ABDULAZİZ BAYINDIR: Geçen hafta faiz konusuna başlamıştık. Bu hafta da inşallah banka merkezli bir ders yapacağız Allah nasip ederse. Bir iki hafta daha devam etmeyi düşünüyoruz. Çünkü çağımızda bu banka ve faiz daha doğrusu kredi sistemi çok büyük tahribat yapıyor. Sadece Müslümanlara değil herkese çok büyük tahribatı var onun. Biliyorsunuz batı toplumunu da bitirdi. İslam alemi diye bir şeyin varlığından bahsetmek zaten çok sıkıntılı bir halde. Biraz sonra okuyacağız İslam aleminin ne durumda olduğunu. Çok net bir şekilde gözler önüne sermeye çalışacağız Allah nasip ederse. Bugünkü dersimizde şunu hepiniz takip edin: Bakara suresinin 279.ayetide Allah şöyle diyor: “BAKARA, 279.. Ayet: Fe il lem tef’alu fe’zenu bi harbim minallahi ve rasulih: eğer faizlikten vazgeçmezseniz Allah ve elçisi tarafından açılmış bir savaşla yüzyüze olduğunuzdan haberiniz olsun”, “ve in tübtüm fe leküm ruusü emvaliküm: eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir”, “la tazlimune ve la tuzlemun: ne haksızlık edersiniz ne de haksızluğa uğrarsınız”. Şim savaşın toplumları ne hale getirdiğini biz yakından görüyoruz, biliyoruz. İşte Suriye’yi, Irak’ı görüyoruz. Afganistan’da neler olduğunu az çok biliyoruz. Allah’ın kesin yasaklarından yani Allah ve resulü ile savaş diye nitelendirdiği bir yasak bir faiz işlemi var. Bugün biliyorsunuz Türkiye’de faizsiz çalışan bir banka maalesef yok. İşte finans kurumları diye nitelendirdiğimiz kuruluşlar 2005’e kadar hiç olmazsa kanun gereği faizsiz olmak zorundaydılar. 2005’ten sonra çıkarılan yeni bir kanunla diğer bankaların yapabileceği bütün işlemleri yapmakla nitelendiler. İslam alemi dediğimiz alemdeki durumun çok kötü olduğunu ben yakından biliyorum. Diğer ülkelerdeki durumları da gayet iyi biliyorum. Size daha önce anlatmıştım. Bugün kayıtlara geçsin konu ile bağlantılı olarak. Onun için tekrar anlatayım. Almanya’dan konut finansmanı ile ilgili bir banka ki buraya geldiği zaman 75 yıllık geçmişi olduğundan bahsetmişlerdi. Geleli de 10 yıldan fazla oluyor. İslam bankacılığına yönelmek istemiş. 2 yıldan fazla Bahrey’de, Dubai’de ve Malezya’da toplantılar yapmışlar. Sonra bana danışmanlık teklif etmişlerdi. Ben de gelin bir görüşelim dedim. Geldiler burada görüştük. O şahısların söylediği şu. Genel müdürü geldi, finansman müdürü geldi. Ve birkaç tane daha yetkililer vardı. Diyorlar ki; 2 yıl boyunca bize söylenen şu: siz, konut finansmanı yapacaksınız, Gayrı Menkul finansmanı yapacaksınız. Kişiye vekalet verin gitsin size vekil olarak o evi ya da ne ise artık Gayrı Menkulü alsın. Gelsin. Sonra siz ödemeyi yaparsınız. Sonra da bankanızın uyguladığı tüm sistemi oraya monte edersiniz. Peki dedim vekaleti resmi mi veriyorsunuz? Yok. Şifahi. Benim vekilim olarak falanca apartman dairesini al. Ondan sonra? Peki vermiş olduğunuz para nedir? Kredi olarak yani borç olarak. Resmiyette borç olarak. Peki yapılan diğer işlemler nedir? O da aynı. Bankada yaptığımız bütün işleri aynen orada da devam ettireceğiz. Sadece söz ile adama demiş olacağız ki git, o evi bizim adımıza al kendine sat diyeceğiz o kadar. Laf ile. Ya dedim böyle şey olur mu? Genel müdür bana dedi ki; tabi ya bunu ben kendime anlatamam ki topluma anlatayım. Bu düpedüz insanlarla dalga geçmektir dedi. Bakın bir Gayrı Müslim, iki yıl boyunca İslam bankacılığı konusunda ne yapabiliriz diyor Almanya’da. Bir konut finansmanı ve bunların söyledikleri. Biz sana vekalet veriyoruz git bizim adımıza al, kendine sat. Alma işlerini bankanın verdiği kredi ile alınıyor. Bütün işler tamamen faizli bir şekilde yapılıyor. Ama sadece lafla ben seni vekil ettim, benim adıma al ve kendine sat kelimesi ile oluyor İslami finansman. Şimdi maalesef bugün de Türkiye’de aşağı yukarı böyle. Efendim biz işte alıp satıyoruz. Peki sizin mülkiyetinize geçiyor mu? İşte biliyorsunuz bir takım vergiler var, şunlar var, bunlar var. Her konuda kanun çıkarıyorsunuz da konuda çıkaramaz mısınız? Akşamdan sabaha bir sürü kanunlar çıkarıyorsunuz. Hiç kimse hiç bir konuda yani bir uzman bile kendi sahasıyla ilgili kanunları takip edemeyeceği kadar hızlı kanunlar çıkarılıyor, değiştiriliyor. Yapılamaz mı? Her şeyin bahanesi gayet kolay. Bizim Mustafa Evli de Almanya’nın ekonomik yapısını çok iyi bildiği için o da tercümanlık yapmıştı. Akşama kadar çalıştık ve akşama çok güzel bir sistem ortaya çıkarmıştık. Sonra kendi içlerinde anlaşmazlık oldu. Bir de Frankfurt’ta buluştuk, bir daha da olmadı. Ama önemli olan şu: teklif edilen yöntemi bir Gayrı Müslim içine sindiremiyor. Şimdi böyle bir İslam. Ne olacak! Amerika’dan gelen bizim bir doktora öğrencisi söyledi. Orada Vail Hallak diye bir oryantalist var. Aslen Lübnanlı. Adam bir kitap yazmış. Impossible State: İmkansız Devlet. Yani orada şunu anlatıyor oryantalist. Yani batılılar açısından İslam uzmanı ama Müslüman değil. Diyor ki; İslam devleti diye bir devlet imkansızdır. Bunu söylediği için de terfi ettirilmiş ve daha iyi bir üniversiteye alınmış. Bir tarafta böyle bir şey var, bir tarafta da bütün dünyayı kasıp kavuran, Müslümanlığının farkında olmayan ama kendisine Müslüman diyen altı bomboş, hiç kendini sorgulamak istemeyen, kendini bu hale getiren geleneği kutsamaktan başka da yaptığı hiç bir şey olmayan bir insanlar topluluğu var. Öbür tarafta da şimdiye kadar dünyayı sömürmüş, kasıp kavurmuş kasıp kavurmaya da devam ediyor. Bu yangın, kendisini de iyice yakmaya başlamış. Mesela Avrupalılar, artık Avrupa’da azınlığa düşecek kadar zor günler yaşıyorlar. Öyle bir şey var. Dolayısıyla biz Müslümanlar olarak Allah’ın buyurduğu gibi “Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel
mev’ızatil haseneti: rabbinin yoluna hikmetle çağır”(NAHL 125). Yani insanların problemini çözerek çağır ve güzel öğütle çağır. Biz işte onu yapmaya gayret ediyoruz. İnşallah bu derslerimizde bunu ortaya koyacağız ama en azından koskoca Osmanlı devletini faizin nasıl paramparça ettiğini, nasıl yakıp yıktığını bugün anlatacağız. Ama ondan önce bu bankacılık nasıl ortaya çıkmış, banka sistemi nasıl ortaya çıkmış onunla ilgili Yahya biraz bizim Ticaret ve Faiz kitabının ilgili bölümlerini okuyacak.
YAHYA ŞENOL: Geçen hafta da aynı kitabın bir bölümünü okumuştuk. Ticaret Ve Faiz. Bu hafta da 168.sayfa ve devamından okuma yapacağız. Hocam’ın da söylediği gibi bu bir bankacılığın çok kısa bir tarihini verip daha sonra bu haydi para hatta sanal para diyeceğiz artık ona. Sanal para nasıl ortaya çıkmış onu göstermeye çalışacağız. Çok kısa bir şekilde dedik. Bankacılığın tarihi şöyle olmuş. Eski zamanlarda bankerlere insanlar gelip kıymetli madenlerini veya paralarını emanet olarak bırakırlarmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman kağıt para yok. Altın, gümüş. O kadar.
YAHYA ŞENOL: Onlar da bu aldıkları emanetler karşılığında bir belge düzenleyip veriyorlar. Yani şu kişinin şu kadar miktarda kıymetli madeni bende bulunuyor şeklinde bir belge düzenleyip veriliyor. Bunlara banknot deniyor. Bugün dilimizde de var bunun karşılığı. Ama bunların mutlaka bir karşılığı var. Yani üzerinde o kağıtta yazan ne ise bankerde onun karşılığı birebir var. Karşılığı olan bir makbuz bu. Dolayısıyla belli bir süre sonunda ya da her istendiğinde o belge ibraz edilmek suretiyle karşılığını alabiliyorsunuz. Yani getirip belgenizi teslim ediyorsunuz bankere, o da daha önce sizden ne almışsa emanet olarak aynısını size geri veriyor. Bu bankalar ve bankerler yalız altın ve gümüşü emanet olarak bırakanlara değil borç isteyenlere de bu şekilde yazılı bir belge vermeye başlıyorlar zamanla. İlk başta kendilerine emanet bırakılanlara belge verirken, zamanla, kendilerinden borç isteyenlere de kağıt yani bir şeyin karşılığı olarak yazılı makbuz veriyorlar. Paranın, altının, gümüşün bizzat kendisini değil onun karşılığı olan kağıdı vermeye başlıyorlar. Kıymetli madenlerin o devirde taşınması. İnsanların tabi güvenli seyahat bugünkü gibi güvenli değil. Soygun ihtimali var. Bunun haricinde çalınma ihtimali çok yüksek. Altın ve gümüş olarak kullanıldığı için bunların aşındırılmaları ki buna fıkıhta tağşiş kavramı kullanılıyor. Bunlar da mümkün. İnsanlar ondan kırpmak suretiyle ayarlarını bozabiliyorlar. Bu gibi olumsuzlukları aşmak için insanlar zamanla bu karşılığı bankerlerde bulunan kağıtlara ilgi duymaya başlıyorlar. Bu gittikçe rağbet görüyor. Para gibi dolaşmaya başlıyor bunlar. Para gibi iş görmeye başlıyor. Ve toplum benimsiyor ve güven duymaya başlıyor. Derken banknotu getirip karşılığını alanların sayısının fazla olmadığı görülüyor yavaş yavaş. Çünkü insanlar arasında hep bu kağıtlar güveni de kazandığı için bunlar dolaşmaya başlıyor. İşte bunu bankacılığın tarihi gibi düşünürsek şimdi bu kaydi para/sanal para dediğimiz olay da aynı bunun daha geliştirilmiş, sistematize edilmiş şekli. Bankerler eski zamanda yanlarında emanet olarak bırakılan altın ve gümüşlere kağıt vermeye başlıyor. Bankaların bugün yaptığı ise, bankalar da kasalarındaki paralara karşılık çek vermeye başlıyorlar. Para var ve karşılığında çekler yazıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen burada bir şey daha söyleyeyim. Mesela bu çek konusu: çek, bizden gitmiştir batıya. Bizim kitaplarda “sak” diye geçer. Sad ve kaf’ın şeddesiyle. Geliyor pazar yerine bir müslüman tüccar. Pazar yerinde sarraf var. Biliyorsunuz bugün sarraf diye altıncılara diyoruz. O gün de altıcı, gümüşçü. Sarraf denmesinin sebebi para bozuyor. Getiriyorsunuz 1 altın veriyorsunuz, onu paraya çeviriyor. Ya da işte diyelim ki tam bir altın veriyorsunuz yarım, çeyrek, daha alt şeylerini şey yapıyor sarraf. Parayı pazarda dolaştırmak sakıncalı. Hırsızı var, başkası var. Bir de az önce Yahya söyledi, paralara tağşiş yapıyorlar. Yani bakıyorsunuz ki dışarıda 24 ayar bir altın ama içerisine ince bir tabaka içine bakır yerleştirmiş olabiliyorlar. Ya da siz uzma olmadığınız için onun ayarını bilmiyorsunuz. Her defasında gramına bakamazsınız. Bugünkü para gibi değil. Bu konuda şüphelerden uzak kalabilmek için şey yapılıyor. Adam getiriyor altınlarını sarrafa bırakıyor. 100 tane altın bıraktı. Ondan sonra başlıyor piyasada alış veriş yapmaya. Gidiyor şuradan 2 altınlık bir mal alıyor. O kişiye yazıyor. Buna iki altın ver. Zaten çek, ödeme emri demektir ve çekin vadelisi olmaz. Bugün de o aynen devam ediyor. Kural olarak devam ediyor ama uygulamada yok. Sak gidiyor oraya. Öbür tarafa gidiyor 5 altınlık mal alıyor, şuna 5 alın öde diyor. Öbür taraftan 10 altın alıyor. Neyse. Akşam üzeri geliyor sarraf bakıyor, sen bugün 60 altınlık işlem yapmşsın. Ben de 60 altın ödemişim 40 altınını al diyor. Bu sak. Bankacılık hizmetleri konusunda Müslümanlar gerçekten çok ciddi hukuku olan bir yapıdadırlar. Bu tabi batıya intikal ediyor. Batılılar bizim sak’a çek diyorlar. Zaten benzer biliyorsunuz. Dolayısıyla olay bu.
YAHYA ŞENOL: Bu bankalar demiştik, kasalarındaki paralara karşılık çek veriyorlar. Bankada hesabı bulunan kişi de piyasada bir alış veriş yaptığı zaman karşı tarafa çeki veriyor. Hocam’ın da dediği gibi bu, bankaya verilmiş bir ödeme emri aslında. Çeki alan kişi bankaya gittiği zaman çekin üzerinde yazılı miktar kadar banka bu kişiye ödeme yapıyor. İşte bu şekilde bankada kaydı bulunan çekle bulunduğu için kaydi para olarak adlandırılmaya başlıyor. Kaydi para. Yani bankanın kasasında bir karşılığı olan çekler. Bunun ilk örneği 1640 yıllarında falan görülmüş. Şöyle bir vakıa yaşanmış. Onu kitaptan aynen okuyayım. İngiltere’de geçiyor bu olay. İngiltere kralı 1. Charles, 1640 tarihinde Londra kalesindeki darphanede bulunan ve tüccarlara ait olan kıymetli madenlere ve taşlara zorla el koymuş. Bankerler de özel kasalar yaptırarak tüccarların ve soylu kişilerin kendilerine emanet bıraktıkları altın ve gümüşü kendi varlıkları ile birlikte saklamaya başlamışlar. Emanet külçe veya sikke bırakanlardan bazısına hâmiline yazılı makbuz vermişler. Bazısına hesap açmışlar ve yazılı talimat verdiği takdirde bu hesaptan onun adına ödeme yapmayı kabul etmişler. Şu anki bankalar gibi. Hesap sahibinin talimatı bir çek görevi görüyormuş. Hâmiline yazılı bu çekler ve makbuzlar zamanla piyasada para gibi dolaşmaya başlıyor. Hatta bir kısım iş adamları bu çek ve makbuzlara daha çok güveniyor ve onları nakite tercih ediyorlardı. Çünkü altın ve gümüşün ağırlık ve ayarları büyük önem taşır, bankerler de bu konuda uzman olduklarından onlarda bulunan paranın ağırlık ve ayarına güveniliyor. Diyor ki; bankerin verdiği bir makbuz var ellerinde, bunun karşılığı da bankerin kendisinde ya bu adam kolay kolay aldanmaz bizim gibi. Bu yüzden onlara güvenebiliriz diye paradan daha çok artık yazılı olan bu çeklere güvenilmeye başlanmış. Bu bankerlerde kasalarındaki altın ve gümüşlerin fazla talep edilmediğini ama çek ve makbuzların daha fazla tercih edildiğini fırsat bilmişler ve ellerindeki altın ve gümüşleri nakit talebini karşılayacak kadar olmasına dikkat ederek kredi isteyenlere de hâmiline yazılı makbuz, banknot veya sertifika vermeye ve çek yazabilecekleri birer câri hesap açmaya başlamışlar. Moder bir banka gibi çalışmaya başlamışlar. Böylece verdikleri kredi, ellerindeki altın ve gümüş stoğunun bir kaç katına çıkmış, piyasayı da bu çek ve makbuzlar sarmış. Altın ve gümüş paralardan ziyade herkesin elinde kağıt var. Ama karşılığı da bu bankerlerin kasalarında bulunuyor. Kasalarına giren her altının kendilerine bir kaç kat kredi sağlama imkanı açması, bankerleri yeni mevduat aramaya sevketmiş. Normalde kendilerine emanet bırakılan bu bankerlerin bu emanetten dolayı bu emanet sahiplerinden para almaları lazım değil mi? Emanet hizmeti, bir koruma sağlıyorlar. Sizin paranızı, altınınızı, gümüşünüzü, kıymetli madeninizi kendi kasasında sakladığı için siz bir hizmet sağlıyor. Dolayısıyla para kazanması lazım bundan. Bunlar, para kazanmayı geçin üstüne diyorlar ki; bana para getirin, %6 da size üstüne faiz vereceğim. Üste para vermeye bile başlamışlar. Ve daha fazla mevduat çekmeye başlıyorlar piyasadan. Mevduata ödedikleri faiz ile krediden aldıkları faizin birbirine yakın derecede az olmasına rağmen bunların zenginliklerinin nasıl bu kadar arttığını da kimse anlayamaz olmuş. Hem para alması gerekiyor bu adamın para almıyor, üste para veriyor ama anormal derecede de zengin oluyor bunu kimse anlamıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyorlar ki; bunlar ne kadar iyi adamlarmış. Hayır hasenat sahibi. Faizin haram olmadığını düşünün onların zihniyetiyle. Getiriyor buraya altın bırakıyor, hem koruyacak hem de bana %6 faiz verecek. Şimdi öbürü geliyor diyor ki bana faizle para ver. Ondan da mesela %6 alıyor. Fazla değil. Allah Allah! Hayır işte. Ne kadar güzel.
YAHYA ŞENOL: İşte bankalar da aynen bu sistemi kullanmaya başlamışlar. Şimdi sistem bankalarda nasıl işliyor onu bir görmeye çalışalım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak şimdi şurada bir animasyon yapmış Vedat. Bu şahıs geldi 100 lira para yatırdı bankaya. Tabi Merkez bankası parayı bastı. Sonraki safhaları gösteriyor ama başlangıçta olan: bu adam bankaya 100 lira para yatırıyor. Sen şimdi orayı yavaş yavaş oku.
YAHYA ŞENOL: Bankalar da tıpkı o biraz önce okuduğumuz İngiltere’de 1640lı yıllarda yaşananlar gibi vadesiz mevduattan insanlara faizli borçlar yani krediler verebileceklerini keşfediyorlar. Çünkü vadesiz mevduat hacminin oldukça düzensiz yürüdüğünü, bazılarının gelip hesaplarını çekse de birçoğunun çekmediklerini görüyorlar. İnsanlar, paralarını korusun diye daha çok yatırıyorlar oraya. Beklenmedik talepler karşısında da sıkıntıya düşmemek için kendilerine yatırılan mevduatın bir kısmını nakit olarak tutuyorlar ki bunu bankacılık dilinde kasa ihtiyatı ya da munzam karşılığı adı veriliyormuş. Daha çok vadesiz mevduata sahip olmak için de borç verdikleri adına vadesiz hesap açıp borcu oraya kaydetmeye başlamışlar. Yani bir kişi geliyor bankadan borç/kredi istiyor. Banka hemen onun adına vadesiz bir hesap açıp kaç para borç verdiyse o vadesiz hesaba onu kaydediyor. Ve mekanizma şöyle işliyor. Şimdi herhalde örnekle yavaş yavaş şey yapılacak. Ben sadece buradan okumasını yapalım. Bankaya 1milyon yatırıldığını düşünelim. Banka, bu kendisine yatırılan faizsiz mevduatın 100 tl oldu burada. Bunu bir kişiye kredi olarak veriyor. Bu örneğe göre söyleyeyim 100 olarak şey yapın. 1 milyonluk kredi lazım ona. 1 milyon kredi açıyor. Ve açtığı kişiye de bir câri hesap açıp onu oraya kaydediyor. Buna 1 milyon borç verildi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şöyle oluyor: mesela ben, Yahya’ya 1 milyon lira borç verdim banka olarak. Fatih bana 1 milyon lira yatırmış. Yahya da benden 1 milyon lira borç istiyor. Ben bu 1 milyon lirayı Yahya’ya borç olarak veriyorum ama Yahya’nın eline para vermiyorum. Burada Yahya adına bir hesap açıyorum ve Yahya’nın hesabına 1 milyon yazıyorum. Şimdi hem 1 milyon lira para vermiş oluyorum hem Yahya bankaya 1 milyon para yatırmış gibi kabul ediliyor. Dolayısıyla gene bankada 1 milyon lira para var.
YAHYA ŞENOL: Yani elinde bir para yok, sadece bir çek koçanı var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kredi kartı bugünkü şeyde. Kredi kartı veriyorsun al kullan diyorsun. Eline para vermiyorsun.
YAHYA ŞENOL: Bu kişi o parayı almazsa aynı usülle ikinci müşterinin câri hesabına kredi olarak kaydeder ve bir çek koçanı da ona verir. Böylece 3,4,5,6 yukarı kadar bütün müşteriler için aynı işlem yapılabiliyor. Böylece kendisine gelen 1 milyonu onlarca müşterisine faizli olarak borç vermiş ve bu borcun kullanıldığı çekler yoluyla piyasaya bol miktarda kaydi para sürülmüş olur. Herkesin elinde bir çek ve herkesin hesabında da 1 milyon gözüküyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen biraz daha iyi anlaşılsın diye söyleyelim. Banka onun zaten bir taklitidir, bankerler dönemine dönelim önce. Diyelim ki ben bankerim. Birisi getirdi bana 100 altın verdi. Şimdi bütün yapılan tecrübeler gösteriyor ki bu 100 altının ancak 10 altını talep edilebiliyor. 11 altın istenmiyor yani. Ben onun karşılığında bir belge veriyorum benim yanımda 100 altını vardır bu kişinin. Hatta o kişi diyor ki; benim adımı yazmana lüzum yok. Hamiline yazacağın bir çek karnesi ver diyor. Veriyorum. Şimdi 100 altın burada var. Bu 100 altını, talep edilmediği için benden o adamın eline zaten 100 altınlık bir çek karnesi vermişim. Ondan sonra ikinci kişi geliyor, ikinci kişiye de 90 altınlık çek karnesi veriyorum. Üçüncü kişiye onun %10 aşağısı, 4.kişiye %10 aşağısını. Dolayısıyla bunun formülü de vardır. %10 rezer tutuyorum ki ani para talebi olursa onu karşılıya bileyim itibarım zedelenmesin. Yoksa onu da tutmayabilirim. %10 tutuyorsam ana meblayı 10’a bölersiniz, onun çarpanını bulursunuz. 100’ü 10’a bölerseniz kaç olur? 10. Dolayısıyla 100 altının 10 katı piyasaya para sürme hakkım doğuyor. Tamam mı? 100 altın almışım milletten, piyasaya kaç altın borç vermişim? 1000 altın. Ben bu 1000 altından dolayı hiç faiz almasam da olur. Çünkü 100 altına karşılık piyasanın bana 1000 altın borcu var zaten. Ama orada kalmıyor. İnsan doymaz ya 1000 altından dolayı ayrıca %10 faiz alıyor. Ne oluyor? 1100 altın oluyor. Peki bu 1100 altından dolayı bu adamın borcu ne? Bu kişiye sadece 100 altın. O 100 yüz altını verdi mi borçtan kurtulmuş oluyor. O 100 altını verdikten sonra piyasadan kaç altın alacağı var? 1000 altın alacağı var. Şimdi o 100 altın bu adama 1000 altın kazandırmış. Piyasadaki o 1000 altın nedir? Sadece kağıttır. Aslında altın değil. Biraz sonra Osmanlı örneğini anlatacak Abdurrahman, o zaman felaketin boyutlarını göreceksiniz. İşte bankacılık da bu şekilde bugün öyle. Bakın Türkiye’de şu kadar para vardır, merkez bankaları şey yaparlar. Mesela şurada %10 şey bırakırlar. Yani munzam karşılık dedikleri her bir bankanın verdiği kredinin belli bir yüzdesini merkez bankası alır ve bunun oranlarını da her defasında ilan eder. Para cinsine göre, vadesine göre değişik şeyler vardır. Vade uzadıkça munzam karşılık azalır. Mesela %5’e kadar yanlış hatırlamıyorsam bugün merkez bankasında uzun vadelilerde %5 kadar düşer. %5 ne demektir? 100’ü 5’e bölün 20. Yani 100 lirayı 2000 lira olarak borç verebilecek demektir. Bir banka 100 lirayı 2000 liraya kadar borç verebilir ve bundan da faiz alır. Onun için millet zannediyor ki bankalar faizden gelir elde ediyor. Asıl gelirlerini bu, kayıtlarında olan ama ellerinde olmayan paradan elde ederler. Hepinizin cebinde kredi kartı vardır, gider onunla alış veriş yaparsınız. Paranız yoktur yani. Tüccarların cebinde de çek karnesi vardır. Her yazılan çek karnesi bir para görevi görür. Onun için mesela çeklerin arkasına bakarsanız cirolar vardır. Çünkü birisi birinden bir çek almıştır, o çek ile öbür taraftan mal alır. O da o çekle gider başkasından mal alır, o başkasından alır, başkasından alır. Bu para. Dolaşır. Ve piyasada, bakarsınız ki çok büyük bir para oluşmuş ama o paranın çok az bir kısmı gerçek paradır. Onda biri ya da yirmide biri. Diğeri bankanın ürettiği paradır. Ve o paradan dolayı ayrıca faiz de alır. Onun için size belki bunları anlatmamıştım daha önce. Mesela 2013 yılı merkez bankası verilerine göre Türkiye’de mevcut paranın tam iki katı. Mevcut tüm paranın yani ne kadar Türkiye para basmış ise onun tam iki katı normal faiz olarak bankalar tarafından alınmıştı. Kredi kartları buna dahil değil. Normal kredi karşılığında alınmıştı. Biz parayı kana benzetiyoruz ya. Vücudunuzun kanının yılda iki kere tamamen alındığını ve vücudun o durumda ne hale geldiğini düşünürseniz Türkiye’nin halini de az çok anlayabilirsiniz. Tabi devlet memuruna maaş ödeyecek. Bugünkü devlet anlayışında piyasanın en büyük müşterisi devlettir. Devletin elinde de para basma imkanları vardır. Devlet piyasaya 100 lira sürdüğü zaman bankalar onu 1000 liraya çıkarıp o paranın tamamına sahip oldukları gibi piyasayı ciddi manada ondan dolayı aynı zamanda borçlu yaparlar. Ondan dolayı bakın görürsünüz ki büyük ekonomik kuruluşların her birisi kapana sıkışmış bir aslan gibidir. Finansal kuruluşlar karşısında pek rahat hareket edemezler.
YAHYA ŞENOL: Bu örnekte de görüldüğü gibi 1 milyon lira bankaya yatırılmış. Banka bunu kendisinden borç isteyen kişilere kredi olarak vermeye devam ediyor. Yaklaşık 9 katına kadar piyasaya onu kredi olarak sürebiliyor. Yani 1 milyon lira kendisine vadesiz olarak para yatırılmış ama bankanın dağıttığı para kredi olarak 9 milyon. Yani piyasadan alacağı 9 milyon para var ve tabi vadesiz ise bu hesap ihraç edilen şey 10 milyona falan da çıkabiliyor. Bu bir. İkincisi: hesabı çekle kullanan kişi: karşı taraf alış veril yaptı, öbür tarafın da çeki olur genelde. İki taraf da yani alacaklı da verecekli de çekle işlerini görüyor olabilirler. Bunların hesapları aynı bankada ise banka kasasından tek kuruş para çıkarmadan onun hesabındaki parayı bunun hesabına, onun borcunu buna öder, başka birinin borcunu öbürüne öder ve tek kuruş çıkarmadan bütün hesapların borçlarını götürür ve kendisinden de kuruş para dışarı çıkmamış olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki farklı bankada ise?
YAHYA ŞENOL: İki farklı bankada ise veya çok farklı bankalardaysa bunlar, onlar da takas usulü ile yapılıyor. Ona da şöyle bir örnek verilmiş. Mesela bir bankanın diğer bir bankada 1 milyonluk çeki var. O bankanın da bunda aynı tarihte ödenecek çeki olabilmekte ve çekler karşılıklı olarak takas edilebilmekte. Yani bir bankanın bir bankaya 1 milyon lira ödemesi gerekiyorken aynı bankanın bir başka kişiden dolayı da ona 1 milyon lira ödemesi gerekiyor. Bankaların çok sayıda şubeleri ve müşterileri olduğu için takas işlemlerinin nihai durumuna göre bankaların birinden diğerine ya hiç para çıkışı olmuyor, birbirlerine denk geliyor ya da çok az sembolik diyebileceğimiz miktarlarda birinden diğerine para takası yapılabiliyor ve işlem halledilmiş oluyor. Yani herkes birbirine anormal derecede borçlu-alacaklı. Banka üzerinden yürüyor işlemler ama bankadan tek kuruş para çıkmamış oluyor. Bankanın umurunda değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de şunu düşünün: yani siz, gece gündüz çalışıyorsunuz. İşçiniz var, iş yeriniz var, elektriktir, sudur, hammadde, mamul, yarı mamul, piyasa şartları şu bu bir sürü şeylerle boğuşurken bankanın umurunda değil. Banka bir kağıt parçası. Ama sizin bütün servetinizin sahibi oluyor. Şimdi o kağıt parçalarıyla Osmanlı devleti nasıl batırıldı. Yani beş para etmeyen kağıt parçalarıyla Osmanlı Devleti’nin nasıl batırıldığını şimdi Abdurrahman’dan dinleyelim.
ABDURRAHMAN YAZICI: Tabi burada nasıl batırıldığını Osmanlı’nın özellikle Duyun-u Umumiye özelinde görmeye çalışacağız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O kadar çok örneği var ki bu konuda. Yani Duyun-u Umumiye güzel bir kesittir. Kısa yoldan öğrenme şeyi var. Yoksa ben şimdi Duyunu Umumiyeyi okurken eskiden o arşivlerde okuduklarım aklıma geldi de böyle kafam acayip bir hal. Çünkü okurken çok sinirlenirdim eskiden. Koskoca bir devlet nasıl batırılmış diye. Onları anlatmaya kalkarsak günler sürer.
ABDURRAHMAN YAZICI: Duyun-u Umumiye genel borçlar anlamında Osmanlı’nın aldığı borçları ifade eden bir terim. Veya borçların geri ödenmesi için kurulan kurumu anlamında. Önce Cağaloğlu’nda bir binadayken daha sonra İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılan şu andaki bina, sırf bunun için yapılmış. Nereden özetlemeye çalışacağız? Duyun-u Umumiye isimli Diyanet İslam Ansiklopedisi 10.cildinde yer alan ve Cevdet Küçük, Tevfik Ertüzün tarafından hazırlanan gayet doyurucu muhtevalı bir madde. Tabi onu kısaca özetlemeye çalışacağım. Avrupalılar ile bildiğiniz gibi kapitülasyonlarla birlikte oldukça fazla ticâri ilişkilerimiz gelişiyor ve çok sayıda Avrupalı daha önceden aldıkları kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı ticaretinde büyük rol oynuyorlar ama bu 18.yy’dan sonra bir takım sermaye yatırım yollarını da ele geçirerek tahviller yoluyla Osmanlı idaresine, devletine aynı zamanda baskı yapma imkanı da elde etmiş oluyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu arada tahvilin ne olduğunu da söyleyeyim de. Tahvil, faizli borç senedine verilen isimdir. Faizli borç senedi demektir. Yani bir banka bir tahvil çıkarır. İşte o zamanlar bu tahviller para gibi kullanılıyordu. Onu kullanıyorsunuz. Ondan ona, ondan ona ama belli bir süre sonra da banka onu geri alırken faiz miktarını keserek geri alıyor ve paraya çeviriyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Osmanlı devlet adamlarının özellikle tanzimat dönemine kadar borçlanmaktan kaçındıklarını, bu konuda dikkat gösterdiklerini anlıyoruz. Ancak 1850 yılında Mustafa Reşid Paşa tarafından bir takım memurların maaşları ödenemeyecek duruma gelince böyle bir istek duyulduğu ancak yine bazı uyarılarla bu borçlanmadan vazgeçildiğini görüyoruz. Vazgeçilme neticesinde de yaklaşık 2 milyon 200 bin Osmanlı lirası tazminat olarak ödeniyor ama.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani gidiyorlar borç anlaşması yapıyorlar. Adamlardan kağıt alacaklar, beş para etmez kağıt. Beş para etmeyen kağıda karşılık ödedikleri 2 milyon 200 bin. Ne biliyor musunuz? Bir Osmanlı lirası ne demektir? Hanımlar çok iyi bilir. 1 lira. Sarı lira. Yani 7,2 gr ağırlığındaki 22 ayar altın. Ondan 2 milyon adet.
ABDURRAHMAN YAZICI: 2 milyon 200 bin adet ödeyerek anlaşmayı fesh ediyorlar. O sene almıyorlar ama ondan bir kaç sene sonra 1853’de Kırım Savaşı başlıyor. Orada yine bir maddi darboğaza girince 1854 yılında ilk defa Osmanlı tarihinde borç alınıyor. Yine savaş giderlerini karşılamadığı için bu borç, bir yıl sonra ikinci defa borç alınıyor. Bu borç karşılığı teminat olarak da Mısır vergisi, Suriye, İzmir gümrükleri gelirleri gösteriliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mısır’dan vergi alıyor, onu teminat gösteriyor. İzmir gümrüğünü gösteriyor. Ama burada çok önemli husus var. Orada rakamlar vardır Abdurrahman. Aldıkları borç: bunlar kağıt alıyorlar. Bugün mesela siz 100 dolar alırsınız değil mi? O 100 doların Amerika’ya maliyeti birkaç senttir. Onlara inanmayın. Birkaç senttir. O rakamlara inanmayın. Çünkü onların altında başka şeyler var. Birkaç sent. Yani adam bir bavul kağıt getirir sana, senin tankerler dolusu petrolünü alır götürür. Sen o petrolü çıkarmak için anan ağlamıştır ama o kağıt matbaa.. Şuradan bir çanta getirsene. Belki bir kaç saatlik işidir matbaanın. Bir kağıt varsa, mürekkep varsa bitti. İşte Osmanlıya da bu geliyor. Ne geliyor? O rakamlara bakarsan. Bunlar tahvil şeklinde geliyor. Yani hem Osmanlıya kağıt para veriyor onun karşılığında reel değer alıyor, hem de ondan faiz alıyor ayrıca.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir de Hocam yapılan anlaşmadaki paranın tamamı gelmiyor. Öyle ilginç bir şey de var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Üstelik de 100 liralık tahvil gelince o tahvil piyasada 50 liraya düşüyor. Orada o rakam olması lazım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Şöyle bir örnek bu anlamda. 1854’den 1874’e kadar 20 yıllık sürede 15 tane borç alınıyor. Bu çok normal hale gelmiş oluyor bu anlamda. Dışarıdan anapara olarak 238 milyon lira. Küsüratı söylemiyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O kadar evrak geliyor. Siz altın zannetmeyin. Kağıt geliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: O kağıtların dediğiniz gibi hocam piyasada düşük değerde satılması, komisyon masrafları sayesinde ele geçen 127 milyon. 238’den 127’ye.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yarı yarıya yakın. O kadar iş görüyor. Ayrıca da faizi var, geri ödeme var. Yani bakın neyi teminat. Mısır. Ne demek Mısır ya. Koskoca Mısır. İzmir gümrüğü. En önemli liman. Bugün de çok önemli liman. Suriye gümrüğü. Neye karşılık vermişsin? Savaş mı yaptılar? Siz bunları asırlarca elde etmek için neler yaptınız. Adam bir çanta kağıt gönderiyor o kadar. Bu hale gelmesinin sebebi, faizi artık caiz görüyorlar. Çünkü bu yazıda yok o: Osmanlılar ilk tahvili 1841’de çıkarmışlardır. Adı ne? Kaime-i mutebere-i nakdiyye. Kaime Türkçede hala kullanılır. Ver bana beş kayma denir. Yani yerine geçen demek. Muteber-i: itibara alınan yani değerli. Nakdiyye de nakit ödeme anlamına. Sen devletsin ya çıkartıyorsun %8 faizi. Ne demek? Hani sen Müslümandın? Bir kere baştan bu yanlış karara, bunu içselleştirmişler. Bunun arka planı da var. Ta Ebu Suud zamanından başlamış vakıfların faizli işlem yapmaları. Bu kitapta Ebu Suud’un çok sayıda fetvasını görürsünüz. Ticaret ve Faiz kitabında. Gerçi ben hep özet yazmışımdır ayrıntı yazmamaya gayret etmişimdir de her bir konunun örneği vardır. Oradan milletin zihni artık faize alışmış. Bugün de öyle. Bugün de faize fetva veren hocaların yüzünden bugün Türkiye bu haldedir. Dün bir iş adamı bana diyor ki. Adam yaşlı. Telefonda konuşuyoruz. “Ya Hocam sizin işiniz iyi. Hiç olmazsa Allah için, din için, iman için çalışıyorsunuz. Bizde belki bir sürü insanın hakkı üzerimize geçmiştir” falan. Sana bir şey söyleyeyim mi dedim. Dik duramayan hocalar Allah’ın emirlerini birinci sıraya alamayan, şuna buna yaranmaya çalışan hocaların yaptığını bütün iblisleri toplasan yapamaz. Onun için cehennemde herhalde en ağır cezayı görecek olanlar hocalardır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu borçlanma o kadar artmış ki bu dönemde 1875 yılına kadar, hatta bunların faizini ödemek için bütçe açıklarını ödemek için bile yine borç alınma durumuna gelinmiş. Hatta 1875 yılında yaklaşık 14 milyon lira dış borç taksidi duruyor. Yine 5 milyon lira da bütçe açığı. Bunlar için de artık Mahmut Diri paşa yeni bir tahvil çıkarma yoluna gidiyorlar. Bu da 35 milyon liralık şekilde. Ama bunun şartları biraz farklı. Diyorlar ki işte eski borçları da düzene koyalım. Çünkü borç var ödenmesi lazım ödeyemiyorsun. Bu anlamda bayağı bir sıkıntı yaşıyorlar. Hatta batılı devletler Osmanlı maliyesini ele geçirmeye çalışıyorlar. Biz yönetelim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alıyorlar zaten.
ABDURRAHMAN YAZICI: Alıyorlar ama ilk başlarda almak istiyorlar. Duyunu-u Umumiye’den önce. Onlar da diyorlar ki borçlarımız şahıslara borç, devletlere değil. Bir takım şirketlere belki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tahvil ya. Arkadaki bankayı görmüyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Daha sonra Paris anlaşması var.
KATILIMCI: Hangi ülke?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İngiliz, Alman ve Fransa. Üçü. Ama en çok Fransızlar ile İngilizler.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1875 yılında 35 milyon liralık şey çıkarılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünkü Türk Lirası olarak düşünmeyin. 35 milyon lira demek 35 milyon sarı lira demektir. Altındır. O zaman lira odur. 1926’ya kadar lira dendiği zaman akla gelen oydu. Şu anda cebimizdeki Türk lirasına bakın, 1926’dan beri paramızın ne kadar değer kaybettiğine şey yapın. O liralardan kaç tane veriyoruz ki bugün sarı lira alalım? Bir de 6 sıfırın silinmeden öncekini düşünün. 6 sıfır silindi ya. O zaman paradan 6 sıfır silindi. Esas o gösteriyor. Paranın değer kaybını asıl gösteren rakam odur. 6 sıfır. Yani ne yapıyor? 650 milyon kez değer kaybetmiş. Düşünebiliyor musunuz? Piyasayı ne hale soktuğunu.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu 35 milyon liralık yeni borç anlaşması yapıldıktan sonra 2.Abdulhamid tahta geliyor bu ara. Daha sonra Osmanlı-Rus savaşı başlıyor. Bu savaş neticesinde 1878 tarihinde Berlin Anlaşması var. O anlaşmadaki maddelerden biri de bu borçların geri ödenmesi için bir idari kurul kurulmalı gibi bir şey var. Ama bu ihtilal konusu oluyor işte.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sizi iç işlerimize karıştırmayız diyorlar. Halbuki aslen çoktan kapana sıkışmış. Hala kendini aslan zannediyor. Kapana sıkışmışsın artık sana kimse aslan muamelesi yapmaz ki. Kedi muamelesi bile yapmazlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Neticesinde Osmanlı tek taraflı olarak 1878 yılında kendisi bir idare kurmaya başlıyor. O da ilginç kişilerden oluşuyor. Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa’nın başkanlığında 1878’de bir mâli komisyon kuruldu. Osmanlı Bankası genel müdürü Forster ile kredi müdürü Mersıt’ın de üye olduğu bu komisyon, devletin gerçek gelirini tespit edip.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki tanesi yabancı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Gelirleri tespit edip bu borçları ödeyelim diye kendi içinde komisyon kuruyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Artık Osmanlı’nın tüm hücrelerini öğreniyor.
ABDULLAH BAYINDIR: 15 sene önce İMF geldiğinde biz görüyorduk. O bütün kalemler İMF’nin görevlisine Türkiye masası şefinin önüne Türkiye’nin bütün geliri gideri en küçük kalemlerine kadar adamın önüne seriliyordu. Ve en küçük gizlin kalmıyordu. Aynı şey aslında Osmanlı büyük savaşlara girmeden önce adamlar zaten rakibimiz bitmiş diyebiliyorlar. Belki daha evvelden bilmiyorlardı. 1.Dünya Savaşı ya da Osmanlı’nın
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1. Dünya Savaşı’na daha gelmedi. Orada daha neler var.
ABDULLAH BAYINDIR; Osmanlı’dan en büyük toprak kopmaları yaşanan dönem. Biliyorlar çünkü borçlar yoluyla Osmanlı’nın bütün zaaflarını öğrendikleri için toprakları koparmaları çok basit oluyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Avrupalılar buna karşı çıkıyorlar. Diyorlar ki biz kuracağız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ona da razı olmuyor. Artık tam teslim alıyorlar Osmanlıyı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ama bu kuruma 6 tane Rusumu Sitte çünkü 6 tane vergi adında var zaten. Müskilat.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müskilat ne demek?
ABDURRAHMAN YAZICI: Sarhoş edici içecekler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir İslam ülkesinde birinci sırada bu olur mu? Son sırada da olmaması lazım değil mi? Bakın faiz, içki. Ve Osmanlı Devleti. Şimdi birçokları çıkar “efendim bizim atalarımız” falan. Ya senin ataların çok iyiydi de haşa Allah mı kötüydü ki bu adamları batırdı? Biraz gerçeği görün ki hiç olmazsa ibret alasınız. Unutmamak için söyleyeyim sen onu atladın. Eskiden beri içim yanar. Mesela boğaza gittiğim zaman hiç bir yalıya dönüp bakmam. Geçen hafta da söylemiştim. Dolmabahçe Sarayı’nın yanından geçerken sağ tarafa dönüp duvarına bile bakmam. Çünkü onlar Osmanlı’nın yıkılışının belgeleridir. Ve bu paraların çoğu o yalıların yapılması için kullanılmıştır. Siz nasıl dönüp de bakabilirsiniz onlara? Hiç birisine de hayr etmemiştir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu alınan borçlar özellikle Duyun-u Umumiye kurulana kadar daha çok saray yapımında, bina yapımında. Sadece %7’si Rumeli treninin şeyinde harcanmış. Diğerleri de işte faiz giderlerine..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hicaz demir yolu vardır. Hicaz demir yolunun tamamı tahvillerle yapılmıştır biliyor musunuz? Müftülükte vardı onun defterleri. Hicaza demir yolu yapıyorsunuz faizli tahvillerle.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Rusum-i Sitte denen Duyun-u Umumiye’den önceki kurumun adı bir tanesi müskilat/sarhoş edici içecekler. Diğeri İstanbul ve civarı deniz ürünleri vergileri.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Artık iyice işin içine girmişler
ABDURRAHMAN YAZICI: İstanbul-Edirne-Samsun-Bursa ipek öşrü. Tömbeki: tütünden oluşan başka bir kalem daha.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tekel ürünleri yani.
ABDURRAHMAN YAZICI: Önce Avrupalılar bunu kabul etmiyorlar. Ama bakıyorlar ki kurum iyi işliyor, sonra onlar da kabul ederek diyorlar Duyun-u Umumiye kuralım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani adamların topu topu verdikleri birkaç tane kağıt. Bunları da kabul etmiyorlar. Nasıl olsa kapana sıkıştırmışlar aslanı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bunun sonucunda Duyun-u Umumiye denen bir kurum kuruluyor. Almanya, Fransa, İngiltere bunların üyeleri var bu kurumda bir de Osmanlı’nın bir üyesi var. Daha doğrusu Osmanlı’nın içindeki özellikle bu Galata bankerlerinin adına vesair. Yani onlar adına bir üye. Kendi adına değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bankerler apayrı bir konudur.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bunlar, bu kurumu oluşturarak Duyun-u Umumiyeyi Osmaniye adında çalışmaya başlıyorlar. O zamanki borcu da yaklaşık çok miktarda artmış. Yaklaşık 250 milyon.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 250 milyon altın.
ABDURRAHMAN YAZICI: Faklı farklı kalemleri var tabi bunların. Bakıyorlar ki rusumu sitte idaresindeki yetmiyor artık, bunun için özel bina yaptırıyorlar. İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılan günümüzdeki o bina sırf bu amaçla yapılıyor. Yani başka bir şey için kullanılırken buna dönüştürülmüyor. Sadece bunun için yaptırılan bir bina. Çeşitli büyük şehirlerde müdürlükleri var bu kurumun. O hald çalışıyor. Yaklaşık 5537 kişi memur olarak bunda görev alıyorlar. Sırf İstanbul’da 40 tane müfettişi var. Ama şöyle bir avantaj olmuş bu. Ondan önce tamamen saray yapımı için alınan şeyler, Osmanlı durumu görmüş bu sayede. Nereye gidiyor bu para, ne olmuş bu sayede biraz daha kontrollü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Borç ödeyebilecek noktaya gelmiş. Halbuki koskoca Osmanlı hiç tarihi boyunca böyle bir duruma düşmüş müdür? Kağıtla koskoca devleti yıkmışlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hatta 1.Dünya Savaşı sırasında bile bu kurum çalışmış. Sadece İngilizler’e yönelik bazı kısıtlamalar getirmişler. O da yine savaştan sonra 1920’de daha doğrusu şöyle bir durum var: 1923’de Lozan’da yine bu konu büyük bir mesele oluyor. Lozan’da Osmanlı’dan ayrılan diğer ülkelere de borçların bir kısmı paylaştırılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani lütfediyorlar Osmanlı’dan ayrılanlara da borç taksim ediyorlar. Orada olmayan bir şey daha var. Onu da söyleyeyim size. Osmanlı Bankası, İngiliz ve Fransız ortaklığıdır. Adı Osmanlı olmasına rağmen sahibi İngiliz ve Fransızdır. Bunların banknotları, az önce söylediğimiz çıkardıkları kağıtlar para olarak kullanılıyor. Devlet bunu kabul etmiş. Bu banka, 1915’deki 1.Dünya Savaşı’nda piyasaya banknot sürmüyor. Düşünebiliyor musunuz? Yani o banknot, iyi kötü hiç olmazsa alım satımın yapılmasını sağlıyor. Ama 1.Cihan Savaşı’nda ben para çıkarmam diyor. Yani en zor zamanda para yok diyor. Halbuki sana bir kağıt kadar maliyeti var. Yok, onu da vermiyor. Bir başka şey de Merkez Bankası kayıtlarına bakarsanız orada bulursunuz, banknot tarihini falan incelerseniz. Çünkü bu işlerin asıl merkezi orasıdır. 2009 yılına kadar her şeyiyle bizim olan para basılmamıştır Türkiye’de. İlk defa her şeyi ile bizim olan para 2009’da basılmıştır. Mesela 1940’lı yıllarda 2.Cihan Savaşı’nda ne kadar büyük sıkıntılar çektiklerini atalarımız hep anlatır değil mi? O sıra Türkiye’de para basacak matbaa yok. İngiltere’ye para siparişi veriliyor, para basılıyor, bir gemi dolusu para geliyor. Gelirken Tire limanında gemi batırılıyor. Ondan sonra İngiltere’de para basan matbaadan gene para gelecek. Efendim bu matbaa savaştan zarar gördü para veremiyoruz diyorlar. Dolayısıyla bakın 1. Cihan Savaşı’nda para basmam diyor, 2.sinde de basılan para gelmiyor. Eminim ki o paranın basma masraflarını da istemişlerdir. Düşünebiliyor musunuz? Yani aslanı nasıl kafese sıkıştırmışlar ve hala öldürememişler. İşte şimdi yavaş yavaş kendine gelmeye başlayınca ortalığı yıkmaya başladılar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Özellikle rusumu sitte denen o idareden sonra Duyun-u Umumiye kurulunca başka vergileri de buna ekliyorlar. Örneğin Bulgaristan vergisi, Kıbrıs vergisi gelir fazlası, Şark ve Rumeli vergisi, gümrük gelirleri, temettü vergisi, tömbeki tahsil edildiği, tekel yönetme yetkisi de tanındı. Yani artırıp azaltma gibi fiyatları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün mesela Türkiye’de de her şeyden vergi alınıyor. Niye? Millet zannediyor ki bir insan iktidara geldiği zaman muktedir olur zannediyorlar. Halbuki o kadar çok bağlantılar oluşmuş ki tarihten beri yani Osmanlı’dan beri gelen o kadar çok sıkıntılar var ki işte onları bir şekilde bertaraf etmek gerekiyor. Öyle o kadar basit değil yani. Tenkit etmesi basit de çözmesi o kadar basit değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: 1928’de bir anlaşma daha yapılıyor. Sanki burada Duyun-u Umumiye devam ediyor Fransa’da. Yani Osmanlı’daki şey gibi yine. Eski Osmanlı Duyun-u Umumiye meclisine benzer şekilde alacaklıları temsil eden Duyun-u Umumiye Meclisi kuruluyor. Ama 2. Dünya Savaşı başladığında şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Bu şeyi tanımıyor Türkiye artık. Almanya’nın işgal etmesi üzerine bu bölgeyi, tanımadığını söyleyerek orada yani bayağı bir problem devam etmiş 2. Dünya Savaşı sırasında 58’de.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 99 yıllığına şey var borç ödeme.
ABDURRAHMAN YAZICI: 2.Dünya Savaşı başlaması üzerine Türkiye 1940 tarihinde bakanlar kurulu kararıyla Almanya’nın işgaline uğrayan Paris’deki Duyun-u Umumiye Meclisini tanımadığını ve ona ödenen komisyonu kestiğini, bundan sonra borçların ödenmesi için bizzat üzerine aldığını şey yaptı. Tabi batılıların sıkıştırması, tepkileri ağır oluyor bunun üzerine.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O paraların da batırılması ondan, bir intikamdır yani.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yaklaşık 100 yıl geçiyor aradan 1854’den 1950’lere kadar hala bunun şeyini çekmişiz uzun yıllar. Temel olarak bunlar söyleniyor. Devlet içinde mâli devlet gibi çalışarak Osmanlı’yı her anlamda..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’yı reddetmiş bir cumhuriyet değildir. O sadece idare değişmiştir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Osmanlıyı bütünüyle kabul ediyor. Yunanistan’ın silinebilir. Yunanistan’ın konumu ile Türkiye’nin konumu aynı değil. Yani bir kere şunu şahsi inancım olarak söyleyeyim. Ben şahsen dünyada şu anda bile tek süper gücün Türkiye olduğuna inanırım. Dersiniz ki çok şeydir. Belki dalga geçenleriniz olabilir. Ne manada? Tarihi arka planına vardığınız zaman çok ciddi temelleri olan bir ülkedir. Amerika’ya bakın, temelleri çok fazla derine gitmez. Avrupa’ya bakın, daha zaten birbirleriyle sürekli boğuşan insanlardır. Daha kısa bir zaman önce bu bankacılık sistemini biraz hayata geçirmişler ve bu Avrupalıları zengin zanneder insanlar. Hayır. Avrupalıları zengin yapan bizden aldıklarıdır. Buralardan götürdükleridir. İslam ülkelerinden sömürdükleri şeylerdir. Bugün hala sömürüyorlar. Ve bunlar çok müthiş bir algı yönetimi yaparlar. Derler ki işte Avrupa’nın zengin olmasının sebebi bankacılık sistemidir. Bankacılık sistemi de ancak kredi ile çalışır, faiz ile çalışır. İslam faizi yasakladığı için İslam ülkelerinin kalkınması söz konusu olamaz diyorlar. Burada da ayrıca bir psikolojik savaş yapıyorlar. Bizdekiler de bunu zaten çoktan kabul etmiş. Bugün bakın ilk kurulan banka İstanbul Bankası’dır 1840’lardaydı. Tarihinde hata edebilirim. Ondan sonra işte daha başka bankalar kuruluyor arkasından. Ve hala kurulmaya devam ediyor biliyorsunuz. Yani bunların işleri çok sıkıntılıdır ama mesele gayet güzel bir şekilde anlaşılıyor. Yani siz uğraşın, didişin, gece gündüz çalışın yapın, adam getirsin iki tane kağıt versin senin bütün yaptıklarını alsın götürsün, sen de akşam giderken hoplayarak zıplayarak git “bak sattım, elimde şu kadar para var” de. Şu kadar kağıt var. Ne parası var? Üç beş tane kağıtla senin bütün üretimini almış adam. Ve bakın tekrar ediyorum öyle bir noktaya getirmişler ki daha Türkiye 2009’a kadar kalıbıyla, her şeyiyle tamamen kendisinin bastığı para yok. Yani her şeyiyle diyorum. Çünkü 1850 yıllarından itibaren merkez bankası para basmaya başladı da fakat işte öyle tamı tamına %100 Türk parası diyebileceğimiz 2009’da oldu. Şimdi doların fiyatı yükseliyor. O kadar basittir ki. Hiç zor bir şey değil. Mesela şimdi burada pazara gidin domatesin kilosu ne kadar? 5 lira. Peki. Ben pazarcılık da yaptım. Allah’a şükür ticaretin birçok sahasında bulundum. Sanayide de bulundum. Hala bulunuyoruz. Bir gün önce fasulyeyi satarsınız diyelim 2,5 liradan kilosunu eski yaptığım zamanlar. Ertesi gün bakarsın ki 1 liraya fasulye gelmiş. Bende 2 liraya aldım 2,5’a sattım 50 kuruş. Şimdi 1 lira. Bu 1 liraya alıp 2 liraya satarsam bugün şahane. Alırsın oradan bir kaç çuval fasulye, biraz sonra bakarsın adamın biri arabayı yanaştırmış kilosu 1 liradan satıyor. Hadi bakalım sen para kazan kazanabilir misin? Şimdi gittiniz, eğer mal taleple dengeli ise orada kendiliğinden güzel bir fiyat oluşur. Ama burada pazarda satılacak domates en fazla 100 kilo. Ama pazara 200 kilo domates gelmiş ise ister istemez fiyat düşecek. Bu adamlar akşam o domatesi çöpe atamazlar. Zararına da olsa satarlar orada. İster istemez fiyat düşer. Onun için buna arz talep dengesi denir ticarette. Şimdi bunlar, ellerindeki Türk lirasını başkasının elindeki dolar ile değiştirdikleri an Türk lirasına demek ki talep yok, dolara talep var. Elinde dolar olan da fiyatı yükseltmeye başlayacak. Bu sistem aynen nasıl Osmanlı ile oynadıysa bizimle de çok rahat bir şekilde oynar. Bundan kurtuluşun yolları nedir? Şimdi onu kurandan göreceğiz Allah nasip ederse.
Bakara Suresinin 275.ayetini açalım. Burada Allah şöyle diyor; BAKARA, 275.. Ayet: Ellezıne ye’küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: faiz yiyenler, şeytanın dokunup aklını çeldiği kişinin davranışından farklı bir davranış göstermezler”. İşte bugün Avrupalıları faiz yiyenler olarak düşünün. Aslında Avrupalılar kelimesi yanlıştır. Yiyen bir kaç guruptur. Ve bunlar ellerindeki o kağıt imkanıyla devletleri de esir alırlar. Onu da unutmayalım. Mesela şimdi diyelim ki seçimle iktidara geliniyor. Seçim için de para lazım. Para da bunlarda. Parayı bastırır sizi esir alır, ondan sonra siz seçimi kazanın hiç sakıncası yok. Hiç önemli değil. Ondan sonra falan yerde efendim mesela Türkiye’de İslami konuda çok çalışan bir yer var. Gider onun tepesine parayı bastırır. En tepesindeki adamı esir alır, alttakiler ne yaparsa yapsınlar. Hiç problem değil. Ekonomik kuruluşlar da öyledir. Falan yerde çok büyük kuruluş var. İsim söylemeyeyim çünkü hoş olmaz. Mesela evinizde aleti olan çok büyük bir kuruluş. Hemen herkesin evinde bir aleti vardır. Siz zannedersiniz ki falanca gurubun. O falanca gurubun oradaki hissesi %10’u bulmaz. Dışardan herkes öyle zanneder. Efendim falanca medya şu kişi tarafından alınmış. Eskiden fetva kurulu başkanlığının verdiği imkanlarla bunların hepsinden haberim oluyordu o zaman. Şimdi haberim olmuyor da. Falanca adam önde gözükür. Ama aslında alan o değildir. Sahibi o gözükür ama o değildir. Dolayısıyla o kadar rahat ekonomik kuruluşları, şunlar, bunları o kadar rahat idare ederler ki. Çok basit paralarla çok büyük kuruluşları şey yaparlar. Zaten kağıt neticesinde. Onun için biz bütün bunlara Müslümanlar olarak son vermek zorundayız. Yani manzarayı az çok görelim de. Okuyalım. Bunlar ne diyorlar? “Ellezıne ye’küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: faiz yiyenler, şeytanın dokunup aklını çaldığı kişinin davranışından farklı bir davranış göstermezler”. Yani ne demek? Söyledikleri gerçeği yansıtmaz. Yani kötü şeyi süslü püslü gösterirler. “Zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba: bu şundan dolayı: derler ki; alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir”. Mesela ben o kadar zaman faizsiz bankalarda danışmanlık yaptım. Onların birçok yöneticisine, siz tüccarsınız dedikçe hayır biz finansörüz cevabını almışımdır. Yahu kardeşim siz tüccarsınız. Hayır finansör. Finansör ne demek? Sadece para veren demek. Yani kredi veren. Bugün bakın katılım bankaları kredi kelimesini kullanıyorlar. Bu kelimeyi kullanmayın diyene kadar mücadele etmişimdir. Bunu, bilenler çok iyi bilir. Çünkü kredi borç demektir. Bizim karz. Geçen hafta anlatmıştım. Kard, batıya gitmiş kredi olarak gelmiş. Borç demektir. Borçtan elde edilen gelir faizden başka hiç bir şey olmaz. Kredi geliri sadece faizdir. Sen bir taraftan insanlara diyorsun ki ben faizsiz finans kurumuyum diyorsun, öbür taraftan da kredi kelimesini merkeze yerleştiriyorsun. Ya sen bu işi bilmiyorsun ya da milletle dalga geçiyorsun. Bu işin ötesi yok. Ama maalesef kanunlarına bu kondu kelime olarak. “Ellezıne ye’küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: şeytanın dokunup aklını çeldiği gibi”. Öyle şeyler yapıyorlar ki anlayamadım falan deyip arkasından heralde doğrudur diyorsun. Falanca hoca da zaten danışma kurulundaymış oh tamam. . “Zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba: bu şundan dolayıdır: derler ki alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir derler”. “Ve ehalellahül bey’a ve harramer riba: Allah, alım satımı helal faizi haram kılmıştır”. Bakın faiz, alım satım gibidir demiyorlar. Alım satım faiz gibidir diyorlar. Yani faiz esastır kardeşim. Bugün içinizde ekonomi tahsili yapmış olan varsa kitaplarda okumuşsundur “faizsiz ekonomi olur mu ya. O zaman sermayeyi nasıl biriktireceksin, nasıl iş yapacaksın”. Hep söylerler, duymuşsunuzdur. Çünkü faiz esastır onlarda. Bak kuran meseleyi nasıl çok kısa öz ama 12’den vuran cümleler. Allah’ın kelamı çünkü. “Ve ehalellahül bey’a ve harramer riba: Allah alım satımı helal, faizli işlemi haram kılmıştır”. “Fe min caehu mevızatüm mir rabbihı fenteha: kime rabbinden bir öğüt gelip fa iz işlemini bırakırsa”, “fe lehu ma selef: daha önce aldığı kendine”. Ne diyor kuran tüm bu şeylere? Diyelim ki falanca büyük bir bankanın sahibi meseleyi anladı. Ben Müslüman oldum ne yapayım bu elimdeki parayı? Şimdiye kadar milletten aldık. Allah diyor ki tamam. Şimdiden itibaren bu işi bırak diyor. Şu ana kadar yaptıklarıyla ilgili bir şey söylemiyor. Yani problem çözücüdür. Onun için kuran hikmetle sorun çözüyor. Onu da hikmetle çözüyor. Peki öyle dediği andan itibaren ne olacak? Para öyle bir şeydir ki kullanmazsanız hiç kimsenin işine yaramaz. Şura ağzına kadar para dolu olsun, bir bardak su olur mu bize bu para? İçebilir miyiz? Bir parça ekmek olur mu bu para? Bu paradan yararlanabilmek için o parayı tüketmek gerekir. Bir şey ile değiştireceksiniz. Dolayısıyla o insan faizden tevbe ettiği zaman piyasaya çok büyük bir ekonomiyi hareket ettiren kişi olarak girer devreye. Dolayısıyla öyle yücel bir rol üstlenir ki eski günahları ortadan kalkabilir. “ve emruhu ilellah: onun durumu C. Hakk’a kalmıştır”,”ve men ade ıfe ülaike ashabün narüm fıha halidun: kim de faize dönerse işte onlar cehennemliktirler, orada ölümsüz kalacaktır”. Yani okuyorsunuz ayeti gene tekrar faizciliğe dönüyor. Şimdi adını söylemeden bir hocadan bahsedeyim size. Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplantısı var, toplantıya banka genel müdürleri, BDDK’dan gelmişler falan. Katılım bankalarından gelmişler. Orada hocanın birisi kalktı işte riba başka faiz başka, Allah kat kat katlananı haram kılmıştır falan. Neyse ben orada Ona cevap verdim ama baktım ki anlaşılmamış. Şunu söylüyor: “efendim eskiden zenginler fakirlerden faiz alırdı onun için yasaklandı. Şimdi zenginler faiz veriyor fakirler alıyor”. Ya Hocam dedim, siz geri alma garantisini sağlamadan faizli borç veren bir kişi biliyor musun? Böyle birisi olur mu? Nerede dedi. Tabi ilgili ayeti okudum. Şimdi onu okumayacağım. Çünkü geçen hafta okumuştum. E tabi canım adamın bir evi vardır. Tabi evi varsa elinden alacak. Evsiz kalacak değil mi? Efendim işte kat kat katlanarak faiz. O da konuyu Bilmemekten kaynaklanıyor. Oradaki o ayet faizin yapısını gösteriyor. Az önce Abdurrahman okudu, Yahya okudu. Faiz katlanarak büyür. Kartopu gibidir. Yapısı odur yani. Küçücük bir sivilce koskoca bedeni nasıl öldürüyorsa küçücük bir faiz de gördüğünüz gibi tarihin en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devletini nasıl öldürdüğünü gördünüz işte. Ondan sonra dedim Hocam, milyarda bir oranında bile faiz haramdır dedim. Hangi ayette dedi. Okudum ayeti: “ve in tubtum
fe lekum ruûsu emvâlikum lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn: faizden tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Haksızlık etmezsiniz haksızlığa uğramazsınız”(BAKARA 279). Ana mal ne demektir? Ne verdiysen o. Bir kuruş fazla alsan ana mal olur mu? Ondan sonra meseleyi anladı. Bir hafta sonra gazetede yine eski fetvalarını devam ettiriyor. Ne diyor C. Hakk burada? “ve men
âde fe ulâike ashâbun nâr, hum fîhâ hâlidûn” (BAKARA 275). Onun için Müslümanlara hocaların yaptığı zararı Avrupalılar falan veremez. Mümkün değil. Eğer Osmanlı’da ulema dik dursaydı onlar faize girmezlerdi. Ne yaparlar belki bizim gibi bir süre irtibatı kesebilirler ama söylediklerini duymazlık edemezler. “Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât: Allah, faizli ekonomiyi daraltır”. Şimdi Osmanlı’ya faiz girdiği andan itibaren neler olduğunu gördünüz değil mi? Daralmak ne kelime, iflas etti diyordu değil mi Osmanlı hazinesi. Kısa bir süre sonra. Yahu koskoca Osmanlı hazinesi iflas eder mi? Geçen hafta işte Yahya okudu gene şeyden, ekmek bulunamıyor ya. Ahmed Cevdet Paşa’nın hatıratından. İstanbul’da millet ekmek bulamıyor. O hale geliyor. Bak gördünüz mü? Ayeti görüyor musunuz? “Yemhakullahu riba: Allah, faizli ekonomiyi daraltır”. Ne demek? Allah’ın koyduğu kanun budur. “Ve yurbis sadakat” ama sadakalara dayalı, zekata dayalı bir ekonomiyi de çok arttırır. İşte Turgut Özal başbakan iken Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarını da çağırmıştık burada bir toplantı yapmıştık. İslami İlimler Araştırma Vakfı olarak ki kitap olarak Ensar Vakfı’nda olması lazım. Bizde de vardı kayboldu galiba. Türkiye’de zekat potansiyeli diye bir toplantı yapmıştık.
ABDURRAHMAN YAZICI: İnternete koymuşlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Koymuşlar mı? Tamam. O zaman yaptığımız çalışmada o günkü Türkiye’nin resmi envanterine göre Türkiye’deki zekat potansiyeli o seneki devlet bütçesinin 4 katıydı. Devlet bütçesinden ne kadar sosyal harcamalara ayırıyor devlet, onun 4 katının sosyal harcamalara ayrıldığını düşünün Türkiye ne olur? Bak ayeti görüyor musun? “ve yurbis sadakat” diyor. Gelişmek istiyorsan bununla. Çünkü faiz, sürekli insanları ekonominin dışına atar. Zekat da ekonominin dışına atılanları merkeze alır. Ama çok üzücü bir şeydir ki faiz-zekat karşılaştırmasını da yani bilmiyorum, benim şu ana kadar gördüğüm bizden başka bunu ele alan kimse yok. Hiç kimse ele almamış. Allah manevi olarak daraltır demişler. İşin maddi tarafını ben şahsen hiç görmedim ele alan. Geçen hafta da siz söyledim, bizim burada 10 yıl her pazar günü ekonomi uzmanı arkadaşlarımız geldi. Şartları şuydu: bir problem getirdiler her defasında sadece kurana göre çözdük ve gittiler. Onun için, yoksa Allah’a hamdolsun bu bilgi birikimi öyle iki dakikada olmuş bir şey değil. Kaynaklarda bir yerde bulamazsınız buradaki duyduklarınızı. “Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât” Allah faizli ekonomiyi iyice daraltır ve sadakalarla olduğu zaman da müthiş bir şekilde. Yani sosyal harcamalar. Tabi bunun istismar edilmesin de şey yapılır ama bunu söylediğimiz zaman kurandaki zekat kastediliyor. Yoksa gelenekteki zekat değil. Gelenekteki zekata bakarsan açın Ömer Nasuhi Bilmen’in İslam İlmihalini. Kuran zekatı 8 yere verir ki tüm sosyal ihtiyaçları karşılayacak yerlerdir onlar. Orada bir tanesini zaten kafadan kaldırmışlardır: mükellefeyi kulub. Ömer(ra)’a iftira yapılarak. Bu kelimeyi de bilerek diyorum. Ömer N. Bilmen’in Islahatı Fıkhiyye Kamusu’nun 5.cild galiba. Neyse, cildi yanlış hatırlayabilirim. Orada bir okursanız mukellefeyi kulub ile ilgili yazıyı, görürsünüz neler yazıldığını orada. Kalan 7 kısmı da öyle tarif ediyorlar ki ikiye düşüyor. Birisi zekat toplayan memurlar, ikincisi de fakir. Fatih ile Eskişehir’e gidiyoruz. Bozüyük’ü geçtikten sonra sol tarafta kilit vurulmuş epeyce fabrika var. Bahçesi ağzına kadar mal dolu. İşte o fabrikatöre zekat vereceksin. Çünkü o fabrikanın sahibi faiz ala ala artık alamaz hale gelmiş. Can suyu kaybolduğu için çalışamıyor. Vereceksin ona zekat, orada onbinlerce kişi zaten.. On bin kişi çalışıyor muydu? O insanlar zaten harekete geçer. Zaten sene sonunda senin verdiğinin bir kaç katı piyasaya gider. Mal üretir, işçi çalıştırır, hammaddesi, taşımacısı, şu su, bu su ondan yaralanan insanlar müthiş bir ekonomi oluşur. Ve arkasından da zekatını verir tabi. “Satsın adam fabrikalarını”. Satsın ne olacak? Ya kardeşim bu o kadar basit bir olay mı? Satmadan batmış ya. Fıkıha göre değil ama kuran ve sünnete göre yaptığınız zaman inanılmaz bir gelişme sağlar ekonomide. Şimdi burada diyor ki Allah; “vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm”(BAKARA 276). Allah, nankörlük edip günaha batan hiç kimseyi sevmez. Yani “esin” kelimesi tabi böyle yavaşlanmış, fazla hevesli değil. “Tamam siz yapın yapın”. Umursamaz bir tavır falan filan. “İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti” ama inanan. Neye inanıyorsun? Allah ne diyorsa o doğru. ” ve amilûs sâlihâti” iyi işler. Çözüm burada. Allah’ın emrettiği gibi çalışacaksın. Para mı kazanmak istiyorsun? Yolu, ya mal üreteceksin ya hizmet üreteceksin. O kadar. Onun için bizim yapacağımız şu: mal ve hizmet üretmek. Peki şu anda kağıt parayı kaldırma imkanı da yok. Şu anda kaldırın demenin bir anlamı yok. O zaman yapılacak şey, onu faizsiz hale getirmek. Onun doğurduğu bir takım faydalı şeyler de var elbette yani. Ama zararı faydasından çok. O zararlı kısımlarını arındırdığın zaman bu ülkenin her bir toprağında her bir bölümünde her bir noktasında insanlar üretime bir başlasın, o zaman bakın ki Avrupalısı, şu su, bu su bize zarar verebiliyor mu? Hiç bir şey yapamaz. Vücudun sağlam olduktan sonra mikroplar sana bir şey yapamaz. Tabi tedbirini de alacaksın. ” ve amilûs sâlihâti: iyi iş yapan”,”ekâmûs salâte: namazı tam kılan”, “ve âtevûz zekâte: zekatlarını verenler”(BAKARA 277). Zekatı adam vermiyor, ne yapacaksın? Gidip alacaksın. Allah ayette diyor “huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim”(TEVBE 103) Al onların mallarından zekatı diyor. Bununla onları hem arındırırsın hem de kalkındırırsın diyor, geliştirirsin diyor. “Lehum ecruhum inde rabbihim: bunların rableri katında da ücretleri var”. Bu dünyada zaten kazanırlar ama asıl kazançları ahirette olacak. “Ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: bunların üzerinde korku olmaz”(BAKARA 277). Yok efendim dolar artacakmış, ne yapıyorsanız yapın. Buyurun hodri meydan. Hiç bir halt edemezler. Hiç bir şey yapamazlar. Avrupa’da bahsettiğim bir toplantıda Almanlar’a söylemiştim. Avrupa’da ekonomik kriz başlangıcında. Dedim ki; sizin ülkenizde mal ve hizmet üretiliyor. Mal ve hizmet üretiminin olduğu bir yerde ekonomik kriz olmaz. Çünkü insanın paraya ihtiyacı yoktur. İnsanın ihtiyacı mala ve hizmetedir, onu da siz üretiyorsunuz. Sizde ekonomik kriz yok. Sizde bilgi krizi var dedim. Orada neler yapılması gerektiğini özet olarak söyledim onlara. Şimdi burada diyor ki Allah; “böylelerinin üzerinde korku olmaz”. Doğru davranıyorum. Ben yanlış yapmıyorum. Çünkü Allah’ın dini fıtrattır biliyorsunuz. Kurandaki çözümler hem çok kolaydır, hem çok kalıcı ve her şeyi düzelticidir. “Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe” peki ne yapacağız? Burada söylüyor. “Müminler! Allah’tan çekinin de kendinizi koruyun”. “ve zerû mâ bakiye miner ribâ: faizden geriye ne kalmışsa bırakın”. Resulullah (sav) veda hutbesinde dedi ya; “bütün faiz alacakları kaldırılmıştır”. Alınmışlar geri verilmiyor dikkat edin. Bu da çok önemli. Bu insanlara ne yaptıysan yaptın ama bundan sonra yapma diyor. Bütün faiz alacakları kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım kim diyor? Amcam Abbas’ın faiz alacakları. Bizim faizimiz diyor. Çünkü amcası ya. Amcam Abbas’ın faiz alacaklarıdır diyor. Önce kendisinden başlıyor. “Ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn: inanıyorsanız faizden arta kalanı bırakın”(BAKARA 278). “Fe in lem tef’alû: bunu yapmazsanız”, yani faizi bırakmazsanız. “Fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih: Allah ve Resulü tarafından açılmış savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin”. İşte Abdurrahman’ın anlattığı tabloyu gördünüz. Savaş bir de ne yapar? Nüfusu azaltır değil mi? İnsanları. Avrupa’ya gidin Avrupa’nın kârı mı var? Avrupa’da nüfus kalmamış. Ailelerde huzur kalmamış. Aile kalmamış. Çoluk çocuk kalmamış. Ve bir müddet sonra Avrupalı kalmayacak gibi bir durum var. Şimdi kuran Allah’ın kitabı ise o insanlar da Allah’ın kulu olduğu için bizim onlara da çözüm sunmamız gerekir ki o çözümü görsünler müslüman olma ihtiyacı duysunlar, onlara tebliğ yapmış olalım. “Ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum: tevbe ederseniz faizden, şimdiye kadar aldıklarınız tamam ama şu anda faiz alacaklarınız varsa onları alamazsınız. Sadece ne verdiyseniz onu alırsınız. Ana malınız. Bir kuruş ilavesi çıkarması yok. Onu alırsınız. “La tazlimûne ve lâ tuzlemûn: haksızlık yapmaz haksızlığa da uğramazsınız”(BAKARA 279). Ne fazla alacaksınız ne noksan. Efendim enflasyon şu. Tamam, enflasyon farkını alırsın. Senin hakkındır. Bak ayet onu da şey yapıyor. Çünkü kağıt paranın kendi değeri yok ki. Onun temsil ettiği değer var. O değer düşer, çıkar. Senin hakkın, o temsil edilen değerdir. Verdiğin zaman. Ya tamam da adamın ödeyecek hali yok, ben ne yapayım? Allah onu da şey yapıyor. “Ve in kâne zû usratin fe naziratun ilâ meysereh”. Baktınız ki adam sıkıntı içerisinde, ödeyemiyor. O zaman genişliğe çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Rahatlasın. Rahatlayıncaya kadar bekleyeceksiniz. Bugün mesela işte bu faizli sistemin yüklediği bir sürü yük altında esnaf inim inim inliyor. Ödeyemediği vergiler var, ödeyemediği sosyal sigortalar pirimleri var. Ne kadar yapılanma yaparsan yap, her bir yapılanma bunları bankaların kapısına göndermek oluyor. Bunlara çok dikkat etmek lazım. Bunların çok kolay çözüm yolları var çok kolay. Onlardan şimdi bahsetmeyeceğim. Lüzumsuz. Anlayan oluyor, anlamayan oluyor bir sürü lüzumsuz bir şekilde tartışmalar başlıyor. Hiç gerek yok. Diyor ki Allah ” Ve in kâne zû usratin fe naziratun ilâ meysereh”. Adam sıkıntıdaysa rahatlığa çıkıncaya kadar bekle. Adamı sıkboğaz etme. O insan hayatını yaşayacak. Bu adam bu toplumun bir insanı. Dışarıya atamazsın. Bekle. Ödeyecek imkanı yok. “Ve en tesaddekû”. Sadaka kelimesi zekat manasına. Türkçedeki manada değil. Tevbe suresinin 60.ayetini hatırlarsanız “İnnemâs sadakâtu” diye başlar. Sadakalar. “Ve en tesaddekû” o alacağınızı zekata saymanız. Benim o kadar zekatım yok? O zaman bir başkası da zekat verir. Zaten zekat kurumu, anlattık ya: Türkiye bütçesinin 4 katı şey var. Elbette bunların alacakları kapatılır. “Ve en teaddaku hayrun lekum” onu sadakaya sayarsanız daha hayrınızadır. Çünkü bu insan hemen ekonomide üretici haline gelir. Ve siz de ondan istifade edersiniz. Tüm toplum istifade eder. “İn kuntum ta’lemûn: bunu bilseniz böyle yaparsınız”(BAKARA 280. “Vettekû yevmen turceûne fîhî ilâllâhi: Allah’ın huzuruna çıkarılacağınız o güne karşı Allah’tan çekinin ve kendinizi koruyun” şimdiden tedbirlerinizi alın. “Summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet: sonra herkes ne yaptıysa karşılığı tam olarak verilir”. Şu da olmasın diyemezsiniz.”Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet
min sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ”(ALİ İMRAN 30) o gün herkes yaptığı iyiliği karşısında hazır bulacaktır. Yaptığı kötülüğü de görünce bu nereden karşıma çıktı? Keşke aramızda uzun bir mesafe olsaydı da bunu görmeseydim diyecek. Keşke bu çok uzak yerde olsaydı da görmeseydim diyecek ama görecek önünde. Diyor ki Allah ” ve yuhazzirukumullâhu nefseh: Allah sizi kendinden korkutur”. Yani Allah’ın huzuruna çıkacaksınız. Orası affetme yeri değil, orası hesap yeridir. “vallâhu raûfun bil ıbâd: Allah kullarına karşı çok merhametlidir”(ALİ İMRAN 30). İşte burada da diyor; “Vettekû yevmen turceûne fîhî ilâllâhi: Allah’ın huzuruna çıkarılacağınız o günden kendinizi koruyun”, “summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet: herkese ne kazandıysa tastamam verilecektir”. Bu senin yaptığın: ne diyecekler? ” mâli hâzel kitâbi lâ yugâdiru sagîreten ve lâ kebîreten illâ ahsâhâ,
ve vecedû mâ amilû hâdırâ”(KEHF 49) “buna bak hele! Bunu da yazmış, bu da varmış. Uçar gider diye düşünüyordum”. Şimdiden tedbirini alacaksın. “Ve hum lâ yuzlemûne: hiç bir şekilde kendilerine yanlış yapılmayacaktır”(BAKARA 282). Ona göre tedbirimizi alalım. C. Hakk, rızasından ayırmasın. Demek ki şey çok kolay. Bir kere faizi bırakacaksınız. Bugünkü bankacılık sistemini faizsiz hale getirip de bu paranın serbest dolaşımı önünde bunlar çok büyük engellerdir bankalar. Bugün bankadan bahsediyoruz ya. O konudan da size bahsedeyim. Bankalar, piyasadaki parayı toplarlar. Kredi verirken ne yaparlar? Belli bir süreyle verirler değil mi? Diyelim ki işte 1 yıllığına verdi. Topladıkları zaman o parayı hapsetmiş olurlar. Kredi verdikleri zaman da geçici olarak serbest bırakılır. Ne diyorlar bugünkü şeyde? Gözetimli serbestlik mi ne diyorlar. Denetimli serbestlik. Geçici olarak serbest bırakırlar. Çünkü o da gerçek manada denetimli serbestliktir. Çünkü herhangi bir anda o şeyde uzun bir sözleşmeleri vardır, orada bütün maddeleri okuyamazsınız. Küçük küçük cümlelerdir zaten. Herhangi bir durumda gelir derler ki tamam şeyi getir geri ver. Şu anda milletvekili olan bir arkadaşım 28 Şubat’tan çok önceki dönemlerde, o yöneticilerin adlarını da söylemeyeyim çünkü onları da ilgilendiren bir husus. Başbakanı da söylemeyeceğim. Sirkeci’de büyükçe bir iş hanı satın almış. Alırken de bir devlet bankasından kredi almış. Tabi kredinin haramlığı… Şimdi o işleri bırakmış da bana anlattı. Diyor ki daha yeni aldım. Çok da ucuz aldım, çok da iyi aldım seviniyorum. Aa diyor iktidardaki partinin İstanbul il başkanlığı seçiminde baştakinin istemediği bir tarafı desteklediği için hemen o devlet bankası gelmiş bu adama-o kadar çok bahane var ki-sen bir ay içerisinde ödemeyi yap, aksi takdirde temerrüde girecek. Temerrüt ne demek? Yani ödemeyi zamanında yapamadığı için bankanın tek taraflı faizi arttırdığı şey. Anam ağladı diyor ondan kurtulana kadar. Daha önceki zenginlikler de elinden alınıyor. Yani denetimli serbestlik kelimesi krediye çok uygun. Belli bir süre serbest bırakıyor, ondan sonra da diyor ki getir o parayı. Ya kardeşim ben para üretmiyorum mi. Ben ya mal üretiyorum ya hizmet üretiyorum. Benim üretmediğim şeyi benden niye istiyorsun? Yok, getireceksin diyor. Bir de verdiği kadar değil fazlasını istiyor. Daha malı satmadım? Yok. Bankanın kredi sistemi tümüyle ekonominin anasını ağlatır. Sistemi tamamen çökertir. Her şeyiyle. Hiç bir faydası yoktur sadece zararı vardır. Bunu, faizsiz bir sistemde o paraların çok rahat dolaştığı, Türkiye’nin her noktasına gidip geldiği, rahat bir şekilde ulaştığı, mal ve hizmetin ulaşımını ve dolaşımını sağladığı bir sistemi oluşturmak zorundayız. Bu kadar. Sualleriniz varsa ya da internetten varsa.
KATILIMCI: Sermaye piyasasında çalışan arkadaşların bir eleştirisi olabilir. Reel ekonomiye geçilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Fakat burada resesyon riski var mı? Yani bu bir anda olabilecek bir şey mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O kadar kolay ki oradan geçme. Onlarla oturup konuşmak lazım. Çok kolay. Zaten İslam odur yani. Geçen hafta söyledim ya. Lambaları söndürün karanlık. Çok büyük bir sıkıntı. Lambaları birden bire yakınca gözlerimiz kamaşır. Ne olacak? Az sonra geçer.
KATILIMCI: Osmanlı’da bu gelişmeler olurken ulema buna hiç müdahale etmemiş mi? Ya da nasıl etmiş etmişse?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Benim ulemanın müdahalesine dair şu anda çok emin değilim ama şunu gördüğümü zannediyorum. Çünkü aradan çok yıllar geçince bilgiler karışabiliyor. %450’ye, %500’e varan enflasyonlar oluyor. Orada eytam sandıkları var. Yetimlere ait sandıklar. Eytam ve eramil diye sandıklar vardır. Yani dul kalmış kadınlar, yetim çocuklar. Onlar için sandıklar var. Onların alacaklarındaki enflasyon farkının ödenmesine dair fetvalarını gördüm, onun dışında bir şeylerini görmedim. Sen bir şeye rastladın mı?
ABDURRAHMAN YAZICI: Ulemanın değil de bazı devlet adamlarının bu anlamda şeyleri var. İlk borç alınacağı zaman bu konuda diğer devlet adamları devreye girerek bunun devlete vereceği zararın olacağını vesair söylüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siyasi tabi. Orada şeyi kaybedecekler. Diyorlar mı ki Allah’ın emrine aykırıdır. Asıl mesele o.
KATILIMCI: Şu andaki iktidar diyor ki; İMF’ye borcumuzu
ödedik. Fakat muhalefet de diyor ki; oraya borcunu ödedin ama dünya kadar gizli borç var. Biz şimdi burada tereddütteyiz. Şimdi hangisi sizin anlatımınıza göre burada iveç mi yapıyorlar yoksa hakikaten böyle bir gelişme var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben şahsen devletin gizli borcu olduğunu bilmiyorum. Ama şirketlerin borçları olur. Sistem maalesef sıkıntılı bir sistem. Bu sistemi düzeltmek lazım. Düzeltmek de hiç de zor değil yani. Düzeltmek de kolay da yeter ki olmuş olsun.
ABDULLAH BAYINDIR: Bugün ekonominin çok iyi olduğunu ifade ederken bile devlet adamları bugün başbakan, cumhurbaşkanı, işte kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarının yüksekliğini anlatıyor. Yani aslında şirketlerimiz kredi alabiliyorlar diye. Bir bakıma faizli borç almakla övünme diye bir şey var. Yani bu, kendilerini tamamen mevcut ekonomik düzene kaptırmışlar. Onu gösteriyor. Her ne kadar İMF’ye borçlarını kapatmışlar ama yani şirketlerin dışarıdan kredi bulabilmeleriyle de seviniyorlar bir bakıma. Muhalefet de büyük şirketleri dışarıdan aldığı kredileri devlete yazıyor ve diyor ki; şirketler büyüdükçe, kredi sistemi içerisinde daha çok kredi alıyorlar. Daha büyüyorlar daha da kredi alıyorlar. Büyük şirketlerin borcunu Türkiye’ye yazarsan diyor ki Türkiye’nin borcu 10 yılda 10 kat büyüdü, 20 kat büyüdü fala filan diye öyle bir karşılıklı atışmalar var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet güzel cevap verdin.
KATILIMCI: Hocam çalıştığım şirkette yaklaşık 2000’in üstünde çalışan kişi mevcut. Normalde şöyle bir şey duydum ben: bu çalışan arkadaşların maaşları sanırım bankaya önceden verilip herhalde günlük faiz işletiliyormuş. Mesela maaş alımına 4-5 gün kala verilip bankadan günlük faiz alınıyormuş. Çünkü yüklü bir para olduğu için. Dolayısıyla biz de ister istemez bu şeyin içerisinde bulunuyoruz. Bizim de maaşımızdan firma bir nevi faiz kazanıyor. Biz bu faiz olayından sorumlu oluyor muyuz oradaki süreçten ötürü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz de Süleymaniye Vakfı olarak çalışanlarımızın maaşlarını mecburen bankaya. Öyle bir şart getirmişler. 10 kişiden fazla oldu mu bankaya. Onlar da yanlış mı? Onların da doğru tarafları da var. Faizi devreden çıkarttığın zaman problem kalmıyor. Şöyle. Eskiden, hatırlarsınız maaş dönemlerinde çok büyük şeyler olurdu. Hırsızlıklar, o personele karşı yapılan düşmanlıklar. Hatta zırhlı araçlarla paralar getirilirdi dairelere falan. Şimdi bu sistem, ondan insanları kurtardı ciddi manada. Yani orada şu halde bile sizin günahınız yok. Siz maaşlarınızı alabilirsiniz. Yani öyle bir güven açısından iyi bir ortam oluşturmuş oldu. Ben söyledim ya bu kağıt para sisteminin iyi taraflarından da yararlanmak lazım. Sadece faiz kısmını kaldırdın mı gerisi aynen devam eder. Bankaları da kapatmaya gerek yok. Faizli işlemlerden şey yapacağız.
RASİM HOCA: Soru şudur: çok aktüel günümüzün sorusudur. Biliyorsunuz bugünler belki 6 ay hükmet, bu ekonomi bakanıyla ve merkez bankasının başkanıyla temastadırlar. Bu Türk liranın kuru arttığından dolayı. Şimdi biliyorsunuz bizim hükümetin başkanı diyor ki; faizi çekin aşağı. Mümkün olduğu kadar çekin aşağı. Bu arada çekiyorlar. Ama çekince bir makas çıkıyor ortaya ki lira artıyor. Yani dolar liraya karşı artıyor. Lira değer kaybediyor. Şimdi en son haberlere göre diyorlar ki; dolar dünyada artıyor. Yani onun Türkiye’de artması kaçınılmazdır. Şimdi burada bu liranın ya faizin ne kadar derine gitmesini dile getirmez mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Elbette yani. Faiz söz konusu olduğu zaman bu tür şeyler kaçınılmaz bir şekilde devreye giriyor. Ben de onu anlatmaya çalıştım demin. İnsanlar ellerindeki dolar dışındaki paraları piyasaya sürmeye başladılar mı tabi ki dolar talep etmeye başladılar mı dolar yükselecektir. Çok tabii bir şeydir. Ama Türkiye’deki faiz oranları, uluslararası sisteme bakarsanız çok yüksek aslında. Eski faizlere bakarsanız %100’leri aşan faizler vardı. Onlarla kıyasladığın zaman çok iyi ama bir de mesela Avrupa’da, Amerika’daki, Japonya’dakine göre çok yüksek. Bizim inancımız açısından faizin milyarda biri de olamaz. Faiz diye bir şey olmaz ekonomide. Onu tamamen silmek gerekir. Bunun da usulüne uygun, bilimine uygun bir şekilde yapılması lazım. Aksi takdirde istenen neticelerin alınması çok zorlaşır.
KATILIMCI: İş yaparken ticaret alanında ister istemez parayı bankaya yatırdığınız zaman o para belli bir müddet duruyor. Ona banka faiz koyuyor. Siz tekrar parayı bekletiyorsunuz. Ne kadar siz çekmeye çalışsanız da faizden paranızı arındırmak için, sizin elinizde yapabileceğiniz hiç bir şey yok. Ben Kanada’da yaşıyorum. Orada herhangi bir iş alanında hesap açmak zorunlusunuz. Hangi bankayla çalışıyorsunuz, hesap numaranızı istiyorlar. Nasıl bundan atında alabilirsiniz anaparanızı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Böyle bir durumda bir zamanlar Türkiye’de de vadesiz mevduata bankalar faiz işletiyordu. Şu anda o, bildiğim kadarıyla yok. Ama Kanada gibi bazı ülkeler demek ki bunu devam ettiriyor. Bazı ülkelerde de para alıyorlar üstelik. Şimdi böyle yerlerde sizin onayınız dışında sistem gereği böyle bir durum olduğu zaman o faiz olarak tahakkuk eden kısmı alır bir fakire verirsiniz. Bu kadar.
KATILIMCI: Hocam fakir dediniz de hani zekat anlamında bunu müslümanların dışında ihtiyacı olan çünkü yurt dışında yaşayınca hani Müslümanı bulmak, yaşadığım ortamda yani Müslümanım deyip çok zengin olan da var ya da Müslüman olmayıp ihtiyacı olan da var. Müslüman olmayana zekat verilebilir mi? Ben verdim senelerce. Veriyorum hala. Bir kısım tanıdıklarım da olmaz diyor. Sizin düşüncelerinizi alabilir miyim?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurana baktığınız zaman zekat ile ilgili ayette diyor ki: “innemes sadakâtu lil fukara vel mesakin” diye devam ediyor. Hiç bir yerde din şartı yoktur. Onu ulema kendi arasında çeşitli görüş ortaya koyuyor. Hatta o zekat verilenler içerisinde muellefeyi kulub, kalpleri ısındırılanların gayrımüslim olabileceğine dair kitaplarda ayrıca ifadeler de vardır. Ama ondan daha önemlisi hiç bir yerde zekat verilecek kişinin Müslüman olmasını ifade eden bir hüküm yok. Ayetlerin hiç birisinde yok. Zaten biz Müslümanlar olarak insanların problemini çözeceğiz ki o insanlar da biraz İslam üzerinde düşünme ihtiyacı duysunlar.
KATILIMCI: Geleneksel anlayışta zekat konusuna değinildiği zaman arabanızdan verilmez, tarlanızın bir kısmından verilmez, evinizden verilmez, maaşınızdan verilmez, eğer paraya ihtiyacınız varsa verilmez gibi hususlar mevcut. Bu konuda hüküm nedir? Yani zekayı kim verecek, hangi maldan verecek?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnşallah o konuda da ayrı bir ders yapmayı düşünüyorum Allah nasip ederse. Vergi ve zekat karşılaştırması inşallah. Bir kere siz insan olarak yaşamak durumumdasınız. Yaşamak için asgari ihtiyaçlarınız vardır. Evdir, ulaşım vasıtası araba olur başka bir şey olur. Ya da işte ticaret yapıyorsanız bir dükkana ihtiyacınız olacaktır. Oraya verdiğiniz kiradan dolayı mesela devlet vergi alıyor falan. Bütün bunlar, Abdurrahman’ın okumuş olduğu batılıların yani bu para sahiplerinin şart koştuğu şeylerdir. İnsanlardan her halükarda alacaksınız ki bize veresiniz şeklinde. Bir kere insanlar asgari geçimlerini sağlamalılar. Bakmak zorunda kaldığı kişilerin de asgari geçimlerini sağlamalılar. İnsan gibi ayakta durmalılar. Ondan sonra artandan ancak zekat verilir. Artan bir kısım olmazsa ondan zekat verilmez. Az önce söylediğim gibi yani burada bu sistemde zenginler yani artan malı olanlar zekat verir. Ama şu anda içinde bulunduğumuz sistemde içinizde eğer vergi uzmanları varsa bilirsiniz. Sadettin Bey burada o şey yapar. Bu sistemde zenginler vergi alır, vergi vermezler. Asgari ücretli verir, oturduğunuz evden vergi verirsiniz, dükkanınıza vergi verirsiniz, arabanıza verirsiniz. Maaşlardan dünya kadar vergi alınır. Bu adam geçiniyor mu geçinemiyor mu diye bakmazlar. Siz bir şirkete ortak olursunuz, o şirket çalışır, kazandığı zaman oradan vergi verirsiniz. Oradan kendi payınızı alsanız oradan ayrı gelir vergisi verirler. O parayı harcarken de vasıtalı bir sürü vergi girer eline bir şey geçmez. Bugün sistem maalesef bu ama bugünkü devletlerde çeşitli teşvik yasaları falan vardır. Teşviklerden küçük ve orta esnaf değil. Mesela Türkiye’nin büyük zenginlerinden bitanesiyle aramızda geçen konuşma. Bundan tabi yıllar önce. Ben söyledim bu durumları anlattım. İşte vergilerden, zekattan bahsederek. Bırakın dedim siz vergi veriyor musunuz dedim anlattım sistemi şöyle şöyle. Adam bir kızdı “Hoca, sana bunları kim öğretiyor” dedi. Çünkü bilinmesini istemiyorlar. Tamam mı? Evet. Ama şeyde öyle değil. Her tarafı işgal etmiş adamlar. Zaten sistemin adı kapitalizm. Kapitalden yana olan demektir. Zenginsen her şeyin tamam demektir. Fakirsen yandın.
KATILIMCI: Oğluna kendi dükkanını kiraya veriyor. Yani oğluna diyor ki sen bu dükkanı işlet benim ihtiyacım yok. Devlet yok diyor, ondan stopaj vergisi kesiyor. O kadar var ki akla hayale sığmayacak vergiden kurtulalım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani biz bütün bu konularda, her konuda ama dünyaya örnek olma mecburiyetindeyiz. Gerçekten İslam’ın mükemmelliğini görüyoruz, öbür taraftan da adam the state impossible dediği zaman imkansız devlet, tabi batılılar tepesine kaldırıyorlar. Niye? Çünkü şu anda yeryüzünde İslam’ın alternatifi yok. İnsanların inanç ihtiyacını karşılayacak tek şey İslamiyettir. Ve işte şu anda ben burada konuşuyorum dünyanın her tarafından insanlar beni dinliyor. Siz soruyorsunuz dinliyor. Bu kadar iletişimin olduğu, bu kadar okur yazarın olduğu, daha küçücük bir çocuğun bile elinde telefonla dünyanın her tarafında olup bitenleri takip ettiği bir dünyada İslam’dan başka hiç bir inancın yaşama şansı yok. Bunu da insanlar anlamaya başladılar. Ve bunu engellemek için de ellerinden geleni yapacaklardır. Yapsınlar, önemli değil. Tabiki yapacaklar. Adamlar cehenneme gitme hürriyetine engel olmamız mümkün değil. Ama bizim asıl yapmamız gereken, tüm dünyaya Müslüman Gayrı Müslim ayrımı yapmaksızın çünkü hepsi Allah’ın kuludur. Tüm dünyaya bu büyük sıkıntıdan çıkış yollarını göstermektir. Ben şahsen çok isterim ki dün Yahya ile arkadaşlarla konuşuyoruz burada, ya her konu aynı kişiler, aynı kişiler, aynı kişiler. Keşke şu ekonomi konusunda ayrı bir birimimiz olsaydı burada herhalde çok daha güzel, size yazılı bir takım çözümleri sunardık. Her hafta birkaç tane toplantı. Aynı kişiler yani. İnşallah çok büyük bir araştırma ekibimiz C.Hakk lütfeder oluşur da bütün dünyaya kuranın güzelliğini sunmak nasip olur. Hepinize teşekkür ediyorum. Haftaya Allah nasip ederse enflasyon konusu üzerinde duracağız.