Servet Bayındır:
Ben bu makaleyi yazalı tarihine baktım beş yıl olmuş. Ben de onu hiç okumamış olan birisi gibi aynen unutmuşum. İnşallah okudunuz sizler de. Hazırlıklı geldiyseniz bana yardımcı olacaksınız.
Şimdi hacla ilgili olarak bu nereden aklıma geldi… Bir gün doktora yaparken bir doktora dersinde birisi hocaya telefon etti. Ya hocam ben hastayım gidemiyorum yerine başkasını göndermeli miyim diye. Hoca da bildiğimiz klasik fıkıh kitaplarındaki genel görüşlerden hareketle gidebilirsiniz dedi. Tabi bu bende büyük bir soru işareti oluşturdu. Çünkü biz doktora dersi yapıyoruz. Derste her türlü müsellem kabul edilen şeyleri ayrıntılı bir şekilde araştırıyoruz. Ama orada hoca hiç sormadan düşünmeden en azından bir şüphe uyandırmadan olabilir gidebilirsiniz dedi ve kapattı. Ben bu konuyu araştırmaya bu şekilde karar verdim. Daha sonra Allah nasip etti bu konuyla ilgili bir makale yazdım. Tabii bu makalenin yayınlanma tarihi 2006. Bizim İstanbul İlahiyat Dergisi’nde.
Şimdi konunun özü şu: herhangi bir nedenle bir özürlü veya özürsüz bir nedenle hacca gidemeyen bir insanın kendisi adına başkasını göndermesi bir, gerekir mi? Vacip midir? İki, başkası, başkası adına yani gönüllü olarak nafile hac yapabilir mi? Göndermediği halde. Ben babamın anamın adına hac yapmak istiyorum diyerek gidebilir mi? Üçüncüsü eğer kişi hac üzerine farz olduğu halde ölmüş olan bir insanın arkasından onun varisleri onun malından hac yapmalı mı veya ölen kişi ölmeden önce vasiyet etmeli mi? Vasiyet etmişse yapmalı mı? Vasiyet etmemişse yine varisleri bunun adına hac yapmalı mı? Yaparlarsa borcu düşer mi? Gibi ayrıntılı konular.
Öncelikle hac ne demek? Haccın sözlük anlamı, ıstılahı anlamı… Hac sözlükte çok çeşitli anlamlara geliyor. Kastetmek bir yere yönelmek bir yere gitmek, hatta cedelleşmek, delmek, kesmek gibi anlamlara geliyor sözlükte. Hüccet de var. Mücadeleden kaynaklanıyor. Kuranı Kerim’de çok yerde geçiyor. Istılahı olarak yani bizim terim anlamı ise belirli bir mekânı ki İslam’da bu mekândan kasıt Kâbe, belirli bir zamanda yani hac ayları dediğimiz aylarda, belirli bir şekilde, gönlüne göre değil, ziyarete hac diyoruz.
Hac ibadeti aslında hemen hemen bütün dinlerde var. Yani Yahudilikte, Hıristiyanlıkta, hatta Hinduizm’de Budizm’de var. Dikkat edersek yerel olan dinlerde değil kültürlerde bile var. Mesela Şia Meşhede gidiyor hac yaptık diyor. Bizim televizyonlarda İranlı hacılar Kerbela’ya giderken şöyle oldu. Ne demek? Artık yerel folklorik şeylere bile hac demeye başlamışız. Ya da Hristiyan hacılar Meryem Ana’ya geldiler gibi.
Mesela bunu ben Malezya’da gördüm. Orada Hintlilerin büyük bir tapınağı var. Oraya yılda bir kez Bahtu Keyf aynen bizim bildiğimiz hac gibi binlerce insan yılın belli bir gününde ziyaret ediyorlar. Hatta onlara sordum niçin geliyorsunuz ne yapıyorsunuz. Onlar da aynen bizim hacıların söylediği şeyi söylüyorlar.
Abdülaziz Bayındır:
Madem bu İbrahim (as) bütün insanları Kâbe’ye hac için çağırmış, bütün bunları birleştirdiğiniz zaman yeryüzünün her tarafında bulunan Müslümanların, yeryüzünün her tarafına dağılmış olan peygamberlerin Hac için Kâbe’ye gelmiş olmaları gerekiyor. Kâbe’nin dışında bir yere değil. Ama biz mesela İslam tarihinden biliyoruz ki siyasi sebeplerden dolayı Mekke’ye değil de insanlar Kudüs’e gelsin diye Kudüs’te bir bina oluşturulmuş. Kubbetüssahra oluşturulmuş. Orası tam tavaf edilecek şekilde yapılmış, yanında Makamı İbrahim, yanında Safa Merve’ye benzer yer. Yanında Zeytin dağında Arafat gibi bir yerler oluşturulmuş. Tamamen Mekke’deki siyasi otoriteye karşı çıkmak üzere. Sonra Kuran’da olmamasına rağmen oraya bir de Mescid-i Aksa adı verilmiş. Etrafında bir sürü hurafeler oluşturulmuş. Bugün bütün tefsirlerde de kelam kitaplarında da Mescid-i Aksa dendiği zaman insanların aklına geldiği yer haline gelmiş. Ama sonra başarılı olamamış. Başarılı olsaydı belki de Kâbe unutulmuş ve insanlar Kâbe yerine oraya hacca gidiyor olacaklardı. Dolayısıyla bu hac inancı peygamberlerin bütün insanlara koyduğu ama sonra insanların başka tarafa çevirdiği bir inanç gibi gözüküyor.
Servet Bayındır:
Dolayısıyla bütün dinlerde ve kültürlerde olan bir ibadettir. Mesela Türkiye’de bile dikkat ederseniz ramazanda belirli günlerde özel mekânlarda ziyaret ediliyor. Aslında onun da herhalde zihni arka planda biraz bu düşünce yatıyor gibi. Hacı Bektaş’a hac için giden kişiler var.
Fakat sonuç itibariyle hac Kâbe ve çevresinde oturanları saymazsak ki onlar da dâhil, Arafat var Müzdelife, Mina var. Sonuçta bir insanın bir mekândan kalkıp başka bir mekâna gidip orada bir takım işlemleri yapmasıyla gerçekleşen bir ibadet olduğu için insanın bu ibadeti yapacak kabiliyete imkâna sahip olması da burada gündeme geliyor. Dolayısıyla Cenabı Allah Kuranı Kerim’de hacla ilgili ayette: “Oraya gitmeye gücü yeten kişiye haccetmesi Allah’a karşı o kişinin bir görevidir.” (Ali İmran 3/97) Fakat sadece herhangi bir insan sadece gücü yetiyorsa farz olur mu? Yok. Farz olması için bir takım başka şartlar var. Bunlar bildiğimiz bütün ibadetlerde olduğu gibi akıl, buluğ, İslam, önce Müslüman olması lazım ki biz ona hac farzdır diyelim. Hürriyet ve istidat. Diye genelde bu şekilde gruplandırılıyor. Genelde beş tane. (A.B.: Hürriyet şartını da koyuyorlar mı? Hür olmasa da haccetmesi gerekmiyor mu?) İlerde o gelecek. Kimileri kimi mezhepler kimi fukuha hürriyeti istidat grubuna aktarıyorlar. Dolayısıyla dört şart oluyor. Yani akıl buluğ, İslam ve istidat. Kimileri hürriyeti ayırıyor istidatı ayrı ele alıyor. Dolayısıyla beş şart oluyor.
Şimdi akıl, buluğ, İslam konusunda ihtilaf yok ittifak var. Fakat hürriyeti dâhil edenlere göre gidelim biz. Hürriyeti istidata katarsak. Peki, istidat nedir? Oraya gücü yeten ifadesiyle Allahüteala neyi kastediyor? Bu konuda çok çeşitli tartışmalar var. Ama özetle istidatı bir mali imkân, iki sağlık, sıhhat, üç yol güvenliği, hürriyeti de buna dâhil etmezsen dört hürriyet. Bunları kendi içinde de detaylandırabiliyoruz ama bu tür hususlar giriyor istidat kavramına. İşte bedel hac gerekir mi gerekmez mi tartışması da işte bu istidat kavramına yüklenen anlama göre değişiyor.
Tabi burada bir de haccın geneline yüklenen bir anlam var o da şu. Malumunuz ibadetler namaz oruç, hac zekât. Haccı bir kenara koyalım. Namaz ve oruç bizzat kişinin kendisinin yapması gereken ibadetler. Yani bedeni ibadetler olarak bu gruba konulmuş fıkıhta. Zekât mali bir ibadet olarak ayrılmış. Kişi zekâtını bizzat kendisinin vermesi gerekmez herhangi bir insan o zekâtı birisi aracılığıyla telefonla emreder. E-maille yazar. Bankadan gönderebilir onu birisi adına ödeyebilir. Ama haccı hangi gruba koyacağız mesele burada. Hac genel anlayış hem mali hem bedeni ibadettir. Hem mali hem bedeni ibadetse, hani istidatı dedik ya sağlık dedik. İşte mal dedik oraya gidip gelebilecek imkân dedik. Dolayısıyla bu iki nokta hem mali hem bedeni ibadet olduğuna göre bu iki unsurdan herhangi birisi o diğer ilk şartları taşımasına rağmen. Diyelim ki akıllı, Müslüman, buluğ çağına ermiş ve zengin. Sağlığı yok ama. Dolayısıyla istidatın bir şartı bulunmuş oldu. Bu şartlardan birini taşıyorsa eğer bu kişi bu mali ibadet boyutunda mali yön açısından bu ibadet kendisine vacip olmuş. Ya da malı yok ama sağlığı vesair varsa o zaman vacip midir? Yok, onda değildi diyorlar. Dolayısıyla burada bütün şey mal üzerine odaklanıyor.
Abdülaziz Bayındır:
O tabi uzakta olan için. Yoksa Kâbe’nin yakınında yürüyüşe gücü yeten adam için mali şart yok. Ama mesela adam dünyanın neresinde oturursa otursun isterse Dünya Bankası’nın genel müdürü olsun isterse dünyanın en fakiri olsun zekât verecekse mutlaka malını verecek. Arada büyük bir farklılık var.
Yahya Şenol:
Şimdi zekâta kıyas var mı hocam burada gerçekten de? Zekâtta bir başkası bir başkasının yerine veriyor mu gerçekten? Zekâtı yine ben kendi cebimden veriyorum başkası ulaştırıyor. Yapan yine benim orada.
Servet Bayındır:
Peki baban senin zekâtını veremez mi? (Y.Ş.: Hayır nasıl verecek mal bana ait değil mi?) Oğlumun adına veriyorum dese. Biliyor ki senin 100 milyar paran var veremez mi? (O zaman ben vereceğim nasıl verecek benim yerime?) Veremez mi? (Benim yerime hadi hocam siz verin zekâtımı desem olur mu?) Eğer verirse olmaz mı? (Nasıl olsun ki? Sizin malınız bir başkasına gitmiş olsun benim gitmez ki. ) Doğru zaten geleceğiz ona. Konumuz açısından buradaki tartışmalarda bu zekât mali ibadettir derken adam bizzat kendisi vermek zorunda değildir. (Y.Ş.: Benim yerim bu sene Abdurrahman zekâtımı verebilir mi? Ulaştırma değil tamamen.)
Abdülaziz Bayındır:
İşte burada ulaştırmayı esas alıyorlar. Diyorlar ki zekât da vekâlet oluyor mu oluyor. Ne oluyor benim malımı götürüp ulaştırıyorsun. Gene benim malımı veriyor ama. Zaten bunun hiç bir delili yok da işte oluşturmaya çalışıyorlar.
Servet Bayındır:
Yani şunu diyorlar. Nasıl ki zekâtı mükellefin bizzat kendisi vermek zorunda değil veya kendisi veremiyor, verebilecek güçte sıhhatte sağlıkta değilse başkası onun malından alıp vermesi vasisi mesela veya zekâtı vermeden ölmüşse onun varisleri onun zekâtını ödemek zorunda ise hacda da aynı durum söz konusudur’a getiriyorlar.
Sonuçta şuna varalım. Demek ki akıl buluğ, İslam şartını taşıyan bir insan artı istidata da sahipse bu kişiye hac farzdır. Bütün mezheplerde bu kişiye hac yapmak farzdır. Bunda herhangi bir şey yok. Böyle bir insan vekil gönderemez. Gönderirse bu hac vazifesini yerine getirmiş olmaz. Fakat istidatı oluşturan temel unsurlarda sağlık sıhhat ve mali imkân diyelim biz buna. Onun içine yol güvenliği de giriyor. Bunlardan mali imkân sağlığı olmadığı halde mali imkâna sahipse bu kişinin adına vekâletle başka bir kişi hac yapabilir mi? Bu kişi göndermeli mi göndermemeli mi. Asıl problemin odaklandığı nokta burası.
Çoğunluğun görüşü göndermelidir. Neye dayanıyorlar? Dayandıkları delil temelde üç tane hadisi şerif var. Bu hadisi şeriflerin bir tanesi Ebu Rez’in. Birisi bir kabileye mensup bir bayan. Bir diğeri de Şubruma hadisi. Peygamberimiz veda haccını yaptıktan sonra Müzdelife’de biraz dinleniyor. Peygamberimiz devenin üzerinde. Arkasında da amcasının oğlu Fadıl var. Abbas’ın oğlu Fadıl var. Fadıl rivayetlere göre 18, 19 yaşlarında genç birisi. Devenin terkisinde oturuyor. Bir bayan yaklaşıyor Peygamberimize. Yine anlatılanlara göre genç güzel bir bayan. Ya Resulullah size bir soru sormak istiyorum. Fadıl gözünü dikiyor bayana. Peygamberimiz tutuyor Fadıl’ın kafasını bu tarafa çeviriyor. Buyur sor diyor. Hadiste diyor ki babam bir binek üzerinde duramayacak kadar çok yaşlı olduğu halde babama hac farz oldu. Tabi şimdi olayı düşündüğümüz zaman hac ne zaman farz olmuş? Normalde hac ne zaman farz oldu? Veda haccından bir sene önce. Yani bu bayanın sorduğu soru şu. Benim babam çok yaşlı bu sene de hac farz oldu. Benim babam buradan anlıyoruz ki mali gücü var ama bineğin üzerinde duramayacağı kadar yaşlı. Ya Resulullah onun adına hac yapayım mı diye soruyor. Peygamberimiz de buyuruyor ki hac yap. Hadisin birisi bu. Az önce genç güzel niye dedim? Zahira da bu hadisi şerh ediyor. Bu hadisten hükümler çıkarıyorlar. Çıkardığı hükümlerden bir tanesi şu demek ki devenin terkisine binilebilirmiş. Demek ki bir deveye iki kişi binebilirmiş gibi böyle madde madde hükümler çıkarıyor. Çıkardığı hükümlerden birisi de şu bayanlar demek ki dışarıya çıkması yasaklanabilir. Çünkü bu bayan o güzel amcasının oğlu Fadl’ın kafasını bozdu niyetini bozacak sebep oldu. Hâlbuki suçlu Fadl. O ikide bir kafayı döndürüyor. Peygamberimiz onun kafasını bu tarafa döndürüyor ama suçlu bizim kaynaklara göre bu bayan. Bu şerhi yaparken de işte bedel hac caizdir değildir diye bahsediyor. Ben şimdi bu hükmü verdikten sonra bedel hac caizdir de dese caiz değildir de dese bu adama nasıl güvenirsin. Onu sordum o zaman. Nasıl güvenirsin de devamını okursun.
İkinci hadis Ebu Rez isimli bir sahabe. Bu da benzer bir hadis. O da diyor ki babam çok yaşlı bir insan hac yapmaya gücü yetmiyor. Tam istidat kelimesini kullanıyor. Ne hacca ne umreye güç yetiremiyor. Binek üzerinde durabilecek güce sahip değil. Peygamberimiz buyurmuş ki baban adına hac yap ve umre yap. Diğer hadis de bu. Vekâlet hac caizdir değildir diyenlerin tartıştığı bir az öncesi hadis ikincisi de bu. İkisi de benzer babayla ilgili. Hemen hemen bütün kaynaklarda geçiyor.
Diğer bir hadis de Cüheyne kabilesine mensup bir bayanla ilgili. Bayan peygamberimize geliyor diyor ki annem vefat etti. Hac yapmadan vefat etti. Onun adına hac yapayım mı diye sordu. Peygamberimiz de onun adına hac yap buyurdu. Bu da Tirmizi’de İbni Mace’de ve diğer kaynaklarda geçiyor.
Bir de Şübrüme hadisi var. Şübrüme isimli bir zat Peygamberimiz veda haccından dönüyor tavaf ediyor. Tavafta bakıyor ki adamın bir tanesi lebbeyk an Şübrüme, lebbeyk an Şübrüme diyerek tavafta bulunuyor. Yani Şübrüme’nin yerine lebbeyk. Peygamberimiz diyor ki ne diyorsun Şübrüme de kim? O işte tanıdığım birisi diyor. Sen kendi adına hac yaptın mı? Hayır, yapmadım diyor. Peygamberimiz buyuruyor ki önce kendi adına bir hac yap. Bu hac kelimesi ne anlama geliyor o ayrı bir konu. Bu tavaf esnasında olan bir olay. Önce kendi adına yap sonra Şübrüme adına yap buyuruyor Peygamberimiz. Bu da İbni Mace’de, Ebu Davut’da geçen bir hadis.
Dolayısıyla dört tane hadis çıktı ortaya. (Yahya Şenol İbni Mace’den başka bir hadisi hatırlatıyor ama tam duyulmuyor.) Bu konuda fazla tartışılmıyor, ciddiye almıyorlar ama reddedenler bunu da kullanıyorlar. Diğer bir hadiste de diyor ki babam adına hac yapabilir miyim? Ölmüş kaydı var mı? Yok. Ama başlık meyyitle ilgili. Demek ki ölmüş babası adına hac yapabilir miyim diye soruyor. Peygamberimiz de yap, hayrı olmasa da şerri de olmaz diyor. Bir peygamberden böyle bir söz sadır olur mu? Onun için tartışmalarda bu hadisi pek ciddiye almıyorlar.
Sonuç olarak bedel hac vaciptir değildir diyenlerin dayanakları bunlar. Ama dikkat edersek hadislere baktığımız zaman bedel hac gerekir vaciptir diyenlerin görüşünü sanki destekler maiyette bu hadisler. Sonuç itibariyle peygamberimiz buyuruyor ki yap. Hatta başka bir hadis var. Hz. Ali’den nakledilen bir hadis var. Orada da diyor ki babanın borcu olsaydı onu öder miydin? Öderdim ya Resulullah. Buhari’de var kul hakkını ödeyeceğine Allah’ın hakkını ödemek daha önemlidir. Bunu öde diyor.
Şimdi sonuç olarak bu delilleri Hanefi fukuhasının çoğunluğu, Şafi fakihleri ve Hanbeli fakihlerinin hemen hemen tümü bu delilleri dikkate alarak istidat dediğimiz bu kavramın içerisini oluşturan kavramın özellikle sıhhat yani bedeni gücün olması ve mali gücün olmasını esas alıp bir insanın mali gücü varsa bedeni gücü yoksa veya yok güvenliği yoksa veya mesela bir kısmı bayanın mahreminin de olmasını buna şart koşuyor. Bayanın mahremi yoksa bu da yol hürriyeti sanki tamamlanmamış oluyor. Bunu dikkate alıyor. Hatta bir kısmı padişahları da bu gruba dâhil ediyorlar. Yani padişah o günkü şartlarda makamını bırakıp gidip gelmesi tehlikelidir dolayısıyla padişah da hür değildir. Hürriyet şartı gerçekleşmediği için bu şartlara haiz olmayan insanlar hayatlarında iken hacca vekâletle birini gönderip hac yaptırmalıdırlar. Yok, eğer gönderemedilerse ölümleri yaklaştı artık ölecekler, mutlaka adlarına hac yapılması için vasiyet etmelidirler. Etmediler varsayalım. Varisleri burada bir ihtilaf var ama genel olarak şunu diyelim, varisleri bunlar adına yapabilir bir kısmı yapmalıdır diyor bir kısmı da yapabilir diyor. Sonuçta varisleri bunların adına hac yaparsa Hanefiler diyor ki umulur ki Allahüteala affeder vasiyet yoksa diyorlar. Hanefilerden Ebu Hanife, Kuduri, Serahsi ve İbni Humam bunlar farklı bir grubu oluşturuyorlar. Bunlar bu dediğimiz Hanefilerin görüşlerine katılmıyorlar. Sanki yani tam da vacip değildire getiriyorlar.
Bir de şu var bu hacla ilgili İslam, akıl, buluğ ve istidat diyelim. Bunlar bu şartlar kendi içinde gruplara ayrılıyor vücup şartı eda şartı. Bir kısmı diyor ki vücup şartı tahakkuk etmiş eda şartı tahakkuk etmemiş ise yani hac vacip olmuş bir vacip olması için bir takım şartlar gerekir. Bir de vacip olan bu ibadeti eda edebilmek için ayrıca şartlar gerekir. Diyelim bu adam zengindir, biz genelden hareketler gidelim. Mali gücü vardır. Her şeyi vardır. Hac buna vacip oldu. Ama hasta ya da savaş var gidemiyor. İşte bayanın mahremi yoktur gidemiyor. Bu eda şartlarıdır. Genel kabul şu vücup şartları tahakkuk etmiş ve o kişiye o ibadet vacip olmuş ise eda şartları tahakkuk etmemiş ise bu kişi vekâletle hac yaptırabilir. Eda şartı kendisinde bulunan başka birilerine. Yaptırmalıdır yaptırabilir, adına yapılabilir her biri ayrı ayrı şeyler. Onlarda değişiyor.
Ebu Hanife sadece mali imkân sağlık ve yol güvenliğini, Ebu Yusuf ve Muhammet ise sadece mali imkânı istidat olarak kabul ediyorlar. Bunlara göre sağlık önemli değil. Kendi arasında bir birlik yok.
Abdülaziz Bayındır:
Ama ayet gayet açık. Menistetaa ileyhi sebile. Sebile nedir? O mekâna kadar yol bulma gücü olursa. Para olmazsa bu yol bulma gücü değildir ki. Her şey. Ayıramazsın mümkün değil. Burada bir kere parayı neden katıyorsun? Adam yolda dilenerek de gidebilir. Birisi oraya esir olarak götürebilir orada kaçmış olabilir. Ya da adam oradadır yürüyerek gider. Parası da olmayabilir. Gücü yetiyorsa yaparsa yapar yani.
Servet Bayındır:
Ebu Hanife’ye göre istidat kavramını şununla dolduruyor. Mali imkân, sağlık ve yol güvenliği. Dolayısıyla bu üçünden birisi yoksa eğer bu kişiye hac vacip olmamıştır diyor. Ama Ebu Yusuf’a göre yalnızca mali imkân istidat kapsamındadır. Dolayısıyla şunu diyorlar. Mali imkânı vücup kabul edenlere göre yani Ebu Yusuf, Muhammet ve onu takip edenlere göre, binek üzerinde hacca gidip dönecek ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere belli süre yetecek kadar mali imkânı bulunan her Müslümana yatalak hasta kötürüm, felçli, yaşlı hapiste ya da ama dahi olsa hac farzdır. Bizzat kendisi gidemiyorsa özrü sürekli olmak kaydıyla adına vekâletle hac yaptırmalı, eğer yaptırmadan ölüm yaklaşıyorsa vasiyette bulunmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber istidatı azık ve binektir diye açıklamıştır diyor. İbni Abbas’tan gelen bir rivayet var. Hanefilerin çoğunluğu bu görüşteler.
Mesela bu Hanefilerin delillerinden bir tanesi şu. Hanefiler sevabın başkasına bağışlanabileceği düşüncesinden hareket ediyorlar. Mesela Merginani söyle diyor: başkası adına haccın hükmü konusunda asıl olan insanın namaz, oruç, sadaka ve benzerlerine işleyip sevabını başkasına bağışlayabilmesidir. (A.B.: Delili var mı bunun?) Kuranı Kerim’den şu delile dayanıyorlar: Rabbenafirliğ duasını örnek gösteriyorlar. Burada sevabı bağışlama var mı? Böyle geçiyor. Yine Nuh’un (as) duası. Meleklerin duası. Delil olarak getiriyorlar. Yine Peygamberimizden hem kendinin hem de mümin erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile diye bir duayı buna delil olarak getiriyorlar. Peygamberimizin ümmeti adına kurban kestiğine dair hadisi delil getiriyorlar. Yine Peygamberimizden ölüler için Yasin ve İhlas suresinin okunmasını tavsiye eden hadisleri delil olarak getiriyorlar. Peki, Hanefiler İnsana kendi amelinden başkasının faydası yoktur ayetini delil getiriyorlar. Hanefiler şöyle diyorlar mesela Kasani. Başka bir delille tahsis edilmedikçe diye bir kayıt getiriyor. (A.B.: Tahsis eden deliller o dualar öyle mi?) İbnül Humam ameli yapan başkasına bağışlamadıkça diye kayıt getiriyor. Bağışlarsa faydalı olur diye kendi kendine bir şey getiriyor. Ayni ayetin mensuh olduğu, geçmiş ümmetlere yönelik olduğu ve ayetteki insan ile kâfirin kastedildiği vb. Sekiz ayrı şekilde bunu izah ediyor. Bir anlamda ayeti tevil edebilmek için farklı farklı şeyler.
Abdülaziz Bayındır:
Zaten en kolay yol bu ayet mensuhtur demektir. Ama ben şunu sorarım onu söyleyenlere. O konuyu hepsi es geçmiş. Şimdi dua ile ilgili ayetlerde diyor ki Allahüteala, “İnsanlardan kimisi der ki bize bu dünyada güzellik ve ahirette de güzellik ver bizi cehennem azabından koru.” (Bakara 2/201) “Onlardan bir kısmı da bize dünyalık ver der. Onun ahirette alacağı bir pay yok.” (Bakara 2/200) Biri de hem dünya hem ahireti ver der. Tamam. Peki, birincisinin dünyadan alacağı bir pay yok. Öbürü dünya ve ahireti istiyor peki alacağı bir pay var mı? Diyor ki en sonunda sadece bu duayla bir şey olmaz. “Bunların kazançlarından bir pay var. (Bakara 2/203)” Madem bu duaları delil getiriyorsunuz. Bu dua da sadece bu dua yetmez çalışmak da gerekir diyor.
Bu delil getirmelerde kendi hedefledikleri şeyi ispat etmek için ne lazımsa onu yapıyorlar. Doğruyu yakalamak için değil yani.
Servet Bayındır:
Bunlar Hanefilerin görüşleri ve delilleriydi. Şafilerde de istidat tartışma konusudur. Şafi ve Hanbeli fukuhası hemen hemen aynı görüşteler. Onlar şöyle diyorlar. Haccın bir insana vacip olması için İslam, akıl, buluğ, hürriyet, bunlar hürriyeti ayırdılar ve istidat olmak üzere beş şart gerekir. İstidatı da ikiye ayırıyor şafiler. Bir doğrudan istidat iki dolaylı istidat. Yani bizzat kişinin kendisinin yapmasına gücü yetmesi. Başkası aracılığıyla yaptırabilmesine de dolaylı istidat diyor. Şafiler diyor ki ilk dört şarta ek olarak istidatın içini şöyle dolduruyorlar. Azık binek yok güvenliği sağlık ve vakit şartlarını taşıyan kişiye hac farzdır. Zamandan kasıt şu. Mesela adam bulunduğu yerden hacca gidebilmek için varsayalım en az altı ay gerekiyor. Ama adam iki ay kala Müslüman olmuş. Diğer bütün şartlar var ama oraya gidebilecek zaman yok. Zaman şartından onu kastediyorlar. Şafiler diyor ki akıllıysa, Müslümansa, buluğ çağına ermiş ve hürse artı bu mali imkân ve artı sağlık ve vakit yol güvenliğine sahipse bu doğrudan istidat sahibidir. Dolayısıyla bu kişiye hac farzdır. Bu kişinin gidip haccını yerine getirmesi gerekir.
Dolaylı istidata gelince burada da ilk dört vücup şartına ek olarak istidatı oluşturan şartlardan azık binek yol güvenliği ve vakit. Sağlığı çıkardı. Bu şartlar taşıdı ama sağlığı yoksa onu da sıralamışlar, mesela kötürüm olsa, iyileşmesinden ümit kesilmiş yatalak bir hasta olsa veya binek üzerinde duramayacak derecede yaşlı olsa Hanbelilere göre kilolu olsa, hac ibadetini bizzat eda edemiyorsa bu şartlardan dolayı ne yapması lazım bedelli ya da bedelsiz, gönüllü biri varsa, adına hac yaptırabileceği birini bulup ona hac yaptırması gerekir. (A.B.: Para da vermeyecek ve hac yapmış olacak öyle mi? Sevabı kim alacak? O adamdan hiç bir şey çıkmadı yani!)
Şimdi bu iki mezhebe göre, sağlık üzerinde odaklanıyorlar. Diğer şartları taşımasına rağmen sağlığı yoksa bu insanın bu hac yaptırması gerekir vekâletle. Bunu biraz açıyorlar. Diyorlar ki mali gücü olduğu halde kötürüm durumda olana bu durum ister doğumla başlamış olsun isterse buluğdan önce ortaya çıkmış olsun hac farzdır. Böyle bir durumdaki kişi kendisi istidat sahibi olmadığından ya hayattayken başkası aracılığıyla hac borcunu eda etmeli, ya da öldükten sonra adına hac yapılmasını vasiyet etmelidir. Hac borcuyla ölenin mirasından vasiyet etmemiş olsa dahi alınıp hac yaptırılmalıdır. Çünkü zimmetinde borçla ölmüştür bu insan. Hz. Peygamber ise hac borcunu kul borcuna benzetmiştir az önce bahsettiğimiz hadiste. Onu delil getiriyorlar.
İmamı Şafi ve şafi fukuhasının delilleri neler? Az önce Hanefileri özetledik. Bir, diyor ki istidat beden ya da beden yerine geçen bir şeyle var kabul edilir. Mesela Arap dilinde bir kişi evimi inşa etmeye benim gücüm yeter dediği zaman veya elbisemi dikmeye gücüm yeter dediği zaman illa evi ben inşa edeceğim duvarını çatısını ben yapacağımı kastetmiyor. Ben bunu yaptırırım demeyi kastediyor. Dolayısıyla istidat kelimesi illa bir şeyi kendisinin yapmasını gerektirmez. (A.B.: Ama burada yapılanın ibadet olduğunu unutuyor. İbadet başka bir şey ev yaptırmak başka bir şey).
Yine az önce İbni Abbas’tan gelen hadisleri burada sıralıyor. Şübrüme hadisini getiriyor. Hz. Ali’den nakledilen bir hadis var. Biz onu okumadık az önce. Hz. Ali’ye bir kişi soruyor ki ben çok yaşlıyım birini adıma hac yaptırabilir miyim diyor. Hz. Ali diyor ki arzu edersen birini donat, gerekli donanımı sağla o kişi senin adına hac yapsın diyor Ali. Bunu da şafiler delil olarak kabul ediyorlar. Bunun kaynağı Şafi El-Umde.
Şimdi gelelim maliki fukuhasına. Malikiler bu bütün anlattıklarımızdan farklı bir bakış açısına sahipler. Maliki fukuhası, diğer şartları kabul ettikten sonra, istidatı Mekke’ye ulaşabilme güç ve kudreti olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla bunlara göre bir insana hac farz olması için diğer ilk dört şarta ilaveten istidat da gerekir. İstidat ise sağlık, bedeni güç, azık ve yol güvenliğinden oluşur. Yani bunlar olursa insan Mekke’ye ulaşabilir. Bunlardan biri yoksa demek ki o insan Mekke’ye ulaşamaz. Ulaşamayacağına göre bu insana hac farz değildir. Hac farz olmadığına göre bu insanın adına vekâletle hac yaptırmasına da gerek yoktur diyorlar. Malikilerin delilleri şunlar. Bir ayetteki men istetayı ileyki sebila ibaresinin zahiri anlamı. Herkesin kendi konumuna göre istidat sahibi olacağını işaret etmektedir. İstidat ilim ve hayat gibi sahibinin varlığı ile var olan bir sıfattır. Kimi insanın azığı vardır bineği yoktur. Kiminin bineği bulunduğu halde azığı olmayabilir. Kiminin azığı ve bineği bulunduğu halde sağlığı hac yapmasına elvermeyebilir. Ayrıca insanlardan kimisi Mekke ve civarında kimisi de uzak bölgelerde oturuyor olabilir. Mekke ve çevresinde yaşayan duruma göre azık ve bineğe ihtiyaç duymadan hac yapabilir. Yani binek şartı bunun için gerekli değildir. Ama uzak bölgelerde yaşayanların böyle bir imkânı yoktur binek şarttır. Uzaklık da duruma göre değişir. Bazı yerlerde yürüyerek Mekke’ye ulaşılabilir bazı yerlerden ulaşılamaz. Dolayısıyla ayetteki istidatı sadece azık ve binekle sınırlamak doğru değildir. İstidat kişiye göre değişiklik gösterdiğinden… İstidatı hac yapabilme güç ve kuvveti olarak tanımlıyorlar.
Malikilerin ikinci delili şu. Hac mali ibadet olmayıp namaz gibi bedeni bir ibadettir. İlgili ayette gücü yetenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır buyuruluyor. Kendisi hacceder başkası edemez diyorlar. Yukarıda tarif edilen kişiye o hac farzdır. Meşru dayanağı olmayan bir şeyi yapmak abesle iştigaldir diyorlar.
Abdülaziz Bayındır:
Bunlar vekâleten haccı kabul etmiyorlar mı? (Hayır, kabul etmiyorlar. Ne güzel Allah’a şükür. Şey de çok güzel. Kabul etselerdi ayeti ona göre yorumlarlardı. Kabul etmedikleri için doğru yorumlamışlar.
Servet Bayındır:
Devamında şunu diyorlar çünkü Allahüteala insanın kendi çalışmasından başka bir şey yoktur ayeti bunu göstermektedir.
Abdülaziz Bayındır:
İbadet zorla boyun eğmek değil ki. İnanarak, kalpten boyun eğmektir değil mi? Onun için mesela niyet şartı var. İslam şartı var. Bu kişinin kendisine mahsus bir şeydir. Başkası yapamaz ki onun yerine.
Servet Bayındır:
Peki, malikiler diğer mezheplerin getirmiş olduğu hadisleri nasıl anlıyorlar? (A.B.. Asıl mesela bu. İmam Malik de en büyük hadisçilerdendir. Esas hadisçilerdendir.) Diyorlar ki Hasbam kabilesine mensup olan kadın hadisi sahihtir biz de kabul ediyoruz diyorlar. Ama bu hadis onun babası üzerine haccın farz olduğunu göstermez. Hac emri geldiğinde babam yaşlı binek üzerinde duramayacak bir insandı diyorlar. Bu hadis onun babası üzerine haccın farz olduğunu göstermez zira bizzat hadisin metninde babasının aciz olduğu bildiriliyor. Bizzat kendisi duramayacak seviyede diyor. Dolayısıyla hac ise acizlere değil istidat sahiplerine farzdır. Bu hadisi bu şekilde anlıyorlar.
İki, Hz. Peygamberin söz konusu hanıma babası adına izin vermesi yaşlı adamın bu sayede dua ve hac yolunda harcanan malın sevabından yararlanabileceğine işarettir. İleride Malikiler diyor ki birisi başkası adına nafile olarak hac yapsa sevabından ona da gider görüşünü kabul ediyorlar. Bu da sanki ona dayanak gibi.
Diğer hadisteki hac borcunun kul borcuna benzetilmesi bayanın bunu ödemekle sevaba nail olacağını bildirmek içindir. Şafiler bu benzetmeyi gerçek sanarak hac borcuyla kul borcunu aynı görüp kul borcu gibi hac borcu gibi her şartta ödenmesi gerektiğini savunurlar. Ancak yine Şafiler şöyle diyorlar. Mesela birisi hastaydı. Ne olur ne olmaz ölürüm birisini buldu hacca gönderdi. Vekâleten hac yaptırdı ama daha sonra iyileşti. Bu insan bir daha gidip hac yapması lazım diyorlar Şafiler. (A.B.: O görev görüldüyse bir daha niye gönderiyorsun?) Şimdi Malikiler bundan hareketle şöyle diyorlar: şafiler adına hac yapılan hasta iyileştirdiği takdirde yeniden hac yapılması gerektiği, önceden yapılan haccın farz hac yerine geçmeyeceğini ileri sürüyorlar. Oysa başkası tarafından ödenen borcun yeniden ödenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Borcu olup da ödeyecek hiçbir malı olmayanın ödemeye zorlanamayacağı konusunda da ittifak vardır. Yani adamın malı yoksa borcunu bile ödemesi gerekmez. “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha hayırlıdır.” (Bakara 2/280) Kişinin kendi çocuğu varlıklı olsa dahi babasının borcunu ödemekle yükümlü değildir. Fakat evlat yükümlü olmadığı halde borcunu ödeyerek babasını bu sıkıntıdan kurtarmak istediğinde cömertlik yapmış olur ve iyi bir iş yapmış olur. Borç benzetmesinden yola çıkılarak haccın evlat ve varisin ödemesi gereken ve onlara intikal eden bir borç olduğu sonucuna ulaşılamaz diyor.
Abdülaziz Bayındır:
Ne güzel bak bize hiç sıkıntı vermemiş. Her şeyi gayet güzel bir şekilde anlatmış. Bir de imam malik şunu da söylemeliydi. Peki, kardeşim benim birisine olan borcumu benim oğlum öderse olur elbette çünkü karşı tarafın alacağı 100 liraysa oğlum da ona 100 lirayı babamın borcu diye verdi mi adam 100 lirasını almış olur ve biter. Karşı taraf o 100 lirayı alırken benim oğlum kalbinden almıyorum ama utancımdan alıyorum da diyebilir. Fakat bu bir ibadet kardeşim.
Servet Bayındır:
Malikilerin çoğunluğuna göre o yine bayan hadisinde hanımla ilgili hadis adı geçen kişiye özel bir hükümdür. Bazı maliki bilginlerine göre bu hüküm söz konusu hanımı teselli etme amacıyla bir kısmına göre ise hadisteki hacdan maksat farz değil nafile hacdır.
Abdülaziz Bayındır:
Aslında hac değil bakın. Öyle bir yerde konuşuyor ki bu kadın Arafat vakfesi bitmiş. Niyet edilmiş. Yani işin ortasında o anda haccedeceğim dese ne olur? En fazla ne olur? Babam için de sevabına bir tavaf edebilir miyim? O olur onun dışında başka bir mana olmaz. (Y.Ş.: Bir sonraki sene kastedilmiş olamaz mı?) Olmaz. Öyle bir ifade yok. Bir de öğlem yemeği yiyen birisi bir yemek de aç babam için yiyeyim dese akşam yemeği mi akla gelir?
Servet Bayındır:
Zaten bu hadisin devamında açıyorlar bu bayanla ilgili durumu. Diyorlar ki çünkü adı geçen bayanın kastı babasının üzerinde haccın farz olduğunu haber vermek değildir . Yani bir bilgi vermek değil. Aksine istidat sahiplerine hac farz olduğunda babasının yaşı ve güçsüzlüğü nedeniyle istidat sahipleri kapsamına girmediği dolayısıyla onun adına nafile hac yapıp yapamayacağını öğrenmektir. Babası adına hac yapıp yapamayacağını soran kişiye Hz. Peygamber de baban adına hac ve umre yap buyurmuştur. Ayrıca söz konusu hadisin başka rivayetlerinde faydası olur mu ya Resulullah diye sorulduğunda evet faydası olmasa da zararı da olmaz ilavesi yer alır. Bu ilave başkası adına hac yapılabileceğini bildiren hadislerle nafile haccın kastedildiğini göstermektedir diyor Malikiler.
Malikilerin diğer bir delili ayetteki istidat ile İbni Abbas’tan nakledilen rızık ve sıhhattir diye. Malikiler diyor ki bu hadis zayıftır bununla amel edilmez. Asıl bir de hac nasıl bir ibadettir, haccın felsefesine malikiler şöyle yaklaşıyorlar Malikilere göre insan fiilleri iki kısma ayrılır. Birincisi emanetlerin ve borçların geri ödenmesinde olduğu gibi kim tarafından yapıldığı önemli olmaksızın bir takım yararlar maslahatlar içeren fiillerdir. Bu tür eylemlerde vekâletin sahih olduğu konusunda icma vardır. Çünkü burada amaç alacaklıların maslahatıdır. Bu da ancak bizzat ödeme ve teslim şeklinde gerçekleşir. Adam alacağını aldıktan sonra kim öderse ödesin. İkinci tür eylemler ise namazda olduğu gibi faili dikkate alınmadığında bizatihi bir yara ve maslahat içermeyen eylemlerdir. Namazdan maksat içtenlik ve samimiyetle (huşu) Allah’ın huzurunda boyun eğmektir. Kişi adına başkası kıldığında yüce Allah’ın bu ibadetle talep ettiği maslahat gerçekleşmez. Dolayısıyla başkası adına namaz kılmanın meşru olduğu söylenemez. Bu açıdan hac da namaza benzer. Hacdaki maslahat yaşadığı bölgeden uzaklaşmak alışık olmadığı kefene benzeyen ihrama bürünmek suretiyle nefsi terbiye etmek ve hesap gününü hatırlamaktır. Ayrıca harem bölgesinde hikmetini bilmediği bir takım menasiki yerine getirerek Allah’a kayıtsız ve şartsız bağlılığını göstermektir. Bu maslahatlar namazda olduğu gibi ancak kişinin bizzat kendisinin yapmasıyla gerçekleşir. Namazda vekâleti kabul etmeyip hacda kabul ederek bu iki ibadeti birbirinden ayıranlar haccın mali yönünü bedeni yönüne tercih ediyor onu başkası adına köle azat etmeye ya da sadaka vermeye benzetiyorlar. Oysa bize göre yani Malikilere göre hac mali değil bedeni bir ibadettir diyorlar.
İmam Malik 9. Gerekçesinde hastalık yahut yaşlılık nedeniyle hac yapamayıp vasiyet de etmeden ölen için nafile olarak hayırda bulunmak isteyen kişinin ihtiyaç sahiplerine sadaka ve benzeri şeyler dağıtmasını söylüyor. Yani babam farz olduğu halde hacca gidemedi onun adına hacca gitmeli miyim? İmam Malik diyor ki gideceğine babanın hayrına hayırda bulun sadakada bulun diyor. (A.B.: Beli bunu şu ayete sokabilirler: “Miras taksim edilirken yetimler, yoksullar ve yakınlar bulunursa onları da rızıklandırın, güzel söz söyleyin.” (Nisa 48) ) .
Yine Malik’ten şöyle bir rivayet var, burası yani Medine hicret yurdudur. Hz. Peygamber’den bugüne kadar kimsenin başkası adına hac yaptığı bunu emrettiği ve buna izin verdiği konusunda herhangi bir bilgi bize ulaşmamıştır diyor İmam Malik. Dolayısıyla Malikilerin de delilleri bunlardan oluşuyor. Bundan sonra geliyor Servet Bayındır’ın delilleri!
Zaten az kaldı okuyayım. Tümünün bir özeti. İstidatla ilgili olarak yukarıda verilen bilgilerden İslam hukuk doktrininde istidatı anlama ve hüküm verme noktasında iki farklı çizginin ortaya çıktığı görülüyor. Hanefi, Hanbeli, Şafi ve Şia, Zahiri, Zeydi mezhepleri istidatın mali yönüne önem veriyorlar. Mal varsa sen istidat sahibisin. O halde malın varsa sana hac mutlaka farz oldu diyorlar. Sağlığı falan dikkate almıyorlar. Malikilerin çoğunluğu ile bir takım Hanefi fukuhası ki Ebu Hanife de buna dâhil bedeni yönüne ağırlık veriyorlar. Yani sağlığa önem veriyorlar. Bütün fukuhaya göre istidat, akıl, buluğ ve hürriyet gibi haccın şartlarından biridir. Ancak diğer şartların aksine istidat birden çok unsurdan meydana gelmektedir. Bu unsurlar mezheplere göre değişiyor. Ama genellikle mali imkan, sağlık, yol güvenliği ve kadınlara özel olarak mahreminin bulunması diye bir şart var. Mesela şöyle bir kayıt var. Vekaletle hac farzdır diyenler diyor ki bir bayan mahremi olmadan belirli bir mekanın dışına çıkamaz. Dolayısıyla hac da eğer o mekanın dışındaysa hacca gidemez. Bekledi, mahremi olmadı. Artık anladı ki benim bundan sonra mahremimin olması mümkün değil. Mahremi yoksa demek ki babası yok dayısı yok amcası yok kardeşi yok, kocası yok. Gariban evlenmeyi bekliyor. Belli bir süreden sonra evlenme ihtimali de kalktı. Böyle bir bayan eğer zenginse tabi parasını verip başkasını hacca göndermelidir diyorlar.
Haccın mali yönüne ağırlık verenler mali gücü olup da yaşlılık veya hastalık nedeniyle bizzat hac yapamayanın özrü ölümüne kadar sürmek şartıyla, hani diyorlar ya özrü ortadan kalksa bile tekrar yapması lazım. Ya hayattayken adına hac yapmak üzere yerine vekil göndermesi veyahut ölümden sonra bunu vasiyet etmesi gerekir. Maliki fukuhası istidat hakkındaki yaklaşımlarında vasiyet konusu hariç tutarlık göze çarpmaktadır. Vasiyeti Malikiler vacip görüyorlar. (A.B.: Vasiyet meselesi de bizim büyük bir problemimizdir. Onun hakkında da inşallah bir doktora yaptırmak nasip olur.)
Şafi, Hanbeli, Zahiri ve Şii fakihleriyle Hanefilerin çoğunluğu vekâletle haccın vacip olduğu şeklindeki görüşleri bir takım çelişkiler içermektedir.
Öte yandan çeşitli kaynaklarda istidatın mali güçten ibaret olduğu şeklindeki hadisin zayıf olduğu daha önce de söylenmişti. Sahih kabul edilse dahi Hz. Peygamber’den mali gücün sahibini Mekke’ye ulaştırması özelliğinden ve hastalığın hacca engel olduğundan haber veren bir takım başka rivayetler de vardır. Ezzatu ver rahiletü… Zat nedir peki diye sorulduğu zaman başka rivayetlerde kişiyi Mekke’ye ulaştırabilecek mal diyor. Dolayısıyla kişiyle malı Mekke’ye ulaştırabilecek mal diyor. Kişiyle malı Mekke’ye ulaşmayla irtibatlandırıyor Peygamberimiz. (A.B: Hacla değil yani.) Evet.
Taberi’nin tefsirinde istidatın mali güç olduğuna ilişkin rivayetlerin zayıflığından dolayı onlara dayanarak dini bir hüküm verilemeyeceğini ileri sürüyor. Hanefilere gelince. Hanefilere göre vekaletle haccın caiz olduğuna dair delillerden biri de sevabın başkasına bağışlanabileceğidir. Kuranı Kerim’de insanın ancak kendi amelinin kendisine faydası olacağı bildirilir. Mutezile ve Malikilerin bu ayete dayanarak sevabın başkasına bağışlanamayacağı şeklindeki iddialarına karşı Hanefiler melekler, peygamberler ve insanların dualarından bahseden ayetleri delil getiriyorlar. Az önce söylediğimiz gibi bağışlamayla ilgili ayetleri delil getiriyorlar. Oysa sea ayrı şey dua ayrı şeydir. Ayetteki dua örneklerinden dua edenin Allah’tan başkasının dünya ve ahiret mutluluğu dilediği anlaşılmaktadır. Halbuki başka bir ayette kendisi için ahiret mutluluğu dileyen kişinin imanlı olarak ahiret yolunda sae’de bulunması çaba gösterip çalışması gerektiği vurgulanır. Kendisi için istiyorsa. Dolayısıyla sevabın başkasına bağışlanabileceğine ilişkin deliller şayet nafile hac hakkında ileri sürülmüş olsaydı belki hani anlaşılabilirdi. Oysa konu mali gücü olduğu halde hac yapmayan dolayısıyla zimmetinde hac borcu sabit olan kişi adına başkasının hac yapması, yapılan bu hacla asıl borçlunun zimmetinden hac borcunun düşmesi ile ilgilidir konu. Sevabın bağışlanmasıyla zimmetteki borcun düşmeyeceği ise bir gerçektir. Hiç kimse ben sevabı bağışladım anamın babamın namaz borcu düştü diyemez. Yine Hanefiler sevabın bağışlanabileceğine ilişkin olarak Hz. Peygamber’den şu hadisi delil getiriyor: ümmeti adına kurban kestiğine dair hadis. Peygamberimiz ümmeti adına kurban kesmiştir diyorlar ve ölüler üzerine Yasin ve İhlas okuyun diye hadis. Halbuki kurban hadisinde vekaletle hacca ilişkin herhangi bir delil getirilemez. Peygamberimiz üzerine vacip olur da kurban kesemeyenler adına kesiyorum demiyor bunu. O hadiste böyle bir şey söylemiyor. Kendisinin kurban kesmesiyle bu yükümlülüğün diğerleri üzerinden düştüğü gibi bir haber de yoktur kurbanla ilgili. Ölüler üzerine Yasin ve İhlas Surelerinin okunacağına dair hadislerin de zayıf olduğu ve burada ölüden kastın ölmek üzere olan kişinin kastedildiği diğer kaynaklarda yer alıyor. Söz konusu hadisler sahih kabul edilse dahi onlar da bu surelerin ölmüş insana okunup sevabının bağışlanacağından söz ediliyor. Tamam hadi sahih kabul edelim. Ölmüş insana okuyun sevabını bağışlayın. Vekaletle hacda ise haccın sevabını bağışlamak değil başkasının yapmadığı bir hac ibadetini onun adına yapma durumu söz konusudur. Dolayısıyla bu tür hadisler ona delil olamaz.
Bir kısım hadislerde başkası adına hac uygulamasının İslam’dan önceki Arap toplumunda mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Şübrüme hadisi ile Seraksi’nin rivayet ettiği bir Nübeyşe hadisi var o da buna benzer bir hadis. Bunu göstermektedir. Yani Şübrüme Peygamberimizle ilk defa orada karşılaşıyor. Lebbeyk an Şübrüme dediğine göre bu zat daha önce Peygamberimizden bir şey duymadığına göre demek ki bu önceden gelen bir kültürü devam ettiriyor. Yine bir Nübeyşe hadisi var o da aynı şekilde.
Vekaletle hac konusundaki hadislerin bu bağlamda değerlendirilmesi halinde konu ilgili farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Hz. Peygamber hicretten sonra hayatında bir kez hac yapmıştır. O da veda haccıdır. Hacla ilgili rivayetlerin büyük bir çoğunluğu çeşitli sorular üzerine valid olmuştur. O bayanlarla ilgili hadisler vesaire. Ayrıca kaynaklarda o dönemde başkası adına tavaf geleneğinin mevcut olduğu da yer almaktadır. Başkası adına tavaf var yine. Sadece hac değil tavaf da var. Hac kelimesinin sözlük anlamı yukarıda vermiştik, yönelmek bir şeyin çevresinde dönmek çokça gidip gelmek gibi anlamlara geliyor. Başkası adına hac yapılmasından bahseden hadislerden, yani hac yapılması derken haccın tüm menasikiyle değil de sadece tavafın kastedilmiş olması da muhtemeldir. Yani babam adına bir tavaf yapabilir miyim gibi.
Hastalık veya yaşlılık nedeniyle haccı bizzat eda edemeyenin durumu bazı fakihlere göre oruca dayanamayacak haldeki yaşlının durumuna benzetilmektedir. Bu da var. Onlara göre Kuranı Kerim’de yaşlılık nedeniyle oruca güç yetiremeyene bir yoksulu doyuracak miktarda fitre vermesi emredilmektedir. Bu fakihlere göre. Bunu delil getirenlere göre. Haccı bizzat eda edemeyenler de hac masraflarını karşılamak suretiyle söz konusu fakihlere göre bir anlamda fidye vererek bu görevi ifa etmiş olurlar. Ne var ki bu ayette geçen yutikune kelimesinin la yutikune şeklinde anlaşılması üzerinde öncelikle durulması gerekir. Özellikle Şafi ve Hanbeli fukuhası bu hacla ilgili konuları tartışırken dikkat ettim ben utiyk kelimesini kullanıyorlar ve bununla da hacca gücü yeten istidatı olan kişiyi kastediyorlar. Hac yapabilen kişiye yutiyk ifadesini kullanıyorlar. Özellikle Şafi ve Hanbeli fukuhası hacca güç yetirmekten söz ederken nutiyk ismi failini kullanır ve güç yetirme durumunu kastederler. Yani güç yetirme bunu yapabilme. Bu kelimeyi hacda olumlu oruçta olumsuz şekilde almak yani oruca güç yetiremeyen zorlanarak orucu yerine getiren ama hacca gelince hacca güç yetiren şeklinde birinde olumlu birinde olumsuz olarak almak tutarlı olmasa gerektir.
Verilen bu anlam varsayalım ki doğru. Doğru olsa dahi hacda geçerli olamaz. Çünkü oruçla ilgili ayette varsayalım ki doğru. Oruçla ilgili ayette yaşlı tutamadığı oruç için bir fakire fidye vererek oruç borcundan kurtulmaktadır. Klasik anlayışta bir fakire fidye veriyor oruçtan kurtuluyor. Ama hacda ise parayı fakire temrik etmemekte, yani parayı bir fakire vermiyor. Adına hac yapacak kişiye verip onu hacca gönderiyor. Al bu parayı git benim adıma şunu şunu yap geri dön diyor. Benim yerime tut dese tutarlı olur. Yani burada fidye ya da sadaka verme olayı yok. Adama bir görev yüklüyorsun bir vekil yani. Hizmet satın alıyorsun burada. Hac görevinin yol masraflarının ödenmesi karşılığında başkası tarafından yerine getirilmesi işlemi söz konusudur.
Vasiyette de fidyeye benzer durum göze çarpmaktadır. Malikiler dâhil bütün fukuha hac borcu olan kişi adına hac yapılmasını vasiyet ettiği takdirde malının üçte birine kadar olan kısmından vasiyetinin yerine getirileceği ve böylece onun hac borcunun düşeceği görüşündeler. Oysa fıkıhta vasiyet ölümden sonra geçerli olmak üzere bir mal veya menfaatin teberru yoluyla başkasına temliki şeklinde tanımlanır. Yani ölümümden sonra sana şu malımı bağışladım hibe ettim demektir. Hacla ilgili vasiyette mal ya da menfaatin temriki söz konusu değildir. Ben öldükten sonra benim malım filanın olsun demiyor. Görev yüklüyor. Kişi üzerinde hac borcunun düşmesi için gerekli meblağın vekil aracılığıyla hac yolunda harcanmasını vasiyet ediyor. Dolayısıyla bu işlemde bir teberru yoktur. Kişinin borcu olarak kabul edilen para miktarının hac yolunda harcanması bir anlamda borcun ödenmesi söz konusudur. Hac ise bedeni yönü ağır basan bir ibadettir.
Burada İmam Muhammed’in bir görüşü var. İmam Muhammed vekaletle haccı caiz görüyor ama şöyle bir kayıt koyuyor. Hac onu kim yapmışsa onun için geçerlidir diyor. Gönderen ise bu yolda bir katkıda bulunduğu için bunun sevabını alır. Hatta şunu tartışıyor eğer adam orda haccı yapmasa ifsad etse kefaret gerektiren eylemlerde bulunsa bunun sorumlusu müvekkil mi vekil mi kendi sorumluluğudur çünkü kendi yapmıştır diyor.
Sonuç olarak diye bitirelim. Özetle Hanefi, Şafi, Şia, Zahiri ve Zeydi mezheplerinin mensupları çoğunlukla mali gücü dikkate almışlar, hastalık ve yaşlılık nedeniyle bizzat hac yapmaktan aciz olan kişiye vekil aracılığıyla hac yaptırmasının farz olduğu sonucuna varmışlardır. Maliki fukuhasının çoğunluğu gibi sağlığı yani bedeni gücü esas alanlar ise mali gücü olsa dahi hastalık ve yaşlılık sorunu bulunan kişiye haccın farz olmadığı görüşündeler. Ebu Hanife, Serahsi ve İbnül Hümam gibi bir kısım Hanefi fukuhası mali güçle sağlığı birlikte ela almış, malikiler gibi. Bu iki unsurdan birini taşımayan kişilere haccın farz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla Hanefilerin önemli imamları diyelim Malikilerle aynı görüşte. İmam Muhammet vekaletle yapılan hacda haccın bizzat vekil için geçerli olduğunu adına hac yaptıranın ise böyle bir ibadete vesile olduğu, parasını bu yolda harcamış olduğu için hac sevabı almış olacağını ileri sürmüştür. (A.B.: Hac sevabı mı diyor?) Evet.
Adına hac yapılmasını vasiyet ederek ölen hac borçlusu adına varislerinin onun malından hac yaptırmalarının vacip olduğu konusunda, Maliki hariç diğerleri ittifak halindedirler. Genelde hac şartları özelde de istidat oluşturan unsurların günümüz imkanları açısından yeniden ele alınması gerekir demişiz. Sağlık ve diğer şartlar mevcut iken kendisine hac farz olup da zamanında eda etmeyen ve daha sonra aciz duruma düşen kişinin kendi adına başkasını vekil göndermekle bu sorumluluktan kurtulamayacağı. Dolayısıyla zimmetinde kesinleşmiş olan hac borcundan dolayı ancak yüce Allah’tan af dilemesi gerektiği, parası varsa hac masraflarını karşılayacak miktarda malını sadaka olarak dağıtmasını, hani Malikiler öyle diyordu ya, adına hac yaptırılmasını vasiyet etmesinden daha uygun bir davranış olacağı kanaatimdeyim demişim ve bitirmişim.
Abdülaziz Bayındır:
Çok güzel, son bölümdeki yorumlar da gayet güzel Allah razı olsun. Şimdi ben bunu kısaca özetleyim de birkaç tane soru var.
Ben sadece Kuranı Kerim açısından bir özetleme yapmak istiyorum. Haccı emreden Allahüteala öncelikle şöyle diyor: “Sen insanlar arasında haccı ilan et. Yürüyerek, ya da yorgun binekler üzerinde gelirler ve bütün derin vadilerden aşar gelirler. Kendileri için menfaatlerine kendileri şahit olsun.” (Hacc 22/27-28) Yani birisi size şahit olarak çağırıyor o diyor ki ben değil sen git. Olacak şey mi?
Ondan sonra: “Belli günlerde enam cinsi hayvanlar üzerinde Allah’ın adını ansınlar. Yani kurban bayramı kurbanını kessinler.” (Hacc 22/28) Hac kurbanı diye ayrı bir kurban yoktur şimdi o konuya girmeyelim. Sadece bazı durumlarda orada hac ve umreyi birleştiren için kurban vardır.
Şimdi burada az önce soru sormuş birisi ona da cevap vermiş olalım hac başka aylarda yapılabilir mi diyor. Yapılamaz çünkü “eyyamı malumat”, belli günlerde orada olması lazım aylarda da değil. Bir kere bunun cevabını vermiş olduk. “Tefeslerini yerine getirsinler.” Tefes burada anlatılan şekliyle değil… Peygamberimizin bildirdiği şekilde Arafat ve Müzdelife’de yapılan vakfe ve o gün yapılacak işlerin tamamına verilen isimdir. Pisliği temizlemek olsa bile kendi yüzünü yıkar başkasınınkini değil! “Ondan sonra beyti atiki tavaf etsinler” (Hacc 22/29) diyor.
Şimdi bir de Allahüteala bir başka yerde diyor ki “Kim o günlerde hacca başlarsa…” Kendi adıma başkası değil, “Rafes yok, fasıklık yok, mücadele yok.” e başkası mı benim adıma yapacak bunları bu olacak şey değil ki! “Yaptığınız her türlü hayrı Allahuteala bilir.” (Bakara 2/197) Sonra da diyor ki bütün bu emirler kişinin kendisi yapması gereken. “Menasikinizi yaparken babalarınızı hatırladığınız gibi Allah’ı zikredin. (Bakara 2/200)” diyor. Ondan sonra o dua ile ilgili ayetler de burada geçiyor zaten. Kişinin kendisi ile alakalı bir olay. En son diyor ki o takva da kişinin kalbindedir. Kim iki günde üzerinde bir günah kalmaz. İki günde de gelirse o güne kadar yaptığı şeylerin günahından kurtulur üç gün de olursa kurtulur. Ama müttaki olması şartıyla.
En son olarak şunu da size söyleyeyim. İsra Suresi’nde genel prensibini koyuyor. “Kim ahireti ister de gereken gayreti kendisi gösterirse…” (İsra 17/19) Benim yerime sen olur mu? Şimdi mesela diyelim benim iki tane oğlum var. Oğullarımdan birisine sinirlenmişim benden küsmüş. İkinci oğlum dese ki gel baba barışalım affet dese bunu hangi baba kabul eder? Oğlum o af dilerse olur. Senin af dilemenle neyi kabul edeceğim? Gayret de yetmez mümin olacak, bunlarınki teşekküre değer. Diğerleri değildir.
Başka ne diyor Allahüteala sen iyilik yapacaksın ki Allah’ın huzuruna bir iyilikle gidilince on tanesi bulunacak. Falancaya gitmeyecek ki bu sevap. Bunların içerisinde belki tek delilleri şu olabilir onların. Peygamber (sav) kurban kesti dedi ki Yarabbi bu benden ve ümmetimden kurban kesmeyenlerden. Tamam da sevabı kimin? Onlardan vazife düşer mi? Bunun da ayeti kerimesi var. Bizdeki en büyük problem biliyorsunuz Kuransız bir sünnet anlayışıdır. O zaman hiç bir şeyi anlayamıyorsunuz. Allahüteala ne diyor Hac Suresi’nde: “Her ümmet için bir mensek (kurban kesme yeri, zamanı ve işi) oluşturduk.” (Hacc 22/34) Liyezkuru cemidir ama ümmet üzerine oluşturmak başkadır ama hacda ne diyor? Men istedaı sebila. Burada her bir fert için söylüyor. Ümmet için olunca Yarabbi bunu benden ve ümmetimden Kurban kesmeyenlerden kabul et demek olur. Çünkü ümmet üzerine de kurban kesilmesi de olur yani. Çünkü ayet onu söylüyor. Ama mesela namaz için de sen namazı kıl diyor. Başka bir şey.
Peki Peygamberimizden geldiği söylenen hadisleri zaten Maliki mezhebi çok güzel yorumlamış. İmam Muhammed’in yorumları da bir nokta dışında güzel. Haccı kim yapıyorsa sevabı o alır kardeşim. Sen de parayı vermişsin onu hacca göndermişsin. Ha hacca gönderdiğin için İmam Muhammed’i haklı çıkaran bir husus var. Adamın hacca gitmesine sebebiyet verdiğinden dolayı o cinsten bir sevabı Allahüteala bu kişiye verebilir. Ama o sevabın o kişiye verilmesi başka bir şey o kişinin hac yapmış olması başka bir şeydir. Vazifesinin düşmesi başka bir şeydir.
Sorulardan devam edeyim. Kendi paramdan bir kişiye versem de o kendi adına hac yapsa caizse de olay zekatta da söz konusu olabilir mi? Şimdi zekat alabilecek durumdaysa karşıdaki kişi zekatını siz verirsiniz o da hacca gidebilir onda problem yok. Ya da hacca gitmek için mesela bugün yazılmış para yatırması lazım parası yok zekattan pekala karşılanabilir.
Cuma namazı kaç rekattır? İki rekattır. Ondan önce kılınan namaz tahiyyatı mescittir dört de kılınabilir iki de kılınabilir.
Cennette bilincimiz aynı mı olacak örneğin ben Abdülaziz hocanın yanına gidip konuşabilecek miyim? Dünyadayken de programını dinlerdik. O neler diyeceksin neler! Cennetlikler bugün boş durmayacaklar çalışacaklar ama öyle bir meşguliyet ki kendilerini hoşlandıracak rahatlatacak zevklendirecek meşguliyet. Yani cennet yan gelip yatma yeri değil! Ama yan gelip yatmaktan hoşlanıyorsan yatabilirsin.
Hac haram ayında yapılıyor. Farklı bir haram ayında yapılabilir mi? Şimdi hac haram ayında yapılmıyor. Haram ayları dört tane. Haram ayında yapılıyor da haram aylarından belli günlerde yapılıyor. Ayın adı Zülhicce zaten. Yani içinde haccı bulunduran hac demektir ki bu adı Peygamberimiz koymamıştır. Bu ayın adı dünya yaratıldığı günden beri böyledir. Çünkü Allah’ın gökleri ve yeri yarattığından beri… bu ayın adı Zülhiccedir hac ayıdır yani. Dolayısıyla hac o ayın içerisinde olur. Tevbe 36[1]. Ayında. Arkasından Muharrem geliyor. … Çünkü az önce o Hac Suresi’nde okuduğum ayette Allahüteala bakın ne diyor. Biz hep onu kaçırıyoruz. Allahüteala o üç ayı haram ayı yaparak savaşları yasaklayarak insanların ürettikleri tüm malların piyasaya sürülmesi serbest bölgeler oluşturulması için üç ay belirliyor ve bu üç ayın içerisinde de bir ayı Zülhicce olarak yapıyor. O ayı da eyyamı malumat diye belli günlere indiriyor. Malumat kelimesi de çok önemli. Peygamberimize de demiyor şu günler diye çünkü haccın günlerinin o günler olduğu zaten öteden beri biliniyor. Kimseye anlatmasına lüzumu yok. Bir de arkadaşlar şuna dikkatinizi çekelim eyyamı malumat kelimesini Peygamberimiz kullanmıyor. İbrahim (as) kullanıyor. İbrahim’e (as) diyor ki Allahüteala bilinen günlerde gelsinler. Ne demek bu? İbrahim’in (as) şu günde gelin demesine gerek yoktu ki herkes biliyordu hangi günler olduğu. Çünkü o günler bütün dünyada kurban kesildiği günler. Adem’de (as) beri belli günler bunlar. Dolayısıyla mümkün değil başka bir zaman olmaz.
İmam Muhammet’in görüşüne ilaveten hacca vekaleten gönderilen kişiye tüm hacı masraflarını verdikten başka gidip gelme görevini ifa etme hizmetlerini satın almak amacıyla ayrıca ücreti verilmesi halinde hac ibadeti gönderene ayet olabilir mi? Kurtarmaz! İbadeti kendisi yapacak. Ama sevap ayrı bir konu.
O günler belli değil diyemezsin. Allahüteala İbrahim’e ne dedi? Eyyamı malumat dedi. Herkesin bildiği gün o. Değiştiremezsin onu. İbrahim’e (as) demiyor ki şu şu gün gelsinler. Demek ki bu Adem’den (as) beri belli olan günler.
Servet Bayındır:
Çok uzun oldu şimdi dinleyenler bedel hac var mı yok mu caiz midir vacip midir değil midir diye düşünenler için şöyle söyleyelim. Hanefi, Şafi, Şia, Zahiri ve Zeydi mezhebi mensupları genel olarak çoğunlukla istidatı iki şeyden oluşturuyorlar. Bir mali imkan iki bedeni imkan. Yani sağlık. Bunlar diyorlar ki kişinin mali imkanı varsa diğer şartları da taşımakla birlikte. Akıl, buluğ, İslam gibi. Mali imkanı var fakat sağlığı el vermiyorsa bu kişiye hac farzdır. Bu kişi kendisi gidemiyorsa başka birini göndermelidir hayatında. Hayatında gönderemediyse gönderilmesi için vasiyette bulunmalıdır. Malikiler, Ebu Hanife ve bir kısım Hanefi fukuhası ise istidat kelimesini mali imkan artı sağlık ikisi birlikte ele alıyorlar ve diyorlar ki kişi mali gücü olsa dahi eğer sağlığı sıhati el vermiyor ise bu kişiye hac farz değildir. Dolayısıyla bu kişinin çok zengin olsa dahi kendisi gidemiyorsa dahi kendisi gidemiyorsa başkasını göndermek yoktur. Bütün bu tartışmalardan çıkan sonuç bu ikinci görüşün yani Malikilerin ağırlıklı olarak kabul ettiği ve Ebu Hanife’nin de dahil olduğu bu görüşün bizce de daha sağlıklı ve Kuranı Kerim’e de sünnete de gerçekten uygun bir görüş olduğu kanaatindeyiz.
(Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı – efemisirli@gmail.com)
[1] Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir. (Tevbe 9/36, D.V. Meali)