ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, konumuzu biliyorsunuz faiz ve enflasyon. Faizi epeyce anlattık burada. Derslerimiz arasında enflasyon ile ilgisini de anlatmıştık ama ayrıntılı olarak anlatmamıştık. Enflasyon kelimesinin anlamı “şişme”dir. Araplar ona “tedahhum” derler. O da şişme anlamına geliyor. Tamamen faiz sistemiyle alakalı bir kavramdır. Bu şişme, fiyat artışı olarak piyasaya yansır. İnsanlar zannede ki fiyat artışı demektir enflasyon. Enflasyon, fiyat artışı demek değildir. Enflasyon, paranın değer kaybına bağlı olarak fiyat artışıdır. Çünkü fiyat artışları üretimin azalmasından da olabilir. Ya da üretiminiz yeterlidir de talep fazlasından dolayı fiyat artışı olabilir. Üretim azlığından, talep fazlalığından dolayı fiyatların artışı normal karşılanır. Resulullah(sav) hayattayken Medine’de fiyat artışları oluyor. Gıda fiyatları giderek yükseliyor. Gelip diyorlar ki; “ya Resulallah, narh koy” yani fiyatları sınırla. Fiyatlara müdahale et. Bugünkü ekonomim yapı içerisindeki anlamıyla. Resulullah (sav)’in cevabı gerçekten çok güzel. Zaten Allah’ın elçisi. Cevap yanlış ise uydurulmuştur. Ondan geldiği şekliyle ise mükemmeldir. Diyor ki; “fiyatları artıran, eksilten Allah’dır. Yarın Allah’ın huzuruna sizden herhangi birisinin hakkı benim boynumdayken gitmek istemem” diyor. Biraz bu cümle, ekonomiyi bilmeyenler tarafından anlaşılmayabilir. Bir de kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini de iyi bilmek lazım. “Fiyatları arttıran, azaltan Allah’tır”, fiyatlar kendi tabii seyrine bırakılmalıdır anlamına gelir. Biliyorsunuz İslam’da din fıtrattır. Fıtrat da tabiatta geçerli kanunlar yani sosyal kanunlar, tabii kanunlar bütünü demektir. Dolayısıyla siz fiyatlara devlet olarak müdahale ederseniz ki o zaman Resulullah devlet başkanı konumundaydı, bunun kısa vadeli faydası ama uzun vadeli çok büyük zararları olur. Çünkü yeteri kadar üretim yoksa ister istemez arz talep dengesi bozulduğu için fiyatlarda bir artış olacaktır. Siz o artışa müdahale ederseniz. Yani şöyle diyelim: 50 tane elma var, 100 kişi var. Herkes birer tane elma almak istiyor ancak 50 kişiye yetecek elma var. O zaman o 100 kişi içerisindeki insanlardan herkesin cebinde de para olduğunu düşünün. Elmanın tanesi 1 liraydı. Elma 50’ye düştüğü zaman 50 kişi alamayacak demektir. O zaman 1 liraya da satılmayacaktır. Çünkü herkes alamayacağına göre elmayı satan onun fiyatını 2 liraya çıkaracaktır. 2 lirası olanlar alacak. Şimdi siz devlet olarak müdahale etseniz deseniz ki; “1 liradan fazlaya satamazsın”, o 50 kişi elmasız kalacak. Gene 50 kişi alacak. Neticede fiyat artmayacak ama herhangi bir problemi çözmüş olmayacaksınız. Ama elmanın 2 liraya çıktığını düşünün. Bu haber elma üreticilerine hemen ulaşır. “Vaay, falan yerde 2 liraymış elma”. “Yok yaa, deme yaa”. Hadi bakalım herkes o piyasaya elma sürecek, bakacaksınız ki elma 50 kuruşa, 25 kuruşa düşmüş. Şimdi Resulullah’ın “arttıran, azaltan Allah’tır” sözü yani bu iş kendi tabiatı, tabii kanunları içerisinde olur anlamındadır. İşte Medine’de gıda fiyatlarının artması üzerine Resulullah’ın müdahale etmemesi sebebiyle dışarıdan bol miktarda gıda geliyor, sonra da fiyatlar kendiliğinden düşüyor. Müdahale ettiğiniz takdirde bir müddet sonra açlık başlayacaktır. Çünkü siz müdahale edersiniz, dışarıdan hiç kimse için caiz olmaz ve hiç kimse de oraya mal getirmez. Şimdi bunu şunun için anlattım: yani fiyatlar bazen üretim yetersizliğinden dolayı artabilir. Bir yerde fiyatın artmış olması, eğer orada devlet müdahalesi yoksa ithalat kontrol altında değilse fiyatların ucuzlayacağının en sağlam göstergesidir. Fakat bugün yani dünyada öyle bir ekonomik yapı var ki mesela Resulullah mal girişine engel olmayı yasaklamıştır. Hatta pazara mal getirenlerin yolda karşılanmasını da yasaklamıştır. Çünkü yolda karşıladığınız zaman o kişinin malı gerçek değerini bulamayacaktır. O kişi zarar edecektir. Ve arada bazı kimseler haksız kazanç elde edeceklerdir. Ama bugün biliyorsunuz devletler ülkelerine bazı malların girişlerini yasaklarlar. Bazı malların girişine de çok yüksek vergi koyarlar. Bu, “efendim biz yerli üretimi destekliyoruz mantığıyladır”. Aslında o yerli üretim dedikleri de yabancı üretimin sizin ülkenizdeki temsilcisinden başka bir şey değildir. Çünkü yapı öyledir maalesef. Dolayısıyla bugün dünyadaki devlet sistemi tamamen sömürüye göre kurulmuştur. Yani her defasında tekrarlıyoruz. Batılı değerler deniyor. Batılı değerler yoktur, batılı değer vardır. Bir tane batılı değer vardır, ikincisi yoktur. O da sömürüdür. Diğerlerinin tamamına sömürüyü güzel göstermek için yapılan kenar süsleridir. Reklamlardır, falan filan. Başka bir şey yoktur. Mesela bugün tarihe de bir yolculuk yapacağız. İslam Açısından Enflasyon Ve Çözüm Yolları diye bir kitap var. 1983’de basılmış. 32 sene önce değil mi? O zaman bir toplantı olmuştu. Ben o toplantıda doktor falan değiliz tabi. Enflasyon ile ilgili makalemiz vardı burada. Toplantı tutanağımız vardı. Burada önemli olan birinci tebliğ olarak bizimkisini koymuşlar. Paranın değer kaybetmesi ile ortaya çıkan problemler ve İslam hukukuna göre çözüm yolları. O zamanlar o kadar yüksek enflasyon vardı ki burada inşallah bir örnek olarak okunacak Allah nasip ederse. Yani yüzde 125’lere varan enflasyonlar oluyordu. Çok yüksel faizler vardı. Bir malı alıyordunuz, satıyordunuz. Tekrar alırken sattığınızın iki katı fiyata alabiliyordunuz. O zamanlar Türkiye’de çok ciddi manada ithalat önünde engeller vardı. Mesela otomotiv ithalatında büyük engeller vardı. Onun için yurt dışında çalışan işçilerimiz çok karlı iş yapmak için buraya kullanılmış bir otomobil ile gelirlerdi. Onu çok yüksek karla satar giderlerdi. Çünkü onların getirme hakları vardı. Ve yerli üretim, mesela bizim burada üretilen basit arabalar, Almanya’nın o çok kaliteli arabaların değerinde satılırdı piyasada. Ve o zaman da herkes satın alamazdı. O arabaları satanlar, piyasanın en itibarlı kişileriydi. Hatırlarsınız yani o günleri. Değil mi? Çok iyi hatırlarsınız o günleri. İsim vermek istemiyorum ama her birisiyle görüşmelerim vardır. Her birisiyle hatıralarım vardır. Hatıralarım vardır. Anlatmak istemiyorum. İsim vermek istemiyorum da. Çünkü Allah’a şükür fetva işlerinin başında olduğunuz zaman mecburen görüşüyorlardı o sıralar. Şimdi kimse görüşmüyor. Görüşecek çok iyi adamları buldular onlar. Dolayısıyla o kadar çok yönlü bir sömürü ağı oluşturuluyor ki. Ama ismini zikretmemizde fayda var rahmetli Özal, ithalatın önündeki engelleri kaldırmıştı. Mesela otomotiv sanayii onun zamanında ciddi manada gelişmişti ve bugün Türkiye otomotivde eğer ihracatta önemli bir noktaya gelmiş ise Onun gayretleri ile olmuştur. Aldığı ekonomik tedbirlerde çok yanlışlar da vardı o ayrı bir konu. O zaman Süleymaniye Cami’nde vaaz ederdim. Allah rahmet etsin Turgut Özal zaman zaman gelirdi. Hatta bazen ben vaaza başlamadan önce gelirdi. Onların damadı vardı. Adını hatırlayamadım. Gelip bana diyordu ki; “amcam diyor ki bu adam bu meseleleri nereden biliyor”. Sürekli şey yapardık. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal konularını gündeme getirirdik Süleymaniye Camii’nde. Tabi 2002’den beri Süleymaniye Camisi’nde vaaz etmemiz yasaklandı. Süleymaniye’de yasak olunca tüm camilerde yasak. Yani şu anda Süleymaniye olsun bir başka cami olsun vaaz etmemiz de namaz kıldırmamız da yazılı emirle yasak yani. Çünkü milletin kafasını bozmanın bir alemi yok. Neyse Allah’a çok şükür ki C.Hakk bu imkanları nasip etti de gayret ediyoruz.
İşte enflasyon, fiyatların artışı değildir. Fiyat artışları olabilir üretime bağlı falan. Ama enflasyon tamamen faize bağlı ve para sistemine bağlı olan fiyat artışlarıdır. Yani piyasaya ihtiyaçtan fazla para sürersiniz ve o yükselir. Şimdi şöyle söyleyelim: mesela bir bardak üretmek isterseniz bir fabrika kuracaksınız değil mi? Orada bir sürü uzmanlarınız olacak. İşte bunun ham maddesini bulacaksınız. O kimyasallarını bulacaksınız. O fabrikanın bir sürü makina, alet edevatını bulacaksınız ve üreteceksiniz. Ürettiğiniz zaman da bunu üreten başka fabrikalar da vardır. Onlarla rekabet içerisinde bir fiyat belirleyeceksiniz. Diyelim ki bu bardağın fiyatını 1 lira olarak belirlediniz. Bu bardağa 1 lira fiyat verdiğiniz zaman belki burada 25 kuruşa kar edebilirsiniz en fazla. 25 kuruştan fazla kar elde edemezsiniz. Çünkü bardağı üreten diğer firmalarla rekabet etmeniz lazım. 1 liraya satışa sunuyorsunuz. Ama şu masanın başında bir adam oturuyor. Mesela kağıt para. Bakıyorsun 5 liralık kağıt para var. Bu bardaktan 5 tane alırsınız. Adam o kağıt paranın önüne bir sıfır koyuyor, 50 lira oluyor. Onun için fabrika kurmasına gerek var mı? Hammaddeye ihtiyaç var mı? Mühendise, alete edevata, şuna buna? Rekabetmiş bilmem ne, hiç lüzum yok. Birden bire adam 50 tane bardak alabilecek bir güce kavuşuyor. Bu ne yapıyor? Birden bire dengeyi bozuyor piyasa içerisinde. O zaman o parayı alanlar hemen bardağa yöneliyorlar. Yöneliyor ama bakıyorsunuz ki Allah Allah! Şimdiye kadar bir bardak alamayan adam 10 tane bardak istiyor. Nasıl olur bu iş! Tamam diyorsunuz ne güzel piyasalar açıldı. Ona bir veriyorsunuz bakıyorsunuz işçi diyor ki; “patron”, “ne var?”, “fiyatlar artmış maaş yetmiyor”. Öbürü diyor elektrik fiyatı artıyor, şey fiyatları artıyor. Çünkü adam paranın değeri ile oynadığı için mal-para dengesini bozmuş birden bire. Piyasayı ilk hamlede ciddi manada sömürüyor. İkinci hamlede de bu, piyasaya fiyat artışı olarak yansıyor. Ondan sonra bakıyorsunuz ki Allah Allah! Ben 1 liraya satıyorum 25 kuruş kar ediyorum diyordum ama şimdi ben 5 liraya da satsam para kazanamıyorum. Kapanıyor sizin fabrikanız. Ne güzel yatırım yapmıştık, yıllardır uğraştık, bu kadar bilgi birikimi, bu kadar insan. Yok. Yani ipin ucu puştun elinde meselesi var ya. Bu para sistemi öyle. Yani siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, adamın birisi bir sıfırla sizi sıfıra çıkarabiliyor. Bir başkası bir müdahale ile işte bankacılık sektörü. Mesela son zamanlarda dolar arttı. Niye arttı Türkiye’de? Size bir şey söyleyeyim bakın. Bu iktisattan anladığını düşündüğüm bazı kişilerle biraz konuştum da bu konu ile alakalı. Türkiye’de dolar artmaması lazım. Doların düşmesi lazım. Şu andaki Türkiye’nin para dengesi açısından bakarsanız Türkiye’de dolar artışı olmaması gerekir. Dolar 1 liraya kadar düşebilir çok rahat bir şekilde. Ama artıyor? Şöyle bir kanaat hasıl oldu bende. Biz şimdi burada yanlışları ortaya koyuyoruz. Mesela fıkıh açısından, kelam açısından, tefsir açısından. Millete ayetleri okuyoruz diyoruz ki bak şu şurada. Şu, şu yanlışlar var. Hani düşünüyoruz ki bu kadar ulema var, Diyanet İşleri Başkanlığı var, ilahiyat fakülteleri var, medreseler var, şunlar var, bunlar var. Bu adamlar bu ayetleri duydukları an yanlışlarından vazgeçecek, doğruya gelecekler diye bakıyoruz. Öyle düşünüyoruz. Ya duydukları sıra Allah’ın ayeti demiyor, Allah böyle diyor demiyor da Abdulaziz Hoca böyle dedi. Böyle şey olur mu? İşte sana Allah’ın ayetini okudum, niye falanca adam diye şey yapıyorsun. Hedef değiştiriyor. Netice ne oldu? Allah’ın ayetlerini okuyorsunuz, doğruları söylüyorsunuz, bu defa cevap veremiyor cami kürsülerini kapatıyorlar. Cevap veremeyince üniversite kürsülerini kapatıyorlar. Şu anda da öyle bir şey var yani epey bir zamandır üniversiteleri bize kapatma gayretleri var. Ciddi manada var. Ondan sonra efendim televizyonları kapatıyorlar. İnsanlarla iletişimi kapatıyorlar. Baktım ki ekonomi ile alakalı geçen işte “ya kardeşim bu dolar artışının hiç bir mantıki gerekçesi yok. Bak yapmayın. Uluslararası çevrelerin Türkiye üzerinde oynadıkları bir oyun”. Baktım ki hiç kimse dinlemiyor nato kafa nato mermer. Duvara konuşuyorsunuz sanki. Ya Allah Allah! Siz ekonomiyi bilmiyor musunuz? Baktım ki bizim hurafecilerden hiç bir farkı yok onların hurafecilerin. Eskiden de biliyordum ama bazı kimseler hiç olmazsa bunu yapmaz diye düşünüyordum yani. Dolayısıyla biz bugün yine anlatacağız. Ama millet anlar da anlamak isteyeceğini de pek sanmıyorum. Ama şimdi en başta şunu söyleyeyim. Mesela şimdi bir ayet okuyacağım. Tevbe suresinin 34.ayeti. Burada Allah şöyle diyor; “TEVBE, 34.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu: müminler”, “inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıl” ahbar ve ruhbanın çoğu, insanların mallarını batıl yollarla yerler. Ahbar kimdi? Fatih, kimdi ahbar? Burada anlatılanlar değil. O mealdekileri boş ver. Hemen yahudilere. Biz yapmayız canım. Hemen hahamlar ve şeyler. Ne diyor burada? “Hahamlar ve ruhbanlar”. Biz mümkün değil. Bizde olur mu öyle şeyler! Şaban Piriş demişti değil mi? Bu ayete doğru mana vermiş de hocalar ona ne kadar hücum etmişler. “Hıbr” neye deniyor Arapçada? Mürekkep. İşte mürekkep yalayan adamlar ahbar. Kim yani? İlim adamları. Ruhban da rabih, milletin Allah’tan korktuğunu zannettiği kişiler. Bunlar kim? Bunlar da din adamları. Bak şimdi birisi bilimsel olarak diye başlıyor konuşmaya, zannediyorsunuz ki gerçek. Öbürü de din ile başlıyor, arada vatandaş eziliyor. Bilimsel olarak da böyleymiş, dini olarak da böyleymiş. O zaman bana ne düşer? Ezilmek. PalaTLerin altında Allah rızası için ezilip gideceksin. Yapacağın başka bir şey yok. “inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıl: insanların mallarını haksız yollarla yerler”. Çünkü ilim para kazandırmaz. Siz ömür boyu kitaplarla meşgul olsanız size bir bardak su vermez ilim. Para kazanabilmek için ne yapacaksın? Piyasada halkı sömüren insanlarla beraber hareket edeceksin. Körler sağırlar birbirini ağırlar kâbilinden. Ondan dolayı ilmi çalışma yapan insanlara C. Hakk özellikle destek verilmesini ayette emrediyor. “Lil fukara ellezine uhsiru fisebilillah”. Özellikle Allah yolunda kendisini hasretmiş olan kişilere, o ihtiyaç sahiplerine özellikle yardımcı olun diyor. Onlar da insan elbette sağa sola kaçmasınlar da doğruları söylemeye devam etsinler diye. İlim adamlarının ve din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksız yollarla yer. “Ve yesuddune an sebılillah: ve Allah’ın yolundan insanları engellerler”. Halbuki siz, bunların insanları Allah’ın yoluna yönelteceğini, doğruları anlatacağını düşünürsünüz. Mesela geçen hafta burada konuşma yapmıştık işsizlik konusuyla alakalı. İzleyicilerde iki tane tabip varmış. Tabi sonradan geldiler yanıma. Onlardan birisi dedi ki; ya Hocam dedi, ben talebeyken dedi bir vücuttaki normal şeker 180 idi dedi. Düşe düşe şimdi 70’e kadar düştüler. Öyle bir noktaya geldiler ki yeni doğan çocuklara şeker hastası teşhisi koymamız gerekecek noktalara geldik diyor. Niye? Adamların ilaç satması lazım kardeşim. Umurunda mıydı senin şeyin. İlaç satacak. Aynı şeyi kolestrol için söyledi. Şu kadar kişi üzerinde araştırma yapılmıştır. Zaten bir d hakemli dergi meselesi var. Herkesin makalesi yayınlanmaz. Eğer kendi şablonlarına uygunsa yayınlanır, yoksa yok. Mesela ben bizim fakültenin dergisine Kuranda Talak diye bir yazı yazmıştım. Başlık yanlış! Kur’an’da talak olur mu? Erkeğin boşama hakkı meselesi. İki tane hakem, ancak mesleki dergide yayınlanabilir ilmi dergide yayınlanamaz diye rapor verdi. Niye? Efendim içinde ayet varmış. Kur’an’da talak diye yazarsan ayetsiz olacak! Gerçekten haklıymışlar. Ben televizyonda meşhur bir hocanın konuşmasını dinlemiştim. Kur’an’a göre ben talakı yazdım dedi. İşte falanca kitabım da basıldı. İyi dedim ya telefon ettim kendisine o kitaptan gönderdi. İyi dedim talebelere okuturuz. Bir aldım baktım bir tane ayet yok. Bir tane hadis yok. Kendi ağzından çıkan laflara kuran diyor. Öyle bir sömürü ağı var ki. O günden sonra artık bizim fakültenin dergisine makale yazmamaya başladım. Kuranda talak diyoruz, iki kişi rapor veriyor ve diyorlar ki anca mesleki dergide yayınlanır. Hangi mesleki dergi? Hangi dergide yayınlanacak? Bilimsel dergide yayınlanmazmış. Ayet var ya bilimsel değil. Çünkü sistemi bozuyor. Biliyorsunuz ayrı bir ders yapmıştık. Bugün fıkıh kitaplarındaki talakın, Ehl-i sünnet dedikleri mezheplerin talak diye anlattıkları şeyin kaynağı neresiydi? Hatırlayın bakalım. Roma idi. Roma’da kadına hiç bir değer verilmez biliyorsunuz. Kadının adı bile yoktur. Evlenene kadar babasının adıyla, evlendikten sonra kocasının adıyla anılır. Yani hayvanla insan arası bir varlık sayılır. Böyle bir yerdeki talakı islam diye bugün fıkıh kitaplarında yazıyoruz. Onun hatasını ortaya çıkardığın zaman olur mu? Sistem çöküyor. Orada olduğu gibi zannediyorsunuz ki biz doğruları söylersek herkes kabul eder. Yok kardeşim. Kimsenin doğrularla ilgisi yok. Herkes kendi doğrularını istiyor. Adam, sisteminin çökmemesini istiyor. Bir sömürü sistemi kurmuş devam etsin istiyor. Ve onun da şeylerini de kurmuş oyuncularını, piyonlarını yerleştirmiş tamam. O piyonlar eğer aykırı hareket ederse onların canına okuyacağı için raporlarını da ona göre veriyorlar. Şimdi burada diyor ki Allah; “insanların mallarını batıl yolla yer”. Kim? “İlim adamları ve bilim adamları”. Peki. Burada ne yaparlarmış? “Vellzinelezıne yeknizunezı zehebe vel fiddate: altını ve gümüşü biriktiren”. Piyasada altın ve gümüş topluyorlar. Eski para altın ve gümüştü. Piyasadan parayı topladığınız zaman insanların alış veriş yapmaları imkansız hale geliyor. Hani size örnek vermiştim: vücutta dolaşan kan, paraya benzer. O kan gide bağırsaklardan işlenmiş gıdaları alır karaciğere getirir. Karaciğerde işlenir, alır bütün vücuda dağıtır. Ondan sonra gider oksijen alır akciğerden bütün vücuda dağıtır. Her bir hücrenin ürettiğini alır ilgili yerlere götürür. O hücrelerin atıklarını da ilgili yerlere götürür ve vücut saat gibi çalışır. Para da öyledir. Aynen kan gibi. Kan sürekli dolaşır hiç durmaz. Hiç durmaz sürekli dolaşır. İnfak kelimesi kuranda sürekli tekrarlanır. Hiç bir yerde biriktirin diye bir emir yoktur. Çünkü insanın tabiatında biriktirme vardır zaten. Emir vermeye lüzum yoktur. İnsanlarda ona karşı büyük bir aşk vardır, arzu vardır. İnfak demek bir şeyi tünelden geçirmektir. İşte kanın bir tünele benzeyen damarlardan sürekli akması infaktır. Kan sürekli dolaşması lazım. Normal dolaşıma nabız mı deniyordu? Alıyor, getiriyor. Bir dakikada dolaşımına nabız deniyordu. O sürekli dolaşacak hiç bir yerde durmayacak. Her gittiği yerin işini görecek. Para da öyledir. Para da sürekli dolaşması lazım. Gelecek bana, benim şuna ihtiyacım var, hemen vereceğim Fatih’e. Fatih’ten onu alacağım, parayı vereceğim. Fatih de o parayı Abdurrahman’a verecek. Abdurrahman derken herkese.. tekrar para bana gelecek. Peki burada 500 kişinin işini görecek, 1000 kişinin işini görecek. Ama para olduğu gibi duracak. Parada herhangi bir değişiklik yok. Ben bununla belki suyu almış içmiş olacağım, su bitmiş olur. İkinci kişi buna su üretme fırsatı bulur. Bardak elimden düşer kırılır, birisinin bardak üretme imkanı doğar. Dolayısıyla kan her hücreye gittiği zaman hücrenin yeniden çalışma yapmasına fırsat veriyorsa: elindekini veriyor, bu defa yeni üretim yapıyor. Oraya yeni gelen maddeleri tekrar işliyor. Ne üretecekse onu üretiyor. Onun posasını gene gelen kana veriyor. Onu da götürüyor şeye atıyor. Sürekli dolaşması lazım. Ama kan bir yerde durdu mu nabız düştüğü zaman ne oluyor? Ne diyor doktorlar nabız iyice düşerse? Bu adam artık ölmeye yaklaşmış deniyor. İşte para dolaşımına müdahale ettiğiniz zaman piyasayı öldürürsünüz. İşte burada Allah diyor ki; “altını ve gümüşü stok yapıp Allah yolunda infak etmeyenler”. Yani dolaşımını engelleyenler diyelim bugünkü anlamda. ve la yünfikuneha fı sebılillahi “fe beşşirhüm bi azabin elım: onları acıklı bir azap ile müjdele”. TEVBE, 35.. Ayet: Yevme yuhma aleyha fı nari cehennem: cehennem ateşinde kızartıldıkları gün” o altınlar cehennem ateşinde ısıtılacak nar haline getirilecek “fe tükva biha cibahühüm ve cünubühüm: alınlarına ve yüzlerine yapıştırılıp dağlanacak”, “ve zuhuruhüm: ve sırtları”, “haza ma keneztüm li enfüsiküm: işte kendiniz için sakladıklarınız bu”. Çünkü siz orada sakladınız piyasayı yaktınız. Allah, işlenen suça denk bir ceza verir. Bu insanlar paranın hareketine müsade etmedikleri için. Yani ben parayı Fatih’e verirsem Fatih işini görecek. O ona, o ona yüzlerce kişi işlerini görecek. Ama vermediği takdirde hiç kimse iş göremeyecek. Hele bir de saklarsam. Yani kanın vücuda gitmemesi gibidir paranın dolaşmaması. O zaman herkesin canın yaktıkları için bu parayı stok yapan insanlar, Allah diyor ki “onlara denecek ki işte bu sizin kendiniz için sakladıklarınızdır. “Fe zuku ma küntüm teknizun: o stok yaptıklarınızın tadına varın”. Zevkini tadın. Zevklenmek istiyordunuz ya. Şimdi bugün de bakıyorsunuz ki merkez bankası şeyinde 128 milyar dolar para var rezervinde. Ne işe yarar? Rezervdeki para kimin işine yarar? Birisi çıksın bana izah etsin. Efendim bir kısmı kredilere karşılık. Kredi olduğu zaman karşılığa ihtiyaç olur tabi. Faizli bir sistem oluşturduğunuz zaman. Yani faizli sistem öyle bir şey ki bir taraftan piyasadan milletin parasını çeker, bir taraftan da şurada parayı kenz eder yani stok yapar. Mecburen stok yapar. Yani iki taraflı. Hem fiyat artışlarına sebebiyet verir hem de piyasanın daralmasına sebebiyet verir. E peki bunları niye piyasaya sürmüyorsunuz kardeşim? Zaten bunlara para denmez. Hadi diyoruz, başka çaremiz yok. Adam bir kağıdın üzerine dolar diye yazmış. Üstlerine de 10 yazmış, 100 yazmış, 1000 yazmış ne ise, bize göndermiş o kağıtları. O kağıtlarla bizim gerçek mallarımızı almış zaten. Bir kağıt gönderiyor herkes kuyruğa giriyor, dolar karşılığı mal satacağım. Aman benimkini al, aman benimkini al. Ama tabii ki kağıt işte başka bir şey değil. Bu kadar çok hevesli varsa adam 10 tane göndereyim, 100 tane göndereyim, 1000 tane göndereyim. Bu defa 1 milyar, 2 milyar. Tamam. Ülkenin bütün mal varlıklarını alıyor. Adam alışıyor kağıda karşı bedava mal almaya ülkeden, o zaman sana diyor ki; “haa bak bu parayı stok et” diyor. Bu parayı stok et çünkü yeni kağıtlarla geleceğim. Sen bununla bir de benden mal almaya kalkışma diyor. Çünkü sen benden mal almaya kalktığın zaman vermem dersem bir daha benim paramı almazsın. Mecburen uluslararası konvertibıl para falan filan meselesi oradan devreye giriyor. Dolayısıyla bugün bakıyorsunuz ki acayip bir hava var ve ortalıkta bir şişme şu bu falan filan var. Konumuzu biraz fazla dağıttım bugün ama Allah bak bunu böyle diyor. Yani altını ve gümüşü stok edip piyasaya sunmayanları büyük bir azap ile işte bu azap niye? Çünkü herkese tattırılıyor bu azap. Bu insanlar birkaç kişi ama tüm toplumu etkiliyorlar. Ahirette de onun cezasını çekecekler.
Enflasyon, anlatmaya çalıştığım gibi şişmedir. Ama neyin şişmesidir? Piyasaya ihtiyaçtan fazla para sürülmesinden kaynaklanan fiyat artışlarıdır. Bu iki şekilde yansır. Birisi talep enflasyonudur. Yani az önce söyledim ya. Adam kağıdın üzerine rakam yazıyor Türkiye’ye geliyor bir kağıt veriyor malınızı alıyor. Bu da bir müddet sonra bakıyorsun o kağıTLar çok gelmeye başlayınca bu defa eskiden 10 dolara verdiğinizi 20 dolara, 30 dolara, 50 dolara, 100 dolara veriyorsunuz siz kar ettiğinizi zannediyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki adamın yaptığı bir tek sıfır ilave etmek. Başka bir şey yok. Sen gece gündüz çalış. Ondan sonra se kendini zengin zannediyorsun bir de bakıyorsun ki doların değeri düşmüş. Ya da yükselmiş. Neyse. Yükselse de fark etmiyor yükselse de fark etmiyor. Uluslararası piyasaya girdiğiniz zaman bunlar ciddi manada sıkıntı doğuruyor. İç piyasayı düşünelim dış piyasayı değil. Merkez bankası para basıyor. Piyasada diyelim ki toplam para 100 milyar. E peki bir de para gibi dolaşa maddeler var. Yani insanlar küçük ödemeler için para kullanıyorlar. Büyük ödemeler için kimse para kullanıyor mu? Hiç duydunuz mu? Mesela bir yerden bir yere diyelim ki 50bin lira, 100bin lira nasıl gönderiyorsunuz? Sadece hesaplar arası nakil. Buradan oraya 100bin lira gider, şu bankadan öbür bankaya. Öbür bankadan da buraya diyelim 100 bin lira gelir mahsuplaşırlar. Takas odası vardır, her hafta giderler orada takat ederler. Mahsuplaşırlar. Sonuçta bir bankadan diğer bankaya beş kuruş para ya geçer ya geçmez. Çok küçük para ayarlamaları ile çok büyük ödemeler yaparlar. Piyasaya para diye çıkan ve insanların para diye değer verdiği şeyler aslında para değildir. Kayıtlarda vardır gerçekte yoktur. İşte birisi çek olarak onu kullanır, birisi kredi kartı olarak onu kullanır, birisi EFT elektronik fon transferi dedikleri şekilde kullanır. Kullanır da kullanır. Piyasaya bakarsınız ki piyasada gerçek para 100 bin lira iken olmuş 1 milyon lira. Üretim 100 bin liraya göre yapılmış. Yani şurada 100 birim mal var şurada 100 lira para var. Her birimin karşılığında 1 lira para var. Terazinin bu kesesini arttırmak çok kolay. Adam bir kayda giriyor, sadece bir bilgisayar kaydı ile o 100 bin lirayı 300’e çıkarıyor. Sen o 100 birim malı 101 birime çıkarmak için canın çıkıyor. Çıkaramıyorsun. Çıkaramadığın için bakıyorsunuz ki 100 birim malın karşılığında bu defa 200 birim para oluşmuş. O zaman fiyatlar yüzde 100 artıyor. 300 birim, 400 birim, 500 birim, bakıyorsun ki yukarıya doğru çıktıkça çıkıyor, çıktıkça çıkıyor. Ondan sonra arada bir kere orada o parayı arttırabilen kişi piyasayı ciddi manada sömürüyor. Beri taraftaki bu insanlar, ellerine hiç bir şey geçmiyor ama cebindeki parayla ekmek almaya giderken bakıyor ki ekmeğin fiyatı iki katına çıkmış. Eyvah ne yapacağım. Bu aradaki insanlar eziliyor. Onun için ahirette C. Hakk bunlara acı bir azap verecek. Çünkü tüm toplumu etkiliyorlar. Burada 1984’de yapmış olduğumuz bir toplantı var. O toplantıda enflasyon konusunda bir konuşma yapmışız. Para, faiz ve enflasyon. Konunun başlığı faizdi, piyasaya etkileriydi. Orada Hayrettin Karaman Hoca bana bir soru sormuş. Kitabın yeni baskısını yapmak için bana göstermişler de daha yeni gördüm. O soru vesilesiyle o günün piyasasını ortaya koyan bir yazı var orada. İstersen sen onu bir okusana. O zamanlar neler oluyormuş.
ABDURRAHMAN YAZICI: İSAV tarafından düzenlenmiş bir toplantı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O toplantıyı ben organize etmiştim.
ABDURRAHMAN YAZICI: Şu anda tebliğlerin yayınlanmasından oluşmuş. Tebliğler de Para, Faiz Ve İslam adlı kitapta yayınlanmış. 1984 yılında düzenlenmiş bir toplantı ama kitabın yayınlanması 1987.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kolay değil onu yayınlamak. 78’de yazmıştım enflasyon yazısını, basılmış 83’de. Normal yani.
ABDURRAHMAN YAZICI: Burada Hocamız’ın da bir tebliği var. İslam’da Faiz Mefhumu Ve Unsurları. Tabi içinde enflasyon konusu da ele alınıyor. Burada Hayrettin Hoca bununla ilgili bir soru soruyor ve Hayrettin Hocamız da tekrar cevap veriyor. Doç. Dr. Hayrettin Karaman: konuşmanız sırasında memur maaşlarından vaktiyle memur yardımlaşma kurumu için yapılan kesintilerin geri ödenmesi sırasında hükümetin ödediği fazlalığın faiz olmadığını ifade ettiniz. Bu fazlalığa hükümet faiz dediğine göre bunu nasıl izah edersiniz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman MEYAK vardı bilirsiniz. Memur yardımlaşma kurumu. Kesintiler yapılıyordu. Acayip bir enflasyon var. Paranın gerçek bir değeri yok. Paranın satın alma gücü var. Satın alma gücü düştüğü zaman elbette ki ben o verdiğim değeri alma hakkına sahibim. O şekilde söylemiştik orada.
ABDURRAHMAN YAZICI: Cevap: Hükümet Mart 1974’den Şubat 1982’ye kadar memurların bürüt maaşlarının yüzde 5’ini her ay memur yardımlaşma kurumuna kesmiş ve 1984 Mart’ında da bunları yüzde 60 fazlasıyla geri ödemeyi kararlaştırmıştı. Kanaatime göre bu fazlalık, İslam hukuku açısından fazlalık değildir. Sözü edilen yüzde 60 fazlalığın alınması iki yönden caiz görülebilir. Bir: hükümet memurların maaşından yaptığı MEYAK kesintilerini kendi ihtiyacı için kullanmış ve para bu arada önemli şekilde değer kaybetmiştir. Bu değer kaybı yüzde 60’ın üzerinde olduğu için burada bir fazla ödeme söz konusu değildir”. Yani yüzde 60’tan fazla enflasyon var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Esas 43 kat kısmını oku orada. Bu süre içerisinde para 43 kat değer kaybediyor, hükümetin verdiği yüzde 60. Yani ne demek? 86 da 1’ini veriyor. Memurdan almış. Kendisi enflasyona sebep olmuş. Yani faiz sisteminin nasıl olduğunu göstermek için bir örnek. Son zamanlarda biraz enflasyon ateşi düştü, insanlar eskiyi biraz hatırlasın diye.
ABDURRAHMAN YAZICI: MEYAK kesintilerinin başladığı 1970’den beri ülkemiz aşırı enflasyonun etkisi altında kalmış ve paranın satın alma gücü büyük ölçüde düşmüştür. Paranın değe kaybetmesi, fiyatların zorunlu olarak yükselmesine sebep olmuştur. Enflasyonun esas sebebi, hükümetlerin bol miktarda para basmalarıdır. İstanbul Ticaret Odası endekslerine göre 1970’den 1984’e kadar hayat pahalılığı yaklaşık 43 kat artmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstanbul Ticaret odası endeksleri bunlar. Resmi olan şeyler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu endeksler, ücretlilerin geçimi için ihtiyaç duydukları maddelerin fiyatlarında görülen artışı esas almıştır. Burada gerçekte bir fiyat artışı değil, malların fiyatlarını belirlemede araç olan paranın ucuzlaması söz konusudur. Paranın değerini düşüren, hükümetlerin uygulamalarıdır. Dolayısıyla hükümet, memurlardan alıp kullandığı bu paraların kaybolan değerin de ödemek zorundadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 43 kat fazlasını vermesini gerekirken.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Yüzde 60 fazlalık, kaybolan değeri karşılamaktadır. Bir örnek verelim. Mart 1984’de 5.derecenin 3.kademesinde olan bir memurun bürüt maaşı 31400 TL’dir”. Bu da ne kadar o günden bugüne düştüğünü gösteriyor paranın değerinin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 31400 lira memurun maaşı 5.derenin 3.kademesindeki bir memurun. Şu anda 31000 lira dediğin zaman çok yüksek rakam. Aradan 6 sıfır silindi de onun için. Biz 1 liraya 1 milyon diyorduk değil mi bir zamanlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu memur Aralık 1970’de 10.derecenin 1.basamağında bulunuyordu ve aldığı bürüt maaşı 1085 lira idi. Bunun Mart 1984’deki değeri 43×1085 yani 46655 TL dir. Bu memur, derece ve kademe ilerlemesine tâbi tutulmadan sırf maaşının alım gücü muhafaza edilseydi Mart 1984’de bürüt maaşının 46651 TL olması gerekecekti. Bu takdirde 12 yıllık MEYAK kesintilerinin bugünkü alım gücüne göre değeri 335916 TL olacaktır. Hükümetin bu memurlardan kestiği paraların rakam toplamı 34665 TL dir. Buna %60 daha ilave edilirse 55464 eder. Halbuki 12 yıllık enflasyon hesap edilince hükümetin bu memura 335916 TL ödemedi gerekirdi. Bu hesaba göre hükümet bu memura daha 28452 TL daha borçlu kalacaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Görüyor musunuz bakın. Kağıt para ve faiz sistemi ne hâle getiriyor. %60 fazlasını verdiği zaman yapmış olduğu ödeme ile kaç kat eksik almış oluyor adam? 10 da 1’ine yakın. Burada esas enteresan husus şudur: 1976’da İstanbul’a geldik, fetva işlerine başladık. Enflasyonlar çok yüksek tabi. O zaman kâr haddi, ne kadar ve kâr elde edilebilecek diye şey yapılıyor bize soruluyor. Kardeşim kâr haddi diye bir şey olmaz. Alırsınız, piyasa şartlarına göre satarsınız diye şey yaptık. Hiç unutmadığım bir olay var. Kantarcılarda bir esnafın adama demişler ki %20’den fazla kar elde edemezsiniz. %100, %150 enflasyonlar olduğu zamanlar. Adam aldığı malın üzerine %20 ilave ediyor, bir daha alırken onun yarısını ancak alıyor. İkinci, üçüncü derken dükkanı kapanmış. Dükkanın önüne bir tane tezgah koymuş ve o sıra geldi bana sordu. Kardeşim bunun %20’si olur mu? Piyasa kaç liraysa ona göre sat dedik. Adam tabi çok büyük bir şok yaşadı. Ve enteresan, bizim adımız da faizciye çıktı. Enflasyon fetvasını verdik. Allah’a çok şükür İslam aleminde ilk defa bu yazı bize nasip olmuştur çok şükürler olsun. Faizci olarak ilan edildik. Bu finans kurumları 84, 85 o yıllarda kuruldu. Kurulmasından önce bize danışıyorlardı. Enflasyon farkı alabilirsiniz dediğimiz için bayağı tereddüt geçirdiler faize gireriz, girmeyiz falan diye. Sonra neyse aldılar. Daha sonra iş öyle bir noktaya geldi ki bunlar bizi geçti. Hızlarını alamadılar bu defa faiz içine girince biz oradan uzaklaşmak zorunda kaldık. Mesela burada Hayrettin Karaman Hoca, ben burada bunu söylüyorum belki inşallah şey yapar. Çünkü H. Karaman Hoca çok güzel bir hareket başlatmştı 70’li yıllarda. İnsanları düşünmeye sevk etmişti. Biz talebeyken Erzurum’da Hayrettin Karaman’ı biz çok kötü bir adam olarak öğreniyorduk orada. Niye? Çünkü geleneğe ters fetvalar veriyor. Ters olan da ne biliyor musunuz o zamanki anlayışta? Hanefi olan bir kişi Şafi’yi taklit edebilirmiş. Vay be böyle fetva mı olur! Telfık denirdi. Biraz Hanefi’den, biraz Şafi’den, biraz Maliki’den, biraz Hambeli’den alıp böyle harman yaparak uygulanabilir dediği için Ona kafir diyen de vardı. Kitap yazılırdı aleyhine. Sonra buraya geldik tanıdık baktık ki ya bu öyle anlatıldığı gibi değilmiş. Ama sonradan mesela burada da enflasyon konusunda devlet faiz diyor sen niye caiz diyorsun diye bize soru sordu. Daha sonra 1-2 sene sonra dedi ki; “ya ben tamam Abdulaziz Bey’in dediğinin doğru olduğuna kanaat getirdim” diye bir şey de söylemişti. Ama sonradan maalesef faize fetva vermeye başladı. O konuda da Fatih’in söyleyeceği bazı şeyler var. Ben bunu şunun için söylüyorum: ölmeden inşallah tevbe eder de o baştan yaptığı çok güzel bir hareket vardı inşallah tekrar o harekete döner ve tüm ümmet Ondan istifade eder. Çünkü iyi bir bilgi birikimi olan bir kişidir. Herkesin istifade etmesini isteriz.
FATİH ORUM: Evet buradan Hayrettin Karaman Hoca’nın Yeni Şafak gazetesinde faizle ilgili yayınlanmış bir dizi yazıları var. Bu yazılarda özetle kira sertifikası denilen ve daha önce kısmen gündeme getirdiğimiz işleme Hoca cevaz veriyor. Onunla ilgili bölümlerini de okuyabiliriz ama asıl burada dikkat çekici belki bütün konuyu özetleyen Hoca’nın zaruret kavramına bir atfı var. Oradan hareketle. Bütün olay şöyle başlamış. Aykut Topkan isimli bir imam Hayrettin Hoca’ya bir mektup yazıyor. Hoca da bu yazıyı makalesinde yayınlıyor. Mektupta bu imam arkadaş diyor ki; “Hocam siz, çaresizlik sebebiyle kredi alınabilir dediniz, gazetede bunu yazdınız. Sizin bu yazınızdan sonra benim etrafımdaki bütün arkadaşlar kredi çekti ev aldı, araba aldı ve herkese de Hayrettin Hoca’nın bu konuda fetvası var diyerek bunu yayıyorlar ama bu benim içime sinmiyor” diye uzun bir mektup yazıyor. Hayrettin Hoca da bu yazıyı yayınladıktan sonra “benim zaruret ile kastettiğim şey şudur” diyor ve bir zaruret tanımı yapıyor. Ben şimdi Onun ifadelerini okuyacağım. Hevaici Asliyye denilen ve temin edilmediğinde insana sıkıntı veren, hayatın normal akışını engelleyen ihtiyaçlar zaruret kapsamına giriyor. Bir insanın ailesi ile oturacağı haline uygun bir mesken, işi veya hayatı için gerekli olan, olmadığında sıkıntıya sebep olan mütevazi bir araba, sadece hayatı devam ettirmek için değil dengeli ve yeterli beslenmek için gerekli gıda, tüm bunlar ihtiyaçlar arasındadır. Kira oturmak ev sahibi olmanın yerine geçmez ve sıkıntıyı gidermez. Bu ihtiyaçları karşılamak için müslüman, önce kendi imkanlarına bakacak. Kendinde mecazı yoksa karzı hasene yani menfaatsiz ödünç verme uygulamasına başvuracak. Burada yoksa faizsiz bankaya başvuracak. Burada da yoksa, olmuyorsa veya bu arada önemli ve zaruret halinin devamına sebep olacak kadar büyük fark varsa diğer bankalara başvuracak. Ben yine de diğer bankalara başvurmadan takva adına sıkıntıya katlanırım, ailem ve çocukları da katlanırlar diyebiliyorsa bunu uygulayacak”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de şunu düşünün. Bakın burada diyor ki zaruretle kredi alınabilir. Şöyle bir düşünün bakalım kim keyfi olarak kredi alır? Siz diyorsunuz ki benim arabam yok kredi alacağım. Güzel. Ama falanca iş yerinin sahibi işini geliştirmek için arabasını satmak zorunda kalıyor ve satıyor. Evim yok. Evini satıp iş yeri açan var değil mi? Peki o zaman öyleyse işini geliştirmek için kredi alanların zarureti daha fazla. Sonra zaruret kelimesi ne demek? Böyle bir zaruret tanımı nerede var? Bu demektir ki İslam, insanların ihtiyacını karşılayamaz. Doğru gidişatla bu işler olmaz. Zaten faize bir kere fetva verdiniz mi onun arkası artık gelir. Malesef tabi biliyorsunuz bu dönemde herkes gırtlağına kadar faize girdi. Orada da bu fetvanın çok büyük bir etkisi var. Bugün çok karma karışık şeyler konuştuk kusura bakmayın. Enflasyon: bir talep enflasyonu vardır bir de maliyet enflasyonu vardır. Bunun ikisinin de kaynağı faizdir. Siz faize bir taraftan fetva verdiğiniz andan itibaren herkes kendi durumuna bakacak ben zaruret halindeyim diyecek. Ne olursa olsun. Zaruret, tamam. Zaruret. Allah, Allah ve resulüne karşı savaş diye söylediği bir şeye karşı siz zaruret diyerek fetva vereceksiniz. Bakara suresinde Allah öyle söylüyor. Allah ve resulüne karşı savaş olarak nitelendiriyor faizi. Bakara 279. Allah diyor ki “NİSA, 31.. Ayet: İn tectenibu kebaira ma tünhevne anhü nükeffir anküm seyyiatiküm: yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden uzak durursanız” bak yapmazsanız demiyor uzak duracaksınız. Araya mesafe koyacaksınız. Sizin diğer günahlarınızın üstünü örteriz diyor Allah. “Ve nüdhılküm müdhalen kerıma: sizi çok değerli bir noktaya getiririz”. Allah böyle bir söz veriyor. Diyor ki; uzak kalırsanız çok güzel bir duruma gelirsiniz diyor. O zaman C. Hakk’ın bu sözüne güvenmiyorsun demektir. Avrupa’da olan dostlarımız pekala bileceklerdir. Orada da bu konularda fetvalar verildi. Hatta camiler kredilerle alınıyor, evler kredilerle alınıyor, arabalar kredilerle alınıyor artık belli bir noktadan sonra o fetvalar verildiği için Avrupa’dan buraya gelenler çok zengin olarak gelirlerdi, şimdi zengin olarak gelen yok. Hepsi borçlu olarak geliyor. Birçoğu da gelemiyor artık. Eskisi gibi değil. Artık gelemiyorlar. Böyle bir ortamda geçici bir rahatlık sağlar. Bütün harsmlar o geçici rahatlığı verdiği için çok cazip gelir. Ama ilerisi son derece kötü olur. Sen istersen talep enflasyonunu bir oku da oradan derli toplu olmuş olsun.
YAHYA ŞENOL: Ticaret ve Faiz kitabından okuyoruz. 308. sayfada. Talep Enflasyonu başlığı. Şunlar yazılmış. “Talep enflasyonu, aşırı talebin fiyatları yükseltmesidir. Aşırı talebi doğuran şey de piyasadaki para bolluğudur. Bu sebeple talep enflasyonu, dolaşıma ihtiyaçtan fazla para sürülmesinden dolayı paranın değer kaybetmesine neden olan olaydır. İster mâdeni ister kağıt olsun her para değer kaybedebilir ancak dolaşıma ihtiyaçtan fazla para sürülmesine bağlı değer kaybı mâdeni para düzeninde pek olmaz. Çünkü bu düzende para miktarı eldeki altın ve gümüş ile sınırlı olur. Kağıt para düzeninde para basmak ise kolaydır. Kağıdın ağırlığı, kalitesi, büyüklüğü önemli olmadığından para otoritesi istediği kadar para basabilir. Piyasaya ihtiyaçtan fazla para sürme olayı esasen kağıt para düzeninde görülür.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bugün deniyor; “şu kadar para vereceğim, bu kadar para vereceğim”. Doğru, verirsiniz. Gayet güzel. Üç beş kişi o andaki ihtiyacını karşılar ama milyonlarca insan çok büyük bir sıkıntıya girer. Efendim ne olacak devlete maliyeti ne ki paranın. Yaz şunun üzerine. 10’un yanına bir sıfır daha. Bak mesela 6 tane sıfırı attılar. 1 milyon lira 1 liraya düştü. Yanına 6 tane daha sıfır koy 1 milyon olsun senin maaşını arttırdı de. Ben o 1 milyon ile ne alıyorum ona bak. İşte bugünkü para sistemi son derece tehlikeli bir yapıdadır. Onu çok dikkatli bir şekilde organize etmek lazım. Çünkü kağıda düşmüştür bu. Evet batılılar, uluslar arası para otoriteleri, paraya hakim olan guruplar bunu çok güzel bir şekilde yapıyorlar. Zaten işleri güçleri bu. Bir hoca Faiz diye bir kitap yazmıştı. Prof. Mehmet Yazıcı. Bundan bir kaç sene evvel yazdı. Doktorasını Avusturya’da yapmıştı. Yabancı dili oldukça iyi. Bana şöyle bir şey söyledi; “ya Allah Allah! 1960’lardan sonra faiz konusunda kitap yazılmamış” dedi. Batı kaynaklarını kastediyor. Çünkü uluslararası o para babaları bu konuların bilinmesini istemiyor. Aksi takdirde yaptıkları sömürüler ortaya çıkacak. Çok güzel bir şekilde piyasayı uyuşturabiliyorlar, insanları yönetebiliyorlar. Plastik para çıktı biliyorsunuz hepinizin cebinde var. Bana kredi kartı diyoruz. Şimdiye kadar çek ile para kullanılıyordu. Herkese çek karnesi verilmiyordu. Ve o çek ile para miktarı belli bir seviyede artıyordu. Şimdi milyonlarca insanda kredi kartı var. O kredi kartları ile paralar kullanıyorsunuz. Onların hepsi tek bir merkezde toplaşıyor. Mesela diyelim ki ben bankayım. 100 noktada post makinası var. Pos: Point Sail diye İngilizcenin özetidir bu. Pos. Yani satış noktası anlamına geliyor. O 100 noktadan satılıyor, burada kayıtlara giriyor. 1000 kişi diyelim ki şuradan şu kadar 1 milyar liralık alış veriş yapmış olarak kabul edin ya da 100 milyon liralık alış veriş yapmış olarak kabul edin. Her birisinin burada hesabı vardır. Her birisine banka ekstre gönderir, onlar ödemelerini yaparlar ve bankaya o para olarak girer. Ama bankadan ne çıkar? Bankadan bir şey çıkmaz. O satış yapmış olan kişilerin hesabına şu kadar ödeme yapılmıştır diye geçer. O kişi de o hesaptan bir başka hesaba intikal ile alış veriş yapar. Kaydi para. Çok soyut olduğu için herkes anlayamıyor bu konuları. Ama isterseniz kaydi para konusunu kısaca şey yapsana sen. Bu kaydi parayı çok iyi anlarsak yani gerçekte olmayan ama sadece kayıtlarda olan paralar vardır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kaydi para; banka parası, mevduat parası olarak da isimlendirilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: ilk bir hikayesi var onun. O hikayeyi oku, mesele oradan anlaşılır. Ortaya çıkış hikayesi. Diğerleri biraz soyutlaşıyor. İnsanlar onu anlamakta zorlanıyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: İngiltere kralı 1.Charles 1640 tarihinde Londra Kalesi’ndeki darphanede bulunan ve tüccarlara ait olan kıymetli madenlere ve taşlara zorla el koyunca bankerler özel kasalar yaptırarak tüccarların ve soylu kişilerin kendilerine emanet bıraktıkları altın ve gümüşü kendi varlıklarıyla birlikte saklamaya başlamışlardı. Emanet külçe ve sikke bırakanlardan bazısına hamiline yazılı makbuz vermişler, bazısına da hesap açmışlar ve yazılı talimat verdiği takdirde bu hesaptan onun adına ödeme yapmayı kabul etmişlerdi. Hesap sahibinin talimatı bir çek görevi görüyordu. Hamiline yazılı bu çekler ve makbuzlar piyasada para gibi kullanılmaya başlandı. Hatta bir kısım iş adamları bu çek ve makbuzlara daha çok güveniyor ve onları nakitlere tercih ediyorlardı. Çünkü altın ve gümüşün ağırlık ve ayarı büyük önem taşır. Bankerler bu konularda uzman olduklarından onlarda bulunan paranın ağırlık ve ayarlarına güveniliyordu. Bankerler kasalarındaki altın ve gümüşlerin fazla talep edilmediğini, çek ve makbuzların tercih edildiğini fırsat bilmişler ve ellerindeki altın ve gümüşlerin nakit talebini karşılayacak kadar olmasına dikkat ederek kredi isteyenlere hamiline yazılı makbuz, banknot veya sertifika vermeye veya çek yazabilecekleri birer câri hesap açmaya başlamışlardı. Böylece verdikleri kredi ellerindeki altın ve gümüş stokunun bir kaç katına çıkmış, piyasayı bu çek ve makbuzlar sarmıştı. Kasalarına giren her altın kendilerinin bir kaç kat kredi açma imkanı sağlaması bankerleri yeni mevduat aramaya sevk etmişti. Kendilerine emanet bırakılan paralardan dolayı koruma ücreti almaları beklenirken, mevduat sahiplerine yüzde 6 faiz ödemeye başlamışlar ve daha fazla mevduat gelmesini sağlamaya çalışmışlardı. Mevduata ödedikleri faiz ile krediden aldıkları faiz birbirine yakın denecek kadar az olmasına rağmen bunların zenginliklerinin nasıl arttığını birçok kimse anlayamamıştı. Bankalar da benzeri tecrübe yaşamışlar ve vadesiz mevduattan kredi verilebileceğini keşfetmişlerdi. Çünkü vadesiz mevduat hacminin oldukça düzenli yürüdüğünü, bazı hesaplar çekilse de açılan yeni hesaplarla kayıpların giderildiğini görmüşler. Beklenmedik talepler karşısında sıkıntıya düşmemek için mevduatın bir kısmını nakit olarak tutmuşlardır. Buna bankacılık dilinde kasa mevduatı veya munzam karşılık denmektedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Oraya hiç girmeyelim. Bunu şöyle anlayalım: altın ve gümüş piyasada para. Altın ve gümüş birer maden. İstediğiniz kadar altın gümüş para sürebilir misin? Mümkün değil. Üretilmesi lazım, basılması lazım. En fazla yapılacak şey, onun ayarıyla oynarsınız. Ağırlığıyla oynarsınız. Üste ve alta birer tane ince altın tabaka koyar arasına da başka maden sokuşturursunuz insanları kandırırsınız. Üç kat diye adlandırılırdı. Bakıyorsunuz 22 ayar altın. Götürün kuyumcuya mihenk taşına vursun 22 ayar altın. Gerçekten öyle. Ama içerisinde bakır var. Onu dışarıdan insanlar göremiyor. Ama en fazla bu kadar yaparsınız başka bir şey yapamazsınız. Bugün kağıt para sisteminde dediği gibi bir sıfır koyuyorsunuz. Üç tabakayı yapmak için de çok ciddi bir teknik geliştirmesi lazım. Herkes yapamaz onu. Bir sıfır atıyorsunuz 10 kat. 2 sıfır 100 kat. 3 sıfır 1000 kat. Gayet basit bir şekilde paralar yükseliyor. İngiltere’deki olayda bankerler milletten para topladılar. Altının ağırlığı, acaba arasına başka maden sokuşturulmuş mu o problem. Ayar problemi sebebiyle bankerlere güveniliyor. Çünkü bu işin uzmanları bu insanlar. Bizde banker yerine sarraf kelimesi kullanılır dilimizde, geleneğimizde. Araplar bankaya masraf derler. Sarf kelimesinden türetiliyor. Bu bankerler ya da bizim terimimizle sarraflar altın konusunda uzman. Ağırlık ve ayar konusunda uzman oldukları için birisi geliyor bunlara 1000 altın bunlara emanet olarak bırakılıyor. O da kasasında saklıyor. Emanet bırakan kişilerin her birine birisi adına hesap açıyor. Diyor ki; “bir yerden mal al, bir makbuz yaz gelsin adam benden senin altınından alsın. Hesabında 100 altın var. Bu 100 altın bitene kadar bana emir verirsin ben de burada sana kullandırırım. Çek buradan ortaya çıkıyor. Sak yani. Çek zaten bir ödeme emridir. Eğer hesabınızda para varsa çek kullanılır yoksa kullanılmaz bundan dolayı yani. 100 altın var. Birisi bir yerden 10 altınlık alış veriş yapıyor ona bir makbuz veriyor. Diyor ki bu adama 10 altın ödeyiniz. Çekin üzerinde de vardır dikkat ederseniz o ifade aynen. Adam geliyor burada sarraftan 10 altın alıyor. Birisi bir altın, birisi 5 altın. Sonunda geliyor benim kaç altınım kalmış? Hepsi harcanmış 8 altın kalmış. Tamam sana 20 altın daha vereyim. Bu sarraflar bakıyor ki 1000 altın kasada para var, bir yıl içerisinde en fazla 100 altın talep edilmiş diğerleri duruyor. Bizim kağıtlar piyasada para gibi dolaşıyor. Çünkü adam, bu adama 10 altın ödeyiniz diye bir kağıt verince, mesela diyelim ki Fatih, Abdurrahman’a 10 altın ödensin diye kağıt veriyor. Abdurrahman gidiyor birisinden alış veriş yapmaya diyor ki; “elimde böyle bir makbuz var falanca bankerde 10 altın alacağım var, istersen bu kağıdı sana vereyim sen al” diyor. Tamam diyor ver bana. Arkasını da ciro ederler biliyorsunuz kimden geldiğini belirlemek için. O öbürüne, o öbürüne.. Banker bakıyor ki bana gelen yok. Kağıt dolaşıyor. O zamana kadar kağıt para diye bir mantık yok yani. Dolaşıyor. Bir sene geçiyor. Bende 1000 tane altın emanet var, en fazla 100 altın. 900 altın duruyor. Gelip bundan habire faizli borç isteyenler var. Yahya gelip diyor ki “ben bir ev alacağım 200 altına ihtiyacım var bana borç verir misin?”. Veririm diyor. Faizli olarak. Tabi 200 altın vermiyor. Yahya’nın bende 200 altını vardır diye Yahya’ya 200 altın borç verip Yahya adına bir hesap açıyor orada. Sanki Yahya bundan 200 altın almış buraya yatırmış. Çünkü Yahya’nın 200 altın almak hesabına gelmiyor. Altını cebine koyduğu zaman bir de koruma derdi var. E götürüp karşı tarafa verse ağırlığını, ayarını hesap ettirmek için tekrar sarrafa gelinecek. Yahya da diyor; “tamam sende 200 altınım olduğuna dair bir yazı ver ben gider alırım diyor. Veriyor Yahya’nın 200 altını bendedir diye. 200 altına 20 altın da faiz koyuyor 220 altın borçlu. Şimdi bunun kağıdı ile hiç kendine ait olmayan paralardan 200 altın piyasaya borçlu oldu mu? Ondan sonra Abdullah ‘a veriyor 100 altın, şuraya, buraya, falan filan.. Bakıyor ki bende 1000 altın var, piyasaya da 10 000 altın değerinde parası dolaşabiliyor. O 1000 altın kendinin değil. Vatandaşın. Ama 10 000 altınlık makbuzlardan sadece 1000 altının karşılığı var kendisinde, diğer 9000 altın piyasadan alacaklı. Bu adam 9000 altın piyasadan alacaklı sıfır faize verdiğini düşünün. Mesela Yahya sıfır faizle vermiş hiç istemiyor faiz. Bir kağıt vermiş 200 altın alacaklı olmuş. Öbürüne bir kağıt vermiş 100 altın alacaklı olmuş. Bakıyor ki “vay be ne karlı bir şey bu ya”. Milletin çakmaması için de faiz koyması lazım. Yüzde 6 faiz. Aksi takdirde millet çakar manzarayı yani. Kısa sürede anlarlar. Yüzde 6 faiz alıyor o zaman, yüzde 6 da faiz veriyor. Milletten daha önce emanet aldığı bu paralardan dolayı milletten koruma parası alıyordu. Sizi altınlarınızı koruyorum. Sonra bakıyor ki bu çok karlı bir iş. Diyor ki; “getirin yüzde 6 faizle alayım. Tamam. Ee? Borç alsam sana da yüzde 6. Mevduat faizi de yüzde 6, kredi faizi de yüzde 6. Bu adamlar ne iyi adamlar yaa! İşin arkasındaki oyunu bilmiyor ki. Hayrına çalışıyor gibi. Bilmiyor ki senin buraya koyduğun 1000 altından adam 10 000 altın borç veriyor. Bu 1000 altının yüzde 6’sı kaç lira eder? 60 altın değil mi? O 10 000 altından 60 altını sana veriyor. O 1000 altın da zaten senin rezervin olarak onun kasasında duruyor, gerisi onun kârı. Senin 1000 altınından dolayı kaç altın kârlı oluyor sene sonunda? 9000 altın alacaklı oluyor. Bunu çok iyi anlayalım bakın. Faizin sıfır olduğunu düşünün ki anlayasınız. İnsanlar kolay anlayamıyorlar. İç kimse böyle üçkağıtçılığı hayal etmediği için. Anlayamıyorlar gerçekten. Mesela ben şeye hayret etmişimdir. İktisat fakültesinde, ayrıntı vermeyeyim hep arkadaşlarım, hissetsinler istemiyorum ama bu konuların uzmanı olan bir arkadaşa bu meseleyi defalarca anlattım, 6-7 sene sonra geldi “haa anladım” dedi. Allah Allah! Bunu, bana baştan sen anlatmalıydın kardeşim yani. Anladım dedi, ondan sonra böyle şeyler olmaz diye bir yazı yazmıştı. İyi anlayalım lütfen. Getirdiniz bana 1000 altın bıraktınız. Emanet. Ben de 1000 altınınız var diye hepinize birer hesap açmışım. Hepinize demişim ki; “bakın bir yazılı emir gönderirsen parayı ödeyeceğim”. Ondan dolayı vadeli çek olmaz. Bankada paranız varsa ödeme emri vermiş olursunuz. Bankaya vadesi isterse 10 sene sonra olan bir çeki götürün banka ödemek zorundadır. Bugünkü yasalar gereği ödemek zorundadır. Çünkü çekin vadelisi olmaz. Senetin vadelisi olur da çekin olmaz. Piyasadaki teamül gereği bunun vadesi gelmemiş diyorlar da siz zorlarsanız ödemek zorundadır. Şimdi benim elimde para var yani sizin bana verdiğiniz 1000 altın var. O 1000 altını, sizin kağıdınız geliyor diyorsunuz ki şu adama 100altın ödeyin. Tamam. Şimdi mesela Yahya’ya 100 altın ödeyin diye bir emir geldi. Yahya’nın bende ikinci bir hesabı var. Yahya diyor ki onu benim hesabıma kaydet diyor. Ben şimdi Yahya’nın hesabına 100 altın ödenmiştir diye yazıyorum benden altın çıkmıyor, Yahya’ya ödeme yapılmış oluyor tamam mı? Ondan sonra Yahya da bu defa bir yerde 100 altınlık iş yapıyor bana çek gönderiyor diyor ki mesela Fatih’e 100 altın ödenecek. Tamam Fatih’in hesabına kaydediyorum oraya 100 altın ödenmiştir diye. Sadece kayıt. Bugünkü sizin kredi kartlarınız öyle. Bak Türkiye’deki mevcut para miktarının kaç katı insanlar faiz borçlu bankalara. İnsanlar bunun farkında değil ki. Dediğim gibi bu işin doktrininin uzmanı olan arkadaş 5-6 sene uğraştık en son anlayabildi. Ondan sonra geliyor üçüncü kişi mesela diyelim ki Abdullah. Abdullah ‘ın da bende 50 altını var. Abdullah, Abdurrahman’dan bir mal satın alıyor. Evini satın alıyor. Aldıktan sonra ona 50 altın ödemesi lazım. Abdullah bana diyor ki; Abdurrahman’a 50 altın öde diye emir veriyor ben de Abdurrahman’ın hesabına geçiyorum. Paralar buradan hiç çıkmıyor. O hesaptan o hesaba, o hesaptan o hesaba. Para burada. İçlerinde nadiren altın alanlar oluyor. Hani şimdi sizin bankalardan nakit talepleri. Bankalarla iş yapanlar düşünün kaç taneniz parayı alırsınız bankadan? Çok küçük. Büyük rakamlar zaten ödenmez. Onlar bankalar arası EFT dedikleri elektronik fon transferi ya da hesaptan hesaba nakil şeklinde olur. Az önce söylediğim gibi. Adamlar bakıyor ki bir sene içerisinde 1000 altından ancak 100 altın elimizden çıkıyor 900 altın boşuna duruyor. O 900 altını faizsiz verdiğini düşün önce. Mesela Fatih’e 100 altın borç veriyorum faizsiz. Fatih şimdi bana 100 altın borçlu mu? Kağıtla. Kağıt veriyor. Fatih gidiyor onunla bir alış veriş yapıyor 100 altınlık ev alıyor. Abdullah’tan alıyor. Fatih’in borcunu Abbdullah’ın hesabına yazıyor. Ama bunu, %10 talep edildiği için bu 900 altından 9000 altından borç veriyorum piyasaya. Çünkü 10 000 altından ancak 1000 altın talep ediliyor, 1000 altın zaten bana yatırılmış olan altındır. 10 000 altın piyasaya borç veriyorum. Bendeki emanetin tamamı 9000. Piyasanın bana borcu kaç? Piyasanın bana borcu kaç altın? 10 000 altın. 1000’i bana yatırılan paraya karşılık, 9000’i de verdiğim kağıtlara karşılık. Bak hiç faizsiz. Faiz yok. Şu anda kağıt da yok. Ve onu ayrıca anlatayım unutturmayın da plastik para meselesi. Onda oyun çok daha büyüktür. Ben sıfır faizle piyasaya borç vermiş olduğumu düşünün. Bana yatırılan 1000 altına karşılık piyasaya 10 000 altın borç veriyorum. Bunun 1000 altını zaten bu insanların şeyi. 9000 altın neye karşılık? Benim piyasadan ayrıca 9000 altın alacaklı oluyorum. Zaten Avrupa’da bu insanlar, birden bire bankerler nasıl zengin oluyor herkes şaşırıp kalıyor. Kısa sürede piyasanın hakimi durumuna geliyorlar. Mesela size 2013 yılında Türkiye’deki tüm paranın iki katını bankalar kredi kartı faizi değil, temerrüt faizi değil normal faiz olarak aldılar dediği zaman bunu çoğunuz anlamamıştır. Çoğunuz anlayamamış olabilir böyle şey mi olur demişsinizdir. Bu hoca nasıl olsa ekonomi bilmiyor atıyor dersiniz! Bu, merkez bankasının rakamları. Bir türlü fırsat bulamadım ki 2014’ü hesap edeyim. Bu 9000 altını bankerin bir de faizli olarak verdiğini düşünün. %6 faizle versin.
KATILIMCI: Sizin söylemiş olduğunuz bir şey vardı Hocam. Hani piyasadaki paranın iki katını alma sistemi var ya Hocam. Günümüz şartlarında mesela banka %10 faiz veriyor. Karşı taraftan aldığı faiz oranı %20. 100 lira için konuşuyorum Hocam. Aldığı kişiden ona geriye 110 lira ödüyor. O 100 lirayı piyasaya 1000 lira olarak dağıttı zaman topladığı para yaklaşık 200 lira.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 200 lira değil 1000 lira artı 200 lira.
KATILIMCI: Ama o 1000 lirayı geri verdiğini var sayıyorum. Anaparayı geri dağıttığı anda hiç bir şeye dokunmadan 200 TL sadece kâr kalıyor ona. Yani anaparayı verdiği zaman, 100 lirayı geri verdiği zaman 200 TL yani o topladığı 100 liradan 200 lira para kazandı Hocam. Geri verdikten sonra kalan.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O faiz kısmı. Öbürü anlaşılabildi mi? Yani 1000 altını varken adam piyasaya 10 000 altınlık makbuz veriyor. Onun 1000 altınının karşılığı var. 9 000 altın alacaklı. Gerçek, reel alacaklı. Çünkü o insanlar evet o makbuzları geriye verdikleri zaman ödeme yapılmış olabiliyor, doğru ama hadi bunlardan bir takım hesaplar şunlar bunlar ama en kötü ihtimalle onun faizini alıyor. Peki kredi kartlarında ne oluyor? Bakın şimdi size kredi kartı verdiği zaman az önce size bir makbuz verdiği zaman yani çek ödeyebilirsiniz dediği zaman bankada senin paran olması lazım. Para olacak, olan paranın ödeme emrini verirsiniz. Peki siz kredi kartı alırken bankaya para yatırmak zorunda mısınız? Yok. İşte banka size 1000 liralık kredi kartı vermişse sizinle ilgili orada 1000 liralık hesap açmıştır banka size. Tamam mı? Şimdi buradaki şeyi anlıyor musun? Öbüründe para var, burada, olmayan paradan sadece size 1000 liralık kredi kartı veriyor sanki siz oraya 1000 lira yatırmış gibi oluyorsunuz ve siz alış veriş yapıyorsunuz. Ödeme zamanını geçirdiğinizde olmayan paranın faizini alıyor. Bankalar, borcunu zamanında ödeyen müşteriyi sevmezler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir arkadaşımız anlatmıştı promosyonlar ile ilgili olarak. Özel bir banka demiş imamlara İstanbul’un bir ilçesindeki; “maaşlarınızı bizden alın size şu kadar promosyon verelim”. Maaşlarını alıp hiç bırakmıyorlarmış bankada. Sonra demiş siz paranızı bizde hiç bırakmıyorsunuz, hiç kullanamıyoruz biz. Akdimizi fesh etmek istiyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bırakmaz da alırsanız bankanın hesabına gelmez. Para orada kalacak ki onu çoğaltarak kullansın. Az önceki olaylarda borcunu zamanında ödeyemeyen insanlar var. Orada temerrüt faizi var. Ondan dolayı adamın en değerli mallarını alıyorsunuz, evini alıyorsunuz, arsasını alıyorsunuz, şunu alıyorsunuz, bunu alıyorsunuz. Mesela en kötü ihtimalle yatırılan paranın bir kaç katını adam piyasadan faiz olarak alıyor. Şu anda öyle olmuyor az önce söylediğim gibi. Az önce söylediğim ilk örnekti. Bunlar yıllara yayıldığı zaman bu kadar yüksek bir para piyasaya girmiyor. Piyasanın tüm parası 1000 lira olarak düşünün, birden bire 10000 liraya çıktı mı o makbuzlarla; o zaman mal-para dengesi ne yapıyor? Bozuluyor. O zaman mecburen piyasada enflasyon dediğimiz şey oluyor. Paradan kaynaklanan şey oluyor. İşte az önce Abdurrahman okudu. Bunlar reel İstanbul Ticaret Odası değerlerine göre 74’den 84’e kadar 43 kat para değer kaybetmiş. Değer kaybının tek sebebi bu faizdir. Oynanan o kadar çok oyun var ki. Az önce ben bir bardak üretimi dedim. Siz bardak üretimi yapıyorsunuz, iç piyasada enflasyon oluyor. Finansman maliyeti diye bir kavram vardır ekonomide. Bu finansman maliyeti yani bir insan kredi kullandığı zaman bankaya ödediği faizi mesela %10 faiz ödüyorsa onu ürettiği her şeye yansıtmak zorundadır. Ayrıca mesela işte diyelim ki kredi almış bunu 1 liraya mâl etmişse mecburen 110 kuruş yazacak, onun üzerine de ayrıca kârını koyacak. Ama 110 kuruş yazmış olması bu kişiyi kurtarmaz. Çünkü para zamanında gelmeyebilir, biraz geç gelebilir biraz daha fazla yazması lazım. Ama şimdi ben bunu 120 kuruş dediğim an bu defa ürettiğim mal piyasada bir başkası daha ucuza üretirse satamayacak hâle geleceğim. Para gibi değil ki mal. Bir de yabancı üreticiler var. Bakıyorsunuz ki sizin Türkiye’de ham madde için yani şunun hammaddesi için verdiğiniz paraya adam bardak getirip satıyor. Ben hammaddesini alamıyorum, adam getirmiş üretilmiş bardak satıyor. O zaman devlet ne yapıyor? Devlet yerli üreticiyi koruyabilmek için teşvikler veriyor. Teşvik dediğimiz faizsiz kredidir. Peki bu faizsiz krediler kimlere verilir biliyor musunuz? Zenginlere verilir. Vatandaş nadiren alır onu. Mesela hayvancılık kredisi: ya hükümete yakın olacaksınız ya zengin olacaksınız. Zenginler zaten her zaman yakındır. Çünkü onların parası sebebiyle karşılıklı ilişkiler her zaman devam eder. Mesela geçende cumhurbaşkanı söylüyordu; “beş kat büyüdünüz” diyordu. Doğru gerçekten. Türkiye büyüdü deniyor. Doğru ama büyüyen vatandaş mı zenginler mi? Çünkü sistem tamamen zenginlere çalışır. Ondan sonra bakın siz yeni bir üretim yapmışsınız, üretiminiz dünya çapında çok değerliymiş, şu, bu kimsenin umurunda değil. Siz teşvik alamazsınız. Niye? Teşvik almak için bir sürü şartlar koşmuşlardır, sizin şartlarınız hiç birisine uymaz. Bir zamanlar da hayvancılık teşviki alırlardı. Bakarsınız ki adam dört duvar çevirmiş, burada şu kadar hayvancılık yapacağım diye. Parayı alır, gelir ondan sonra İstanbul’a, İstanbul’da işini gücünü görür. Bu teşfikler bazen tamamen hibe şeklinde olur, bazen negatif faiz şeklinde olur, bazen de faizsiz şekilde olur. Bugünkü ekonomik yapının temeli bu para babaları tarafından yönetiliyor. Zenginleri de onlar yönetiyorlar, devletleri de onlar yönetiyorlar ve insanlar bunların karşısında tamamen köle konumunda tutuluyorlar. Bu sistemi ancak biz yıkabiliriz başkası yıkamaz. Müslümanlar olarak. Müslümanlar da çıkar da faiz zaruretten alınabilir derse o zaman da onların arayıp da bulamadığı hocayı ortaya çıkarmış olursunuz.
ABDULLAH BAYINDIR: Faizsiz finans kurumları var Türkiye’de.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vardı!
ABDULLAH BAYINDIR: İddia edenler kendi aralarında bir şey oluşturmuşlar. Fon, havuz oluşturma girişiminde bulunmuşlar. Bu girişim, birbirimizi tanıyoruz birlikteliğimiz var diye falan. Hemen Amerika’dan bu para babalarının gözünden kaçmayıp hemen anında- iki sene önce zannedersem olan bir şey-uyarıyla bitmiş. Albaraka’dan bir arkadaşın şeyiyle. İki tane bankanın kendi arasında anlaşıp ayrı bir şey yapmasını bile engelleyen bir sistem var burada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani uluslararası çok büyük bir şey var. Büyük savaşlar veriliyor şu anda. Mesela Türkiye’deki bu döviz olayı tam bir savaştır. Artık savaş böyle yapılıyor. Ama yapı öyle bir hazırlanmış ki ona karşı koyacak olan insanları da onlar yetiştirmiş. Öyle olunca şeyleri hissetmeyeceğiniz şekilde. Az önce ne diyorum adam iktisat fakültesinde hoca, kaydi para konusunu anlatana kadar yıllar şey yaptı. Ve şimdi ben de şunu düşünüyorum: bu konuları iktisadı hiç bilmeyen adamlara anlatmak lazım bilenlere değil. Nasıl yıllardır hocalara islamı anlattık bir türlü anlamak istemiyorlar ama hiç bilmeyenler hemen anlıyor. Bu da aynen onun gibi. Anlattık zaten maliyet enflasyonu, talep enflasyonu. Yani maliyetler habire yükselir, maliyetler yükseldiği zaman siz bir malı imal edersiniz, piyasaya satarsınız. Çünkü piyasada rekabet şartları vardır istediğiniz fiyata satma şansınız yoktur. Bedelini alıp da ikinci mal imal edene kadar bu defa eski imal ettiğinizin yarısını ancak üretecek hâle gelirsiniz. Niye? Küçük üreticiler böyle bir ortamda yaşama şansına sahip değillerdir. Onun için dikkat edin şu bizim Süleymaniye Camisi’nin o altında çok sayıda mutfak eşyası üretenler vardı. Şimdi onların hiç birisi yok. Orada birkaç tane büyük kaldı diğerlerinin hepsi kapandı piyasadan çekilmek zorunda kaldı. Onların iyi olanları sadece, üretim değil de ticaret yapacak noktaya geldiler. Ticaret yaptığınız zaman da hep istediğiniz gibi olmuyor. Allah’tan ki bir Çin faktörü devreye girdi de birazcık fiyatlarda oynama oldu. Onlar da tabi uzun süre devam edecek cinsten değil. Niye değil? Çünkü mesela duyuyorum ki Çin de şu kadar trilyon dolar rezerv tutuyormuş. Ne işine yarıyor? Bu kağıdı rezerv tutma mantığı nereden geliyor kardeşim? Bu kağıt. Amerika dese ki ben doları lağv ettim, haydi senin milyon dolarların beş para etmez. Yani bu derece insan kendisini başkasının emrine şey yapar mı? Bir de övünüyor. Uluslararası şeyde övünülüyor. “Yok efendim Çin’de şey var Amerika ondan korkuyor”. Amerika niye korksun? Amerika vermiş kağıt almış onun malını. “Efendim Amerika’da ticaret açığı çok yüksekmiş”. Senin o ticaret açığı dediğin keşke bizde de olsa. Ama olmasın tabi helal olmaz çünkü. Adam kağıt vermiş kağıt ihraç etmiş senden mal almış. İhraç ettiği kağıda para diye yazdığı için ticaret açığı olarak gözüküyor. Öyle bir şey değil ki. Onun ticaret açığı piyasayı ne kadar sömürdüğünün belgesidir başka bir şey değildir.
FATİH ORUM: Şöyle bir bilgi notu var. Ülkemizde çek artık ödeme aracı olmaktan ziyade borçlanma aracı olarak kullanıldı. Dolayısıyla derslerde çeki senet gibi anlatılmasının yanlış anlaşılmaya sebebiyet vereceğini söylüyor..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir daha okur musun?
FATİH ORUM: Ülkemizde çek, ödeme aracı olmaktan ziyade borçlanma aracı olarak kullanılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok. Borçlanma aracı olarak ben onu söyledim az önce. İnsanlar öyle kullanıyor ama çek ödeme aracıdır. Çekin yapısı odur. Sizi eğer hesabınızda paranız varsa çek yazarsınız. Ondan dolayı bankalar herkese çek karnesi vermez. Ödeme aracıdır. Ondan dolayı da biliyorsunuz karşılıksız çekin ciddi cezaları vardır değil mi? Piyasayı bilenler bilir yani. Karşılıksız ne demek? Karşılıksız senedin şu kadar cezası vardır diye bir kavram duydunuz mu? Senet zaten karşılıksız yazılır. Yani şu anda benim param yok falanca zaman öderim diye belge vermiştir. Ama çek, karşılıksız yazılamayacağı için karşılıksız çek kavramı vardır. Onu yazan arkadaşımız çevresinde gördüklerine göre konuşuyor.
FATİH ORUM: Haftanın iki günü dikiş nakış kursuna gidiyorum. Bundan dolayı etrafım tarafından eleştiriliyorum. Boş işler bunlar, günaha giriyorsun diyorlar. Oysa namazımı terk etmiyorum. Ama orada Allah kelamı yok onun için boşa gidiyorsun falan.. öyle bir soru sorulmuş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani siz 24 saat kuran okuyacak değilsiniz ki. Müzzemmil suresinde var biliyorsunuz. Müzzemmil’i açalım da bu vesileyle kuran okuma ile alakalı hiç olmazsa başka bir konuya girmiş oluruz. 73.sure. Bu sure, ilk inen surelerdendir. Resulullah’a ümmetine kuranı öğretme emri veriliyor. Biliyorsunuz ayette ne der Allah? “BAKARA, 151.. Ayet: Kema erselna fıküm rasulem minküm” içinizden bir elçi gönderdik, “yetlu aleyküm ayatina: bizim ayetlerimizi siz okuyor”, “ve yüzekkıküm ve yüallimükümül kitabe vel hıkmete: size kitabı ve hikmeti öğretiyor”. Kitabı öğretmesinin nasıl olacağının şekli burada. Diyor ki Allah resulüne MÜZZEMMİL, 1.. Ayet: “Ya eyyuhelmuzzemmilu: ey sarılıp bürünen”, MÜZZEMMİL, 2.. Ayet: “Kumilleyle illa kaliylen” gece kalk diyor az bir kısmı hariç. Mekke şartları içerisinde bunlar biliyorsunuz orada pasif haldeler çalışma imkanları çok. Bu da bizim de ne kadar büyük nimeTLer içerisinde olduğumuzu gösteriyor. Biz de eğer şey yapsaydık bu toplantıları yapamazdık. Falan yerden, filan yerden uzaklaştırıldık diyoruz ama çok iyi bir şeymiş demek ki. Mekke’deyken fazla bir meşguliyet yok. Devlet sorumluluğu yok. Toplumun sorumluluğu yok. Gece kalk diyor az bir kısmı hariç MÜZZEMMİL, 3.. Ayet: “Nısfehu: gecenin yarısında”,”evinkus minhu kaliylen: yada gecenin yarısından biraz az”. MÜZZEMMİL, 4.. Ayet: “Ev zid ‘aleyhi: yada biraz fazla”. Peki kalktığımız zaman ne yapacağız: “ve rettililkur’ane tertiylen: kuranı yavaş yavaş özümseyerek oku”. MÜZZEMMİL, 5.. Ayet: “İnna senulkıy ‘aleyke kavlen sekıylen: çünkü sana çok ağır bir görev yükleyeceğiz”. İşte Medine’de olacak olan ağır görev. MÜZZEMMİL, 6.. Ayet: “İnne naşietelleyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kıylen”, çünkü gecenin neşesi, o sakinliği, güzelliği kişiye daha fazla dokunur ve o söz daha zihinde kalır diyor. “. MÜZZEMMİL, 7.. Ayet: “İnne leke fiynnehari sebhan taviylen: çünkü güzdüz senin uzunca işlerin güçlerin olur”. Şimdi bu kadın/erkek de işini gücünü yapacağı için burada gece kuran okumaktan bahsediliyor. Meallerde bunu gece kalk da namaz kıl diye şey yaparlar. Hiç alakası yok. Gece kuran eğitimi. Resulullah, Medine’ye varıncaya kadar bunu yapıyordu. Her gece. Zaten şimdi okuyacağız. Tek başına değil müminlerle beraber. Onlara kuran öğretiyordu hikmeti öğretiyordu. Şimdi diyor ki burada. 20.ayet Medine’de inmiştir diye rivayetler var. O rivayet olmasa bile ayetin kendisinden belli Medine’de indiği. Diyor ki; MÜZZEMMİL, 20.. Ayet: “İnne rabbeke ya’lemu enneke tekumu edna min suluseyilleyli ve nısfehu ve sulusehu: Rabbin çok iyi biliyor ki sen, gecenin üçte ikisinde, yarısında ve üçte birinde kalıyorsun”. Her gece aynı değil. Çünkü her zaman aynısını yapamazsınız. Sadece sen değil “ve taifetun minelleziyne me’ake: seninle beraber bir gurup da kalkıyor”. Yani bir ekip çalışması yapıyor Resulullah. Kuran öğretirken kendisi de öğreniyor. Çünkü karşılıklı bir müzakere ile. “Vallahu yukaddirulleyle vennehare: gece ile gündüzün ölçülerini Allah koyar”. Çünkü sürekli değişir uzar, kısalır. “Alime en len tuhsuhu: Allah biliyor ki sizin buna artık bundan sonra gücünüz yetmeyecek”. Artık her gece kalkamazsınız. “Fetabe ‘aleykum” türkçe karşılığı: “sizin yüzünüze baktı” yani sizi rahatlattı. Artık her gece kalkmanıza gerek yok. Çünkü artık Medine’de devlet sorumluluğu var, sosyal sorumluluk var, başka sorumluluklar var. “Fakreu ma teyessere minelkur’ani” artık gece kalkın da yarısında şunda bunda değil. Kuranı her gün okuyun da ne zaman kolayınıza gelirse. Gündüz gelirse gündüz, gece gelirse gece. Hangi saatte kolayınıza gelirse o zaman okuyun. Onun için Medine’de Resulullah özel bir zaman tahsis etmemiş, fırsat oldukça her fırsatı değerlendirerek kuran okumuştur. “Alime en seyekunu minkum merda ve aharune yadribune fiyl’ardı yebteğune min fadlillahi: Allah biliyor ki içinizde hastalar olacak, bir gurup ticaret için bir yerlere gidip gelecek”, “ve aharune yukatilune fiy sebiylillahi: bir gurup Allah yolunda savaşacak”, “fakreu ma teyessere minhu: ne zaman kolayınıza gelirse o zaman okuyun” diyor. Günün hangi vaktinde kolayınıza gelirse o zaman okuyun. Şimdi bu neyi gösteriyor? “Orada kuran yoktur” tamam işte ayet söylüyor. Her gittiğin yerde kuran okuyacaksı diye bir şey yok ki. Dikiş nakış kursuna gidiyorsa gide ve ekıymussalate ve atuzzekate ve akridullahe kardan hasenen ve ma tukaddimu li elbette yani. Aşırıya kaçmanın hiç bir anlamı yok. İşte bu Allah’ın ayeti. Şu anda biz, her gün kuran okumamız lazım, anlamamız lazım. Ama ne zaman kolayımıza gelirse o zaman yapmamız lazım.
FATİH ORUM: İnfak kelimesi bazı ayetlerde mesela Âli İmran suresinin 134.ayetinde zekat manası taşıyor. “Onlar bollukta da darlıkta da infak ederler” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir dakika! Darlıkta infak zekat olur mu?
FATİH ORUM: Zaten soru da öyle. Buradan hareketle darlıkta olanın da zekat vermesi manası..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır hayır! Yani her halükarda yardım. Ne yapardı ashabu kiram? Bir tane hurmanın yarısını arkadaşına verirdi. İnfak son derece önemli. Çünkü toplu yaşıyorsunuz herkesin o mal ve hizmet imkanlarından istifade etmesi lazım. Zekat tabi ki infaktır. Elbette ki infaktır ama zekat ile sınırlı değildir infak. Hayra yapılan bütün harcamalar. Hatta sizin çoluk çocuğunuza yaptığınız harcamalar, eşinize yaptığınız harcamalar, anne-babanıza yapığınız harcamalar, bunların hepsi de infaktır.
KATILIMCI: Hocam öncelikle ağzınıza sağlık çok güzel bilgiler paylaştınız. Sizden ve diğer araştırmacı arkadaşlarda Allah razı olsun. Anlattığınız sisteme göre bankalar bir faiz çarkı kurmuşlar döndükçe faiz kazanıyorlar. Toplumda ister istemez bu çarka dahil olan insanlar var. Mesela hesaplarında para olan kişiler veya esnaf olup post makinası kullanan kişiler. Bu ister istemez faiz çarkına dahil olmuş oluyor. Yine bu günaha dahil olurlar mı? İster istemez çarka dahil olmuş olmaları. Pos makinasıyla insanların kredi kartı kullanmasını sağlıyorsunuz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bankaların iki türlü şeyi vardır. Birisi bankacılık hizmetleri birisi kredidir. Biz kredi konusuna karşı çıkıyoruz. Bankacılık hizmetlerine karşı çıkmanın bir anlamı yok. Yani bu pos makinası pekala kullanılabilir. Bunu tamamen faizsiz bir şekilde kullandırma imkanları da vardır. Yani o işin o tarafı mesela Türkiye’de uygulanacak olsa yani kısa sürede faiz diye bir şey kalmaz memlekette. Paranızı bankaya yatırmanız? Parasını bankere yatıranla ilgili bir şey söylemedik dikkat ederseniz. İhtiyacı var tabi ki yatıracak, adam birisine güvenecek. Sizin bankada paranız olur gidersiniz kredi kartınızla falan yerde çekersiniz. Filan yere havale edersiniz. Yurt dışına gider orada kullanırsınız. Bu bankacılık hizmetidir. Buna herkesin ihtiyacı vardır ve bunda karşı çıkılacak bir şey yok. Bu insanlar günahkar olmazlar. Bu hizmetleri karşılığı para da alıyorlar zaten komisyon denen. Ondan dolayı bir sakınca yok yani alabilirler. Burada karşı çıktığımız tamamen kredi şeyidir. “Efendim onun öyle yapmasına ben destek olmuş oluyorum” derseniz, o zaman hayatta yaşayamazsınız. Bu defa adama bir bardak su verirken demen lazım ki; “bu suyu içti ya, sakın ha namahreme bakma”. Kardeşim sana ne1! Sen adama ne verdiğine bak. Ondan sonra adam ne yaparsa yapar. Sultanhamam’da bir esnaf bana şikayet etti birisini. Ya Hocam dedi adama zekatımızdan verdik adam gitti kiraz aldı evine götürüyor, ben daha evime kiraz almış değilim. Sana ne kardeşim adamın ne aldığından. Bir de ne aldığına mı karışacaksın? Dolayısıyla biz, ikinci adımdan sorumlu değiliz. İkinci adım karşı tarafın sorunu. Bizim esas yaptığımıza bakacağız. Bankalarda para bulundurma, pos makinasıyla alış veriş yapmak, pos makinası bulundurmak, satmak, bunlar yasak değil. Ama o kredi işlemleridir yasak olan.
KATILINMCI: Bu ortamda bireysel olarak başka yapacağımız bir şey var mı? Kredi çekme işine girmiyoruz. Etrafımızdakilere de faizin zararlarını anlatıyoruz. Nasıl bir sıkıntı olduğunu anlatıyoruz. Başka bireysel olarak ya da gurup olarak yapılabilecek bir şey var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanları uyaracaksınız. Başka yapılacak bir şey yok. Ama bu uluslararası oyunlara mutlaka son vermek lazım. Onu hep birlikte yapabileceksek yapmalıyız.