ABDULAZİZ BAYINDIR: Biliyorsunuz geçen hafta dinde haram koyma yetkisi ile ilgili bir ders yapmıştık burada. Orada ayetler okumuştuk fakat şöyle bir şey net olarak ortaya çıkmıştı. Kuranda nebi ve resul kelimeleri geçmektedir. Ayetlere baktığımız zaman her nebi resul ama her resul nebi değil. Fakat gelenekte farklılıklar var, meallerde yanlışlıklar var. Nebi ve resul farkını ortaya koymaya çalışıyoruz. Mevcut meallerden örnekler aldık. O örnek meallerin ayetlere vermiş olduğu anlam nebinin Allah’tan farklı olmadığını gösteriyor. Yani onun da helal-haram koyabileceğini gösteriyor. Ama aynı zamanda ayetler arasında bir çelişkiyi de ortaya çıkarıyor. O sebepten dolayı bugün bu önemli yanlışa dikkat çekmek istiyoruz. Nebi ve resul arasındaki fark ve bu farka uyulmamasından dolayı meyadana gelen anlayış farklılıları, ayetlere anlam verememe yada bazı ayetleri ortaya konmuş olan yapıya uymadığı için nasıl anlamlandıracakları konusunda bazı kimselerin ciddi sıkıntılara girmesi. Bütün bunları inşallah ortaya koyacağız. Bir de konunun sonunda Nebi Sav’in Bedir savaşı sırasındaki Allah’ın bir takım Onu suçlayıcı, kendisinin ve ashabının yapmış olduğu yanlışlardan dolayı çok ağır bir suçlama altına soktuğun dair ayetleri okuyacağız. Elbette ki ekranları başında bizleri izleyenler şunu diyeceklerdir “olur mu? Allah’ın nebisi hata yapar mı hiç? Öyle bir şey olur mu? Allah onu korumuştur” diyecektir. İşte bütün bu dersin sonunda geleneksel din anlayışındaki bu yanlışı hep beraber göreceğiz. Son nebi MuhammedSav’dir. Ahzab suresi yani kuranın 33. suresinin 40. ayetinde Allah diyor ki; AHZAB 40.. Ayet: Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm: Muhammed sizin erkeklerinizden herhangi birinizin babası değil”. Evet oğlu oldu ama öldü. “ve lakir rasulellahi: ama Allah’ın resulüdür”, “ve hatemen nebiyyın: ve nebilerin sonuncusudur”. Değerli izleyiciler burada şu şeye tekrar vurgu yapalım. Dikkatle takip edin notunuzu alın. Diyor ki; Allah’ın resulüdür ama nebilerin sonuncusudur. Resullerin sonuncusudur demedi. Nebilerin sonuncusudur dedi. Hem türkçe dili açısından hem arap dili açısından bu cümlede nebi ve resulün aynı olmasının mümkün olmadığı net bir şekilde anlaşılır. “ve kanellahü bi külli şey’in alıma: Allah her şeyi en iyi bilendir. Nebilerin sonuncusu ifadesini bir de şu ayetle karşılaştıralım. 14. surenin 4. ayeti. İBRAHİM 4.. Ayet: Ve ma erselna mir rasulin illa bi lisani kavmihı: her resulü kendi kavminin dili ile göndeririz” başka şekilde göndermeyiz diyor. Hangi elçiyi göndermişisek mutlaka kendi kabminin kendi toplumunun dili işe gelmiştir. Muhammed s.a.v’in Arap olduğunu bilmeyen yok. Araplara elçi olarak gelmiştir. O zaman Allah’ın sözlerini araplara iletebilmesi için dilinin de arapça olması lazım. Peki şimdi resullük bitmiş olursa o zaman biz arap değiliz biz türküz. Bize elçinin gelmemiş olması gerekir değil mi? Çünkü ayetin devamında diyor ki; “li yübeyyine lehüm: onlara her şeyi açık şeçik ortaya koysun diye”. Allah’ın ayetlerini açık seçik anlaşılır bir şekilde ortaya koysun diye kendi kavminin diliyle göndeririz. Yani o toplumda konuşulan dil. O toplumun alimlerinin dili, edebiyatçılarının dili değil toplumdaki halkın konuştuğu dille gödeririz ki anlaşılsın. Peki eğer resul ve nebi aynı ise ki biraz sonra göreceğiz bu yanlışları. O zaman resullük de bitmiş olur. Resullük bitti ise artık bizim kurandan sorumluluğumuz söz konusu olamaz. Çünkü bizim dilimizle gelmiş değil. Ama biz gayet iyi biliyoruz ki MuhammedSav Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra İran’a, Roma’ya, Mısır’a elçiler göndermiştir. Resuller göndermiştir. Onların dilleri ile göndermiştir. E o zaman bu konu eğer arapça ile sınırlı kalacaksa Resulullah yanlış yapmış olur. Öyleyse burada bir problem var. O problemi kesinlikle halletmek zorundayız. Bu konuda çok sayıda ayetler var. Biraz sonra arkadaşlarımız o ayetleri okuyacak. Öncelikle şuna tekrar dikkatinizi çekeyim. Arkadaşlarımız okuduğu zaman göreceksiniz; Allah’ın kendisine kitap indirmediği bir tek nebi yoktur. Kitap vermediği diyelim. İndirme kelimesi uygun olmayabilir de. Kendisine kitap vermediği bir tek nebi yoktur. Peki her nebi aynı zamanda Allah’ın elçisidir. Elçi demek: birinin sözünü götüren kişi demektir. Nebi, Allah’ın sözünü ilettiği anda elçidir. Onun dışında nebidir. Yani şöyle diyelim; ben mesela İstanbul Üniversitesi’de öğretim üyesiyim. Şu anda üniversitede ders vermiyorum, Hilal TV ekranlarında sohbet yapıyorum. Ama bu sohbeti yaparken de üniversitede öğrerim üyesiyim. Ekrana yazarlar: Abdulaziz Bayındır, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi diye. İşte nebilik böyle bir vasıftır. Nereye giderse 24 saat nebidir nebi olan kişi. Ama ben ders verdiğim zaman üniversitede ders verirsem işte o zaman ders verme işlemini yapmoş olurum. Nebiler Allah’ın ayetlerini insanlara anlattıkları zaman resuldürler. Allah’ın ayetlerini öğrettikleri zaman resuldürler. Onun için her nebi resuldür. Biraz sonra göreceğiz ki nebi olmayan resuller vardır. Olmak zorundadır. MuhammedSav son nebi olarak geldi gitti. Peki kuranı türkçe dili ile bize anlatacak kişilerin bize gelmesi gerekmez mi? Bize gelecek, bize anlatacak. İşte o eğer nebimiz olsaydı yapacağı işi bize karşı yapacak. Yani nebimiz hayatta olsaydı ve türkçe de bilseydi gelip bize kuranı türkçe olarak anlatacaktı. İşte onun yapacağı görevi yapan kişiye de resul denir. O resul vahiy almaz. Ama Allah’ın indirmiş olduğu şu kitabı kendinden hiç bir şey katmadan hiç bir yorum katmadan olduğu gibi gelir türkçe anlatır. Yada fransızlara yada ruslara yada almanlara yada bir başka topluluğa anlatır. Onun için son kitap bu olduğuna göre son nebi de geldiğine göre artık bundan sonra resullerin gidip de insanlara Allah’ın kitabını anlatması lazım. Her mümin resul olmakla görevlidir. Yani bildiği bir ayeti kendi dili ile bir başkasına anlatmakla görevlidir. İşte bu resul ve nebi farkı son derece önemlidir. Ama malesef bizi dinleyen dostlarımız gayet iyi bilirler. Emeviler’den itibaren artık din kendi hüvviyetinden ciddi anlamda uzaklaştırılmış, kelimelerle oynanmış, kelimelerin anlamları değiştirilmiş, o değişen anlamlardam dolayı da Allaj’ın kitabı çelişkiler kitabı haline getirilmiştir. Halbuki Allah’ın kitabında asla çelişki olmaz. İşte şimdi bu konuda geleneksel nebi-resul anlayışını biraz sonra Yahya’dan hemen başlayacağız dinleyeceğiz. Geleneksel anlayış nebi ve resulü nasıl anlattığını değişik açılardan Yahya söyleyecek. Karşılığında da Fatih onunla ilgili ayetleri okuyacak. Siz de kararınızı vereceksiniz. Geleneksel anlayışa göre kuranı doğru anlamak mümkün mü değil mi sonunda kararınızı vermiş olacaksınız.
YAHYA ŞENOL: Nebi ve resul kelimelerini kullandık da dilimizde daha çok peygamber kelimesi yaygın. Fakat peygamber kelimesi de türkçe bir kelime değil. Aslan farsçadan geçmiş ve farsçada haber getiren kişi anlamına geliyor. O kelime bizim dilimize geçince malesef biraz sonra da göreceğiz meallerde hem nebi hem resul kelimesinin karşılığı olarak yani iki farklı kelimenin tek karşılığı olarak peygamber yerleşmiş veya yerleştirilmiş. Öyle diyelim. Benim önümde Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin ki sık sık biz burada derslerimizde bu ansiklopediye temas ediyoruz. Çünkü ansiklopediler kendilerinden önce kaleme alınmış konu ile ilgili bütün bilgileri derleyen toplayan önemli eserlerdir. O yüzden biz de bu konuda yine bu ansiklopediye baş vurduk. Baktık ki nebi ve resul kelimeleri ile alakalı olarak geçmişte neler söylenmiş özet olarak burdan birlikte sizinle paylaşmaya çalışalım. 34. cildi ansiklopedinin. Peygamber maddesi 257. sayfa. Yine daha önce ifade etmiştik. Bu ansiklopediye internetten artık rahatlıkla ulaşılabiliyor. Takip etmek isteyenler internete yazdıklarında bu madde işe direkt olarak karşılaşacaklardır. Önce nebi ve resul kelimelerinin sözlük anlamları verilmiş ve denmiş ki nebi; haber veren, mertebesi yüksek olan kişi anlamına gelir. Resul veya mürsel de gönderilen, gönderilmiş kişi anlamlarına gelir. Ve daha sonra bu kelimeler kuranda hangi ayetlerde geçiyor onları sayıyor. Ve deniyor ki; “kuranda kendilerinden nebi veya resul diye bahsedilen kişiler şunlardır diye. Bizim 25 tan adı geçen peygamber AdemAs’dan MuhammedAs’a kadar hepsinin ismini sayıyor ve sonra diyor ki; “bunlardan Nuh, İbrahim, İsmail, Musa, Harun, İsa ve Muhammed için hem resul hem nebi kelimesi kullanılmış kuranda” diyor. Mesela hemen bir tanesini “Vezkur fîl kitâbi ismâîle innehu kâne sâdıkal va’di ve kâne resûlen nebiyyâ:bu kitapta İsmail’i de an. O, sözüne sadık biriydi, resul ve nebi idi” (MERYEM 54). “Ve kane resulen nebiya”. Bunun gibi diyor diğer ismi geçen bir daha sayayım onları: Nuh,İbrahim,İsmail, Musa, Harun, İsa ve Muhammed için hem resul hem nebi geçiyor dedikten sonra ansiklopedi diyor ki; “işte bunlarım hem resul hem nebi olarak nitelendirilmesi nebi ile resul kelimeleri arasında bir fark bulunmadığını göstermektedir”. Madem Allah bunlar için hem nebi hem resul demiş, demek ki nebi-resul aynı şey, herhangi bir fark yok. Kuranda diyor kelime böyle kullanılıyor. Daha sonra hadislerde kelime nasıl kullanılmış ona geçiyor ansiklopedide bir sonraki sayfada. Ve diyor ki; “hadislere baktığımız zaman biz hadislerde resul ve nebi kelimelerinin net olarak farklı anlamlarda kullanıldıklarını görüyoruz. Ama böyle olmaması gerekir”. Böyle gibi anlaşılıyor ama böyle olmaması gerekiyor. Niye? Çünkü diyor bir rivayete göre 313 resul gelmiş bugüne kadar ama 124 Bin de nebi gelmiştir. Kaynak olarak da Ahmed Bin Hambel’in Müsned’ini ve Buhari’nin Camiğur Sağir’inde Tevhid babını kaynak göstermiş. Bakın 313 resul 124 Bin de nebi gelmiş diyor. Diyor nebi ve resul farklı kullanılmış. Şimdi diyor bunlar gerçekten farklı olacak olsa 313 tane resul 313 farklı kitap 313 farklı şeriat manasına gelir ki böyle mantıksız bir şey de olmaz diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada söylüyor mu ki resule mutlaka kitap verilmiş diye.
YAHYA ŞENOL: Onu kelam ilminde söyleyecek. Bir sonrakinde söyleyecek. Ama bir alt yapı hazırlamış oluyor. Dolayısıyla diyor hadislerde böyle kullanılsa da bunun aslı; resul ve nebinin aynı şey olduğudur. Nitekim diyor şimdi kelam ilminde zaten bunun ehlisünnet dediğimiz ulamanım çoğunluğunu oluşturan ehlisünnette de resul ile nebi arasında bir fark olmadığı anlaşılıyor. Ve ondan sonra kelam ilminde peygamber diye bir başlık atıyor. Çünkü konuştuğumuz konu islami ilimler içerisinde kelam ilminde inceleniyor. Peygamber, peygambere iman meselesi falan kelam ilminim bir konusu ve kelam ilminde peygamber nasıl işlenmiş sıra ona geliyor. Diyor ki; “kuranda nebi-resul aynı. Hadislerde farklı gibi gözükse de ayno olmalı. Kelam ilminde nasıl? Kelam ilminde de diyor ki; nebi ve resul kelimeleri arasında bir fark gözetilmiş kelam ilminde ve denmiş ki; resul; Allah’ın vahiy yoluyla kitap ve şeriat verdiği ve bunları insanlara tebliğ etmekle görevlendirdiği elçidir. Nebi ise Allah’ın resullerine indirdiği şeriat ve kitaba inanmaya insanlara davet etmesi için vahiy verdiği, bunları tebliğ etmekle görevlendirdiği kişi anlamına gelir. Hani nebiye aslen bir kitap verilmiyor. Nebi, kendisinden önce kendisine kitap verilmiş olan resullerin kitabını insanlara tebliğ etmekle görevli olan kişi. Resulün kitabı var, nebinin kendisine indirilmiş bir kitabı yok. Daha önce tebliğ edilmii olan kitabı ve şeriatı bir kez de o tebliğ etsin diye görevlendirilmiş ve Allah’tan vahiy almış olan kişi. Mutezile de diyor (Mutezile de biliyorsunuz ayrı bir itikadi mezhep olarak bilinir ehlisünnetin yanında) nebi ve resul arasında bir fark gözetilmez. Mutezile’ye göre nebi-resul aynıdır. Nebiye de kitap verilmiştir diyor Mutezililer. Yani ehlisünnetten ayrıldıkları nokta bu. Ehli sünnette kitap resule verilmişti nebiye verilmiş. Bunlar diyor hayır, nebiye de kitap verilmiş. Ama resul ve nebi aynıdır. Bir anlamda uyuşuyorlar ama bir anlamda tabi şeyden ayrılmış oluyorlar. Sonra kelam ilminde ehlisünnet çerçevesinde ele alınmış. Deniyor ki; baktığımız zaman biz, 4 farklı tanım göze çarpıyor nebi ve resul ile alakalı.
1- Nebi daha genel bir anlam taşır resulden. Peki nedir bu? Nebi Allah’ın belli bir konuya ilişkin bilgileri vahiy yoluyla bildirdiği insandır ve aldığı vahiyleri başkasına tebliğ etmekle yükümlü değildirler. Böyle bir görüş var. Mesela diyor bu manada kadın nebi de gelmiştir. Kim gibi? Meryrm validemiz gibi, Musa As’ın annesi gibi. Bunlara Allah bir takım vahiyde bulunmuş, kuranla sabittir ve “ve aheyna ummun musa: biz Musa’nın annesine de vahyettik”. Ama bu vahiy tebliğ etmekle yükümlü olunan bir vahiy olmadığı için kişi ile Allah arasında sınırlı kalmıştır. Bu manada kadın nebi de olabilir. Ama resul daha özel bir anlam taşır. Bu tanıma göre deniyor; her resul nebidir fakat her nebi resul değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nebidir derken yani vahiy alan.
YAHYA ŞENOL: Vahiy alan anlamında. Böyle bir görüş var. Dedi ki; nebi, Allah’tan vahiy alan insandır, bunu tebliğ etmekle yükümlü değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resul de vahiy alır.
YAHYA ŞENOL: Resul daha özel bir anlam taşır. Her resul nebidir fakat her nebi resul değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Her resul nebidir dediği zaman her resul Allah’tan vahiy alır ve tebliğ eder. Mesela Fatih’e geçmeden önce “bu Kur’an’da böyledir” diyorlar değil mi? Az önce dedi ki; Kur’an’daki resullerin hepsine vahiy gelmiştir kitap verilmiştir şeriat verilmiştir. Peki şimdi Yusuf suresinde kuranın 12. suresi 50. ayeti. Bakın burada diyor ki; Yusuf a.s hapishanedeydi. Melik bir rüya görüyor, geliyorlar Yusuf a.s’a anlatıyorlar. Yusuf a.s da rüyanın yorumunu yapıyor. Melik de diyor ki kral yani firavun diyor ki; “onu bana getirin” diyor. Ve Yusuf’a resul gönderiyor Melik. Bunlara göre kuranda resulü kim gönderir. Sadece Allah gönderir.
YAHYA ŞENOL: Allah ve kendisine kitap ve şeriat verilmiş olmalı tanımı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu Allah’ın ayeti değil mi?
YAHYA ŞENOL: “fe lemmâ câehur resûlu” (YUSUF 50) direk ifade böyle.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hem de “er resul” diyor. fe lemmâ câehur resûlu” “o resul” yani “Melik’in resulü” yani elçisi. Kime geldi? Yusuf’a. Kitapla mı geldi? Allah vahiy mi vermiş? Şeriat mı vermiş? Bakın değerli izleyiciler görüyor musunuz? Tek bir ayette her şey çöküyor. Aslında bu yeter. Başka şey söylemeye gerek yok ama problem tabi büyük olduğu için biraz daha ayrıntılı olarak anlatacağız burada. Yani Yusuf a.s’a firavunun gönderdiği elçiye kuran er-resul diyor. Elif-lamlı. O resul geldiği zaman diyor.
ERDEM UYGAN: Bugün de bazı hocalar diyorlar ya; “nebi ve resul arasında hiç bir fark yoktur. Allah bir yerde nebi demiştir bir yerde resul demiştir”. O zaman mesela burada nebi de olabilirdi bu kelime. Doğru olsaydı Melik YusufAs’a nebi gönderecekti öyle mi yani?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada Yusuf a.s. ona diyor ki; “kalerci’ila rabbik: rabbine dön” diyor. Çünkü onun rabbi firavun. Efendisi. Allah’ın resulleri için böyle bir şey denir mi? Yani gerçekten ben her defasında Allah’a şükrediyorum ki bu kadar gelenekteki ilimler bu kadar bitmiş. Asla islamı teslim edecek imkanları kalmamış ama malesef bugün ilahiyat fakülteleri, islam üniversiteleri bunları ilim diye okutuyor. Ama hamdolsun ki kuran var da böyle nokta atışı ile anında hedefi yok ediyor. Ama şimdi bi Fatih’i dinleyelim.
FATİH ORUM: Hocam sizin bıraktığınız yerden devam edeyim. Mesela Şuara suresi var kuranın 26. suresi. Burada da şu tür ifadeler var: “ŞUARA 105.. Ayet: Kezzebet kavmü nuhınil murselın”, “ŞUARA 123.. Ayet: Kezzebet adünil murselın”, “ŞUARA, 141.. Ayet: Kezzebet semudül murselın”, “ŞUARA 160.. Ayet: Kezzebet kavmü lutınil murselun”, “ŞUARA, 176.. Ayet: Kezzebe ashabül eyketil murselın”. Yani şimdi tüm bu ayetlerde tıpkı Muhammed a.s gibi gönderilen bütün nebilerin kendilerinin ulaşamadığı yerlere göndermiş oldukları resullerden bahsediliyor. Bunu kendi nebimiz için kabul ediyoru, düşünebiliyoruz, hayal edebiliyoruz ve vakıa olarak anlatıyoruz. Muhammed a.s Mekke, Medine ve belkide işte kısmen Taif üçgeni içerisinde yaşadı risalet görevini yaptı. Peki başka yerlere bu tebliğ ulaşmadı mı? Ulaştı. Peki kimler tarafından ulaştırıldı? Muhammed a.s’ın göndermiş olduğu kimseler tarafından ulaştırıldı. Bakınız burada da pek çok nebinin kendilerinin ulaşamadığı yerlere göndermiş olduğu resullerden bahsediliyor ve o toplumların bu resullere karşı göstermiş oldukları tavırlardan bahsediliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen bak bu o ayetlerin hepsi aynı şekilde inmiş bir tanesini okuyalım. Mesela Şuara suresinin 105’den 109’a kadar. Önce ben size sorayım; Nuh kavmine elçi olarak gönderilen kim? Kavmin adı zaten belli: Nuh. NuhAs değil mi? Kuranda Nuh suresi de var. Bu konuda çok sayıda ayet var. SUARA, 105.. Ayet: Kezzebet kavmü nuhıni: Nuh kavmi yalanladı”. Kimi? “El murselın: elçileri yalanladı”. Nuh’u yalanladı. Tamam, Nuh’u da yalanladı ama “elçileri”. Çoğul. Ondan sonra diyor ki; ŞUARA, 106.. Ayet: İz kale lehüm ehuhüm nuhun”. Şimdi esas NuhAs’a geliyor. “Kardeşleri Nuh onlara şöyle dedi”, “ela tettekun: kendinizi korumayacak mısınız?”. Bu kadar niye kendinizi salıveriyorsunuz, yazık değil mi size? SUARA, 107.. Ayet: İnni leküm rasulün emın: ben sizin için güvenilir bir elçiyim”. ŞUARA 108.. Ayet: Fettekullahe ve etıy’un: Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun ve dediğimi yerine getirin”. ŞUARA, 109.. Ayet: “Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr : bu yaptığımdan dolayı sizden bir ücret istemiyorum”. Çünkü ben Allah’ın elçisiyim” sizden bir şey alacak değilim.in ecriye illa ala rabbil alemın: benim ücretim tüm alemlerin sahibine aittir”. Ben sizden bir şey istemiyorum çünkü Onun elçisiyim. Bakın burada NuhAs’dan da bahsetti ayet ve diğer elçilerden de bahsetti. Orada işte az önce Yahya’nın anlattığı şeydeki şey doğru olacak olsa Nuh kavmine çok sayıda nebi ve resul gelmiş olması lazım. Çok sayıda da kitap ve şeriat gelmesi lazım. Görüyor musunuz burada da meselenin şeyini. İştr Fatih saydı: Ad kavmi. Hud a.s onlara geliyor. Lut kavmi, Semud kavmi, hepsi. Şuayb a.s, Salih a.s geliyor. Ama hepsinde başka elçiler var başka resuller var. İşte MuhammedSav’in ulaşamadığı yerlere tebliğ ulaştıranlar var. Ulaştığı yerlerde de öyle yani MuhammedAs hergün herkesle görüşemez ki. Görüştüğü kişiler dağılır şehre bir çok kimseyle görüşür tebliğ ederler.
FATİH ORUM: Öte yandan mesela Yasin suresinde geçen ve bir şehre girdiğinde o şehir halkı tarafından çok da memnumiyet ile karşılanmayan elçilerin muhtemelen İsaAs’ın göndermiş olduğu elçiler olduğu ortadadır. Öyle gözüküyor. Nitekim mesela incilde de konu aynen o minvalde İsaAs’ın Antakya’ya göndermiş olduğu elçilerle bağlantılı olarak işlenir. Bizim tefsirlerimizde de Yasin suresinin ilgili ayetlerinde bu tür rivayetlere rastlamak mümkündür. Zaten olması gereken odur. Yine resulün özel değil nebiden daha dar çerçevede olmadığının bir başka delili kurana göre, biraz önce Hocam’ın okuduğu Yusuf suresinde bir kişinin bir başka kişiye risalet dışı gönderdiği elçinin yanı sıra resul kelimesi kuranda Allah’ın seçmiş olduğu insanların yanı sıra melekler için de kullanılıyor. Bu da oysa nebi kelimesi kullanılmıyor melekler için. Esasında resul kelimesinin nebi kelimesinden daha geniş olduğunu iddianın aksine anlamının daha geniş olduğunu göstermektedir. Bir başka itiraz noktamız şu olabilir; kuranda resul ve nebi kelimelerinin ard arda kullanımları vardır. Kur’an kitabın arapça olduğunu ve açıklamaların arapça yapıldığını bize gösteriyorsa biz bu metni anlamak için arapça dilinin özelliklerini sürekli zihnimizin bir kenarında canlı tutmak ve bunları uygulamak zorundayız. Sıfat terkibi diye bir terkib var. Türkçede de kullanırız: sıfat tamlaması. Yani bir şeyi vasıflandırıyor ve birazcık daha mukayyed hale getiriyor. Mesela “araba” demiyoruz da “kırmızı araba” diyoruz. Bu bir sıfat terkibi. Arapçada da aynı terkib kullanılmakta. Kırmızı araba denildiğinde kırmızı olmayan arabalar olduğu da hem dil olarak hem mantık olarak akla gelir. Zaten öyledir. Kur’an’da “resulen nebiyyen” ifadesi geçer. Bu bir sıfat terkibidir. Bu, “nebi olan resul” anlamına gelir. Yani bunu başka bir türlü tercüme etmenize imkan yoktur. “Resulen nebiyyen” ifadesi “nebi olan resul” anlamına gelir. Nebi olan resul demek nebi olmayan resuller olduğunu gösterir. Zaten şu âna kadar okuduğumuz ayetler onu gösteriyor. Ama “nebiyyen resulen” ifadesi geçmez kuranda. Eğer biz kuranın bir dilinin olduğunu ve bu dile dikkat etmemiz gerektiğine inanıyorsak buna dikkat etmeyeceğiz de neye dikkat edeceğiz? Hatta Araf suresinde 7. surenin 157. ayetinde “resulen nebiyyen ümmiyye” ifadesi geçer. Bakınız “ümmi nebi resul”. E şimdi eğer biz nebi resule “önemli değil, peygamber” der geçersek “ümmi”ye de mi öyle diyeceğiz? Kur’an’da geçen ümmi kelimelerinin tamamına peygamber mi diyeceğiz? Demek ki bu ümmi ve nebi, ayrı ayrı vasıflar olması gerekir kurana göre. Benzer ifade mesela Meryem suresinin 19.surenin 51 ve 54.ayetlerinde de geçer “resulen nebiyye” hem MusaAs ile ilgili olarak hem İsa a.s ile ilgili.
ABDULAZİZ BAYINDIR; MERYEM, 51.. Ayet: Vezkür fil kitabi musa: bu kitapta Musa ile ilgili bilgi ver” diyor. “innehu kane muhlesav; O, samimiyeti kabul edilmiş biriydi”, “ve kane rasulen: resuldü”, “nebiyya: nebi olan resuldü”. Yani kırmızı araba gibi. Mesela kırmızı araba vardır ama araba kırmızısı yoktur.
FATİH ORUM; İkisi de aynı şey değildir. Yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Araba kırmızısı yoktur yani. Çünkü ne demek bu? Nebi olan resul vardır ama nebi olmayan resul de vardır. Elçidir, nebi olmayan. Zaten bu konuda az önce okuduğumuz ayetler işte NuhAs, LutAs onların elçileri. Resulullah’ın gönderdiği elçiler. Bu konular hem arap dili açısından hem kuranın iç bütünlüğü açısından, bırakın onu sadece şu ayet arap diline uygun hareket edecek olursan resule-nebiye peygamber diyemezsin. Peygamber peygamber diye mana veriyorlar. “Bu kitapta Musa’yı an. O, samimiyeti kabul edilmiş bir kişiydi”, “ve kane resulen nebiyye: peygamber peygamberdi”. Böyle bir ifade olur mu yani?
ERDEM UYGAN: Mesela burada o bahsettiğiniz ayet için Meryem suresi 51. ayeti; “sana vahyedilenler arasında Musa’yı da zikret. Musa gerçekten seçkin ve samimi bir kul, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi bir peygamberdi”. Yani virgül bir peygamberdi diyr. Nebi olan resul ifadesi yok. Sıfat olarak almamış. İkisi de isim. İkisi de eş anlamlı isim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir Türk ondan hiç bir şey anlamaz. Eş anlamlı isim anlar. Araplardaki atfı beyan gibi yapmışlar.
FATİH ORUM: Çok hızlı bir şekilde görüşün bir başka itiraz noktasıı da nebinin geçtiği yerde geçmek zorunda değil diye bir ifade geçmişti.
YAHYA ŞENOL: Sadece Allah’tan vahiy almış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dinleyicilerimize hatırlatalım. Çok önemli. Ne yaptı? MusaAs’ın annesini de nebi yaptı. Gerçekten aklın durduğu yer demek lazım.
FATİH ORUM: Maide suresi Kur’an’ın 5. suresinin 67. ayetinde MAİDE 67.. Ayet: Ya eyyüher rasulü bellığ ma ünzile ileyke mir rabbik” diyor. Burada “ya eyyuhel resul” denilen kişi MuhammedAs. Biz kuranın pek çok ayet biliyoruz ki MuhammedAs’ın nebi olduğunu görüyoruz. Ona nebi olarak da isim veriliyor. Bu şekilde de hitab ediliyor. Nebi olan, biraz önce okuduk Araf suresinde nebi olan resul dedi. Peki burada MuhammedAs ayrıca nebi ise niçin “sana indirileni tebliğ et”, “ve il lem tef’al fe ma bellağte risaleteh: şayet bu emri yerine getirmezsen sana verilen bu risaleti ulaştırmamış olursun” demek ne demek? Öte tarftan mesela Bakara suresinin 213. ayeti. Burada rabbimiz BAKARA 213.. Ayet: Kanen nasü ümmetev vahıdeten; insanlae tek bir topluluktu”, :fe beasellahün nebiyyıne mübeşşirıne ve münzirıne: Allah nebiler gönderdi”. Niçin? Müjdeleme yapsınlar ve uyarsınlar diye. Peki bu müjdeleme ve uyarma nedir? Nasıl bir görevdir? Bu tebliğden başka ne olabilir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya da şöyle söyle: Musa a.s’ın annesi kime neyi müjdeledi? Hangi uyarılarda bulundu? Yani gerçekten bu dini anlatanlar çok dikkatli olmak zorundadırlar. İnsanları çok ciddi anlamda şüphelere düşürüyorlar.
FATİH ORUM: Ve bu bahisle alakalı son bir ayet de Ahzab suresinin 45.ayetini okuyalım. AHZAB 45.. Ayet: Ya eyyühen nebiyyü inna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezıra”. Bakın bu defa nebi olarak. Biraz önce “ya eyyuhel resul” demişti ki onunla Muhammed a.s’ın kastedildiğini söylemiştik. Bu defa Ahzab suresinde doğrudan NebiAs’a “biz seni resul olarak gönderdik” yani sen nebisin, resullük görevin var. O halde bu görevini yerine getireceksin demek. Nebilerin de kendilerine vahyedilen şeyi tebliğ etmek zorunda olduklarını gösterir ve en nihayet Yahya Hoca’nın naklettiği bu birinci kısım ile ilgili üçüncü itirazımız da bu iddiayı dile getirenlerin kuranda vahiy kavramını kurandan okumadıklarını ortaya koymaktadır. Doğru, kuranda MusaAs’ın annesine vahyedildi. Bu bir gerçek. Ama hangi vahiy? Allah öylesi vahiyle herkesle muhatap oluyor. Şuara suresinin 51. ayetinde 42. surenin 51. ayetinde Allah bütün beşerle çeşitli yollarla konuştuğunu söylüyor. Bazen melek gönderdiğini bazen rüya yoluyla bazen ilham yoluyla konuştuğunu ve burada mümin kafir ayırt etmediğini, kadın çocuk erkek ayırd etmediğini herkese çeşitli şekillerde vahyettiğini bildiriyor ama bu vahyin burada konuşulan nübüvvet ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu, risalet ile alakalı bir vahiy değildir, tebliğ edilmesi gereken bir vahiy değildir. Kişinin kendisinin dışında hiç kimseyi bağlamadığı ve çoğu zaman kesinlik arz etmediği, bu vahiyle muhatap olan kişinin de bunu çoğu zaman algılamakta ve ayrıştırmakta başarı gösteremeyeceği bir şeydir. Oysa burada sözü edilen risalet ile ilgili vahiydir. Kuran, risalet ile ilgili vahyi bütün bunlardan ayrı olarak ele alır. Mesela Cin suresinin son ayetlerinde biz bunu açıkça görüyoruz. Orada Cebrail vardır, Cebrail’in dışında diğer koruma melekleri vardır. Orada da risaletle ilgili bir vahyin tebliği vardır. Muhatabın bu tebliğden kesin olarak risaletle ilgili vahiy olduğuna dair kanaati vardır. Şimdi bütün bunları bir sepete koyup Allah şuna da vahyetmiş, Meryem’e de melek göndermiş..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Arıya da vahyetmiş o da mı nebi olacak şimdi?
FATİH ORUM: Gibi mesela. Bu kadar itinasız şekilde bakılırsa Hocam’ın biraz önce söylediği gibi o zaman arıların da nebi olması gerekir. Dağların taşların nebi olması gerekir. Onlara Allah’ın vahyinden bahsediyor kuran. Dolayısıyla kastedilen vahyin ne olduğuna dair bir tespitte bulunmadan böyle bir tanımlama yapmak isabetli görünmemekte.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cin suresinin son ayetleri çok önemli. CİN 26.. Ayet: ‘Almulğaybi: bütün gaybı bilen Allah’tır”, “fela yuzhiru ‘ala ğaybihi ehaden: gaybını kimseye açmaz”. CİN 27.. Ayet: İlla menirteda min resul: razı olduğu elçi hariç”. Muhammed sav Allah’ın resulü. Ona nasıl vahiy geliyor onu anlatıyor. “feinnehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihi resaden”. Anlayabilmek için şunu resul kabul edin, önünden arkasından her tarafa gözcüler dikiyor. Çünkü Allah başlangıçta İblis’e doğru yolda oturma yetkisi verdiği için İblis’in yaklaşmaması için gerekli tedbirleri alıyor. Böyle gözcüler dikiyor çevresine. CİN 28.. Ayet: “Liya’leme: kendisine vahiy gelen resul bilsin ki”, “en kad ebleğu” vahyi bir tek Cebrail getirmiyor, beraberinde melekler de geliyorlar. Yani bir koruma ordusuyla birlikte geliyorlar. Bunlar tebliğ ettiler “risalati rabbihim: rablerinin mesajlarını/emirlerini/yasaklarını tebliğ ettiler”, “ve ehata bima lediyhim”: bu nebi o meleklerin getirdiğini çok iyi kavrasın, “ve ahsa kulle şey’in ‘adeden”: her şeyi tek tek böyle hafızasına yerleştirsin diye. Yani bir İblis’in yanına yaklaşamaması, ortamım tam olarak onun kavraması için de Allah şeyi sağlamış olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla vahyin gelmesi olayı oldukça ciddi bir olaydır. Herkesten önce MuhammedSav’in onun Allah’ın vahyi olduğuna inanması gerekir. En önce o inanacak ondan sonra insanlara tebliğ edecek.
YAHYA ŞENOL: Kelam ilminde birinci görüş böyleydi. Nebi sadece Allah’tan vahiy alıp bunu tebliğ etmekle görevlendirilmeyen kişiye deniyordu.
İkinci görüş en çok bildiğimiz görüş zaten. Denmiş ki; nebi, Allah’ın kendisine şeriat göndermediği elçisidir. Allah’ın kendisine kitap ve şeriat göndermediği elçisi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nebiye resul demiş ama kitap verilmemiş resul.
YAHYA ŞENOL: İnsanları önceki dönemde veya yaşadığı çağda kitap ve şeriat verilen bir resulün dinine davet etmekle yükümlüdür. Nebinin görevi de bu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman o elçi kelimesini öylesine söylemiş.
YAHYA ŞENOL: Resul ise Allah’ın yeni bir kitap ve şeriat gönderdiği kişi olup önceki resullerin kitap ve şeriatını tamamen veya kısmen geçersiz kılabilir demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tasdik diye bir şey yok.
YAHYA ŞENOL: Yani kendisine kitap verilmeyen tanımı yaptı nebi için. Belki sırası gelirse okuruz, ilmihallerimizde de nebi ve resul ayrımı böyle yapılır. Nebi; kendisine kitap ve şeriat verilmeyen peygamber. Resul; kendisine yeni bir kitap ve yeni bir şeriat verilen peygamber olarak tanımlanıyor. Kabul budur. 2 numarada da bunu zikretmiş ansiklopedi.
FATİH ORUM: Bununla ilgili de 1-2 ayet okuyabiliriz. Hepimizin çok iyi bildiğini tahmin ettiğim ayet Enam suresinin yani 6. surenin 83. ayetinden itibaren. Ben sadece metindeki geçen isimleri sıralayacağım hızlı bir şekilde. Yüce Allah İbrahim, İshak, Yakub, Nuh, Davud, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus, Lut 18 isim saydıktan sonra bunların çocuklarından, atalarından, kardeşlerinden, burada ismi geçmeyenleri de içerisine alarak en nihayetinde 89.ayette diyor ki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Babaları dediği zaman Adem a.s’a kadar gidiyor. Evlatları dediği zaman Muhammed a.s’a kadar geliyor. Kardeşleri dediği zaman da işte Musa a.s’ın kardeşi Harun ve diğer bizim bilmediğimiz çağdaşları. Yandan akraba olanlar.
FATİH ORUM: Bütün bunlardan sonra 89. ayet şöyle: ENAM, 89.. Ayet: Ülaikellezıne ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh”; tüm bu adı geçenler ve geçmeyenler, atıfta bulunulanlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kitap, hikmet ve nebilik. Yani Adem a.s’dan Muhammed s.a.v’e kadar gelenlerin tamamına ne verilmiş? Kitap. Ne verilmiş? Hikmet. Ne verilmiş? Nebilik. Bak orada resul kelimesi geçmedi. O kitap niye verildi? İnsanlara tebliğ etmek için. İşte tebliğ ettiği an resul olur.
FATİH ORUM: Ve şu ayeti de okumalıyız bununla alakalı olarak. Meryem suresi 30. ayeti. İsaAs ile alakalı. MERYEM 30.. Ayet: Kale innı abdüllahi: şöyle dedi; ben Allah’ın kuluyum”, “ataniyel kitabe ve cealenı nebiyya: bana kitap verdi ve beni nebi yaptı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Ayeti bir daha oku da dikkatle dinlesinler.
FATİH ORUM: MERYEM, 30.. Ayet: “Kale innı abdüllahi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kale” diyen kimdi? İsa as. Bu anlayışa göre İsaAs resul. Nebi değil.
YAHYA ŞENOL: Resul nebi oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Resul nebi oluyor onda problem yok da ama bak burada resul kelimesi geçmedi. Nebiye kitap verilmez, resule verilir. Öyle diyorlar.
FATİH ORUM: “ataniyel kitabe ve cealenı nebiyya”
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte bak bu Allah’ın ayeti. “Bana kitap verdi ve beni nebi yaptı”. Ya da şöyle: “ve cealma nebiyya”yı hal yaparsak ki daha uygun olur; “bana kitap vererek nebi yaptı”. Çünkü öbür Enam suresi 83. ayetten itibaren hepsine kitap, hikmet ve nebilik verdiğini C. Hakk söylüyor. Orada İsaAs da geçiyor değil mi? Kitap veriliyor hikmet veriliyor ve nebilik veriliyor.
FATİH ORUM: Bununla ilgili ayetleri çoğaltmak mümkün ancak şunu da söyleyelim çünkü orada böyle bir iddia da vardı: “Ya kendinden önceki şeriatları kısmen ya da tamamen geçersiz bırakır”. Kur’an’a göre kendinden önceki bir şeriatı tamamen geçersiz kılan bir nebiye bir resule insanların iman etme gibi bir sorumluluğu yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hiç kimse inanamaz öyle birisine. Yasaktır.
FATİH ORUM: Dolayısıyla sizin şeriatınızı tamamen ortadan kaldırıyorum diyen bir nebiye bir resule insanlar biz sana iman etmiyoruz derlerse kurana göre bunlar ötede hesaba falan çekilmezler. Hiç bir nebi hiç bir resul böyle bir iddia ile gelemez. Kuranın tamamına terstir bu. O iddia kabul edilemez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen Ali İmran 81.okuyalım burada. İzleyicilerimiz o ayeti bu vesileyle görmüş olsunlar.
FATİH ORUM: Ali İmran 81.ayeti atıfta bulunduğumuz ve resul-nebi kelimelerinin de esasında tanımlarını veren bir ayet bu. ALİ İMRAN, 81.. Ayet: Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne: Allah tüm nebilerden misak aldığında”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Her nebiden kesin söz alıyor Allah. Muhammed s.a.v’den de almıştır. Kur’an’da var. Her nebiden kesin söz alıyor.
FATİH ORUM: Nasıl, ne diye? “lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmet: size bir kitap ve hikmet veririm de”. Demek ki bir nebi var öncesinde. Olmalı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nebilere kitap ve hikmet veriyor dikkat edin. Nebilere. Başlangıçta ne oldu? Bitti bu görüş. Hiç bir dayanakları yok. Sıfır. Ama ilim diye buralarda geçiyor. Hem de kelam ilmi: akide, inanç. Müslümanlar buna inanırlarsa kurana inanma demektir.
FATİH ORUM: “Sümme caeküm rasulüm müsaddikul lima meaküm le tü’minünne bihı ve le tensurunneh”: Elinizde kitap ve hikmet var, bir resul geliyor, ona bizim iman etmek ve onun davasına yardımcı olmamızın tek bir şartı var o da elimizdeki kitabı tasdik edecek. Ama bakınız burada resul geçiyor. Önce nebilerden söz alıyor sonra resul. Bu bile nebi ve resul arasındaki muazzam farkı göstermesi açısından çok mühim bir ayet. Yani bugün de aynı resul ki Allah’ın kitabı ki kuranda Bakara suresi 89 ve 101. ayetleri karşılaştırmalı olarak okuduğunuzda resul kelimesinin gönderilen şey yani vahiy yani kitap anlamına geldiğini de biz görüyoruz. Mesela bugün hala insanlara Allah’ın resulü gidebilir, gitmelidir, gidiyor da zaten ki o Allah’ın kitabıdır. Ellerindeki kitapla karşılaştırma yaptıklarında bugün tüm ehli kitap insanların “evet benim kitabımk tasdik eden bir resul gelmiş” diyerek inanma yükümlülükleri ve bu davaya destek verme yükümlülükleri devam etmektedir. Dolayısıyla MuhammedAs’ın vefatından sonra bu risalet görevinin devam etmesi gerektiğinin en önemli ayetlerinden birisidir ancak malesef(belki bira z sonra okuyacağız) tüm meallerde bu ayette nebi ve resul kelimeleri ayrı ayrı geçmiş olmasına rağmen peygamber olarak tercüme ediliyor meal ediliyor ve bu ayetin bütün anlam derinliği ortadan kaldırılmış oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ayete göre Muhammed sav Allah’ın nebisidir ve kendisine kitap verilmiştir değil mi? Kuranı kerim. Peki Herakliyus kim? Hıristiyan olan, kendisine kitap verilmiş olan kişi. Ehli kitap dediğimiz bir kişi. Ya da Necaşi kim? O da aynı. Peki Necaşi’ye ve Herakliyus’a giden nebimiydi? Nebi sav mi gitti de onlara Allah’ın kitabını tebliğ etti? Ne oldu? Resul gitti. Gittiler ilgili ayetleş okudular ve onlar da “haa! Gerçekten bizim beklediğimiz nebi gelmiş” dediler. İnanma görevi orada ortaya çıkmış oldu. Peki şimdi bir şey daha: MuhammedSav son nebi. Peki bugün kim gidecek de bugünkü yahudilere. O günkü yahudilere MuhammedSav tebliğde bulundu ama bugünkü yahudilere bugünkü hıristiyanlara bugünkü zerdüşlere bugünkü bırahmanlara bugünkü budistlere kim gidecek de Allah’ın kitabını tebliğ edecek? Tabi ki biz. Biz nebimiyiz? Nebilik bitti. Allah’ın artık indireceği bir kitap yok. Bitti. Ama herhangi bir kişi bana vahiy geliyor derse yalan söyler. Vahiy gelmesi için nebi olması lazım. Nebi olan resul olması lazım. “Resulen nebiyya” geçiyor. Biz nebi olan resul değiliz. Biz Allah’ın ayetini alırız her müslümanın görevidir bu gider anlatırız bakın Allah şöyle şöyle buyuruyor deriz. Tamam. O zaman onlara tebliğ ulaşmış olur. Tasdik ile gideriz. Kısmen yada tamamen ortadan kaldırmak da ne demek? Bu zaten kurana yüzde yüz ters bir anlayış, tutmuş akaidin konusu haline getirilmiş.
YAHYA ŞENOL; Son iki tane kaldı. Onlar kısa zaten. Fazla üstünde durmaya gerek yok. Denmiş ki bir üçüncü tanım olarak kelam ilminde; nebi Allah’ın sadece müminlere gönderdiği bir elçi. Resul ise müşrikleri, kafirleri hak dine davet etmek üzere görevlendirilmiş kimse. Böyle bir ayrım yapan da olmuş.
Dördüncü farklı görüş olarak da nebi; Allah’ın yanlız insanlardan seçtiği elçi ifade ederken, resul; meleklerden seçilen elçiler için de kullanılmıştır. Melekler için resul kullanılmasından hareketle belk bir nebze olsun kullanılır ama pratikte bir karşılığı olmuyor bunun da. Dikkatimizi çeken ne? Başından itibaren bakın buraya kadar kuranda/ayetlerde, hadislerde, kelam ilminde bütün görüşleri toparladı. İnsan arıyor bir tane de Allah için doğru bir görüş yok mu diye. Malesef yok. Dese ki bir kişi de şöyle diyor ama pek kabul görmemiş falan diye. Yazmamış. Gözüm çok aradı. Sizler de arayın.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Belki ilmihalde vardır. Hadi bakalım Ömer Nasuhi Bilmen ne demiş?
ABDURRAHMAN YAZICI; Bu konuda çoğumuzun evinde olan, Türkiye’de en çok okunan, son dönem Osmanlı alimlerinden olan Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihaline baktığımız zaman peygamberlere iman bölümünde bu konu ele alınıyor. Daha sonra şöyle ifade ediliyor bir yerde: “peygambere nebi de denir. Mamafih yeni bir kitap ile yeni bir şeriat ile bir ümmete peygamber gönderilmiş olan zata nebi, peygamber denildiği gibi (resul) mürsel de denir. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilmeyip de kendisinden evvelki bir peygamberin kitabını be şeriatını ümmetine bildirmeye memur olmuş zata de yanlız nebi veya peygamber denilir. Resul ve mürsel denilemez”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Gerçekten tüm sistem altüst edilmiş oluyor ve malesef biz bunları çocukluğumuzda ilim diye din diye öğrenmiştik. C. Hakka çok şükür ki kurana yöneldik de bunu ortaya çıkardık. Ama bugün ulemeya düşen, eğer bir yanlışımız varsa lütfen gelsin söylesinler. Bakın geçen hafta buradan bir çağrı yaptık biliyorsunuz. İşte, Dünya İslam Alimler Birliği merkezini İstanbul’a taşıyacakmış. Buyursunlar. Ne işe yarıyorsunuz ortaya koyun bakalım hadi. Bak size çok ağır bir ithamda bulunuyoruz. Türkiye Alimler Birliği haydi buyrun! Bugüne kadar yaptıkları bir işi ben hatırlamıyorum. Hatırlayan var mı? Niye kurdunuz bunu? Ehli Sünnet Alimler Birliği! Bakın ehli sünnet diye bir şey kalmadı beyler. Şii Alimler Birliği! Biraz sonra okuyacağız şiada durum çok daha felakettir. Peki nerdesiniz Ehli Neyt Alimler Birliği buyrun bir cevap verin bakalım hadi. Bakın biz ortadayız. Bakın televizyondan konuşuyoruz, internetten yıllardır anlatıyoruz. Bakın Zeki Bayraktar bu konuda bir kitap yazdı. Hadi o kalındır diye Fatih Orum’un yeni Nebi Ve Resul diye küçücük kitabı çıktı. Yazılı mı istiyorsun buyrun yazılı. Alın okuyun inceleyin ve bir cevap yazın bakalım. Bu kadar ağır bir itham altındasınız. Doğruysa gelin buraya eğer bizim yanlışımız varsa sizin yanınıza geliriz. Bugün Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmış olan ilmihal var. Orada ne yazıyor?İlahiyat fakültesinde ders kitabı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu ilmihal bölümünde de iştr peygamberin özellikleri, sıfatları vs.belirtilirken peygamberlere iman bölümünde de yine bu konuya yer veriliyor. Peygamber dendiğini türkçede, farsça kökenli olduğunu, arapçada peygamber kelimesinin karşılığı olarak gönderilmiş ve elçi demek olan resul ve mürsel kelimesi kullanılır. Terim olarak resul ve mürsel yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile insanlara gönderilen peygambere denilir. Çoğunda rusul ve murselundur. Nebi de Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara haber veren fakat yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilmeyip önceki bir peygamberin kitap ve şeriatını ümmetine bildirmeye görevli olan peygamberdir. Çoğulu embiyadır. Risalet ve nübüvvet kelimeleri mastar olup peygamberlik anlamına gelmektedir. Hemen hemen benzer. Yine Kuran Yolu diye meal tefsir olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan eserde de Araf suresinin157 falan diyelim. Mesela orada Hz. Muhammed hem resul hem nebidir ifadesi var. “Başka bir açıdan Ona Allah ile ilişkisi bakımından Onun elçisi olduğu için resul, kullarla ilişkisi bakımından onlara Allah’ın hükümlerini ulaştırıp bildirdiği için nebi denilmiştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam tersi.. “Ve ma iler rusuli illel belağ: resullere tebliğden başka bir şey düşmez”. Arada çok ciddi bir fark var gerçekten. Bunu kuran tefsirine nasıl yazarsınız ya! Böyle bir şey olabilir mi?
ABDURRAHMAN YAZICI: Benzer tanımlar da yer alıyor. Tabi bir tanım bazen birini naksedebiliyor ister istemez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siz çok iyi bilirsiniz işte benim talebelerim olduğunuz için: ben bunlara ders okuturken hep şöyle demişimdir. Doğru bir cümle söylediği zaman dikkat edin devam edemeyecek çünkü kurgu yanlış. Yanlış bir cümle söylediği zaman biraz sonra yanlış olduğunu kendi itiraf edecek. Çünkü yanlışı devam ettirmek zordur. Peşpeşe bir sürü yanlışlar yapmanız lazım. Gördünüz bakın ansiklopedide de Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Nilmen’in, Diyanet İlmihali’nde ve Diyanet Vakfı’nın yayınlamış olduğu Kuran Yolu tefsirinde de Kur’an’a uygun tek bir tanım yok. En cahil bir kişi bile derhal bunun yanlış olduğunu anlar. Peki anlar da geçen hafta bir hutbe okunmuştu biliyorsunuz. O hutbede Muhammed s.a.v’in teşri yetkisinin yani Onun da Allah gibi helal ve haram yetkisinin olduğu açıklanmıştı. Ona biz burada tepki gösterdik. Onunla ilgili ders yaptık. Bizim dışımızda tepki gösterenler de oldu Onun böyle bir yetkisi yoktur diye. Tamam tepkide haklısınız, haklısınız da yani o söylediğiniz cümle doğru ama peki sizin yazdıklarınız ise söydikleriniz arasında bir uyum var mı yok mu? Baktım hemen ertesi gün Erdem Bey bir makale yezmış Hutbeti Farklı Okumak diye. Onunla ilgili Erdem Bey’i dinleyelim.
ERDEM UYGAN: Hocam siz az evvel şöyle bir cümle kurdunuz dediniz ki; “biz bunları öğrencilik yıllarımızda öğrenmiştik ilim olarak bize okutulmuştu fakat Allah’a şükür kü biz kuran ile tanıştık da gerçekleri öğrendik”. Fakat bugün malesef kuranla tanışacak olan yada tanışmış olanların bugün bahsettiğimiz konudaki gerçekleri öğrenmeleri nerdeyse imkansız.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Çünkü mealler çok berbat.
ERDEM UYGAN; Sizin de dediğiniz gibi benim o makalede yazdığım şuydu: biz bunlara haklı olarak tepki gösterelim, hutbedeki nebinin haram koyma helal koyma yetkisi olduğu iddialarına karşı çıkalım ama buna karşı çıkan hocalarımızın ki bunların çoğu itibar ettiğimiz, çalışmalarını yakından takip ettiğimiz çok saygın kişiler. Ama meallerine bakıyorsunuz aynı yanlışlar malesef onlarda da var. Mesela işte önümde iki meal var. Birisi Edip Yüksel birisi Mustafa Öztürk. Mesela Mustafa Öztürk mealinde Araf suresi 157. ayetine şöyle meal verilmiş; “işte o kimseler ellerinin altındaki tevrat ve incilde kendisinden söz edilmiş olduğunu görecekleri ümmi” ümminin açıklamasına girmeyeyim, parantez içinden tuhaf bir açıklaması var. “Ümmi peygambere uyacak kimselerdir”.
A.BAYINDIR: Ayetteki resul ve nebi tek kelime olarak çevrilmiş.
ERDEM UYGAN: “Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyye”. Bir tane sıfat var, bir tane de o sıfatı tamlayan o sıfatın aslı var. İsim var. O resul. Resulu tamlayanlar da sıfatlayanlar da nebi ve ümmi oluşu. Ümmiyi sıfat olarak alıyorsunuz buraya yazıyorsunuz ama nebiyi almıyorsunuz. Aslında bir kelime eksik burada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nebi ve resul diyor sen onu peygamber diye çebirip teke düşürüyorsun.
ERDEM UYGAN: Eğer nebi de resul de peygamberse o zaman şöyle çevirmeniz lazımdı en azından kelime eksik olmasın diye; “kendisinden söz edilmiş olduğunu görecekleri ümmi peygamber peygambere uyacak kimselerdir” deseydi en azından kelime eksik kalmazdı. “Bu peygamber onlara iyiliği emredip kötülüğü yasaklayacak. Yine onlara temiz hoş şeyleri helal, kötü ve çirkin şeyleri haram kılacak”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peygamber helal-haram kılacak! Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı hutbede söyledikleri bu zaten.
ERDEM UYGAN: Hocam bakın mesela aynı mealin Tahrim suresinin ilkayeti şöyle; “ey peygamber. Allah’ın sana helal kıldığı bir niğmeti eşlerinden bazılarını hoşnut etmek adına niçin kendine yasaklıyorsun” yani haram kılıyorsun.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne oldu? Allah’ın kitabı birbirine zıt iki cümle.
ERDEM UYGAN: Bir tarafta nasıl helal-haram koyan bir peygamber, öbür tarafta da sen nasıl haram koyarsın denen başka bir peygamber.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sadece kendisi için yapmış başkasına da değil.
ERDEM UYGAN: Mesela Hocam sizin az evvel okuduğunuz Şuara suresinin 105.ayetine bakın şöyle bir meal verilmiş; “vakti zamanında nuhun kavmi de”. Hani orada nasıl “kezzebet kavmi nuhin murselin: nuh kavmi elçileri yalanladı” ama burada şöyle deniyor; “vakti zamanında Nuh’un kavmi de peygamberlerini yalanladı”. Burada şöyle bir anlam kaydırması var. “Peygamberleri yalanladı” diyemez çünkü o zaman Nuh peygamber, başka peygamberler de mi vardı denir sizin de dediğiniz gibi ama “peygamberler’ini” deyince yani bu zamiri koyunca türkçede bunun tekile gitme şansı var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki ayette çoğul.
ERDEM UYGAN: O hatayı mesela Edip Yüksel yapmamış. Demiş ki; “Nuh’un halkı elçileri yalanladı”. Burada da şunu demesi lazım eğer peygamber kelimesi kullanılacaksa: “vakti zamanında Nuh’un kavmi de peygamberleri yalanladı”. Eğer “murselin”e “peygamber” diyorsanız tam çeviri bu olur. Ama “peygamberlerini” deyince türkçesini okuyan birisi farklı bir şey düşünmez. Toplumun yalanladığını düşünür. Aslında ayette anlatılmak istenen o değil.
Hocam son olarak bir de Fatih Hocam’ın okuduğu ayetleri nebi ve resul kelimelerinim birbiri ile aynı olduğunu söyleyen mesela çok sevdiğimiz hocalarımız var. Allah bir yerde öyle istemiştir nebi demiştir, başka bir yerde öyle istemiştir resul demiştir bunlar arasında hiç bir fark yoktur diyen hocalarımız var malesef. Benim bu konuda okumayı çok sevdiğim bir ayet var. Ahzab suresinin 28-29.ayetleri. “Ya eyyuhen nebiyyu” diye başlıyor ayet. Mealini okuyayım. Mesela burada peygamber denmiş ben nebi olarak okuyayım “ey nebi! Eşlerine de ki; şayet siz dünyadaki üç günlük hayatı bu hayatın lüks ve refahı içinde yaşamayı istiyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi ödeyeyim, sonra da sizi boşayıp dilediğiniz hayatı yaşama imkanı vereyim. Yok eğer siz Allah’ı, elçisini ve ahiretteki hayatın güzelliklerini istiyorsanız…”. Neden Allah’ı ve resulü? “Beni istiyorsanız” der bunu söyleyen adam. Burada niye Allah’ı ve resulü diyor. Peygamber ise burayı niye elçi diye çevirdiniz o zaman? Aynı zamanda risalet anlamındadır. Eşine bunu söyleyen “ey peygamber, eşine şunu şunu söyle” ama sonra “Allah’ı ve peygamberini istiyorsanız şunu şunu yapın” demesi lazım. Demek ki nebi ile resul arasında tam bir fark var ki burada mecburen elçi yazmak zorunda kalmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada öyle yazıyorsa niye diğer tarafta yazmadın?
ERDEM UYGAN: Dolayısıyla şunun için söyledim; malesef bugün kuranla yeni buluşan arkadaşlarımız bu farkı meallerden görmeleri imkansız hale getirilmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela şey vardı bu Edip Yüksel de kendisine tâbi olanlarla birlikte ciddi bir protesto başlattılar internet üzerinden. Peki Edip Yüksel nasıl anlam veriyor? Onun mealine bakan kişi peygamberin helal haram koyma yetkisi olduğunu anlar mı anlamaz mı?
ERDEM UYGAN; Mümkün değil Hocam. Araf suresi 157 diyor ki mesela; “nitekim onlar yanlarındaki tevrat ve incilde yazılı buldukları o ümmi peygamberi izlerler”. Yine nebi yok. Bir kelime eksik. “O peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder ve onlara güzel şeyleri helal pis şeyleri haram kılar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Tamam. Peygamber güzel şeyleri helal pis şeyleri haram kılar. Peki Tahrim suresine nasıl anlam vermiş?
ERDEM UYGAN: “Ey peygamber, sırf eşlerini memnun etmek amacıyla Allah’ın sana helal kıldığını niye yasaklıyorsun? Allah bağışlayandır, rahimdir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Değerli izleyiciler! Konışmanım başında söylemiştim. Nebilik bir makamdır. Allah değer verdiği kişileri o makama yükseltir ve o bitmiştir artık. MuhammedSav ile nebilik bitmiştir. 24 saat nebidir O. Vakit kalırsa konuşacağız: Ailesi ile ilgili konularda, bir yönetici olarak konlarda hep kendisine nebi diye hitab edilir. Mesela az önce de söylemiştim: ben İstanbul Üniversitesi öğretim üyesiyim. Burada da bana İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi dersiniz bir başka yerde de kendimi tanıtırken öyle tanıtırım falan ama ders verirkenki durum farklı olur. Yani ben öğretim üyesi iken bir çok şeyle meşgul olurum. İşte sizinle konuşuyorum. Ama ders verirken öğrenciye doğru şeyler anlatmam gerekir. İşte Allah’ın nebilerinin insanlara Allah’ın kitabını anlatırken Allah’ın kitabı dışına asla çıkmamaları icab eder. Resullük sıfatı ile hiç bir şekilde hata yapamazlar ama nebilik sıfatıyla hata yapabilirler. Çünkü resullerin yapacağı tek şey; Allah’ın indirdiği ayeti olduğu gibi tebliğ etmektir. Bizim için de öyle şey. Biz bir kişiye Allah’ın ayetini tebliğ edersek ona en küçük ilave yada çıkarma yetkimiz yok. Bakın buralarda bu bir tebliğ görevidir. Türk toplumuna Allah’ın kitabını tebliğ görevi yapıyorlar. Hata kusur olur. Başka. Ama kasıtlı ise bu tavırları, o zaman çok ağır bir sorumluluğu vardır. Hakka suresinde Allah diyor ki; “Ve lev tekavvele aleynâ ba’dal ekâvîl, Le ehaznâ minhu bil yemîn, Summe le kata’nâ minhul vetîn: eğer bu resul bazı sözler uydursaydı bizimle ilgili olarak, onu sıkı bir şekilde yakalar şah damarını koparırdık” (HAKKA 44-45-46) diyor. Fe mâ minkum min ehadin anhu hâcizîn: siz onu koruyamazdınız” (HAKKA 47). “Ve innehu le tezkiratun lil muttakîn: bu muttakilere akıllarından çıkarmayacakları bilgidir (Allah’ın kitabı)” (HAKKA 48). Nebi olarak hata yapabilir. İşte resul olarak Araf suresinin 157.ayetinde: resul kendi sözünü söyleyen değildir. Elçidir. Allah’ın sözünü tebliğ ettiği için “ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise; onlara temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılar” derken kendi adına değil Allah’ın elçisi olarak Allah’ın emrini tebliğ ediyor. Orada helal haram kılan kendisi. Ama geçen hafta da konuşmuştuk; Tahrim suresinde nebi kelimesi geçiyor resul değil. Eğer resul sıfatıyla o hatayı yapsaydı Allah Onun şah damarını koparırdı. Yapamaz öyle bir şey. Ama nebi sıfatıyla yapabilir. Mesela ben öğretim üyesi olarak derste gidip yalan yanlış şeyler anlatamam gidip talebelere ama onlarla laubali olamam, bir takım şeyler yapamam ama öğretim üyesi sıfatımla başka zamanda başka yerlerde, evde, şurda, burda arkadaşlarımla şaka yapabilirim. Nebi sıfatıyla MuhammedSav, Hafsa validemiz Mariye’yi kıskanıyor. Diğer eşleri de kıskanıyor. Çünkü Mariye güzel bir kız. Nebimiz de diyor ki; “isterseniz ben artık onunla ilişkiyi tamamen keserim diyor. Kendine haram kılıyor. Allah da diyor ki; TAHRİM 1.. Ayet: Ya eyyuhennebiyyu: ey nebi”, “lime tuharrimu ma ehallellahu leke: Allah’ın sana has olarak helal kıldığı şeyi” sadece senin için helal kıldı diğerleri için helal kılmadı Onu. Yani fey olarak hediye edilen Mariye’yi Allah sana helal kıldı. Senden başka kimseye böyle bir şey yok. Onu da Ahzab suresinin 50. ayetinde. Gerçi o ayete de inanılmaz yanlış anlamlar vermişlerdir cariyeleri odalık olarak kullansınlar diye. Burada cariyeler ile ilgili dersler de yaptık. Gerçi bu ekranlarda yapmadık ama bizim internet sitemizde bulabilirler ve Süleymaniye Vakfı sitemizde yazımızı görebilirler. Dergimizde de yayınlandı. Niye haram kılıyorsun Allah’ın sana helal kıldığını? Peygamber derseniz, ona da peygamber buna da peygsmber dedin mi her şey birbirine karışır. Bu peygamber size temizleri helal pisleri haram kılar-Ey peygamber sen niye Allah’ın helal kıldığını haram kılıyorsun? Ne oldu şimdi? Hem yetki verdin hem burda yetkisini kısıtlıyorsun. Üstelik başkasına da yapmamış kendi nefsi için yapmış. O zaman Allah’ın kitabında ne oluyor? Çelişki oluyor. Bu konu oldukça yaygın olarak böyle.
YAHYA ŞENOL: Siz programınızda söylemiştiniz belki bir daha tekrar etmek gerekir. Resul ve nebi kelimelerinin arasında fark yok diyenler var ya? Allah bir yerde resulü kullanmış tercih etmiş, bir yerde nebiyi tercih etmiş. Peki yanyana geldiği zaman nasıl olacak? Al ve kırmızı örneğimiz vardı ya, onu tekrar ederseniz iyi olur.
ERDEM UYGAN: Fatih Hoca söylemişti. Fark yoksa o zaman iki farklı kelimenin birbirini sıfatlaması mümkün mü? Kırmızı-kırmızı ya da araba-araba diyemeyiz. Veya kalem-kalem diyemeyiz. Uzun-uzun diyemeyiz. Peygamber-peygamber diyemeyiz. Bir şey iki kelime biri sıfat biri isim ise mutlaka birbirinden farklı olmak zorunda. Biri diğerini nitelemek zorunda. Kırmızı kalem diyebiliriz. Kalem kalem ya da kırmızı kırmızı diyemeyiz. Aynı şekilde nebi nebi yada resul resul diyemeyeceğimiz gibi. Nebi olan resul diyeceğiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman nebi olmayan resul de var.
ERDEM UYGAN: Var demektir. Çünkü ümmi olan resul oluyor. Zaten aynı tamlama içerisinde ümmiyi sıfat olarak alıp ümmiyi almamak bambaşka tuhaf bir şey.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanlara diyoruz ki meal okuyun kardeşim. Ama yine de bu mealleri okumak öbür kitapları okumaktan daha iyidir. Hiç olmazsa gene doğru bilgiler var.
ERDEM UYGAN: Hocam bir reklam yapabilir miyim? Bu hafta Yükselen Sözler var, ondan sonraki hafta da inşallah pazartesi günü Fatih Hocam ile birlikte Zeki Hoca’yı da yanımıza alıcaz inşallah. Yine bu konuyu daha detaylı bir şekilde tüm bir program boyunca HilalTv’den izleyicilerimize sunacağız Kök programında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben de zannettim bizim Bakara suresinin çıktığını deklare edeceksin! Bakara suresi meali çıktı bu hafta. İzleyicilerimize duyurulur. Vakfımızdan alabilirler
Başka bu meallerden okuyacakmıydınız yoksa mesele anlaşıldı mı?
A.YAZICI: Örnek verebiliriz. Bende mesela Sületman Ateş’in.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabatabai’nin var mı sende. Şia’nın hakkı kalmasın bugün.
ABDURRAHMAN YAZICI; Örneğin El Mizan tefsiri isimli şeyde Araf suresi 157.ayet…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabatabai, şiilerin çok güvendikleri bir alimdir ve El Mizan diye tefsiri vardır.
ABDURRAHMAN YAZICI: İnternette var. Bir kısmı iyi tercüme ediliyor ama tercüme edilmiş büyük çoğunluğu. El Mizan tefsirinde Tabatabai: “onlar adını ellerindeki tevratta ve incilde yazılı buldukları şu okuma yazmasız (ümmi) peygambere uyarlar. O, onlara iyiliği emreder kötülüğü yasaklar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada da iki kelimeyi teke düşürmüş. Resul nebiyi bırakmış peygamber kelimesine düşürmüş. Az önce işte Erdem Bey’in uzun uzun anlattığı gibi Allah; “nebi olan resul” diyor siz “peygamber” diyorsunuz. Vatandaş burdan bir şey anlayamaz ki.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Onlara temiz şeyleri helal kılıp pis şeyleri haram ilan eder ve ağır yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri kaldırır. Ona inananlar onu desteklekleyenler ona yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nura kurana uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne oldu şimdi! Peygamber helal kılıyor haram kılıyor değil mi? Aynı şey onlarda da var hiç değişen bir şey yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Diğer meallerde de örneğin okumuşken Süleyman Ateş Hoca bu ayete nasıl meal verdiğini de okuyabiliriz Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok az vaktimiz kaldı. O da farklı bir şet söylemiyor. Farklı söyleyen hiç kimse yok. Ama bu arada şunu da göstereyim: az önce Bakara suresi dedik. Bu,Bakara suresinin meali. Küçücük kitap halinde çıkardık ki seri halinde inşallah diğer sureler de çıkacak. İnsanlar yolda, otobüste başka yerlerde çok kolay bir şekilde ceplerine koysunlar çıkarsın okusunlar tekrar koysunlar diye. İnşallah istifadeli olur.
Şimdi biz dersimizin başında Bedir Savaşı örneğini vereceğiz demiştik. Bakın şimdi Araf suresinin 157. ayetinde dedi ki; “bu nebi olan resul onlara temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılar” dedi. Peki Enfal suresinin 67. ayetinde Allah nebi sıfatıyla MuhammedSav’e ne diyor? Enfal suresi kuranın 8. suresidir. Burada 67. ayette. Önce şunu söyleyelim tekrarlayalım şeyi. 24 saat nebi. Savaşa gittiği zaman nebi, ailesi içerisinde nebi, günlük işlerini yürüttüğü zaman nebi. Kuranı tebliğ ettiği zaman resul. Kuranı tebliğ ettiği zaman helal-haram koyan kurandır. Dolayısıyla ayrı bir helal-haram kılan kişi yoktur. Ama bu kavramlar karma karışık olduğu zaman malesef her şey birbirine karışıyor. Bakın şimdi Bedir Savaşı sırasında Bedir Savaşı’ndan önce bir ayet indi: Muhammed suresinin 4.ayeti. Orada Allah şöyle diyor: MUHAMMED 4.. Ayet: Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab: kafirlerle savaş meydanında karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun”, “hatta iza eshantümuhüm: onları etkisiz hale getirdiğiniz zaman”, “fe şüddül vesaka: bağı sıkı tutun esir alın”, “fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen: daha sonra bunları karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakırsınız”. Bu konuda bizim sitemize girerseniz bununla ilgili çok sayıda sohbet bulursunuz kurandersi.com sitesinde. Çok sayıda bağlantıları var ama bugün sadece tadımlık olarak anlatabileceğiz. Burada NebimizSav Bedir’de düşmanı etkisiz hale getirmeden esir almıştır. Muhamed suresine aykırı davranmıştır. Eğer resul sıfatı ile aykırı davransaydı Allah şah damarını koparırdı. Hiç affetmezdi. Ama nebi sıfatıyla aykırı davrandığı için onu çok ağır bir şekilde burada itham ediyor. Diyor ki; ENFAL 67.. Ayet: Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra: hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur” yani ne sen alabilirdin ne de senden öncekiler alabilirlerdi. “hatta yüshıne fil ard: o savaş meydanında”. “Fil ard: savaş meydanı”. Elif-lamlı olduğu için “orada”. Öbür ayetle de birleştirdiğimiz zaman herhangi bir şüphe kalmaz. Muhammed 4. ayeti ile birleştirdiğimiz zaman. Savaş meydanında düşmanı tam etkisiz hale getirmeden hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur. Peki Muhammed sav aldı. Sahabe de ses çıkarmadı. O ayeti onlar da biliyordu. Gelip Onu uyarmaları gerekirdi. Mumtahine suresinin 12.ayetine göre gelip onları uyarmaları gerekirdi. Çünkü orda “ve la yâsineke fi maruf” diyor. Yaptığın doğru işlerde sana karşı çıkmayacaklar. Burada yapılan yanlış bir iş var, gelip uyarmadı müminler. Onun için orada diyor ki Allah; “türıdune aradad dünya: siz hemen elinize geçecek bir şeyler istiyorsunuz”. “Ed-dünya: en yakın” anlamına gelir arapçada. Hemen elinize geçecek bir şeyler istiyorsunuz. Esirleri gördünüz dayanamadınız, Allah’ın emrini unuttunuz. “vallahü yürıdül ahırah; halbuki Allah daha sonrasını istiyor”. Bu surenin başında Bedir Savaşı’nda Allah Mekkeliler’in kökünü kazımak istediini bildirmişti. 8.ayete bakarsak onu net bir şekilde görürüz. Orada diyor ki. 7. ayetmiş. ENFAL 7.. Ayet:“ve yürıdüllahü ey yühıkkal hakka bi kelimatihı: Allah kendi sözleri” çünkü önceden, Bedir günü zafer vereceğini Mekke’de iken müjdelemişti. Bedir günü İranlılar ile Romalılar’ım savaşacağı ve İranlılar’ın yenileceği gündür. Rum suresinde Allah o sözü vermişti Mekke’de inen. “ve yaktaa dabiral kafirın: o kafirlerin kökünü kesmek istiyordu Allah”. Yani Bedir savaşında müslümanlar Allaj’ın Muhammed suresinde verdiği emre göre hareket etselerdi doğru Mekke’ye gideceklerdi. Azcık bir şey aldınız bu olmadı. Mekke’ye gittiniz mi herşey sizin olacaktı. Diyor ki; “siz hemen elinize geçecek”, “vallahu yuridul ahirah; Allah sonrasını istiyor”. “Yaktaa dabiral kafirin vallahu azizul hakim: Allah üstündür, kararları doğrudur”. Bak Allah size böyle söyledi surenin 8.ayetinde. ENFAL 68.. Ayet: Lev la kitabüm minellahi sebeka”: daha önce Mekke’de iken Rum suresinde size bu Rumlar ile Persler’in karşılaşacağı gün zafer sözü vermeseydim diyor Allah. Daha önce böyle bir sözüm olmasaydı “lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym: aldığınız bu esirlerden dolayı sizi azabı azim yakalardı”. Azabı azim’e bakın kuranda münafıklarla ilgili geçer, kafirlerle ilgili geçer, Aişe validemize zina iftirası atanlarla ilgili geçer. Yani büyük günah olarak kabul edilir. Allah Bedir’de müminlere daha önce zaferi söz verdiği için müminler orada zafer kazandılar ama bunu hak ederek kazanmadılar. Allah söz verdiği için kazandılar. Halbuki hak ederek kazansalardı o gün Mekke’ye gideceklerdi. O gün Mekke’ye gitmediler, Mekke’nin fethi 6 sene sonra yapıldı. Bu, hicretin 2. yılı. Hicri 8. yılda yapıldı. Mekke feth edilmeden önce müslümanlar bir Hudeybiye antlaşması yapmışlardı. O zaman FETİH, 1.. Ayet: İnna fetahna leke fetham mübına” suresi inmişti. “Senin önünü iyice açtık”. Niye? FETİH 2.. Ayet: Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara”. Mekke’de de bir hata yapmıştı. Ayetlerde var. Şimdi vaktimiz kalmadı. Bir de Bedir’de yaptığı hata. “Önceki ve sonraki hatanı Allah günahını affetsin diye”. “Zembike: senin günahının”. Ama bizim gelenekte bu dediklerimizin hiç birisi bir nebide olmaz ama Allah’ın ayetlerinde olur. Yani öyle bir nebi anlayışı var ki bize örnek olması mümkün değil. Ama bu nebi herşeye bize örnek olur. Sonra ne zaman ki Muhammed sav Mekke’yi fethetti o zaman Nasr suresi indi. Ondan önce de inmiş olabilir çünkü o ayetin metni ona da müsait. NASR, 1.. Ayet: İza cae nasrullahi velfeth: Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman” Mekke’yi feth ettiğin zaman NASR, 2.. Ayet: Veraeytennase yedhulune fiy diynillahi efvace: insanların bölük bölük bu Allah’ın dinine girdiğini gördüğün zaman” NASR, 3.. Ayet: Fesebbıh bihamdi rabbike: herşeyi Allah güzel yaptığı için Ona boyun eğ/Onun emrine itaat et”, “vestağfirhu: o zaman Allah’tan bağışlanmayı iste”. Yani bak sen Mekke’nin fethini geciktirdin burada günaha girdin. O zaman feth ettikten sonra önce döktüğünü temizle ondan sonra estağfurullah de. “Vestağfirhu; istiğfar et”, “innehu kane tevvaba: çünkü O tevbeleri kabul edendir”. Şimdi burada ne gördük bakın: MuhammedSav be ashabının Bedir’de yanlış üzerine icma ettiklerini gördük. Şimdi islam uleması icma diye bir delil uydurmuştur. Bu ayeti doğru anlayabilir mi hiç? Ondan sonra, Resulullah’ın Hudeybiye antlaşmasından sonra inen “senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın” diye bunu da bakarsanız vaktimiz kalmadığı için şey yapmıyoruz siz bir bakın meallere nasıl anlam vermişler. “Efendim Onun zaten geçmiş gelecek günahları affedilmiştir”. Halbuki önceki ve sonraki günahların diyor, “geçmiş ve gelecek günahların: diyorlar. Ee o zaman Allah buraya niye yazdı? Öylesine yazdı haşa. Allah’a biraz saygılı olun kardeşim ya! Ve dikkat ederseniz o zaman Nasr suresinin hiç bir anlamı kalmaz. Dersiniz ki; ya nasıl oluyor! Mekke’yi feth edecek ondan sonra istiğfar edip tevbe edecek. Bu nasıl olur kardeşim? Hiç bir bağlantısı olmaz Nasr suresinin. Evinizdeki tefsirlere bakın bakalım böyle anlatan birisini bulabilecek misiniz? İşte nebi ve resul kavramlarının anlaşılamamasının, yanlışlığının kuranı anlamada dini anlamada ne kadar büyük yanlışlara sebebiyet verdiğini bu derste anlatmış oldul. İnşallah mesele anlaşılmıştır. Buradan bu ulemayı tekrar bu konuyu bizimle müzakere etmeleri için davet ediyoruz.