Elhamdülillahi Rabbilâlemin esselatü vesselamü alâ resulina Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmain
Bir Ramazan-ı Şerifin daha sonuna geldik. Cenab-ı Hakk ibadetlerimizi kabul eylesin. Allah nasip ederse yarın Bayram olacak. Biliyorsunuz, Bizim bu sene yayınladığımız bir takvim var. O Takvimi yapan arkadaşımız nasıl olmuşsa Ramazan’ı 29 gün olarak yazmış. Çok sıkışık bir vakitte olduğu için Bizde kontrol etmeden hemen neşrettik. Ertesi gün değiştirdik ama o gün alanlar aldı ve yayıldı. Dolayısıyla her gün soruyorlar. Bayram Allah nasip ederse yarın. Türkiye için Diyanet İşleri Başkanlığı
‘nın yapmış olduğu hesap doğrudur. Şundan dolayı doğrudur. Kur’an-ı Kerim Bize Ay’ın ve Güneş’in hesapla olacağını bildiriyor. Mesela Rahman Suresin de diyor ki; “Güneş ve Ay hesap iledir”(Rahman Suresi 5.Ayet) buyuruyor. Yunus Suresinin 5.Ayetin de de “ Güneşi Ziya, Ay’ı Nur yapan O’dur” buyuruyor. “Ziya” dediğimiz “Güneşin Işınları” oluyor. Biliyorsunuz, Biz Ufukta Güneşin kendisini göremeyiz, Bizim gördüğümüz Güneşin Işınlarıdır. “Ay’ı da Nur yaptık” diyor. “Nur” Işın kendisi değildir. Mesela şimdi bulunduğumuz Odada ki lambalardan ışık yansıyor. Işın kaynağı lambadır, Lambadan çıkan “Ziya” dır. Ama etrafa yayılan aydınlığın adı da “Nur” dur. Dolayısıyla “Nur” Aydınlığın kaynağı değildir, Aydınlığın sonucudur. “Ay’ı Nur yaptık” dendiği zaman “Bir yerden gelen ışıkla aydınlanıyor” demektir. O kendi aydınlığını başka tarafa da yansıtabilir. O zaman “Nuru Yansıtan”, “Münevvir” manasına gelir. “Güneşi bir ışık kaynağı (Işığın kendisi yapan) O’dur. Işığın yansıtıcısı (Güneş ışı ile aydınlanan) bir varlık yapan O’dur.”( Yunus Suresi 5:Ayet). “ve kadderahu menazile”, “kadderahuda ki Ona belirledi” (Yunus Suresi 5.Ayet) “kaddera lehu” Manasındadır, “O” dediği de yukarı da ki “Ziya” dır, Yani “Güneşten gelen ışınlar” dır. “Allah O Güneşten Gelen ışınlar için inme yerleri belirlemiştir”(Yunus Suresi 5.Ayet). Şimdi şu Odamızda bulunan tam karşımızda ki Lambadan üzerimize gelen ışığın belli bir hesabı vardır, Aydınlattığı yerler, Işığın ulaştığı yerler. Güneşte öyle, Güneşin ışınlarının da belli bir Menazzili… yerler vardır. Bu Menazil hem dünyada olur, Hem Ay’da olur. Dolayısıyla Güneş ışınları Ay’a iner. Yasin Suresinin 39.Ayetin de Allah’ u Teala buyuruyor ki; “Ay için İniş yerleri taktir etmişizdir”. Şöyle düşünün; Güneş ışınları Ay’a yansıdığında sonuçta Ay’ın sadece bir bölümüne vuruyor. Allah’ u Teala orada öyle bir denge yapmış ki; Güneş ışınları Ay’ın belli yerlerine iniyor. O ışınların indiği yerleri biz ancak görebiliyoruz, Ay’ın kendisini çıplak göz ile göremiyoruz. Ay’da bizim gördüğümüz kısım Güneşten gelen ışıkların indiği yerlerdir. O yüzden “hatta ade kel urcunil kadiym”(Yasin Suresi 39.Ayet), “Ay, Kuru bir Hurma çöpüne dönüyor” diyor. Araplarda Hurma olduğu için Hurma sapına dönüyor, Hilal şekline geliyor. Işın şekline göre şekilleniyor, Bazen tam “Dolun Ay” şeklini alıyor; O zaman Güneş Ay’ın tamamına vuruyor. O Işın azalıyor, Azalıyor-azalıyor bakıyorsunuz ki ince bir “Hilal” şeklinde görüyorsunuz.. “Yılların sayısını bilesiniz diye böyle yaptık”(Yunus Suresi 5.Ayet) diyor. Yani Ay, Gökyüzünde bizim Takvimimiz oluyor. Orada ki Güneşin ışıklarının oradan bize yansıyan aydınlığa göre Ayları belirliyoruz. Diyoruz ki; “Bu gün Ay’ın ilk günü” ya da “ Bu gün Ay’ın son günü” diyoruz. Çünkü Bu Akşam Hilal gözükecektir Büyük Okyanustan başlamak suretiyle Batıya doğru sürekli doğacak. Mesela Yemen de çok net bir şekilde gözükecek Allah Nasip ederse. O da bir Hilal şeklinde gözükecek. “Senelerin Sayısını bilesiniz diye”(Yunus Suresi 5.Ayet) diyor, Senelerin sayısının bilinmesi de Ayların sayısının bilinmesiyle başlar, Ayların Başlangıcı ve bitişine göredir. Akşam Güneşin batmasından itibaren Hilal gözükecek şekilde batmasıyla yeni bir Ay başlıyor. İşte Bu Akşam Allah Nasip ederse öyle olacak. Yarın Şevval Ay’ının 1.Günü olacak. Ramazan Ay’ı da bitmiş olacak. Ayette diyor ki; “Senelerin hesabını ve sayısını bilesiniz diye” Peki bu “Hesap” Ne Hesabı? Bu Hesap hem Ay’ın hesabı, Hem de Güneşin Hesabıdır. Güneşin hesabını bilmemizin de sebebi; Güneşin ışınlarının Dünyamıza geliş açısıdır. Güneş ışınlarının Dünyamıza geliş açısı sürekli değiştiği için onunla da Namaz Vakitlerini belirleyebiliyoruz. Bu Ayet sebebi ile Biz ancak Kutup Bölgesinde Namaz Vakitlerini belirleme imkanımız oldu. Baktık ki Allah, Bütün Vakitleri Güneş ışıklarının gelişine göre ayarlamış. O zaman da hesabı yapmak kolaylaşıyor. Bunu ortaya koyduğunuz zaman “ Eş şemsu vel kameru bi husban”(Rahman Suresi 5.Ayet)’ nin ne demek olduğu anlaşılıyor. Çünkü Allah; Güneşin ışınlarının hem Dünya ya hem Ay’a gelişine ölçüler koymuş. Ay’ın bize yansıttığı Nur’a, Yani Aydınlığa bir ölçü koymuş. Bu ölçüleri tespit edebildiğiniz zaman Takvim hesabını çıkarma imkanınız oluyor. Hem Ay Takvimi hem Günlük Takvim çıkarma imkanınız oluyor. “Günlük Takvim”, “Güneş” e göre, “Ay Takvimi” ise “Kamere” göre belirleniyor. Bu bir hesaptır. Hesapsa bu hesabı bilecek insanlara ihtiyaç vardır. Ciddi bir hesaptır. Gerçekten son derece önemli meselelerdir. Bu konuda Uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç vardır.
Peki, Peygamberimiz (s.a.v) zamanında bu konuda Uzmanlaşmış kimseler var mıydı? Yani, Ay ve Güneş konusunda; Ay’ın hareketleri, Güneşin hareketleri, Işınların geliş açılarına göre hesap edilmesi gibi durumlar için Uzman kimseler var mıydı? Mesela şimdi ben size Yunus Suresinin 5.Ayeti için bir meal verdim. Siz bunu her hangi bir Tefsir de bulamazsınız, Mealler de de bulamazsınız. Neden bulamıyorsunuz? Çünkü o meali verebilmek için arkasında o sistemi iyi bilen biri meal veriyor olması gerekir. Yani Güneş ile Ay’ın sistemini bilmez iseniz Benim verdiğim meali veremezsiniz. Yıllarca bu konu üzerinde çalışmış olmanın sonucu olarak bu meali veriyorum. Zaten bu tür Ayetler olmasaydı tekrar ediyorum; Şu anda Süleymaniye Vakfı Takvimi’ni çıkarmış olamazdık. Ve Allah’ a Hamd olsun ki şu an Dünya da en ileri Takvim Bizim Takvimimizdir.
Peygamberimiz (S.a.v) zamanın da Hilalin hareketleri konusunda Uzman insanlar yok, Astronom yok Olmadığı için Peygamberimiz Diyor ki; “Biz ümmi bir topluluğuz. Bu konuda bilgi sahibi değiliz. Biz hesapta yapamıyoruz, Yazamıyoruz da.” Yani “Ay ve Güneş bilgilerinin ne yazılımını yapabiliriz ne de hesabını yapabiliriz” diyor. Evet, Kur’an-ı Kerim bunu bir hesaba bağlamış ama hesabı yapacak bir Uzmanınız yoksa nasıl hesap yapacaksınız? Bu yüzden de demiş ki Peygamberimiz (S.a.v) “Ay şöyle-şöyle olur” demiş. İnsanlar iyice anlasın diye vücut dilini kullanarak on parmağını işaret ederek 30 günü ve 29 günü işaret etmiştir. 29’ da olur, 30’ da olur. Peki nasıl 29 olur, Nasıl 30 olur? Peygamberimiz de onun için demiş ki; “ Hilali gördüğünüz zaman Oruca başlayın, Hilali gördüğünüz zaman Orucu bitirin” demiş. Daha sonra da “Şaban Ay’ını 30’ a tamamlayın” demiştir. Yani “Baktınız Hava bulutlu Hilali göremediniz Otuza tamamlayın” diyor. Bu çok pratik bir çözüm ama asıl çözüm bu değil. Az önce dediğim gibi “Hesap” gereklidir. Tabi Hesapta Uzmanlık gerektirir. Şimdi İslam Alemin de her zaman şikayet ettiğimiz bir husus var; Hadisi Şeriflere Kur’an-ı Kerim’in şemsiyesi altında yaklaşılmıyor. Evet Peygamberimiz; “Hilali Gördüğünüz zaman Oruç tutun. Tekrar gördüğünüz zaman bırakın” demiş ama gerekçesini de söylemiş. Çünkü Peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’e aykırı bir şey söylemesi mümkün değildir. Çünkü Allah’ u Teala Maide Suresi 49.Ayette diyor ki; “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” buyuruyor. Bu da Allah’ın indirdiği bir hükümdür, Olabilecek olanı söylüyor, Elde her şey olmadığı taktir de, Uzmanlar olmadığı için yapılabilecek olanı söylüyor. Şimdi Uzmanlar var Allah’a şükür. Uzmanlara verilecek kriter şudur; Görme esasına göre Güneşi belirleyeceksiniz. Yani Hilali öyle bir ayarlayacaksınız ki; Güneş Akşam battıktan sonra Hilal batar. Güneşin batmasından belli bir süre sonra batmalı ki çıplak gözle görülebilsin. Bununda hesabını, Kriterlerini Astronomlar ortaya koymuşlar. Niye öyle olsun? Herkesin elinde takvim olamaz ki. Mesela Allah yardımcıları olsun Suriye de bir çok Müslüman savaş yapıyor. Savaş sırasında tüm elektrikte gidiyor, Akla gelebilecek diğer unsurlar da gidiyor. Ama orada ki kişi yarın bayram yapacak mı? Yapmayacak mı? Bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla o kriter devam etmelidir. Yani çıkıp bakabilmeli. Hiçbir şey olmadığı zaman bilecek ki ………... O zaman Astronotların yaptığı hesapla ……… arasında tam bir uyuşma olmalı. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı 1978 yılından beri böyle bir kriter ortaya koydu ama hep tekrarlayıp duruyorum; Diyanet’in İnternet Sitesinde şu anlattıklarımız da yazması lazım. Ben bu olayın başlangıcını da biliyorum. O zamanlar İstanbul Müftülüğünde Müftü Yardımcısı idim. Toplantılar yapılırken katılımcı olarak değil de ev sahipliği yapan kişiler arasındaydım. O zamanlar fıtratın sevki ile böyle bir karara varıldı ama bunun altı bir türlü doldurulamadı. Yapılan doğru, Verilen karar doğru fakat gerekçelendirilemedi. Hâlâ da öyle. Gerekçelendirilemediği için biliyorsunuz Ramazandan önce Diyanet İşleri Başkanlığı bir ekibini Hilal gözetlemesi için “Aydos” Tepelerine çıkardı. Halbuki bu şekilde mümkün değil. Ama şu bir gerçek Ramazan Ay’ına doğru günde başladık. Eğer Peygamberimizin Hadisini uyguluyorlarsa ertesi gün kesinlikle Oruca başlamamamız gerekirdi. Çünkü gece onu görmek mümkün değildi. Biliyorsunuz biz İnternet Sitemizde yayınladık; “Ramazana Doğru günde Başladık” şeklinde bir açıklamayı. Neden öyle bir Açıklama yayınladık? Bu Ayetlerden dolayı yayınladık. Dikkat ediyor musunuz; Ayetlerle Hadisleri birleştirdiğiniz zaman en küçük bir uyumsuzluk var mı? Son derece güzel ve rahat bir şekilde iş çözülüyor. Diyanetin bir an önce bunu İnternet Sitesinde yazması lazımdır. Yaptıkları açıklamanın altını doldurması lazımdır. İslam Alemin de bu yok maalesef. Size şu anlattıklarım, Üç senedir anlatmama rağmen az bir kısmın bunu dillendirdiğini görüyorum, Bu da güzel bir şey. Peki biz bunu nasıl yaptık? Prensip şu idi; Peygamber efendimiz Kur’an’ın söylemediğini söyleyemeyeceği için Biz bu defa her bir Hadisin bağlantılı olduğu Ayeti aradığımız için bunlar ortaya çıktı. Yarın Allah Nasip ederse Bayram edeceğiz. Zaten her hâlükârda bayram olması lazım çünkü bu gün Otuzuncu gündür. Günümüzde Astronomlar var, Kriterler, Peygamberimizin koyduğu kriterler olmak şartıyla Kameri ayların ona göre tespit edilmesi gerekiyor. Ama İslam Alemin de bu mantık henüz yok. Çıkıp kendileri bakıyorlar. Kur’an- Kerim’in Astronomiye bıraktığı bu konuyu gözlemle kendileri halletmeye çalışıyorlar. Ama Kur’an-ı Kerimin insanlara bıraktığı husus mesela; Bu Ramazanda biliyorsunuz (2012 Ramazan Ayı) İmsak meselesi oldu. Daha bu Sabah saat 05:30’ u geçene kadar yedik-içtik ama İnsanlar 04:32 de yemeği kestiler. Ramazan Ay’ının Başında yetmiş dakikaları geçiyordu ama sonuna doğru 60 dakikalara düştü, Bu her gün değişir normal bir durumdur. Peki neden Bu böyledir? Bunun için Allah’ u Teala diyor ki; “ O Fecir tarafından (o kızıl ışığın oluştuğu tarafından) size göre siyah iplik beyaz iplikten kesin olarak ayrılıncaya kadar yiyin için. Sonra Akşama kadar Orucu tamamlayın” (Bakara Suresi 187.Ayet) buyuruyor. Bakın; “Ay ve Güneş bir hesaba göredir”(Rahman Suresi 5.Ayet) diyen Rabbimiz, Bu Ayette ne dedi; “Size göre” dedi. Ne demek istedi? “Kalk ve dışarıya bak” demek istedi. 19. Asra kadar, Osmanlılara kadar böyle idi, Kalkıp bakılıyordu. Ama Osmanlı da yapılan bir hata ile değişiklik oldu. 19.Asırda Gazi Ahmet Muhtar Paşa bir hata yapmış. Hata yapabilir, İnsandır, Hata yapması doğaldır ama arkasından gelenler o hatayı kökleştirmişlerdir. O zamanlar Osmanlının etki alanı tüm Dünya olduğu için, Gazi Ahmed Muhtar Paşa tutmuş Namaz Vakitlerini Astronomiye bırakmış. Görüyor musunuz; Astronomiye bırakılması gereken Hilal konusunu “Biz gözlemleyeceğiz” diye Müslümanlar ellerine alıyorlar. Dolayısıyla birisi Oruca başlıyor, Diğeri ertesi gün başlıyor, Bir başkası da bir sonra ki gün Oruca başlıyor. Ya Kardeşim; Bütün Dünyaya hitap eden bir din böyle bir şey yapar mı? Ramazanın biri ise her tarafta biridir. İkisi ise her tarafta ikisidir. Aksi taktir de hesap olmaz. Mesela birisine borcunuz var. Borçlu kişi “Ramazanın birinci günü borcumu ödeyeceğim” dedi. Ramazanın birinci günü hangi gün? Biri Salı diyecek, Biri Çarşamba, Biri Perşembe diyecek. Hadi çık işin içinden nasıl çıkabilirsen. Ama bu iş Astronomiye bırakıldığı zaman bir problem çıkmaz. Çünkü kuralı bellidir. Tarihi evrensel olur. “Onu Biz yaparız” diye kendileri üstleniyor, Ramazandan önce Aydos Tepesine çıkıp Hilal’i araştırıyorlar. Halbuki “Sen Bak”(Bakara Suresi 187.Ayet) denilen bir konuda da Diyanet İşleri Başkanı açıklama yaptı, Ne dedi; “Biz Namaz Vakitleri ile ilgili Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi bölümü ile iş birliği yaptık” diyor. Namaz Vakitleri onun konusu değil Kardeşim! Yani bu gariplikte bu mesele ile tekrar gündeme getirilmiş oldu. Sonuç olarak; Yarın Gönül Hoşluğu ile Bayram yapılacak. Birçok kimse de bilgileri yanlış kullanıyor. Ben bazen “Acaba hatamı yapıyoruz” diye terettübe düşüyorum. Dün bana Yahya Hoca bir hesap getirdi. Bizden aldıkları bilgileri kullanmışlar ve “Bayram şu gün” diye ilan etmişler. Astronomi de iki türlü kriter vardır; birincisi “Kavuşum” esas alınarak, Yani Hilal’in gözle görünmesi kriterine bakılmaz, “Kavuşum” a göre yeni Ay başlatılır. Eğer o kritere bakmazsanız bu gün (18 Ağustos 2012) Ay’ın Biridir. Ama gözle görünen kriteri esas aldığınız taktir de yarın Ay’ın biridir. Diyanet yazmış ilgili Ayetleri; “Efendim, O zaman öyle idi, Şimdi böyle. Kavuşum esas alınır ve Cumartesi günü Bayram başlar” demişler. Ya Hu yapmayın. Bunlar da Kur’an-Sünnet bütünlüğü yok. O zaman Sünneti sıfıra indiriyorlar. Sanki Peygamberimiz Haşa! Boşuna gelmiş. Halbuki Peygamberimizin Kur’an’ın emri ile bizi öğrettiği iki şey var; Birisi Hikmet, Birisi Kur’an. “Hikmet” Kitaptan çıkarılan hükümlerdir. İşte Peygamberimizin sözünün Kur’an’a nasıl birebir uygun olduğunu az önce gördük. Ama bu uygunluğu görmeyenler, Göremeyenler, İlişkisini kuramayanlar birini alıyor birin bırakıyorlar. Tarih boyunca Sünnet alınıp Kur’an bir tarafa bırakılmıştı, Az önce anlatmaya çalıştığımız gibi. Şimdide yeni yeni akımlar çıkıyor, Bunlarda Kur’an’ı alıp Sünneti bir kenara bırakıyorlar. İkisi de yanlıştır. Birde Servet Hoca dün bana bir yazı göndermişti; “Güneş başka taraftan doğar, Ay başka taraftan doğar diyor. Yani Ay batıdan, Güneş doğudan doğuyormuş. Devamında “……bakacaksınız, ….. göreceksiniz” gibi bir takım şeyler daha yazmışlar. Bir de bu şahsın Şeyhliği var. Bu şahsın ismini açıklamıyorum, Belki bazıları rahatsız olur. Ben de Servet Hocaya dedim ki; “Sen dua et Güneşin doğudan doğduğunu biliyor en azından. Bu da büyük bir gelişme ve nimettir” dedim. Bu bana bir hatıramı hatırlattı; Bir gün İstanbul Müftülüğündeyiz. Benin Fatih İlçesinde oturduğum evin bitişinde bir Camii var. O Camii de tutup bir gün öncesinden Ramazan Bayramı Namazı kılmışlar. Ama Benim hiç haberim olmamıştı, Nasılsa kılmışlar, Oruç bozmuşlar. Sonra şikayet ettikleri için İmam Müftülüğe gelmiş. Allah Selamet versin Selahattin KAYA İstanbul Müftüsü idi, Beni yanına çağırdı. Gittim baktım ki bizim Mahallenin İmamı orada. “Hoş geldin” dedim. Müftü bana dönüp; “Ya bunlar Hilali görmüşler, Bir gün önce Orucu bozmuşlar” dedi. “Nasıl Gördünüz?” dedim. “Güneş nereden batıyor?” diye İmama sordum. Doğru cevap verdi. “Nerden gözlemlediniz?” dedim. “Fatih Camiinin bahçesinden gözlemledik” dedi. “Caminin Cadde tarafından mı yoksa gelen beri tarafından mı?” dedim, “Cadde tarafından” dedi. “Peki güneş ne taraftan batıyor?” dedim, “Gelen beri tarafından” dedi onu da doğru bildi. “Peki Hilali nasıl gördünüz?” dedim, “Güneş battıktan sonra Hilal Batıdan doğdu” dedi. Dedim ki; “Sen bu konuyu uzaktan yakından hiç bilmiyorsun, Neden böyle yaptın?” dedim, “Olur mu öyle şey” falan dedi. Biraz yaşlı bir adamdı, “Ya Kardeşim birinci günün Hilali doğarken gözükmez, Batarken gözükür” dedim. Onlar Doğarken gözüktüğünü zannediyor, Batarken gözükür. Önce Güneş batar hemen arkasından Hilal batar. O yüzden çok kısa bir süredir. Gördün gördün, Göremedin, Göremezsin. Tabi Adam yine başladı bir sürü söylenmeye. Baktım ki Adamda hiç bilgi yok konuşamıyorsun. Gerçekten cahil ile konuşmak çok zordur. Bir de kendini Alim zannedince büsbütün imkansızlaşıyor. Sonra Adama dedim ki; “Peki, Ne zaman gördün Hilali?”, “Yatsıdan sonra” dedi. “Yahu bu ancak beş, Altı gün sonra olacak şey, Olacak bir şey değil bu. Yanında da bir tane şahit getirmiş. Müftü Bey ona da sordu; “Sende gördün mü?” dedi. Adam “Valla Hoca gördüm dedi, “Var” dedi, Bizde tamam dedik, Uyduk” dedi. Adam ne yapsın? Hem yalan söylemek istemiyor, Hem Hocayı kırmak istemiyor. Böyle komediler yaşanıyor maalesef. Ben Diyanette görevli iken bir keresinde Hatay’a gitmiştik. “Hilali gördük” dediler, “Nerede Gördünüz?” dedim, Gören Adamı bir türlü bulamıyoruz, “Falanca görmüş, Filanca görmüş” diyorlar. Ona gidiyorsun o da; “Yok ben değil Filanca görmüş”, Ona gidiyorsun “Yok ben görmedim falancadan duydum, Filancanın gördüğünü söylediler” diyor. Ama Gören adam bir türlü ortalıkta yok, Bulunamıyorlar. Neyse böyle şeyler oluyor maalesef. Ama sonuç olarak bu iş Astronomiye bırakılmalı, Prof. Dr. Adnan ÖKTEN Bey sağ olsun, Birkaç senedir bize hesaplar yapıyor. Gerçekten “Kavuşum” u esas alsanız bu gün Bayram olması lazım ama Ölçü o değil. Ölçü, Gözle görme kriteridir. Böyle olduğu için yarın Bayram olması gerekiyor. Dolayısıyla bunu da sitemizde İlan etmiş olduk. Birisi de İlanımıza yorum olarak yazmış; Hani Hesap yapan arkadaşın bir gafletine gelerek 30 gün yerine 29 gün Ramazan ilan edilmişti ya ona istinaden biri yorum yapmış; “Hani sizin o dakik hesaplarınız? Ne oldu?” diye başka yönlerden bizi sıkıştıramadığı için o şekilde bir yorum yazmış ve o şekilde kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar. “Hilal” Konusunu böylece kapatalım.
Yarın Allah Nasip ederse Ramazan Bayramı. Ramazan Bayramında diğerlerinden farklı olarak “Fitre” dediğimiz. Bir Sadaka vardır. Fitre verilmesi gerekmektedir. Kur’an-Sünnet bütünlüğü maalesef “Fitre” konusunda da yok. Yani gelenekte böyle bir bütünlük olmamış. Olmamasından kaynaklanan bir sürü yanlışlar var. Az önce “Hilal” ile ilgili nasıl bir sürü yanlışları söylemişsek “Fitre” konusunda da bir sürü yanlışlar var, Uygulama hataları var. Bu konuda Bakara Suresinin 183.Ayetini açalım; “Müminler Sizden öncekilere Oruç nasıl Farz kılındıysa size de o şekilde sayılı günlerde Farz kılındı. Belki kendinizi korursunuz. İçinizden kim hasta ya da yolculuk halinde olursa, Başka günlerde tutamadıkları gün sayısınca tutarlar. O Oruca takati olanlar (Oruca gücü yetenlere) bir miskini doyuracak Fidye gerekir.” Ramazan Orucunu tam olarak bir kimsenin tuttuğunu ne zaman anlarız? Ya da Oruca gücünün yetmiş olabileceğini ne zaman anlarız? Bu günün Akşamı anlarız. Onun için Fıkıh kitaplarında görürsünüz; Hanefi Mezheplerinin dışındaki Mezhepler de “Ramazanın son günü Güneş battığından itibaren Farz olur” derler. Bu Ayete baktıkları için değil, Hadislerden hareketle böyle bir açıklama yapılıyor. Ama bu Ayete baktığımız zaman böyle. Peki “Oruca Gücü Yeten” dediğimiz zaman acaba hastanın ve yolcunun Fitre vermesi gerekecek mi? Allah’ u Teala “ Hasta ve yolcu Oruç tutmayabilir” derken “Orucu tutmanız sizin Hayrınızadır, Eğer bilirseniz” (Bakara Suresi 184.Ayet) diyor. O zaman gücü yetmeyenler de girer. Bir sonraki Ayette de Hasta ve Yolculara tanınan ruhsatta; “Size Allah kolaylık istiyor, Zorluk istemiyor” (Bakara Suresi 185.Ayet) buyuruyor. Yani “Yapabilirsiniz aslında ama sizi sıkıntıya sokmak istemiyor” denmek istiyor. “Yapabilirsiniz aslında” dendiği zaman “O Orucu tutanlara” demiyor Ayette, Orucu tutanlara dense idi; Hasta ve Yolcuların “Fitre” vermesi gerekmezdi. Ama “yütıykunehu”(Bakara Suresi 184.Ayet) dendiği için, Evet fiilen tutabilir ama ruhsattan yararlanıp tutmamış ise ona da gerekecektir, Takati vardır. Ne gerekir? “fidyetün”(Bakara Suresi 184.Ayet), Bir “Fidye” gerekir. “Fidye” ne demek? “Fidye” kelimesinin bir anlamı var. “Fidye”; Bir İbadette ki eksiği kapatmak için yapılan işleme denir. Yani, yapılan iyiliktir. Bu anlam da yine Kur’an-ı Kerim’den anlaşılıyor; “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın. Hacca gittiniz engellendiniz, Yanınızda varsa bir Kurban gönderin. O Kurban yerine ulaşıncaya kadar da saçınızı tıraş etmeyin. İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir”( Bakara Suresi 196.Ayet) buyuruyor. Bu Ayette “Saçınızı tıraş etmeyin” diyor ama eğer kişinin Başında bir hastalık varsa mesela Adamın başını bit basmıştır. Bitten kurtulmak için saçını sıfıra vurduruyorlardı Eskiden Sabun, Şampuan nerde? Şimdiki gibi imkanlar var mı? Sentetik İlaçlar mı vardı? Yok. Kille, şunla bunla idare ediyorsun. Ayette de bu durumlar için “ezem” diyor, Yani “Eziyet” veren demektir. Adamı da Bit eziyete sokuyor. Veya Başında başka bir hastalığı var, Tıraş olması lazım, Henüz Tıraş zamanı da gelmedi ve Tıraş oldu. Bu Tıraştan dolayısı da bir eksiklik oldu için onu da “Fidye” ile kapatacaksın. Ya da Sadaka ve Kurban keserek bu açığı kapatırsın. Şimdi burada Oruç tutan kişi için de; “Oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle refes size helal kılınmıştır”(Bakara Suresi 187.Ayet). “Refes” e “Cinsel İlişki” anlamını veriyoruz ama esasta “Kaba Sözler” anlamına gelir. Yani “Cinselliği çağrıştıran kaba sözler” demektir. Asıl anlamı budur. Ama Adam Oruçlu iken bu tür sözler söylediyse ne olacak? Belki Orucu bozulmaz ama Orucu gereği gibi yapmamış olursun, Bir takım eksiklerle 30 gün içerisinde Oruç tutmuş olabilirsin. İşte bu “Fidye” kelimesini Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne kadar güzel anlatmış. İbn-i Abbastan gelen rivayette Diyor ki; “ Allah’ın Elçisi (s.a.v) Fıtır Zekatlarını Farz kıldı.” Allah’ın Elçisi Farz kılabilir mi? Allah’ u Teala; “Kim Resule itaat ederse bana itaat etmiş olur”( Nisa Suresi 80.Ayet) demiyor mu? Kendi Sözünü söyleyene Elçi denir mi? Elçi ise kimin Sözünü söylüyor? Allah’ın sözünü söylüyor. O zaman onun Haram kılması Allah’ın Haram kılmasıdır. O sadece haber veriyor, Başka bir şey yapmıyor. Sıfırdan bir şey yapmıyor yani. Onun için “Resul” kelimesi burada önemli. Yani Sahabe Hadisi Rivayet ederken kullandığı kelimeyi de dikkatli bir şekilde seçmiştir. Demek ki onlar bu konuyu iyice özümsemişler. Daha sonrasında bu tür kavramlar karışmış ve anlaşılmaz hale gelmiştir. Mesela bu rada “Nebiullah” diyebilirdi. “Muhammed” diyebilirdi ama demiyor. Çünkü “Nebi” sıfatı ve “Muhammed” sıfatıyla Haram kılamaz, Farz koyamaz. Ama “Resul” dediği zaman olur. Yani birisi bir kıza Elçi gelip te o kızı istediği zaman kendine mi istemiş olur? Yoksa Elçi olarak gönderen kişiye mi istemiş olur? Kim göndermişse ona istemiş olur. “Elçi” kendi adına konuştuğu zaman ona “Elçi” denmez ki. Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.v) “Elçi” sıfatıyla tabi ki Haram koyar ama o kendi koyduğu Haram değil, Onu Elçi olarak görevlendirenin koyduğu bir Haramdır. Enteresan bir şey Araf Suresinin 157. Ayetindeki “rasul” kelimesini bilinmediği için zamanla bu anlamlar tamamen kaybolduğu için bakıyorsunuz ki ; “Peygamberin Haram kılma yetkisi vardır, Nebinin Haram koyma yetkisi vardır” diyerek Ayeti de delil gösteriyorlar. Çünkü meseleyi anlayamıyorlar. Kardeşim orada geçen kelimeye bir baksana! “Resul” dendiği zaman tamamdır. Mesela Kur’an-ı Kerim de “Resule İtaat eden Allah’a itaat etmiştir”(Nisa Suresi 80.Ayet) var. Yani mesela şimdi Türkiye’nin Lübnan Elçisi gidip te Lübnan da ki Makamlarla konuştuğu zaman kendi adına mı konuşur yoksa Türkiye adına mı konuşur? O talepler Türkiye’nin talepleri kendi şahsi talepleri değil. Tabi kendi şahsi olarak yaptığı bir sürü işlemi de vardır. O işlemler Türkiye’yi bağlamaz. Ya da gider o Büyük Elçi bir yerden borçlanır, Borç takar, Bunu Türkiye öder mi? Ödemez. O Senin borcun bana ne! Ama “Benim Elçim” sıfatı ile konuşuyorsan, Yanlış iş yaparsan o zaman hesabını sorarım. İşte aynı şekilde Peygamberimiz (s.a.v) için de geçerli. Hani Elçinin sözü Türkiye’nin sözüdür ya işte; “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” Ayeti de aynen böyledir. “Nebi” lik sıfatı ile Peygamberimiz ayıplanıyor, Mesela “Hiçbir ne binin şöyle-şöyle yapmaya hakkı yoktur” gibi Ayetler var. “Nebi” sıfatıyla Tahrim Suresin 1.Ayetin de diyor ki; “Ey Nebi, Allah’ın sana Helal kıldığını sen neden Haram kılıyorsun” diyor. Ama “Resul” sıfatı ile olduğu zaman; “Temizleri Helal kılar, Pisleri Haram kılar”(Araf Suresi 157.Ayet) diyor. Çünkü “Resul” sıfatıyla söyledikleri Onu gönderenin sözüdür, Kendi sözü değildir. “Nebi1 sıfatıyla olduğu zaman ise kendi sözüdür. İşte burada Sahabi konuyu o kadar özümsemiş ki Hadis rivayetlerin de hangi kelimeyi kullanacağını çok iyi biliyor. Hadisçi arkadaşlara da bunu söylemek isterim; Kur’an-Sünnet bütünlüğü içerisinde hep şunu gördük; Peygamberiz’ den gelen Hadislerin kelimelerinin yapısı bile farklı. Ama Hadisçiler şunda ittifak etmiştir; Kelimeler mana olarak rivayet edilir, Lafız olarak değil. Hayır, Bizim gördüklerimiz öyle değil, Peygamberimizden Lafız olarak rivayet ediliyor. Kur’an-Sünnet bütünlüğünü de kuramazsanız Hadisi anlamanızda mümkün değil. Az önce bir örnek olarak “Hilal” örneğini verdik, Şimdi de “Fitre” örneğini verdik. Şimdi tekrar İbn-i Abbas’tan gelen rivayete bakın, Diyor ki; “Resullullah” diyor, “Nebiullah” demiyor. “Resullullah(s.a.v) Fıtır Zekatını” Bakın “Zekat” “Arınma” manasına geliyor. “Zekat” kelimesini de boşuna kullanmış değildir. “Fıtır zekatını Oruçluyu boş sözlerden, Cinsellik içeren laflardan temizlemek için Farz kıldı.” diyor. Oruçlu iken lüzumsuz laflar söylenmiş olabilir. İşte “Fidye” nin tam karşılığıdır. Hadisin devamın da ; “Miskinler için de taam olmak üzere” diyor. Ayetteki; “ve alellezıne yütıykunehu fidyetün taamü miskın”( Bakara Suresi 187.Ayet), Kelimeyi görüyor musunuz? Hadiste ki kelime ile Ayetteki kelime ne kadar çok uyuyor. Hadisin farkı “Fidye” kelimesini biraz açıklamış oluyor. İnsanların daha kolay anlayacağı bir şekle getirmiş oluyor. O zaman “Fitre” yi Farz kılan Peygamberimizin bu sözümü? Bakara Suresinin 184.Ayetimi? “Oruca gücü yetenlere bir miskin yiyeceği (doyuracak) fidye gerekir”( Bakara Suresi 184.Ayet) buyuruyor. “Miskin” dediğimiz zaman en alt seviye de kişi demektir. Kur’an-ı Kerim de bir başka Ayet daha var, “Yemin Kefareti” diye… Yemin Kefareti “Miskin Taamı” diye geçmez. Maide Suresinin 89.Ayetin de diyor ki; “Allah yeminlerinizde ki boş şeylerden dolayı sizi sorumlu tutmaz” Yanılabilirsin, Öyle zannedersin yemin edersin ama bilgin yanlış çıkabilir. Bile bile yemin etmemişsindir. Ayetin devamında ; “ Ama yeminlerinizi bağladığınız şeyler de sizi sorumlu tutar.” Mesela Adama diyorsun ki; “Borcunu yarın ödeyecek misin?, “Ödeyeceğim” diyor. Ama “Vallahi ödeyeceğim” dediğin zaman bağlamış oluyorsun. Allah’ın adı ile bağlamış oluyorsun. İşte o zaman sorumlu oluyorsun. Peki yapamadın, “Ne yapayım gücüm yetmedi, Yemin ettim ama yapamadım”, O zaman “Onun kefareti”, İşte bu da aynı Fidye gibi bir şeydir, “Kefaret”, “Örtmek” demektir. Zekat, Fidye Kefaret bunların hepsi aynı anlama geliyor. Aynı Ayetin devamında; “On miskini doyurmak” diyor. Diğer Ayette mesela “Miskin” (Bakara Suresi 184.Ayet), “Bir Miskin” geçti, Yani Oruçta “Bir Miskin” geçti. Ama bu ayette “Mesakin” geçiyor, “On Miskini doyuracaksın” deniliyor. Peki nasıl doyuracaksın? “Ailenizi doyurduğunuzun ortalamasına doyuracaksın”(Maide Suresi 89.Ayet). O zaman “Yemin Kefareti” verirken Ailenize yaptığınız harcamanın ortalamasını alacaksınız. Yani Ekmeği katarsın, Bal alıyorsan onu da katarsın, Et alıyorsan onu da katarsın. Ailenin günlük masrafının ortalamasından ona bir günlük yiyecek vereceksin. Buna gücün yetmiyorsa; “Yahut onları giydirmek, Yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır” buyuruyor. Yani “Benim hiçbir şeyim yok kardeşim” desen bile böyle bir alternatif var. Ama Ramazan da Oruçta “Bir Fidye” diyor burada ise “On Fidye” diyor. “Bir tek miskin” Çoğul değil, Tek seçenek bu. Bu tek seçenek olduğu için Farz olduğunu gösteriyor. Az önce verdiğimiz Peygamberimizin Hadisin de de “Resulullah Farz kıldı” demek “Farz olduğunu söyledi” demektir. Çünkü Allah’ın Elçisidir. Ben burada şuna dikkat çekmek istiyorum; Sahabe konuyu öylesine özümsemiş ki, Meseleyi o kadar iyi hazmetmiş ki, Çok basit cümlelerle ama tam böyle yerinde kullanarak ifade ediyor. Bu gün maalesef bizim Koca koca Alimler bunun farkında değiller. Maalesef yani keşke farkında olsalar. Onun için Peygamberimizin Sahabesi nereye gidiyorsa tüm problemleri çözebiliyordu. Ama şu an da Müslümanlar nereye gidiyorsa problem çıkartıyorlar. Daha fitresini halledemeyen, Daha Hilal’i Astronoma bırakması gerekirken kendine alıyor, Kendine alması gerekeni de Astronoma bırakıyor. Bu kadar kafa gitmiş, Ne beklenir bunlardan ne beklenir?
Hadisin devamında “Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.” (Ebû Dâvud – ibn Mâce – Dare-Kutnî) Yani “Bayram Namazından önce öderse o makbul bir zekattır” demek istiyor. Yani “O kendisinden gereken arınmayı yapar” diyor. Aslında daha önce de verilir, Bir gün önce, Bir gün sonra da olur. “Namazdan sonra da ödeyen için iş tam yerine ulaşmış olmaz” diyor. Kur’an ile Sünnet arasında irtibatı kurduk. Çocukların Oruç tutmaları Farz mı? Değil. Ama biliyorsun çocuklar içinde Fitre ödenir bizde. İşte Kur’an’la irtibat kuramadığınız zaman sistemi bu bozar. Halbuki Allah’ u Teala ne diyor “Hiç kimse bir başkasının yükünü yüklenmez”( Necm Suresi 38.Ayet) diyor. Ama Hanefi Mezhebinde “Bir Baba çocuklarının fitresini ödeyecektir” der. Ya Kardeşim; Bu çocuğun Oruç tutma görevi var mı yok mu? Bu çocuk ibadetten sorumlu değil. Bu çocuğun malı olur olmaz, Olsa da önemli değil, Sen bu çocuğu neye dayanarak sorumlu tutuyorsun? Rivayet edilen bir Hadis var. Güzelde az önce bir Hadis gördük birebir Peygamberimizin ağızından çıktığı belli. Ama Hadis Sahası Kur’an-ı Kerim gibi değil ki. Adam orada bir takım ilaveler yapabiliyor. Siz “Kur’an Sünnet bütünlüğü dediğiniz zaman o ilaveleri rahatlıkla ayırt edebiliyorsunuz, Kendiliğinden dışarı atıyor. Ama bu bütünlüğü sağlayamadığınız zaman saçmalık ilim haline dönüşüyor maalesef.
Elimde ki; “Nasbu’r-Raye li Ehadisi’l-Hidaye” kitabıdır. Hanefilerin en temel kitaplarından olan… Hadislerini tenkit eden bir ilim adamıdır. Ama çok ciddi bir ilim adamıdır. Öyle hiç Mezhepçilik falan yapmıyor, Gayet doğru bir şekilde aktarıyor. Bu kitapta diyor ki; İbn-i Abbas’tan rivayetle “Rasulullah (s.a.v) yüksek sesli birisine Mekke’nin ortasın da emretti bağırsın” Bakın “Mekke” ile ne alakası var, Oruç nerede Farz kılındı? Medine de. Peygamberimiz Ramazan Ayında ne zaman Mekke de bulundu? Mekke’nin fethi sırasında olabilir. Ama niye bu Medine de değil de neden Mekke de? Bakın az önce yukarı da okuduğumuz ilk Hadisin kelimesi Ayete ters düşmemişti ama şimdi bakın yine İbn-i Abbas aktarıyor, İbn-i Abbas Peygamberimizin hanedanındandır. Hz Abbas’ın Oğludur. Öyle olduğu içinde İbn-i Abbas’ın adıyla çok sayıda yalan rivayet vardır. İbn-i Abbas çok saygın bir insan olduğu için onun adı kullanılarak çok rivayet ortaya atılmıştır. “Rasulullah (s.a.v) yüksek sesli birisine Mekke’nin ortasın da emretti ki bağırsın” Niye bağırıyor kardeşim? Peygamberimiz bir yer de söylediği zaman ağızdan ağıza dağılmıyor mu? “Mekkenin vadisinde” diyor. Niye Mekke de de, Medine de değil? “Fıtır sadakası Erkek olsun Kadın olsun, Yetişkin olsun çocuk olsun, Hür olsun Esir olsun, İster Şehir de yaşasın ister çölde yaşasın Vacip olan bir Haktır” diye Ramazan Ayından bile bahsetmeden, Ne olduğu belli olmayan, Kur’an la hiçbir ilişkisi olmayan bir Hadis. Şimdi bu ve bunun gibi birkaç Hadis daha var. Bunlara dayanarak Hanefiler diyor ki; “Bir kimse Fitreyi kendi çocukları içinde verecek, Eğer emri altında esirleri falan varsa onlar içinde verecek” diyor. İyi güzelde bu bir ibadetse bu benim ibadetim değil. Ben niye vereyim. Şimdi böyle bir tane daha rivayet var. O rivayette ciddi sıkıntılar var ve zaten Ayete de uymuyor. Ayet ile karşılaştırdığınız zaman en güzel Hadis kriteri bu şekilde yapılıyor. Çok sağlam bir senet ile gelmiş olsa bile Kur’an Sünnet bütünlüğü içerisinde hemen dökülüyor. Şimdi bu Hadisin yapısına bir bakın, Diyor ki; “İbn-i Abbas Basra emiriydi. Ay’ın sonunda Orucunuzun zekatını çıkartın dedi.” Ay’ın sonunda Oruç dediğine göre Ramazan Ay’ı olduğu belli. Az önce ki Hadiste hiçbir kelimeyi oturtamamıştık şimdi “Ramazan” kelimesi oturdu. “Öyle dediğinde insanlar birbirine baktılar. Orada Sordu; Medine’den kimse var mı burada? Varsa kalksın.” Dikkat ederseniz “Mekke” demiyor “Medine” diyor. Yani Millet “Sadakaları çıkarın” dendiği zaman “Bu ne?” der gibi şaşırarak bir birlerine bakmışlar. Basralılar bilmiyor Dinlerini yeni öğreniyorlar. “Kalkın ve Kardeşlerinize bunu öğretin, Çünkü onlar bunu bilmiyor” diyor. “Bu zekatı Allah’ın Resulu (s.a.v) Farz kıldı” diyor. Aynı ifade “Resul” diyor. “İster Hür İster esir olsun, Bütün Kadın ve Erkeklere Farz kıldı” Bakın bu Hadiste “Çocuk” ifadesi yok. Esirde olsa Oruç tuttu mu? Elbette Müslüman olacak öncelikle. Ayette ne dedi; “Oruca gücü yetiyorsa”(Bakara Suresi 183.Ayet) dedi, Bitti. Burada “Esir”, “Hür” ayrımı var mı? Kadın erkek ayrımı var mı? Yok.
Burada şunu da hatırlatmak lazım; “Adetli Kadınlara Oruç tutmak Haramdır” diyor Ulema. O zaman Adetli Kadınların Fitre de vermemeleri lazımdır. “Haram” diyorsun, Çünkü “Gücü yetmemiş”, Bir yanlış Fetva ile Sistem nasıl bozuluyor görüyor musunuz? “Arpadan bir Sağ”, “Sağ” yaklaşık 2,920 gram, Yaklaşık 3 kilo geliyor. “Bir Sağ Arpa” Katığı matığı yok, Çünkü “Miskin” diyor, En alt seviyesi bu ve herkes verecek. Başka bir alternatifi yok. Bunu en zengini de verecek en Fakiri de verecek. Onun için en alt seviye de. Daha sonra “Hurmadan, Ya da Arpadan yarım sağ” Yani 1,5 kilo Arpa oluyor. Şimdi bir Adam 1,5 kilo Buğdayı alacak, El değirmenin de çekecek, Onunla ekmek pişirecek, Zaten adam fakir değirmeni var mı yok mu, Bir de bir adam 1,5 kilo Buğday ile doyar mı? Bizim Fırınlarda ekmeğimiz kaç gram şu anda? 400 gram. Yani bu Buğday 3,5 ekmek yapıyor. Bir Adamda bununla doyar. Katık yok görüyor musunuz?. Niye yok? Bu En düşük seviyedir. Fitreler niye bu kadar az? Bazıları itiraz ediyor; “Ya bu kadar az fitremi olur kardeşim? Sen evinde ne yiyorsun? Onun ortalamasını vermen lazım. Bu olmaz” diyor. Ya kardeşim bu fitre öyle bir şey ki; En zengini de en fakiri de verecek. Adam fazla verecekse verir. Ama Dünyanın en zengin Adamı burada ki ölçüyü verdiği zaman görevini yerine getirmiş olur. Çünkü üzerine düşen görev; Bir Miskin taamıdır. Yani çaresiz kalmış bir kişiyi doyurmaktır. Fazlası değildir. Oruçta herkesin görevi olduğuna göre o Miskinin kendisi de verecek. Çünkü o da Oruç tutmuş. O Miskin Hem verir, Hem alır. Ramazan öncesi herkesin verdiğini düşünürseniz çok büyük, Çok ciddi bir yardım oluşur. “Her Müslüman verecek” olunca çok büyük bir yardımdır. Ama biliyorsunuz Hanefi Mezhebinde bir şart vardır. Fakirlerin vermesi gerekmez. “Nisap miktarı mala sahip olmak gerekir” diye bir ifade vardır. “Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’ nden Yahya Hoca bir okusun.
Yahya ŞENOL: “Sadakayı Fıtır, Nisap miktarı mala sahip olan her bir Müslüman için Vaciptir. Nisaptan murat; 200 dirhem Gümüş veya 20 miskal Altın veya bunların kıymetlerine muadil bir maldır.” Demiş.
Hoca: Bu “20 miskal Altın” ın anlamı şudur; “Miskal”, “Ağırlık” demek ama onun belli bir hesabı var. O Altın o devirde İstanbul da basılan “Bizans Lirası” dır. Ona “Dinar” deniliyor. İstanbul da ki Topkapı Müzesinde O zamanın Bizans’ın da basılmış paralar sergileniyor. Bunların ilk basıldığı zaman ağırlığı 4,35 gramdır. 20 ile çarparsanız 87 gram eder. Ama Altın para diğer paralar gibi değil, Kullandıkça yıpranıyor, Gramı azalıyor. Bunun ortalaması da 4,25 gr civarında oluyor. 20 ile çarparsan 85 gram oluyor. Bu da azalabiliyor, Çok kullanılmış olduğu zaman 4 grama kadar düşüyor. Mesela Bağdat ta Hanefiler almışlar bunu tartmışlar, O zaman 81 gram gelmiş, Bu günde Diyanet İşleri Başkanlığı da 81 gr demektedir. Yani o zaman; “Bu Bizans’ta basılan Altındır. Abdülmelik Bin Mervan’ a kadar Bizans’ta, Yani İstanbul da basılıyordu ” demiyorlar. O Altınlar bugün var. O zamanlar Hanefiler yüz tane Arpaya göre tartmış, Şafii 70 Arpaya göre tartmış. Kardeşim Arpa dediğin şu tarladan bu tarlaya değişir. Hepsinin ağırlığı aynı olmaz ki. Sulak yerin ki başka olur, Kurak yerin ki başka olur. Toprağın yapısına göre başka olur. Ondan sonra “Hanefilere göre 100 gram, Şafiilere göre 70 gram” diyorlar. İkisi de aynı Altını tarttı ama birisi Mısır da tarttı, Birisi Bağdat’ta tarttı. Demek ki Mısırda ki Arpalar farklı imiş, Bağdat ta ki Arpalar farklı imiş. Niye uğraşıyorsun? Mısırdaysan git, Kahire Müzesinde bu paralar var. Ama bunun en sağlamı İstanbul da ki Topkapı Müzesidir. Ona göre Hesaplasana. Topkapı Müzesinde hiç kullanılmamış Altınların ağırlığı 4,35 gramdır, Ondan sonra kullanımına göre aşağı doğru gram düşer. Hatta 3,8 grama bile düşenler vardır, Ben şahsen gördüm. Bana 85 gram çok makul geliyor. Çünkü hiç kullanılmamışı değil, Birazcık kullanılmış olanı esas almak gerekir. Buradan Medine’ye gidene kadar ister istemez birazcık kullanılacak ve yıpranacaktır. Bir de o zamanlar Yahudilerin alışkanlıkları var. Bu alışkanlıkları ile alakalı Ben bir çok Padişahın Fermanını gördüm, Osmanlı da ki Yahudiler için konuşuyorum, Başka yerde bu alışkanlığı olan Yahudi var mı bilmiyorum. Altın’ı alıyorlar, Zımparaya benzer bir aletten geçirerek Altınların üzerinde ki tozları alarak ondan istifade ediyorlar. Dolayısıyla o iş ister istemez Altını yıpratıyor. Mesela sırf bunu yaptığı için “İdam edilsin” diye çok kişinin Mahkeme de Fermanları vardır ve Ben bunları görmüştüm. Çünkü para konusu son derece önemlidir. O paraya yapılan müdahale aslında tüm Halkın Hukukunu ortadan kaldırıcı bir durumdur.
Az önce Yahya Hoca’nın okuduğu yerde “Nisap” şartı koşuyor. Ama Ayette “Nisap” şartı yok. Hadislerin hiç birisinde de yok. Az önce Tenkit ettiğimiz o zayıf Hadiste de yok. Olamaz, Çünkü Ayette “Oruç tutabilenler”(Bakara Suresi 183.Ayet) diyor. Hanefiler hem çocukları sokuyor işin içerisine hiçbir mantığı yokken, Hem de bir Nisap koyuyorlar. Yani temel ihtiyaçları dışında 85 gram Altın değerinde malı olan kişiler Fitre verecekler diyor. Bunu da bir Hadise dayandırıyorlar, O Hadiste Buhari de geçiyor; “Zengin olmayan kişinin Sadaka vermesi gerekmez” Hadisine dayandırıyorlar. Ya Kardeşim! Bu bir Sadaka değil, Bu bir Fidyedir. Dikkat ediyor musunuz; Hadilerde “Sadaka” kelimesi zamanında ödemeyen için geçti. Zamanında ödeyen için “Sadaka” demedi. Peki sen O zaman bu Sadaka Hadisine dayanarak bunu nasıl yaparsın? Tekrar ediyorum; Eğer Kur’an-Sünnet bütünlüğünü kursalardı, Hanefiler bunu söylemeyecekti. Şunu da söylemeyecekti; “Sadakayı Fıtır” Her Müslüman için verilmesi Vaciptir” de demeyecekti. “Vacip” kelimesinin Hanefiler de farklı anlamı vardır. Diğer Mezhepler de Vacip-Farz değişmez. Ama Hanefiler de değişir. Diyorlar ki; “Bu Haber-i Ahad’la gelmiş olan bir görevdir” diyorlar. Ben anlamıyorum bazen “Haber-i Ahad” ile Farz da kılarlar, Haram da kılarlar, Bazen de böyle yapıyorlar işte. Haber-i Ahad ile tevatür derecesinde olmayan bir şey de Ayet ortadan kaldırılır. Hiçbir usulü Falan filan yoktur. Yani “Usûlü’l-Fıkıh” diye bir ilim oluşturmuşlardır ama ne Fıkıh’ın onunla ilgisi vardır, Ne onun Fıkıhla ilgisi vardır, Ne de ona Din denecek kadar değeri vardır. Yani Müslümanları “Saldım Çayıra Mevlam kayıra” derler ya hani işte bu şekilde bir şey sahibi olmaları Müslümanların mümkün değildir.
Orada “Vaciptir” diyor. Neden? Diye soruyorsun; “Bu konu Haber-i Ahad’la sabit olmuştur. Haber-i Ahad tevatür derecesinde değil, Yani Şüphesiz diyebileceğimiz bir nokta da değildir” diyor. Her halde öyle olur. Sen Ayet ile irtibat kurdursaydın hiçbir zaman “Vacip” diyemeyecektin değil mi? Halbuki o Hadisler de “Peygamberimiz Farz kıldı” diyor ama ona nasıl anlam veriyorlar; “Ölçü belirledi” diyor. Yapmayın Allah’ınızı severseniz. Her kelimenin cümle içerisinde taşıdığı bir mana vardır. O kelimeyi sözlük içerisinde anlatırsan değişik anlamlarda anlatırsın ama cümle içerisinde artık anlam farklılaşır. Ona da dikkat etmiyorlar.
Burada şuna da dikkat etmek gerekiyor; Bakara Suresini önünüzde duran meallerden açar mısınız? Yahya Hoca sen okusana önünde ki mealden Bakara Suresinin 184.Ayetini. Kimin o Meal onu da söyle.
Yahya ŞENOL: Hasan Basri ÇANTAY’ ın Meali. Bakara Suresi 184.Ayette “ O sayılı günlerdir. Artık sizden kim o günlerde Hasta yahut sefer üzerinde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günler de tutar. ( İhtiyarlığından yahut Şifa bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı Oruç tutmaya gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyuracak fidye lazımdır)” diye meal verilmiş.
Hoca: “Gücü Yetmeyenler” dedi. Ayette ne diyor; “ve alellezıne yütıykunehu”, “Gücü yetenler” diyor. Buna ters anlam veriyorlar; “Gücü yetmeyenlere gerekir” diyorlar. “Gücü Yetmeyenler” ifadesi için bu seneni başlarında ve Ramazanın başında da çalışmalar yapmıştık. Diyanet İşleri Başkanlığının “Kur’an Yolu” tefsirinde artık herkesi katıyor. Eğer o Tefsir esas alınacak olursa birkaç sene sonra İslam Alemin de Oruç tutan kimse kalmaz. Önce her güne fidye verirler. Sonra “Bir tek günmüş, Her gün değilmiş” deyip Sadaka, Fitir hepsini bir anda verip kurtulurlar. İşte Dinler böyle bozuluyor.
Burada “ve alellezıne yütıykunehu”( Bakara Suresi 184.Ayet) diyor. Bir de Bakara Suresi 286.Ayeti açın. “Yutıykun” kelimesi “Takat” kelimesinden türer. “rabbena ve la tühammilna”, “Ya Rabbi Bize Yükleme” Neyi ? “ma la takate lena”, “Bizim Takatimizde olmayan bir şeyi bize yükleme” diyor. “La yutıykune” olursa orada anlamı değiştirdiğiniz zaman “Takati olmayan” anlamına gelir. Allah burada bize “Yükleme” diye dua ettirdiği için, Bunu kabul ettiği için bu duayı yaptırıyor bize. O zaman Takati olmayana Allah bir görev yüklemiyor. Şimdi sen Ayete yanlış mana veriyorsun ve aynı sure içerisinde ki Ayetler arası ilişkiyi ortadan kaldırıyorsun. Allah bir yerde söylemiş olduğunu başka bir yerde yalanlamış oluyor Haşa! Bir yerde “Takati olmayana bir şey yükleme” diye dua ettiriyor bize, Diğer tarafta da “Takati olmayan fidye versin” diyor. “Bir şey yükleme” dendiğine göre o zaman ona Oruç görevi yoktur. Hastalığa fidye diye bir şey yok, Öyle bir olay yok. Bakın bir de burada şu var; Yemin ile ilgili “On Fitre” dedi. Oruç için de “Sayılı günler” dedi. Ama Oruç tutabilenlere “Bir Fidye” dedi, Bir tek fidye, Hepsine bir Fidye dedi. Ama Her güne bir Fidyeye çeviriyorlar. Ayeti yine bozuyorlar. Tıpkı şuna benziyor; Siz bir yerde bir yalan söyleyin, Arkasından On tane daha yalan söylemez iseniz o yalan hemen ortaya çıkar. Onun için peş peşe birkaç tane daha yalan söylemek gerekiyor ki o yalanı sabitleyebilesiniz. İşte burada da yanlış bir anlam kullanılıyor Ayet için. Yanlış yanlışı doğuruyor, Ondan sonra gel işin içinden çıkarsan çık. Ne oldu sonuçta; “Fitre” olması gereken mecradan çıkarılıyor. Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere fitre diye “Fidye” verdiriliyor. Adam Hasta olacak, Yolcu olacak muhakkak başka bir gün bu durumlar da Oruç tutacak, Ama diğeri tutmayacak Fidye verecek. Ben şöyle düşünüyorum; Yıllardır yüzde yüz haklı olmamıza rağmen Namaz Vakitlerinde ki hataları düzelttiremiyoruz. Diyanet yüzde yüz haksız olmasına rağmen yürüyor. Niye yürüyor? Arkasında Devlet var. Arka da Devlet oldu mu gidiyor. Benim aklıma gelen şu; Devlet Adamlarından birisi Oruç tutmak istememiş olabilir. Milletin gözünün önünde yiyecek olmayacak. Ne yapsın? Bu Ayetlerin anlamı değiştirtmişlerdir. Bir kere değiştirildi mi artık ondan sonra gider gidebildiği zaman kadar. Çünkü kimse sorgulamıyor ki. Birisi bizi tenkit etmiş, Bakara Suresi 180.Ayete vermiş olduğumuz meali tenkit etmiş. Çünkü o meal hiçbir yer de yok. Diyor ki; “Ben 20 yıllık Arapça Hocasıyım” diyor. Madem sen 20 yıllık Arapça Hocasısın söylediğin cümlelerin bir tanesi doğru olsun. Yani, Yanlışı savunurken yanlışlar yığını ile savunuyor. Acayip bir şey yani, İnanılır gibi değil.
Bir Müzakereci: Hocam Anlayamadığım bir şey var. Şimdi “Hasta” bir gurup var, “Yolcu” bir gurup var. Bunun dışında başka tutamayanlar var mı?
Hoca: “Tutamayanlar” diye başka bir gurup yok. Ama Ayet’ e yanlış anlam vererek tutamayanlar diye bir gurup oluşturmuşlar.
Aynı Müzakereci: “Hasta” ve “Yolcu” dışında tutamayacak bir insan olamaz mı?
Hoca: “Olamaz” diye bir şey yok ki. Bakara Suresinin 286.Ayetinde okumuştuk. Adamın gücü yetmiyorsa Allah ondan bir şey istemiyor ki. Gücü yetmeyene Cenab-ı Hakk bir şey yüklemiyor ki.
Yahya ŞENOL: Geçen bu konuda soru-cevap olarak internet sitemize eklemiştik. “Ağır işlerde çalışanlar oruç tutmasa da fidye verse olur mu?” sorusuna “Olmaz” demiştik. O da bize cevap olarak; “Siz Hiç ağır işte çalıştınız da mı böyle bir Fetva veriyorsunuz? Çalışın bakalım ağır bir işte tutabiliyor musunuz tutamıyor musunuz? Allah yolcuya ruhsat verecek, Ağır işte çalışana vermeyecek ”
Hoca: O Ağır iş dediklerinde ben şahsen çalıştım. Bu dinin kurallarını koyan biz değiliz. Bize mi kaldı yanı Ruhsat vermek?
Neyse şimdi bu yanlış mana maalesef yanlış manaları doğuruyor.
Yahya ŞENOL: Oruç tutmaya gücü yettiği halde tutamayana ne gerekir?
Hoca: Tutmaya gücü yetip te tutmayana Tövbe edip bir daha böyle bir şey yapmaması gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.v)’in Kur’an-ı Kerim’e birebir uygun bir Hadisinde; “Bir insan Kur’an da belirtilen meşru özürleri olmadan Orucunu tutmazsa ömrünün tamamını oruçlu geçirse de O tutmadığı günü kapatamaz” buyuruyor. Allah Hasta ve Yolculara daha sonra Oruç tutma ruhsatı verirken “Sayıyı tamamlayasınız diye”( Bakara Suresi 183.Ayet) buyuyor. Madem size oruç tutmama ruhsatı verildi, Yarın Allah’ın huzuruna gittiğinizde eksiklik olmaması için sayıyı tamamlamalısınız. Mesela Yahya Hoca 30 gün oruçla, Ben 20 gün oruçla Yolculuk Ruhsatımı kullanıp Allah’ın huzuruna gittik Yahya Hoca 30 günlük, Ben 20 günlük sevap alacağım. “Ben Allah’ın ruhsatını kullandım” dediğimde “Kullandın ama sonuçta eksik” denecektir. Ayette de “Sende 30’ a tamamlayasın diye ben sana bu Ruhsatı verdim” diyor. Ruhsatı olmadan Oruç tutmadı isen bu olmaz kusura bakma, Ramazan Ay’ında Oruç tutacaktın. Aslında bir ikramdır; Madem sana Oruç tutmama ruhsatı verildi, Sende bunu tamamla diye bir ikramdır. “Öyle derseniz hiç tutmayız”, Tutmasınlar, İnsanlar Benim için mi tutuyor Orucu? Acayip bir durum; Bazıları “Başkaları ben tutuyorum da onlar niye tutmuyor?” diyor Sende tutma kardeşim. Allah-Allah. Sana tut diyen mi var? Allah Rızası için tutuyorsan tut. “İnsanlar Oruç tutuyor” desinler diye tutuyorsan hiç tutma. Allah’ın Emri olduğu için tutuyorsan tut. “Öyle söylerseniz” ne demek bu yani, Ben kendim adıma bir Din kurarsam(Tövbe-tövbe), O zaman şartlarını ben belirlerim. Ama bu Allah’ın dini, O zaman şartlarını da Allah belirler. Bize sadece bunu anlatmak düşer.
Şimdi gelelim işin son faslına. Yarın Allah nasip ederse Bayram.
Yahya ŞENOL: Hocam “Bayram” konusuna bir soru ile geçiş yapalım. İlginç bir soru var. “Hadislerin tümünü ret etmemek ile beraber Kur’an tarafından desteklenenleri de kabul ediyorsunuz. Bununla ilgili olarak Ramazan ve Kurban Bayramları ile ilgili Kur’an da bir Ayet yok. Ve siz sadece Hadise dayalı bilgileri İnternet Sayfanızda aktarmışsınız. Bu durumda sizin kabul ettiğiniz “Hadis Kavramı” ile bir çelişki ortaya çıkmıyor mu?” diye sormuşlar.
Hoca: Biz hiçbir Hadisi ret etmiyoruz. Biz anlayamadığımız Hadisi bir kenarda bırakıyoruz. İnceliyoruz, Anlamaya çalışıyoruz. Bakara Suresi 185.Ayet’i bir okuyalım. Çünkü bütünlük içerisinde olursa zihnimize iyice oturur. Diyor ki Allah’ u Teala; “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Kim o ayda bulunursa(yaşarsa), O Ay’ı oruçlu geçirsin.” Gördüğünüz gibi Ayette “Aksi bir durum” falan belirtilmiyor, Alternatifi yok, Oruçlu geçireceksin. Geçirmiyor musun? Paşa keyfin bilir. Hesabını verirsin. Ayetin devamında ; “Kim hasta olursa, Ya da yolculuk halinde olursa, Tutamadığı günler sayısınca başka günler tutar.” Bakın Ayetin yukarısında dedi ki; “Oruç tutarsanız daha hayırlıdır”, Burada da onu bira daha açıyor. Madem daha hayırlı da neden emretmiyor? “Allah size kolaylık ister, Zorluk istemez” diyor ayetin devamında bu yüzden emretmiyor. Peki, “Daha sonra tutun” dediği ne? Sıkıntı olmuyor mu? Aynı Ayette; “Sayıyı tamamlayasınız diye size bu ruhsatı vermiştir” buyuruyor. Ayetin başından beri anlatılanı toparlarsak “ Bu orucu tutacaksınız” demektedir. Devamında da “Size bunu göstermesine karşılıkta Allah’a Tekbir edesiniz, Allah’ u Ekber diyesiniz” buyuruyor. “Ne Büyük Allah, Neler-neler nasip etti”, “Tekbir edesiniz diye” ne demek? Orucu Tuttuktan sonra “Fidye” demişti, Ne zaman veriyorduk? Son gün güneş Battığı andan itibaren oruç tutma zamanı bitiyor, Ondan sonra Fitre Vacip oluyor. Birde Oruçla mükellef olduğumuz zaman bitiyor. Peki, Ramazan Ay’ı ne zaman bitiyor? Ramazan Ay’ı da ertesi gün Güneş doğunca bitiyor. Çünkü Geceler Gündüzlere tabiidir. Şu anda ise tam tersi biliyorsunuz. 26. Günün gecesi 27 diye “Kadir Gecesi” şeklinde kutlanıyor. Bu sistem çok enteresan yani, Her şey bozulmuş. Dolayısıyla bizim Süleymaniye Vakfı’nı büyük bir kurum haline getirmek hepimizin boynunun borcudur. Çok şükür burası İslam Alemin de şu anda tektir. Ben şahsen bu kurumun yaptığı dersleri şu ana kadar başka yerde de işleyen bir kurum duymadım. Sizin duyduğunuz varsa söyleyin. Mesela şu işlediğimiz dersi hiçbir yerde bulamazsınız. Çünkü bu Metoloji hiçbir yerde yok. Dolayısıyla burayı geliştirmek her Müslümanın boynunun borcudur. Bir temizlik hareketi yapmamız lazımdır. Aksi taktir de bizim bu geçmişten sırtımızda taşıdığımız kum torbaları ile hiçbir şey yapamayız. Herkes ne yapabilecekse yapmalıdır.
Evet konumuza dönersek Ramazan Ay’ı Ayette “Şehru ramedanellezı” diye başladı. Hem Oruç tutuyorsun bir de Ramazan Ay’ı ne zaman bitiyor? Yarın Güneş doğduğu zaman bitecektir. Bu Akşamdan itibaren bittiğinin haberi olur. “Hilal” in gözükmesi bittiğinin habercisidir, Bittiğinin tespiti değildir. Çünkü “Güneş ayı yakalayamaz, gece de gündüzü geçemez.” (Yasin Suresi 40.Ayet) diyor. Ne demek? Önce Gündüz, Sonra Gece demektir. O zaman Ramazanın 30.Günün Gündüzü şu saat itibariyledir, Gecesi Güneş battıktan sonra başlayacaktır. Yarın Güneş Doğduktan sonra Namaz kılınması Caiz olan ilk vakit hangi vakittir? Farz olan değil, Caiz olan vakti soruyorum. “Kuşluk Vakti” dir. Ayette demişti ki “Size doğruyu göstermesine karşılık Allah’a tekbir edesiniz diye” (Bakara Suresi 185.Ayet) buyuruyor. “Tekbir” ne demek? “Allah’ı Zikir” demektir. Ta Ha Suresinin 14.Ayetinde; “Beni Zikir için Namaz kıl” buyuruyor. Burada da “Allah’ı Tekbir edesiniz diye” O zaman bu Zikir için Peygamberimizin ne yapması lazım? Bu Ayetle birleştirirsek; Müslümanların Namaz kılması lazımdır. O zaman Ay’ın bitişinden sonra Namaz kılınabilecek ilk vakit hangi vakit? Kuşluk Vaktidir. İşte o Kuşluk Vaktinde ne yapıyoruz? Bayram namazı kılıyoruz. Peygamberimizin uygulaması Kur’an-ı Kerim’e birebir uygun muymuş? Hükümleri buran çıkarıyor muymuş? Evet.
Bakara Suresinin 185.Ayetin de “li tükebbirullahe” diyor ama Adetli kadınlar var onlar ne olacak? Bir de topluca Tekbir getirilmesi gerekiyor. Adetli Kadın da Oruç tutmaktan sorumlu, tutamamak değil, Tutması Farzdır. Hasta diye tutmuyorsa ayrı bir konu ama Adetli olduğu için tutmamazlık edemez. Kadından Kadına değişir, Biri sancılı Adet olur, Biri daha ağrılı olur. Bu Kararı kadına bırakacaksın. Sen karışamazsın ama Adet olduğu için değil, Hasta olduğu için Oruç tutmaz. Bazıları var ki Adet oluşu hiç umurunda bile değildir. Ama bazıları da vardır ki çok ağır geçer. İşte o zaman kendisine bırakacaksın. Bazılarının da ilk günlerde ağır geçer, Sonra ki günler de rahat olur. Ama tekrar ediyorum, Adetli olduğu için değil hasta olduğu için tutmayabilir, Bitti. Ama oda Oruç tutanlar gurubuna girdiğinden onun da Tekbir getirmesi gerekir. Çünkü burada “li tükebbirullahe” deniyor. Bakın Peygamberimiz ne yapmış; Buhari Hadisin de Diyor ki; “Biz esirlerin Bayram Namazlarına çıkmalarını yasaklıyorduk. Bir Kadın geldi, Halef Oğullarının köşküne indi. Kız Kardeşinden bahsetti. Kız Kardeşinin Eşi Peygamberimizle birlikte 12 tane savaşa katılmıştı. Benim Kız kardeşim de onunla beraber altı savaşa katılmıştı.” Burada şunu da aktarayım Hadise devam ederiz; Bu gün dikkat ederseniz Müslümanlar Kadınları hayatın dışına itmişlerdir. Fitne olur, Şu olur, Bu olur diye. Ya Kardeşim sizin yaptığınızın kendisi Fitnedir. Görüyorsunuz Altısında Eşi ile beraber savaşa katılmış. Neyse Devam edelim; “ O Kadın demişti ki; Yaralıları biz tedavi ederdik. Hastaların başında beklerdik. Kız kardeşim Peygamberimize sordu; Örtümüz yoksa çıkmamasında bir günah olur mu? Peygamberimizde dedi ki; “Arkadaşı ona örtüsünden versin, Ama çıksın, Hayırda hayır, hizmette bulunsun” Yani Erkekler sevabın Kaymağından kazanacak kadınlara yok. Hayır “Orda bulunsun” diyor. Devamında “Müslümanların çağrısına katılsın. Ümmü Atiyye geldi ona sordum; “Sen Peygamberden bir söz duydun mu? Bize söyle” dedim. Ümmü Atiyye; “Bize şöyle emir verildi; Bizim Bayram Namazı için çıkmamız, Adetli Kadınları da çıkarmamız, Evlerde ki esirleri de çıkarmamız, Evlerden çıkmayan yaşlı, Engelli olanları da çıkarmamız bize emredilirdi. Hayızlı Kadınlar cemaatten ayrı uygun bir yerde bekleyerek dualara iştirak ediyorlar” dedi” şeklinde bu rivayetle Adetli Kadınların Tekbirlere iştirak ettikleri görülüyor. Burada esas olan şudur; Oruç tutan kim olursa olsun bu tekbiri getirecek. Tekbir de zikirdir, Zikirde “ekımıs salate li zikrı”( Ta Ha Suresi 14.Ayet) Ayetinden dolayı Namaz ile olur. Ramazanın bitişi yarın Güneşin doğmasıyladır. Güneşin Doğmasından sonra Namazın caiz olduğu ilk vakit Kuşluk vaktidir. O yüzden Peygamberimiz o vakitte kılmıştır. Bu sebeple her iki bayramda da Müslümanlar, Hayızlıları, Evlerinde Engelli olanları, Ev Hizmetçilerini tamamını ne kadar varsa hepsini çıkarıyor, Getiriyorlar. Namaz kılamayacak olan Hayızlılar da kenarda durarak Tekbir’e iştirak ediyor, Duaya iştirak ediyor. Az önce Yahya Hocanın sorduğu soruya dönersek; Peygamberimizin bu davranışı Kur’an-ı Kerim ile birebir uygun olduğu için, İlgili Ayetleri okuduğun zaman Hadisler tamı tamına uygun oluyor. Ama onları okumazsan açıkta kalır. İlişki kuramıyorsun, Kuramadın mı bir sürü zihin ağrısı meydana geliyor.
Yahya ŞENOL: O günlerde Bayram Namazları normal namazların kılındığı Mescitte kılınmıyordu. Daha geniş alanlar da “Musalla” denen yerlere çıkıyorlardı.
Hoca: Aynı şey Kurban Bayramı için de var. Onu da ilgilenenler baksın; Hac Suresi 37.Ayette var. Şimdi oraya geçersek vakit yetmez.
Yahya ŞENOL: Bu gün öyle bir olay yok. Sadece Camiiler de kılınıyor. Bayram Namazlarında Camiiler de de Kadınlara yer ayrılmıyor.
Hoca: Zaten Kadınlar Hayatın dışına itilmiş durumdadırlar. Peygamberimiz “Bütün hayırlarda Şahit olsunlar, Bulunsunlar” buyuruyor.
Yahya ŞENOL: Peki Evlerinde bu Tekbirlere eşlik edebilir mi?
Hoca: Yok. Yarın ne yapacaklar? Yarın Kadınlar Camilere bir kez gelsin. Bir Problem ortaya çıksın. Ondan sonra çözülme olur zaten.
Hoca: Yok. Namazın kendi dualarına karışmaktır. Ayrıca bir dua değil, Namazın içinde ki dualardır. Mesela Namaz kılanlar “Tahiyyat” ı okurken Ayrı bir yerde bulunan Adetli kadında onu okur, Tekbirlere iştirak eder. Dışarıdan iştirak eder, Adetlinin Namaz kılamaması ve Abdestli olamayacağından dolayıdır. Gönlü ile dualara iştirak eder. Bir keresinde Mekke de Ramazan Bayramına rastlamıştım ve çok hoşuma gitmişti, Onlar bu adeti hâlâ devam ettiriyorlar. Bakıyorsun ki; Kabe-i Şerif’in oraya ulaşan bütün yolları kapanmış. O Kadınlar, O Çocuklar en güzel elbiselerini giymişler ve Ailece gelmişler. Çoluk çocuk tamamı, Müthiş bir hava oluşuyor orada gerçekten. İşte “Bayram” dediğimizde esasen bu oluyor. Bir de Fakirlere yardım da yapmış oluyorsun.
Bir Müzakereci: Hocam Peygamberimizin evlere giderek Bayramlaşması falan var mı?
Hoca: Ben hiç Hatırlamıyorum.
Aynı Müzakereci: Çünkü Hocam Akşama kadar eve gelen giden yoruluyoruz. Doğrusunu konuşmak gerekirse Ben Bekar iken Bayramların 1.Günü muhakkak hasta olurdum. Çünkü gelene gidene hizmetten, O yorgunluktan hasta olurdum. Şimdi düşünüyorum da; Bayram buysa Kadınların vay haline!
Hoca: İşte Bakın Peygamberimizin yaptığında o iş orada bitiyordu. Kadınlar da geldiği için, Herkes orada olduğu için o işler orada görülüyordu. Ayrıca kadınlar da bu neşeyi tadıyorlardı. Sizin dediğini kısım zaten Örftür. Bizim kültürümüzün Örfü ile alakalıdır. Çatışmayan Örfler de uygundur. Ama dinin Hükmü değil.
Yahya ŞENOL: “Fitre ve Zekat verecek kişi bulunamazsa ne yapılmalı? Ya da Nasıl buluna bilinir?” diye sormuşlar.
Hoca: “Bulunamaması” diye bir şey olmaz. Çevrenizde yoktur ama başka yerde vardır.
Yahya ŞENOL: “Zekat, Banka Havalesi ile niyet edilerek Bankamatikten gönderile bilinir mi?” diye sormuşlar.
Hoca: Elbette gönderile bilinir. Bankaların, Bankacılık Hizmetleri her toplumun ihtiyaç duyduğu bir durumdur. Onlardan yararlana bilinir. Sadece “Kredi” haramdır. Kredi ile ilişkili olmadıktan sonra Bankanın her türlü hizmetinden yararlanabilirsiniz.
Yahya ŞENOL: “Bayramlar da Oruç tutmak neden haram?” demişler.
Hoca: Herkes bir araya toplanmış, Bir birlerine ikram da bulunuyorlar. “Ben Oruçluyum” dediğin zaman uygun olur mu? Ramazan Bayramında ilk güm Haramdır ama Kurban Bayramında dört gün boyunca Kurban kesileceğinden dört gün …. Dolayısıyla her gün insanlar Kurban Bayramı boyunca ikramlarla karşılaşıyorlar.
Yahya ŞENOL: “Oruç ve Namaz gibi günlük ibadetlerin başlangıç ve bitişi bulunduğumuz noktaya göre belirleniyor. Ramazanın Başlangıcı ve bitişi niye bulunduğumuz noktaya göre değil de … Üç artı Beş, Sekiz derece şartı oluşunca biz o kritere uymak zorunda oluyoruz? Niye bulunduğumuz yeri esas almıyoruz? ” diye sormuşlar
Hoca: ……… kelimesi evrenseldir. Ay Hesabı evrensel olmak zorundadır. Buradan Amerika’ya telefon açıyorsun “Ay’ın üçünde oradayım” diyorsun. Ona Göre Ay’ın üçü Pazartesi olacak, Sana göre Salı olacak. Böyle olmaz, Evrensel olması gerekiyor. Onun için Cenab-ı Hakk onu hesaba bağlamıştır. Gerçi Namaz vakitleri de hesaba bağlanmıştır. Ama Namaz vakitleri kişilerin el yordamları ile bulabilecekleri kriterlere de bağlı. “Hac” ile ilgili Ayeti düşünürseniz; “Sana Hilalleri soruyorlar dedi ki; O insanlar ve Hac için Vakit ölçüleridir.” (Bakara Suresi 189.Ayet). Siz mesela “Arafat’a Cuma günü çıkılacak” dediniz ve kendinizi ona göre ayarladınız. Irak’tan gelenler Cumartesi gününe göre ayarladı, Mekkelilerde Pazar’a göre ayarladı. E Kardeşim orada “Hac” işlemi yapıla bilinir mi? Öyle bir şey olmalı ki evrensel olmalı. Yani bu Günlerin belirlenmesi evrensel olması gerektiği için Cenab-ı Hakk orada hesabı şart koşmuş, Dolayısıyla o şartlar Dünyanın neresinde oluşmaya başlarsa o tarihi başlatmak gerekir. Mesela bu akşam Yemen’ de görülebilecek. Yemen de görünenle biz iftar ediyoruz ama şu an da biz Oruçluyuz, Japonya’da Güneş batmış durumda. Japonya da battı diye biz iftar mı edeceğiz? Bu gün biri sormuş diyor ki; “Avusturya da saat 12’ de Hilal gözükecekmiş, Biz Orucumuzu bozalım mı?” demiş. Öyle canımı sıktı ki cevap yazdım; “Müslüman iseniz birazcık Akıllı olun, Eğer senin olduğun yerde güneş battıysa boz” dedim. Sen Avusturya’ya göre mi Oruç tutuyorsun be mübarek Adam, Günlük hesap başkadır, Aylık hesap başkadır. Elbette oradan doğru başlayıp gelecek bu güne kadar.
Yahya ŞENOL: “Şevval Ay’ın da 6 gün Oruç tutan bir sene Oruç tutmuş gibi sevap yazılır deniyor. Bunun bir dayanağı var mı?” demişler
Hoca: O konu da bir Hadisi Şerif var. Ayeti Kerim’e uyuyor. “Bir” iyiliğin sevabı en az “On” oluyor. Bir Ay Oruç tuttuğumuza göre kaç ay Oruç tutmuş oluruz? “On Ay” oluruz. Peki “Altı” günü “On” ile çarparsanız kaç eder? 60 gün, Yani 2 Ay eder. “On Ay” a “İki Ay” katarsan bir yıl yapar. Yani “Şevvalden Altı gün tutan bir yılın tamamını Oruç tutmuş gibi olur” deyince Ramazan dahildir. Dolayısıyla On ay, Ramazanın karşılığı olur, 6 Günün karşılığı da 2 ay olur toplam bir yıl olur. O Hadisi Şerif’in senedi nedir diye bir çalışmam yok ama Müslim de geçiyor, Sahih o zaman. “Her kim Ramazanda Orucu tutarda Şevval de de 6 gün Oruç tutarsa bir yıl oruç tutmuş gibi olur” hadisi Kur’an-ı Kerim’e birebir uyuyor.
Yahya ŞENOL: “Benim Kayınvalidem Oruç tutuyor ama Namaz kılmıyor, Başı açık, Bayram Namazına gitmeli mi?” demişler
Hoca: Başını kapatıp gitsin.
Yahya ŞENOL: “Yolculuk hali ile Seferilik Hali farklı mıdır? Seferilik için korku için de olma şartı var mı? Korku olmama durumunda bu ruhsat Oruç tutmama, Namaz ve Zekat azaltma da geçerli değil mi?” diye sormuşlar.
Hoca: Seferilik’te korku şartı yok. “Korku” şartı sadece önünüze bir düşman çıktığı zaman iki rekat kılınan namazı bir rekata inmesinde ancak geçerlidir. Onunla ilgili de biz de çok sayıda video vardır. Onlara bakabilirler. Bütün delilleri görebilirler. Yani insanlar hakikaten böyle parçacı yaklaşımı bırakamadılar. Ayetlere parçacı yaklaşınca Hadisler bir türlü tutmuyor, Bir acayip bir şey ortaya çıkıyor. Bu konuyu bizim sitemizde ki videolardan izlerlerse öğreneceklerdir. Yani “Korku” şartı yok.
Yahya ŞENOL: Birisi Süleyman ATEŞ’ in geçen gün gazete de ki köşesinde yayınlanan bir yazısını göndermiş; “ Sahur Yemeği ortalık iyice ağarıp, Köy veya kentin, Ev veya Sokağın açıkça belli olacağı zamana kadar yenile bilinir ki; Bu zaman Güneşin doğmasına 45 dakika veya 1 saat kalıncaya kadar ki zamandır.” Şeklinde yazmış bize değerlendirmemiz için göndermişler
Hoca: Bu tanımlama Peygamberimizin Hadisine uyuyor. Yanlış bir tanımlama değil, Doğru.
Yahya ŞENOL: “Ezan okununca da 20 dakika sonra namaz kılına bilinir” de diyor bu yazının devamında.
Hoca: O bölümünü yok say. İlk bölümü iyi bir açıklamaydı. Yani İnandığın gibi değil, Geçen sene bir televizyon kanalına Süleyman ATEŞ ile birlikte çıkmıştık. Hem bunu söylemişti hem de “Ezan okunduktan 20 dakika sonra namaz kılınır” demişti. Niye? Dedim “Biz Diyanet’e bağlıyız” demişti. Yahu sen Diyanet’e mi bağlısın? Allah’ın Kitabına mı bağlısın? O yüzden biz doğru dediği yere kadar alalım. Şimdi Peygamberimizin Sahabesinden gelen rivayette; Mescit de ki kapalı alan da ışık öyle geliyor ki Adam yanında ki adamı tanıyabiliyor. Aişe Validemiz de diyor ki; “Namaz bitip te insanlar evlerine (Kadınlarına) döndüğü zaman örtülerinden kimin kim olduğu tanınmazdı” diyor. Bunu şöyle düşünüyorlar; Diyorlar ki; Aişe Validemizi dışarıda düşünüyorlar; “Öylesine karanlıktı ki dışarı da ki kadınların kim olduğu tanınmazdı” diyorlar. Hayır öyle denmek istemiyor; Aişe Validemizin evi nere de idi? Mescidin içerisindeydi. Kapısını açıp giriyordu. “Tanınmaz kadınlar” dediği zaman nerede görmüş olur? Mescidin içi olur. Demek ki orada ki Erkekler onların Kadın olduklarını görüyorlar ama mescidin içi tam aydınlanmadığı için kim olduğunu tanıyamıyorlar. Bu rivayetleri yerine göre değerlendirmedikleri için “Bak işte demek ki dışarı çok karanlıkmış” diyorlar. Aişe Validemiz dışarıya çıkmıyor ki kardeşim. Mescidin içerisinde, Namazını kılıp içeriye giriyor o kadar.
Yahya ŞENOL: Almanya’dan sormuşlar; “Hocam Fitreyi hazırlasam da Bayramın ertesi günü versem olur mu? Çünkü Ben Pazar akşamı Türkiye’ye geliyorum. Orada ki bir yakınıma vermek istiyorum.
Hoca: Bu olmaz diye bir şey yok. Telefon etsin Türkiye de birisine o ona versin o da gelsin ona ödesin. Zamanında versin o da ona ödesin.
Yahya ŞENOL: “Sosyal Medya da adınız çok kullanılıyor. Bu hesaplar kontrolünüzde mi?” demişler
Hoca: Valla O Hesapların hiç biri benim kontrolüm de değil. Zaten kontrolümde olması da mümkün değil. Belki de yüzün üzerinde site var. Hangisine bakacağım. Mümkün değil bu.
———————————————-konu sonu————————————————–