Bu gün kuranın 56.sure olan Vakıa suresini okuyacağız.
Bismillahirrahmanirrahim.
Biliyorsunuz, surelerin başında besmele geçiyor. Biz de onu her defasında kısaca anlatmaya çalışıyoruz.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Rahman da rahim de aynı kökten gelen iki kelime. Rahman kelimesi arapların pek kullandığı bir kelime değil. Ayette de var değil mi “vemar rahman: rahman da kim”(FURKAN 60) diye soruyor araplar. Rahman kelimesi Allah’a mahsus olmak üzere kullanılan bir kelime. Rahim kelimesi Allah için de insanlar için de kullanılabiliyor. Her ikisinin kökü olan rahmet tabi bir merhamet, acıma duygusu şeklinde tercüme edilir de acı ma duygusu daha çok, problemi çözemeyecek kişilerle ilgilidir. Mesela Allah kişiye acır derseniz, o zaman bir başkası der ki; niye? Acıyacaksa yardım etsin. Yani ben olsam acırım ama onun her şeye gücü yetiyor diyebilir. Dolayısıyla Allah’ın rahmeti dediğimiz zaman, Allah’ın ikramı demek olur. Bu sebeple bazen bizim sıkıntı gibi gördüğümüz şeylerde Allah’ın rahmeti olabilir. “Ve asa en tekrahu şey’en fe huve hayrun lekum: olur ya bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz, o sizin için hayırlı olabilir”. “Ve asa en tuhibbu şey’en fe huve şerrun lekum: belki bir şeyi de seversiniz ama sizin aleyhinizedir”,”vallahu ya’lemu ve entum la ta’lemun: Allah bilir siz bilemezsiniz”. Dolayısıyla, yani Allah’ın rahmeti her zaman bizim hoşumuza giden biçimde bize ulaşmaz. Bazen hoşlanmadığınız bir şeyin de rahmet olduğunu sonradan anlarız. Tıpkı ilk okul birinci sınıfa çocuğu yazdırıyorsunuz. Sabahın köründe kaldırıyorsunuz, önlüğünü giydiriyorsunuz. Kahvaltı yaptırmaya çalışıyorsunuz, ben yemiyorum diyor. Bu saatte kahvaltı mı olur diyor. Ondan sonra çocuğu tıpış tıpış okula gönderiyorsunuz. Bu ne büyük merhametsizlik denebilir değil mi? Çocuk da ağlar bir taraftan. İşte bu merhametsizlik değil. O zaman çocuğa dersiniz ki; oğlum yada kızım, sen daha sonra bunun ne kadar büyük iyilik olduğunu anlayacaksın. Onun gibi Allah’ın bazı ikramları olur ki biz onu sırada anlamayabiliriz, bize zor gelebilir. Yani sonuç olarak Allah’ın rahmeti, Allah’ın ikramı demektir. Öyleyse bu rahman ve rahim kelimesini öyle şekilde anlamlandırmamız lazım ki birisi yanlız Allah’a mahsus olsun, diğeri insanlar için de söz konusu olabilsin. Madem iyilik ve ikramdır bu rahmet, o zaman rahman: iyiliği sonsuz dersek, Allah’tan başka hiç kimsenin iyiliği sonsuz olmaz değil mi? Dersiniz ki; kardeşim her şeyin de bir sınırı var. Çünkü insanın gücü sınırlıdır. Sınırlı güce sahip olandan sınırsız bir şey beklenmez. Sınırsız güce sahip olandan beklenir o. O da yanlız Allah’tır. Onun içün rahmana iyiliği sonsuz diye anlam veriyoruz. Rahim kelimesine de ikramı bol diye anlam veriyoruz. Çünkü ikramı bol sözü insanlar için de bir sıfat, özellik olabilir. Falan adamın ikramı boldur diyebilirsiniz. Kuranda peygamberimizin vasfı olarak “bil mu’minine raufun rahim”(TEVBE 128) diyor. Rahim sıfatı bir insanın sıfatı olarak da bildiriliyor.
Özet olarak besmeleye şu manayı veriyoruz: iyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla.
“İza ve kaatil vakıah: olacak olan olduğu zaman”(VAKIA 1). Buradaki “el vakıah”dan maksat kıyamettir. Olacağı da kesin olan bir olaydır.
“Leyse li vak’atiha kazıbeh: onun oluşu sırasında onu yalanlayacak hiç kimse yoktur”(VAKIA 2). Buradaki “lam”a “fi” manası verebiliriz. Yani oluşu sırasınnda. O olay oldu mu, hadi yalanlayın bakalım dersiniz. Yani kıyameti yalanlayan bir çok kimse var da, olduğu zaman görürsünüz. İşte başınıza geldimi görürsünüz. Yada “fi” manasına değil de, gene “lam: onun oluşumunu engelleyecek olan birisi yok manasına da olabilir. “Kazibe” kelimesi “lafia” “mania” anlamına da kullanılabilir. Yani onun olmasını engelleyecek hiç bir şey de söz konusu değil, hiç kimse de engel olamayacaktır. O olay olacak. Allah kararını vermiş, kuralını koymuş, kıyamet olayı meydana gelecektir, bu kesin.
“Hafidatun rafiah:bu kıyamet/vakıa olayı bazı kimseleri alçaltacak, bazılarını da yükseltecektir”(VAKIA 3). Hani bu dünyada kendini yüksek/üstün gören insanlar var. Onlar ahirette cehennemi boylayacaklar. Ve bütün itibarları ellerinden alınmış olcak, her şeylerini kaybetmiş olacaklar. Kendilerini zarar etmiş olacaklar. Nefislerini zarar etmiş olacaklar. Bu dünyada çok hakir görülen, hor görülen. Bazen itilen kakılan, bazen öldürülen imanından dolayı. Mesela “ashabı uhdud” var. Hendekler açmışlar, ateşler yakmışlar, atmışlar onları hendeklerin içerisine. Bunlar da hendeğin kenarında onların yanışını zevkle seyretmişler. “izhum aleyha kuud ve hum ala ma yef’alune bil mu’minine şuhud”(BURUC 6-7) ateş dolu hendeklerin içerisinde müminler cayır cayır yanarken, bunlar da orada keyif çatıyorlar. İşte o ateşte yananlar yarın ahirette çok iyi noktalarda olacaklar. Yakanlar, bugün keyifli olanlar da çok kötü duruma geleceklerdir. Yani bu işin asıl hesabı bu vakıa, olacak olan olduktan sonra görülecektir. Ortaya çıkacaktır.
“İza ruccetil ardu recca: yer iyice sarsıldığı zaman”(VAKIA 4). Yani şöyle eleğin içerisine buğday koyarsınız. Bazen unu koyarsınız, böyle iki tarafa doğru sallarsınız. İşte “recca” da öyle. Yani yer de öyle elek gibi sallanıyor. Depremlerde de insanlar öyledir. Elek gibi sallandık derler. Sanki elekte sallanıyormuş gibi sallandık. İşte “İza zulziletil ardu zilzaleha: yer yüzü o zelzelesiyle sarsıldığı zaman”(ZİLZAL 1). O depremiyle sarsıldığı zaman.
“Ve bussetil cibalu bessa”. “Bessa” kelimesinin anlamı: bir koyun sürüsünü sürüp götürüyorsunuz. Yada bir sel önüne kattığını sürüp götürüyor. Yahut şurada bir un yığını var, üzerinden su döküyorsunuz. Un yığınının üstüne su döktünüz mü ne yapar? Bir dere oluşturur değil mi? O unu alır götürür. Yada bir buğday yığını üzerine suyu dökerseniz, buğdayı alıp götürür.
Katılımcı: Erezyon.
“Ve iza berikan basar”. Hatta yukarıya çıkalımda
“Yes’alu eyyane yevmul kıyameh: insanoğlu soruyor; kıyamet ne zamanmış”. “Ve iza berikal basar: göz keskin bir ışığın karşısında kamaşmış gibi olduğu zaman”.(KIYAMET 6-7). Deprem olmadan önce büyük bir ışık çıkmıştı. Onu görenler vardı. Muharrem Usta burada olsaydı. Gece evşnin damında yatıyormuş. Gök yüzünde büyük bir aydınlık gördüm diyordu. Arkasından deprem oldu. Çünkü o aydınlığın şiddetiyle böyle kamaşıyor. Sanki yıldırıma bakmış gibi oluyor.
“Ve hasefel kamer: ay tutulduğu zaman”.”Ve cumiaş şemsu vel kamer: ay ile güneş birleştirildiği zaman”(KIYAMET 8-9). İşte o güneş tutulma olayı ay güneş ile dünyanın arasına girmişti değil mi? Ve bize göre güneş ile ay birleşmişti, bizim açımızdan birleşmişti. Aynı doğrultuda olmuştu. Bakanlar açısından birleşmişti. Yani bu benim dikkatimi çekiyor. Ama bilmiyorum bu deprem bilim uzmanları bu konuda bir şey söylüyor mu söylemiyor mu da, o günden beri bu ayet zihnimde. İlk defa burada burada okuyorum ama her defasında aklıma geliyor. Bu sureyi okuduğum zaman.
“Yekulul insane yevme izin eynen meferr: o gün insan diyecek ki; kaçış nereye”(KIYAMET 10). Nereye gidip de canımızı kurtaralım. Biliyorsunuz biz de burada depremin merkezi olmasına rağmen arabalarımıza bindik ama gidecek yer yok. Nereye gideceksin?
“Kella la vezer. İla rabbike yevme izinil mustakar: hayır, sığınak yoktur. Bugün varıp durulacak yer rabbinin huzurudur”(KIYAMET 11-12).
Güneşin etrafı sarıldığı zaman. Belki o sarılma ayın güneşin önüne geçmesi manasına da olabilir yani, bilmiyorum. Madem bu ayette öyle bir şeyden bahsediliyor. Çünkü o zaman güneşi göremiyorsunuz. Tam önüne geldiğinde. Bu ayette öyle bahsedildiğine göre öyle bir olay da olabilir. Şimdi orada diyor ki; “ve izel cibalu suyyiret: dağlar yürütüldüğü zaman”(TEKVİR 3). Şimdi deprem, büyük bir deprem. Depremde tabiki dağ yerinden kayar. Çünkü öyle bir deprem ki dünya elek gibi sallanıyor. Artık mevzi bir deprem değil. Tüm dünyayı içine alan bir deprem. Büyük bir deprem. “Ve izel işaru uttilet: on aylık dişi develer serbet bırakılıyor”(TEKVİR 4). Artık o anda insanın gözü hiç bir şey görmüyor. Herkes kendi canının derdine düşmüş. En kıymetli malını bile artık görmüyor. “Ve izel vuhuşu huşiret”(TEKVİR 5). Demek ki insanlar yaşıyor. İnsan var o şeyler olduğu zaman. Vahşi hayvanlar da bir araya toplanıyır” çünkü o depremde onlar da can havline düşmüş. Nerede bir sığınak buluyorlarsa orada bir araya toplanıyorlar. Sonra “ve izel biharu şuccirat: denizler kaynatıldığı zaman”(TEKVİR 6). Bir başka yerde de “fuccirat” var. Ondan sonraki surede. Denizlerin araları açılıp, bir diğerine katıldığı zaman. Şimdi denizlerin kaynaması ne oluyor? Denizin altından güçlü bir ateş geliyor yukarıya doğru. Çünkü o mağma tabakası, kabuk çatlıyor, orada yukarıya doğru çıkıyor. Şimdi bu denizler ki dünyanın üçte ikisi değil mi? Üçte ikisi su olduğuna göre bu denizlerin kaynamasını düşünün. O tusunami olayında on metre denizden kum, taş, gibi bir takım şeyler gelmiş ve orayı kapatmış. İşte bu yükselen denizler ki oradaki tusunami mevzi bir olay. Tüm dünyayı düşündüğün zaman müthiş şeyler olur tabi. Çok müthiş şeyler olur. O zaman tekrar aynı sureye dönüyoruz. Vakıa suresi 5.ayete.
“Ve bussetil cibalu bessa” o zaman demek ki bu su, o elek gibi sallanan dağların üzerine geliyor. O dağlar o sallantıda tabi kendi molekül şeylerini kaybetmil gibi. Yani parçalanmış oluyorlar. Sanki bir un yığınının üzerine su dökmüş gibi o gelen deniz suları onları alıyor götürüyor. İşte o “bussetil cibalu bessa bu. Yani deniz suları onları alıyor. Su götürdüğü zaman da tabi çukur yerlere dolduracak onları. Değişik ayetlerle kıyametin değişik safhaları bize anlatılmış oluyor.
“Fe kanet hebaen mun bessa: o zaman dağlar toz haline gelmiş”(VAKIA 6). Ama nasıl bir toz? Yayılmış, dağıtılmış bir toz. Her tarafa yayılmış. O çukur yerler belki tabi deniz yerleri de dolmuş olabilir. Sonra şey vardı, bir ayeti kerimede okumuştuk. Elli bin sebe diye geçen hangisiydi? Tabi orada insanlar da bütün varlıklar da hepsi ölüyor. Sadece C. Hakk kalıyor. “Ta’rucul melaiketu ver ruhu” değik mi? 70.surede. Mearic suresi değil mi? Tamam.
“Ta’rucul melaiketu ver ruhu ileyhi”(MEARİC 4), melekler ve ruh da çıkıyor. Şimdi yer yüzünde bütün bu olaylar oluyor. Yeryüzünde biliyoruz bizimle görevli melekler var. Kiramen-Katibin var. Diğer başka melekler var yeryüzünde. Göklerde de görevli melekler var. Gökleri C. Hakk bir rulo gibi dürüyor. E yeryüzünde de tüm bu değişiklikler oluyor. Artık meleklere iş kalmıyor orada. Onun için ne diyor C. Hakk; “ta’rucul melaiketu ver ruhu ileyhi: melekler ve ruh(Cebrail a.s) C.Hakka çıkarlar”(MEARİC 4). Tabi Allah her yerde var da, hani yükseklikten kinaye olmak üzere. Hani şeyi hatırlarsanız. “Sidretil munteha, indeha cennetul me’va: sidretil muntehanın yanında cennetul mev’a var”(NECM 13-14). Yani sidretil münteha yedinci kat semada. Semalar hepsi dürülmüş. O zaman çıktı dendiği zaman oradan cennetül mev’a olduğunu Allah bildiriyor. Kimbilir başka neler var, onu bilmiyoruz.
Miktarı ellibin sene olan o günde melekler çıkacak. Peki sonra ne olacak? Bu kıyamet olup bittikten sonra, yeniden insanlar dirildikten sonra “yevme yekumur ruhu vel melaike”(NEBE 38), şimdi çıkan ruh demek ki tekrar geri geliyor bu mahşer yerinde. Ruh ve melekler o gün ayakta duruyor. Kıyamda. “Saffa: sıra sıra”. Saf saf, sıra sıra. “La yetekellemune illa men ezine lehur rahman ve kale savaba: Rahman’ın izin verdiği hariç diğerleri konuşmayacak, o da doğruyu söyleyecek”(NEBE 38).
Mustafa Bey: Kıyamet anında Bu olanları inananlar görmeyecek hadis var, C. Hakk inananlara göstermeyecek diye.
Katılımcı: Meyve sineği ile insan geni arasında %2-2.5 fark var.
“Ve kuntum ezvacen selaseh” hadi bütün bu olaylar olup bitiyor. Yeryüzü tekrar eski halini alıyor. Kaf suresinden de dikkatimi çeken bir yer vardı da orayı okurken. İnsanların yeniden yaratılışıyla ilgili, Kaf suresi 50.sure. Burada Mekkeliler’in yeniden yaratılışla ilgili şüphelerinden bahsediyor C. Hakk.
“Kaf. Vel kur’anil mecid: yüce kuran hakkı için”(KAF 1). Yada bereketi bol kuran hakkı için.
“Bel acibu en caekum munzirun minhum fe kalel kafirune haza şey’un acibun”(KAF 2) i, içlerinden onları uyaran birisi geldi, buna şaşırdılar, onun gelmesine şaşırdılar. Kafirler dediler ki; ya bu acayip bir şey. Yani şaşılacak bir şey. Olacak gibi gözükmüyor. Neymiş acayio olan?
“E iza mitna ve kunna turaben” yani biz öleceğiz toprak olacağız, o zaman mı? Toprak olduktan sonra mı yeniden dirileceğiz? “Zalike rec’un baidin”(KAF 3), uzak bir ihtimal ya böyle birşey. Olmaz falan diyorlar. Ondan sonra C. Hakk diyor ki; “kad alimna ma tenkusul ardu minhum ve indena kitabun hafiz”, toprağın içerisine insan giriyor, evet. Çürüyor, toprak oluyor, doğru. Ama toprak onlardan neyi noksanlaştırıyor, hangi şeyler toprak oluyor, hangi şeyler eksiliyor biz onu biliyoruz. Bunu koruyan bir yazı var bizim elimizde. Hepimizin teker teker envanteri var. Neler eksik, neler çürümüş çürümemiş onların hepsi belli.
“Bel kezzebu bil hakkı lem ma caehum fehum fi emrin mericin: aslında kendilerine gelince bu gerçek karşısında yalan söylediler”(KAF 5). Niye? Çünkü hakikaten mantıklı düşünen her insan bunun olabileceğini düşünür. Şimdi bakarsınız ahiret olmaz diyen adam birisinin bir haksızlığına uğradı mı, bir gün gelecek bunun sana hesabını soracağım der. İlahi adalet tahakkuk edecektir der falan. Bekliyor. Yada yaptığı şeyin karşılığını görmediği zaman, dur bakalım gün gelecek benim haklı olduğumu göreceksin derler. Herkes öyle değil mi? Müslüman , kafir. Yani mutlaka böyle bir şey olmazsa insan tatmin olamaz ki. Bu şekilde kendini tatmin edemeyenler reenkarnasyona sarılıyorlar. Onlar aslında böyle dalgalı bir durumdalar. “Ya olabilir aslında ama niye olsun ki”. İşte bir türlü karara varamıyorlar.
Katılımcı: 32:55-33:02 arası duyulmuyor.
Şimdi burada C. Hakk kıyamet konusunda onların şüpheleri karşısında diyor ki; “felem yanzuru iles semai fevkahum: onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı?”,”keyfe beneynaha: o göğü nasıl bina ettik/oluşturduk”,”ve zeytennaha: ve onu süsledik”,”ve ma leha min furuc: orada bir çatlak yok”(KAF 6).
“Vel arda medetnaha: yeri de ayaklarının altına yaydık onların”,”ve elkeyna fiha revasiye: onun üzerine de kazıklar yerleştirdik”. Yani o gemilerin demir atması gibi,”ve embet na fiha min kulli zevcin behic: ve o yeryüzünde her güzel çiftten de bitirdik”(KAF 7).
“Tebsiraten ve zikra li kulli abdin munib: işte bunlara olayların arka planını göstermek için ve C. Hakka yönelen her bir kula düşünmesine vesile olsun diye(KAF 8).
“Ve nezzelna mines semai maen: gökten de bir su indirdik”,”mubareken: bereketli”,”ve embetna bihi cennetin ve habbel hasid: bununla bitki örtüsünü yeryüzündeki bitirdik ve o toplanan taneli bitkileri”(KAF 9).
“Ve nahle basikatin: bir de göğe doğru uzanıp gitmiş olan hurma ağaçlarını”,”leha tal’un nadidun: onunda üst üste binmiş salkım salkım hurmaları var”(KAF 10).
“Rızkan lil ibadi: kullara bir rızık olmak üzere”,”ve ahyeyna bihi beldeten meyten: işte o indirdiğimiz suyla ölü bir toprağı yeniden ihta ettik dirilttik”. İşte esas size söylemek istediğim kelime bu. “Kezalikel huruc: işte topraktan yeniden çıkış böyle olacaktır”(KAF 11). Şimdi “kezalikel huruc”u bütün bunların hepsiyle birleştirirseniz benim aklıma gelen şu: demek ki insanlar yeniden dünyaya gelmeden gene bir bitki örtüsü olacak herhalde. Yada şu mana da olabilir: bu bitkiler nasıl çıkıyorsa topraktan, sizin bitmenizde-çıkmanızda o şekilde olacaktır diye de anlaşılabilir. Bilmiyorum Hocam, siz bir şey söyleyecekmisiniz burada?
Hoca: Ölü toprağın yeniden diriltilmesi benzetiliyor. Bu olayı siz her sene yaşıyorsunuz. Toprak ölüyor, tekrar diriliyor, ölüyor tekrar diriliyor.
Peki şimdi şeye gelelim. Geçen hafta okuduğumuz, bu ayetleri geçen hafta okumuştuk, tekrar okuyacağız.
“Ve kuntum ezcacen selase: siz üç çiftler halindesiniz”(VAKIA 7). Bazıları “aslasen selase” diye mana veriyor. Üç guruba ayrıldınız kıyametten sonra.
“Fe ashabul meymene”, bir kısmı ashabu meymene, ashabu yemin”, defteri sağından verilenler. “Ma ashabul meymene: ne müthiş insanlar bunlar”(VAKIA 8), ne güzeldir o ashabul meymene.
“Ve ashabuş meş’emeti” ikinci gurup defteri solundan verilenler. “Ma ashabul meş’emeti: yazık o ashabul meş’emete”(VAKIA 9), ne kötü haldedir onlar. Üçüncüsü de:
“Ves sabikunes sabikun”(VAKIA 10), hep önde gidenler, hep önde olmaya çalışanlar.
“Ulaike mukarrabun: iyice yaklaştırılmış olanlar onlardır”(VAKIA 11). Yani C. Hakkın rahmetine, ikramına iyice yaklaştırılmış. Allah’a iyice yaklaştırılmış olanlar bunlardır. Üç gurup var. Ashabı yemin, ashabı şimal, bir de mukarrabun. Yani sabikun. Her türlü hayırlı işte en önde gidenler. Kuranı kerime baktığımız zaman, mesela C. Hakk diyor ki; şirk işlemediyseniz diğer günahları affedebilirim diyor. “İnnallahe la yagfiri en yuşreke bihi ve yagfiru ma dune zalike li men yeş’a”(NİSA 116) , şimdi adam şirk işlememiş ama hiç bir sevabı da yok? AllahTeala bunu affetmiş olabilir. Ama bunu elbette ki öbürlerinin üzerinde bir noktaya çıkaracak değildir. Bu dünyada insanlar çeşitli derecedeler. “Unzur keyfe faddalna ba’dagum ala ba’d: bak bakalım bu dünyada insanların birini diğerine nasıl üstün kılmışızdır”(İSRA 21). Bakıyorsunuz şurada ne kadar adam varsa hiç biri aynı seviyede değil. Her birnin diğerinden bir farkı var. Herkes de bu çatının altında ama. “Ve lel ahiratu ekberu derecatin ve ekberu tafdila: şurası kesin ki ahiret, dereceler bakımından daha büyük”(İSRA 21), oradaki derece farkları daha büyük, üstünlük daha belirgin olacak. Daha büyük olacak. Şimdi ashabı yemin dediğiniz şirke düşmemiş ama onun dışında her türlü günahı işlemiş kişiden başlamak üzere, büyük günahlardan kaçınanlar hatta küçüklerden de kaçınanlara kadar gelen insanlar. Aralarında bir sürü derece var, bunlar ashabı yemin.
Ashabı şimal: cehennemde de dereceler var. Cehennemde herkes aynı seviyede ceza görmüyor ki. Yaptığına göre ceza görüyor. Adam şirk günahı işlemişse kurtulma imkanı yok. Şirk günahını işlememiş bir mümin cehenneme girebilir. O ayrı bir konu. Allah’ın affettiği takdirde affedildiğini söylüyor. Bir de şey var, günah işlememiş ve hayırlarda hep önde olmuş insanlar var. Nerede bir hayırlı iş söyleniyorsa hemen ben varım diyor ve samimiyetle orada mücadele ediyor. Bazı kimseler de, evet günaha girmiyor, şirkten uzak ama neme lazım diyor geride kalıyor. Böyle üç gurup. Şimdi bu mukarrebler. Yani herşeyde en başı çekenler. Önce C. Hakk bunları anlatıyor.
“Sulletun minel evvelin: öncekilerden bir topluluk”(VAKIA 13).
“Ve kalilun minel ahırin: sonra gelenlerden de az bir gurup”(VAKIA 14). Öncekiler daha çok, arkadan gelenler daha az..
“Ala sururin mevdunet: bunlar örülmüş, süslenmiş, güzel taşlarla(yada altın yaldızlarla) süslenmiş olan koltuklar üzerindedirler”(VAKIA 15).
“Muttekiıne aleyha: o koltuklara yaslanmışlar”,”mutekabilin: karşılıklı”(VAKIA 16), eşleriyle beraber tabi.
“Yetufu aleyhim vildanun muhalledun: çevrelerinde muhallet vildan”(VAKIA 17). Yani ölmeyecek durumda, orada sürekli yaşayacak olan çocuklar. Etraflarında dönüp dolaşıyorlar, hizmet ediyorlar.
“Bi ekvabin ebarika: bardaklar var ellerinde”, kulpsuz bardağa ne diyorduk? Hem kulbu yok hem de suyun aktığı lülesi yok, evet. Şimdi şunlara kulb diyor araplar. Ellerinde böyle bardaklar var. “Ve ebarika: ibrikler var. Bildiğimiz ibrik, sapı da var, lülesi de var. “ve ke’sin: bir de kaseler”, biraz daha geniş olan şeyler. “Min main”(VAKIA 18), bunların içerisi içeceklerle dolu ama biten içeceklerden değil. Bir gözeden kaynıyor, sürekli geliyor. Bir kaynaktan kaynayıp gelen bir şey. İşte cennet şarabıdır, bal oluyor, süt oluyor, başka şeyler oluyor. Bitme ihtimali yok yani. Sürekli akan bir kaynaktan geliyor.
“La yudaddeune anha: içtikleri o şaraptan dolayı başları ağrımaz”, dünya şarabı insanların başını ağrıtıyormuş. “Ve la yunzifun: sarhoş da olmazlar”(VAKIA 19). Burada “yunzefun” diye de kıraat var. İkisi de olabilir, aynı mana. Çünkü bu kelime lazım da oluyor müteaddi de oluyor.
“Ve fakihetin mimma yetehayyerun” ellerinde de birer bardaklar var, kaseler var. İşte hangisinden istersiniz, ne den istersiniz. Çeşitli içecekler, şaraplar, şunlar, bunlar dağıtılıyor.
Katılımcı: Menü zengin.
“Ve lahme tayrin: ve kuş etleri”,”mim ma yeştehun: canlarının çektiği cinsten”(VAKIA 21). Yani hangisini beğenirsiniz beyefendi diye soracaklar. Hangisini beğenirseniz?
“Ve hurun inun: beyaz tenli, iri gözlü,siyahı siyah, beyazı beyaz göze sahip olan huriler”(VAKIA 22). Şimdi bu “hurun inun” yukarıdaki “vildanun”ın üzerine atfedilmiş olması en akla uygun olanıdır. Yani “yetufu aleyhim: onların çevresinde döner”,”vildanun muhalledun: o çocuklar”(VAKIA 17), yani “muhalled” ebedi, sonsuza kadar yaşayacak olan çocuklar. “Yetufu aleyhim hurun inun: huriler de etraflarında dönecektir”. Onlar da atraflarında dönecektir. Şimdi bazı tefsirlerde diyor ki; “vildan” üzerine atfetmiyor da “ve lehum fiha hurin inun” diye mana veriyorlar. Onlar için orada huriler vardır. Aslında böyle dediğiniz zaman da sonuç değişiyor. Geçen hafta detaylı olarak burada anlatmıştık. Tabi ilgili bütün ayetleri okumuştuk. Onlar için dediğiniz zaman ister sağcılar olsun yani defteri sağından verilenler olsun isterse, gerçi burada “sabikunes sabikun” hep önde gelenler anlatılıyor şimdi. Bunların içerisinde kadın da var erkek de var değil mi? Yani cennete giden ister önde gidenler olsun ister ondan sonraki gurup, kitabı sağdan verenler olsun. Kadın da var erkek de var, hepsi de var. O zaman “yetufu aleyhim”deki” yetufu” üzerine atfettiği, çevresinde gezer dolaşırlar şeklinde değil de onlar için “hurun inun” vardır derseniz, kadın için de var erkek için de var demektir. Dolayısıyla netice değişmiyor. Şimdi bizim tefsirler bu hurileri erkeklere eş olarak görürler. Şimdi “ve zevvecnahum bi hurin inun” diye geçiyor ayetlerde. Onları eşleştirdik iri gözlü hurilerle diyelim. Şimdi burada “zevvece” kelimesi “ba” harfi cerri ile birlikte kullanılıyor. Bu eş kelimesi her konuda kullanılır. İşte gece-gündüz bir birinin eşi, siyah-beyaz. Yani zıtlarda, aynı şeylerde. Böyle çift dediğimiz her şey. Ama vu “zevvecna” evlenme manasına olursa “ba” harfş cerri olmuyor arapçada. “Fe lemma kada zeydun min ha vataran zevvecna keha: Zeyd karısını boşadığı zaman onu seninle evlendirdik”(AHZAB 37) diyor Allah Peygamberimize. Orada ba harfi cerri yok. Ama hurilerle ilgili tüm kelimelerde ba harfi cerri var. Şimdi burada şey var, Ragıp El Isfahani’nin Müfredat’ı var. Müfredatta zevc kelimesi “yuharri kulli vahidin minen karineyni min zekeri vel unsa bil hayvanati mütezaviceti zevcin veli kulle karineyni fiha ve fi gayriha zevc” yani birbirine yakın olan iki şeye zevc denir. Karı-koca da sürekli bir birine yakın olduğu için zaten zevc adını alıyor. Çift, eşler manasını alıyor. Şimdi Müfredat’ta bu farka dikkat çekmiş. Diyor ki; “ve kavluhu “ve zevvecnahum bi hurin inun” karrennahum bi hinne: Allah’ın onları hurin inun ile eşleştirdik sözü o hurileri bunlara yaklaştırdık manasındadır”. “Ve lem yectil kurani zevvecnahum huren: kuranda ba harfi cerri olmadan hiç kullanılmamıştır” diyor. Onları hurilerle nikahladık manasına bir şey gelmemiştir diyor. “Ke ma yukalu zevvectukum imraaten” mesela bir kadını nikahlama konusunda zevvece kelimesi kullanılıyor ama ba harfi cerri olmadan kullanılıyor. Bu şekilde bir kullanım kuranda yok. Geçen hafta baktık hadislerde de yoktu. Hadislerde de öyle bir kullanım yok hurilerle ilgili. Ama evlenmeyle ilgili olursa fasih arapçada ba harfi cerriyle kullanılmıyor evlenme kelimesi. Bugünkü araplar kullanıyormuş geeçi. “Enbihen enne zalike la yekune ala hasebin mutearafi fi ma beynena minel munakehati”, bu şuna tembihtir diyor. Allah hep bu ba harfi cerrini kullanıyor, insanların şuna dikkatini çekmek için kullanıyor: buradaki eşleşme dünyada bildiğiniz nikahlanma gibi değil. Yani o nikahlı karınız gibi anlamayın. Ondan dolayı ba harfi cerriyle kullanıyor ki ikisi bir birinden ayırd edilsin. Ama bakıyorsunuz tefsirlerde bu farkı mutlaka söyleyen vardır ama ben göremedim. Yada mesela meallerde sanki o huriler-geleneğimizde de öyle-cennete gidenlerin eşi olacak. Güzel de cennete sadece erkekler gitse doğru. E kadınlar da gidiyor. Zevvecnahum dediğiniz zaman o hum yani onlar kavramı içerisinde kadınlar da var. Eğer siz buna bizim bildiğimiz manada haki nikahlı eş gibi verirseniz kadınlar için nası bir anlam vereceksiniz? Böyle bir anlam vermiyorlar. Onlardan ayırıp sadece erkeklerin eşleri diye şey yapıyorlar. Mesela işte “fihinne kasıratut tarfi”(RAHMAN 56) diyor. Orada gözlerini kocalarından ayırmayan” diye de anlam veriyorlar. Dolayısıyla burda bir yanlış ortaya çıkıyor. Yani ister “yetufu” kelimesinin faili olsun isterse “lehum fiha hurin inun” denmiş olsun, her halükarda da cennete gidenler hem kadın hem erkek olduğu için. Ve Allah’da buradaki zevvece kelimesini evlenme manasında olan kelime gibi kullanmadığı için, Peygamberimiz hiç bir yerde böyle bir şekilde kullanmadığı için, o zaman buna göre mana vermek lazım. Peki nasıl yaklaştı onlar? Onu da tasavvur etmek kolay. Mesela İnsan suresinde 76.sure “ve yetufu aleyhim vildanun muhalledun iza reeytuhum hasibtehum lu’luen mensura”(İNSAN 19) şimdi bunların çevrelerinde bu vildan yani ölümsüz çocuklar dönüp dolaşırlar. Onları gördüğün zaman sanki yayılmış inciler gibi. Şöyle dağıtılmış inciler gibi görürsün. Saçılmış inciler gibi görürsün. Onlar da beyaz ama hurileri nasıl anlatıyor? “Lu’luun meknunun”(TUR 24) onlar da istiridyenin içerisinde saklı inciler gibi. Öbürü istiridyeden çıkmış, renginde az da olsa bir bozulma olmuş. Ama bu olmamış, bu daha beyaz. Daha beyaz tenli. Çünkü daha yakın. O zaman ben bunu şöyle düşünüyorum: her ikisi de etrafta döndüğüne göre, bunlar birer hizmetçi. Ama birisi yakın hizmetçi, sizin hiç yanınızdan ayrılmıyor. “Kasıratut tarfi”(RAHMAN 56), yani gözü sizin üzerinizde. Sürekli acaba bir emri, isteği olacak mı diye. Herkese görevlendirilmiş. İşte lüks bir lokantada yemek yiyorsunuz. Bir yemeği salona geririp götüren garsonlar var, bir de sizin masanızın başından ayrılmayan garsonlar oluyor. Onlar şöyle sürekli sizi takip ediyor. Kafanızı bir kaldırsanız hemen karşınızda, bir arzunuz mu var demiyor bile. Size bakıyor, bir emriniz olup olmadığını bekliyor. Çağırma ihtiyacı duymuyorsunuz, bir şey söylediğiniz zaman o gitmiyor mutfağa. Mutfağa gidip gelenlere söylüyor, o da getiriyor. Size o sunuyor. Şindi bu huriler onun gibi yakın hizmette bulunanlar gibi ben şahsen algılıyorum. Hılman da madem mensur diyor(İNSAN 19) etrafa yayılmış şekilde, uzak hizmette bulunan kişiler olarak. Yani bu da çok büyük bir zenginlik C. Hakk bize takdim etmiş oluyor. Zaten ayeti kerime “ve hurin inun, ke emsalil lu’luil meknun: bunlar saklı inciler gibi”(VAKIA 23). Bunlar saklı inciler gibi, öbürleri de inci. Ama onlar yayılmış inciler gibi. Onlar saklı değil. Şimdi bunlar “fihinne kasıratut tarfi lem yatmishunne insun kablehum vela cann”(RAHMAN 56) orada gözlerini gidenler cehenneme ayırmayan huriler var. Ama bunlar dişi. Daha önce bunlarla ne insan ne de cşn ilişkide bulunmuş değil. Bakirelikleri bozulmamış, öyle devam ediyor. Şimdi biraz sonra bu bakireliklerinin bozulmamışlığı da önemli. Az sonra gelecek ayeti anlamamız bakımından.
“Cezaen bi ma kanu ya’melun: yaptıklarına karşılık bir mükafat olmak üzere”(VAKIA 24).
“La yesmeune fi ha lagven vela te’sima: bunlar orada ne bir boş söz işitecekler be de günaha sokacak bir şey”(VAKIA 25).
“İlla kılen: sadece şu sözü”,”selamen selame: selam selam”(VAKIA 26). Çünkü herkes son derece mutlu, yani herkes birbirini selamlıyor. İşte esenlik , güvenlik içerisinde ol diye. Bu hayırda hep önde gidenler için.
“Ve ashabul yemini ma ashabul yemin: defteri sağdan verilenler”(VAKIA 27).
Önde gidenlerle ilgili aklıma bir ayeri kerime daha geldi. C. Hakk diyor ya; “ve sariu ila mağfiratin ve cennetin ardus semavati vel ard: Allah’ın bağışlaması eni gökler ve yer kadar olan cennet için yarışa girin”(ALİ İMRAN 133). O yarışı kazananlar demek ki az, onların her birine o kadar büyüklükteki cennet. Bir başka yerde daha var. “Arduhas semavati vel ard” diye iki yerde var. Onun için bu dünyada yapılan her bir hizmetin karşılığı orada farklı olarak alınacak. İnsan birazcık geriye durursa onun da kaybı olacak. Mute savaşında Hz. Ali’nin kardeşi Cafer, Caferi Tayyar diye sonradan vasıflandı. Savaşa en önde atılmış. İşte kolunun bir kesilmiş öbürüyle savaşıyor. Öbürü de kesiliyor ve sonra olduğu yerde şehid düşüyor. Bir de Abdullah B. Revaha önce bir tereddüt yaşıyor, sonra düşmana karşı çıkıyor. O tereddüt yaşamasından dolayı Caferi Tayyar’ın makamının ondan daha üstün olduğunu Peygamber efendimiz haber veriyor değil mi? İkisi de aynı savaşta şehid olmuşlar ama birisi hiç düşünmeden düşmana karşı atılmış, öbürü biraz tereddüt gösterdiği için oradaki makamı ona göre düşük oluyor.
“Ve ashabul yemini ma ashabul yemin: defteri sağdan verilenler, ne güzel insan onlar”, yada ne güzel ikram alacak onlar. Bunlar “Fi sidrin mahdud”(VAKIA 28), kirazlıklar içerisinde ama öyle dikenli kiraz falan değil. Dikenden arınmış, bol meyveli, dallarını aşağıya doğru sarkıtmış kirazlar.
“Ve talhın mendud: üst üste binmiş muzlar”(VAKIA 29).
“Ve zıllin memdud: uzayıp giden gölgeler”(VAKIA 30).
“Ve main meskub: ve yukarıdan aşağıya akan sular içerisinde”(VAKIA 31), yaki çağlayanlar akıyor, her türlü meyveler var, uzayıp giden gölgeler var.
“Ve fakihetin kesirah: ve çok meyveler”(VAKIA 32).
“La maktuatin ve la memnuah”(VAKIA 33), ne bu sene ürün oldu olmadı, ne bu mevsimde bu olur mu şu olur mu diye bir sıkıntı yok. Ne de sen bundan yiyemezsin, bu sana dokunur senin şekerin varmış, ne senin şişmanlama derdin var, işte senin rejimin var değil, her hangi bir şey yok. Serbest, her şey serbest. Sıkıntı yok.
“Ve furuşin merfuah: yükseltilmiş furuş”. Furuş kelimesi firaş kelimesinin çoğulu. Firaş: araplar hem kadın hem de erkek için kullanıyorlar bunu. Gerçi burada kadın olduğu anlaşılıyor da. Çünkü “inna en’şena hunne inşaen”(VAKIA 35) diye buyruluyor. Yükseltilmiş furuş. Neyi yükseltirsiniz siz? Aşağıda olanı değil mi? Zaten yüksekteyse yükseltilmiş denmez ki. Yüksekte derler. Surenin başında bir ifade geçti. “Hafidatun rafiah: o kıyamet bazılarını alçaltıyor, bazılarını yükseltiyor”(VAKIA 3). O zaman bu dünyada hakettikleri mevkide olmayan kişiler. Yada Allah’ın ikramıyla orada yükseltilmiş olacak. Dolayısıyla bunlar huriler değil. Hurilerin olmadığının başka bir deli de şu: “inna enşe’na hunne inşaa: onları yeniden inşa ettik/yeniden oluşturduk”(VAKIA 35).
“Fe cealna hunne ebkaran: bakireler kıldık”(VAKIA 36). Peki huriler için ne diyordu? “lem yetmishunne insun kablehum ve la cann: onlara ne insan ne cin dokundu, onlar zaten doğuştan bakire”(RAHMAN 56). Zaten bakireye onları bakire kıldık denmez. Çünkü oluşumdan “ceale” fiili var burada. “Fe cealna hunne ebkaran”.
Katılımcı: Bulamadık.
“Fe cealna hunne ebkaran: onları bakireler şeklinde oluşturduk”(VAKIA 36).
“Uruben etraben”. Urub, yani bir birlerine karşı sevgi duyuyor. Arab kelimesi böyle çok güzel konuşma manasına kullanılıyor araplarda. Urub, yani eşlerine karşı duydukları sevgiyi açıkça ifade ediyorlar. Karşılıklı oturmuşlar, erkek eşini sevdiğini çok güzel kelimelerle ifade ediyor. Kadın da eşini sevdiğini çok güzel kelimelerle ifade ediyor. Birbirlerine karşı çok güzel sözler söylüyorlar, çok tatlı sözler söylüyorlar birbirlerine. Bir de ertab: bunlar yaşıt insanlar. Bazen erkek yaşlı kadın küçük olur. Bazen kadın yaşlı erkek küçük olur. Bazen şu, bazen bu yok. Bunların hepsi yeniden, tanrım beni baştan yarat diye türküler söylüyorlar ya. Alla baştan yaratmış, aynı yaşta yapmış. Kadınları bakire haline getirmiş, derecelerini yükseltmiş. Kimin üzeine çıkar bunlar yükseltilmiş olduğu zaman? Hurilerden de yüksek olması lazım. Allah hurileri bu kadar güzel tarif ediyor, öyleyse bu kadınlar? Onlar bunlara hizmet ettiğine göre, bunlar da dünyadan gittiklerine göre. O kadar imtihanlardan geçerek gittiklerine göre tabiki onlarla kıyaslanamayacak kadar güzel olmaları lazım. Onun için merfuah diyor Allah. Yükseltilmiş. Bir ayet daha vardı. Hani onların kinlerini “ve ne’zana ma fi sudurihim min gıllin ıhvanen ala sururin mutekabilin”(HİCR 47)işte onların kalplerindeki kini de soyduk çıkardık. Artık birbirlerine karşı kıskançlık yok, kin yok, nefret yok, hiç bir şey yok. Yani gittiğin zaman senin etrafında toplaşmayacak, seninle mücadee etmeyecek Mustafa Bey, sadece dostluk. Piknik yapmak için gideceksiniz bir yerlere.
“Uruben etraben”(VAKIA 37) işte bunlar kendi duygu ve düşüncelerini çok güzel bir şekilde ifade eden, yaşıt olan insanlar. Kimin için bunlar?
“Li ashabil yemin: ashabı yemin için”(VAKIA 38), yani amel defteri sağından verilenler.
Şimdi böyle bir zihninde soru kalan var mı? Evet Hasan Bey, söyle bakalım sana neler söylediler?
Hasan Bey: 01:10:58 duyulmuyor.
Katılımcı: Erkeklere çok eşlilik var, kadınlara yok.
Sonra bir duaları da şu: “Rabbena ve edhilhum cennati adninilleti vaadtehum: onları söz verdiğin adn cennetlerine onları sok”,başka? “Ve men salaha min abaihim ve ezvacihim ve zurriyatihim”, salaha: uygun olan. Durumu uygun olan. “Babalarından, eşlerinden ve soylarından uygun olanları da oraya sok”. “İnneke entel azizul hakim: çünkü aziz ve hakim olan sensin”(MU’MİN 8), yani doğru karar verirsin ve güçlüsün. Durumu uygun olan kim olabilir? Ashabı yeminden olanlar. Yani cehennemlik olanlara bir şey yok. “İnnallahe la yagfiru yuşreke bihi”(NİSA 48) diyor. Müşrik varsa bu
Katılımcı: Zaten cehenneme gireni cennete girsin istemez.
Katılımcı: Öyle bir tanıdığı olmayanlar yandı o zaman.
Aynı Katılımcı: İnsanın bir tanıdığı yoksa ilelebet cehennemde yanacak.
Birisine şefaat et demesi de öyle pek uygun düşmüyor. Allah affetmek isterse ille de falanca sana şefaat etsin, sen de şefaat et..
Katılımcı: Hocam ben arkadaşım hafız oldu çok sevindim. Bir hafız 25 kişiyi cennete sokacak deniyordu o zaman.
Katılımcı: Gel sen buna şefaat et demesi C. Allah’ın, tam yerine oturmuyor. Ben affettim diyebilir.
Katılımcı: Kendisi hem bir af talebinde bulunursa, Allah izin verirse diye anlaşılabilir.
Katılımcı: İzin verir.
Katılımcı: “Ve lillahi şefeatu cemia”.
Katılımcı: Ama o zaman şefaat demez.
Katılımcı: Şefaat deyince oraya kayıyor.
Katılımcı: Hocam sizin şeyinize göre yakın hizmetçiler, yakın garsonlar oluyor.
Aynı Katılımcı: Vildan’da uzak garson olmuş oluyor. Bu biraz daha emek isteyen bir görüş herhalde. Tam yerine oturmadı herhalde.
Aynı Katılımcı: Şimdi tabi orada bizim bildiğimiz manada bir nikah olmuyor. Nikahta iki taraf var. İstek ve kabul var. Burada artık Allah ben sana bunu verdim diyor. Yani orada sormuyor huriye, sen de evet diyormusun falan diye. Onun için bizim nikahı orada düşünmemek lazım. İki taraf var da işte.. Sizi eşlendirdim manasında.
AynıKatılılcı: Onu şu şekilde çözebiliriz: pek çok yerde geçiyor zaten. Orada istediğiniz her şey var diyor Allah. Onlar da böyle bir talepleri olursa demek ki olabilir kapısı açık. Olur mu olmaz mı bilgi yok orada.
Katılımcı: İşte şimdi burada hizmetçiye böyle bir vasıf niye verilsin? Yani hizmetçiye birisi dokunmuş-doknmamış önemli değil ki. Bunlar yakın hizmetçi garson olsalar dokunmuş, dokunmamış önemli değil.
Katılımcı: Vakıa 35.ayette şöyle diyor. : biz o kadınları yeni bir taratılışla yarattık. O zaman hocamın dediğine göre bütün kadınlar huri oluyor.
Aynı Katılımcı: Yeni bir yaratılışla yeniden tarattık diyor.
Katılımcı: Sonsuz bir hayat olarak görürseniz başka gelişecek şeyler de olmayacak mı? Çok merak ettiğimiz şeyleri orada herhalde öğreneceğiz. Kuranda anlatılan kıssaların ne olduğunu çok merak ediyoruz. Tahtın gelmesi onları düşünüyorum şahse. İnsanlık tarihinden bugüne her halde bütün her şeyin aslını orada öğrenme imkanımız olur değil mi hocam? Sonsuz yaşayacağız. Bu da önemli belki.
Katılımcı. Dediğiniz gibi bunu o ayet söylüyor zaten pek çok yerde. İstediğiniz her şey var diyor. Artık yok yok.
Katılımcı: Evet şimdi sizin düşüncenize göre orada sadece şahısların kendi eşleri var, başka eşleri yok.
Katılımcı: Fazla mal göz çıkarmaz Hocam.
Katılımcı: O da bir hizmet yani.
Katılımcı: Bekar ölen erkekleri nasıl düşünüyorsunuz?
Katılımcı: Tamam yani onları ayrı düşünelim de bekar ölen erkekler?
Katılımcı: Kadınlar o işleri yapar.
Katılımcı: Etrafta dönmeyi sizin etrafınızda dönme olarak düşünebiirsiniz. Öyle her istediğinizi hemen yapacak.
Katılımcı: Dünyada erkek kadın nüfusu ayarlayan Allah, orada da cennete giren çıkan nüfusa karar verir heralde. Burada sıkıntılarımızdan dolayı orada biraz daha hocamın hikayesi gibi, hemen yöneliş var ama bence onun kuralını Allah bir şekilde verir. Daha seviyeleri burada belirlemiş olsak bu bizim için yeter diye düşünüyorum.