ABDULAZİZ BAYINDIR: Biliyorsunuz son birkaç haftanın en önemli konuları arasında faiz ve yabancı paralatın Türk parası karşısında aldığı değerler konuşuluyor. Bunların arka planı, yapılması gereken şeyler üzerinde biraz konuşmak lazım. Şimdi İslam alemi, batılıların arkasından gitmeye başladığı günden itibaren her şeyini kaybetmiştir ve her geçen gün biraz daha kaybediyor. Bir ilerleme söz konusu değil. Ve batılılar gerçekten bu konuda o kadar başarılı olmuşlar ki artık Müslümanlar batılı kriterler, işte bilmem falanca haklar, filanca haklar derken her konuda batılıları kendilerine örnek almaya başlamışlardır. Bunlar gerçekten son derece üzücü şeylerdir. Ama biz bugünden itibaren bir kaç hafta Allah nasip ederse konunun ekonomi ile ilgili kısmına değineceğiz. Birçoğunuz biliyorsunuz bu konuda bizim müstakil bir yayınımız da vardır. Ticaret Ve Faiz diye bir kitap var. Bu kitap, 1978’den 2003 yılına kadar yapmış olduğumuz yüzlerce toplantının ürünüdür. 1993’den 2003 yılına kadar da her hafta burada konunun uzmanlarıyla yaptığımız 10 yıl süren toplantılar vardır. Bir yılda biliyorsunuz 52 hafta var. Hadi bu 52 haftanın belki 4 haftası, belki 5 haftası toplanmamış olabiliriz. 5 hafta deyin 10 yılda 450 toplantı. 50’sini de çıkarın 400 toplantı demektir. Şimdi o toplantılardaki arkadaşlarımız, hepsi konularında uzman olan kişilerdi. Sayıları fazla değil ama. Pazar günü saat 8’de başlardık, saat kaça kadar sürerse. Tek şart şu idi. Onlar mutlaka çok önemli ekonomik problem getirirlerdi ve o problemin çözümü de tamamen kuran ışığında olacak. Başka bir şey değil. Ve o en fazla iki saat sürerdi, problem çözülürdü ve kalkar giderlerdi. Tabi o toplantıların şahsen bana büyük faydası oldu. Onun için bu kitap yani öyle falancadan, filancadan alınıp yazılmış bir kitap değildir. Hem bizin 20 yıllık finans kurumlarına yapmış olduğumuz danışmanlığın, hem İstanbul Müftülüğü’nde başladığımız günden beri hala sorulmakta olan soruların cevabı, hem de kendi ekonomik hayatımızdaki tecrübeleri içeren kitap oldu. C.Hakk’a şükürler olsun. 2005’den itibaren ben ekonomiyle ilgilenmeyi tamamen bıraktım. Çünkü 2005’ten sonra faizsiz olan finans kurumları da faizli birer kurum haline getirilince çıkarılan bir kanunla. Yani faizli işlem yapma yetkisi kendilerine verilince ilşkiyi tamamen bitirdik. Ama şimdi artık yeniden bu işe el atmak gerektiğini düşündük. Bir kere sistemi çok iyi bilmek gerekiyor. İslamiyet’in bir şeyin çözümünü ne kadar kolay ve pratik olduğunu bilmek lazım. Herşeyden önce kurana inanmak lazım. Kurana inanmak: işte kuran diye bir kitap var, Allah bu kitabı indirmiştir. Muhammed(sav) tebliğ etmiştir. Bu, inanma değil. Bunu dünyada kime sorarsan sor, işte Muhammed’in getirdiği kitap der. İnanmak, bunun içerisinde geçen şeye güvenmek demektir. “Tamam o ne diyorsa o” diyebilmektir. “E ama biliyorsunuz bugünkü şartlar işte efendim”, yok “bekâra karı boşamak kolay efendim”. Bu kelimeyi burada çok kullanıyorlar. Beni en fazla rahatsız eden kelimelerden bir tanesidir o. Sanki Allah ekonomiyi bilmiyor, piyasayı bilmiyor. Haşa Allah’a düzen öğretmeye kalkışıyorlar.
Şimdi fazla uzatmadan giriş olarak şu ayeti okuyacağım. İbrahim suresinin ilk üç ayetini okuyacağım. Burada Allah şöyle diyor; İBRAHİM, 1.Ayet: “Elif lam ra kitabün enzelnahü ileyke li tuhricen nase minez zulümati ilen nuri; bu bir kitaptır ki onu, sana indirdik. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye”. Karanlıkların sayısı çoktur. Aydınlık bir tanedir. Demek ki insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan kitap budur. “Bi izni rabbihim: rablerinin izniyle”. “İla sıratıl azızil hamıd: güçlü olan ve yaptığı her şeyi güzel yapan Allah’ın yoluna”. Şimdi mesela burada karanlık olsa göz gözü görmese herkes plan yapamaz, proje yapamaz, ileriye doğru bir ufku olmaz. İşte orada birisi bir yer bulur, der ki; “ben bir kapı buldum” der. “Hadi çıkalım” dersiniz kapıyı açar atlarsınız hepiniz küt diye aşağıya. Aslında meğer orası pencereymiş. Çünkü önünüzü göremediğiniz için. Ama bir lamba yaktınız mı her taraf aydınlanır, her şeyi görür hareket edersiniz. İşte Allah’ın kitabı öyledir. İnsanların önünü aydınlatır.
İBRAHİM, 2.. Ayet: “Allahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil ard: göklerde ve yerde ne var, kendine ait olan Allah’ın yoluna”, “ve veylül lil kafirıne min azabin şedıd: bunu görmek istemeyenlere o şiddetli azaptan dolayı onların çekecekleri var”. Yani kuranın bu özelliğini görmek istemeyenler çok çekerler. Bugün İslam aleminin konumunu bu ayet gösteriyor. Onlar nedir?
İBRAHİM, 3. Ayet: Ellezıne yestehıbbunel hayated dünya alel ahırati: yaşadıklatı hayatı ahiretten çok seven inanlardır”. Peki dini bırakıyorlar mı? Yok, bırakmıyorlar. “Ve yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca”, Allah’ın yolundan uzaklaşıyor ama orada öyle oyunlar yapıyorlar ki dışarıdan pek anlaşılmaz. Mesela işte faizli işle yapıyorlar, faiz değilmiş gibi. İşte birisi borcunu ödeyememiş, finans kurumlarından erteleme taleb etmiş. Onlar da dolar bazından %23 faiz talep etmişler. Ben de genel müdüre sordum bu nedir ya? “Hocam çok üzüldük, sen buna nasıl faiz diyebilirsin? Buna ceza diyebilirdin. Gecikmeden doğan fark diyebilirdin”. Öyle dediğin zaman faiz olmayacak. İşte bu ayet onu gösteriyor. Kendi kafalarına göre yeni isimler veriyorlar, yeni şekiller ortaya çıkarıyorlar. O kafirlerin şiddetli azaptan çekeceği var diyor. Kimmiş onlar? Dünyayı ahiretten çok sevenler. Ondan sonra Allah’ın yolundan uzaklaşanlar ama orada fark edilemeyecek, herkesin anlayamacağı eğrilikler oluşturarak. “Ulaülaike fı dalalim beıyd: onlar pek derin sapıklık içerisindedirler”. Şimdi dolayısıyla bize düşen şu: kuran, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Tamam faizin haram olduğu:onda şüphe yok. Elhamdulillah biliyoruz inanıyoruz falan. Ama faiz ne? Geçende bir televizyona çıkmış galiba, Erdem Bey anlatıyordu. Sana mı anlayıyordu? “Efendim riba başka,faiz başka”. Hemde ikisi de kuran uzmanı olarak çıkıyorlar bir televizyonda. Müslümanlara ait olan bir televizyonda. İşte bugün bankaların yapmış olduğu işlemlerin helallığı tartışılmayacakmış falan filan. Eh, ahirette görüşürüz sizinle! Bugün gerçekten ilahiyatlarda da inanılmaz bir kuran düşmanlığı var. Kuran düşmanlığı. Çok açık ve net söylüyorum. Ama bunu açıkça ifade edemiyorlar. Biz kurana düşmanız diyemezler. İnanmıyoruz da diyemezler. Onu tarihe gömüyorlar. Biliyorsunuz bundan bir ay kadar önce Anton buradaydı. Ateist; “Siz kurana tarihsel kitap deyin hiç problem kalmaz”. Tarihsel kitap dediğim zaman da bende müslümanlık kalmaz. Seninle aynı konuma gelmiş oluruz. Şimdi biz burada şunu ortaya koyacağız inşallah: Allah, alım satımı helal kılmıştır. Bakara suresi 275.ayette Allah diyor ki; BAKARA, 275.. Ayet: “Ellezıne ye’küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: faiz yiyenler, şeytanın çarpıp aklını çeldiği kişinin davranşından farklı bşr davranış göstermezler”, “zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba: bu, şundan dolayıdır: alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir derler”. Yani faizi alım satıma benzetmiyorlar, alım satımı faize benzetiyorlar. “Faizsiz ekonomi mi olur kardeşim”. Bugün öyle demiyorlar mı? “Senin alım satım dediğin, o da bir çeşit faiz kardeşim”. Resulullah zamanında bunu diyorlar. Ayet bunu söylüyor. Bugün insanların tavrı değişti mi? Değişen bir şey yok. Ama ayetleri anlamak istemeyen insanlar var. İvec yapmak isteyenler var. Yani fark edilmediği için birçok kişinin fark edemeyeceği şekilde isteyenler var. Ayetler okuyorlar, sıradan vatandaş zannediyor ki bunlar kurana uyar. “Ve ehalellahül bey’a ve harramer riba: Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır”, “fe min caehu mevızatüm mir rabbihı: kime rabbinden öğüt gelir de”,” fenteha: yaptığında vazgeçerse”,” fe lehu ma selef:daha önce aldıklarını vermesi gerekmez” onlar kendinindir ama alacaklarını almayacak tabi. “Ve emruhu ilellah: işi C.Hakk’a kalmıştır”, “ve men âde: kim de faizciliğe devam ederse “fe ülaike ashabün nar: onlar cehennemliktirler”,” hüm fıha halidun: orada ölümsüz olarak kalacaklardır”.
Bugün faizi anlatmayacağız. Bir de para konusu vardır. Önce para konusunu bugün anlatalım diye düşündük. Dün de arkadaşlarla burada müzakere ettik. Para konusu biraz daha ikinci planda kalması uygun olan bir konu. O zaman işi fazla dağıtmış oluruz. Biraz uzmanların ilgilenmesi gereken sahaya kaymış oluruz. Ona gerek yok. Ama para konusunu şey yapmak isteyenler varsa burada yani ilk para çeşidinden en son paralara kadar bu işin tarihi ile birlikte şey yaparsınız. Bugün Osmanlılardaki değişimi Yahya anlatacak. Para üzerinde durmayacağız. O apayrı bir konu. Bugün esas yapacağımız şu İslamiyette çözümler o kadar kolaydır ki kolay olmak zorundadır. Ne dedi az önce ayette? Karanlıklardan aydınlığa. Oradan alıyorsun, gel buraya aydınlığa. “Aaaa vay be dünya varmış”! Bitti. Bu kadar basit. Düğmeye bas, lamba yansın. Mesela birisi meyhane işletiyor diye düşünün. Adam tövbekar oldu. Ona ne deriz? Meyhaneyi bırak demeyiz mi? İçkiyi bırak deriz o kadar. Şimdiye kadar sattığın maddelerden içkiyi çıkar, diğerlerini yine satmaya devam et deriz değil mi adama? O kadar yani. İslam çok pratik ve kişinin hayatını da ciddi manada etkilemeyen çözümler sunar. Şimdi bu şeyle ilgili olarak mesela Türkiye’de faizsiz sistem kurulabilir mi? Böyle bir soru bir müslüman tarafından sorulamaz bir kere. Bir müslümana bu soruyu soramaz. Öyle şey mi olur? Kararlıysan anında. Düğmeye basıp lamba yakmak kadar zor bir şey mi? Konumuzla ilgili olarak Nisa suresinin 29.ayetini okuyacağız. Faiz konularına da girmek istemiyorum bugün. Faiz dedim mi ne olduğunu da anlamayan kimse yok hemen hemen. Ve ayrıntıya da gerek yok yani. Uzmanların bileceği bir şeyi burada konuşmanın da bir anlamı yok. Burada Allah diyor ki; NİSA, 29.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu: mümiler”, “la te’külu emvaleküm beyneküm bil batıli: mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin”, “illa en tekune ticaraten an teradım minküm: yapacağınız karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret yoluyla olursa yiyebilirsiniz”. Tabi bu ticarete şöyle bir mal satımı. Su satıyoruz. Bu girdiği gibi hizmet satışı da girer. Mesela biz şimdi şu anda kirasını verdiğimiz bir binada oturuyoruz. Bu binadan yararlanıyoruz. Yararlanmamıza karşılık da vakıflara aydan aya ödeme yapıyoruz. Tamam bu da bir hizmet satın almasıdır. Çünkü bize kendi binasını tahsis etmiş, biz de yararlanmanın karşılığını. Dolayısıyla bir mal ya da hizmet karşılığı olmak üzere birbirinizin mallarını yiyebilirsiniz. Ama karşılıklı rızaya dayalı. Zorla olmaz. “Ve la taktülu enfüseküm” bunun dışındakileri yapmayın demiş oluyor. Batıl yol olur. O zaman ne yaparsınız? Kendi kendinizi öldürürsünüz. “Ve lâ taktulu enfusekum”. Şimdi batıl yol ne demek? Faiz: adam sana 100 lira veriyor, diyor ki bir yıl sonra bana 110 lira vereceksin. Peki sana bu 100 lira vermesi karşılığında 110 lira istemesi için yaptığınız mal ya da hizmet üretimi var mı burada? Bir mal üretimi yok. Hizmet ürerimi de yok. O zaman sen bun neye karşılık alıyorsun ki on lirayı? “Efendim sen de bundan para kazanacaksın”. E tamam kazanacaksan kazancı paylaşalım. Riskini de paylaşalım. Sıkıntısını da paylaşalım. “Yok ben riskine katlanamam.” O zaman öyleyse kârdan da para alamazsın. Dolayısıyla faizli işlem ekonomik bir işlem değildir. Bunu iyice kafamıza yerleştirelim. Faizli işlem ekonomik bir faaliyet değildir. Çünkü ekonomik faaliyet mal ve hizmet üretimine yönelik faaliyettir. Şöyle kendi kendinize bakın, ihtiyacınız olan mal ve hizmettir. Sabahleyin kalktınız, sofranıza bir takım şeyler yemeniz lazım. Onların her biri birer maldır. Vakfın sohbetine gelmek istediniz, işte tramvaya bindiniz, marmaraya bindiniz. Ne bileyim otobüse bindiniz, burada da hizmet satın aldınız. Yani insanların ihtiyacı mala ve hizmetedir. Peki para? Paranın kendisi yenmez, içilmez, elbise olmaz, hiç bir şey olmaz ama mal ve hizmet alımında bize büyük bir yardımı olur. O bakımdan da son derece önemli bir maldır. Peki faiz? Faiz ne maldır, ne hizmettir. Yani ne mal üretimi karşılığında alınıyor ne hizmet üretimi karşılığında alınıyor. Öyleyse faizcilik yaparsanız demiş oluyor Allah. Batıl yollardan bir tanesi bu. Bugün konumuz o olduğundan dolayı. Mal ve hizmet üretimi olmaksızın bir şeyin karşılığında bir şey alırsanız kendinizi öldürmüş olursunuz diyor. “Ve la taktulu enfusekum: kendi kendinizi öldürmeyin”. “İnnellahe kane biküm rahıyma: çünkü Allah’ın size karşı merhameti vardır” Allah size karşı rahimdir. Rahim derken ana rahmi diye bir düşünn de. Hamile olan kadının rahmindeki çocuğun bütün ihtiyaçlarını ana rahmi karşılar değil mi? İşte rahim de öyledir. Allah sizin için rahimdir. Yani Allah sizin hiç bir sıkıntıya girmenizi istemez. Yani kadının düşük yapmayı istememesi gibi. O çocuğun orada aç kalmasını istememesi gibi. Rahimin karşılığı bu. Allah size karşı merhametlidir dediğimiz zaman tam karşılığı olmuyor. Türkçede Allah’ın size ikramı boldur diyerek bunu tercüme etmeye çalışıyoruz. Bilmiyorum aklınıza başka bir kelime geliyor mu? Merhamet dediğiniz zaman çok zayıf kalıyor. Kelimenin Türkçeye aktarmasında bir zayıflık ortaya çıkıyor. Ama ikramı bol birazcık tatmin ediyor yani karşılık olarak. Şimdi burada ne diyor C.Hakk? Demiş oluyor ki; ya mal, ya hizmet karşılığı birbirinizin mallarını yiyebilirsiniz. Sen şurada bir mal üretmişsindir satmışsındır. Mesela birisi bunu üretmiş, getirmiş buraya bize satmış olur. Bizim de buna ihtiyacımız vardır almış oluruz. Bundan dolayı elbetteki kâr eder. Etmeyebilir de. Kendisine kalmış bir şey. Birisi de bunu buraya kadar taşımıştır hizmettir. O da ona karşılık ücretini alır. Ama mal ve hizmete karşılık olmaksızın insanlar bir şeyler almaya kalkarlarsa işte faiz ne mala karşılıktır ne hizmete karşılıktır. Bir şey almaya kalkarlarsa o zaman onlar bu toplumu intihara sürüklerler. Ondan dolayı Bakara 276’da Allah der ki; “Yemhakullahür riba: Allah ribayı daraltır” Yani faizli ekonomide böyle bir daralma olur. Bir ekonomide faiz varsa daralma kaçınılmazdır. Mutlaka daralma olacaktır. “Ve yürbis sadekat: sadakalara dayalı ekonomiyi de büyütür arttırır”. Mesela bugün bankalar var. Bankaların mesela faiz dışında yaptıkları işler var. Bankaların iki türlü işi vardır. Birine bankacılık hizmetleri denir. Emanet kabul eder, para transfer eder, bugün mesela sizin alım satımlarınızı takip eder, borcunuzu alacağınızı takip eder, ödeme gününü size bildirir, sizin adınıza ödeme yapar, alır, o arada komisyonu hak eder. Bu bir hizmet bedelidir. Bunda bir problem yok. Paranızı bir yere havale eder, bunları saymaya lüzum yok. Bankacılık hizmetleri dediğiniz zaman birçok işlemler vardır ki buna ihtiyacı olmayan bir tek ekonomi olmaz. Şimdi siz buradan götürüp de Erzurum’daki bir adama ödeme yapmak istiyorsanız buradan oraya gitmek var, bir sürü yol sıkıntısı var, falan filan. Bankaya veriyorsunuz, kısa sürede yapıyor. Tabi ki onun ücretini vereceksiniz. Çünkü bir hikmet üretmiştir, karşılığını alıyor. Ama faiz, herhangi bir hizmete karşılık değil. Bir mal üretimine de karşılık değil. Dolayısıyla mal ve hizmet üretimi karşılığında bankalar da şey yapabilirler. Bir riske kendilerini sokmuşlarsa o da bir üretime destek vermektir. “Efendim kredi üretime destektir”. Hayır. Kredi üretime destek değil. Biraz sonra göreceğiz. Kredi, ekonominin en büyük düşmanıdır. Biraz sonra kısa bir özetini size anlatacağım. Ama ellerindeki biriken paraları tutup riskine girdikleri ticari faaliyetler yani ortak oldukları, alıp sattıkları faaliyette kullanırlarsa ondan da kar elde ederler. O zaman bugün ekonomiyi düzeltmek istiyor musunuz? Tamam bankalara diyeceksiniz ki faiz yasak. Bitti. Faiz yasak dediğiniz andan itibaren ülkedeki gelişmeleri görecesiniz. Tıpkı burası karanlıkken lambayı yaktığınız zamanki güzellikler gibi. Fazlaca sözü uzatmadan mâli aracılık konusuna şey yapacağım. Bizim bu kitaptan Yahya kısaca okuyacak. Bu arada bizim Abdullah da geldi. Abdullah da ticaret ve faiz konusunda doktora yapıyor. İnşallah kısa sürede o doktorasını bitirir de. Çünkü ticaret ve faizi karşılaştırdığınızda, bugün kısa bir karşılaştırma yapacağız zaten göreceksiniz bu işin ne kadar büyük bir şey olduğunu. İstersen mâli aracılıktan bir paragraf oku. Niye okutturuyorum? Çünkü bu kitabı kendim yazdığım için her bir paragrafın arkasında hikâyeler vardır. Kendimi tutamam diye Ona okutturuyorum ki biraz özet gidelim.
YAHYA ŞENOL: Ticaret Ve Faiz kitabının 210.sayfasında mâli aracılık diye bir başlık var. Orada konu iki başlık altında incelenmiş. Biri faizli mâli aracılık, diğeri de faizsiz mâli aracılık. Şöyle denmiş mâli aracılığın ne olduğuna dair. Kiminin elinde kullanmadığı paralar bulunur. Ondan güvenli gelir elde etmek ister. Kimi de iş yapmak için para bulamaz. Bunlar birbirini ya tanımaz ya da güvenemezler. Birbirine güvenenlerden birinin parası çoğu zaman da diğerinin ihtiyacını karşılamaz. Bu sebeple bir güven ortamı oluşturarak bu tür paraları toplayan ve işleten kişi ya da kuruluşlara ihtiyaç olur. İşte onlara mâli aracı denir. Yani bir tarafın parası var değerlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Diğer tarafta da iş yapacak biri var, onun da paraya ihtiyacı var o da para bulmak istiyor ve birinin parayı değerlendirmesi diğerinin de parayı işletip kullanmasına mâli aracılık deniyor. İşte bu mâli aracılık ya faizli olur ya da faizsiz olur. Faizliye örnek verilmiş ve şöyle denmiş; faizli mâli aracılık kredi yoluyla yapılıyor. Kredi de faizli borç vermek demek. Bunun da Arapçası kard yani bu kredi, Arapça kard kelimesinden. Demek ki buradan ihraç oluyor batıya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Karz deriz ya biz Türkçede. Batıya kard olarak gidiyor, oradan bize kredi olarak dönüyor. Bankacılıkla ilgili kelimelerin çoğu burdan gitmiştir.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz borca da karzı hasen deniliyor ki bu kuranda da kullanılan bir kavram. Karzı hasen, karşılıksız/faizsiz borç vermek demek. Faizli mâli aracılığı bankalar ve bankerler yaparlar. Faiz ödeyerek topladıkları paralarla da kredi verirler. Sistem, borç alıp verme esasına dayandığından kimse kimsenin ne kârına ne de zararına karışmaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hepiniz bilirsiniz yani onu. Bankaya para yatıran kişi, banka zarar etmiş kâr etmiş umurunda değildir. Bankanın da kredi verdiği taraf onun kârıyla zararıyla ilgilenmez. Kendisini sağlama almak için önceden sağlam teminatlar alır ki yarın ödeme yapamazsa onu elinden alabilsin. Dolayısıyla onun hâlini hatrını sormaz. Sen ne yaptın, acaba bir şey mi oldu? Yok, hiç umurunda değil. Süre geldi getir kardeşim der.
YAHYA ŞENOL: Faizli borç, teminat gösterene verilir. Böyleleri de az olduğu için toplanan parayı az kişi alır. Böylece işin başında bir dengesizlik ortaya çıkar. Yüz bin nüfuslu bir yerde dolaşımdaki para 1 milyar olsa mâli aracılar bunun üçyüz milyonunu toplasalar piyasada %30 civarında daralma olur. Örneği bir daha tekrarlayalım. 100 000 nüfuslu bir yerleşim birimi var. Ve buradaki paranın toplam miktarı da 1 milyar olsun. Mâli aracılar bunun 300 milyonunu toplasalar yani piyasadan 300 milyon topladıkları anda %30 civarında daralma olur. Bu para 1000 kişiye kredi olarak verilse yani 100 000 kişiden 1000 kişiye kredi olarak verilse bu para, bu 1000 ki o paranın geçici sahibi olur ve piyasadaki toplam paranın %30’una hükmetmeye başlarlar. Borç, gelir getirici bir faaliyet değil. Gelir, onu iyi işletmekle elde edilir. Alacaklı taraf da işletme sorununa katılmadığından elde edilebilecek geliri de paylaşmaya hak kazanamaz. İnsanlar mal ve hizmet üretebilirler ama asla para üretemezler. Faizli borç, üretilemeyecek şeyden pay almak için verilir. Yani siz, zor durumda olduğunu düşündüğünüz kişiye para verdiğiniz zaman 100 lira veriyorsunuz bir ay sonra 110 lira geri almak kaydıyla. O 10 lirayı bu adam kendisi üretemeyecek. Para basamaz çünkü hiç bir şekilde. Dolayısıyla faizli borç, üretilmeyecek şeyden pay almak için veriliyor. O borçla birçok mal ve hizmet üretebilir ama para üretilemeyeceği için ödeme gününden önce para çekmek ve faizciye aktarmak gerekir. Şimdi biraz önceki örneği hatırlayalım. O 100 000 nüfuslu yerde 1 milyar civarında para vardı. 300 milyonu mâli aracı olarak çekildi yani %30 daralma olmuştu. O örnekte kredi miktarı 300 milyon, faiz de %10 olsa piyasadan 330 milyon çekilmiş oluyor. Bunun doğurduğu para darlığını gidermek için acilen 330 milyona ihtiyaç olur. Bu paranın piyasaya inmesi zaman alacağımdan birçok kişi ve kuruluş bunalıma girmeye başlar. Faiz oranı değişmediği takdirde ikinci yıl 363. Katlanarak gidiyor. 4.yıl 399,3. 5.yıl 429,23 ve 9.yıl yaklaşık 700 milyon bankalara geçer. Yani piyasadaki toplam para 1 milyardı, bunun 700 milyonu artık bankaların elinde toplandı. Artık bu kadar parayı kredi olarak alabilecek bir esnaf da bulunmaz bu toplulukta. Toplam para 1 milyar, bunun 700 milyonu kredi olarak alabilecek biri bulunmaz tabi. Dolayısıyla bu sebeple paranın büyük bölümü diğer kentlere aktarılır. Esnafın ve halkın bir bölümü de başka yerlere göç etmeye başlarlar. Yani bugün herhalde bun çok net bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Köyden kente göçün birçok sebebi var ama en büyük sebebi de kredinin bu şekilde çok yaygınlaşmış ve faizin yükselmiş olması herhalde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben vücut örneğini vereyim daha kolay anlaşılır. Para, vücutta dolaşan kan gibidir. Hiç bir hücre kan üretemez. Hiç bir hücre de kansız edemez. Yani vücutta üretilmiş olan gıdaların ve vücuda giren oksijenin o kan tarafından bütün hücrelere dağıtılması lazım. Dolayısıyla vücuttaki kan ve gıdaları dağıtacak miktarda da Allah yaratmış, vücutta kan vardır. İşte piyasadaki para da öyledir. Hiç bir insan para üretemez. Onu ancak mesela bugün merkez bankası üretebilir Türkiye’de. Ve hiç bir insan da paranın kendisini tüketemez. Alıp da parayı: karnım acıktı şunu yiyeyim diyebilir misiniz? Mümkün değil. Aynı şekilde kanı yiyen bir tane hücre yoktur. Kanın getirdiğini alır. Kan da oradaki atıkları alır götürür boşaltma organlarına. Yuvarlak hesap olsun diye konuşayım. Farz edin ki vücutta 5 kilo kan var. Şimdi bir tane banka kuruldu vücudun içerisinde. Faiz verdi. O 5 kilo kanın %30’unu aldı. 1,5 kilosunu kendisi aldı. 1,5 kilosunu aldığı andan itibaren vücutta ne başlar? Kansızlık değil mi? Artık hücrelere eskisi kadar kan gitmeyecek, eskisi kadar kan gitmediği zaman o hücrelerin ihtiyaç duyduğu şeyler gitmeyecek. Aynen o şekilde düşünün. Şimdi şurada toplam parası 1 milyar olan 100 bin nüfuslu bir şehri düşünün. Vücudunuzda 100bin tane hücre varsa her nüfus bir hücre gibi her insan. O 100 bin nüfuslu kişilerin içerisinde şey yaparsınız. Onların toplam paraları diyelim 1 milyar lira ise vücuttaki toplam kan gibi. O 1 milyar lira sabahleyin sizin sofranıza çay olarak gelen, öğlende yemek olarak gelen, ayağınıza ayakkabı, her türlü ticaret, mal ve hizmet alım satımını organize eden, oradaki akışkanlığı sağlayan bir paranız var. Bunun %30’unu banka aldığı andan itibaren bir kere piyasada bütün işlerde aksama meydana gelecektir. Bütün işler. Herkes diyecek ki; “ne oldu ya! Büyük bit para kıtlığı var piyasada. Nasıl oldu?” diyecekler. O zamana kadar diyelim ki sizin bu şehrinizde en fazla parası olan kişinin 1 milyon lirası vardı. Şimdi %30’u 300 milyon lira ediyor. Bu 300 milyon lirayı banka kredi olarak verecek. 300 milyon lirayı kredi olarak vermesi için teminat alması lazım. O zaman ne yapacak? 1 milyon lirası olana da vermeyecek. Çünkü o paraya güvenmez banka. Tutar işte tarlası, iş yeri, dükkanı, apartmanı, şusu, busu olan insanlar ya da teminat gösterebilen bir kaç kişi 10 kişiye verecek ya da 100 kişiye verecek. 300milyonu 100’e böldünüz mü artı bakarsın birisinin 1 milyon, birisinin 10 milyon, birisinin 20 milyon sermayesi olmuş birden bire. Allah Allah! Bu ne oluyor ya? Öbür tarafta %30 daralma varken burada aniden bir yükselme var. Şimdi bu insanlar zamanında piyasaya borçlarını ödeyebilmesi için gidecekler bu yüksek parayla nerede ucuz mal bulabilirseler getirecekler piyasaya sunacaklar, bu defa piyasadaki bütün üreticiler duracak. Köyler kapanacak. Allah Allah ya! Adam çünkü yüksek parayla piyasayı kalitesiz malla dolduracak. Millet de ucuz mal diye alacak. Bugün mesela köy tavuğu kim alıyor? Çiftlikte yetişmiş. Adam 3 lira mı diyordu kilosunu? 3 liraya köy tavuğu olur mu hiç? Mümkün mü? Köy yumurtası ile. O zaman ne oluyor? Karşısındaki dükkanlar patır patır kapanmaya başlıyor. İşte vücuttaki hücrelerin kapanmaya başlaması gibi. Örneği oku.
YAHYA ŞENOL: Birileri %10’lul kısım kaymak tabakası dediğimiz insanlar o bankaların verdiği…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaymak gibi gözüküyor ama bir müddet sonra kaymak tümüyle zehirlenecek.
YAHYA ŞENOL: Görünüşte diğerlerinden ayrıldılar ama bu parayı almakla. Şimdi bunların aldıkları krediyi bir şekilde çıkarmaları lazım. Yani 100 lira aldılarsa bankadan, bunu geri öderken 110, 120 ne ise o farkı bir yerden çıkarmaları lazım. Kredi faizleri maliyete eklenmeli mecburen. Ve maliyete ekleneceği için halka yansıması da fiyatların artışı şeklinde olacak ister istemez. Bankaya %10 faiz veriliyorsa fiyatlar en az %15 artar ki kredi kullananlar borçlarını rahatça ödeyebilsinler. Öyle ya yani %10 yaparsa aldığını vermek zorunda. Cepte kalması içinde %15 çıkması lazm. Şimdi bu mâli aracılar yani para sahipleri ile iş sahiplerini buluşturanlar, tasarruf sahilerine %5 faiz vermiş olsalar toplanan 300milyonluk mevduat 9 yıl sonra 465milyona çıkıyor. Mevduat sahipleri %55 dolayında kazançlı gibi gözükürler ama aslında kayıpları büyük. Niye? Şundan dolayı. Fiyat artışları faiz gelirini tükettiği gibi anaparayı da tüketir. Mesela şu örnek verilmiş; şekerin kilosu 50 kuruş iken %5 faiz ile bankaya 50 lira yatıran bir kişi düşünelim. Şeker 50 kuruş, adamda da para var. Parasını gitti faize yatırdı %5 fazlasını almak üzere 50 lira. 9 yıl sonra anapara ile birlikte 81,5 lira para alır bu adam. 50 yatırmıştı 81500 geri çekti. Bir artış var değil mi? Yaklaşık 31 lira 50 kuruş gibi arttı. Ama bu arada şeker de faizin etkisiyle 175 kuruşa çıkar. Çıkarabilmesi için bu adamın faizi bunu yükseltmesi lazım. Dolayısıyla 9 yıl önce bu adamın bankaya yatırdığı 50 liraya 100 kilo şeker alınabilirken şimdi bankadan aldığı 81,5 lira ile yaklaşık 47kg şeker alabilir duruma gelmiş. Eskisinden daha çok parası var cebinde ama paranın alım değeri düşmüş. 100 kilo alabileceği yerde 47 kilo alabiliyor artık. Daha çok parası olmasına rağmen.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adam zannediyor ki ben parayı bankaya verdiğim zaman artar. Halbuki bugün artık öyle bir noktaya gelir ki tasarruf sahibi kalmaz. Tasarruf sahibi kalmadığı için bugün dikkat ederseniz kredi kartı dağıtarak ileride kazanacağınız paralara el konmaya başlıyor. Şu andaki değil de ileride kazanacağınız paralara el konak suretiyle millet sömürülmeye çalışılıyor. Gerçekten son derece trajik bir durum vardır. Bakarsınız ki bir müddet sonra yani işte toplam 1 milyar parası olan bir şehrin önce 300 milyonu bankalara yatırılır büyük bir zevkle. Yata yata para kazanacağız falan diye. “Uğraş uğraş kardeşim %5 kazanamıyoruz, ver paranı bankaya keyfine bak”. Eh görürsün! Bir müddet sonra bakarsın ki senin para yarı yarıyadan daha fazla erimiş. Rakam olarak duruyor ama değer olarak yok. Ondan sonra bakarsınız ki o banka, faizler ile temerrüt ile şununla, bununla piyasadaki o 1 milyarın artık 600-700 milyonunu toplamış. Ama artık bu krediyi alacak kimse kalmamış. Çünkü falanca ağa borcu ödeyemediği için ağalık gitmiş elinden, tarlası gitmiş, çifti çubuğu gitmiş, şehirdeki dükkanları gitmiş. O artık eşeğin sırtında gitmeye başlamış. Daha önce şehirde nasıl yürüyeceğini şaşıran adam, bu defa eşek bile onun için lüks bir vasıta olmaya başlamış. Bu defa bankanın elinde para var, krediyi alacak kimse yok. Haydi bakalım büyük şehre. O zaman o ilçedeki ya da küçük ildeki zaten küçük dükkanlar kapanır. O büyük şehirlerdeki büyük üreticiler gelir buraya marketler kurarlar. Köyler kapanır. Üretim tamamen durur. Tamamen dışarıdan o kalitesiz ve fabrikasyon ürünler gelir ortalığı sarar. Ve insanlar üreticilik vasfını kaybeder işçiye dönüşürler. İşçi ya da memur. Bugün mesela Türkiye örneği üzerinde durursak bugün gidin küçük illere, ondan sonra gidin ilçelere, köylere. Eğer merkezden oradaki memurlara maaş gitmesin, o ilçelerin, o köylerin tamamı kapanır. Allah’tan ki emekli olan bazı kimseler vardır gidip oralarda kalıyorlardır. İşte orada bir takım devlet memurları vardır. O devlet memurları aylık maaş alıyordur. Yani merkezden oraya hazır para gitmesin bütün köyler kapanır. Hepsi gelir şehre. Gelmek zorundadır. Şehirde bir iş bulabildiyse en mutlu adamdır. Ama kendi bulduğu iş ile ailesini geçindirmesi mümkün değil. Kira ile oturacağı ev lazım. Bir iş yerinde çalışır, aldığı maaş zaten ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değildir. Bir de iş yeri derse ki işine son verdim, tek seçeneğin var açlıktan ölmek. O zaman da mecburen sosyal yardım kurumları oluşmaya başlıyor. Bu sistemi yaşatabilmek için işte sigortalar, şunlar bunlar oluşuyor. Aslında bu sigortaları tamamı bizim zekattan anladığımız şeyi ortaya koymak için değil yani. Zekat çok farklıdır. Onu inşallah farklı bir toplantıda burada ele alacağız. O tamamen, sosyal tepkileri azaltmak içindir. Batılı kriterler diyorlar. Bir tek kriter vardır batıda. İkincisi yoktur. Sömürü. Batının sömürüden başka bildiği hiç bir şey yoktur. Peki o kriter dedikleri şey de sömürdükleri zaman farkına varmayasınız diye verilen uyuşturuculardır. Başka hiç bir şey değil. Onun için halkı sömürürler, devletleri sömürürler ve her şeyi sömürürler. İşte bugün Türkiye’de olduğu gibi adamlar öyle bir sömürü sistemi oluşturmuşlar ki Türkiye’deki yönetim hoşlarına gitmediği zaman istedikleri gibi dövizle oynayabiliyorlar. İstedikleri gibi faiz oranlarıyla oynayabiliyorlar. Niye? Çünkü sen bu sistemin bir parçası olmuşsun. Sen, sen olmaktan çoktan çıkmışsın. Sen, sen değilsin. Lafla ben Müslümanım diyorsun. Batılı da gülüyor. Desinler. Çünkü çözümlerini de oradan alıyorsun. Yani İslam alemini yakından tanıdığımı az çok tahmin edersiniz. Çünkü biz şu anda vakıf olarak herhalde bizim kadar dünyaya açık olan ikinci bir kuruluş olduğunu zannetmiyorum. Devletleri saymıyorum da yani özel kuruluşlar olarak. Her an nerede ne var Allah’a şükür biliyoruz. Ama İslam’dan çözüm arayan var mı diye sorarsanız benim şahsen buna vereceğim cevap yok. Sömürü odakları öylesine uyuşturmuşlar ki vücutları çareyi de oradan arıyorlar. Faiz ve kâr payı var. İstersen oradan oku. Çünkü vakit daraldı. Ben bu kadar uzayacağını düşünmüyordum. 215’de. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler bu kitapta şey yaparlar. Allah’a şükür ticaret ve faizin hemen hemen tamamını karşılaştırmalı olarak anlatan bir kitaptır.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz mâli aracılığa da kitapta örnek olarak bir karşılıksız borç verme ve bir de emek-sermaye ortaklığı anlamında mudarabe sistemi örnek verilmiş. Oraları geçtik. Faiz ve kâr payının farkı veya ortak noktaları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizsiz mâli aracılığı sen bir oku. Az çok milletin haberi olsun. Ben pek müdahale etmeyeyim.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz mâli aracılık bir karzı hasen yani karşılıksız borç verme yoluyla olur veya mudarebe yoluyla yapılır. Karzı hasen dediğimiz faizsiz borçtur. Abdullah İbni Mesud’un rivayetine göre Peygamberimiz şöyle demiştir; “her ödünç sadakadır. Kim zor durumda bulunan bir kişinin sıkıntısını giderirse Allah da onun ahirette sıkıntısını giderir. Mezhep şeylerine girmeyelim. İkincisi de mudarebe. Mudarebe dediğimiz şey de nakit parayla kurulabilen bir emek-sermaye ortaklığıdır. Mudarebede sermaye bir kişiye ait olabileceği gibi birden çok kişiye de ait olabilir. Sermayenin kullanacağı şartlar tarafların karşılıklı anlaşmasıyla belirlenir. Eskiden mudarebe sadece gerçek kişiler arasında olurdu. Mudabir parayı bizzat işletirdi. Bu sebeple paranın iş yapmaya yetecek kadar olması gerekirdi. Günümüzde ise mudarebe yapan kurumlar ortaya çıktı. Bunları birbirinden ayırmak için gerçek kişiye işletmeci, kurumlara da aracı mudarib demek uygun olur. Aracı mudaribin tek farkı daha çok para toplamasıdır. Çünkü işletmeci mudarib belli bir büyüklükteki tasarufu kabul ederken bu kuruluşlar küçük tasarrufları da kabul ederler. İkisinin de ticari işler yapması ve elde ettikleri kârı anlaştıkları orana göre para sahibiyle paylaşmaları gerekir. Baştan oturup anlaşıyorlar yüzde kaç ortağız. Ona göre kâr elde edilirse orana göre paylaşıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada bir şey söyleyeyim. Mesela Osmanlı mahkeme sicillerinde benim en çok karşılaştığım ortaklık türü mudarebedir. Burada mesela birisi iş yapabilecek kabiliyette, öbürünün de sermayesi var. O ona sermayesini veriyor, o da iş yapıyor. Kazanç varsa paylaşıyorlar. Baştan belli oranlar. Kazanç olmuyorsa çalışan kişi herhangi bir ücret almıyor. O, emeğini zarar etmiş oluyor. Beri taraf da parasından herhangi bir karşılık almıyor. Zarar olursa zararı sadece para sahibi üstleniyor. Öbürünün zararı emeği olmuş oluyor. Dolayısıyla tam bir denge ile yürütülüyor. Faizsiz màli aracılığın kısmı o. O tarafa geçmeyelim.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz mâli aracılığın etkisi: banka, tasarruflara faiz garantisi verir. Faizsiz sistemde anaparaya bile garanti verilemeyeceği için fazla para toplanamaz. Toplananlar da genellikle yastık altı paraları olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başlangıçta bir kere piyasanın dengesini bozmaz faizsiz mâli aracılık. Çünkü banka senden para alır der ki; işte sana şu kadar faiz vereceğim der. Baştan bellidir o. Ama az önce söylediğim gibi faizsiz mâli aracılık dediğimiz mudarebedir. Kardeşim paranı getir çalıştıralım, kazanırsam kârın şu kadarını sana veririm. Senin paranın şu kadar oranı değil yani. 100 lira getir, sana 5 lira vereyim değil. 100 lira ile kaç lira kazanırsak kârın yarısı senin yarısı benim. Ya da yüzde 10’u benim yüzde 90’ı senin. Olabilir, öyle anlaşabilirler. Baştan herhangi bir garanti verilemez. Anaparaya da garanti yok. Niye yok? Zarar ettiysem sen de zarara katlanacaksın kardeşim. Durum böyle olduğu için baştan faizsiz mâli aracılık piyasanın sistemini bozmaz. Yani efendim işte burada 1 milyar para vardı banka devreye girdi yüzde 30’unu topladı. Toplayamaz. Neyi toplayabilir? Yastık altı paraları toplayabilir. Yastık altı paraları zaten toplanması lazım. Niye toplanması lazım? Çünkü yastık altında paranın olması kadar zararlı bir şey yoktur ekonomide. Şu para benim elimde olduğu sürece hiç kimsenin işini görmez. İş görmesi için birisine vermem lazım. O birisi ürettiği malı buna karşılık bana verir, onu verdikten sonra da çalıştırdığı kişiye verir. Çalıştırdığı kişi gider bakkaldan bir takım mallar alır. Bakkal da tutar oraya getiren satıcıya verir. O gider üreticiye verir. Bakarsınız ki akşama kadar bu 100 lira 10-15 kişinin işini görmüş. Ama cebimde olduğu zaman kimsenin işini görmez. Dolayısıyla faizli mâli aracılıkta önce parayı hapsedersiniz. Yani alıyorsunuz parayı bir yerde biriktiriyorsunuz. O sırada para hapsediliyor. Yani şöyle düşünün ki vücudunuzda o nabız dediğimiz vücudun kan pompalama aralıkları değil mi? Bak nabız zayıfladığı zaman ne yapıyor? Nabız atmıyor diyor, adam öldü mü diye şüpheleniyorsunuz. Yani bir süre parayı ekonomiden tamamen çekiyor. Ondan sonra da parayı piyasaya verirken para bir kere tutuklu bankanın elinde. Diyor ki; ne kadar zaman? Bir yıllığına. Bir yıl sonra tekrar tutuklayacak. Ama faizsiz mâli aracılıkta paranın tutuklanması diye bir şey yok. Para sürekli piyasada. O da piyasadan çekilmiş olan paralar piyasaya sürülmüş oluyor ve bu defa yeni üretimlerin, yeni işlerin kapısı açılmış oluyor. Ve hiç kimsenin de düzeni bozulmamış oluyor.
YAHYA ŞENOL: Borçtan elde edile her türlü gelir faizdir. Dolayısıyla bu paralarla açıkça ya da ticaret görüntüsü alında borç verilerek gelir elde edilemez. Mudarib her türlü mal ve hizmetin üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili faaliyetlere bizzat katılır, riskler üstlenir ve bu yolla kazanç sağlamaya çalışır. Bunların tamamı ekonomik faaliyettir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kâr ederse paylaşırlar, zarar ederse gene birisi emeğini zarar etmiş olur birisi parasını.
YAHYA ŞENOL: Piyasadaki 1 milyar lira 100 kere el değiştirse 100 milyarlık iş görür. Onunla birçok mal ve hizmet üretilir ama para üretilemez. Parada artış olması için dışarıdan girmesi gerekir. Banka, faiz garantisi almadan borç vermez. O da mevduat sahibine faiz garanti verir. Para üretilemeyen bir mal olduğu için hem kendini hem de kredi kullananı gücünün üstünde bir sıkıntıya sokar. Faizsiz sistemde ise mal ve hizmet üretimi yapılır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Banka da rahat değildir faizli ekonomide. Millet zanneder ki bankalar rahat. Hayır. En büyük risk altında bulunan kuruluşlar bankalardır. Onu inşallah bankacılık konusunu anlatırken fazla uzatmadan bazı şeyleri ifade ederiz.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz sistemde ise mal ve hizmet üretim yapılır. Eğer bir gelir elde edilirse para sahibine ondan pay verilir. Gelir yoksa bir şey verilmez. Mudaribin yanlış veya kusurlu bir davranışı olmadan zarar meydana gelirse para sahibi zarara katlanır. Her iki durumda mudaribin zararı yaptığı işten gelir elde edememesi olur. Dolayısıyla bu sistem kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz. Sanayici ve tüccar parasını bizzat kullanır. Kullanılmayan paraları da mudaribler piyasaya çıkarınca piyasa canlanır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben burada size bir şey söyleyeyim. Mesela adam bana 100 lira verdi dedi ki 101 lira getireceksin. Şimdi benim 1 lira üretme şansım var mı? O zaman borcu aldığım günden itibaren ben imkansızla yüz yüze geliyorum. Bir lira üretemeyeceğim için ya 100 lira artı 1 lirayı bir şekilde birisinden alıp vereceğim ya da çok çalışacağım ki para üreteyim. E peki çalıştım işim istediğim şekilde sonuçlanmadı? Hatta sonuçlansa bile adam bir tarih koymuş. Şu tarihe kadar. “Ya kardeşim Çin’den mal getirdim gümrükten de bugün çektim. Bana bir hafta on gün müsade et bunu satıp paraya çevireyim”. “Beni ilgilendirmez kardeşim, bugün. Batarsan bat bana ne”. Onun için faizli sistem ekonomiyi gerçekten inanılmaz bir şekilde sıkıntıya sokar.
YAHYA ŞENOL: Parasını faize veren, vade bitimine kadar onunla ilgisini keser. Ama faizsiz sistemde kişi parasının akibetini düşünerek piyasayı takip etmek zorunda kalır. Ortak olmanın verdiği güç ile dikkatli ve etkili hâle gelir. İlişkili olduğu kişileri tanımaya ve ne olup bittiği ile ilgilenmeye ihtiyaç duyar. Bu dikkat ve ilgiden dolayı zamanla o da girişimcilik özelliği kazanabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizli sistemde insanlar giderek âtıllaşır. İl yapamaz hale gelir. Yani hiç umurunda bile değil. “Âmân işler iyi gidiyormuş bana ne kardeşim benim param sağlamda” der. Ama faizsiz sistemde herkesin bütün gelişmelerden her an haberdar olması lazım, takip etmesi lazım ve bu kabiliyette olan insanları ekonomiye kazandırır. Yani faizli sistem sürekli ekonominin dışına atarken faizsiz sistem sürekli ekonominin içine kazandırır insanları.
YAHYA ŞENOL: Kredi sisteminde geniş kitleleri gelir kaynağı ücretler ve maaşlardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün düşünün yani. Kaç kişi var ücret ve maaş ile geçinen? Kaç kişi var yaptığı bir ekonomik faaliyet geçen. Bir ortaya koyun bakalım. Yani ücret ve maaş kesildi dediği andan itibaren herkes ölüme mahkum.
YAHYA ŞENOL: Sistem, hükümetleri işverenlerin etkisi altına soktuğu için büyük kitlelerin ekonomik gücü bir kaç zenginin kararına bağlı olur. Bu zenginler artık o kitleleri köleleştirmiş olurlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de bu faizsiz sistem, inşallah bankacılık konusunda anlatırız da faizli sistemde bankaların en büyük borçlusu devlettir. Siz zannedersiniz ki devlet para üretiyor falan. Değil kardeşim. Piyasanın en büyük müşterisi devlettir. Yani paraya en fazla ihtiyacı. Bugün devlet öyle bir hâle gelmiştir ki batıdan gelen devlet anlayışında bir kere kesinlikle değiştirmemiz lazım. Böyle bir devlet asla yürümez. Bu olacak bir şey değil. Fıtrata aykırı bir şey. Bugün devlet öyle bir hal almıştır ki herşeydir: tanrı devlet. Krediyi teşvik ediyor. Her şeyi teşvik ediyor. Baksanıza bugün müslümanlar iktidarda olduğu bir dönemde faizsiz kurumların faizli hâle getirilmesini nasıl izah edersiniz? Çünkü yapı o tarafa doğru zorluyor. Bunu bilmek lazım.
YAHYA ŞENOL: Borç, insanı itaat altına sokar. Faizli sistem ise halkı zenginlere kul eder. Allah’tan başkasına kul olmayı yasaklayan İslam, faizciliği şiddetle yasaklar. Allah şöyle buyurur; “faizcilikten vazgeçmezseniz Allah ve elçisi tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin. Tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğrarsınız. Borçlu darlık içindeyse rahata çıkıncaya kadar beklenir. Bağışta bulunmanız sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün ne oluyor? Adam borçlu. Ödeyemiyor işte. Yok diyor biraz daha faiz, biraz daha faiz.. Olmuyor kardeşim. Ne oluyor? Bu ne biçim yapı. Allah ve Resulü ile savaşmakta olduğunuzu bilin diyor ya. Az önce ne konuştuk? Küçük şehirler boşalıyor. İnsanlar oradan büyük şehirlere göç etmek istiyorlar. Bugün Suriye’dekiler neden Türkiye’ye göç ediyorlar? Savaştan dolayı değil mi? Bu da öyle bir savaş ki sizi köyünüzden ayırıyor, memleketinizden ayırıyor. O tarlanızı bırakıyorsunuz geliyorsunuz. O güzelim üretimleri bırakıyorsunuz burada hormonlu üretimlere şey yapmak zorunda kalıyorsunuz. Sürekli kontrol altındasınız. Adam piyasayı öyle bir kontrol ediyor ki istediği zaman istediği şekle çeviriyor sizi. İstersen sen bu arada şeyi okusana. Osmanlı’ya faiz girdikten sonra meydana gelen Ahmed Cevdet Paşa’nın kısa bir şeyi var. Uzun bölümünü bu kitapta bulursunuz da. Sultan Abdulaziz devriyle alakalı. Bunları hepsini ben arşivlerde, şurada, burada gerçi bunu Ahmed Cevdet Paşa’nın kendi kitabından aldım da. Bayağı bir emek mahsülüdür.
FATİH ORUM: Sayfa 167’den itibaren okumaya başlıyorum. Sultan Abdulaziz devrinde ki bu hicri 1267-1293 ya da miladi 1861-1876 yılları arasına tekabül ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Osmanlılar’da hiç bir zaman faizcilik eksik olmamıştır. Ebu Suud malesef Osmanlıya faizi sokan kişidir. Ama orada mevzidir. Devlet bazında faiz değil. Bazı kimselerde, işte para vakıflarında para olarak. Ama devlet bazında faize 1841’de falan geçmişlerdir devlet olarak. Ondan sonra Osmanlı bir daha aklı başına gelmemiştir. Oradan bir kesit. Faizli dönemle ilgili bir kesit. Oku.
FATİH ORUM: Bu devirde 2,5 milyon keserik kâime basılmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kâime dedikleri kağıt para. Bilirsiniz kayme. Üç kayme, beş kayme. Kâime, yerine geçen demek. Kâime-i muteber-i naktiyye derlerdi ilk önce. Yani para olarak geçmek üzere basılmış kağıt.
FATİH ORUM: Çok sayıda kaimenin dolaşıma çıkarılması kaimenin değerini düşürmüştür. Ahmet Cevdet Paşa, bu sırada meydana gelen olayları şöyle anlatır: 1278 senedi Cemaziyel evvelinin sonlarında Aralık 1861’in başları. İşkodra’dan İstanbul’a geldim. Hazineyi fevkalade bir darlık içinde buldum. Bu sırada Fuat Paşa’nın sadrazam olduğunu ve Suriye’den gelmekte olduğunu öğrendim. Fuat Paşa henüz İstanbul’a gelmeden bir gün 100’lük altın kaime olarak 300 kuruşa çıktı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 100’lük altın 300 kuruşa çıkmış. Dolar şu kadar oldu diyoruz. 100’lük 300. Aradaki anormalliği görüyor musunuz?
FATİH ORUM: Ertesi gün 300’ü geçti. Sonra 400’e varır varmaz kaime hiç geçmez oldu. Halbuki halkın elinde hep kaime bulunuyordu. Pek çok kimse aç kaldı. Nakdi yani altın veya gümüş parası olanlar da ihtiyaten üçer beşer günlük ekmek aldılar. Fırınlardaki ekmek bitti ve sonraya kalanlar ekmek bulamaz oldular.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakın savaş gibi. Para ne hâle getiriyor.
FATİH ORUM: Fazla alanlarda zorla almaya kalkıştılar. Dükkanlar kapandı. İstanbul’u bir acayip dehşet istila etti. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Gece, bakanlar toplanıp durumu sabaha kadar tartıştılar. Sabaha karşı tellallar; “padişahımızın tembihi var camiye geliniz” diye bağırdılar. Herkes merakla camilere gitti. Tembihleri dinlediler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman iletişim vasıtası yok. Ancak camilerde halka bilgi veriliyor.
FATİH ORUM: Özet olarak, kağıt paranın böyle itibarının düşmesine sebep olan bozguncuların cezalandırılacağı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak devlet kendini suçlu saymıyor. Bozguncular yapmış bunu.
FATİH ORUM: Ve 100’lük altını 160 kuruştan fazlaya alıp verenlerin hapsedileceği bildiriliyor, dükkanların açılması ve herkesin alışverişle meşgul olması tembih ediliyordu. Hemen o gün havyar hanı kapandı ve hava alıp satan bozgunculardan bazıları hapsolundu. Hükümet tarafından 160 kuruşluk kaimeye 1 altın verilerek alım satıma başlandı. Binlerce kişiye altın yetiştirmek mümkün olamayacağından kalabalığı yarıp geçerek bir altın alanların ekseri elbiseleri yırtılıp zararlı çıkıyorlardı. Büyük alım satımlar durmuştu ama esnaf arasında bu fiyatla kaime geçerli olarak ufak tefek alım satımlar yapıldı. Sonra Fuat Paşa İstanbul’a gelip işe başladı. Fuat Paşa durumu açıkça padişaha izah etti. Gerekli tedbirleri aldı. Avrupa’dan büyük miktarda borç alarak hazineye biraz nefes aldırdı ve hemen kaimenin kaldırılmasına karar verdi. Fuat Paşa’nın Avrupa’dan aldığı yüklü borç karşılık tutularak kaimenin kaldırılması için kurulan komisyonlarda bulunuyordum. Fuat Paşa’nın görüşü, devletin 100 kuruş alarak çıkarmış olduğu kaimeye yine 100 kuruş ödemiş olmak için %40 nakit %60 da konsolit verilerek kaimelerin kaldırılmasıydı. Çoğunluk O’nun görüşünü benimsedi. Benim görüşüm ise 100’lük kağıda bir 50’lik vermek idi. Fakat azınlıkta kaldım. Çoğunluğun görüşüne uyuldu ve devlet hazinesi birçok konsolit borcunu yüklenmiş oldu. Konsolit: anaparanın ödeme zamanı belli olmayan, yalnız faizi ödenen tahvil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak görüyor musunuz? Osmanlı devlet olarak nasıl faize girmiş. Burada şimdi Sultan Abdulaziz var Sultan Reşat ile ilgili kısımlar da vardır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Siz şey anlatmıştınız Hocam. Sarayla ilgili bir şey anlatmıştınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: % 500’e varan enflasyon olmuştur Osmanlılar’da. Yani koskoca devlet battı. İslam aleminin bütün zenginliğini alan batı zenginleşti. Batının kendi zenginliği yoktur. Batı, bizim zenginliklerimizi buradan götürerek zengin gözükmüştür. Bu şekilde. İşte batılı değerler bunlardır. Önce sizi uyuştururlar, sonra cebinizi boşaltır götürürler. Batılı değer kelimesini artık Müslümanlar artık terk etmelidir. Batılı değer demek tek bir değerleri vardır o da sömürü. İkincisi yok. Bütün değerler ona hizmet eder. Başka hiç bir şey yok. İslam ülkelerinden götürdükleri paralarla zenginleşti adamlar. O koskoca Osmanlı böylece batırıldı. Şimdi rakam çok net aklımda değil de Abdurrahman onu şey yapıyor. Tekrar edeyim şeyhülislamlığın olduğu yerde bir de arşivin öneticisi durumunda olduğum için elime çok sayıda belgeler geçiyordu orada. Ama tabi akılda kalmıyor yani. Mutlaka bir yerde yazmışımdır ama nerede yazmışım. Zaten birçok şey kayboldu inşallah bulunur. Bu Dolmabahçe sarayı yapılıyor biliyorsunuz. Sultan Abdulaziz zamanındadır. O sıra padişaha şey yapıyorlar. Padişahım diyorlar. Yanlış aklımda kalmadıysa 8 kese altına Dolmabahçe sarayını yaptık. Öyle aklımda. 5 mi 8 mi ama yükseğini söylüyorum. Bir kese altın 5 altın demektir. 8 kese 40 altın. Koskoca Dolmabahçe sarayı. Oradaki altın avizeler şunlar bunlar… Ayırsanız ne kadar eder. Neymiş efendim onlar? Çıkardıkları kağıt para içi harcadıkları şeymiş. O kağıdı almak için verdikleri altınmış o. Bunu büyük bir başarı olarak anlatıyorlar. Dolmabahçe’ye içimde öyle bir şey olmuştur ki o zaman, öyle bir soğumuşumdur ki Dolmabahçe’den yıllardır İstanbul’da olmama rağmen bir kere bir uluslararası toplantı vardı sadece küçük bir tarafından girdim ve çıktım. Dolmabahçe sarayını bir kere olsun ziyaret etmemişimdir. Çünkü onu gördüm mü Osmanlı’nın neden çöktüğü hemen aklıma gelir. Batıya şey yaptığınız zaman her şeyinizi alıyor adamlar. Yeter heralde değil mi? Sen devam et. Demin okuyordun ya. Faizsiz mâli aracılığın etkisi kısmı.
YAHYA ŞENOL: Kredi sisteminin sebep olduğu dengesizlik işsizliği getirir. Çünkü bu sistemde bir çok mal, ihtiyaçtan fazla üretilir. Buna faizin açtığı pahalılık da eklenince mallar satılamamaya, fabrikalar kapanmaya başlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet bakın görün. Yani bugün ihtiyaçtan fazla mal üretirler, ondan sonra da ihtiyaç üretirler reklam yaparlar. Siz dersiniz ki benim buna ihtiyacım var. O kadar güzel anlatırlar ki. Alırsınız.. Bakın herkesin evinde bir sürü işe yaramayan şeyler doludur. Bir müddet sonra da bakarsınız ki artık o fabrika kapanmaya başlamış. Mesela bir fabrikanın adını söylemeyeyim yıllar önce kapandı da sahibiyle iyi tanışıyorduk. Abdest namazlı bir insandı. Bir gün gittim biraz krediye ihtiyaçları var ki Avrupa’ya çok yüklü oranda çok büyük oranda ihracat yapıyorlardı. Yani Türkiye’de iç piyasa oların elinde olduğu halde dış piyasada da çok büyük etkileri vardı. Ya işte Hocam, şöyle bir paraya ihtiyacımız var falan. Tamam yardımcı olalım. Biz faizsiz yolla elde edelim deren tutmuş bir bankadan faiz almışlardı. Oğlu almıştı. Ben Ona dedim ki bak bu faiz var ya, baştan çok küçük gözükür. Tıpkı kanserli sivilce gibidir. Ne olacak bir krem sürersem geçer dersin ama vücudu öldürür. Kısa sürede piyasadan çekildi, o fabrikaları kapandı, iş yerleri kapandı. Merkez binalarını sattılar, şimdi onun yerine otel yapıldı falan filan neyse. Bu hep böyledir. Mesela Eskişehir’e giderken sol tarafa bakın. Elinizde malınız vardır, işçileriniz vardır, paranız da vardır ama likit denen yani o anda işi çevirmeniz gereken bir sermaye yoktur. Paranız derken bir kısmı alacak şeklindedir, bir kısmı mala yatırılmış şekildedir. İş yerinizi kapatmak zorunda kalırsınız. Çünkü ikinci bir faiz almanız gerekir. Daha önce aldıklarınız üst üste yığılmıştır. Aynen şeye benziyor yani o aslan gibi delikanlının uyurken vücudundaki kanı boşaltmak gibi bir şeydir. Bu siste böyledir.
YAHYA ŞENOL: Kapanan her fabrika işsizler ve çaresizler ordusuna yenilerini ekler. Çünkü insanlar köylerinden ve kentlerinden koparılıp sanayi bölgelerine yığılmış ve ücretleri dışında her türlü gelirden mahrum edilmişlerdir. İşsiz kalınca ücretten de mahrum olur ve istismara açık hale gelirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onun için işte sosyal olaylar yaparlar, anarşi çıkartırlar, her şey yaparlar. Arkadan hepsi planlanır.
YAHYA ŞENOL: Çok büyük bir kısım insan da sadece asgari ücrete mahkum olarak çalıştırılıyor. Çünkü fabrikanın veya işverenin eli kuvvetli. Bu paraya bulacak nasıl olsa binlerce insan var elinde. Beğenmiyorsan gidebilirsin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten işine son verdim dediği an ölümlerden ölüm beğen demektir.
YAHYA ŞENOL: Faizsiz sistem halkın teşebbüs gücünü top yekün harekete geçirip servet dağılımını dengeli hâle getirir. Bu da gereksiz yatırımları engeller. İnsanlar köylerini ve kentlerini terk etmek zorunda kalmazlar. Bu yapıda her türlü kriz en az zararla atlatılır. Faizsiz sistem serbest piyasayı ön görür. Paraya bir maliyet ödenmediği için faize bağlı fiyat artışı olmaz. Hem talep hem rekabet artar. Kredi sistemi ise serbestlikten hoşlanmaz. Serbest piyasada pahalılık, ucuzluğun habercisidir. Bir yerde pahalılık olduğunu duyan daha çok kâr elde etmek için malını oraya sürer, kısa süre sonra bolluk ve ucuzluk başlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aklıma geldi: İsviçreliler galiba. İsveç-İsviçre karıştırıyor olabilirim de. Din ve hürriyet yada insan hakları ve hürriyet miydi bir toplantı düzenlemişlerdi. Beni de çağırmışlardı üç gün sürmüştü toplantı. Orada dedim ki; siz, Avrupalılar olarak hürriyetten bahsetme hakkı olmayan en önemli kişilersiniz dedim. Siz bir kere hürriyetten bahsetmeyin dedim. Başkaları bahsedebilir. Sizde kapitalizm var, sizde kredi sistemi var. Kredi sistemi, toplumları köleleştiren sistemdir. Çünkü borç verirsiniz, verdiğinizden daha fazlasını istersiniz. Adam ödeyemeyecek hale gelir ve size bağımlı olur. Eski kölelik sisteminde kölenin karnını doyurman gerekiyordu. Burada köleyi iyice sömürürsün hiç bir şeyini bırakmazsın. Kemik memik de bırakmazsın yani. Ondan sonra tabi bunlar uzun uzun şeyde var. Sonra dedim siz tutmuşsunuz hapis cezası ortaya koyuyorsunuz. Geçen hafta da anlatmıştık bunu. Osmanlıya da hapis cezası 1858’den sonra girmiştir. Yok muydu? Çok az böyle. Gidin şu İstanbul Müftülüğüne girin içeriye, sağdan köşe bina zindandır. Girin içerisine. Buranın iki katı yüksekliktedir. Pencereleri en az iki buçuk metre yüksekliktedir. Önde büyük bir bahçe vardır. İçerisine topu topuna tıka basa sığdırsanız 15-20 kişi sığdırırsınız. İşte zindan dedikleri yer orası. Şu anda habire yok A tipi cezaevi F tipi ceza evi falan filan bir sürü yapa yapa bitiremiyoruz. Herhalde bir müddet sonra Türkiye’nin etrafına duvar örüp kapısına da gardiyan koyacağız, cezaevidir diyeceğiz. Bu yapının sonu odur. Ondan sonra dedim ki; bir kere hürriyeti bağlayıcı cezayı sistemin merkezine yerleştiren bir toplumun hürriyetten bahsetmeye hakkı yoktur. İnsanların en temel şeyi budur. Siz demokrasi diyorsunuz. Sizin demokrasi dediğiniz teokrasiden başka bir şey değildir. Ama milleti uyuşturmak için demokrasi diyorsunuz. Bir kaç yılda bir adamın oyunu alacaksın, ondan sonra da parlemento istediği kanunları çıkaracak. Bir de vergi sistemi var. Onu da inşallah bir gün burada masaya yatırırız.
ABDURRAHMAN YAZICI: 160 bin mahkum varmış Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 160 bin ne demek ya! Kimi cezalandırıyorsunuz? Onu mu onlardan mahrum kalan ailesini mi yoksa onları beslemek zorunda olan toplumu mu? Ya da dışarı çıktıkları zaman hangi problemleri çözülmüş olacak. Konuşmalarımın hiç birisine bir cevap veremediler. Sonra baktım ki tutanaklara almamışlar. En güzel cevap o. Başka ne olacak. Dolayısıyla bu sistem gerçekten son derece kötüdür. Peki ne önerirsiniz diyecekler. Çok kolay. Dersin başında da söyledim. İslamiyet problemleri o kadar kolay çözer ki. Bu kadar kolay mı? Bu kadar kolay kardeşim. Ama burada inanacaksın. C.Hakk’a inanacaksın. Bankaları kapatalım mı? Yoo! Niye kapatıyorsun kardeşim. Bankaları kapatmaya gerek yok ki. Dedim ya dersin başında. Bir adamın meyhanesi var. Müslüman değildi müslüman oldu. Ne yapacak? Burayı kapatacağım mı? Kapatma kardeşim. Sadece içki satmayı bırak. O kadar. “Ha iyi ben de ondan çok rahatsız oluyordum, çok güzel”. Başka bir şey? Bankalara da ne diyeceğiz? Sadece kredi işlerini bırakın kardeşim diyeceğiz. Kredi işini bırak. Bir de para bugün belli ellerde toplanıyor ve bankalara bakın kasaları para doludur. Vatandaşlar sıkıntı içerisindedir. Dükkanlar mal doludur, millette kriz vardır. Nasıl oluyor? O müşteri bekliyor, öbürü parasını kullandıracak kişi bekliyor, millet de mal ve hizmet bekliyor. Öyle bir mantıksız krizdir ki. Çünkü niye? Çünkü herbirisi gereksiz yere bir takım şeylerle sınırlanmıştır. İşte burada yapılacak şey şu ayette C.Hakk’ın buyurduğu gibi NİSA, 29.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu: müminler”, “la te’külu emvaleküm beyneküm bil batıli: mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin”. İşte faiz, batıllardan bir tanesi. Daha birçok batıl sebepler var elbette. “illa en tekune ticaraten an teradım minküm: sadece karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaretle” yani mal ve hizmet satışı ile yaparsınız. Bir insan ya mal üretir ondan dolayı para kazanır ya hizmet üretir ondan dolayı kazanır. Mutlaka bir şey üretmeniz lazım. Bir şey üreteceksiniz. Bilgi üretimi de hizmet üretimidir, öğretmenlik de hizmet üretimidir. Mutlaka bir iş yapacaksınız. Yatana bir şey yok. Ondan sonra da ne diyor Allah; “ve la taktülu enfüseküm: kendinizi öldürmeyiniz”. Geçende konuşuyorlar televizyonda. Bakın adamlar Türkiye’deki gidişattan hoşlanmayınca dışarıdan rahatlıkla müdahale edecek noktaya gelmişler. Niye? Çünkü milyarlarca dolar borç vermişler buraya. Faizli sistem. Şimdi doların fiyatı oradan arttığı andan itibaren buradaki dolar borcu olanlar ciddi manada bunalıma girmeye başlıyorlar. O da gayet kolay. Ne olacak: bankacılık sistemini inşallah anlatırız, ben mesela bugünkü dersi anlatırken bankacılığın mevcut sistemini yok sayarak anlattım. Sadece faizi esas alarak anlattım. Çünkü aksi takdirde işler birbirine karışır anlamak zorlaşır. Bankacılık sistemi de çok kötü bir sistemdir. Yani kredi sistemini kastediyorum. Adam oradan tutuyor elindeki paraları satışa sunuyor, çok sayıda Türk lirası ortaya çıktığı için onunla dolar almaya gidiyor. Bakıyor ki çok fazla dolara talep var, dolar da yükseliyor Türk lirası karşısında. Bu oluşturuşmuş, burada da seni sıkıntıya sokuyor. Benim faizli borcum olmaz ise Türk lirasını satsın. Kaça satarsa satsın bana ne. Benden nasıl olsa yeni Türk lirası isteyecek. Benim için son derece kârlı olur. Fiyatı düşmüş, yükselmiş beni hiç ilgilendirmez. Çünkü borcum yok. Çünkü faizle bir alakam yok. O zaman zaten hiç kimse sana bir şey yapamaz. 1997’de 28 Şubat olayı olmuştu. 2001’de İhlas Finans kapandı. İnşallah tarihleri yanlış hatırlamıyorum. İhlas Finans kapanmadan bir kaç ay önce ben onları uyarmıştım bir toplantıda. Şu anda biliyorsunuz hiç bir konuda bizi çağırmazlar, konuşmazlar da eskiden önemli her konuda bizim görüşümüzü alırlardı. Şimdi semtimize uğrayan yok yani. Bak bu gidişatınız yanlış, bu sonuçlar şey yapar diye bir toplantıda söylemiştim onlara. Sonra battılar. 2001 işte o dönemler yani 28 Şubat’ın çok etkili olduğu zamanlar bu faizsiz finans kurumları aleyhine yayınlar yapılıyor, bunların kapanması için çok şeyler oluyor. Ekonomiyi iyi bilenler çok iyi bilirler, bu faizli kurumlar siyasal yapının onlara müdahalesi karşısında yerli kurumlar ayakta duramazlar. Bir beyânat adamları bitirir. Hatta bir akşam bankanın adını söylemeyeyim de Albaraka’ya gitmiştim. Albaraka genel müdürü bana dedi ki; ya Hocam dedi (büyük bir banka) şu banka batıyor dedi. Henüz ayakta duran bankalardan bir tanesi. Saat 5’e biraz var 4 buçuğu geçmiş. Turgut Özal da başbakan o zaman. Hocam dedi eğer hükümet bir açıklama yapmazsa işte şu banka batacak dedi. Radyo da açık, sürekli acaba bir açıklama. Orada otururken baktık ki şeyden bir açıklama geldi “hah şimdi kurtuldu” dedi. Bu kadar zor durumdadır şeyler. Pamuk ipliğiyle mi bağlı denir? Milli güvenlik kurulunda kapatılması için karar alınan o zaman mı finans kurumları, onunla ilgili de çok hatıralarım da vardır. Onların kapatılmamasında asıl rolü ben oynamışımdır. Onlar bilirler. Onun için benimle irtibatı kesmişlerdir. Yoksa ben araya girmeseydim kesinlikle kapanacaklardı o 28 Şubat döneminde. O zaman onlara şunu söyledim. Allah rahmet eylesin Adnan Büyükdeniz vardı. Gerçekten kafası iyi çalışan, konuları çok iyi bilen bir arkadaştı. Doktorasını zannedersem Amerika’da mı bir yerde mi yaptı. Meseleyi çok iyi kavrayan bir arkadaştı. İmanlı da bir insandı. Onun hep lehinde şahitlik ederim. Allah makamını cennet eylesin. Bir hastalıktan dolayı gitti. Adnan Bey’e dedim ki; bak, sen literatürü çok iyi bilirsin. Literatürde var mı ki bir ülkenin yönetimi karşı çıksın da bir finansal kurum ayakta dursun. Böyle bir şey sen biliyor musun dedim. Böyle bir şey var mı? Yok dedi hocam böyle bir şey yok. Peki dedim bu kadar muhalefete rağmen siz niye ayakta duruyorsunuz dedim? İşte orada İhlas Finans batmıştı. Niye sizi hiç sarsamıyorlar dedim. Valla hiç düşünmemiştim dedi. Bak siz ticaret yapıyorsunuz. Siz kredi ile meşgul değilsiniz. Bakın şu anda Türkiye’yi dışarıdaki herhangi bir lobi sarsabiliyor ama faizle uğraşmayan- o zaman faize girmemişti finans kurumları- finans kurumlarını yerli yönetim sarsamıyor bile. Hiç etkileyemiyor. Bak işte dedim bu faizden uzak kalmanızdan dolayıdır. Bunu unutmayın, kıymetini bilin. Şimdi burada da onu size söyleyeyim. Yani gerçekten ekonominim faizden daha büyük düşman olamaz. Zaten Allah ayette diyor; “ve lâ taktulu enfusekum: kendi kendinizi öldürmeyin”. Fatih’in okuduğu kısımda gördünüz Osmanlı’nın nasıl intihar ettiğini gördünüz değil mi? Kendi kendini öldürüyor işte. Ya sen koskoca Osmanlısı ya! Ne oluyor? Batılılar kim ki onlar sana yol göstersin. Ama bugün hâlâ öyle. Bugün hâlâ çıkıp Avrupa kriterleri diyorlar fıttırıyorum gerçekten. Ne kriterleri olur onların? Peki. Sorular varsa.. ırnnellahe kane biküm rahıyma
FATİH ORUM: Sorular var. Son, dolardaki bu yükselişe alakalı bir şeyiniz var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte onu söylemeye çalıştım. Dolardaki yükseliş: siz eğer bir kere faizli kredi almışsanız o kaçınılmazdır. Kuran biliyorsunuz Allah’tan başkasına kulluğu yasaklamıştır. Az önce Yahya okurken o kısmı atladı bu kitaptan. Din ve deyn, aynı kökten türeyen iki kelimedir. İkisi de borç demektir. Din: kişinin Allah’a olan borcu, deyn: kişinin kişiye olan borcudur. Ama aynı kökten türemiştir ikisi de. Biz, Allah’a olan borcumuzdan dolayı O’na kulluk ederiz değil mi? Çünkü her şeyimizi O’na borçluyuz. Bu deyn de kredi diyelim bugünkü manada. Öyle bir hâle getirir ki devletleri kendisine borçlu hâle getirir. Büyük kuruluşları borçlu hâle getirir ve kendisine kul ve köle eder. Artık ona bağımlı hale gelirsiniz. İstediği şekilde oynar. Faizli sistem devam ettiği sürece buna engel olmak mümkün olmaz. Merkez bankası faiz miktarını arttırmış. İyi vallahi. Ne demektir? Adamlar hedeflerine kavuştu demektir. Sistemin içine girmişsiniz bir kere, orada bunlar sizinle istedikleri gibi oynarlar. Ondan kurtulmanın yolu: diyeceksiniz ki kardeşim faiz olmaz. Para kazanmak istiyorsanız ya mal ya hizmet üreteceksiniz.
FATİH ORUM: Bankalar bazen sıfır faizle kredi sağlıyor ama iş ve işlemler için hizmet sağlıyoruz diyerek dosya masrafı alıyorlar. Bu dosya masrafını faizsiz işlem olarak görmek mümkün mü?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir insanın borcun üzerine ilave edilen her şey faizdir.
ABDULLAH: Dosyayı ben yanımda getiririm.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Abdullah ne diyor; “dosyayı ben yanımda getireyim, masraf istemenize gerek yok”. Bunlar, insanları aldatmaya yönelik gayretlerdir.
FATİH ORUM: Hapis cezalarına değinmiştiniz. Hapis cezalarının da bu faizli sistemin bir uzantısı olup olmadığını soruyorlar. Sömürünün bir uzantısıdır. Az önce dedim ya; batılı, sömürüde başka bir şey bilmez yani. Hapis cezası da sömürünün değişik şeklidir. Bir insanın hürriyetini bağlamak ne demek? Şu işi yapmış 10 yıl ceza. Ya 10 yıl ceza ile şu iş arasında bir eşitlik kurabiliyor musun? Bir denklik var mı?
KATILIMCI: Hocam, Toki’den ev almak için mesela örnekle gidelim de 200 bin liraya ev veriyor Toki size. 10 yıla bölüyor 1600 lira taksitle. Bir yıl ödüyorsunuz. Bir yılı 20 milyar. Borcunuzun 180 lira olması lazım ama bir yıl sonra bunlar yılda iki kere şey arttırımı yapıyorlar enflasyonla ilgili bir şey. Memur maaşıyla ilgili. Borcunuz tekrardan 196 lira oluyor. Siz her yıl ödeseniz de o borç bir şekilde bitmiyor. Aslında 200 lira diye sattıkları ev 10 yılsonunda 600 lira gibi 700 lira gibi veya 800 lira gibi bir fiyata geliyor. Devletin Toki’den aldığımız şey faize giriyor mu? İkincisi: insanlar bundan kurtulmak için bu sefer bankalar devreye giriyor. Bankalar diyor ki; devlet borcunu kapatırsa %20 indirim yapıyor yıla bir kere şubat ayında. Mesela bu şubat ayında yaptı 23’ünde. O zaman size ne kadar borcunuz var? 100 lira. Onu 120 liraya şey yapıyor. Onu bir daha o borcun üstüne fazla almıyorsunuz. Aslında banka, devlete göre daha insaflı olmuş duruma düşüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle görürsünüz ama o daha kötüdür. Gerçekten enflasyon farkı ilave ediliyorsa. Memur maaşı meselesi kriter olamaz ama enflasyon farkı olur. Devlet diyorsa ki ben memurlara enflasyon kadar zam yapıyorum. Ama memur maaşı değil de enflasyon farkı bir kriter olabilir. Niye olur biliyor musunuz? Bugün para konusuna girmedik ama mesela şu 100 lira. 100 lira diyoruz değil mi? Dün haberlerde vardı. 1milyon liralık bir dolar. 1 dolar ile aynı boyutlarda. 100 dolarla da aynı boyutta 1 milyon. Üzerinde 1 milyon yazdığı içi 1 milyon oluyor. Şimdi bu 100 rakamı, şunun kendisi hiç bir şey ifade etmez. Mesela Osmanlılar’da 1000’lik kağıt para vardı. 1000’lik kağıt para ne demek? 1000 altın demektir. Yani 7,2 gr ağırlığında 1000 altın. Ne demek? 7 kilo 200 gram altın demektir. O zaman böyle bir kağıdın karşılığı öyleydi. Bugün size, o günkü kağıt paralardan, o 1000’lik kağıt paradan şu binanın dolusu olsa size bir tane altın verirler mi karşılığında? Dolayısıyla burada bunların kendisinin hiç bir değeri yoktur bu paraların. Satın alma gücüdür esas olan. Bu satın alma gücü düştüğü zaman, inşallah enflasyon konusunu anlatırken nasıl düştüğünü de anlatacağız size. Bunun satın alma gücü düştüğü zaman karşı taraf gerçek bir mal verdiği için bu düşen kısmını sizden isteme hakkına sahiptir. Yani enflasyon farkını isteyebilir. Ama devlet memurları zammı bu farkı karşılıyor mu karşılamıyor mu doğrusu ben o sistemi bilmiyorum. Onu isteyebilir. Yani ona hakkı vardır.
KATILIMCI: İki kişi hacca gidecekler 5 yıldır bekliyorlar. Fakat bunlar paraları çalınmasın diye faizsiz bankaya koyuyorlar. Bu şahısların oradan aldıkları kar paylarını bir bağış yapabilirler mi? Kendileri o parayı yiyebilirler mi? Şu âna kadar sizin anlattıklarınızla faizcilik yapan bu bankalarda dahil faiz işlediğini sizden öğrendik. Yani burada büyük bir şüphe var. Nasıl rahat ederiz Hocam?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Katılım bankaları isterlerse %100 faizsiz çalışabilirler. Yasalarında o var. Ama isterlerse %100 faizle de çalışabilirler. O yetki de verilmiş kendilerine. Zaten sıkıntının kaynağı da bu. Ben şahsen falanca faizsiz çalışıyor diyebileceğim bir katılım bankası ben şahsen bilmiyorum yani. İnşallah vardır, inşallah yaparlar falan filan neyse. Şimdi o parayı yatıran insanlar, onların imzaladıkları sözleşme doğru bir sözleşme. O sözleşmede problem yok. Çünkü ona kâr-zarar ortaklığı sözleşmesi diyorlar. Tamam. Ama bu insanların uygulaması sıkıntılı. O zaman bunlara şunu tavsiye ederiz: 5 yıldır diyorsun parayı oraya yatırmışlar. 5 yıllık enflasyon farkını alma hakları vardır. Onları alsınlar. Kalan kısmını da bir fakire bağışlasınlar.
KATILIMCI: Ben, Çanakkale Biga ilçesinden geliyorum. İlk defa toplantıya katıldım. Çok basit bir şeyden bahsetmek istiyorum. İlçemizde mâlum pazar var. Pazar kuruluyor. Bu pazarda köy yumurtası da var çiftlik yumurtası da var. Köy yumurtası 50 kuruş, çiftlik yumurtası 25 kuruş. Köyde gelen amca yumurtalarını bir sepetin içine koyuyor, samanın içinde. Köy yumurtası olduğu belli olsun diye. Yumurtaları satıyor. Ama talep çok fazla köy yumurtasına. Gidiyor çiftlik yumurtası satan bir başka esnaftan 100 tane yumurta alıyor kutular içinde. Kutular içinde çünkü onlar. Onları sepetin içine samanların arasına koyuyor, köy yumurtası gibi satıyor. Şimdi bu ticaret mi oluyor yani? Ve bunu alan kişi de köy yumurtası olarak alıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi onun yaptığı faizcilik değildir ama aldığı para haramdır. O ayrı bir konu. Çünkü orada aldatma var, hile var. Az önce okuduğumuz ayete girer. Batıl yolla. Gerçek dışı beyanat bulunarak şey yapmış oluyor.
KATILIMCI: Hocam bu faizin yayılması ile birlikte inanlar arasında güvenin de yok olmasına sebep oldu bu. Osmanlı döneminde, demiştiniz ki bir miktar parası olan birisi bir kişiye ticaret yaptırıyor. Onun karşılığında işte bir miktar kâr elde ediyor. Ama tabi ki arasında bir güven odağı mutlaka oluşuyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi güvensizlik olmaz.
KATILIMCI: Güvensizlik oluşmuyor. Bu arasındaki güveni nasıl sağlıyorlardı. Tabiki sözleşmesi falan oluyordu bununla alakalı. Peki bu sözleşmeye uyulmadığında cezalar nasıl oluyordu? Veya günlük hayatta bu güveni nasıl sağlayabiliriz. Çok kısa bunun hakkında bilgi alabilir miyim?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen bana güven demekle güven sağlanmaz. Sözleşmeyi nasıl yaparsan yap adam güvensiz ise yanlış yapabilir. Burada uzun süre gözlem ile olur. Osmanlı toplumu öyle bir toplumdur ki siz orada dürüst olmak zorundasınız. O toplumun bütün şeyleri yani mesela bizim geleneğimizde bugünkü devlet yoktur. Osmanlı’da-geçe hafta anlattım-her vatandaş devlettir. Eğer güveninizi kaybederseniz o toplumdan çekip gitmek lazım. Yoksa yaşayamazsınız. Yani orada öyle bir yapı var. Ama bugünkü kredi sisteminin oluşturduğu toplumda ailenin içinde bile güvene ihtiyaç kalmaz. Paramparça olmuştur.
KATILIMCI: Hocam ben biraz önce verdiğiniz örnekle ilgili itiraz edeceğim. Yani faizsiz bir kuruma faizsiz anlaşmayla veren insanın aldığı parayı dediniz enflasyon farkını alsın gerisini versin. Eğer benim sözleşmem faizsiz ise ben o kurumun arkada nasıl bir işlem yaptığını nereden bilebilirim? Kâra da zarara da razıysam benim sorumluluğum olur mu o işten?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kâra ve zarara razıysam olur mu? Alsaydı haram olmuştur demezdim. Ama bana sorunca meseleyi böyle anladım. Meseleyi bildiğim için böyle anlatıyorum. O kişi bilmeden iyi niyetiyle alır yer ama meselenin ne olduğunu öğrendikten sonra soruyor, biz de ona göre cevap vermek zorundayız.
FATİH ORUM: Günümüz ekonomik sisteminin darul harb olarak ilan edilmesi doğru olabilir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya bir kere şu darul harb-darul islam meselesi yani çok aldatıcı bir kelimedir. Kardeşim sana ne bulunduğun yerin nere olduğundan. Sen Müslüman mısın değil misin? Sen Müslüman ise Allah’ın bütün emirleri ve yasakları senin için geçerlidir. Değilsen istediğini yapabilirsin. Ben Müslümansam dünyanın neresinde olursam olayım bana Allah’ın bütün emirleri geçerlidir. Darul harbde faiz olur diyenler, Hanefi mezhebinde vardır bu görüşte olanlar. Hambeliler?
ABDURRAHMAN YAZICI: O rivayeti kabul etmiyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten öyle bir rivayet yok. Uydurma bir rivayete dayanarak darul harbde faiz caizdir. Tamamen uydurma bir rivayettir. Aslı astarı olmayan bir şey. Zaten Yahudi ve Hristiyanlar Tevrat ve incilin içerisine uydurma şeyleri sokuşturmuş. Bizde onu sokuşturamayınca bu defa hadisler uydurarak işi halletmeye çalışmışlardır. Ben Müslümanım, dünyanın her yerinde benim için geçerlidir Allah’ın emirleri.
FATİH ORUM: Likid fonlar. Mesla B tipi likd fon veya anapara korumalı fonların alım satımını soruyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün o fonların, anapara korumalı diyorsa arkasından mutlaka bir geliri vardır. Faizler hep anapara korumalıdır. Anapara korumalı diyorsa onun altında kesinlikle faiz vardır.
KATILIMCI: Hocam bugünkü konu ile ilgili soru sormak istiyorum da. Günümüzdeki bankaların çoğu faiz sistemiyle çalıştıkları için toplamış oldukları paraları başka kurumlara faiz olarak verdikleri için, kendi paraları olmadığı içün daha doğrusu, paraları dağıtarak bir kâr, kâr derken faizcilik yapıyorlar. Parayı veren kişinin cayma hakkı olduğunu düşünebiliriz. Yani mesela ben vazgeçtim, paramı geri çekmek istiyorum dediği zaman bu parayı geri alabilir fakat faiz veren banka bu parayı geri alamaz. Yapılan bazı spekülasyonlarla bazı bankalar mesela batırılabiliyor. Sizin bahsetmiş olduğunuz gibi banka batıyor dendiği anda herkes parasını o bankadan çekmeye başladığı anda banka dağıtmış olduğu parayı toparlayamadığı için batmak zorunda kalıyor. Ya da o parayı tedarik edebilmek için başka bir tefecinin eline düşmesi gerekiyor. Eğer güçlü bir şey değilse anlaşmalı bir duruma düşmemesi için. O sizin bahsetmiş olduğunuz gibi bu tür kurumlarda faiz kaldırıldığı zaman bu kişiler sadece kâr payı yani kredi olarak değil de hani diğer firmalara destek oldukları zaman onların kârına ortak olmak. O kârlarından pay aldıkları zaman hem bu bankaların batma riski kalmayacak, hem kâr aldıkları kişilerin riski kalmayacak. Artı, arkadaş az önce bir şey söyledi hani güvensizlik olayı olabilir falan diye. Bu tür kurumların da devlet kontrolünde tüm muhasebe işlerinin kamuya açık olması gerekir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kere bu devlet kontrolü kelimesini biz unutmamız lazım. Halka açık diyeceksiniz. Bakın Osmanlı hiç bir zaman- o kadar yaşamasının sebebi odur- devletin bir memuru ile vatandaşı baş başa bırakmamıştır. Baş başa kalacağı yerlerde araya başka vatandaşlar sokuşturmuştur ki güvensizlik olmasın. Bu çok önemli. Bu devlet anlayışını kesinlikle gözden geçirmek zorundayız.
KATILIMCI: Bu, devletin de işine gelmiş olacak. Çünkü açık bir kurumda ne olacak? Hiçbir şekilde faturasız işlemler dönmeyecek, devletin almış olduğu vergi sistemi daha da artmış olacak. Sizin dediğiniz gibi para değil tamamen ticarette kâr payı artmış olacak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kölelikten kurtulmuş olacaksınız kısacası.
KATILIMCI: Geçenlerde size birebir sorduğum bir soru vardı. Kurum adı vermeyeyim reklama girmesin. Hani mesela aylık bir miktar bir yere para veriyorduk. Mesela diyelim paramız orada 10bin lira birikti. Karşılığında oradan üzerine 10bin lira daha borç alıyorduk. Böyle bir sistem olduğunu söylemiştim. O sistemde girişte bu aktiviteyi bu kurum yaptığı için girişte bir aktivasyon ücreti alıyorlarmış. Bu aktivite bedeli helal oluyor mu yani? Caiz midir? Organizasyon bedeli olarak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sistemi çok iyi bilmek lazım. Tekrar yüz yüze görüşelim, ne yapıyorlar. Şimdi tam iyi bilmeden fetva vermek olmaz. İyi bilmek lazım bu konularda.
Tamam mı? Hepinize çok teşekkür ederim. Sonuç olarak demek ki bu bankaların kapanmasına gerek yok. Bankalar, bankacılık hizmeti yapmaya devam etsinler. Ellerindeki paraları da ticaret ve sanayide kullanacak bir sistem oluşsun. Gerçekten mal ve hizmet üretmeyen hiç kimse bir kazanç elde edememeli ekonomik faaliyet olarak. Böyle olduğu zaman hem Türkiye rahatlar hem de tüm dünyaya örnek olmuş oluruz. İkincisi de öyle bir sistem oluşturmalıyız ki nasıl bugün kan her hücreye gidiyorsa Türkiye’de para Türkiye’nin köyüne, kentine, mezrasına, her noktasına gitmeli ki oraya mal ve hizmet şey olsun. O insanlar ürettikleri mal ve hizmetleri rahatlıkla değerlendirebilsinler ve biz de onların üretmiş olduğu mal ve hizmetten yararlanma imkânı elde etmiş olalım.