Bugün Vakıa suresinin 41.ayetinden itibaren okumaya devam ediyoruz.
“Ashabuş şimali ma ashabuş şimal: defterleri sollarından verilecek olanlar, vay haline onların”(VAKIA 41).
“Fi semumin ve hamim: onlar zehir soluyacaklar ve sıcak sular içinde olacaklardır”(VAKIA 42). Bir zamanlar İstanbul zehir soluyordu, hatırlıyorsunuz. Yani hava kirliliği vardı. Duman. Bunlar da o cehennemin dumanlı havasını soluyacaklar. Ve kaynar sular içerisinde.
“Ve zıllın min yahmum: ve gölgeliklerde ama o kara dumanların oluşturduğu gölgelik”(VAKIA 43). Dumanın oluşturduğu gölgelik.
“La barıdın ve la kerim”(VAKIA 44), insanlar gölgeye niye giderler? Serinlemek için. Orada bir serinlik yok. Şöyle bir rahat edeyim diye gider. O gölgeliğin insana sunduğu bir iyilik, bir ikram yok. Bir rahatlatma yok. Öyle bir gölgelikte olacaklar.
“İnnehum kanu kable zalike mutrefin: onlar bundan önce şımartılmışlar”(VAKIA 45). Kendilerine bundan önce verilmiş olan niğmetlerle şımartılmışlar. Yok canım Allah yarattığı kulunu niye cehenneme atsın? Eğer ahirete gidecek olursak ben varken sen mi cennete gideceksin? Falan gibi bir takım şımarık laflar söyleyenler vardır. Siz onlara Allah’ın ayetlerini okursunuz, onlar hiç duymak istemezler. Kafayı bir yere takmışlardır. Bazıları da kendilerini zaten bir şekilde cehennemden kurtarmıştır. Siz ne yaparsanız yapın onlara laf geçiremezsiniz. Şımartılmışlardır. Ya ellerindeki maddi imkanlardan dolayı şımartılmışlardır yada zihinleri çalınmıştır. Yani birileri onları kandırmıştır falanca seni kurtaracak diye. O da nasıl olsa benim işim rahat, sen ne söylersen söyle der hiç seni dinlemez.
“Ve kanu yusırrune alel hinsil azim: bunlar o büyük yemin bozma konusunda ısrarcı olmuşlardır”(VAKIA 46). Şimdi bu “hıns” kelimesinin bir manası var. Yemin ederseniz, yemininizi bozarsanız ona “hıns” denir. Bozan adama da “hanis” denir. Biz hangi yemini ettik? Hangi sözü verdik C. Hakka? Tekrar her zamanki soruya dönelim. Allah’ın bağışlamayacağı günah hangisi? Şirk! Şirkin dışındaki hangi günah olursa olsun cehennemden kurtulma ihtimali var. O zaman bu, Allah hani şirke karşı bizden bir söz almışmıydı? Yani kendi varlığı ve birliği konusunda bizden kesin söz almışmıydı? Hatırlıyormusunuz? Hani bir “kalu bela” olayı var ya? Araf 172. Onu biz bir daha tekrarlayalım. Çünkü ben bazen çok tekrarladım zannediyorum ama en iyi anladığını zannettiğim kişilerin anlamadığını görüyorum. O zaman tekrarlamakta fayda var. Çok iyi anlamıştır diye zannettiğim kişilere soru sorduğum zaman bakıyorum ki anlamamışlar. Kendilerini anlamış zannediyorlar. Onun için bir daha tekrarlayalım. Araf suresi 172’yi lütfen açarsanız. Şimdi buradan dikkatle takip ediyoruz.
“Ve iz aheza rabbuke: Rabbinin aldığı gün”,”min beni ademe: adem oğullarından”. Kimdir Ademoğulları? Hepimiz. Ademoğulları terimine Ademkızları da girer. Dalayısıyla kadın-erkek hepimiz bu şeyin kapsamına giriyoruz. Rabbin “Ademoğulları’ndan aldığı gün”. “Min zuhurihim: onların bellerinden”,”zürriyetehum: soylarını aldığı gün”. Ataullah, orada duygu ve düşüncenin gelişmesiyle ilgili bir kitap var ya. Çocukta dini duygu ve düşüncenin gelişmesi Diyanet baskısı. Diyanet İşleri basımı.
“Ve iz ehaze rabbuke min beni Ademe min zuhurihim zurriyyetehum: Rabbin Ademoğulları’ndan, onların bellerinden zürriyetlerini/soylarını aldığı gün”. Soy nereden alınır? Bir insanın soyu nereden çıkar? Belden mi çıkar? Senin çocukların belden mi doğdu? Tohum oradan gelir, yoksa soy ana rahminden gelir. Belden gelen onun tohumudur. O zaman bu tohum ne zaman alınır ilk defa? Buluğ çağına erdiğimiz an alınmaya başlanır değil mi? Yani o tohumun alınmaya başlamasıyla birlikte biz ne yaparız? Buluğ çağına ermiş oluruz. Ergenlik çağına ermiş oluruz. İşte o gün “ve eşhedehum ala enfusihim: onları kendilerine karşı şahid tuttuğumda”,”e lestu bü rabbikum: sizin rabbiniz değilmiyim diye sordum”,”kalu bela: hepsi de evet rabbimizsin dediler”,”şehidna: biz buna şahid olduk”. Bunun manası şu: çocukluktan itibaren yani şimdi bir yarış düşünün. Falanca gün yapılan üniversiteler arası bir olimpiyat var, orada dünya şampiyonları ortaya çıkacak. Ama oraya gelmeden önce onların yıllarca devam eden bir hazırlıkları var değil mi? İşte burada da C. Hakk insanları şahit tutmadan yıllarca önce insanlar Allah’ın varlığı ve birliği konusunda bir eğitimden geçiyorlar. Şimdi çocukları düşünün. Küçücük çocuklar şey sorarlar, Allah var mı büyüklüğü ne kadar, hep Allah’ın varlığıyla ilgili sorular sorarlar. Şimdi arkadaşların aradığı o kitap oradaydı ama birisi almış olabilir. Ben şimdi bir tane kitabın iyi olduğunu söylediğim zaman, o kitabın artık burada yaşama şansı kayboluyor. Halbuki bunu asla yapmamak lazım. Çünkü burada her zaman lazım. Adam evine götürdüğü zaman çekilip gidiyor işte. O kitap Almanya’da yapılmış bir doktora. Bütün çocukların buluğ çağına yaklaştığı zaman Allah konusunda kesin kanaate vardıkları yapılan istatistiklerle belirlenmiş. Allah’ı tanımlama konusunda bir takım belki kelime farkları oluyor. Ama aileden dini eğitim görmüş olanla görmemiş olan arasında bir fark yok. Yapılan araştırma öyle. Zaten Almanya’da yapılmış bir doktora. Türkiye’de değil. Türkiye’de de aynı şekilde ilk okul öğrencileri arasında bir anket yapılmış oradaki sorulan sorularla. Aynı sonuçlar alınmış. Ben ondan küçük bir iki paragraf okuyacaktım. Neyse. İşte Allah’ın burada bize haber verdiği o. Buluğa erdiğimiz zaman yani sırtından soy alındığı zaman. Bunun bir başlangıcı var. Bu belden soy alınma işi ne zamana kadar devam ediyor? Ölünceye kadar devam ediyor. Yani insan vücudu ölünceye kadar o tohumu üretmeye devam ediyor. Sorumluluk nerede başlıyor, nerede bitiyor? Buluğdan ölünceye kadar işte. Ve temel sorumluluk da nedir? Allah’a ortak koşmamaktır. İşte bu konuda eğitimli ile eğitimsiz ayrımı olmaksızın, dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın insan, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kesin bir kanaate sahip oluyor. Ve bu hususta Allah’a söz veriyor. Yani kendi içindeki konuşmalarda. Ve bu söz buluğ ile başlar. Hatta buluğdan çok önce başlıyor da, buluğda kesinleşiyor. Kesinleşmesi o andan itibaren artık onun sonuçları ortaya çıkmaya başlıyor. Ölünceye kadar siz kendinizi bir yoklayın, hemen her gün içinizden Allah’ın varlığını ve birliğini tekrarladığınızı görürsünüz. Karşılaştığınız olaylar, yani kainattaki ayetleri okuyarak C. Hakka olan inancınızı he gün tekrarlarsınız. Bu inanca uygun yaşamak yada yaşamamak kişinin kendi elindedir. İşte bu Allah’a verilen kesin bir sözdür. Her insanın verdiği sözdür. Onun için Allah diyor ki; “entekulu yevmel kıyameti inna kunna an haza: eğer bu böyle olmasaydı kıyamet günü derdiniz ki; ya rabbi bizim bundan haberimiz yoktu”(ARAF 172), biz bilmiyorduk, kimse anlatmadı ki. “Ev tekulu: yada şöyle derdiniz”,”inne ma eşreka abauna min kablu: daha önce şirk koşanlar babalarımızdı”, kalktık ki müşrik Mekke toplumunda yada budist bir toplumda yahut bir kominist toplmda kalktık büyüdük. Bunlar Allah’a ortak koşuyorlardı. “Ve kulna zurriyeten min ba’dihim: biz onlardan sonra gelen onların çocuklarıydık”, ne gördüysek onu yaptık. “e fe tuhliküna bi ma fealel mubtilun: o hakkı batıl sayanların yaptığından dolayı bizi helak mı edeceksin diye de söyleyemeyeceksiniz ahirette”(ARAF 173). İşte bu çok kesin bir sözdür. Her insan bunu gayet iyi bilir, kendi içinden bilir. Ondan dolayı her insan Allah’ın varlığı konusunda sayısız delile sahiptir kendine göre. Bir takım kitaplar yazılır, işte Allah’ın varlığı ile ilgili der bizim kelamcılar imkan delili der bir takım şeyler yazar. Herkesin kendine göre bir delili vardır. Sizin deliliniz yanınızdaki ile aynı olmayabilir. Çünkü kainattaki tüm ayetleri herkes okuyor, herkes bir taraftan bunun şuuruna varmış olabilir. Bazılarının da çok sayıda delili vardır. İşte burada Allah diyor ki; “ve kanu yusırrune alel hınsıl azim”(VAKIA 46), onlar o büyük “hıns” yani verdikleri sözden cayma konusunda ısrarcı idiler. Hz.Ömer’de caymıştı değil mi? Öyle bilmiyormuyuz? Ama ne yaptı? Israr etmedi. Tevbe etti, döndü. Ama Ebu Cehil ısrar etti. Ebu Cehil bile bile ısrar etti. Firavun bile bile ısrar etti.
Katılımcı: Ölümüne ısrar etti.
-Allah öğretemez mi?
Ya kardeşim, ömründe bir kere İstanbul’a gelmemiş, İstanbul’u bilmez. Seni nereden bulacak?
-Allah bulduramaz mı?
Allah o kadar şeyi niye yapsın? Allah diyor ki; benden başkasından yardım istiyorsunuz ya, benden başka ilah mı var ki yardım etsin diye her ayette bunu söylüyor C. Hakk. Çünkü delilleri yok. Hep Allah’a mal ediyorlar. Onun için Allah diyor ki; ” ve la yegurannekum billahil garur: o çok aldatan sizi Allah ile aldatmasın”(FATIR 5). Çünkü şeytan hep insanları Allah ile aldatır. Canım Allah’ın şuna da gücü yere, buna da. Tamam şüphesiz yeter, tamam doğru. Allah’ın seni fare yapmaya da gücü yeter ama biz sana fare demiyoruz ki. Yani Allah’ın gücü yeter diyerek sana yılan mı diyelim? Fare mi diyelim? Olur mu öyle şey.
“O konuda ısrarcı idiler”. Şimdi burada insan bir şey seziyor. Bakayım siz de sezdiniz mi? Bak tekrar okuyacağım dikkatle takip edin.
“Ve asbasuş şimali ma ashabuş şimal: defterleri soldan verilenler, vay haline onların”.
“Fi semumin ve hamim: onlar zehirli duman içerisinde zehir solurlar”, ve böyle kaynar sular içeridinde.
“Ve zıllın min yahnun: bir gölgelik içerisinde ama kapkara”, yani kara dumandan oluşmuş bir gölgelik.
“La barıdın ve la kerim: soğuk değil, rahatlatıcı değil”.
“İnnehum kanu hable zalike mutrefin: onlar bubdan önce şımartılmış kişilerdi”. Yani Allah’ın verdiği nimetleri kötüye kullanmış insanlardı.
“Ve kanu yusebbube alel hınsıl azim: o büyük hıns konusunda ısrarcıydılar”(VAKIA 41-46). Allah’a verdikleri o büyük sözden dönme hususunda ısrarcı idiler. Şimdi buradan aklınıza bir şey geldi mi?
Katılımcı: Akıl baliğ olduğumuz zaman ayetleri kavrayıp da ondan sonra yaşantımızda uymamız.
Katılımcı: 24:52-24:55 arası hiç duyulmuyor.
Katılımcı: 25:34-25:37 arası hiç duyulmuyor.
Katılmcı: . Halk arasında bir söz var: kul hakkıyla gelme de ne ile gelirsen gel.
Katılımcı: Aynel yakin, ilmel yakin deniyor ya.
“Ve kanu yekulun”. Bakın bu da zaten müşrik olduklarını bir şekilde de ıspatlıyor. “Şöyle derlerdi”,”e iza mitna ve kunna turaben ve iza men ve inna le meb’usun”(VAKIA 47) yani şimdi biz öleceğiz toprak olacağız, kemik parçaları haline geleceğiz, yani gerçekten dirilecekmiyiz, sen buna inanıyormusun? Senin aklına bilmem ne yapayım falan. Aklına şaşayım. İşte bu bir şirk değil mi? İnançsızlık.
“Ev abaunel evvelun: daha önce ölmüş babslarımuzda ha?”(VAKIA 48), onlar da mı dirilecek? Hah der ve başlar gülmeye.
“Kul: sen şöyle söyle”,”innel evveline vel ahirin: öncekiler ve sonrakiler”(VAKIA 49).
“Le mecmuune ila mikati yevmin ma’lum: o malum günün söz verilen vakti için bir araya geleceklerdir”(VAKIA 50). Toplanma zamanı var ya, herkes o zaman bir araya gelecektir.
“Summe innekum: sonra siz”,”eyyuhed dallunel mukezzibun: ey yoldan çıkmış yalancılar/yalana sarılanlar”(VAKIA 51). Ey yoldan çıkmış yalancılar. Mesela işte az önce Allah’a kesin verdikleri sözden cayınca çok doğru bildikleri birşeyden vazgeçmiş oluyorlar değil mi? Onun için hiç biri ısrarcı olmaz. Mesla bir müşrikin üzerine gittiğin zaman, “yok canım ben müşrik değilim ki” der. Kuranda da var. “Vallahi rabbina ma kunna müşrikin: Rabbimiz Allah’a yemin olsun biz müşrik değiliz”(EN’AM 23) derler. Hıristiyanlar da öyle yapıyor. İşte çok kutsal üçlü birlik diyerek müşrik olmadıklarını söylemeye çalışıyorlar. Ondan sonra işte Allah’ın gücü kudreti şöyledir, böyledir. Allah izin vermezse zaten bunlar olmaz derler. Tamam doğru. Doğru da Allah’ın bu konuda izin ve yetki verdiğine dair elinde bir belge var mı onu söyle bakayım. Göremez mi derler. Başka yapacakları bir şey yok.
“Summe innekum eyyuhed dallinel mukezzibun: sonra siz, ey yoldan çıkan yalancılar”(VAKIA 51).
“Le akılune min şecerin min zakkum: siz o zakkum ağacından yiyeceksiniz”(VAKIA 52). Türkiye’de de bir zakkum diye çiçek var değil mi? İran tarafında da öyle bir ağaç varmış. Çölün bazı bölgelerinde bitiyormuş. Şöyle küçük yapraklı bir ağaç. Çok pis kokuluymuş orada biten. Mesela birisinin bir yerine sürünse öldürücü etkisi oluyormuş, zehir etkisi oluyormuş. Arapların bildiği zakkum o. Türkiye’deki zakkum da zehirli galiba değil mi? Hayvanlar yemiyor. Şimdi bu cehennemdeki zakkum bu zakkumla aynı olması gerekmiyor. Sadece bir malumat açısından. Hani insanlar başlarına geleceği anlamaları açısından önemli olabilir. Orada “taamul esin” değil mi? Günahkarların yiyeceği “kel muhni yagli fil butun: erimiş maden gibi insanın midesinde kaynar”(DUHAN 45). Sanki erimiş maden kaynıyormuş gibi. Allah göstermesin. Yiyorsunuz ama,öyle işte.
“Fe ma liune minhel butun: işte bu zakkumdan”(VAKIA 53) insanın midesine vardığı zaman erimiş maden gibi böyle kaynayacak olan zakkumdan midenizi dolduracaksını. Çünkü yiyecek başka bir şey yok.
“Feşaribune aleyhi minel hamim: üzerine de o kaynar sudan içeceksiniz”(VAKIA 54). Zaten her taraftan zehirli hava soluyorsunuz. Dumanların altında gölgeleniyorsunuz. Ondan sonra işte bunu yiyorsunuz. Üzerine de kaynar su iç. Rahatlık diye bir şey yok. Ama o suyu nasıl içeceksiniz diyor:
“feşaribune şurbel him: iyice susamış develerin suya yapışıp içmeleri gibi içeceksiniz”(VAKIA 55). Yani o kaynamış maynamış bakmıyorsunuz. O kadar içiniz yanmış ki, aman bir şey gitsin de nasıl giderse gitsin.
“Haza nuzuluhum yevmid din: bu onların, hesap günü konaklanmaları şeklidir”(VAKIA 56). Bu şekilde ağırlanacaklardır. Onların ağırlanmaları böyle. Onların ziyafeti bu işte.
“Nahnu halaknakum: sizi biz yarattık”,”fe lev la tusaddikun: hadi bunu da kabul etmeyin bakalım”(VAKIA 57). Hangi kafire sorarsan sor. Seni kim yarattı? Allah yarattı der. Bazıları bu ateisttir onu da söylemez. Ben şöyle oldum, böyle oldum der ama kendi kendine onu Allah’ın yarattığını çok iyi bilir o. Başkasını kandırır ama kendini kandıramaz.
Katılmcı: Doğa diyor Hocam.
“E fe reeytum ma tumnun: meni olarak attığınız şeyi gördünüz mü?”(VAKIA 58). Yani insan tohumu olan o meniyi gördünüz mü?
“E entum tahlukunehu: onu siz mi yaratıyorsunuz”, onu yaratan sizmidiniz? “Em nahnul halikun: yoksa yaratan bizmiyiz?”(VAKIA 59). Tabi hiç kimse demiyecek ben yarattım diye. Vücudu kim yaratmışsa, o kanunları oraya kim koymuşsa o. İnsanın kendisinin yapması mümkün değil ki. Herkes görüyor, işte çocuğu olmayanlar yıllarca tedavi görüyor yine başaramıyor.
“Nahnu kadderna beynekumul mevt: sizin aranızda ölümü biz takdir ettik”(VAKIA 60). Yani ölümlüsünüz, öleceksiniz. Bunun ölçüsünü, zamanını her şeyini biz belirlemişizdir. “Ve ma nahnu bi mes-bukin: bizi kimse geçemez”(VAKIA 60). Yani koyduğumuz kuralları kimse değiştiremez. Gücünüz yetiyorsa önleyin bakalım.
“Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fi ma la ta’lemun: sizin denklerinizi değiştirelim diye”. Şimdi biz burada yaşıuoruz, daha önce burada yaşayanlar vardı. Bir müddet sonra biz gideceğiz, yerimize başkaları gelecek. Sonra da “ve nunşiekum fi ma la ta’lemun: sizi bilmediğiniz yerde yeniden oluşturalım diye”(VAKIA 61). Bilmediğimiz yer ahiret. Yani görmediğimiz. Orada bizi yeniden C. Hakk yaratacak. Sizi yeniden yaratmak için ölümü takdir ettik, hem de sizin yerinize başkaları gelsin diye. Çünkü bir haliflik sistemi var. Öndekiler gider, arkdakiler onların yerine gelir, otururlar.
“Ve le kad alimtumuneş etel ula: ilk oluşumu çok iyi biliyorsunuz”, yani çocukların nasıl doğduğunu, nasıl büyüdüğünü falan hep gözünüzün önünde görüyorsunuz onu. “Fe lev la tezekkerun: keşke bunu düşünseydiniz de kafanıza yerleştirseydiniz”(VAKIA 62).
“E fe reeytum ma tahrusun: şu ekip biçtiğiniz şeyleri gördünüz mü/ona dikkat ettiniz mi?”(VAKIA 63). Tarımını yaptığınız, ürettiğiniz şeylere baktınız mı?
“E entum tezre unehu: onları o topraktan bitirip büyüten sizmisiniz? “En nahnuz zariun: yoksa onları bitiren bizmiyiz?”(VAKIA 64). Kim o ekini topraktan çıkarıyor, geliştiriyor, büyütüyor?
“Lev neşau ve cealnahu hutamen: isteseydik biz onu çer çöp haline getirirdik”, yani o ekinler öyle büyümezdi kururdu, hiç de bir işinize yaramazdı.”Fe zaltum tefekkehun: siz de başlardınız ondan dolayı şaşkınlığa”(VAKIA 65). Ne bulduysanız onu yemeye başlardınız. Yani şaşkınlık olmalı. Şaşkınlık içerisinde oludunuz.
“İnna le mugremun: zarara uğratıldık, mahvolduk derdiniz”(VAKIA 66).
“Bel nahnu mahrumun: zarara uğratılfık, mahvolduk derdiniz”(VAKIA 67). “Bel nahru mahrumun” hayır, hayır, mahrum bırakldık. Hiç bir şey kalmadı derdiniz.
“E fe reeytumul ma ellezi teşrubun: içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?”(VAKIA 68).
“E entum enzeltumuhu minel muzni: o parlayan bulutlardan siz mi indirdiniz”,”em nahnul munzirun: yoksa indiren bizmiyiz?(VAKIA 69). Yağmur yüklü bulutlar bir renk olur. Ne renk olur? Kızarır, kızarır. Güneş vurduğu zamab, orada bir kızarıklık ortaya çıkar. İşte onları oradan siz mi indiriyorsunuz yoksa indiren bizmiyiz?
“Lev neşau cealnahu ucacen: isteseydik o suyu tuzlu hale getirirdik”,”ve lev la teşkurun: şükretmeniz/teşekkür etmeniz gerekmez mi?”(VAKIA 70). Tuzlu olarak inse zaten hiç bir işinize yaranmaz. Ne içebilirdiniz ne tarlanızı sulayabilir hiç bir şey yapamazdınız. Şimdi mesela dünyada bizim en çok ihtiyacımız olan şey hava, su gibi şeyler değil mi? Dikkat ederseniz hava bedava, su da en ucuz olanıdır. Ekmek de öyledir. Güneş de öyle. Şimdi suyu biz üretmek zorunda olsaydık ne olurdu? Koskoca laboratuarda bir bardak su üretmek için ne kadar uğraşıyoruz. Herkes, o suyu üretmek için çalışanlar bile susuzluktan ölürlerdi.
“E fe reeeytumun narelleti turun: peki o aydınlandığınız ateşi gördünüz mü?”(VAKIA 71). Yada tutuşturduğunuz da olur. Tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü? Yaktığınız ateşi gördünüz mü?
“E entum enşe’tum şecereteha: onun ağacını siz mi oluşturdunuz/yarattınız”,”em nahnul munşiun: yoksa yaratan bizlermiyiz?”(VAKIA 72).
“Nahnu cealnaha tezkireten ve metaan lil mukvin: biz bu ağaçları bir öğüt alınsın diye oluşturmuşuzdur”(VAKIA 73). Yani bakın, ibret alın. “Bir de çöllerde yolculuk yapanlar ondan yararlansın diye”. Yani işte gidersinüz gölgesinde oturursunuz, başka istifadeleriniz olur. Atınızı bağlarsınız, devenizi bağlarsınız.
“Fe sebbih bismi rabbikel azim: o büyük rabbinin adını tesbih et”(VAKIA 74), rabbinin büyük ismi sebebiyle, isminin büyük olması sebebiyle Allah’a boyun eğ. C. Hakkın herşeye gücü yetiyor, adı büyük. İsim vasıftan haber verir. Yani özellikleri bildirir. C. Hakkın isimleri, işte 99 ismi olduğu şeklinde hadisi şerif var, belki daha fazla. Yani Allah’ı bizim tanımamız açısından bunların her birisi önemli. O isimleri düşündüğümüz zaman C. Hakkın ne kadar büyük, ne kadar güçlü, her konuda ne kadar kudret ve kuvvet sahibi olduğunu anlıyor, o zaman da ona boyun eğmemiz gerektiğini içten kabul etmiş oluyoruz. Yani şuurlu bir şekilde C. Hakka boyun eğin. Bazıları şöyle yapar: e canım işte herkes namaz kılıyor, biz de kılıyoruz. Ne bileyim işte, abdest al dediler aldık, namaz kıl dediler kıldık, oruç tut dediler tuttuk. Tutma deseler tutmayız. Bu müslümanlık değil. Şöyle olmalıyız: dünyada tek başıma kalsam da ben bu dini yaşayacağım. Biz bu toplumun ferdiyiz, herkes nasıl bizde öyle demeyiz. Hekes ne olursa olsun ben doğru olmak zorundayım. Onun için, efendim işte biz bir cemaatiz, cemeatimizde liderimiz var, hocamız var, biz onun peşinden gidiyoruz falan filan.. Peki o hoca yanlış yolda gidiyorsa ne yapacaksını? Gitsin ben onunla beraber cehenneme gitmeye razıyım. E peki hadi güle güle. Tamam, elbette insanlar cemaat oluştururlar, tabiki bir hocanız yada bir kaç tane hocanız olabilir. Ama ne olursa olsun, o hocanızın her zaman yoldan çıkabileceğini düşünmeniz lazım. Çünkü diyeceksiniz; herkes yoldan çıkabilir ama ben asla. Bu dünyada tek başına da kalsam bu dini sonuna kadar yaşayacağım. Ben öyle bir cemaatin üyesiyim, cemaat ne yaparsa ben de onu yaparım demem. Doğru yaparsa bende yaparım, yanlış yaparsa uyarırım. Devam ederse size güle güle derim. Buraya kadarmış. Onun için böyle imanlı müslüman son derece güçlü olur, hiç kimse onun bileğini bükemez. Çünkü yanlız Allah’a güvenir, yanlız Allah’a dayanır, yanlız Allah’ın kitabını uygulamaya çalışır.
“Fe la uksimu bi mevakiin nucum: yıldızların yerine yemin ederim”(VAKIA 75). Allah yıldızların bulunduğu yere yemin ediyor. Yıldızların bulunduğu yer neresiydi? Birinci kat sema değil mi? Mülk suresinde Allah diyor ki; “ve lekad zeyyenne semaed dunya bı mesabiha: en yakı göğü yıldızlarla süsledik”, “ve cealnaha rucumen liş şeyatin: şeytanlar için de o yıldızları birer onları kovucu hale getirdik”. Çünkü yaklaşanlara bir meteor şey yapıyor. “Ve a’tedna lehum azabes sair: şeytajlara alevli bir azab hazırladık” (MÜLK 5). Meteorlar çarpıyor. O zaman en yakın gök yıldızlarla donatılmış. Yedi kat gök var, en yakın gök yıldızlarla donatılmış. Astronomi de yıldızlarla uğraşıyor değil mi? Gök cismi dediğimiz şey yıldızlar, onlarla uğraşıyor.
Cin suresinde de Allah şöyle buyuruyor; cinleri konuşturuyor biliyorsunuz o surede. Diyorlar ki; “ve enna la mesnes semae fe vecednaha muilet haresen şediden ve şuhuba”(CİN 8) göğe çıktık, göğe dokunduk baktık ki çok güçlü bekçiler var orada ve meteorlar var ve bizi oraya yaklaştırmıyor. “Ve enna kunna nak’udu ne minha mekaide lis sem’i: biz o birinci kat semaya çıkar dinlemek için hazırlanmış yerlerde otururduk”. Yani kuliste otururduk. “Fe men yestemıi ane: şimdi kim bir şey dinlemek istese”,”yecid lehu şihaben rasada: kendini bekleyen bir meteoru buluyor”(CİN 9). Geliyor o şeyab ona vurup oradan uzaklaştırıyor. “Ve enna la nedri eşerrun uride bi men fil ardı em erade bi him rabbuhum reşeda”(CİN 10)yani o birinci kat semada melekler görevli. Biraz sonra okutacağız, melei ala. İnsanlarla ilgili yapılacak, işte C.Hakk meleklere görevler vermiş. Orada onlar kendi aralarında konuşuyor. Şeytanlar da burada duyuyor. Dünyada ilişkili oldukları kahinlere gelip haber veriyorlar. Ama diyorlar ki; biz bilmezdik ki orada konuşulanlarla Allah insanların lehine mi aleyhine mi bir karar aldı. Mesela yağmur yağacak. Yağmur iyi mi kötü mü biz bilemeyiz. Yada işte şurada deprem olacak, iyi mi kötü mü bilemeyiz. Çünkü onların şartları başka, bizim şartlarımız başka. Dolayısıyla cinler yada şeytanlar. Cinler diyelim. Cinlerin kafir olanlarıyla insanların kafir olanlarına şeytan denir. Kuranı kerim öyle diyor. “Semie cinneti ven nas” diyor şeytanlarla ilgili olarak. Ama cinler diyor ki; biz onu dinlediğimiz zaman da insanların faydasına mı zararına mı bilmezdik ki o duyduklarımızı.
Saffat suresini siz açın lütfen. 37. Sure. Oradan birlikte takip edelim. Tabi bu olay Peygamberimizin peygamberliğinden önce çıkıp dinliyorlarmış. Peygamber(sav)’in peygamberliği ile birlikte bu kapılar kapanmış. Onu eksik bıraktık, Ahmet hatırlattı sağolsun.
37.sureyi açıyoruz. Bunun 6.ayetinden itibaren okuyoruz. “İnna zeyyennes semaed dunya bi zinetinil kevakib” biraz önce “mesabih” kelimesi geçti. “Misbah” kelimesi kandil manasınadır esasen. Hani böyle bir elinize alır dolaşırsınız ya. Gök yüzündeki yıldızlar da kandil gibi gözükür uzaktan. Onun için onlara da “misbah” demiş araplar. Şimdi burada da “kevkeb” diyor, bu da yıldız manasına geliyor. Yakın göğü yani en yakın göğü yıldızlarla süsledik.
“Ve hıfzan min kulli şeytanin marid: ve isyankar, emirden çıkan inatçı her şeytandan da koruduk”(SAFFAT 7). Az önce de okuduk ya, cinler gidemiyoruz, gelemiyoruz diyorlar. “La yessemmaune ilel meleil ala: “meleil ala”ya kulak kabartamazlar”. Yani orada olanı dinleyemezler. O zaman bu yıldızların bulunduğu yerin bir başka ismi ne oluyor? Melei ala! “Mele” ne demektir biliyormusunuz? Mesela bir ülkenin “mele”si “mele” takımı üst yöneticileridir. Meleil ala da işte kainatın yönetiminde C.Hakk tarafından görevlendirilmiş melekler oluyor. Onların bulundukları yer. Onun için işte birinci kat semanın önemi ortaya çıkıyor değil mi? Şeytanları da Allah oraya yaklaştırmıyor. “Ve yukzefune min kulli canib: her taraftan taşlanırlar”(SAFFAT 8). Ne ile taşlanıyorlar? Meteorlarla! Yani uzaklaştırılıyorlar. “Yuhuran ve le hum azabun vasıd: böyle oradan kovulurlar”, itekaka kovulurlar ve “onlar için sürekli azab vardır”.
Evet şimdi bu kadar okuduğumuz ayetler birinci kat semanın önemi konusunda herhalde epeyce şey yaptı.
Katılımcı: 10. ayet
Şimdi bir de 41. sureyi açalım. Oradan da 9.ayeti okuyacağız. Onu okumayalım, uzun izahlar gerekecek. Onu değil de 12.ayeti okuyalım. Orayı okursak konu tamamen değişecek. “Fe kadahunne seb’a semavatin fi yevneyni: Allah o göklere yöneldi, gökleri iki günde yedi gök olarak oluşturdu”. İki günde. “Ve evha fi kulli semain emreha: her göğe de kendi emrini vahyetti”, yani neler yapması gerektiğni, görev taksimatını yaptı. Şimdi bu yedi gök, “ve zeyyennes semaed dunya” bu yedi gökten en yakın olanı süsledik. Birinci kat. “sabiha: yıldızlarla”.”Ve hıfzan: ve korumak için”. Şimdi burada sadece korumak için deniyor. Belki birinci gök insanları da koruyor olabilir. Çünkü o C.Hakk gökleri ve yeri bizim emrimize yarattığını da bildirüyor ayetlerde. “Zalike takdirul azizil alim: her şeyi bilen ve güçlü olan Allah’ın takdiri(biçimlemesi, belirlemesidir”(FUSSİLET 12).
Şimdi bütün bunları şey yaptıktan sonra tekrar Vakıa suremize dönüyoruz. Şimdi burada Suat Yıldırım’ın meali kimde? Okurmusunuz orada ne yazmış, “mevakıın nucum” 75.ayet. Şimdi orada şöyle bir mana vermiş”. “Vakit vakit inen kurana yemin ederim demiş”. Şimdi “nucum, necm” parça parça manasına da geliyor. “Mevakıa” nasıl vakit vakit manası vermiş? Vakit vakit nereden çıkmış? Necm’den çıkarmış. Ama “mevakıın nucum” yer yani. Peyder pey inen kuran yemin ederim diyor. Yıldızların mevkii doğru. Şimdi ayetler arası ilişkileri kopardığınız zaman ne mana vereceğinizi şaşırıyorsunuz. Bakın ondan dolayı bu ayete gelmeden önce size birinci kat sema ile ilgili ayetleri okuduk. Çünkü yıldızların bulunduğu yer neresiydi? Birinci kat semaydı. Ve onun önemini gösteren ayetleri okuduk hep beraber. Onların hepsini okuyunca “fe la uksimu: ben yemin ederim”,”mevakıın” mevkii kelimesi vardır türkçede. Ne anlamındadır? Yer, mekan, konum. “Mevakıın nucum: yıldızların mevkilerine/bulundukları yerlere yemin ederim”. Yıldızların bulundukları yer nereydi? Birinci kat semaydı. Birinci kat semaya yemin ederim. Öyle olmayınca burada “vakit vakit inen kurana yemin ederim” dediğin zaman bir uyumsuzluk oluyor. Bak göreceksiniz,ileride gelecek olan ayetlerle bir uyumsuzluk olacak. Kuran için “mevakıın” kullanılmaz. Mevkii kelimesi zaten ismi mekandır. Mastar manasına da olabilir, “mastar mim”i de olabilir mevki anlamında.
“Ve innehu la kasemun: bu bir yemindir”,”lev ta’lemun: bir bilseniz”.
Katılımcı: Hocam burada kara deliklere yemin diyor.
“Ve innehu le kasemul lev ta’lemune azim: bu bir kasemdir, bilseniz büyük bir kasem”(VAKIA 76). Bilemezsiniz demiyor. Araştırırsanız bilirsiniz. İşte araştırdık, biz öğrendik. Büyük bir kasem. Çünkü meleil ala var orada. Yani tüm kainatın yönetimiyle alakalı kararların alındığı yer. Peki.
“İnnehu le kur’anun kerim: bu ikramı bol bir kurandır”(VAKIA 77). Çok bereketli bir kurandır. Bir okuyuştur. Yada bir araya toplanmış bir kitaptır. Bu kuranı kerim nerededir?
“Fi kitabin meknun: saklı kitaptadır”(VAKIA 78). Şimdi elimizdeki bu kuranı kerim saklı mı? Bu saklı değil. Peki neden Allah “mevkıın nucum” dedi, yıldızların bulunduğu yer? “Kitabun meknun” kelimesinin bir başka adı nedir? “Levhi mahfuz:saklı levha”. Saklı kitap, saklı levha. İşte o neredeymiş o zaman? Birinci kat gökteymiş.
“La yemessuhu: ona dokunamaz”,”illel mutahherun: ancak tertemiz olanlar”(VAKIA 79). Şimdi, ona dokunamaz. Az önce okuduğumuz ayette ne dedi Allah? “Ve hafıznaha min kulli şeytanin marid: itaatten çıkmış her türlü şeytandan da koruduk o birinci kat göğü”. O göğe zaten yaklaşamıyorlar. Oradaki saklı kitaba yaklaşma imkanı var mı şeytanların? Ama şimdi bu kuranı kerim eğer bu ise buna yaklaşırlar. Okuduğunuz zaman gelir şeytan araya girer. Namazda bile gelir girer.
Katılmcı: Ama hocam bu ayete bütün eski ulema kurana abdestsiz dakunulmayacak diye delil gösteriyorlar.
“La yemessuhu ilel mutahherun: ona temiz olandan başkası dokunmaz”, dokunmasın değil, dikkat edin. Dokunamaz diyebiliriz, dokunmaz da diyebiliriz ama dokunmasın değil. Sadece temiz olanlar dokunur. Şimdi, tertemiz olanlar dokunur. Bunlar işte melekler. Yani meleil alada bulunan melekler, diğer melekler de onlar dokunabilirler. Ama oraya zaten yaklaşamayan şeytanlar dokunamaz. Onun inişinde de biliyorsunuz şeytanlar yaklaşamıyordu. Meleker bir tedbir alıyorlardı, çevreyi sarıyorlardı. “Tenzilun min rabbil alemin”(VAKIA 80), peki şimdi oradaki kuran. Ben ne yapayım oradaki kuranı? Yerin dibinde büyük bir hazine var, çıkmadıktan sonra ben ne yapayım. “Tenzilun min rabbil alemin: alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir”(VAKIA 80). Nereden indirilmiş? 1. kat semadan indirilmiş. İşte o dokunulamayan kitap o. İndirildikten sonrası değil.
“E fe bi hazel hadisi entum mudhinun: bu sözde mi bir birinize karşı yağcılık yapıyorsunuz(yada hafife alıyorsunuz)”(VAKIA 81). Yani dillerine doluyorlar, Muhammed şöyle demiş, bir de böyle demiş. Sanki birbirlerine saygı gösteriyormuş gibi davranarak, aslında alaya alıyorlar kuranı, ayetleri
Katılımcı: 1:06:33-1:06:37 arası hiç duyulmuyor.
Katılımcı: 1:06:59-1:06:52 arası duyulmuyor.
Katılımcı: 29 harfi tek tek okuduğun zaman bir işe yaramıyor ama yan yana koyduğun zaman Ahmet oluyor, Mehmet oluyor.
Katılımcı: Mana olarak aynısını mı taşıyor?
Katılımcı: Saklı olan kuran mana olduğuna göre, oradaki kuranın önemi nereden geliyor?
Katılmcı: Hocam şimdi yanlış yapılmış. Yani kitabın harfleri yada kağıdı manasından daha fazla önem taşımış şimdiye kadar. Yani öyle görünüyor. Bu büyük bir yanlış. Şimdi aynı yanlış burada da yok mu Hocam? Önemli olan manasıysa..
Katılımcı: Oradaki kuranı kerimin tamamı elimizde.
Katılımcı: Kutsallaştırıyor.
Katılımcı: Kağıdı!
Katılımcı: Yanlışı devam ettirenlerin eline bir koz olmuyor mu bu? Yani levhi mahfuzdaki kuranın önemsenmesi.
Katılımcı: Hocam buradaki kurana elle dokunabiliyoruz.
Katılımcı: Kuranı kerim orada saklanıyor. Ama aslı..
Katılımcı: Şimdi dünyada, kainatta olan durumlar, depremdir,berekettir, burada yaşananlar. Orada görev alınıyor. Şeytanlar cinler dinleyemiyor. 1:14:34-1:14:37 arası ses bozuluyor.
Katılımcı. Hocam sonra dünyada bir çok dile çevrilmiş.
“Ve tec’akune rızkakum ennekum tukezzibun: şimdi sizin rızkınızı yapıyorsunuz, yalan söylemeniz”(VAKIA 82). Yani yalana sarılmak sizin rızkınız oluyor diyor Allah. Yani görüyorsunuz işte kuran gayet açık net. Ama kuran karşısında bir takım yalanlar oluşturuyorsun. Allah’ın ayetleri karşısında yalanlar oluşturuyorsunuz. O yalana sarılıyorsunuz ve onunla da geçiniyorsunuz. Kendiniz için ayrı bir gurup oluşturuyorsunuz o yalanın etrafında. Zaten kuranın dışına çıktığınız zaman bütün oluşumlar bir yalan ekseni etrafında olur. Yani dini oluşumları kastediyorum. Bir yalan ekseni etrafındadır. O yalan, o insanları birleştirme vazifesi yaptığı için herkes bile bile lades der.
“Fe lev la iza belegatil hulkume: keşke o can boğaza geldiği zaman”(VAKIA 83).
“Ve entum hine izin tenzurun: o zaman siz bakarsınız”(VAKIA 84). Can boğaza gelmiş, ne derler: gözler direklendi. Şöyle yukarıya doğru bakar. Yada işte önümüzde biri ölüyor, canı boğaza gelmiş. Biz de ona bakıyoruz. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
“Ve nahnu akrabu ileyhi minkum ve lakin la tubsirun: biz o ölen adama biz çok daha yakınız, ama siz görmezsiniz”(VAKIA 85). Yani yaratıcı hepimizden daha yakın hepimizden daha çok sever, hepimizden daha çok korur. Peki cezalandırıyorsa? Demek ki haketmiş ki cezalandırıyor.
“Fe lav la in kuntum gayre medinin: madem ki ceza görmeyeceksiniz” burada nasıl mana vermiş? “Fe lev la gayre medinin”(VAKIA 86), “tercihuneha in kuntum sadıkin”(VAKIA 87) yani eğer sizin borcunuz yoksa, vereceğiniz bir hesap yoksa (19:55-19:57 arası ses bozuluyor). O zaman haklıysanız keşke böyle olsaydınız. Madem C. Hakka karşı verecek bir hesabınız yok, madem güçlüsünüz, öyleyse ölmek üzerd olan adamı geri çevirin bakalım. Keşke bunu yapabilseydiniz.
“Fe in kane minel mukarrabin”(VAKIA 88). Allah’a yakın kimselerdense, doğru yaşamış kimselerdense”
“Fe revhun ve reyhanun ve cennetu naim: ona rahatlık, rızık ve nimetlerle dolu cennet vardır”(VAKIA 89). Çok güzel kokulu yiyecekler ve nimetlerle dolu cennet vardır.
“Ve emma imkane min asbebil yemin: eğer ashabu yeminden ise”, üçe ayırmıştık ya surenin başında. Birisi en yakınlar, birisi ashabu yemin, birisi ashabu şimal. En yakınlardan ise, işte rahatlık, güzel kokular ve nimetlerle dolu cennet var. Eğer ashabı yeminden ise/defteri sağdan verilenlerden ise,
“Ve selamun leke min ashabil yemin: ona şöyle denir; selam sana, artık esenlik ve güvenlim içerisindesin ey ashabil yeminden olan kişi”(VAKIA 91).
“Ve emma in kane minel mukezzibined dallin: ama sapık yalancılardan ise/yoldan çıkmış yalancılardan ise”(VAKIA 92) bak dikkat edin, hep yalancı kelimesi kullanılıyor. Yani sapık, sapıklığının farkındadır. Ondan dolayı siz ona sapıklığını söylediğiniz zaman sizin de farkettiğinizi anlayınca çok rahatsız olur. Hemen kendini savunmaya başlar. Çünkü sapık sapıkluğının farkında. Onun içi Allah hep yalancı, yalancı, yalancı diyor bunlara. Suçu bile bile işledikleri için cezaya çarptırılıyorlar.
“Fe nuzulun mim hamim”(VAKIA 93) zaten dersimizin başında da şey yaptı. Ona, işte cehenneme iner inmez sunulacak şey sıcak su.
“Ve tasliyetu cahim: ve cehennem ateşinde kızarma”(VAKIA 94).
“İnne haza le huvel hakkul yakın: işte bu kesin gerçektir”(VAKIA 95)
“Fesebbih bismi rabbikel azim: rabbini o büyük adı sevebiyle Allah’a ibadet et, kulluk et”(VAKIA 96). Allah her şeye gücü yeten her şeye kadir. Kudreti olan , bütün güzellikler, bütün niğmetler kendi yanında olandır. Sen de ona kulluk et, ibadet et.