Bu haftaki dersimiz ehli kitap ve müşrikler. Şimdi biliyorsunuz İslam aleminde ehli kitap ile müşriklerin arası kesin olarak ayrılmış. Çok ilginç bir şekilde, tabi Zerdüştler de ehli kitabın içerisine katılmış. Gerçi bı kuranı kerimin gereği. O ayeti bir açsana “innellezine amenu vellezine eşreku..” Mecus kelimesini geçtiği bir yer var. Hac suresi 17.ayet öyle mi? Burada diyor ki; “innellezine amenu vellezine hadu ves sabiine ven nassara vel mecuse”. “İnnellezine amenu vellezine hadu ves sabiine ven nasara vel mecus: müminler yahudiler, sabiiler, nasara, mecusiler”, “vellezine eşreku”. Şimdi bakın burada AllahTeala insanları üç guruba ayırıyor. Bir gurubu müminler, ikinci gurubu sabiiler, nasara,mecusiler, yahudiler. Yahudiler,hıristiyanlar,sabiiler,mecusiler. Üçüncü gurup da müşrikler. Yani ellezine,ellezine bunları ayırıyor. Şimdi bunlar üç ayrı gurup. Fakat aslında bunlar ikş gurup dikkat ediyorsanız bu ayete. Yani Hac suresinin 17.ayetine. İnananlar ve inanmayanlar. Yani müminler ve mümin olmayanlar. Çünkü “innellezine amenu” olduktan sonra diğerleri “innelleizine la yu’minune”dir. Öyle dğil mi? Yani Allah’ın istediği şekilde inanmayanlar. Yoksa herkesin kendine göre bir inancı var. O zaman bizim ehli kitap dediğimiz gurup bu ayeti kerimeye göre yahudiler, hıristiyanlar,mecusiler ve sabiilerdir. Şimdi bunların herbirinin kendilerine göre bir kitabı var. İşte yahudiler tevrat, hıristiyanlar tevrat ve incil, sabiiler ginza yada kenz, arapların kenz dedikleri. Onlar ginza diyorlar. Adında bir kitaba sahipler. Mecusilerde gatalar, gata adını verdikleri bir kitaba sahipler. Şimdi bu kitapları okuduğunuz zaman da,bir ilahi kaynaklı olduğu ortaya çıkıyor.
Sabiiler Yahya(as)’a inandıklarını söylerler. Yahya(as)’a kitap indiği de kuranı kerimde sabit.
Katılımcı: “Yahya huzil kitabe bi kuvveh ve ateynahumul hukme sabiyya”(MERYEM 12)
A. Bayındır: Bir de şey var yani Enam suresinde açıkça belirtiliyor AllahTeala tarafından. Şimdi mesla ne diyor; “ulaikellezine ateynahumul kitabe ve tilke huccetina” diye başlıyor Enam 83’de. Yahya ismi 85’de geçiyor. “Zekeriyya ve Yahya ve İsa ve İlyas”. Ondan sonra en sonda ne diyor:”Ulaike”. Ulaike derken burada sayılan 18 tane peygamber. “Ulaikellezine ateynahumul kitabe vel hukme ven nubuvveh: Bunlar kendilerine kitap verdiğimiz, hüküm verdiğimiz, nübüvvet verdiğimiz kişilerdir”(ENAM 89). Tabi bu üçü de son derece önemli olan şeylerdir. Şimdi, kitap verdiğimiz tamam: kitap. Peki hüküm neydi? Kitaptan hüküm çıkarma kabiliyeti. Hikmet. Yani hikmet dediğimiz şey. Hüküm de mastar, hikmet de mastar. Hikmet mastar binai nevi, hüküm de normal mastar işte. Yani el hıkme nev’i minel hukum demek değil mi? Bir çeşit hüküm. Şimdi hükmün sahih olanı var yani iyi hüküm var kötü hüküm var. Onun iyi ve doğru olanına hikmet deniyor. Onun için “ve enzelnahu aleykel kitabe vel hikme”(NİSA 113) yada “yuallimukumul kitabe vel hikmeh”, “onlarla beraber kitabı ve hikmeti indirdik”. “Onlara kitabı ve hikmeti öğretir”(BAKARA 151) şeklindeki şeylerde.
Şimdi bunların her birine Allah kitap vermiş ve hüküm vermiş. Hüküm vermiş ne? Hüküm vermiş tabii, şöyle düşünelim; bir kadın var bir erkek var. O kadınla erkek bir araya gelmezse çocuk olmuyor. İşte kadınla erkeğin bir araya gelmesi, kadınla erkek birbirine müteşabih. Onların aradında ilişkiyi kurarak onları “mesna” haline getirdiğiniz zaman, çift haline getirdiğiniz zaman usulune uygun bir şekilde şey yaparlarsa bulardan bir çocuk olur. İşte bu da hikmet, hikmet ortaya çıkıyor. Hikmet aslında ne kadındır ne erkektir. Fakat her ikisinin özelliklerini taşıyordur. Kuranı kerimin ayetleri de öyle. Yani aenen C. Hakk çünkü ne diyor; “subhanellezi halakal ezvace kulleha”(YASİN 36) değil mi? Bütün çiftleri yaratmış olan Allah’a boyun eğin yada kusur yoktur, subhan kelimesine verdiğiniz manaya bağlı. “mimma tunbitulardu ve min enfusihim enfusihim ve mimma la ya’lemun: yerin bitirdiği kendi nefsinizde ve bilmedikleriniz”(YASİN 36). Şimdi işte buradan AllahTeala ayetleri de çift olarak oluşturduğunu belirtiyor. İşte birisi muhkem birisi muteşabih. Muhkem ve muteşabihi birleştiriyorsunuz bir hüküm ortaya çıkıyor. Yada bir çok muhkem ve muteşabihleri birleştiriyorsunuz bir hüküm ortaya çıkıyor. O hüküm onların tamamından ögeler taşıyor ama tek başına hiçbiri. İşte onun adına da hikmet deniyor.
Katılmcı: Bu başka bir ayette istimdat olarak zikredilen, o da hikmetin açıklaması olabilir mi? “Velev yekulu iler resulü ve ululemri min ulul ilmu minhum leyestabitune”. İstimdat muhkem ve muteşabihi birleştirerek hükümler istimdat etmek yani istifrac etmek.
A. Bayındır: Doğrudur. Bir de o geçende Fatih’in okuduğu bir ayet vardı “ve la tacel bil kurani min kabli en yukda ileyke vahyuhu: vahyi sana tamamlanıncaya kadar bu kuranda acele etme”(TAHA 114). Yani bütün parçalar birleştirilinceye kadar aceleyle hemen bir hükme varmaya çalışma, o zaman yanlış yapmış olursun. İşte burada bakıyoruz yani kuranı kerimin bazı ayetletinden hemen hüküm çıkarılabiliyor. Onun için mesela şeye bakarsanız belki biraz konu değişmiş gibi olacak ama Bakara 157-158 miydi? “İnnellezine yektumune ma enzelna minel beyyinati vel huda min ba’di ma beyyennahu lin nasi fil kitab: kitapta insanlara açıkladıktan sonra indirdiklerimizi gizleyenler” (BAKARA 159) değil mi? Beyyinat ve hudadan, beyyine açık olan ve gerçeği gösteren ayetleri gizleyenler insanlara biz onu kitapta açıkladıktan sonra. Yani hikmeti gizleyenler ifadesi kullanılmıyor. Kitabı gizleyenler. Çünkü kitap deyince herkes bundan istifade ediyor. Ama hikmet dediğiniz zaman herkes ondan bulup çıkarabilir. Çünkü “hikmete men yeş’a” belli bir gayreti gösteriyor, gereken gayreti göstermeyene C. Hakk hikmetini vermiyor. O hikmeti belli insanlsra verdiği için öbür insanlar ister istemez bundan şüphe duyarlar. Ama Allah’ın peygamberi “yuallimukumul kitabe vel hikmeh”(BAKARA 151) Allah’ın peygamberi insanlara kitabı öğretiyor ve hikmeti öğretiyor. Çünkü AllahTeala bunu kitabında belirtiyor. Kitabı ve hikmeti öğretiyor dendiğine göre o zaman peygamberin risaleti gereği o okuduğu ayetlere nasıl uymal luzumluysa, verdiği hükümlere uymak da o derece lüzumludur çünkü bunu Allah tasdik ediyor “yualimukumul kitabe vel hikmeh”. İşte o zaman o hikmet o peygamberin ayetlerden çıkardığı hükümdür. O peygambere Allah o yetkiyi bizzat verdiği için. Özellikle ona verdiğini belirttiği için, işte bak buradaki peygamberlere de öyle söylüyor “ukaikellezine ateynahumul kitabe vel hükme ve nubuvve”(ENAM 89). Bunlara kitabı verdik, hükmü verdik her birisi hikmeti ortaya çıkarabilecek vasıfta kimselerdir. Ve nübüvveti verdik. Bizim için hikmeti ortaya çıkarmayı ferde bağlamıyor. Siz tek fert olarak çıkarabilirsiniz demiyor. Siz o hikmeti çıkarmak için ekip olmanız gerekiyor. Ama peygamber ferden çıkarabiliyor. Yani bizim Peygamberimiz(sav) niye bir ekip kurmamış, onun ekibinde kin vardı diye sorulmaz. Çünkü Allah ona hikmeti öğretme görevi vermiş. Demek ki biliyor ki öğretecek.
Katılımcı: O zaman Peygamber(sav) sahabelere mutlaka bu yöntemi öğretmiş olmalı.
A. Bayındır: İşte öğretmemiş olsaydı bize şey olmazdı.
Aynı Katılmcı: Sahabelerin istimdatlarda bulunması da ona dayanarak olmuş olmalı.
A. Bayındır: Ve iyiki söyledin. Bak hiç düşünmemiştim. Ömer(ra)’ın Ashab’ı Medine’den çıkarmaması da o dur. Zaten Ashab Medine’den çıktı işin şirazesi bozuldu. Evet. Yani dikkat ederseniz Ashab’ın Medine’den çıkmasından sonra artık bir daha İslam alemini kuranı kerime getirmek mümkün olmadı. İşte Osman(ra) zamanında.
Fatih: Hocam Maide suresi 104.ayetteki “ve iza kıle lehum tealev ila ma enzelallahu ve iler resul”
A. Bayındır: İşte “iler resul” hikmet olmuş oluyor. “İla ma ursile ileykum ve ila yuallimukum minel hikmeh” olabilir. “İla ma enzelallahu iler resul ve eyten munafıkine” değil mi? “yesuddune anke sudude öyle değil miydi?
Katılımcı: Yok: “kalu hasbuna ma vecedna”
A. Bayındır: “Hasbuna ma vecedna”. İşte şimdi yani o hikmetleri herkes çıkaramıyor ama o kitabı herkes görüyor. Resule mahalefetle ulemaya muhalefet bu arada farkediyor. AllahTeala resule hikmeti öğretme görevi vermiş, bize de araştırma görevi vermiş, ekibi kurma görevi vermiş. Bizim ulaştığımız neticeler bize göre olur ne olursa olsun. Ama peygamberin hadisleri doğru olur. Buradaki tek problem o hadislerin sahih olarak bize ulaşıp ulaşmadığını tespittir. Onu tespitin en kolay yolu da çıkarıldığı kaynakta görmektir değil mi? Mesela şimdi Peygamberimiz(sav) bir hadisinde diyor ki: Allah sizden şeyi, metnini hatırlayananız varsa söylesin, sadakayı fıtrı size farz kılmıştır. “Kad faradallahu aleykum sadakatel fıtr ama kulli müslime” çocuklar yok orada. Buhari hadisidir. Şimdi Allah diyor size sadakayı fıtrı farz kılmıştır. Allah farz kılmıştır diyorsa, bak Peygamber Efendimiz kendiliğinden bir şey ortaya koyacak durumda değil. Çünkü ve “enzele aleyhimul kitabe vel hikme” diyor değil mi ayeti kerime. Allah hikmeti de kitabı da indirmiş. O şeyin içerisinde o. Kuranı kerimin içerisinde. O zaman “kad faradallahu aleykum sadakatal fıtr” diyorsa Peygamber(sav) bu mutlaka kuranı kerimde olmak zorunda. Başka bir yerde asla olmaz. O zaman bakıyorsunuz ki AllahTeala diyor ki: “ve alellezine yutikunehu ve en yetukune savme fidyetun taamu miskin: oruca gücü yetenlere “ve ala” farziyet bildirir. Farziyet bildirir. “Ve alellezine yutikunehu: oruca gücü yetenlere farzdır”. Ne? “fidyetun”. Nasıl bir fidye? “Taamu miskin: bir miskin taamı fidye farzdır”. Bir tek miskin taamı. Zaten sadakıyı fıtırda da birer miskin taamı yani çaresiz kalmış kişilerin doyacağı kadardır. Çünkü oruç tutabilen herkese farz olduğu için en alt seviyeyi göstermiş oluyor kuranı kerim. Bir miskin taamını gösteriyor. Ondan sonra da yukarısında serbest bırakıyor. Yani biz yukarısını versek olmaz mı akla gelir değil mi? “Fe men tatavvaa hayran fe huve hayran lehu”. Şimdi o zaman da diyorsunuz ki, bak soru soruyorsunuz diyorsunuz ki; Ya Rabbi sen yolcuya ve hastaya oruç tutmama ruhsatı verdin bu da “fidyetun taamun miskin” gurubuna girer mi diye sorarsan, onun cevabını da veriyor. Diyor ki: “en tesumu hayrun lekum”(BAKARA 184), ben size oruç tutmayabilirsiniz dedim ama tutmaya gücünüz yetmez demedim demiş oluyor.
Katılımcı: Tutsanız daha iyi olur.
A. Bayındır: Oruç tutmanız sizin hayrınızadır. Öyleyse herkes girer, buluğa ermiş herkes “Ve alellezine yutikunehu” ya girer. O zaman bakıyorsunuz ki Peygamber Efendimizin hadisi bu zaten başka bir şey dediği yok ki. Değil mi?
Enes Hoca: Fidye kelimesini düşündüğümüz zaman yaptığımız işte biraz eksiklik meydana geldiği için onu doldurmak niyetiyle verilen şey fidyedir.
A. Bayındır: İyiki söyledin az önce aklımdaydı kayboluyordu.
EnesHoca: Hadiste fitrenin hikmeti ne diyor: sadaka için “tuhraten lis savmi ve tu’maten lil mesakin” diyor.
A. Bayındır: Onu da fidye kelimesinden çıkarmış Peygamberimiz(sav). İşte şimdi ne olmuş oluyor. Şimdi biz.
Katılmcı: (20:27-20:29 arası duyulmuyor, konuşmacı mikrofondan çok uzak).
A. Bayındır: Peygamber(sav) diyor ki sadakayı fıtır oruç tutan için temizliktir, yani orada bir takım eksiklikler falan varsa onu temizlemiş olur “tuhraten lis savm”. Ondan sonra “tu’maten lil mesakin” miskinler için, bak miskin kelimesi de çok önemli. “Taamu miskin” varya. Yani taamu miskin demektir o. Mastar ya. İsim olarak da alabilirsiniz fark etmez. Ama mesele her halükarda aynı manaya gelir. Şimdi “taamu miskin” tu’maten gene ta’am kelimesini kullanıyor “tu’maten lil mesakin” diyor. Miskinleri doyurma olur, o ta’am kelimesi. Ama fidye kelimesinden de “tuhraten lis savm” diyor: oruç tutan için temizlik olur. Şimdi bakın, işte bu hikmeti Peygamberimiz buradan çıkardı. Her kelimesini sözüne eklemiş. Ama şimdi siz Peygamber(sav)’in bu hadisi ile ayet arasında irtibat kurmaz, kendi kafanıza göre ayete mana vermeye kalkışır, ayetler arası ilişkiyi ortadan kaldırırsanız o zaman bir hilkat garibesi ortaya çıkar. “Ve alellezine yutikunehu” yu “ve alellezine la yutikunehu” diye değiştirirsiniz. Haşa sanki C.Hakk bilememiş gibi. Ondan sonra “la yutikunehu” dediğiniz zaman da başka bir kaideyle çatışıyor. Çünkü “rabbena ve la tuahammilna ma la takate lena bih” takatın yoksa zaten Allah seni sorumlu tutmuyor.
EnesHoca: “La yukellifullahu nefsen illa vus’aha”
A. Bayındır: “La yukekllifullahı nefsen illa vus’aha” da, orada bir dua yaptırıyorya bize. “Rabbena ve la tuhammilna mala takate lena bih”(BAKARA 286) diyor. Takatimiz olmayan bir şeyi yükleme diye bize dua yaptırdığına göre demek ki yüklemeyecek. Yükleyecek olsaydı bu duayı Allah yaptırmazdı değil mi? Bak takatı olmayanı ben sana görev olarak yüklemiyorum diyecek orada, burada “ve alellezine yutikunehu”(BAKARA 184). Şimdi gücü yetmeyenler. Neye? Oruca! Oruca gücü yetmeyenlere bir fidye. Bir fidye de olmuyor, hergüne bir fidye demek zorunda kalıyorlar. “bi kulli yevmin fidyetun” demek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla bak bir sürü ilaveler ve sistem tamamen bozuluyor. Ondan sonra da diyorlar ki; burası mehsuhtur diyorlar. İşin içinden çıkamayınca bu ayetin içerisinde bu kelime mensuhtur.
Katılımcı: Kolay çözüm bulmuşlar.
A. Bayındır: Gerçekten bu çok çirkin bir davranış. Yani önce bir bozun ayeti kerimeyi, ondan sonra da baktınız ki olmuyor üzerine bir çizgi.
Fatih Orum: Tevrat ve incilde tahrif kabul ediyoruz da kuranda tahrif yoktur
A. Bayındır: Tahrif işte, tahrifin alası bu. Tahrif bu. Tahrif anlam kaydırmaktır. Kardeşim bize tahrif yanlış öğretiliyor. Tahrif hiç bir zaman kelimede olmaz. Yani ona tashif derler galiba yanlış hatırlamıyorsam. Kelimede tahrif olmaz. Tahrif anlam kaydırmada, harf var ya.
Konumuza dönüyoruz. Şimdi, biz burada bu şeyleri arada sırada yapmak durumunda kalıyoruz. Çünkü kayboluyor bir şey zihnimizde. Yani şunun için ben bu noktalara kadar geldim: Peygamber(sav)’in sözüne karşı çıkmakla herhangi bir alimin sözüne karşı çıkmak arasında büyük fark vardır. Şundan dolayı fark vardır: Allah Peygambere o hikmeti zaten öğretmiş. Öğretmese “yuallimukumul kitabe vel hikme” demez. O zaman Peygamberin sözü farklı bir sözdür. O hikmettir. Ama Peygambere bir sürü sözler yakıştırılıyor. O zaman ulemaya düşen o sözün ilişkili olduğu ayetleri ortaya çıkarıp, mesela az önceki ayetlerde olduğu gibi o tahrifata engel olmaktır.
Katılımcı: Peygamber Efendimizin olaki yanılma durumu olmuş olsa da zaten direk Allah onu
A. Bayındır: Tabi Peygamberimizin yanılmaları sıradan bir kişinin yanılması gibi değil ki, o bize örnek. Ondan sonra da şu var; yani insanların Allah’ın kelamında açık olan kısmı gizlemesiyle oradan çıkarılan hikmete karşı çıkması arasında da bir fark var. Yani bunu da bu arada epey zamandır zihnimdeydi bir fırsat olsun da konuşayım falan demiştim, onun için bugün oraya bir saptama yapmış olduk. Şimdi, bu Enam suresinde AllahTeala diyor ya, yani bu peygamberlere kitap verdim diyor,hikmet verdim ve nübüvvet verdim.
EnesHoca: Oradaki kitap verdik ifadesinde verilen kitap bir öncekine verilmiş buna da vermiş sayılır diye bir düşünce var. Ondan sonra nübüvveti engelliyor değil mi.
A. Bayındır: Aslında onu da vermiş olabilir. Mesela tevrat için şöyle söyleniyor: tevrat aslında bir peygambere verilmiş bir kitap değil çok sayıda peygambere verilmiş olan kitaptır. Kuranı kerime de baktığımız zaman, mesela bizde tevrat Musa’ya verilmiştir diye bizim kitaplarda yazar. Halbuki kuranı kerimin hiç bir ayetinde Musa’ya tevratı verdik diye bir ifade yoktur.
Katılımcı: Musa(as)’a örneğin tevratın verildiğini söylüyor ama. Yani “inne ayete mulkihı en ye’tiyekumut tabutu fihi sekinetun mim rabbikum ve bakiyyetun mimma Musa ve alu Harune tahmiluhul melaikeh”(BAKARA 248) tevratın kendisi Musa(as)’a diye o ayette tasdikliyor.
A. Bayındır: Yani şunu söylemek istiyorum: tevrat şu peygambere indirilmiştir ifadesi var mı? Öyle bir ifade yok. Ama bizim kitaplarda biz hemen kolaycılık yapar Musa’ya tevrat, hayır. Musa’ya tevrat verilmemiştir kardeşim. Allah Musa’ya o kitabı indirdik diyor, Tevratı indirdik demiyor. O zaman bunun bir anlamı olması lazım. Tevratı indirdik demediğine göre bir anlamı olması lazım. O zaman bakıyorsun mesela tevrata çeşitli peygamberlere indirilmiş olanlar var, Süleyman(as)’a indirilenler var hepsi birleştirilmiş. O zaman kuranı kerime uyuyor. Hani “musaddikan” ifadesi de burada işte ortaya çıkıyor değil mi? Şimdi bu peygamberlere Allah nübüvvet de verdiğine göre peygamberler hepsi Allah’tan vahiy almışlar. Hepsi vahiy almış. Risaletle de bunu tebliğ etmişler. Evet şimdi buradan yani o Hac suresinin 17. ayeti insanları bir açıdan iki guruba ayırıyor inanan ve inanmayan. Ama inanmayanlar da iki guruba ayrılmış oluyor ehli kitap ve müşrikler. Tamamını topladığın zaman müminler, ehli kitap ve müşrikler.
Katılımcı: Şu andaki budistler hangisine girecek. Yani ehli kitaba mı girecek müşriklere mi girecek?
A. Bayındır: Şimdi tabi o
Aynı Katılımcı: Vedea kitapları var ya. Vedea Adem(as)’a indirilen kitap diyorlar.
Fatih: Şimdi Hocam kaçırdık, o ehli kitap yahudi-hıristiyan, mecusiler
A. Bayındır: Ben bu ayete göre diyorum. Mecus diye şey yapıyor canım, açıkça söylüyor. Bak diyor ki ayet
Yahya: Münafıklar niye yok burada.
A. Bayındır: Müşrikler gurubuna girer herhalde.
Enes Hoca: Ellezinenin içinde
Katılımcı: Münafıklar ayrı bir kategori “vel münafikune” diye ayrı geçiyor.
A. Bayındır: Şimdi tabi herbir bakış açısına göre. Bu ayeti kerimede anlatılan
Yahya: Müslüman gözüküyor, ikisine de uyuyor.
A. Bayındır: Bizim yanımızda müslüman gözükür de C.Hakk katında değil tabi.
Şimdi “innellezine amenu” birinci gurup. “Vellezine hadu ves sabiine ven nasara”. Bu sıralama da çok ilginç. İlk defa dikkatimi çekti.” El mecus”. Sabiin’in Nasara’dan önce gelmiş olması. Çünkü İsa(as) Yahya(as)’dan sonra gelmiş. Gerçi burada mecus biraz daha eski ama
Yahya: Yahudiler de Sabii’lerden sonra değil mi?
A. Bayındır: Yok. Sabiiler daha sonra. Sabiiler Hz.Yahya’ya inanırlar. Şimdi yahudiler, sabiiler, nasara, mecusiler. Şimdi mesela kaynaklarda geçiyor.
Yahya: Bakara suresi 62.ayette sıralama değişik.
A. Bayındır: Orada mecus yok.
Yahya: “İnnellezine amenu vellezine hadu ven nasara ves sabiine”
A. Bayındır: Tabi doğru. Yok yani “vav” olduğu için sıralama şartı yok ama insanın aklına onu getiriyor.
Katılmcı: Hocam bu “hadu”nun hidayetle alakası yok değil mi?
A. Bayındır: Yok.
Aynı Katılımcı: “Nasara”nın nasıralılarla bir
Enes Hoca: Hidayet:”nakıs”, hadu:”ecret”. (son kelime tam anlaşılmadı)
Aynı Katılmcı: Bu normal “kane” gibi.
A. Bayındır: Bu hadunun karnı aç
Fatih: Hocam yahudileşme olarak, yahudileşenler diye tercüme otururmu yoksa direk o yahudilere özel olarak ifade
A. Bayındır: Yahudileşen diye bir ifade yok, yahudiler diyor ayeti kerime.
Yahya: “Yahudiy” diye söylemiyorda “ellezine hadu”
Katılmcı: Yahudi olanlar.
Yahya: “Yahud” diye ayrıca geliyor zaten.
Fatih: Yani şimdi burada önemli olan bir durum “ellezine hadu” dediğimiz zaman, o zamanki toplumda yaşayan o yahudilere bizatihi atıf mı var yoksa
A. Bayındır: Bak şimdi “amenu” “hadu”, bunlar belki bir, ifadede bir insicam olsun diye C.Hakk kullanmış olabilir. Muşakededen dolayı koymuş olabilir. Ondan sonra sabii,nasara,mecus.
Katılımcı: Fatih’in demek istediği, şimdi o beni israilden olmayıp da yahudi dinine girenleri de kapsıyor demek istiyor. Ama o da giriyor çünkü mesela habeze hubzen diyor, habeze hubzen yani ekmek yaptı. Arapçada isimlerden fiil türetiyorlar. Habeze mesla ekmek yaptı. Orada da yahudi oldu, hadu oldu yani.
Yahya: Esas kastım burada şey, hani “inned dine indallahil islam”(ALİ İMRAN 19) Adem(as)’dan beri Allah katında din islamdır. Bu dine inananların hepsi müslüman adını alır. Daha önceki müslümanlara yahudi mi deniyordu? Hıristiyan mı deniyordu? Onlar yine müslümanlardı ama sonra yaptıkları eylemler yüzünden onlar yahudileştiler.
A. Bayındır: Kendilerine de farklı bir isim
Katılımcı: Yahuda’nın memleketinden
Yahya: Hayır, gerçekte onlar yahudi değiller. Onlar da müslümanlardı. Yok çünkü öyle birşey. Sonradan yaptıkları şeylerle ona dönüşüyorlar.
Katılmcı: Yahuda tarafından kurulan o memleketten sonra yahudi dini adını alıyor.
Katılımcı: Peki o zaman bugün “ente nasara” dediğin zaman kiye kızıyor. “Ene Mesihi” diyor. Ben Mesihiyim diyor. Bana nasrani deme diyor.
A. Bayındır: Kendi aralarında nasranilerin farkları var. O nasraniler ile ilgili Maide suresinde çok önemli hükümler var. Belki başka derste olur bu derste olmaz da. Ama şimdi burada şu var; burada şunu da hatırlatmakta fayda var, Peygamber(sav)’den gelen iki tane hadis var. Sahih midir değil midir diye tartışırlar. Hiç tartışmaya gerek yok, gerçi uygulama hep ona göre olmuş, meşhur olmuş da hani senet bakımından. Hiç onu tartışmaya gerek yok. Mesela nasraniler için de mecusiler için de “sünnete ehlil kitab” işte bu ayeti kerimenin hükmü o. Şimdi o budistlere karşı nasıl davranılır yani biraz sonra şey yaptığımız zaman ortaya çıkacak ki bu aslında inanç esasından baktığınız zaman yahudi ve nasraninin diğer müşriklerden bir farkı yok. Ama yaşayan guruplar açısından baktığınız zaman bir farklılıklar söz konusu. Çünkü diyor “innallahe yafsılu beyne yevmel kıyame: AllahTeala kıyamet günü onların arasını ayıracaktır”. “İnnallahe ala kulli şey’in şehid: Allah herşeye şahiddir”(HAC 17). Yani Allah kimin ne yaptığını gayet iyi bir şekilde görüyor.
Fatih: Hocam benim biraz önceki sorumun temeli de o şey oluyor. Şimdi bunlar temelde baktığınız zaman zaten imandan saptıkları zaman yahudi olsun hıtistiyan olsun hepsi şirke batmış oluyorlar.
A. Bayındır: Yani hepsi şirke batmış oluyor.
Fatih: Ama kurandaki böyle bir özel tırnak içerisinde sanki böyle ifadeler. Yahudi gurup, tamam temelde bunlar şirktir ama bunların bir değerlendirilmesi. Hıristiyan bir gurup. Mesela oradaki kuranda geçen müşrikler ifadesi de ki belki geleceksinizdir o müşrik kadınlarla evlenme imkanındaki o müşrikler ifadesi o kuranın inmiş olduğu toplumda yahudiler belli, hıristiyanlar belli ayrıca bir de müşrikler olarak özel adlandırılmış
A. Bayındır: Sosyolojik bir ayrım diyorsun.
Fatih: Sosyolojik bir ayrım olmuş olabilir mi?
A. Bayındır: Öyle gözüküyor.
Yahya: O zaman o “ve la tenkıhu muşrikine”de o özel gurup mu yani.
Fatih: Özel gurup. Nasıl siz ehli kitaba cizye verilir demiştiniz en son şeyde cizye alınır onlardan eğer iman etmezse. Ama müşrikleri bir nevi adam yerine alınmıyor sanki. Burada evlilik konusu gündeme gelince ehli kitaptaki o belirtilen bayanlarla evlenme
A. Bayındır: O kolay, onu biz bir kaç kere anlattık bir daha anlatırız. Bunlar mesele değil. Yani o problem değil. Şimdi orada müşriklerle evlenilebileceği anlaşılıyor ya, aklına gelir ki ehli kitapla da evlenilebilir diye Allah onlarla ilgili özel bir hüküm koymuş onlarla da evlenilebilir diyor. Ama bizimkiler ters taraftan almışlar.
Şimdi şeyi alalım tekrar, bu Tevbe suresi 28.ayeti 9.sure. Burada diyor ki AllahTeala “ya eyyuhellezine amenu innemal muşrikune necesun fe la yakrabul mescidel harame ba’de amihim haza”. Şimdi bütün müşrikler “el müşrikun” burada değişik şekillerde anlama imkanımız olur. El müşrikun derken bu Tevbe suresinin en başında sözü edilen Mekke müşrikleri olabilir. Ve onlarla sözleşme yapmış olanlar olabilir. “faktulul muşrikine haysu vecedtumuhum”(TEVBE 5). O buna engel oluyor. Tamam. “Faktulul müşrikine haysu vecedtumuhum”(TEVBE 5)buna engel oluyor.
Katılmcı: O olmamalı. Madem onlar öldürülüyor, burada tekrar camiye yaklaşmasın, mescide yaklaşmasın denmez.
A. Bayındır: Nerede bulursanız öldürün hükmüne tabi olan sadece Mekke’de Peygamber Efendimizle sözleşme yapmış olanlardır. “İllallezine ahedtum minel muşrikine sümme lem yansukum”(TEVBE 5). Size karşı dürüst oldukça onlara karşı siz de dürüst olun diyor.
Tahya: Bunlar olabilir mi?
A. Bayındır: Onun mesanisi var.
Yahya: Oradaki her müşriki öldürün mü yani, öldürülmeyen bir gurup var.
A.Bayındır: Zaten onu ayet oradan istisna etmiş.
Yahya: “hatta yesmea kelamallahi”(TEVBE 6)olacak olanlar var. Onlar hala kabul etmezse yaklaştırmayın denilebilir mi?
Enes Hoca: Sözleşmeye sadık kalmayan müşriklerin tamamı olabilir.
A. Bayındır: Kalan
Enes Hoca: Sadık kalanlar. Sadık kalmayanlar öldürülecek.
Fatih: Kalmayanlar öldürülecek.
A. Bayındır: İşte o da olmaz, o da değil. Onun da değil olduğunu bu ayetten anlarız. Yani buradan bak şimdi biraz sonra göreceğiz. Diyor ki; “ya eyyuhellezine amenu innemel muşrikune necesun fela yakrabul mescidel harame ba’de amihim haza: bu yıllarından sonra- hicretin 9.yılıydı- mescidi harama yaklaşmasınlar”(TEVBE 28). Peki bir Mekkeli için mescidi harama yaklaşmamaları ne ifade eder? Mal getirecekler, mal satacaklar, mal alacaklar, alış veriş yapacak.
Katılmcı: Endişeleniyor, müşriklere engel olur da bunlar gelmezse biz fakir oluruz. Yani bugünkü turizm sektörü mesela aynı düşünürler.
A. Bayındır: Aynısı. Bakın şeyde, Medine yani o Hendek savaşında ahzab diyor ya kuranı kerim, Hendek savaşında Mekkeliler bir sürü kabileyi topladılar, onlara bir takım mal verme vaadinde bulundular. İşte yahudilerle birlikte Medine baskısını yaptılar. O baskında hepsi perişan oldukları için geri gittiler işte oradan, baskından hepsi perişan oldu. O sene Mekke’ye hacca, umreye gelen olmadı. Bütün kabileler o savaştan yorgun düşmüşler yani. Hacca, umreye gelecek halleri yok. Ve bu Mekke’de de acayip kıtlık oldu. Üstelik o şeyde Mekke’nin doğusunda bir yer var oradan buğday geliyormuş, ismini hatırlıyormusunuz?
Katılmcı: Taif
A. Bayındır: Değil, Taif değil. Oradan daha çok meyva geliyor, buğday ambarı olan bir başka yer var. Yemame de değil. Neyse. Neyse önemli değil. Şimdi, oranın başı da müslüman olmuş Mekkeliler’e de buğday göndermiyor. Peygamberimiz(sav) bu durumu o kadar güzel kullanıyor ki, işte her bakımdan bize örnek. Orada Ebu Sufyan daha yeni Medine baskınından geri dönmesine rağmen Peygamberimize adam göndermek zorunda kalımış aç kaldık diye. Diyor ki; şu adama söyle de bize buğday versin. Peygamberimiz ona diyor ki; bunlara buğday ver. Verecek ama alacak paraları yok, neyle alacaklar. Peygamberimiz Ebu Sufyan’ın elindeki derileri satın alıyor. Orada çok sayıda hayvan kesiliyorya, dericilik oldukça önemli bir şey. Ebu Sufyan’ın elindeki eski çürümüş falan derileri rahiş fiyatının üzerinde bir fiyata satın alıyor.
Katılımcı: Yüksek fiyattan?
A. Bayındır: Tabi. Alıyor. Şimdi onları ciddi manada psikolojik bir baskı altına soktu mu? Ondan sonra Mekke’ye 500 altın gönderiyor fukaraya dağıt diyor. Bir de haber salıyor büyük bir cemaat de hacca geliyor. Bütün Mekkeliler seviniyorlar. Yani kime ne satacaktık. İşte Hudeybiye’ye o şekilde gidiyor Peygamber(sav). Ortamı çok iyi kullanıyor. Ve orada Mekke’nin savunulacak durumu yok, yoksa Peygamberimiz orada rahatlıkla Mekke’ye girerdi. Ayette diyor ki; “huvellezi keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bibatni mekkete min ba’di en azferkum aleyhim ve kanallahu bima ta’melune basira”(FETİH 24)sizin elinizi onlardan onların elini sizden çeken O’dur. Mekke’nin ortasında, bugün Hudeybiye Mekke’nin ortasında kalmış bir mahalledir. Mekke’nin ortasında sizin elinizi onlardan onların elini sizden çekti, size zaferi vermişken. Mekkeliler’in direnme gücp yok. Pisikolojik olarak da askeri olarak da direnme gücü yok. Ama müslümanlar onları rahatlıkla alabilecek durumdaydılar, AllahTeala şey yaptı. “velev la ricalun mu’minune ve nisaun mu’münatun lem ta’lemuhum”(FETİH 25)mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, siz tanımıyorsunuz Mekke’de bir sürü müminler var, siz bilmiyorsunuz. Onları, içeri girer ezerdiniz. Bilgisizce yaptığınız bir şeyden dolayı da size ar dokunurdu. Utanırdınız. Böyle bir durum olmasaydı siz girecektiniz Mekke’ye diyor. Şimdi ben bunu şunun için söyledim: bakın Mekkeli için hac ve umre son derece önemli. Onlar işin ibadetinde değiller. İşin ticaretindeler. Bununda ayıplanacak bir tarafı yok. Çünkü “liyeşhedu menafia lehum”(HAC 28) diyor ayette zaten AllahTeala bildiriyor. “Ya eyyuhellezine amenu innemel muşrikune necesun fe la yakrabul mescidel harame ba’de amihim haza: bundan sonra o müşrikleri mescide gelmesinler”(TEVBE 28). Eyvaaah yandık ki ne yandık. Öyle değil mi? O zaman siz burada sadece anlaşmalı müşrikler anlarmısınız?
A. Katılımcı: Hepsi olur.
Katılmcı: Hocam burada ehli kitabı da katabilirmiyiz?
A. Bayındır: Bütün müşrikler. Tabi katacağız.
AynıKatılımcı: Çünkü Hz.Ömer’den böyle bir hadis var. “Kale Rasulullah(sav) la uhrucenne yahudu ve nasara min ceziretil arab hatta la ed’a illa muslima”.
A. Bayındır: O uydurma bir hadistir. O doğru değildir. O hadis bu ayete aykırı.
Katılmcı: Çok kafiyeli bir hadistir.
A. Bayındır: O hadis bu ayete aykırıdır.
HadisiOkuyanKatılmcı: Zaten Peygamberimiz çok ediptir.
A. Bayındır: Ediptir başka. O hadisin kaynağı neresi?
Aynı Katılımcı: İbni Hacer alıyor. Mevzu olmadığı kesin. İbni Hacer hadiste en büyük otorite. Yanlış olmasın Müslim rivayet ediyor olabilir.
A. Bayındır: Kim rivayet ederse etsin bu yanlış bir hadistir. Bak niye biliyormusun
AynıKatılımcı: Fukahanın kabul ettiği babdan baktım.
A. Bayındır: Fukaha burada çok büyük hatalar yapmıştır ona biraz sonra şey yapacağız. Çok büyük hatalar yapmıştır. Şimdi bak burada diyor ki “fela yakrabul mescidel harame ba’de amihim haza”. Konulan hüküm bu. Bu yıldan sonra mescidi harama yaklaşmasınlar. “Ceziretül arab”a yaklaşmasınlar değil. Mescidi haram. Mescidi haram diyor. “Vela yakrabul harame” deseydi ne yapardınız? Derdiniz ki haremin dışında bir tampon bölge oluşturulması lazım. Mesela şeye kadar, oradan Cidde’ye kadar. Hatta uzatırız Türkiye’ye kadar da diyebiliriz. Cezüretül arab da diyebiliriz. Ama burada ayet mescidi harama yaklaşmasınlar. Çünkü mescidi haram haremin içeridinde küçücük bir bölgedir.
Katılımcı: İnsanların oraya girip namaz kıldığı alanla sınırlı.
A. Bayındır: Onun çevresinde harem vardır, o daha geniş bir saha. O zaman ne yaparsınız? Zaten ayetten de mescidi haram değil harem olduğu anlaşılıyor. Çünkü “ve inhıftum ayleten” bunu açıklıyor. Eğer siz onlar gelmezse bizim halimiz ne olur, ticaret yapamayız böyle perişan oluruz falan, ticaretimiz gider diye korkarsanız “fe sevfe yugnikumulahu min fadlıhi: Allah ilerisinde kendi ikramıyla sizi buna muhtaç olmaktan çıkaracaktır”.
Katılımcı: Valla bu ayet büyük bir mucize, çalışmadan yiyorlar hala. 14 asırdır.
Katılmcı: Hocam şeyi soracağım da, arapçada şey diyoruz ya “sevfe ezhebu”,”se ezhebu” bir de diyoruz, bunların farkına değinebilirmiyiz.
A. Bayındır: Ya işte “sin” yakın gelecek “sevf” uzak gelecek, biraz daha uzak ama kime göre uzak.
Allah kendi ikramıyla sizi yakında bunlara muhtaç olmaktan çıkaracaktır. Yani bu müşriklerin şeyine muhtaç olmaktan çıkaracaktır. “İn şae” tabi koyduğu kurala uygun görürse. Öyle bedava da yok. Kuralına uygun yapacaksın. “İnnallahe alimun hakim: Allah bilir ve doğru karar verir. Şimdi dolayısıyla bakın burada müşrikler için konmuş olan tek yasak ne? Mescidi harama yaklaşmamak. O zaman “ceziretül arab” da müşrik kalmayacak diye bir ifade olmaz.
Katılmcı: Hocam cüz’i zikredilmesi mesla burada sırf mescidi haramı nehyetme ayrı bir rivayette kullü belli daha büyük bölümün nehyedilmesine asla mani olamaz.
A. Bayındır: Bizim söylediğimiz neydi az önce
AynıKatılımcı: Şuan burada mescidi haram tek demişse, Hicaz bölgesi hiç olamaz
A. Bayındır: Hicaz bölgesinin uzaktan yakından alakası yok. Mescidi haramla alakası olan harem bölgesi vardır. Öyle derseniz dünyadan çıkarmak gerekir. Öyle şey olur mu?
Katılımcı: Huh(as)’ın duasını tekrarlamak gerekir ama icabet olmaz o ayrı şeydir.
A.Bayındır: Öyle şey olur mu? O zaman C.Hakkın, Allah’ın kanunlarının değişmesi lazım. Kuranı kerimi baştan aşağı değiştirmeniz lazım.
Katılmcı: Siyasi bir düşüncedir desek daha iyi.
A. Bayındır: Senin dediğin siyasi düşünce ama bu değil, bu Allah’ın ayetidir.
Katılmcı: Peygamberimizin uygulaması böyle olmamıştı.
A. Bayındır: Peygamberimiz vefat ettiği zaman Medine’de müşrik de vardı, münafığı da vardı, ehli kitabı da vardı, efendim müslümanı da vardı. Hepsi de vardı.
Yahya:İlk sayfanın son ayetinde “summe eblighu me’menehu”(TEVBE 6)var ya? Orası neresi oluyor mesela.
A. Bayındır: Harem dışı olabilir belki. Kendisini güvende hissettiği yer nereyse. Bir insan kendi evinin dışında kendisini güvende hissetmez. Bugün de öyledir.
Katılımcı: Sosyal güvenlik.
A. Bayındır: Herkes için söz konusudur. Beni çölün ortasına bıraktın diyeceksin, olmaz yani. “Me’mene” kelimesi herkesin kendine göre bir güven anlayışı var.
Katılımcı: Yurt dışı yapmak anlaşılmaz. Çünkü dışı yaptığınız zaman memen olamaz.
A. Bayındır: “Me’mene” olamaz, adamı perişan bırakmış olursun.
Katılmcı: Peygamber vefat ettiği zaman büyük topluluk olarak Hicaz bölgesinde yoktu artık. Ferd olarak olabilir de topluluk olarak müslümanların hakimiyetinde olmayan, yahudilerin ve hıristiyanların,zaten müşriklerin egemenliğinde olan bir şey kalmadı zaten. Fert olarak kalmıştı zaten.
A.Bayındır: Farketmiyor. Müşrikler, müşrik kelimesi az önce senin hadis diye okuduğun ifadede o yok. “Ve la yezaluna yehtelifın” ayeti kerimesi “velev şa’e rabbuke le cealen nase ummeten vahideten”HUD 118).
Katılımcı: Ben yapmadıydım siz yaptınız demek olur.
A. Bayındır: ” Vela yezalune muhtelifin” diyor AllahTeala. Bu olacak şey değil. Böyle şey olur mu? Bizim tarihte yapılmış olan hataları biz bugün tasvip edecek değiliz. Tevbe suresinin 5.ayetini merkeze koyarak nerde bir müşrik bulmuşlarsa, sadece ehli kitaba müsade var diğerlerine yok. Öyle şey olur mu? Yani bunun bir delili yok, tamam mı?
Katılmcı: Uygulama olmamıştır aslında.
A. Bayındır: Neyse kardeşim sen itirazını yaptın sağol. Bilimsel olarak söyleyeceğin bir şey varsa. Tarihte bu var. Biz tarihte olanın yanlışlığını söylüyoruz, onu biz burada tekrarlayacak değiliz. Sen itirazını ayetlerle ve hadislerle yap. Oldu mu?
Katılımcı: Müşrikler mesela mescidi harama yaklaşması, burada yasaklanmıyor ki. Onlar ticareti o mescidi haramın içinde mi yapıyorlardı. Dışarda yapmıyormuydu?
A. Bayındır: Şimdi bak, mescidi haramın içerisinde ister istemez ticaret yapıyorlar her zaman için. Mescidi haram demeyelim, harem içerisinde diyelim. Çünkü “fe la yakrabu” kelimesi diyor ya. Yakrabu dediğine göre “fe la yedhulu” demiyor yani. Senin dediğin mescidi haramın içerisinde “fe la yedhulu” olur, “fe la yakrabu” olmaz. “Fe la yakrabu” dediğine göre haremin çevresinde de bir bölge var demek ki. Oraya kadar girmemeleri lazım, bir tampon bölge olması lazım. O da harem zaten. Çünkü sınırları belli bir bölgie var.
EnesHoca: Hareme girdiği zaman mescidi harama yaklaşmış oluyor.
A. Bayındır: Bunlar hareme girdiği zaman mescidi hareme yaklaşmış oluyorlar. Onu yapmasınlar. Şimdi bu haremin dışında tabiki mesela ukaz panayırı Taif’de kurulıyordu. İşte mecenne arafatın yakınında kuruluyordu. Bir çok panayırlar vardı. Oralara yaklaşmalarına bir mani yok ki.
Muhammed: Hocam şehirde uygulamada sizin dediğiniz gibi mescidi hareme almıyorlar. Mesela bir de Medine’de belli bir sınıra kadar. Şehir merkezine almıyorlar. Şehir dışında örneğin Otel var, o harem bölgesinin dışında olduğu için orada hıristiyanlar kalabiliyor. Fakat şehir içine giremiyorlar.
A. Bayındır: Haremin içine girememe: İşte bu ayette anlaşılan odur zaten. Ayetten anlaşılan odur zaten başkadı değil. Gayet açık yani bu konu da. Şimdi o panayırlara girmelerine hiç bir mani yok Muhammed. Ama sen şimdi Mekke’de bir tüccar olduğunu düşün. Mekke’nin halkı olduğunu düşün canım, ev yapmışsın gelip evini kiralayacak. Ekmek pişiriyor bir tane adam ondan ekmek alacak. Şurada terlik satıyorsun, şurda su satıyorsun falan. Bunlar çok ciddi bir sıkıntı meydana getirir şehirde. Panayırlar meselesi ayrı bir konu. Adam yatmak için panayıra gidecek değil ki. Ekmek almak için panayıra gidecek değil ki.
Şimdi burada müşrikler için bunu söylüyor AllahTeala. Peki ehli kitap için ne diyor?
Yahya: Ehli kitap zaten buna dahil değil mi?
A. Bayındır: Sosyolojik ayırım. Din ayrımı başka sosyoljik ayrımı başka.
Yahya: Yani dahiller buna.
A. Bayındır: Şüphesiz dahiller. Biraz sonra dahil olduğunu göreceğiz,onun içindiyorum. Burada sanki ayrılmış gibi gözüküyor ama ehli kitabın ayrı bir hükmü de var. Onun için sosyolojik olarak ayırmaya ihtiyaç var. Dini olarak değil. Hac suresi 17.ayette de gördük yani. Dini olarak iki gurup var. Ama sosyolojik olarak değişik guruplar var. Diyor ki burada AllahTeala
Katılmcı: Buradaki sosyolojik durum, bununla aynı zamanda onlara bir baskı da şey yapılabilir.
A. Bayındır: Toplumun fotoğrafı çekilmiş oluyor. Toplumda değişik guruplar var.
“Katilullezine la yu’minune billahi ve la bil yevmil ahir”. Şimdi Allah ve ahiret gününe inanmayan bir kişiye mümin mi denecektir. Müşrik denmeyecek mi bunlara. “Ve la yuharrimune ma harramallahu ve resuluhu”, bu vasıflar müşriklere ait vasıflar da değil mi? Farklı bir vasıf değil. “Ve la yedinune dinel hak”. Ama hepsi değil. Bundan sonra işi küçültüyor. Bak buraya kadar bütün gayrimüslim guruplar içine alan vasıflar. Allah’a inanmıyor, ahiret gününe inanmıyor, Allah’ın haram kıldığını haram kılmıyor, Resulün haram kıldığını haram kılmıyor, hak dini din olarak kabul etmiyor. Kim? “Minellezine utul kitabe: kendilerine kitap verilmiş olanlar”. O zaman ne zamana kadar: “Hatta yu’tul cizyete: cizye verinceye kadar savaşacaksınız”. “An yedin ve hum sagirun: boyun eğmiş olarak”(TEVBE 29). Yani sizin emrinize giriyor, cizye veriyor.
Katılımcı: Peşin verecek yani cizyeyi.
A.Bayındır:Cizyeyi veriyor ve başüstüne deyip sana boyun eğmiş oluyor.
Katılımcı: Böylece cezireden çıkma ihtiyacı kalmıyor.
A. Bayındır: Cezireden çıkma olayı yok tabi. Şimdi, “o zamana kadar savaşın”, “Hatta yu’tul izyete an yedin ve hum sagirun”. Peki o zaman şimdi bunlarla biz ne yapacağız? “Katele” fiili müşareket. O da kıtal edecek sen de kıtal edeceksin. Ama şimdi bu muşareket de, işte onun için demin dedik ya bir tek ayeti kerimeye bakarak hüküm verirsen yandın.
Katılımcı: Konuyla ilgili ayet bitene kadar beklemek gerekir.
A. Bayındır: Yani yandın. Çünkü AllahTeala ne diyor: “ve katilu fi sebilillahillezine” Bakara 190mıydı. “Ve katilu fi sebilillahillezine: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. O zaman demek ki bu müşareket. Mesela birisi der ki; “katelemullahu” var kardşim, burada müşareket mi var diyebilir haklı olarak. O zaman o değil.
Katılımcı: Ama orada da bir müşareket olabilir.