Allah-u Teala, Nisa Suresinin 31. Ayetinde şöyle buyuruyor: ” İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen).” (04/11)
“İn tectenibû”: Uzak durmak manasına geliyor. Yasaklandığınız büyük günahlardan uzak durursanız… Demek ki araya da bir mesafe koymak lazım. O büyük günaha götüren şeylerden de uzaklaşmak gerekiyor çünkü uzak durma ifadesi çok şey ifade ediyor.
Yasaklandığınız günahların büyüklerinden uzak durursanız… Buradan yasaklamanın olmuş olması lazım. Mesela bugün de cezalarda bir kanunilik ilkesi vardır ki ayet de bunu açıkça söylüyor. Kesinlik ile ilgili konmuş olan yasaklar. Onların da kendi içlerinde büyükleri var. O büyüklerinden uzak durursanız…
“nukeffir ankum seyyiâtikum” : ( Sizin seyyiatınızın üstünü örteriz). Seyyiat ifadesi aslında küçük büyük ayrımı olmaksızın bütün günahlara verilen bir isimdir.
İşte Allahu Teala çok genel olarak diyor ki: “Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ.”(6/160) “Kim iyilikle gelirse ona yaptığının on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse, kötülük yapanlar sadece yaptıklarının misliyle cezalandırılırlar.”
Nisa Suresinde geçen “seyyie” kelimesi küçük günah manasına gelmiyor. Yani işlediğiniz günahların büyüğünden kaçınırsanız. Sizin seyyielerinizi örteriz ifadesindeki “seyyie” küçük günah değil. Yani “seyyie” kelimesi seyyiat onun çoğulu tüm günahlar için verilen ortak addır. Demek ki hepsine seyyie adı veriliyor ama o seyyielerin bir kısmı büyük ve onun büyüklüğünü de siz oradaki ifadeden cümlenin geliş şeklinden anlarsınız.
Şirk en büyük günahtır. Adam öldürmek, zina bunlar en büyük günahlardandır. Bunların böyle olduğunu ayetlerden görüyoruz. Yani hayali bir yasaklama yok. İnsanların içtihadına da bırakılmış değil. Allahu Teala çok açık net bir şekilde kendi kitabında yazmış. Resulü (SAV) bunu uygulamış. Bunların tamamına “seyyie” deniliyor. Ama bu seyyielerin büyüklerinden kaçınırsanız dediği zaman ortası küçüğü falan olabilir. Çünkü büyük günah, küçük günah dediğin zaman ortadaki ne diye insanın aklına gelebiliyor. Yasaklandığınız günahlar deyince demek ki seyyieler de yasaklanmış oluyor. Şunu da yapmayın denmiş oluyor. O seyyieler de yasaklanmış oluyor.
Yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız. Diğerlerinin üstünü örteriz. Yasakların içerisinde mesela şunu yapma, dediğiniz zaman bu bir yasaktır.
Peki namaz kılmamak nedir? İbadetin terkidir. Namaz kılma konusunda Allahu Teala ısrarla emrediyorsa, namazı vaktinin dışına bırakmaya da hiç müsaade etmiyorsa o zaman namazı kılmamak ne olur? O da yasaklanmış günahların büyüklerinden olur. Zekatı vermemek de öyle olur. Oruç tutmamak da öyle olur. Hacca gitmemek de öyle olur. Yani bazıları olumlu, bazıları olumsuz… Ama her birisinde de birtakım yasaklar var. Yani şunu şu zamanda yap dediğiniz zaman yapılmaması ne olur? Büyük yasaklardan olur? Emre uymak görevin olduğuna göre uymamak da nedir? Konmuş olan bir yasaktır.
Yani burada öyle bir şey akla geliyor. Sanki bir adam işte günah dediğimiz şeylerden kaçarsa namaz kılmasa da, oruç tutmasa da, zekat vermese de, hacca gitmese de olur gibi bir şey akla geliyor. Burada böyle bir şey yok çünkü.
Cenabı Hak, bir müminin o farzlardan herhangi birisini yapmamasını asla kabul etmiyor. O da büyük yasaklardan olmuş olur. Allahu Teala: Yasaklanan şeyler var işte onların büyüklerinden kaçınırsanız. “nukeffir ankum seyyiâtikum.” Sizin seyyielerinizi örteriz. Yani yaptığınız kötü davranışları örteriz. Örtüldüğü zaman gözükmüyor artık. Bu tövbeye bağlı bir olay değil. Yani tövbe edilirse orda tövbede büyük küçük günah ayrımı söz konusu değil. Yani mesela büyük günahların en büyüğü şirktir. Bir insan şirkten tövbe ederse ne olur? Şirk kalır mı? Dolayısıyla kaçınırsanız ifadesi tövbeyle alakalı bir ifade değildir. Tövbe etmediğiniz takdirde demektir. Tövbe ederseniz affedilmeyecek bir günah zaten söz konusu değildir.
” İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu.”: Yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız.
“nukeffir ankum.” : Burada da ”küfür” kelimesinin kökünden gelen bir kelimedir “tekfir”. Mesela tekfir kelimesi iki ayrı manada kullanılır.
Bakın, Allahu Teala’nın şurda şu emri var. Sen bunları görmüyorsun, kendi kafana göre yeni emir ve yasaklar ortaya koyuyorsun. Bu onu kafir saymaktır.
Her ikisinin de ortak noktası örtmektir. Birisinde ona diyorsun ki:” Sen Allah’ın şu emir ve yasaklarını örtüyorsun. Görmüyor, görmezlikten geliyorsun.”
Bu onu kafir saymaktır. Birisinde de: “Sen şunları şunları yaparsan öbürlerini görmem.” diyorsun. İşte burada aynı kökten tekfir kelimesi…
“nukeffir ankum.” : Sizden yana örteriz. Üstünü örteriz görmeyiz. Biz görmeyiz demiş oluyor Allahu Teala.
“nukeffir ankum seyyiâtikum.” Seyyielerinizi örteriz.
Peki ondan sonra ne oluyor?
“ve nudhılkum mudhalen kerîmâ” Sizi güzel bir konuma getiririz demiş oluyor Allahu Teala. Cenabı Hak bizden bütün günahları mutlaka terk edin diye de bir şey istemiyor. Bir rahatlık da veriyor. Yasaklandıklarınızın büyüklerinden kaçının, emirleri de yerine getirin, Ben sizi çok güzel bir konuma sokacağım.
Allahu Teala yine Nisa Suresinin 48. ayetinde: “İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).”(4/48)
İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî: Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bu ğafera kelimesi de örtmek manasındadır. Yani Allah şirk günahını örtmez. Onu görmezlikten gelmez bağışlamaz. Onun örtülmesini hiç beklemeyin.
O zaman akla gelir ki: Bir adam şirk işlemezse diğer günahları örtülecek mi?
Hayır, çünkü öbür tarafta kebair kelimesi geçti. Kebair çoğul bir kelimedir. Ama şirk en büyük günah olmuş oluyor.
İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî: Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.
ve yagfiru mâ dûne zâlike:
“dûne zâlike” demek, yukarıda olanın altında olan demektir. Şirkin altında kalan demektir. O zaman bütün günahlar şirkin altında kalmış olur.
ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu: Buradaki yeşâu fiilinin faili “men” de olur Allahu Teala da olur.
“men yeşâu” için, gereken gayretenleri gösterenler, demek pek uygun olmaz. Çünkü bu kişi affedilmesini istiyorsa tövbe eder. Tövbe edildiği zaman herhangi bir günah kalmaz. Onun için burada yeşâu’nun faili mecburen Allahu Teala olur. Yani Allahu Teala bir kural koymuş. O kurala göre bağışlar. Onun kuralları var. Zaten o kurallar Kuranı Kerim’de de açıktır. Yani bağışın kuralları da açık ve yazılıdır. Bağışlanmanın kuralları da açık ve yazılıdır. gizli kapaklı bir şey yok. Herkes Allah’ın kuludur, Allahu Teala kullarına karşı merhametini her zaman gösterir.
men yuşrik billâhi: Kim Allah’a ortak koşarsa,
billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ: Büyük bir günahla Allah’a iftirada bulunmuş olur. Yani büyük bir günaha girerek Allah’a iftirada bulunmuş olur.
İftira ne demek?
Yalan yere birisine, şu şunu yaptı diyorsun ama yalan.
Peki iftira eden kişi yapılanın iftira olduğunu bilir mi?
Bilir. Bilmezse zaten iftira olmaz. Büyük bir iftirada bulunmuş dediğiniz zaman, demek ki bu bilinçli bir eylemdir. Yanlış bir şey yapmış oluyor. Yani burada şirk koşan, herhangi bir konuda Cenabı Hakk’ı ikinci plana atan kişi olmuş oluyor. Bir başkasını Allah’ın yerine koyan kişi olmuş oluyor. Demek ki o kişi, bir başkasının Allah’ın yerine konamayacağını çok iyi bildiği için ve bunun Cenabı Hakk’a layık olmadığını da bilmiş olduğu için büyük bir iftirada bulunmuş oluyor. İftira eden kişi bunun da farkındadır. Bu bir bilinçli eylem olduğu için, suç işlemiş oluyor. Ve bu suçu doğrudan doğruya Allahu Teala’ya karşı işlemiş oluyor. Onun otoritesini ikinci plana itmiş oluyor. Ve o zaman da affedilmez bir günah işlemiş oluyor.
Az önce de konuşmuştuk. Allah şirk koşulmasını bağışlamaz, sözü ne ifade eder?
Ne zaman bağışlamaz?
Kişi tövbe etse de bağışlamaz mı?
Yani tövbe ettiği zaman bağışladığını biz Kuran’ı Kerim’den biliyoruz.
Mesela buradan Furkan Suresine bakarsak,
Allahu Teala, 63. ayetten itibaren Rahman’ın kullarını anlatıyor. Yani Allahu Teala’nın hoşlandığı kulların özelliklerini bize anlatıyor.
Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ (selâmen).(25/63)
Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen: Rahman’ın kulları yeryüzünde rahatça yürürler. Çalım satmazlar. Kendilerini başkasından büyük görmezler.
Bazıları vardır ki yürürken kendisine böyle bir hava verir, bazıları da etrafında birçok kişi olmadan yürümez. Korumalar, arabalar vs. Bütün bunlar, kendisini büyük olduğunu göstermektir.
Bu ne demek? Rahman’ın kulları değil.
Ama bazıları vardır ki, kendisinin büyük olduğunu göstermek için değil, bulunduğu konum gereği mecburen korunuyordur. O kibre girmez. O başka bir şeydir. Ama bazıları işte zırhlı arabalarla,etrafında korumalarla, etrafındaki adamlarla…
Etrafında adamlar olmadan bir yere gitmez. Böyle bir hava atar ya da o olmasa bile mutlaka gittiği her yerde kendisinin bir farkının, üstünlüğünün olduğunu göstermeye çalışır. Bu Rahman’ın kulu sayılmıyor.
Bunun üstünde durmamın sebebi şu: Az sonra bir kafir modelini göreceğiz. Kafirlerin olmazsa olmaz özellikleri kibirdir. Hepsinde mutlaka bir büyüklenme vardır. O büyüklenme, kendileri büyük olmadığı için, büyük olan Allahu Teala olduğu için, onlar büyüklüklerini ispat etmek için mecburen sistemi bozarlar. Dolayısıyla kafirlerin olmazsa olmaz ikinci özelliği ise fesattır. Yani düzeni ve sistemi bozma özelliğidir. Bunlar, hepsinde olan şeydir.
İşte burada da Allahu Teala birinci sıfat olarak böyle kibirli, gururlu, büyüklük taslayan kişi olmamalarını söylüyor. Onun için herhangi birisinde bir kibir, büyüklük görürseniz, yani adam iki kere iki üç eder derse, bütün dünya toplansa ona dört ettiğini kabul ettiremez. Çünkü o dört ettiğini pekala biliyor. Ama üç demesinin bir başka sebebi var. Kendini kabul ettirmek istemesi
hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ: Cahiller onlarla konuştuğunda selametle der.
Fazlaca bir tartışmaya girmez. Yani doğruları anlatırsınız. Artık doğrular üzerinde tartışmaya lüzum yok. Karşıdaki adam da pekala bilir. İster kabul eder, ister kabul etmez. Güle güle kardeşim.
Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).(25/64): Gecelerini Rabblerine secde ederek ve kıyamda bulunarak yani namaz kılarak geçirirler. Yani geceleri namaz kılar ve secde ederler. Mesela akşam namazı, yatsı namazı, teheccüd namazı, sabah namazı kılınır.
Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne garâmâ(garâmen).(25/65)
Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme
Burada Allah’a boyun eğmiş olduklarını gösteriyor. Yarabbi cehennem azabını bizden gider, derler.
inne azâbehâ kâne garâmâ: Çünkü cehennemin azabı böyle bir geldiği zaman insanı fena halde zarara sokar. Kaybettirir. Gelip geçici bir şey değil. Sürekli olarak insanı etkileyici ve zararlı bir şeydir. Bi geldi mi bi daha da gitmez.
İnnehâ sâet mustekarren ve mukâmâ(mukâmen).(25/66): O cehennem çok kötü bir yerleşim yeri, çok kötü bir ikamet yeridir.
Vellezîne izâ enfekû lem yusrifû ve lem yakturû ve kâne beyne zâlike kavâmâ(kavâmen).(25/67)
Ve müminler şöyledir. İnfak ettiği zaman saçıp savurmazlar. Öyle fazla da cimrilik de yapmazlar. İkisinin arasında bir orta noktayı tuttururlar.
Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen).(25/68)
Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara: Bunlar Allah’la beraber bir başka ilah çağırmazlar. Yani Allah’ın emirleri ve yasaklarının yanında bir başkasının emir ve yasaklarını esas almazlar. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olduğu zaman, uygun olmadığı zaman, bir dakika der ve onu tutmazlar. Böylece Allah’tan başka hiç kimseye kayıtsız şartsız itaat etmezler.
lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu: Allahu Teala’nın haram kıldığı yani dokunulmaz kıldığı canı da öldürmezler.
illâ bil hakkı el Hakk şeklinde, yani Cenabı Hakk’ın Kuran’da belirlediği şarlarla olursa o başka. Yani hak etmişti kararını verecek sen değilsin. Hakkettiğini Allahu Teala, Kuran’da vermişse o da bellidir. Ancak o zaman öldürebilirsin. Onun dışında hiçbir cana kıyamazsın.
Mesela savaş sırasında Allahu Teala: Kafirlerle savaşta yüz yüze geldiğiniz zaman, boyunlarını vurun. Hakimiyeti kuruncaya kadar.
Hakimiyeti kurduktan sonra adam öldürmek de yasak. Yani savaş yerinde hakimiyeti kurduğun andan itibaren daha öldüremezsin.
Ondan sonra Muhammed Suresi 4. ayette şöyle diyor: Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb(rikâbi), hattâ izâ eshantumûhum fe şuddûl vesâk(vesâka), fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen hattâ tedaal harbu evzârehâ, zalik(zalike), ve lev yeşâullâhu lentasara minhum ve lâkin li yebluve ba’dakum bi ba’d(ba’din), vellezîne kutilû fî sebîlillâhi fe len yudille a’mâlehum.(47/4)
fe şuddûl vesâk(vesâka), fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen: Bundan sonra alacağınız esirleri karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakırsınız. Öyle öldürmek falan söz konusu değil.
Soru: Din yolunda canlı bomba olmak?
Canlık bomba olmak kendini telef etmektir. Haksız yere kendini öldürmektir.
Allahü Teala diyor ki: Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb
Yani savaşta karşılaşacaksınız. Savaş ortamı yoksa, öyle sen git falan yerde canlı bomba ol! Bu olmaz. Bu Allahu Teala’nın kabul ettiği bir şey değil. Onun için Cenabı Hakk, Müslümanlara dirlik ve düzenlik vermiyor. Yani bunun sebepleri çok.
Allah’tan başka ilah kabul etme işi dine karşı din şeklinde olmuştur. Allahu Teala’nın asla kabul etmediği şeyler, İslam hukuku diye kitaplara girmiş ve asırlarca da uygulanmıştır.
Birisini haksız yere öldüren öldürülüyor. Savaş sırasında öldürülüyor. Üçüncüsü yok.
Ama biz görüyoruz ki dinden dolayı öldürülür, recim diye bir ceza koymuşlar. Kuranı Kerim’de kesinlikle olmamasına rağmen. Yani Allahu Teala’nın haklılık kabul etmediği şeylerle ve siyasi otoritelere adam etme yetkisi vermişler.
Adam, işaretiyle karşısındakini öldürtüyor. Yargısız infazlar asırlarca olmuştur. Bunların hepsi din adına olmuştur. Bunlar gerçekten son derece üzücü şeyler. Bunları çok açık ve net bir şekilde ifade etmek lazım. Çünkü bizim hiçbirimiz Allahu Teala’dan daha merhametli değiliz ya da Allahu Teala bize sorarak da ahirette bu insanlara muamele yapacak değil. Onların yanlışlarını biz din diye kabul edersek bunun hesabını Allahu Teala’ya veremeyiz.
Muhammed Suresi’nin 4. ayetinde savaş esirlerinin asla öldürülemeyeceği, sadece esir alıncaya kadar öldürülebileceği ifade ediliyor. Bunda iki seçenek var birisi serbest bırakılması karşılıksız veya karşılıklı serbest bırakılması. Mutlaka serbest bırakacaksınız. Karşılıklı serbest bırakma kararı verdiyseniz. Bu insanların ya memleketlerinden kendilerine bir para gönderilecek ya da bunlar kendileri çalışıp kazanıp kendi fidyelerini ödeyecekler. Bunlardan daha da önemlisi Allahu Teala, zekattan bunlar için sekizde bir, ki bunlar için çok çok yüksek bir rakamdır.oranında pay ayırmıştır.
Bir ara biz Türkiye’nin zekat potansiyeli üzerinde çalışmıştık. Devlet Planlama Teşkilatındaki kayıtlara göre 1980’li yılların başındaydı. O zamanki zekat potansiyeli. o seneki devlet bütçesinin dört katıydı. Yani bu ne demek: Esirlerin bağışlanması için o devlet bütçesinin yarısı ayrılıyor. Ki her halükarda esirler hürriyetlerine kavuşturuluyorlar.
Tabi Müslümanlardan görmüş oldukları bu kadar merhamet de onları gittikleri yerde Müslümanların en büyük taraftarı yapmış olacak. Ama iş öyle olmamış.
Bakın burada, ayeti kerimede karşılıklı serbest bırakma açıkça fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen demesine rağmen Allahu Teala.
Not: Ömer Nasuhi Bilmen’in Istılahatı fıkhiyye kamusu 3. cilt403. sayfa 501 nolu paragraf:
bilgi alınıyor aşağıda
Hanefi mezhebine göre karşılıksız serbest bırakmak caiz değildir. Maliki ve Hanbelilere göre de caiz değildir.
Şafi mezhebi veriyor onu. Şafiler bu konuda Kuranı Kerim’e en yakın görüşe sahip olanlar.
Yani karşılıksız serbest bırakmak caiz değil. İmam Malik’e göre de serbest bırakmak caiz değildir. Ahmet bin Hanbel’e göre de caiz değildir.
Esirlere yapılacak işlemler ya öldürülür diyor. Ayette böyle bir şey yoktur. Ya köleleştirilir diyor. Bu da ayette yok.
Ayetin yasakladıkları emir olarak var. Ve bu, mezheplerde fıkıh diye geçiyor. Şafi bunlardan istisna.
Ayetin emrettikleri de yasaklar arasına giriyor.
fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen: Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılacak.
Karşılıksız serbest bırakmak caiz değildir diyor Hanefilere göre.
Fidye alarak serbest bırakmak nedir?
Esirler hakkında fidâe: Bir mal veya İslam esirleriyle mübadele talebine tevessül edilip edilmemesi meselesi müçtehidler arasında ihtilaf konusu olmuştur, diyor.
Allah’ın açık emri olan yerde ihtilaf olur mu?
Ama öldürme konusunda, köleleştirme konusunda ihtilaf yok. Yani Allah’ın yasakladığı konularda ihtilaf yok. Sanki Allah’ın emri gibi..
Şimdi bu, İslam fıkhı diye, İslam hukuku diye bugün Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde okunuyor. İslam ülkelerinin tamamındaki şeriat fakültelerinde okunuyor. Bu İslam’ın emridir deniyor. Ve buna karşı ortaya çıkmış yepyeni bir sistem.
Allahu Teala diyor ki: Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen)(25/68)
Allah’ın haklı kabul ettiği sebepler dışında adam öldürmezler.
O kadar çok adam öldürme sebebi var ki Allah’ın haklı kabul ettiği sebepler genellikle pek uygulanmaz. Bunun adına İslam deriz maalesef.
ve lâ yeznûn: Zina etmezler.
ve men yef’al zâlike yelka esâmâ: Kim bunu yaparsa isimle karşı kaşıya kalır.
ism: Kişiyi şerre yaklaştıran, hayırdan uzaklaştıran günah.
Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(24/69)
Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti: Kıyamet günü ona verilen azap katlanır.
ve yahlud fîhî muhânâ: O azabın içerisinde alçaltılmış olarak, ölümsüz bir şekilde bekler.
Şirk sayıldı burada, adam öldürme sayıldı, zina sayıldı ve ahrette azabının ikiye katlanacağı ifade edildi.
İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen)(25/70)
İllâ men tâbe: Ancak tövbe ederse başka.
Demek ki şirk tövbe ile affediliyor. Adam öldürme tövbeyle affediliyor. Tabi tövbenin de bir usulü var. Mesela eğer haksız yere adam öldürmüşse, karşı tarafın affetmesi lazım.
Bakara Suresi 178. ayette şöyle belirtiliyor:
“fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un”
Şimdi
İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan: Tövbe eder, inanır ve iyi iş yaparsa
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin): Allah, onların günahlarını bağışlamakla kalmaz, günahlarını sevaba da çevirir.
Yani şirk günahını bile sevaba çevirir. En büyük günahı bile sevaba çevirir. O zaman Allah şirki bağışlamaz sözü, demek ki bu dünya ile alakalı değil. Adam şirk günahı işlemeden ölmüşse demektir. Şirk günahı işlememiş ama diğer bütün günahları işleyerek ölmüşse demektir.
Bu bağışlanabilir. Sadece şirk günahını işlememiş, diğer bütün günahları işlemişse bu bağışlanabilir. Yani müebbet hapse mahkum edilmez gibi bugün. Müebbet hapis değildir bunun cezası. Cezası vardır ama müebbet değildir, bağışlanabilir.
Bazı insanlar var ki şirkinde devam etmesine rağmen, gece sabaha kadar tövbe ediyor. Böyle insanlar çok var.
Yeni bir din oluşuyor, o yeni dinin yeni tanrıları oluşuyor. O yeni tanrılar bir sürü istiğfar tövbe yaptırıyorlar bunlara.
Ama Allah’ın istediği tövbe değil bu. Allah’u Teala’ya inanarak tövbe ediyor ama aracılarla tövbe ettiği için bu tövbe kabul edilmez.
İmanda süreklilik vardır. Adam öldürmüş olup, kafir olmamış olabilir. Zina ettiği zaman da kafir olmaz.
Peygamber efendimizin (SAV) bu hadisine dayanarak imanın kişiden biraz yukarı çıktığına dair hadis vardı.
“Zina eden kişi zina ettiği sıra (tam ve olgun bir) mü’min olduğu halde zina etmez.”(Buhari, Eşnibe, 1)
Yani zina eden kişi inanarak zina etmez şeklinde bir ifade var.
Allahu Teala diyor ki:
Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).(4/136)
Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî: Müminler, Allah ve resulüne inanın.
Zaten mümin, zaten inanıyor. Bu inanın ne demek? Çünkü imanda süreklilik vardır.
Ben falanca zamanda inanmıştım dediğim zaman orada duramazsın. Son ana kadar imanın devam etmesi lazım. Arada bir kesinti olmaz.
Bugün üzerinde durmayı düşündüğüm şeyler…
Bu şirk nasıl oluşuyor? Kafirlikle şirkin arasında ne fark var?
Mesela bir toplantıyı hatırlıyorum. Ben İstanbul Müftülüğünde vazifeliyken Ensar Vakfı’nın buradaki binası daha yeni yapılmıştı. Onun en alt katında bir toplantı olmuştu. Toplantıda ehli kitap anlatılıyordu. Anlatanlar işte ehli kitabın müşrik olmadığını ama kafir olduğunu iddia ediyorlardı. Bizde genellikle öyle denir biliyorsunuz. Yani hep öyle kabul edilir.
Ben de orada dedim ki, siz ehli kitaba niye müşrik demiyorsunuz? Öyle değil de onun için, dediler.
Peki o zaman dedim Allahu Teala Nisa Suresi 48. ayette: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu buyuruyor.
Allah, sadece şirki bağışlamaz diyor. O zaman kafirliği bağışlayacak mı, dedim.
Öyle deyince herkes ne cevap vereceğini şaşırdı. Orda öyle bir şaşkınlık içerisinde toplantı bitti. Bir cevap verilemedi.
Bu kafirlikle müşriklik arasındaki ilişki maalesef bizde pek Kuranı Kerim’in bize bildirdiği şekilde bilinmiyor. Bugün inşallah onu da burada anlamaya çalışacağız.
Sorulan soruya cevap:
Mesela burada bir sürü gıda var. Ama her birinin gıda değeri farklı. Bir doktor geliyor diyor ki, sen bu gıdaların içinde kalori değeri olan şu gıdaları ye. Diğerlerini yemesen de olur diyor.
Hepsi de seyyie hepsi de günah. Ama Allahu Teala diyor ki, şu büyük günahlarda uzak durun, bunların hepsi de günah, ben diğerlerini görmem.
Büyük günah, küçük günah diye bir ayrım yapmak yanıltıcı oluyor.
Az önce okuduğumuz ayetlerden zina, adam öldürmek, şirk bunlar sürekli cehennemde kalmayı gerektiren günahlar olarak orada geçti. Faizle ilgili olarak geçiyor.
Mesela miras konusunda kadınların haklarını hiç vermezler. Mirasta bir sürü haksızlıklar yapılır. Hak sahipleri hak almaz. Hiç hakkı olmayanlara hak verilir.
Ben bunu söylerken, kadınlara hak vermemek bazı geleneklerde var. Fıkıhta da vardır.
Bizim miras uzmanımız Abdurrahman’dır. O da doktora yapıyor.
Mesela bir adam öldü. Bir tek kızı var. Mezhepler bunu nasıl pay ediyor?
Abdurrahman: Dört mezhebe göre de kız yarım hisse alır. Geride kalanı ise en uzakta bir erkek olsa bile hiç tanımadığı görmediği bir erkek. Yarısını da o alır.
Yani yarısını kız alır, yarısını da diğer mirasçıları alır. Yani ölenin kardeşi alabilir, kız kardeşi alabilir. Yani yarısını kız alır, yarısını da diğer akrabaları alır.
Peki Allahu Teala öyle mi diyor?
Nisa Suresinin son ayetinde ne diyor Allahu Teala:
Yesteftûneke. Kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti). İnimruun heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ veled(veledun). Fe in kânetesneteyni fe lehumâs sulusâni mimmâ terak(terake). Ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni). Yubeyyinullâhu lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).(4/176)
Yesteftûneke. Kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh: Senden fetva istiyorlar. De ki kelâleh konusundaki fetvayı size Allah veriyor.
Şimdi kelâlehin ne olduğunu insanlar belki yanlış anlatır diye Cenabı Allah kendisi anlatıyor.
İnimruun heleke: Bir adam öldü.
leyse lehû veled(veledun): Veledi yok.
Peki, kız veled sayılıyor mu Kuranı Kerim’e göre? Sayılıyor.
Çünkü:
Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe lehunne sulusâ mâ terak(terake), ve in kânet vâhideten fe lehân nısf(nısfu). Ve li ebeveyhi li kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ terake in kâne lehu veled(veledun), fe in lem yekun lehu veledun ve varisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ ev deyn(deynin). Âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum nef’â(nef’en), farîdaten minallâh(minallâhi). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).(4/11)
Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn: Allah, erkeğe iki kız hissesini vermeniz görevini size yüklemiştir.
ve in kânet vâhideten: Veled bir tane olursa yarısı verilir.
Şimdi bunları anlatıyor tamam, bütün bunları anlattıktan sonra o bir sistem içinde yer alıyor. Ama bir de anası babası veya bunlardan birisi bir de kardeşi olmadan ölenler var.
Onlara da ayrı bir hüküm veriyor değil mi?
Eğer kelâleh ise veledi yoksa. Bir tane kızı olanın veledi yok sayılır mı? Sayılmaz.
Peki veledi yoksa şuna şuna verin diyor. Ama bizim mezhepler veledi olduğu halde onlara veriyorlar değil mi?
Dolayısıyla bakıyorsunuz ki malın yarısını kız almış, malın gerisini de hayatta hiç görmediği, belki bir daha da göremeyeceği çok uzaktan bir erkek akrabasına veriyorlar.
Peki bunu neye dayanarak veriyorsunuz?
Ben şahsen şunu hep gördüm. Mesela Kuranı Kerim’de Cenabı Hak, Hududullah’ı Talak’ta. ki en fazla orada sayıyor Hududullah’ı, Talak zaten sizlere ömür çoktan gitmiş.
Talak sistemi Kuranı Kerim’de anlatılan şeklindeki herhangi bir fıkıh mezhebinde yok. Şia’da olduğunu duydum da, bizdeki herhangi bir fıkıh mezhebinde yok.
Şimdi Şia’da olduğunu duydum deyince:
Abdulaziz Hoca Talak’ta böyle diyor? O Şiilerin sözünü söylemiş. Kardeşim Allah’ın ayetleri var yani. Allah’ın ayetleri Şiiler için de eşit uzaklıkta. Onlar uyduysa uydu yani sen uyduysan uydun şimdi Cenabı Hak bizi mezheplere göre mi şey yapacak.
Ondan sonra oruçla ilgili Hududullah var. O da zaten altüst olmuş. Kadınlara oruç tutturulmuyor. Allah o ayette yeme içme ve cinsel ilişkiyi oruç bozucu sayıyor. Bizimkiler adeti de sayıyorlar. Peki oruç tutturmuyorsun. Oruç tutması haramdır diyorsan bir daha tutmasın. Sonra tutması farzdır diyor. Zamanında haram diyorsun, sonra farz diyorsun. Kusura bakmayın bu dini nereden ithal ettiniz bana söyleyin yani?
Ondan sonra miras konusunda Allah, Hududullah’tan bahsediyor az önce örnek verdiğim gibi. Sadece bu bir örnek. Dolayısıyla bunlar işte Hududullah’ın aşılması bunlardır.
Senin hatırlattığın ayetlerde ebedi cehennemden bahsediyor. Ki onların büyük olduğu çok açık ve net. Mesela örtünme ile ilgili ayetlerde Allah bir çok yasaklar koyuyor ama en sonunda ne diyor: ve tubu ilellahi cemian eyyühel mü’minune lealleküm tüflihun(Nur Suresi 31. ayeti sonu)
Yani bakıyorsun ki burada öbürü gibi sert ifadeler yok. Şimdi Cenabı Hak, yarattığı kullarının ne ile karşılaşacağını gayet iyi biliyor.
Bizim itikadi mezheplerde de büyük günahlar konusu hep tartışılmış. Bize intikal eden görüşlere göre Hariciler demişler ki: Mürtekib-i Kebire ebedi cehennemdedir.
Biz şunu söyleyelim, Haricilere de haksızlık yapmayalım da. Haricilerin kendi kitapları yok elimizde onları anlatan kitaplar, genellikler onları sevmeyen kişileren anlattıkları kitaplardır. Ama öyle yazılı.
Mürcie grubu var bunlara neden mürcie deniyor?
Mürcie, geriye bırakma, Allah’a bırakma işi. Diyorlar ki kafir nasıl iyi işler yaparsa faydasını göremeyecektir. Aynı zamanda Müslüman da iman ettikten sonra ne kadar kötülük yaparsa da cehenneme girmeyecektir diyorlar.
Yani kafir Cennet’e girmeyeceği gibi Müslüman da Cehennem’e girmeyecektir. Yani affedilecektir, doğrudan Cennet’e girecektir diyorlar.
Bugün da aynı şeyi söyleyen çok kimse var. Ama adlarına Mürcie denmiyor.
Mutezile de şey diyor, onlarda menzile beynel menzileteyn vardır. Büyük günah işlediğinde o imandan çıkıyor ama küfre girmiyor. Bir yerde duruyor iki menzilin arasında.
Onlar da Araf diye bir şey oluşturuyorlar. Aslında Araf onların dediği şey değil. Yani Kuranı Kerim’de anlatılan Araf o değil. Ama bir yer oluşturmaları lazım. Bir şey kalmayınca hadi yer kalmadı sizi Araf’a yerleştirelim…
Şimdi bu enteresan yani bakıyorsunuz eğer bize intikal eden görüşler doğruysa, şimdi biraz sonra ayeti kerimelerde okuyacağız, size çok net ve açık bir şekilde ortaya çıkacak diye düşünüyorum. Beni şahsen çok tatmin ediyor.
Mesela ilk insan Adem A.S, İblis’in ona karşı tavrı günah konusunda yeteri kadar bilgi veriyor. Şirkin ne olduğunu bize anlatıyor. Kafirliğin ne demek olduğunu anlatıyor. Bunu çok iyi anlayan insan, kavraması da çok kolay, niye kolay? Çünkü Allahu Teala bunu bir tiyatro sahnesi gibi karşımıza koyuyor. İşte aktörleri koyuyor. Orada Adem A.S var, burada İblis var, şurada yapılan işlemler var. İblis’e verilen emir var. Adem’e secde etme olayı var. Ona karşı tavırlar var. Tavırlarıyla ilgili değerlendirme var. Burada Adem var. Adem’in, Cenabı Hakk’ın yasağı karşısındaki tavrı var. Yani çok güzel bir sahne ile Allahu Teala bize bu olayı bütün şüphelerden arınacağımız şekilde anlatıyor. Şimdi şu ayetleri bir okuyalım.
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).(7/11)
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum: Sizi yarattık, sizi derken hepimizin babası Adem A.S olduğu için o ifadeyi veriyor, bu bir mecaz ifade. Sonra size suretinizi verdik. Demek ki Adem A.S hangi şekildeyse o ana şekli biz de devam ettiriyoruz. Yani Adem A.S’ın şekli bizim şeklimizden farklı değil.
Aslında Adem A.S ‘ın yaratılışıyla bizim yaratılışımız arasında da bir fark yok.
Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe semîun basîr(basîrun).(31/28)
Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh: Sizin yaratılmanızda, yeniden diriltilmenizde o nefsi vahidenin yaratılması gibidir. Nefsi vahide de Adem A.S’dır.
Arada bir tek farkımız, var her ikimizin de vücudunun esaslarını oluşturan esaslar topraktan gelmiştir, ama Adem A.S’ın annesi babası yok. Toprağın iki ayrı kanalından gelen çok uzun süre içerisinde oluşmuş olan tohumların döllenmiş yumurta haline gelmesinden ve rahim görevini gören toprağın içerisinde oluşmasından sonra oluyor ki bizim yeniden dirilişimiz aynı şekilde olacak. Hepimiz anasız babasız dirileceğiz.
Şekil şekli var. Yoksa o da bizim gibi aynı safhalardan geçerek oluşmuştur. Onun için halaknâkum derken ona da işaret ediyor Allahu Teala savvernâkum derken de aynı surette, şekilde olduğumuzu ifade ediyor. Yani burada, falanca hayvanın evrimleşmesiyle oluşmuş falan değil.
summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme: Adem’e secde edin dedik.
fe secedû: Hepis secdeye kapandı.
illâ iblîs: Meleklerden biri olan iblis secde yapmadı.
lem yekun mines sâcidîn: Secde edenlerden olmadı.
Bir yere bir adam geliyor, daha yeni gelmiş. Öbürlerine diyorsunuz ki buna saygı göstereceksiniz. Sekizi onu gösteriyor. Bir tanesi diyor ki bu da nerden çıktı. Olacak şey mi?
İşte İblis de öyle yapıyor. Olacak şey mi, diyor.
Şimdi İblis secde etmeyince Allahu Teala ne yaptı? Kovdu mu?
Kovmadı, önce sordu. Bakalım işte secde etmemesi Allah’ın emrine karşı çıkması günah işlemek değil midir secde etmemesi?
Cenabı Hakk soruyor, yani savunmasını istiyor. Bu Allah’ın kanunu, bu kanun insanların hayatında yürürlüktedir. İnsanlar kendilerinin koyduklarını zannederler. Suçlunun savunmasını istemek falan. Bu Allah’ın kanunudur.
Cenabı Hakk onun savunmasını istiyor. Bunun günah olduğu açık. Allah emretti, o yapmadı. Ama bu bir günah mı, kafirlik mi? Yani şurayı şöyle yap dersiniz yapmaz. Niye yapmadın dediğin zaman.
Yapacaktım ama tembellik kusara bakma dediği zaman iş başka olur. Burada bunu yapmaya ne gerek var dediği zaman orada ne yapmış olur? Sizin otoritenizi kabul etmemiş olur. Kendini sizden daha yetkili sayar o konuda. İşte onun için Allau Teala önce niye yapmadın diye soruyor.
Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).(7/12)
Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk: Emrettiğim halde secde etmemeni meşru kılacak durum nedir?
Türkçeye tercüme etmek çok zor gerçekten. Ordaki lâ kelimesi biraz tekid manasında oluyor. Türkçe’ye tercüme ederken mecburen bir olumsuz olarak tercüme etmemiz gerekiyor.
Sana emrettiğim zaman secde etmene engel ne oldu niye secde etmedin diyor? Sebep ne?
Bunun karşısındaki değerlendirmesi önemli.
kâle ene hayrun minh: Ben ondan hayırlıyım.
Ondan hayırlı olabilir. Gerçekten de hayırlı olabilir. Yani değerlendirmesi doğru olabilir. O, ondan hayırlı tamam ama emri Adem mi verdi? Kim verdi.
Allah verdiyse benden hayırlı mısın, sana ne? Sana sen mi hayırlısın, o mu hayırlı diye soran mı oldu?
Secde et dendi. Bak ben ondan hayırlıyım. ene hayrun minh bu bir kibir ifadesi değil mi? Ben daha büyüğüm diyor. Ben daha iyiyim diyor.
Kıyas yapmış. Onu da sen yarattın, beni de sen yarattın ben ondan hayırlıyım. Hayırlı olan secde etmez. Burada kıyas olmaz niye biliyor musunuz?
Kıyasçılar ne derler, ayet ve hadis olmayan yerde kıyas yapılar derler. Bu bir kere o kıyasçıların koyduğu kurallara uygun bir şey değil ki kıyas olsun. Yani illa birisine hücum edecekseniz yanlış da olmaz. Yapıyorsan doğrusunu yap. Ben de şahsen fıkıhtaki kıyası asla kabul etmem ama böyle bir gerekçeyle değil. Son derece yanlış çünkü.
Yani fıkıhtaki şekliyle kıyas yanlış. Yoksa kıyas olmaz değil. Yoksa mantıki kıyas olmadan zaten hayat yürümez. Fıkıhtaki kıyas maalesef tekilden tekile giden, büyük ölçüde de dayanağı olmayan kıyas şeklidir.
ene hayrun minh: Ben daha hayırlıyım.
halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn: Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.
Haleka kelimesini tekrarlıyor burada. halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn derken iki kere tekrarlıyor. Yani Cenabı Hakk’ın yaratıcılığını asla inkar etmiyor. Allah’ın yaratıcılığını inkar eden bir kafir var mı?
Diyenler var. Tabi kafir örtüyor. Örttüğü için, Gerçek kimliğini göstermediği için öyleymiş gibi…
Ama Kuranı Kerim’e baktığımız zaman ne diyor Allahu Teala:
Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetihi, kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), aleyhi yetevekkelul mutevekkılûn(mutevekkılûne).(39/38)
Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnallâh:
İn hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn(meb’ûsîne).(23/37)
Dünya hayatımızdan başka bir hayat yok. Ölürüz ve hayat buluruz. Bunu kim söylüyor? Dehri dediğimiz kişiler. Ölürüz yeniden hayat buluruz.
ve mâ nahnu bi meb’ûsîn: Biz b’as olunacak değiliz. B’as yok.
Şimde b’as olduğu zaman aynı özellikleri taşıyan yeni bir beden. B’as kelimesi öldükten sonra, yani yataktan kalkar gibi şu bedenini yeni şekliyle kalkacaksınız. Bir başka bedene geçmeyeceksiniz. Ama bunlar nemûtu ve nahyâ, ölür ve yeniden hayata döneriz derse ne oluyor?
Vücut ölmüş, tekrar hayata dönmek nasıl olur? Reenkarnasyon denen olaydır işte bu. Bir başka bedende devam ederiz.
nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn
İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn(mu’minîne).(23/38)
İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben: Bu, Allah’a yalan iftirasında bulunan bir adamdan başkası değildir. O kim? Peygamber.
Allah’a iftira ediyor denen adam Allah’ı inkar mı eder?
Dehriler dediğimiz demek ki Allah’a iftira ediyorsun diyor. Allah’ı inkar eden adam bunu yapıyorsun der mi?
Ondan sonra diyor ki, ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn: Biz, ona inanacak değiliz diyor.
Allah’ı inkar ediyor mu? O adama yani peygambere inanacak değiliz diyor. O zaman inanmadıkları, Allah değil. Peygamber.
Peygamber ne yapar? Allah’ın emirlerini getirir. O zaman inanmadıkları, Allah’ın emirleridir. Çünkü hayatlarını değiştirecek olan o emirlerdir. O emirler olmasa herkes son derece rahat.
Sıkıştığım zaman yalvaracağım, yardım isteyeceğim. Bir Allah olması lazım. Allah bana her şeyi versin ama sakın işime karışmasın.
Bir grup ateistle yaptığım tartışmanın bir bölümünü hatırladım. O zaman onlar Türkiye’deki ateistlerin en önde gelenleriydi seksenli yılların başında. Büyük laurus ansiklopedisi çıkarken, onun tepe yönetimi durumunda olan kişilerdi. Oturduk konuşuyoruz. Dedi ki, siz Allah’ı her işe karıştırıyorsunuz. Biz, Allah’a sizden daha fazla saygılıyız. Allah’ı biz her şeye karıştırmayız. O yücedir. Bizim işimize ne karışır.
Başları dedi ki, bırak hoca o zındığın tekidir. Şaşırdım niye bunlar böyle söylüyor?
Sonra da o, ben Allah’a inanmam, dedi.
Ben de, senin Allah’a inanmadığa inanmam deyince başladı birtakım şeyler anlatmaya.
Geçenlerde Ali Kırca’ya dedim ki, şu önde gelen ateistlerle bir görüşelim. Televizyona çıkarma, televizyona çıkınca gerçeği konuşmaya çekiniyorlar dedim.
Haklısın dedi, televizyonda rahat olamıyorlar dedi.
Başka ortamlarda oturup konuşalım dedim.
Ben bi bakayım da görüşelim dedi. Bir daha da görüşemedik. Çok az bir vakit geçti bundan.
Yine bir başka ateiste de söyledim aynı şeyi. Aynı gün üst üste de rastladı. O da televizyonda daha iyi olur dedi. Ben de olur dedim bir mahsuru yok. Dolayısıyla ateistin çakması falan filan var mı bilmiyorum. Fransa’nın ateistleri çakma mı?
Onlarla da görüştüm, onlar da hiç ağızlarını açamadılar.
Biz Fagani’yle Rusya’ya da gittik. Gerçi birinci gidişimizde yoktu. Biz her defasında bunu söylüyoruz. İlk gidişimizde siz yoktunuz. Moskova Üniversitesinin önde gelen hocalarıyla toplantı yaptık. Orda da bunu söyledim.
Hatta ben Allah’a inanmayan hiç kimse yok dediğim zaman, birbirlerine dönerek doğru söylüyor falan diye kendi aralarında şey yaptılar.
E yaıdukum ennekum izâ mittum ve kuntum turâben ve izâmen ennekum muhracûn(muhracûne).(23/35)
Yani bu size ne vaat ediyor. Siz ölüyorsunuz, kemiklere dönüşüyorsunuz, toprak olacaksınız, tekrar çıkarılacaksınız. Zaten b’as odur. Topraktan tekrar yaratılma.
Heyhâte heyhâte limâ tûadûn(tûadûne).(23/36)
Ah bunun size yaptığı vaad nere… olacak şey değil kardeşim. Böyle şey mi olur diyor.
İn hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn(meb’ûsîne).23/37)
İn hiye illâ hayâtuned dunyâ: Hayat, şu dünya hayatımızdır. Başka bir hayat yok.
Nemûtu: Ölürüz.
ve nahyâ: Ve tekrar hayat buluruz.
Şimdi nemûtu anladık. ve nahyâ nedir?
Tekrar nasıl hayat bulacak b’as’ı inkar ediyor. Yani ölmüş cesedin yeniden dirilmesini inkar ediyor. Ama yaşamaya da devam ediyor nasıl devam eder?
İşte başka bedende yani reenkarnasyon. Ruh göçü.
Tanrıyı düşünüyor. Tanrıyı düşünmese böyle der mi?
İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn(mu’minîne).(23/38)
İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben: Bu, Allah’a yalan iftirasında bulunan adamdan başkası değildir.
Buraya şunun için geldik, yani şeytanla bunun arasındaki müşterekliği göstermek için geldik bu noktalara. Yani Allah’ın halikiyetini şeytan nasıl kabul ediyorsa, reenkarnasyona inananlar da, kendisine ateist diyenlerin hepsi de bunu kabul ediyor.
İşte diyor ki: ene hayrun minh halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(7/12)
Peki nemûtu ve nahyâ derken, sizi öldüren ve dirilten kim deseniz, Allah diyecekler.
İşte ayetlerde var. Sana söylemese bile kendi içinden bilir onu.
ene hayrun minh halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(7/12)
Şimdi burada ben daha hayırlıyım derken şeytan, Adem’den daha hayırlı olduğunu göstermeye çalışıyor. Ben daha üstünüm diyor. Güzel de senin bu secde etmeme emri Adem’in değil, Allah’ın olduğuna göre kime karşı büyüklük taslıyorsun? Allah’a karşı büyüklük taslıyorsun. O zaman orada sen Allah’ın emrini ikinci plana atıyorsun değil mi?
O emrin şekli ne olursa olsun, o emri ikinci plana attığından itibaren kendini birinci plana koymuş oluyorsun. Ve bu durumda ne oluyor? Kafir oluyor.
Onun bu durumunu Cenabı Hakk iki kelimeyle özetliyor: ebâ vestekbera ve kâne minel-kâfirîn.
Ebâ: Direndi
Vestekber i hâl yaparsak: Kibir göstererek direndi.
Kibir göstermeden de direnme var. Günah işliyor adam ama kibir göstermiyor. Onu için Allahu Teala, Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(39/53) diyor.
Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez de. Günaha devam ediyor bu.
Ama ebâ vestekbera büyüklenerek direndi.
Dolayısıyla onu kafir yapan o işlediği günah değil. İşlediği büyük günah karşısında büyüklenince ne yapmış oluyor? Allah’ın sistemini bozuyor. Yani senin yanında benim de yetkim var demiş oluyor. Yani sen öyle diyorsan ben de böyle diyorum, diyor. Bu defa sistemi bozuyor, onun için de müfsit oluyor. Fesatçı oluyor yani. Ayetlerde hep bunu görürüz. Onun için, günah işlemek adamı kafir etmiyor. O günahın karşısındaki tavır kafir ediyor.
Siz buradan bakarsınız dersiniz ki şeytan niye karşı çıktı ki? İbni Arabi ile ilgili öyle söylüyorlar. İbni Arabi, şeytan en büyük muvahhiddir diyor. Allah’tan başkasına secdeyi reddetti diyor. Allah’a rağmen muvahhid haşa. İki tane Allah var diyen bir kişi var mı ki yeryüzünde? Herkes Allah’ı bir tane biliyor. O ikinci her zaman min dunillah ilahtır. Yani Allah’ın altında, Allah’tan daha düşük seviyededir.
Demek ki Allah’ın emrine karşı çıkmak, onu tanımamak dendiği zaman emrin küçüğü büyüğü olmaz. Günahın küçüğü büyüğü olmaz ya da emrin küçüğü büyüğü olmaz. O zaman en büyük şirk… Çünkü Allah’ın otoritesini geriye itip kendini onun yanına koyuyorsun. Kendi nefsini Allah’ın önüne aldığın için onunla Allah’ı perdeliyorsun, ona kafir deniyor. Kendini Allah’la bir konuda bile olsa denk gördüğün için, o zaman da müşrik oluyor. Dolayısıyla her kafir müşriktir, her müşrik de kafirdir.
Yani, müşrik olmayan bir tek kafir yoktur, kafir olmayan bir tek müşrik de yoktur.
Kendini günahkar sayan, Allah’ın emrini ikinci plana atmaz. Yapmam gerekiyor der. Adem A.S’da göreceğiz. Sadece bu örnek üzerinde konuşsak akla gelir.
Allahu Teala burada diyor ki: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).(7/13)
Kâle fehbit minhâ: İn bakayım buradan aşağı.
Demek ki önemli bir mevkide. Melek olduğu ayetten açıkça anlaşılıyor.
fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ: Orda kendini büyük görmeye hakkın yok.
Yani Allah’a denk görüyor kendisini. İşte kibir. yemşune alel ardi hevnen in bir başka ifadesi. Yeryüzünde öyle kibir taslayarak değil.
Fahruc: Çık.
inneke mines sâgirîn: Sen alçaklardansın.
Onun için kim ki kendini büyük görürse hemen küçülür. İnsanlar nazarında da öyledir. Yani kibirli insanlara kimse değer vermez. Kibir, adamı büyültmez, küçültür.
Kim kendini büyültürse Allah onu alçaltır. İşte bu ayette de çok açık bir şekilde…
Kâle enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).(7/14)
Bakın Allah’tan istiyor. Başka yerde de rabbi diye ifade geçiyor. Diyor ki bunların ba’s olunacakları güne kadar. İblis ba’sı inkar etmiyor. Yani yeniden dirilme, ölüp de yeniden dirilme. Şimdi bunların ölümlü olduklarını biliyor, öğrenmiş. Ba’s günlerine kadar bana süre tanı. Ahreti inkar etmiş oluyor mu iblis?
Bunları bilmek yetmiyor, teslim olmak gerekiyor. Zaten kafirlerin problemi bilgi değildir, teslim olmadır. O kendi bildikleri kadarını yapsalar Cenabı Hakk önlerini açar. Onun için Allahu Teala, ayeti kerimede ne diyor:
Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn(muslimîne).(15/2)
Kafirler zaman zaman keşke teslim olabilseler diye çok isterler.
İblis, izin isteyince, Allahu Teala:
Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).(7/15)
Allahu Teala dedi ki: Tamam, sen kendine süre tanınanlardansın ba’s gününe kadar. İblis o zamana kadar yaşama hakkı istediğine göre demek ki ölmek durumu söz konusu şeyden önce. Yani bir ömrü var bu dünyada. Allahu Teala da tamam sen onlardansın deyince, demek ki o zamana kadar yaşayanlar da var. Demek ki onların arasına katılmış oluyor. Ama iblis, şeytan değil. Şeytan dediğiniz zaman karışıyor. İblis bir tane. Şeytan, onun arkasından gidenler.
Şeyatinul insi vel cinni diyor Allahu Teala. İnsan ve cin şeytanları ki, insan şeytanları daha tehlikelidir. Ama şeytanlar öyle ölümsüz değiller.
Kâle fe bimâ agveytenî le ak’udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).(7/16)
Kâle fe bimâ agveytenî: Sen benim bu taşkınlığıma sebep oldun ya! Sen beni bu hale getirdin ya.
Bakın, suçunun farkında değil mi?
Beni bu hale getiren sensin der. Suçu kendinde bulmaz. Kendi suçunu başkasına atmaya çalışır. Demek bu şeytanda olan bir şeymiş. İşte derler ya, suç samur kürk olsa kimse giyme, diye. Bu böyle, bu Cenabı Hakk’a atıyor suçu.
fe bimâ agveytenî sen beni aşırılığa sürükledin ya diyor. Bu defa Allah’a rakip olmaya çalışıyor.
le ak’udenne lehum sırâtekel mustekim
Ben kendi büyüklüğümü göstereceğim demiş oluyor. Hala büyüklüğünde inat…
Ben de onlar için senin sıratı mustakiminde oturacağım diyor.
Demek ki şeytanın oturduğu yol sıratı mustakim, doğru yol.
Şeytanlık kolay değil. Doğru yolu bilmeyen şeytanlık yapamaz. Her babayiğidin yapacağı bir iş değil bu. Şeytan olabilmek için doğru yolu çok iyi bilmek lazım.
Aşılarda kullanılan mikroplar aynı cins mikrop mu oluyorlar?
Aynı cins oluyorlar ve birbirleriyle savaşıyorlar. Oradaki kendi cinsindeki mikroplarla savaşıyor. İşte dini çok iyi bilen birisi o dine yönelenlerle savaşıyor.
Çok iyi bilmese doğru yolda oturabilir mi? Yolu şaşırır, gider yanlış yerde oturur. Kimse gelmez oraya.
Allah’ın yoluna senin doğru yolun diyor, yolu gayet iyi biliyor. Allah’ın yolu olduğunu da gayet iyi biliyor. Şeytanlık öyle kolay bir iş değil. Çok iyi bir bilgi lazım.
Fakih de olacaksın, müfessir de olursun falan filan… Yani şeytanlık basit bir olay değil.
Mesela Firavun gayet iyi biliyordu Musa A.S’ın doğru yolda olduğunu.
Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).(7/17)
Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim: Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından mutlaka geleceğim.
ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn: Sen de çoğusunu sana şükreden kişi olarak bulamayacaksın.
Çoğu sana teşekkür etmeyecek, ne verirsen ver razı olmayacak. Neyim var ki diyecek. Teşekkür etmeyecek göreceksin diyor. Ben de sana yapacağımı bilirim demiş oluyor Allahu Teala’ya.
Bakın Allah’tan aldı şeyi. Beni sen yarattın diyor. Ama Allah’a karşı muhalefet liderliği yapıyor.
Peki, Allahu Teala buna engel oluyor mu? Hayır.
Kâlehruc minhâ mez’ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum leemleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).(7/18)
Kâlehruc minhâ: Çık oradan.
mez’ûmen medhûrâ: Kovulmuş ve yerilmiş olarak. Değeri düşmüş olarak çık oradan.
Yani ne yapacaksan yap, hadi git. Allahu Teala, insanları saptırma yetkisini de veriyor. Şimdi biz ne yapıyoruz, adam kafir oldu öldürelim. O zaman kafirliğini kalbinde gizler, hadi bakalım. Senin gelir caminde imamlık da yapar, şeyinde müftülük de yapar.
Ben de diyorum ki, Müslümanların hakim olduğu bir ülkede insanlar göğüslerini gere gere ben kafirim diyemiyorlarsa orada çok ciddi bir problem vardır. Orada müthiş bir münafıklık başlar. Adam senin için inancını değiştirecek değil ki. Bu defa ikiyüzlü insanlar çoğalacaktır. Burada açıkça söylüyor Cenabı Hakk.
le men tebiake minhum: Onlardan kim sana tabii olursa.
leemleenne cehenneme minkum ecmaîn: Elbette ben de, cehennemi sizinle dolduracağım.
Yani şeytan, başına bunun geleceğini bile bile inat ediyor. O büyüklük arzusunu yenemediği için. Tek sebebi bu. İlla Cenabı Hakk’a kendini büyük gösterecek. Ben ne olduğumu sana göstereceğim. İyi göster ne olursan ol.
Dikkat edin insanlar arasındaki ihtilafların temelinde bu vardır. Ben sana kim olduğumu göstereceğim. Şeytan, Allah’a karşı yapmış ene hayrun minh demiş, ne yapalım.
Buradaki özellikler bütün günahkarlarda vardır. Yani Allah’a başkaldıranlarda, onu demek istiyorum.
Şimdi Allahu Teala, Adem A.S’a dönüyor diyor ki:
Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi’tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).(7/19)
Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete: Adem, sen eşinle beraber şu bahçeye yerleş.
fe kulâ min haysu şi’tumâ: Bahçenin neresinden istiyorsanız yiyin. Bütün yiyecekler size serbest, neresinden istiyorsanız yiyin.
ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete: Ama şu ağaca yaklaşmayın.
fe tekûnâ minez zâlimîn: Zalimlerden, yani yanlış yapmış olanlardan olursunuz.
Yanlış yapmış olursunuz. Şu ağaca yaklaşmayın.
Her şey serbest bir tane yasak var, ikinci bir yasak yok.
Burada şu ağaçtan yeme, öbüründe de Adem’e secde et. Bakıyorsunuz ki çok basit gibi gözüküyor.
Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).(7/20)
Fe vesvese lehumuş şeytânu:
Şeytan hemen vazifeye başlıyor. Adem A.S’ın doğru davranışı o ağaçtan yememek. Çünkü öbürleri serbest, yemesen de olur. Önemli değil. Öbürleri önemli değil, ister ye ister yeme. Ama burada Adem A.S’ı saptıracağı tek şey, o ağaçtan yedirmektir. Onun için hemen vesveseye başlıyor. Ne yapacak, sağdan gelecek, soldan gelecek, önden , arkadan…
li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ:
O kendilerinin edep yerlerini, kendilerini karşı örten. Çünkü orada iki tane insan var başka kimse yok. Biri, diğerine karşı edep yerini örtüyor.
Mesela, edepli olan karı koca yatak odasında bile giyimine kuşamına belli bir ölçüde dikkat eder. Ön ve arkayı açmaz.
ve kâle: Dedi ki
mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti:
Biliyor musunuz dedi, Allah sizi bu ağaçtan niye yasakladı? Allah’ın bu ağaçtan sizi yasaklamasının tek sebebi şu.
illâ en tekûnâ melekeyni:
Ben melekeyni kıraatinin doğru olduğuna inanmıyorum. Melikeyn i şeklinde kıraati vardır. Melikeyni olması lazım.
Taha Suresi’nde de öyledir: Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceretil huldi ve mulkin lâ yeblâ.(20/120)
İfadesini kullanıyor. İkisini birlikte düşündüğünüz zaman mutlaka melikeyn i olması lazım.
İkiniz birer melik olursunuz. Biriniz kral, biriniz kraliçe olursunuz.
Ev tekûnâ minel hâlidîn: Ya da ölümsüzleşirsiniz.
Biriniz kral, biriniz kraliçe olursunuz ne demek?
Allahu Teala, Adem A.S’ı yarattıktan sonra ne demişti?
innî câilun fîl ardı halîfeh: Ben bu topraklarda bir halife oluşturuyorum.
Şimdi halife ise, bu ne demek? Arkadan gelen mutlaka onu alt etmeye çalışacaktır. Buradaki halife, mahluf yani ismi mef’ul manasındadır. Yani her birinizin yerinde gözü olan birisi olacak demektir. Ama ikiniz melikseniz, yani bunu yediğiniz zaman bundan dolayı melik olacaksanız bitti. Yetki sizde. Herkes de gelse ezersiniz.
Burada Cenabı Hakk’ın sistemini bozmaya çalışıyor.
Ya da halid olursunuz, ölümsüzleşirsiniz. Peki, Adem A.S, birçoklarının dediği gibi ahiretteki cennette olsa, o cennetin adı zaten Cennetül Huld’du, orada bulunan zaten ölümsüz.
Bu bir bahçe işte. Emareler baktığınız zaman benim aklıma gelen, Arafat olmuş olmasıdır. Zaten Arane dedikleri bir yer de var. Çok büyük bir ihtimalle o ağaç da o vadidedir. Yani oradaki bir ağaçtır. Üzerinde çalışırlarsa zannedersem bunu şey yaparlar.
Zaten bahçeden çıkarıldıktan sonra da Müzdelife’de.
Müzdelife, karı kocanın birlikte olduğu yer manasında.
Oradan da aşağı gidip de şeytana rastlayıp da şeytan taşlamış olmaları da son derece uygun düşüyor. Sonra da aşağı gidip, ilk beyti yapmış oluyorlar Mekke’de.
Son derece uygun düşüyor. Bu çok kısa bir parantez olmuş olsun.
İblis, doğru yolu çok iyi bilen birisi.
Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn(nâsıhîne).(7/21)
Ve kâsemehumâ: Adem ile Havva’ya yemin etti.
Vallahi billahi diyor.
innî lekumâ le minen nâsıhîn: Ben ikinizin de elbette iyiliğini istiyorum.
Ben kendim için istiyorsam namerdim diyor. Sizin için istiyorum diyor. Allah’a yemin ediyor. Ama yaptığı yeminin yanlış olduğunu gayet iyi biliyor. Ama sadece sizin iyiliğinizi istiyorum diyor.
Doğru yolda oturuyor. Yani hep doğrulukla konuşuyor, yanlış bir şey konuşmuyor. Karşı tarafı kandıracak doğru kelimelerle konuşuyor.
Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).(7/22)
Fedellâhumâ bi gurûr:
Demek ki bu ağacın bulunduğu yer çukurluk veya vadi gibi bir yer. O ikisini de aldatarak oraya indirdi. Allahu Teala’nın yaklaşmayın dediği yere indiği zaman oraya inmiş oluyor.
fe lemmâ zâkâş şecerete: İkisi de ağaçtan tattılar. Ağzına aldı yediler. Yaklaşmayının daha da ötesinde oldular, yediler.
bedet lehumâ sev’âtuhumâ: Edep yerleri açıldı.
O zaman şeytanın ilk faaliyeti, edep yerlerini açmakla meşgul olmakmış ki bugünkü şeytanlar da öyle yapıyorlar. Büyüklerine muhalefetleri yok son derece sadık.
ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh: Elbiseleri yırtılınca, giyecek bir şey kalmıyor tabi ne ile örtecek, o bahçenin yapraklarını örtmeye çalıştılar.
Pazar yeri yok ki gitsin oradan kumaş alıp yeni bir elbise yaptırsınlar.
Adem ile Havva da, Allah’ın emrine aykırı hareket ettiler mi?
Onlara da bir şey yapmadı Cenabı Hakk. Onların da savunmasını istedi.
ve nâdâhumâ rabbuhumâ: Allah, o ikisine de seslendi.
e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti: Sizin ikinizi de şu ağaçtan yasaklamamış mıydım? Buna yaklaşmayın dememiş miydim? Yasak koymamış mıydım bu konuda?
ve ekul lekumâ: İkinize de dememiş miydim?
inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn: Şeytan, sizin açık düşmanınızdır dememiş miydim?
Şimdi başka ayetlerde var. Yani, şeytan sizin düşmanınızdır, onu düşman bilin diye. Adem ile Havva düşman mı bildi?
Şeytan le minen nâsıhîn deyince, onu iyilik yapan birisi olarak bildiler.
Adem A.S ile Havva validemizin iki tane suçu var.
Bakalım Adem ile Havva’nın cevabı ne:
Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).(7/23)
Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ: Yarabbi biz yanlış yaptık.
fe tekûnâ minez zâlimîn demişti Allahu Teala, yanlış yaparsınız demişti.
Dediler ki yarabbi biz kötülüğü kendimize yaptık. Yaptığımız iş kötüdür demiş oldular.
Şeytan, yaptığı işi kötü saydı mı? İkisi de emri tutmadı ama şeytan yaptığını kötü saymadı. Ne olacakmış yani dedi. Ama bu, yanlış yaptım yarabbi…
Adem ile Havva, kendini Allah’ın yerine koydu mu? Onlara göre doğru olan kendi yaptıkları mı, Allah’ın emri mi? Allah’ı birinci plana mı koydular, ikinci plana mı?
Yapma yapmama anlamında değil. Yarabbi senin dediğin doğru, ben yanlış yaptım. Allah birinci planda yani. Yaptığını günah kabul edersen de Allah’ı ikinci plana koymuş olmuyorsun. Çünkü günah diyen Allah. Ama bunun nesi var dersen, o zaman Allah’ı ikinci plana koymuş oluyorsun.
Adem iki tane suç işliyor, şeytan bir tane suç işliyor bu noktada. Ama şeytan, suçunu suç saymıyor. Allah ona suç diyor; ,o değildir diyor. Allah’a başkaldırmış oluyor. Sonra başkaldırmasına devam ediyor, o başka olay. Ama ilk kovulmasına sebep olan olay…
Adem ile Havva yaptıklarını suç sayıyorlar. Yani, yarabbi senin dediğin doğru, biz yanlış yaptık diyorlar. Ama şeytan, sen yanlış yaptın diyor Allahu Teala’ya.
Açıkça öyle söylemiyor da, öyle demeye getiriyor.
ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ: Yarabbi sen bizim suçumuzu örtmez de bize ikramda bulunmazsan.
le nekûnenne minel hâsirîn: Biz her şeyimizi kaybetmiş oluruz.
Burada teslimiyet var. Ama şeytanda teslimiyet yok.
Ben kıyamete kadar yaşayacağım göreceksin. Ben büyüklüğümü bunlara ispatlamazsam!
Aslında Allah’a karşı yapıyor. Onlar ölüp gidecekler, ama yaşayacak olan Allahu Teala’dır.
Sen benim değerimi bilmedin, ben sana neler yaptım ama sen benim değerimi bilmedin. Ben sana bunu göstermezsem, senin burnundan fitil fitil getirmezsem diyenler gibi.
Ama Allahu Teala, Adem ile Havva’ya da, evet günahlarını affetti.
Allahu Teala, Bakara Suresinde: Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh diyor.
Adem, rabbinden birtakım kelimeler işitti. Yani azar işitti, buradaki belirtide. Niye yapmadın, niye yapmadın diye. Ama arkasından hemen Cenabı Hakk’a döndü. Yani Allah’a yöneldi. Yarabbi ben yanlış yaptım dedi. Yanlış yapmak, işte tövbe etmektir yani. Cenabı Hakk da onun tövbesini kabul etti tabi.
Tövbe ettiğin zaman günahın affedildi. Diyelim ki, senin bana beş yüz lira borcun vardı. Borcunu öde dedim. Beş kuruş param yok dedin. Tamam bağışladım dedim, senin bana borcun yok. Tamam borcun yok da, buradan gidiyorsun cebinde paran da yok.
Adem A.S’ı Cenabı Hakk affetti ama sevap da yok yani. Artık cennette kalacak durumda değil. Hadi bakalım çık dışarıya diyor. Sermaye yok.
Onun için diyor ki: İnin oradan aşağı.
Onun için, her bir haram bir mahrumiyet doğurur.
Yani bir merdivenden aşağıya doğru basamak inersin, inersin, inersin. En sonunda tövbe ettim diyorlar.
Şeytanın işlediği de, Adem’in işlediği de hiçbir şey yapmadı onlara. Sadece günah karşısındaki tavırları birisini şeytan yaptı, birisini Adem yaptı.
Kâlehbitû ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), ve lekum fîl’ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn(hînin).(7/24)
Kâlehbitû ba’dukum li ba’dın aduvv: İnin oradan aşağı. Biriniz diğerinin düşmanı.
Bakara Suresinde: Summe efîdû min haysu efâdan nâsu.
Yani sel gibi akıyor Arafat’tan aşağı insanlar. O geceyi geçiriyorlar Müzdelife’de. Ben hayal ediyorum bunu, çok uygun düşüyor.
Şimdi aşağıda da şeytan, bunları aldatmak için uğraşıyor. Onları görünce, Adem ile Havva daha yeni bahçeden çıkmışlar. Yiyecek yok, içecek yok.
Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.(20/117)
lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ: Şeytan sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa sıktıya girersiniz.
Burada su var, ağaç var, yiyecek var, her şey var. Ama oradan çıkınca sıkıntıyı yaşamaya başladılar.
Hadi diyelim ki akşam yattı cennette yiyeceklerle. Sabah kalktı ne olacak?
O bahçedeki yiyecekler de yok. O zaman şeytanı gördükleri zaman, basıyorlar taşı. Zaten şeytanın adı da Racim’dir değil mi?
Racim ne demek? Taşlanmış şeytan.
Racm el şeytâni ve hizbihî diye şey yapıyorlar. Orda da şeytan taşlama olayı var, sonra da aşağıya inip şey yapıyor.
ve lekum fîl’ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn: Bu topraklarda yerleşme imkanınız var, yerleşirsiniz. Ve belli bir süre de yararlanırsınız.
Korkmayın aç kalmazsınız. Yani çalışırsın, kazanırsın bir şeyler olur.
Kâle fîhâ tahyevne ve fîhâ temûtûne ve minhâ tuhrecûn(tuhrecûne).(7/25)
Kâle: Allahu Teala şöyle dedi.
Fîhâ: Burada.
Mesela ard kelimesinden hareketle insanlar diyor ki: Cennetteydi, yere indi. Ard’a indi.
Allahu Teala, cennet için de ard kelimesini kullanıyor. El ard kelimesini.
Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).(39/73)
Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ: Rabbine karşı saygılı olan, rabbinden çekinenler. Grup grup cennete sevk edildiler.
hattâ izâ câuhâ: Oraya geldikleri zaman. Cennete geldiler.
ve futihat ebvâbuhâ: Kapıları açıldı Cennet’in.
ve kâle lehum hazenetuhâ: Cennet bekçileri onlara dedi.
selâmun aleykum: Selam size.
Artık bundan sonra burada ölüm yok derler ya. Bundan sonra artık, huzur ve güven içerisindesiniz.
Tıbtum: Ne güzel yaptınız.
fedhulûhâ hâlidîn: Ölümsüzler olarak girin.
Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda netebevveu minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).(39/74)
Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu: Dediler ki, verdiği söze sadık kalan Allah’a hamd olsun. Yani ne yaparsa güzelini yapar.
ve evresenel arda: Bizi bu arda mirasçı kıldı. Bu toprağa mirasçı kıldı.
O toprak hangi toprak? Demek ki ard kelimesi Cennet’te de varmış, toprak yani. Zaten o toprak olmasa bizim yiyecekler orada nasıl bitecek?
netebevveu minel cenneti: Biz bu cennette yer tutarız.
haysu neşâ: Neresini beğenirsek.
fe ni’me ecrul âmilîn: Çalışanların aldığı ücret ne güzeldir.
Dolayısıyla oradaki ard kelimesine bakarak. Siz inin arda.
Ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn
Yani ard kelimesine bakarak o ahretteki cennetti, Cenabı Hakk buraya indirdi denmez. Çünkü Allah zaten Adem A.S’ı bu topraklarda yarattı. O ahretteki cennete gitmenin zamanı zaten ba’stan sonra olacaktır.
Biz bugünkü dersimizde şunu anlamaya çalıştık, inşallah anlamışızdır. Ben şahsen anladım da sizi bilmiyorum. Siz de internet üzerinde izleyenlerin vekili olarak itirazlarınızı şey yapın. Gerçi onlar da yazılı olarak sorularını soruyorlar da…
Demek ki kafir ile müşrikin farkını da şimdi anlatacaksın…
Mesela şeytan, yani İblis, dikkat edin İblis, Allah’ın varlığını inkar ediyor mu? Birliğini inkar ediyor mu? Yok.
Aslında hiçbir kafir de Allah’ın varlığını ve birliğini inkar etmez. Allah’ın varlığını ve birliğini inkar eden hiçbir kafir yoktur. Allah’ın ilah olduğunu da inkar etmez. Ama e ilâhun meallâh der. Allah’ın ilah olduğu zaten belli. Onun için Allah’la beraber başka bir ilah mı var?
Bütün peygamberler Lâ ilâhe illallah dedirtmişlerdir. Allah’tan başka ilah yoktur, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin demişlerdir.
Furkan Suresinde: E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu): Kendi arzusunu kendine ilah edineni gördün mü?
İblis burada neyi ilah edinmiş kendisine? Kendi arzusunu, kendi hevasını. Yani kendi isteğini, Allah’ın isteğinin yerine koymuş ve kendi dediğini doğru kabul etmiş, Allah’ın dediğini yanlış kabul etmiş.
Yoksa, Allah’a inanıyor, kendisini Allah’ın yarattığını itiraf ediyor, Ahiret gününe inanıyor.
İblisin kafir olduğu zaman bir peygamber var mı? Peygamber yok.
O zaman şu imanın şartlarında var ya bizim.
Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve’l yevmi’l-âhır var ya.
Şimdi Allah’a inanıyor mu?
Meleklere? Zaten böyle bir problem yok. Meleklere de inanıyor. Peki kitaplara? İndirilmiş bir kitap var mı? Yok.
Ama fark etmez, Allah’ın sözü var. Allah’ın sözüne inanıyor mu? İnanmıyor.
Mesela birisi senin söylediğin sözlerin hepsine inanırsa ne dersin? Bu adam bana inanır.
Ama senin söylediğin sözlerden seçim yapar, bazısını kabul eder, bazısını kabul etmezse bu adam bana inanır der misin? Demezsin.
İşte bu da Cenabı Hakk’ın birçok şeyini kabul ediyor. Tamam yarabbi ama şunu kabul etmem diyor. Zaten Allah’ın kitabı da Allah’ın sözüdür. Onun için şeytanı rahatsız eden Allah’ın sözüdür. O söz olmasa hiçbir problem yok. İşte bir yerde oturursun hiçbir problem yoktur. Birisine bir şey söylersiniz esas problem orada çıkar. Emir verildiği anda çıkar problem, emir vermezsen hiçbir şey yok.
Demek ki şeytanı kafir yapan, Allah’ın emrini kabul etmemesiymiş. Kendi isteğini, Allah’ın isteğinin önüne geçirmesiymiş. Yoksa onun dışında şeytan, Kuranı Kerim’de iki ayette de:
innî ehâfullâh diyor.
innî ehâfullâhe rabbel âlemîn: Alemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım.
O zaman, Allah’tan korkarım demek de bir şey ifade etmiyor. Cenabı Hakk’ın sayısız emir ve yasakları içerisinde şeytan sadece bir tanesini…
Ama yeter. Benim otoritemi kayıtsız şartsız kabul etmiyorsan beni ilah saymıyorsun. Zaten ilah demek, otoritesini kayıtsız şartsız kabul etmek demektir.
Peki Adem ve Havva, Allah’ın otoritesine karşı çıkıyor mu? Günah işlemiş ama otoriteye karşı çıkmıyor. Tamam suçum suç diyor.
Mesela bugün adam suçlu, mahkemeye gitse hakim sorsa:
Sen bu suçu niye işledin? Ben bunu suç sayan kanunları kabul etmiyorum derse suçu ne olur?
Sen Türkiye Cumhuriyetinin otoritesini kabul etmiyorsun öyle mi diyecek. En ağır suça dönüşür birdenbire. Yani devlete baş kaldırma, devletin otoritesini kabul etmeme suçuna dönüşür. En ağır suça dönüşür.
İşte burada şeytanın yaptığı o. Ama öbürü de tamam suç diyor, yanlış yaptım.
O zaman sonuçta demek ki, işlenen günah bir insanı kafir yapmıyormuş. İnsanı kafir yapan, o günahın karşısındaki tavrıymış. O günahın karşısında eğer Allah’ın otoritesini kabul etmiyorsan müşrik oluyor. Zaten ipler orada kopuyor.
İşte bunlar, Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh oluyor.
min ba’di mîsâkıh: Allah’a verdiği sözden sonra ilişkisini kesmesi.
Ve şeytan öyle yapıyor.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi’se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).(18/50)
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih: Meleklere, Adem’e secde edin dediğimiz zaman hepsi secde etti. İblis yapmadı, o da cinlerden, yani gözükmeyen varlıklardandı, yani meleklerden birisiydi. Rabbinin emrinden çıktı.
Demek ki burada esas mesele şu fe feseka an emri rabbih dediğine göre daha sonra Allah’ın emrinden çıkmış oluyor.
Ben senin emrini kabul etmiyorum demiş oluyor ve şirke düşmüş oluyor.
Ellezine yenkuzune ahdallahi de öyle. Allah’la bir bağı var.
min ba’di misakihi, şeytanın, Cenabı Hakk’a karşı kulluğu var, her şeyi var. Ama bunu bozdu.
ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini kesiyor. Yani sen ilahlığı yalnız Allah’a vereceksin. Ama onu kesiyor ben de varım diyor. Ben de varım dediği zaman Allah ile kendi arasına neyi sokmuş oluyor? Kendi nefsini.
İşte Allah’ın yerine kendi nefsini koyduğu için müşrik, onu araya soktuğu için Cenabı Hakk’ı birçok konuda görmediği için kafir oluyor.
Onun için her kafir müşriktir ve her müşrik de kafirdir. Sadece değişik açılardan bakıyorsunuz. Her su sıvıdır her su içilir demek gibi bir şey olur.
Yani bir açıdan bakıyorsun bu içilir, başka açıdan diyorsun sıvıdır, başka açıdan diyorsun şeffaftır. Yani hangi açıdan baktığına bağlı.
SORULAR
Evet o da bir can olmuş oluyor, ana rahminde. Annenin ciddi bir sağlık problemi olmadıktan sonra, çünkü ikisi birden gideceğine birisi henüz gitmesin noktasına geliyorsa ondan dolayı söylüyoruz. Mutlaka doktorların bu konuda kararını araştırmak lazım. Bu da onun içerisine girer. Kanaatime göre.
Gizli şirk ve açık şirk diyorlar. Allah’a karşı gizlisi olmaz, bize karşı gizlisi olur.
Gösteriş için yapılan şirk olur. Mesela siz namaz kılıyorsunuz. Namaz Allah için yapılması gereken bir ibadettir. Ama bir başkasına kendini Müslüman göstermek için yapıyorsan bu defa namaz Allah için değil, onun için kılınmış oluyor.
Rabıta zaten baştan aşağı şirktir. Onun gizlisi yok, o çok açık. Rabıtada diyor ki, şeyhini düşüneceksin, şeyhinin karşısında iyice alçalacaksın, eğileceksin ve şeyhinden yardım isteyeceksin. Şeyhin ruhaniyetinin orada hazır olacağına inanacaksın.
Allah’ın yerine onu koyuyor, onun vasıtasıyla Cenabı Hakk’a yükseleceğini söylüyor. Şirk bu, başka bir şirk yok ki.
Yani yeni bir din oluşturmuş oluyor, o dinin kendine göre kuralları vardır. Ama bu Allah’ın kabul ettiği bir din değildir.
Örnek verdiği ayetler de: Vakıa 42-46 demiş.
Yani bu ayetlerde geçen büyük günahla mülk arasında ilişki var demiş.
O yazıyı görmeden biz yapmayalım ama biz burada İhsan ELİAÇIK’ın son derece yanlış bir yola girdiğine dair bir iki tane ders yapmıştık. Bilmiyorum neden bu insanlar kendi kafalarındaki şeyleri Kuranı Kerim’e söyletmeye çalışırlar.
Allahu Teala, Kuran’ı açıklamayı bize bırakmamış.
İhsan ELİAÇIK, kendi kitabında yapmış. Mesela artanın hepsini vereceksin diye Bakara 219…
Şimdi burada maalesef çok sayıda ayeti kerimeyi devre dışı bırakarak kendine göre yeni bir yol ortaya koyuyor.
Sen o makaleye İsmail Hoca’ya havale et de o bir okusun. Ondan sonra onun üzerinde duralım.
Elbette, tabi ki. Çünkü ayette:
Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).(15/29)
Yani onun tüm organlarının dengesini kurup yarattığım zaman, içine de üflediğim zaman ona secdeye kapanın.
Ruhun üflenmesi, onun ayağa kalkması anlamına gelmez. Ama Adem A.S bizim gibi, onu emzirecek bir anneye sahip olmadığı için ahrette yeniden dirileceğimiz zamanki şeklimizin bir örneğidir.
İlk yaratılışta da kurallar açısından öyle. Yoksa büyüme açısından değil.
Cenabı Hakk’ın tek otorite kaynağı olduğunu görmezlikten geliyor. Yani bir şeyi örten kişi, kendi yaptığını bilir. Başkasına göstermemeye çalışır. Orada sanki Adem’e karşı çıkıyormuş gibi davranarak Cenabı Hakk’a karşı isyanını örtmeye çalışıyor. Sonra da açığa vuruyor, Allah’tan bir şey gizlenemeyeceği için. Yani kendi nefsini Cenabı Hakk’ın önüne geçirdiği için, Allahu Teala’nın otoritesini görmezlikten geliyor ve kafir oluyor.
Onun için kafir, görmezlikten gelendir. Görmezlikten gelen de örtendir. Sen bizi hiç görmüyorsun derler ya yani, kibirli ya da nankör insanlara.
Bu önemli bir soru. Böyle bir soru sorulmalıydı. Ve belki de çoktan sorulmalıydı.
İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).(4/17)
İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim: Allah’ın kabul sözü verdiği tövbe cehaletle işlenen, kötülük işleyen bir kişinin yapmış olduğu bir tövbedir.
Buradaki cehalet kelimesi bilmemek değil de, kendine hakim olamamak manasındadır. Aslında şeytanın da isyanı kendine hakim olamamaktan kaynaklanıyor ama o ileriye götürüyor. Adem A.S’ın yasak meyveyi yemesi de kendine hakim olamamaktan kaynaklanıyor. Onun için cehalet kelimesinin manası kendine hakim olamamak.
Yani sözlük manası var bunun. Şu anda Arapça ibaresi aklımda değil ama bakarsanız görürsünüz büyük sözlüklerde.
Cahillik dinden çıkma manasına gelebilir fakat bütün günahları içermesi lazım bu kelimenin.
Mesela Adem A.S dinden çıkmadığı halde yaptığına tövbe deniyor.
İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin
Kendine hakim olamadan kötülük yapan kişilerin yapmış olduğu tövbedir. Zaten fıtrat günahı kabul etmez. Günah rahatsız edici bir şeydir. Ama kendine hakim olamadığı için onu yapar. Yoksa fıtratına yüzde yüz uyan bir kişi, o günahların hepsinden rahatsız olur. Dolayısıyla o günahlara bakın, bütün dünyada rahatsızlık doğuran şeylerdir.
Fazla vakit geçirmeden tövbe ederse diyor. Min karîbin yani yakın sürede tövbe ederse tövbesi kabul edilir.
fe ulâike yetûbullâhu aleyhim: Allah, onların tövbelerini kabul eder.
Ve kânallâhu alîmen hakîmâ: Allah, Alim ve Hakim’dir. Bilir ve doğru karar verir.
Şimdi bu yakın zaman ne demektir? Min karîbin açıklamasını burada yapıyor.
Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu kâle innî tubtul’âne ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr(kuffârun). Ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).(4/18)
Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât: Kötülükleri işleyip duranın tövbesi tövbe olmaz.
Ne zamana kadar işleyip duruyor?
hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu: Ölüm gelip çatıncaya kadar.
Tamam ölüm yüzde yüz… Adam da bu kanaate varmış. O andaki tövbe kabul edilmez.
Ama ölüm yine yüzde yüz olabilir de adam bunun farkında değildir. O zaman tövbe kabul edilir.
Firavun’un tövbesi kabul edilmiyor çünkü o boğulma ile yüzyüze geldiği zaman Allah kabul etmiyor. Yunus A.S’ın açısından kurtulma ümidi olduğu için Cenabı Hakk, onun tövbesini kabul ediyor. Ama Firavun’un açısından kurtulma ümidi yok, kabul etmiyor.
Mesela,Yunus A.S’ın tövbesini kabul etti onun açısından kurtulma ümidi vardı ve balık karnından çıkarmadı onu, ne olurdu?
Ölür giderdi değil mi? Salih amel işleyebilir miydi? İşleyemezdi.
hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu kâle innî tubtul’âne:
Ölüm gelmiş çatmış, ben şimdi tövbe ettim diyor.
ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr: Kafir olarak ölmüş olanların tövbesi de kabul edilmez.
Çünkü bütün kafirler öldükten sonra anlayacaklar meseleyi rabbirciun diyecekler. Yarabbi bizi geri çevir, Leallı a’melü salihan fıma teraktü diyecek. Yani, belki terk ettiğim dünyada iyi bir şey yaparım. Ama yok geçti artık. Kafir olarak ölenin de tövbesi yok.
Ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ: Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.
Bunlar vakit geçirmeden tövbe etmiş olabilir ama Salih amel işlemeye fırsat olmaz. O zaman bu kişinin tövbesi kabul ediliyor mu?
Yani tövbe etti, ondan sonra bir kişi geldi alnına tabancayı dayadı, öldürdü. Arada da bir saniye geçmedi. Bu adamın tövbesi kabul edilir mi buraya göre? Edilir.
Ve amile amelen salihan grubuna girmiyor. Şimdi buraya gelelim Furkan Suresine.
İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).(25/70)
men tâbe’ nin ne olduğu zaten o ayette anlatılıyor. Burada ilave bir hükümden bahsediliyor.
ve âmene ve amile amelen sâlihan: İnanmış olarak tövbe edecek ve iyi bir iş yapacak.
Tövbe ettikten sonra artık iyi iş yapacak. Doğru işlerle meşgul olacak. Ne yapıyor Allah burada?
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât
Öbüründe zaten günahını affedeceğini söyledi. Ama burada günahlarını sevaba çeviriyor. Onun için o arkadaşımızın sorusunu bir daha oku. İlgili kısmı oku sadece.
Cinayet işlemişse, kişinin sadece tövbe etmesi yetmez mi?
Sadece tövbe etmesi, günahının bağışlanması için yeter. Ama günahının sevaba çevrilmesi için yetmez.
Kısas başka bir şey. Kısas düşmez çünkü orada başkasının hakkı var. Kısas hakkı düşmez. Günahı başka o başka. Kısas hakkı devam eder.
Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katl(katli), innehu kâne mensûrâ(mensûran).(17/33)
Günah işleyince Müslüman bunda ısrar etmez, ısrar edenlerin durumu ne olur? İnkar etmiyor ama ısrar ediyor?
Israr ediyorsa günaha dalmış olur şirke düşmediği takdirde günahı sevabından çok olduğu için, ayetlerde var o zaten, cehenneme gider. Cehennem’den de onu, Cenabı Hakk bir şekilde kurtarır.
O da şefaatle ilgili yazılarda var. Onu oradan okuyabilir.
Böylece dersi burada bitirelim haftaya inşallah aynı konunun bir başka şeklinde devam ederiz. Allah nasip ederse.