarında başlangıçta biraz müdahale etmeye kalktık. Zaten bizi tamamen dışladılar. Onlardan tamamen uzaklaşmak zorunda kaldık. Madem bizi bu işin içine sokmuyorsunuz bari ilgilileri uyaralım diye yazdım.
FATİH ORUM: Özel finans kurumları bir süredir faizli banka olma yoluna girmişlerdir. TBMM’ye sevkedilen bankacılık kanunu tasarısı da onları faizli bankaya dönüştürecek düzenlemelere haizdir. 4.maddeyi incelerseniz bunu görürsünüz. Aradaki tek fark, bankaların mevduat, finans kurumlarının/katılım bankalarının ise katılma hesabı kabul edebilmesidir. Banka, mevduata faiz öder ve bütün riski üstlenir. Sonra onu kredi olarak verip riski müşterisine yükleyerek bir denge kurmaya çalışır. Katılım bankası ise katılma hesabına önceden belirlenmiş herhangi bir getiri ödemez ve paranın riskine katlanmaz. Tasarıya göre fonlarını kredi olarak kullandıracağından, yine bir riske girmez. Yani parayı ne alırken ne de kullandırırken riske girer. Bilindiği gibi faiz borcun getirisidir. Faizli borca kredi denir. Kâr ise mal ve hizmet satışından elde edilir. Finans kurumları gelirlerini mal ve hizmet satışından elde etmek üzere kurulmuşlardır. Onların alacakları kredi değil ticari alacak olmalıdır. Yürürlükteki kanun, finans kurumlarının fatura kesme şartını kaldırarak bankalar lehine oluşan haksız rekabete son vermiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra gerekli düzenlemeler yapılmadığından finans kurumları mal ve hizmet satışı yerine bu tür satışları finanse eden bir çeşit yatırım bankasına dönüşmüşlerdir. Geciken alacaklarına kar kaybının telafisi adı altında faiz tahakkuk ettirmeye başlamakla da faizli banka olma yolunun sonuna gelmişlerdir. Son engeller bu tasarı ile kaldırılmaktadır. Tasarı kanunlaşırsa onların kimliğini oluşturan mal ve hizmet satışı sona erecek ve bu tür işlemlere kredi veren kuruluşlar haline dönüşeceklerdir. Bunu faizli bankalar zaten yaptığından bu kanunla finans kurumlarının varlık sebebi ortadan kalkmış olacaktır. Katılım bankaları faizsiz olarak topladıkları fonları faizli olarak kullandıran kuruluşlar haline geleceği için bu tasarı, finans kurumları lehine haksız rekabete de yol açacak mahiyettedir. Bu duruma engel olmak için herkes elinden geleni yapmalıdır. 28-05-2005.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 5.ayın 28’inde ama sonra da bu kanun çıktı. Ve bugün işte adına katılım bankası denen bankalar %100 faizli olarak çalışma imkan ve yetkisiyle donatıldılar 2005’ten itibaren. Şimdi ben burada son olarak bir ayet okumak istiyorum. Zaten karşımıza çıkıp da konuşan ben görmedim şu âna kadar. Dün birisi diyor ki; “sen adamı hemen ikna ediyorsun” diyor. Ben ikna etmiyorum ki ikna eden kurandır. Benimle ne alakası var. Allah’ın ayetleridir. O kadar insanları uyarıyoruz her konuda. Diyoruz ki şunu yapmayın, bunu yapmayın. Onlar da bize karşı, çeşitli, kendilerini haklı çıkaracak şeyler söylüyorlar. Karşımıza çıkarak değil de sağda solda söylüyorlar duyuyoruz. Ali İmran suresinin 20.ayetiyle ben onlara cevap vermek istiyorum. Hatta 19’dan başlayalım. Allah diyor ki; ALİ İMRAN, 19.. Ayet: İnned dıne indellahil islam: Allah katında din bu islamdır”. Allah’ın kuranda belirtilen emirleri ne ise o. Ona uyuyorsan müslümansın, uymuyorsan değilsin. Bitti. Kendi kafana göre din uyduramazsın. “Ve mahtelefellezıne utül kitabe: kendisine kitap verilmiş olanlar”, “illa mem ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm: bu bilgi kendilerine geldikten sonra biri diğerinin hakkını elde etmek/diğerinin hakkına saldırmak arzusuyla bu kitapta ihtilaf etmişlerdir”. Onun için bakın yani siz kuran ayetlerini okuduğunuz zaman adam; “bana ayet okuma” diyebiliyor. Ve de hoca kılığıyla bunu yapabiliyor. Erkeksen ayet okumadan gel. Bunu biliyorsunuz tekrar tekrar söylemeye gerek yok. Ondan sonra diyor ki Allah burada; “ve mey yekfür bi ayatillahi: Allah’ın ayetleri karşısında kim kendini kapatırsa ayetlere/o ayetleri duymak istemezse/kulağını kapatırsa”, “fe innellahe serıul hısab: şunu bilin ki Allah hesabı çok çabuk görür”. Bakın koskoca Osmanlı Devleti kaç yılda yıkıldı mı? Türkiye de o noktadadır. Dost acı söyler. “Efendim bunu nasıl yapacağız?”. Ya kardeşim, hastalığı üreten kişilerden çare istiyorsunuz. O, daha çok hastalık sunacak. Öyle şey olur mu? Habire mikrop yutmaya devam ediyorsunuz daha fazla mikrop nasıl alırım diye. ALİ İMRAN, 20.. Ayet: Fe in haccuke: eğer sana delil getirmeye kalkarlarsa”. Ama işte şöyle, ama işte böyle. Hep yapıyorlar. Şu şöyle, şu böyle. Tamam getirin. Bizim diyeceğimiz ne? “fe kul eslemtü vechiye lillahi: de ki; ben yönümü Allah’a teslim ettim”. Ben Allah’a teslim oldum kardeşim de. “Ve menittebean: bana uyanlar da öyle”.Biz Allah’a teslim olduk. “Ve kul lillezıne utül kitabe vel ümmiyyıne: kendisine kitap verilmiş olanlar”. Mesela bugün diyelim kurandan haberi olan insanlara söyle. Tabi yahudiler ve hıristiyanlar da aynı guruba girer. “Vel ummiyyin: ve ümmilere”. Bu konuda bilgisi yok. Onlara da söyle.”E eslemtüm: siz de Allah’a teslüm oldunuz mu? Allah ne diyorsa o mu? Diyebiliyor musun bunu. “Fe in eslemu fe kadihtede” teslim oluyorlarsa tamam. Allah ne diyorsa o diyorsa o zaman hedeflerine ulaşırlar, dünyada da ahirette de başarılı olurlar. “Ve in tevellev fe innema aleykel belağ: yüz çevirirlerse sana düşen tebliğdir”. Herkesin cehenneme gitme hürriyeti var. Bizim engelleme şansımız yok. Giden gider. “Vallahü besıyrum bil ıbad: Allah kullarını görüyor. Sadakallahul azim.
FATİH ORUM: Katılım bankaları ilk kuruldukları zaman kredi kartlatının borçlarını zamanında ödeyemeyenlerden gecikme faizi alınıyordu. Fakat suistimal edilmesi gerekçesiyle devletin de uyarılarıyla almaya mecbur kaldıklarını söylüyorlar. Ve bu faizin ceza havuzuna atılıp kârlarına katmadıklarını, çeşme ve benzeri yapıların restorasyonu gibi hayır işlerinde kullandıklarını belirtiyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne halt ettiklerini biliyorlar yani.
FATİH ORUM: Fakat faizli paranın hayra bulaştırılmasının caizliği ne derece doğru?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben hocaların adını söylemeden bir hatıramı daha size anlatayım bu konuda. Bizim bunlarla yaptığımız son toplantılarının bir tanesinde bizim ayrılmamıza vesile olan faiz fetva veren hoca, faize fetva verince O oldu artık danışman. Öyle hocayı nereden bulacaklar. Gerçi çoktur da yani o da meşhur olduğu için hoşlarına gitti. Bir gün toplantıdayız. Bir bankanın genel müdürü- o banka hâlâ ayakta-dedi ki; “işte bizim Hocamız bize fetva verdi”. Hoca ile de yanyanayız. Banka genel müdürleri ve finansman müdürleri, genel müdür yardımcıları. Onlarla beraber şey yapıyoruz. Efendim dedi şimdi sözleşmemize bir madde koyduk, bizim kredi kartımızla alış veriş yapan kişiyi biz vekil yaptık. Gidecek bizim adımıza malı alacak ve kendisine satacak. Yani gideceksiniz lokantaya yemek yiyeceksiniz. Bir zamanlar Demirel’in dediği gibi; kendim için yiyorsam namerdim diyecek. Banka adına alacaksın 50 liralık yemeği kendine satacaksın. Kaça satacaksın? 50 liraya. Aldığı fiyata kendine satacak dedi. Peki. Eğer borcunu zamanında öderse 50 lira. Ama geciktirirse bu defa banka ona vadeli satış yapmış sayacağız, vade farkı alacağız. Bu kitapta onun ayrıntıları da vardır. İsim de vardır. Diyor ki; 1 ay sonra verirse diyelim ki 55 lira. 10 ay sonra verirse 100 lira. 20 ay sonra verirse 200 liraya satmış sayacağız. 55 liraya satmış sayacağız. Şimdi ben böyle kalktım dedim ki; bu mübarek dini maskara göstermeye hakkın yok” dedim adama herkesin yanında. Ondan sonra dedi ki; sözünü geri al dedi. Geri aldım ne değişti dedim. Aldım geri ne değişti söyle bana dedim. Neyse biraz sonra akşam ezanı okundu, “bir namaz kılalım da Allah günahlarımızı affetsin” dedi. Şunu görüyor musunuz? Allah’ın dinini maskara haline getiriyorlar hoca sıfatıyla. Onun için ben şunu söylüyorum; cehennemde hocalardan daha büyük ceza görecek birisinin olacağına ihtimal vermiyorum. Gerçekten. Bilmiyorum sizin kanaatiniz nedir. Ben o ihtimali vermiyorum yani. Dedim ki; bak ben hiç öyle bir şey söylemiyorum dedim. Bu bankaları faize soktu gırtlağına kadar. Kredi kartları işte ondan sonra faizli olmaya başladı. O günden sonra herkes onları taklit etmeye başladılar.
KATILIMCI: Hocam, iktisatçı olarak şunu söyleyebilirim. Alış verişte riziko vardır fakat faizde riziko yoktur. Bir kere bu, kesin bilinsin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizde borç alanın rizikosu vardır.
KATILIMCI: İkincisi: Bir hadis biliyorum. Diyor ki; müminin ferasetinden sakınınız. Oradaki feraset, ivec ve aveci anlama feraseti ama müminin diyor ferasetinden sakınınız çünkü Allah’ın nuru ile bakar. Allah’ın nuru da kuran olduğuna göre kurandan bakınca mesele çözülür.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi doğru haklısın.
KATILIMCI: Hocam, internet sitesinde rastlamıştım, Prof. Dr. Süleyman Ateş, bugün bankalarda kullanılan faizin kuranda yazılan faiz olmadığını, oradakinin farklı bir şey olduğundan bahsediyordu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tefe diyor. Süleyman Ateş’in mealini bir getirsene. Tefecilik diyor. Tefecilik ne demektir? İktisat okuyanlar, nedir tefecilik? Yasal faizin dışındaki faize tefe derler. Yasal faize tefe demezler. Öyle değil mi? Yasal faize tefecilik denmez. O zaman geçende anlattım galiba. Süleyman Ateş’i anlatmadım mı geçende? Ankara’da yine son katıldığım toplantının bir tanesidir. Orada BDDK’dan, bazı bankaların genel müdürlüklerinden, finans kurumlarından ya da katılım bankalarından gelen kişiler. Diyanet İşleri Başkanlığı bit toplantı düzenlemişti ben de gittim. Orada Süleyman Ateş, sizin bahsettiğiniz gibi dedi ki; eskiden dedi faizi fakirler veriyordu şimdi fakirler alıyor. İş tersine döndü. Dolayısıyla bankaların faizi alınabilir. Siz de öyle gördünüz değil mi sitede? Ben o toplantıda Süleyman Ateş’e cevap verdim. Ama baktım ki tam anlaşılmamış galiba. Sonra hava alanına gidiyoruz beraber. Kızılcahamam’dan Ankara’daki Esenboğa hava alanı bayağa uzaktır. Bilenler bilir. Yan yana oturduk Hoca ile. Hocam dedim siz faizi fakirler veriyordu dediniz. Hiç alacağını garanti altına almadan herhangi bir para babasının birisine faizli borç verdiğini duydunuz mu dedim, böyle bir şey olur mu? Faizi malı olan kişiden alırsınız. Malı olmayan kişiden faiz alınır mı? Var mı dedi delilin. Elbette var dedim. Rum suresi bak diyor ki Allah: “RUM, 39.. Ayet: Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi fe la yerbu ındellah: insanların malları içerisinde artdın diye faize verdiğiniz şey”. İnsanların malı var, ona faizli borç veriyorsun ki kazansın sana da versin. Ama malı oduğu için kazanmasa bile alacaksın. “fe la yerbu ındellah: Allah katında artmaz”. “Ve ma ateytüm min zekatin türıdune vechellahi fe ülaike hümül mud’ıfun: Allah’ın rızasını arayarak verdiğiniz zekata gelince: zekat verenler kat kat alacaklarını arttıranlardır”. Ondan sonra dedi ki; “tamam” dedi “adamın bir evi vardır onu ipotek gösterir”. Evi varsa evi gidecek adamın elinden. Bugün de işte tüketici kredileri onun için veriliyor. Adamın elinde avucunda ne varsa hepsini almak için. Ondan sonra “ama tefeciliktir yasak olan”. Hocam dedim faizin oranı olmaz dedim. Milyarda bir de olsa haramdır. Delilin ne dedi. Dedim ki Bakara suresi 279. Allah demiyor mu “fe in tubtum fe lekum ruusu emvalikum: faizden tevbe ederseniz ana malınız sizindir” yani ne verdiyseniz onu alacaksınız. “lâ tazrimune ve la tuzlemun: böylece haksızlık etmez, haksızlığa da uğramazsınız”. Bunu da görünce sustu. Hava alanına geldik. Ama bir hafta sonra baktım, gene aynı şekilde fetva vermiş. Burada ne yazıyor.
FATİH ORUM: Şöyle ama herhalde O’nundur. “Ey inananlar, kat kat riba yemeyin. Allah’tan korkun ki”. Dipnotunda da “Riba yani tefe, gerçek faiz” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tefecilik derler. Yasa dışı faizcilik yapanlara tefeci derler. Kitaplarınızda öyle yazmıyor mu? Yasal olan faizciliği yapan kişiye tefeci denmez. Kuranın mealine bunu koymuş. İşte bu, tam bir ivec değilmidir? Tarihselci bir yaklaşım var. Tarihselcilere göre şeriat, parlementonun yaptığıdır. Onlara göre islam diye bir şey yok ki. Allah’ın kitabı diye bir şey yok bunlara göre. “Efendi bu tarihsel bir kitap. O, o zamanmış”. O zaman siz de gidin hangi dinin mensubu iseniz hiç olmazsa ortada müslüman gözükmeyin kardeşim. Milleti saptırmayın yani. Süleyman Ateş bu görüşte mi onu bilmiyorum. O konuda bir bilgim yok. Tarihsrlciliği konusunda herhangi bir bilgim yok. O tarihselciler öyle söylüyorlar.
KATILIMCI: Bankaların vermiş olduğu promosyonlar caiz midir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bankaların verdiği promosyonlar. Biliyorsunuz devlet memurları maaş alıyorlar. Maaşları bir gün öncesinden bankalara yatıyor. Bir de bankalar maaşın tamamını vermiyorlar. Belli bir bölümünü veriyorlar. Dolayısıyla o para, bankalara size anlattığım gibi kaydi para üretme imkanını veriyor. Bir de o kayıttan da kredi masraflarını da düşüyorlar ya. Böylece o kayıttan o kayıda geçerek sizin maaşlarınıza da aslında fiilen el koymuş oluyorlar. Kaydi para manasında. Kendilerine bu imkanı versin diye memurlara bir promosyon veriyor, bir ikramiye veriyor. Memurların bunlarla yaptığı herhangi bir sözleşme yok. Onların haberi olmadan o kurumun yetkilileri bu sözleşmeyi yapıyor. Dolayısıyla bu, memur açısından faiz sayılmaz. Ama ben almalarını tavsiye etmiyorum. Çünkü o, faize alet edilecek bir şeydir. Öyle bir şey yapmışlar ki, biz Süleymaniye Vakfı olarak arkadaşlarımıza maaş vermek istediğimiz zaman illa bankaya yatıracağız. O gün de verilmiyor. Belli bir saat sonra. Hemen de verilmiyor bir gün sonra veriliyor. Bir de tamamı da verilmiyor. Belli bir bölümü veriliyor. Bunun güvenlik açısından çok büyük faydaları yok değil. Bir takım kolaylıklar var ama bankaların faiz ve kaydi para üretimi engellenirse bunun bir sakıncası kalmaz. O zaman zaten promosyon da veremezler. O zaman sizden para isterler. Ben size bu kadar hizmet veriyorum, bu kadar para verin derler.