Geçen hafta Tekvir Suresi’nin son ayetlerini okuduk. Orada geçen ““Şae”” fiilinin anlamını kısaca anlatmaya çalıştık. Birde bir söz verdik biliyorsunuz. Bu hafta sonu bu konuda yapmış olduğumuz bir ulusal sempozyomunun özetini sunacağız. Türkiye’nin birçok yerienden gelen ilim adamlarıyla 29 Şubat-1 Mart tarihlerinde Darüzziyafe’de bir toplantı düzenledik. O toplantıda “Şae” ve “erade” fiilleri, meşiyet ve irade konusu masaya yatırıldı. Yani doğrusunu söylemek gerekirse hiç umulmadık bir başarı elde edilmiş oldu. Çünkü asırlardan beri Maturuidi mezhebinin, Eşari mezhebinin, Mutezile mezhebinin kurulmasından önce bu iş başlamış. O mezheplerden önce “Şae” fiiline “erade” manası vermişler. Zaten biraz sonra detayları geçtiği zaman göreceğiz. Bu konu çok tartışılmış, fakat bu güne kadar artık sebep neyse işin içinden çıkılamamış. Biz birkaç seneden beri bu konu üzerinde çalışıyoruz.Yeni değil. Önce hatırlıyacaksınız “yudıllullâhu men yeşâu” yani biz de yetişmişliğimiz gereği çocukluğumuzdan beri nerede şea fiili gördüysek “irade” manası verdik, “istedi” manası verdik. yudıllullâhu yudıllullâhu men yeşâu” “Allah istediğini yola getirir” şeklinde biliyorsunuz. Biz ilk önce “istediğini” değil de “isteyeni” olması gerektiğini savunduk arapçadan hareketle. Ki o yanlış bir görüş değildi. Fakat olayı araştırdıktan sonra başka taraflar ortaya çıktı. Çok enteresan. Yani mesela bir merdiveni yukarı çıktığınızı düşünün. Her bir basamakta ufkunuz değişir. Bir önceki basamakta görmediğinizi görür hale gelirsiniz. Geçen Salı günü size ders anlattığımız zaman arkadaşlar dediler ki “çok güzel oldu.” Fakat ertesi gün yeni çalışmalar, yeni araştırmalar yaptıktan sonra dedik ki “şimdi daha güzel” ondan sonra “daha güzel”, ondan sonra “daha güzel” dedik. Asırların ihmalini iki dakikada düzeltemiyorsunuz. Bu ihmal islam alemini gözü kapalı bir şekile getirmiş, kaderci yapmış. İslam dinini adeta başka bir din haline getirmiş. Yani bu “Şae” fiili adeta bir sigorta gibi küçüçük bir şey . Koskoca bir binanın ana sigortası patlamış olsun, burda hiçbir aleti çalıştıramazsınız değil mi? Karanlıkta kalırsınız. Halbuki küçüçük bir kablodur aslında. Onu oraya taktığınızda problem biter. İşte bu “Şae” fiili de adeta bir sigorta gibi ordaki değişiklik Kuran-ı Kerim’deki tüm anlamların değişmesine sebep oluyor. İşte o toplantıdan sonra bir de sonuç bildirgesi yayınladık. Sonuç bildirgesinden sonra çalışmalarımız yine devam etti. Gece rüyalarımıza giriyor sabaha kadar bu fiille uğraşıyoruz. Şimdi size şu işin bir özetini yapayım. Burdan okumayacağım. İş uzar. Önemli olan anlaşılmasıdır. Zaten ulemanın anlayamadığı bir konuyu eğer halka anlatabiliyorsanız. Bu iş bitmiş demektir. Geçen hafta naladık dediniz şimdi bir sürü soru oluştu kafanızda. İşallah bu gün soruları cevaplayacağız, Allah’ın izniyle.
Şimdi bi “şey” denen bir kelime var değil mi? Biz neye “şey” diyoruz. Herşeye “şey” diyoruz. Peki Allah’a “şey” diyor muyuz? Hayır. Kuran-ı Kerim Allah’a da “şey” diyor. Şimdi Arapça’dan geçmiş ya dilimize, dilimize geçerken tabiki bir takım mana kayıplarına da uğramış. Kuran-ı Kerim Allahu Tealaya’da “Şey” diyor. Şimdi en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm varlıklara “şey” diye ifade edilir. Allahu Teala diyor ki “ve haleka külle şey’in fe kadderehu takdira” “Allah her şeyi yarattı sonra onun ölçüsünü koydu.” Peki yaratılmadan önce ölçüsü yok muydu? Şimdi siz bu toplantıya geldiniz bu akşam. Gelmeden önce içinizde buraya gelme arzusu ortaya çıktı değil mi? Buraya gelme arzusu ne demek? Buraya gelmeden önce evinizden çıkıp buraya gelinceye kadar ki bütün filim şeritleri kafanızdan geçiyor mu? İşte o bir “şey”. Birisinden bir şey istiyorsunuz. Diyorsunuz ki “Bana bir bardak çay ver.” O bir bardak çayı, o kişiden istemeden önce , o çay gelmeden önce o çay sizin zihninizde var mı? İşte o sizin zihninizdeki “şey”dir. Tasarı tasarlama değil.Bu aynen şuna benzer; bir üretici, bir firma, yeni bir işe girişmek istiyor. Ondan önce ki plan ve projeye benzer. O sizin zihninizdeki tasarlamanız. İşte “irade” bu şeyle ilgili sizde doğan istektir. Bu “şey”le ilgili sizde doğan isteğe “irade” denir. Yasin Suresi 82.ayet “İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn”“Allah’ın işi, birşey istediği zaman ona “Ol” demektir, o da olur.” Peki sizin canınız çay istediği zaman “Ol” dediğiniz zaman çay oluyor mu? Olmaz. Ama Allah “Ol” dediği zaman oluşuyor. Şimdi sen çay istediğin zaman zihninde çay oluşuyor. Allah da bir şeyi istediği zaman yaratılmadan o şeyin tasarısı olur mu ? Düşünün bakalım. Olmalı mı? Olmalı. Çünkü niye biliyor musunuz? Allah bizi koyduğu kanuna göre yaratmıştır. Dolayısıyla sizin kendi fıtratınızda, yapınızda, bünyenizde vücudunuzda bulduğunuz şeyler Allah’ın koyduğu kanunudur. Siz Allah’ın sizin zihninize koyduğu kanunla Kuran arasındaki irtibatı kurarsanız konuyu anlamışsınız demektir. Şimdi küçük bir parantezle söyleyeyim, bizim en büyük kaybımız. Din ile fıtrat arasındaki ilişkiyi kesmiş olmamız. Yani gerçek hayatla Kuran-ı Kerim ‘le uyum olması gerelidir. Allah öyle söylüyor.
Bu uyumu ortadan kaldırdığınız zaman ne hayatı anlarsınız, ne de Kuran’ı. Şimdi tekrar başa dönelim bir bardak çay istiyorsunuz. Yada hanımınıza diyorsunuz ki “Hanım! Bir çay yap da, içelim” Sizin zihninizde o çayın nasıl olması gerektiği var. O zaten sizin isteğinizi doğruyor. Daha önceden biliyorsunuz ondan dolayı canınız çekiyor. Daha önceden bilmezseniz canınız çeker mi? Ya da “ben yapıyım diyorsunuz” başlıyorsunuz yapmaya. Hanım da size diyor ki “Bey! bir paket çay getir.” İkiniz de çay dediniz. Hanımınızın zihnindeki çay başka, sizin ona “çay yap” dediğiniz zaman ki zihninizdeki çay başka. İşte bu şeydir. “şey”. Büyüğünden küçüğüne kadar bu böyle devam ediyor. Şimdi lütfen elinizdeki Kuran’lardan 65.sureyi bir açın. 65.Sure. 559.sayfa. Burda Allah bir “şey”i anlatıyor. Burda “şey”’i iyi nalamanızı istiyorum. Burda siz “şey”i bir Türk olarak anlıyorsunuz ama Allah asıl neyi kastediyor. Asıl olan odur. Üzerinde fazla durmıyacağım konuyu size hatırlatmak için. Detaya girmeden okuyacağım. “Yâ eyyuhen nebiyyu izâ tallaktumun nisâe fe tallikûhunne li iddetihinne” “ “Kadınları boşadığınız zaman iddetleri içinde boşayın” ve ahsûl iddeh” “iddeti sayın” “vettekûllâhe rabbekum” “lâ tuhricûhunne min buyûtihinne ve lâ yahrucne” “Rab’biniz olan Allah’tan korkun” “Boşadığınız kadınlarınızı evlerinizden çıkarmayın onlar da çıkmasınlar.”, Yani aynı evde, onun bekleme süresi sırasında aynı evde kalın.“illâ en ye’tîne bi fâhişetin mubeyyineh”,“apaçık bir fahişelik yapıp gelirlerse o zaman aynı evde duramazsınız”,“ve tilke hudûdullâh” “Bu Allah’ın koyduğu sınırlardır.”“ve men yeteadde hudûdallâhi fe kad zaleme nefseh” “Kim Allah’ın koyduğu sınırları çiğnerse kendine kötülük yapmış olur.”,“lâ tedrî leallallâhe yuhdısu ba’de zâlike emrâ” “Ondan sonra bir şey ortaya çıkaracaktır” bir iş ortaya çıkaracak. Yani belki Allah, aynı evi paylaştıkları için üç ay süresi içerisinde bunlar barışabilirler. “Fe izâ belagne ecelehunne” “Ve sürelerinin sonuna vardıkları zaman” “fe emsikûhunne bi ma’rûfin” “güzellikle onları tutun” “evfârikûhunne bi ma’rûfin” “yada güzellikle onları ayırın” “ve eşhidû zevey adlin minkum” “sizin içerinizden iki şahit getirin” “ve ekîmûş şehâdete lillâh” “şahitliği Allah için tam olarak yerine getirin” “zâlikum yûazu bihî men kâne yû’minu billâhi vel yevmil âhir” “işte bu Allah’ın sizden Allah’a ve ahiret gününe inananlara verdiği öğüttür.” “ve men yettekıllâhe yec’al lehu mahrecâ” “Kim Allah tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu oluşturur.” “Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib” “Hiç beklemediği yerden ona rızık verir.” “ve men yetevekkel alâllâhi fe huve hasbuh” “kim Allah’a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter” “innallâhe bâligu emrih” “Allah Onun işini neticeye ulaştırır” “kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ” Şimdi Allah buraya kadar erkeğin karısını boşama sisteminin bütün öğelerini saydı. Ne dedi? Bir insan karısını boşayacaksa, kadının adetli olmaması lazım. Adetten temizlenmişse eşiyle ilişkiye girmemiş olması lazım. Boşama sırasında iki tane şahit bulundurması lazım. Ondan sonra evden çıkarmaması lazım boşadıktan sonra bekleme süresini o evde geçirmesi lazım. Kadının da çıkmaması lazım. Ondan sonra süre sonunda daha erken dönerseler dönerler, Ama süre sonuna gelmişlerse ya güzellikle karısından ayrılaması lazım ya da karısını güzellikle tutması lazım. Şimdi bütün bunları söyledikten sonra diyor ki “kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ” “Allah herşey için bir ölçü koymuştur.” “Şey” burda şey ne? Buradaki “Şey” erkeğin karısını boşama sisteminin tamamına Allah burada “Şey” diyor. Yani boşama ile ilgili herşeyi anlattı, sistemi kurdu, bu bir “Şey”. Bu bir sistem oldu. O zaman “Şae” ne oluyor? “Sistemi kurdu” oluyor. “Ölçüleri koydu” oluyor. Şimdi ölçüleri koydu yerine “istedi” dersem ne olur? Ne olur söyleyim mi? İşte fıkıh kitabındanki Talak olur. Ölçüsüz bir talak olur. Bakın şeyi kavrayamamanın nerelere mal olduğunu görüyor musunuz? Şimdi bu tıpkı neye benzer. Siz eşinize diyorsunuz ki “Bana çay yap” o yapıp getiriyor. Rengi çay rengi , sıcaklığı çay sıcaklığı ağzınıza alıyorsunuz ki kuşburnu. Daha da güzel gözüküyor ama demediniz mi siz “Ben çay istiyorum diye.” Siz çay derken o çayın bir tanımı var mı? O tanımını sizde biliyorsunuz, eşiniz de biliyor değil mi? O çayın bir demlenme şekli var mı zihninizde. O çayın bir takdim şekli var mı? Mesela eşiniz çayı demledikten sonra demliği size getirse “Bey buyur çay iç” dese ne yaparsınız? Yani oda bir sistem değil mi? Çayı demlemenin bir usulü var. Demlendikten sonra bardağa koyacaksınız getireceksiniz. Demleme süresi var. Demlendikten sonra bekleme süresi var. O da bir şey. Dünya hayatı “Şey” Kuran-ı Kerim’de. Tüm hayatın adı “Şey”’dir.
Tüm hayatın adı “Şey” olduğu için, yaşamanın adı “Şey” olduğu için hayatta nedir? Bir sistemdir, değil mi ? bir ölçüsü var. Yani her bir şeyin bu ayette belirtildiği gibi “Allah herşeye bir ölçü koymuştur.” Allah’ın bu “talak”la erkeğin kadını boşaması ile ilgili ölçü boşamadan önce mi sonra mı? Önce . Ölçüyü koymuş Allah. Yapacaksanız bunu yapın. O zaman bunun dışına çıktığımız zaman çay yerine kuşburnu suyu gelmiş gibi olmaz mı? Hadi o olsa gene iyi, çay yerine sana çocuğun sulu boyasıyla boyanmış bir su da getirebilirler. Görüntüsü daha güzel ama çay olmaz. Şimdi, dolayısıyla “Şae” fiili, Kuran-ı Kerim’de geçen “Şae” bir sistemi gösteriyor. Şimdi bu kelimenin bu anlamını kaybettiğiniz zaman neler oluyor? Bura şimdi anlaşıldı mı “Şey” ne demek oluyor? Kaybolduğu zaman anlam neler oluyor bakalım. Enam suresinin 148.ayetini açalım.6. sure 148.ayet. 149.sayfa. “Seyekûlullezîne eşrekû” “Şirke düşmüş olanlar şöyle diyecekler, müşrikler” “lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ” “Allah bizim iman etmemizi gerektiren bir sistem kursaydı, ne biz şirke düşerdik ne de babalarımız”, “ve lâ harremnâ min şey’(şey’in),” “hiçbir şeyide haram kılmazdık” suç kimin o zaman? Allah’ın. Bu bir cebriyecilik iddiası. Günahkarlar ne derler; “N yapayım Allah beni de böyle yaratmış”. Fakat burda Allahu Teala diyor ki; “kezâlike kezzebellezîne min kablihim” “Bunlar da bunlardan öncekiler de böyle yalan söylediler.” “hattâ zâkû be’senâ” “Bizim azabımızı tadıncaya kadar” ölünceye kadar bu yalanı söylediler, öldükten sonra suçlarını itiraf ediyolar ama bir anlamı yok tabi. “kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ” “Peki sizin yanınızda bir bilgi var mı?” Yani Allah sizin kafir olmanızı gerektiren bir sistem kurdu diye bir bilgi var mı? Varsa çıkarın getirin bir görelim. Bizim geleneğimizde ne var? Allah kimi kafir yaparsa o kafirdir. “in tettebiûne illez zanne” “Siz sadece kendi zannınızın peşine düşüyorsunuz”, “ve in entumillâ tahrusûn” “Siz sadece atıyorsunuz”. Desteksiz atıyorsunuz. Peki müşriklerin bilgi kaynağı neresi olur? Yani Kuran’ı okumuyor, bilgileri nereden elde ediyorlar? Fıtrattan. Babalarından elde ettikleri bilgi de olmaz safsatadır onlar. Fıtrattan elde ederler. Yani tabiattan yaşadıkları hayattan değil mi? Peki yaşadığımız hayatta cebriyecilik var mı? Nasıl? Yaşadığımız hayatta, müslümanlarda değil ,insanların hepsinde, iş hayatında cebriyecilik var mı? Çalışmayana kimse birşey veriyor mu? Çalışmayan kaznabiliyor mu? O zaman var mı cebriyecilik? Yani yata yata para kazamak var mı? Yada çalışmayan bir talebeye öğretmen not veriyor mu? Ya da yaşadığımız hayatta dışarısı soğuksa “Ben Allah’a tevvekkül ettim” diye çıplak bir şekilde sokağa çıkıyor mu? Çıkmıyor. O zaman bu insanlara Allahu Teala demiş oluyor ki “Siz yalan söylüyorsunuz. Sizin hayatınızda cebriyecilik yok.” Sen dünyalığını kazanmak için gece gündüz çalışıyorsun, dine geldiği zaman suçu Allah’a bırakıyorsun. İş helal harama geldiği zaman suçlu Allah. Öyle değil mi dışardakiler şimdi. Yani çalışıp kazanıp başarılı olmak dedin mi, alttan girer üsten çıkar, falana gider, filana gider. Şunu yapar bunu yapar, bişeyler kazanmak için uğraşır. Ama iş dine sıra geldi mi, “Ne yapalım Allah böyle yapmış”. İşleri kötüye gittiği zaman “Ne yapayım Allah böyle yapmış” derler. Tıpkı okuldaki gibi iyi not alısam “ben aldım” ,kötü not alırsam “öğretmen verdi” Hayatta da böyle. Şimdi Allahu Teala burda o müşriklere diyor ki “siz yalan söylüyorsunuz” var mı hayatta cebriyecilik? Yok. Var mı deliliniz Cenab-ı Hak’ın insanları kafir yaptığına dair. Nerden biliyorsunuz? Ondan sonra şöyle diyor Allah; “Kul fe lillâhil huccetul bâligah”“Tam delil bütün şüpheleri ortadan kaldıracak olan delil Allah’ın delilidir” “fe lev şâe” “Eğer Allah insanların yola gelmesini hidayete erdirilmesiini gerektiren bir sistem kursaydı, insanları yola getirecek bir sistem kursaydı” “le hedâkum ecmaîn” “Hepinizi yola getirirdi” Kesin birinizi diğerinizden ayırmaz. Allah hiçkimseye torpil yapmıyor. En kafirini de Ebu cehili de Allah yaratmıştır, Peygamberimizi de. Onun zırkını da Allah vermiştir , onun rızkını da. O’nun kabiliyetlerini de Allah vermiştir O’nun da. Ama peygamber (s.a.v) bütün gayretiyle Cenab-ı Hak’kın rızasına uygun çalışmış, öbürü de başka yolda çalışmış. Onun için Allah sistemini cebir üzerine kurmamış. Nasıl fıtratta çalışan kazanıyorsa dinde de öyledir. Bakın burada şuna dikkatinizi çekeyim. Allah müşrikin yalan söylediğini söylerken fıtrata yönlendirmiştir. Çünkü bütün peygamberler bunu söylüyor. İnsanları fıtrattan yani hayattan aldıkları bilgileri esas alarak konuşur. “Yalan söylüyorsunuz” peki meal de nasıl? Okuyalım bakalım. “Allah dileseydi ne biz müşrik olurduk ne de atalarımız.” “Allah dileseydi” diyor bakın. “Allah sistemi öyle koysaydı” ile “Allah dileseydi” arasındaki farkı görüyor musunuz? Yani bir “Şae” fiiline “irade” manası vermek, aslında tam bir yol ayrımı . Tamı tamına bir yol ayrımı. Ve ayetin ne hale geldiğini görelim. “Müşrik olanlar diyecekler ki Allah dileseydi ne biz müşrik olurduk ne de atalarımız, ne de bir şeyi haram kılabilirdik. Bunlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı.” Neyi yalanlamışlar? Burda müşrikler neyi yalanlıyor? Kimi yalanlıyor? Ya burdaki kelimeye de yanlış mana vermişler. Ben hakikakten şaşırıyorum. İnsan biraz düşünür. O yazın Medine’de beş tane toplantı yapmıştım ya. Bir de toplantı aralarında yapılan konuşmalar var.O konuşmalardan bir tanesi de burdaki “kezzebe” fiili ile ilgili. Kuran-ı Kerim’de “kezzebe” fiili üç şekilde geçiyor. Arapça bilenlerden başkasına izah etmiyorum. Biri, Ali İmran Suresinde “Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike” “Eğer seni yalanlarlarsa senden önce nice elçileri de yalanlamıştır.”Burda “kezzebe” fiilinin mefulü var. “kezzebe” fiili “ba” ile meful alır. “Ve kezzebu bi ayetillah” “Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarıldılar yalan söylüyorlardı” Bir de bu ayette olduğu gibi mefulsüz gelir Kuran-ı Kerim’de mefulsüz olan fiile lazım fiildir. Bu da teksir ifade eden bir bab’tır, “Çok yalan söylemek” manasına gelir. Burda kimseyi yalanlamıyor ki müşrikler yalan söylüyorlar. Zaten ayetin devamı da onu gösteriyor. İşte bu Arapça bakımından uzman olan kişilerle Medine’de oturdum konuştum.
Bakın Kuran-ı Kerim’de üç tane var “kezzebe”. Bunların hepsine aynı mana veriliyor tefsirlerde. Kendi aralarında düşündüler taşındılar. “Doğru söylüyor” dediler. “Gerçekten öyle hiç düşünmemiştik” dediler. Şimdi mealden okuyorum “Bunlardan öncekilerden de böyle yalanlamışlardı.” Yani öyle karışmış ki çık işin içinden çıkabilrsen. “Nihayet azabımızı tatılar.” “Onlara de ki; hiç ilim denecek birşeyiniz var mı ki bize çıkarasınız? ” bu kime söylenir? Yalan söyleyene söylenir değil mi? Bir bilgi var mı, bi getir bakalım böyle diyorsun ya. “Siz sırf zanın ardından gidiyorsunuz ve siz atıyorsunuz.” Yalan söyleyene denir değil mi? Tamam. Şimdi Allahu Teala müşriklerin “Allah dileseydi ne biz müşrik olurduk ne de atalarımız” sözünün yalan olduğunu söyledi mi burda? Dedi değil mi? Peki sıkı durun şimdi. Peki “hucceti baliğa” “açık delil Allah’ındır. Evet O dileseydi, hepinizi de hidayete erdirirdi”. Şimdi Allah yalan dediği sözü şimdi kendi söylemiş olmadı mı? Peki müşriklere “Deliliniz var mı getirin” dediğiniz zaman? “Ya Rab’bi senin sözün, ondan daha iyi delil olur mu?” demezler mi? Şimdi bir “Şae” fiili diyip geçmeyin. Onun için dedim bir sigorta gibi. Hatta trafoda bir patlama olursa tüm mahalle gider. Küçük bir kablo ama bütün mahalleyi elektriksiz bırakır. Şimdi siz tutyorsunuz bir sistem belirten bir fiile, o sistemi isteme yada istememe manasına gelen iradenin manasını veriyorsunuz. İrade istek demek istek iki türlü olur. Şimdi sabah uyandınız baktınız ki ezan okunuyor. “Kalkıyım namaz kılıyım” dediniz. Bu bir arzu ortaya koymaktır. “Ya sonra iki dakika sonra kalkıyım” dediniz, yorganı çektiniz üzerinize. İsteğinizi karar haline getirdiniz mi? Yok. İsteğinizi karar haline ne zaman getirirsiniz? Kalkarsak. Kalkmak fiildir. Karar sizi kaldıran istektir. Dolayısıyla o karara kalma diyebilir misiniz? Kararın kendisi kalkmak mıdır? İşte o karara tutup bütün bu “Şae” fiillerinin anlamı veriliyor. O zaman çık işin içinden çıkabilirsen. Halbuki Kuran-ı Kerim’de “şey” “irade”’nin bittiği yerde başlıyor. Yasin Suresi 82. ayet “izâ erâde şey’en” “şey”i istediği zaman Allah irade ettiği zaman. Sonra eylem başlıyor. Çünkü “en yekûle lehu kun fe yekûn” Yani siz yataktan kalma kararı verdikten sonra artık karar taman uygulamaya geçmeniz gerekiyor değil mi? “Şey” o uygulamanın adıdır. Şimdi tekrar verelim manayı. Şimdi verilen anlam zannetmeyin ki sadece burada verilen anlamdır. Bizim arkadaşlarımız araştırma yaptılar. İlk asırlara giden bütün tefsirlerde böyle. Onun için bizim şu iki günde yaptığımız toplantının dört beş yıllık bir hazırlığı vardır. Bu aslında nedir biliyor musunuz? Ağrı dağı kadar dağlar zincirini aşıp arkasındaki Kaf dağına ulaşmak gibi bişey. Hani mitolojide anlatılır ya! Asırların getirdiği yanlışlıkları keşfediyorsunuz, bütün onların arkasına geçiyorsunuz, o zamana kadar bütün yanlışlıklar silsilesi zincirini ortaya koyuyorsunuz. Ve bunun yanlışlığını da sözlüklerle ortaya koyma imkanınız da yok. Çünkü sözlüklerin de tamamı zamanla bozulmuş. Bir tek dayanağınız var; Kuran-ı Kerim ve bir de hadisi şerifler. Onlarla gittiğiniz için çok sağlam gidiyorsunuz. Onlarla ortaya koyduğumuz için de , iki günde gelen ilim adamlarının tamamına yakını, yani yüzde doksandan fazlası “Tamam bu böyle olmalıdır” dedi. Peki diğerleri, iki kişi falan vardı; “Ya ben tam emin değilim, şüphelendim.” Tabi iki dakikada beklenmez onca yıl. “Yok canım! Yanlış söylüyorsunuz” diyen çıkmadı. Neden çünkü Kuran-ı Kerim’den hareket ettiniz mi işiniz kolaydır. Ve biz şimdi Kuran- Kerim’i sözlük olarak kullanıyoruz. Allah öyle indirmiş ki o kitabı, önemli kelimelerin manasını da o kitaba yerleştirmiş. O biliyor kimlerin nerede ne yapacağını. “Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ” “Müşrikler diyecekler ki Allah isteseydi, ne biz şirk koşardık ne de babalarımız”gelenek böyle. Ondan sonraki ayette de “de ki kesin delil Allkah’ındır. Allah istese hepinizi yola getirir” Tamam müşrik ne dedi? “Allah böyle istedi bende kafir oldum” Gel de çık için içinden? “Hani delil var mı?” dediğinizde “Ya Rab’bi o kadar çok delil var ki” araf Suresi 155.ayet “tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu” “İstediğini saptırırsın, istediğini yola getirirsin” İşte “Allah’ın saptırdığını kimse yola getiremez” halbuki onların hepsi “tudıllu bihâ men teşâu” “sistemine göre” sapık sayarsın, sistemine göre hidayete erdirirsin. Kurallar zinciri. İnsanlar o kurallara uyarsa yola gelir uymazsa sapık olurlar. O zaman peki diyor ki Kehf Suresi 29.ayet “fe men şâe fel yu’min” “isteyen inansın” deniyor. İsteyen inanabiliyor mu? Sizin hemen hepinizin mümin olmayan tanıdıklarınız vardır. Onlar zaman zaman mümin olmak istiyorlar mı, istemiyorlar mı? İstiyorlar.Peki, mümin oluyorlar mı? Ee! öyleyse onların da mümin olması gerekir. “fe men şâe fel yu’min” ne demek? Kim bu siteme girer, uygulama yaparsa o zaman inanır. Öyle şey yok. Gireceksin, uygulayacaksın, tatbik edeceksin, sonra inanacaksın. Öyle kadarcilik yok. Çalışmayana Allah hiçbir şey vermez. Ve bunun da kuralını koymuş Allah o kadar açık seçik ki. Mesela dünyalık mı kazanmak istiyorsunuz. “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ” “İnsanın çalıştığından başkası kendine ait değildir.” Çalışırsan senindir, yoksa değildir. Çalışırsan kazanırsın, yoksa yok. “Ve men erâdel âhırete ve saâ lehâ sa’yehâ ve huve mu’minun” “kim ahireti ister” İstemekte yetmez, cennete gitmek istemeyen var mı? Hatta günahkarlar cennetin ortasını kimseye vermezler. “Ve men erâdel âhırete” “kim ahireti ister” o irade, o istek içinden olacak, o bir karar haline gelecek seni yataktan kaldıran . “ve saâ lehâ sa’yehâ” karar da yetmez onun için gereken çalışmayı yaparsan . Bu da yetmiyor. ve huve mu’minun” mümin olması şartı ile. O imanda yoksa geren birşey ifade etmez. “fe ulâike kâne sa’yuhum meşkûrâ” işte senin “Şae”’nde bu. Ben şey yapmaya çalışıyorum dersen o şey için eğer dinle alakalı ise imanın olması lazım, orda Allah neyi istemişse onu yapman lazım, ve sağlam bir isteğin ve iraden olması lazım en başta. Yapacağın şey dünyalıksa yapacağın tek şey çalışmaktır. Çalışmayana hiçbirşey yok. Allah’ın koyduğu sistem böyle. Şimdi bir de Bakara Suresi’nin 200, 201 ve 202.ayetini açalım. 32. Sayfa. 200 ün son kısmından alalım. “fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ” “İnsanlardan kimisi ya Rab’bi bana dünyada ver” ahiret aklına gelmez. “ve mâ lehu fîl ahirati min halâk”“Onun ahirette alacağı bir pay yoktur.” “Ve minhum men yekûlu” “Kimi de şöyle söyler” Bizim yaptığımız dua “rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr” “Ya Rab’i bize bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi cehennem azabından koru” Peki ne olacak şimdi? Dünyalık isteyene Allah dünyı verecek mi? Hem dünya hem ahireti isteyene, hem dünya hem ahireti verecek mi? Son ayete bakın Allah ne diyor; “Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû” “Onlara kazançlarından bir pay vardır. Çalışırsan var, çalışmazsan yok.” Dünyayı istiyorsan çalışacaksın ki alasın. Hem dünyayı hem ahireti istiyorsan çalışacaksan ki alasın. Çalışmayana birşey yok. Demiyor mu açıkca şimdi? “fe men şâe fel yu’min” “İsteyen inansın” Olur mu! Gerekeni yapacaksın inanmak için. Allah ne diyorsa ona göre. Çünkü inanmanın da bir sistemi var, basit bir olay değil. Konu çok zor bir konu. Ama önemini anlatabildiysek yeter.
Zaten sonuç bildirgesini internetten de yayınlayacağız. Göreceksiniz. Birçok şeyi etkilecek bir konu. İşallah bunu önce Türkiye’ye sonra bütün dünyaya yayabilirsek birçok şey değişir. Geçen haftaki ayetleri tekrar okuyalım. Şimdi 588.sayfayı açalım lütfen. Önce meali okuyacağım. 26.Ayetten itibaren meladen okuyorum. “Siz nereye gidiyorsunuz? O alemler için halis bir zikirdir” diyor. Yani tüm alamler için doğruluğu tartışılmaz bir bilgidir. “İçinizden doğru olmak dileyenler için, halis bir zikir, tartışılmaz doğru bilgidir. Fakat Alemlerin Rab’bi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” “Nereye gidiyorsunuz?” un bir anlamı kaldı mı? Ne demektir? Eğer siz Allah’ın kitabını uygulamadıysanız, bunun manası nedir? Allah dilemiş midir, dilememiş midir? Allah dilemediği için siz Kuran’ı uygulamıyorsunuz değil mi? E ayet var! “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” . O Enam Suresinin 148. Ayetinde “deliliniz var mı? Çıkarın” diye Cenab-ı Hak’k söylüyor ya, bu mealden onlarca delil bulur o müşrik. Bulamaz mı! “Allah’ım sen demiyor musun Allah dilemedikce sen dileyemezsin diye” .E Allah böyle birşey söylemiyor ki. Kuranı kerimi değiştirmeye gerek yok. Manasını değiştirin iş biter. Evlerinizde bakın yüzlerce meal var. 160 tane meal toplamış Ahmet bey hepsinde okuyor aynı mana var değil mi? Farklı hiç yok. Sırf o meallerde değil, o büyük büyük tefsirlere gidin. Mezheplere gidin. Mesela şu var aynen; (ANLAŞILAMADI) “Ehli sünnette meşiet ile irade aynı manadadır.” Bütün ehli sünnette bu ayete böyle mana verilmiş oluyor. Bu kelam kitaplarında bu yazar. Şimdi Allah burada diyecek ki “Siz nereye gidiyorsunuz? O alemler için halis bir zikirdir.İçinizden doğru olmak dileyenler için, halis bir zikir,tartışılmaz bir bilgidir. Fakat Alemlerin Rab’bi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” Bitti. O zaman uğraşmaya gerek var mı? Niye uğraşalım ki? Bu bir kadercilik değil mi? Hatta o müşriklerinkinden daha ilerde bir kadercilik. Üstelik siz bu kaderciliği Kuran’a söylettiriyorsunuz. En kötüsü de o. Ama ayetin manası ne? İnsanları “şey” etmesi neydi Kuran-ı Kerim’e göre? Çalışıp, gayret göstermesi. Çünkü dedik ya! Gayret göstermesen birşey yok. Çünkü insan da bir şey oluşturuyor Kuran-ı Kerim’e göre Allah’ta şey oluşturuyor. İnsanın oluşturduğu şey Allah’ın oluşturduğu şey ile uyumluysa sevap kazanıyor. Aynı değilse günah işliyor. İnsanın oluşturduğu şey eğer dışarda yoksa o zaman da yalan söylemiş oluyor. Ya da hurafe yapıyor. Yani siz bunu bunu söylemiş olsanız dışarda bu şey var. Sen bunu bunu söyledin dedin mi doğruyu söylemiş olursun. Söylemediğiniz halde söyledin derse yalan söylemiş oluyorsunuz. Yalandır iftiradır. Peki. Doğru mana ne ? Diyor ki Allahu Teala “Fe eyne tezhebûn” “Nereye gidiyorsunuz.” “İn huve illâ zikrun lil âlemîn” “Bu sadece tüm aleme tartışmasız doğru bilgidir.” Evrensel nitelikteki bilgidir. “Li men şâe minkum en yestekîm” “ama sizin , dürüst olmaya gayret gösterenler için” değişti mi? Doğrusu bu? “Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbul âlemîn” “Burdaki herkes dikkatle dinliyor üç kişi hariç” dersem. Öyle dediğim zaman bu üç kişi burdakilerin içinden üç kişi olması gerekmez mi? Burda da buna istisna denir. Şimdi arapça bilenler buna dikkat etsinler. “Ve mâ teşâûne” “Siz birşey yapamazsınız.” “illâ en yeşâallâhu” “Ancak Allah’ın ölçülerini koyduğu şeylerden birşey yapabilirsiniz.” Yani Allah şuraya yüzlerce emir koymuş. Bunların içerisinden benim dediklerimi yaparsanız ancak doğru yapmış olursunuz. Yani sizin doğru olarak yapacağınız şey ancak Allah’ın doğru dediği şeylerden biri olur. Kendi kafanıza göre doğru uyduramazsınız. Ayetin manası bu, yukarıdaki ayetle irtibatlandırısanız. Ama bunu genel hüküm olarak koyarsınız. Sizin göstereceğiniz gayret ancak Allah’ın koyduğu sistemin bir parçası olur. Ya Allah’ın koyduğu doğrulardan birisini yaparsınız, yada Allah’ın koyduğu yanlışlardan birisini yaparsınız. Mesela Allah şirki tarif etmiş, imanı da tarif etmiş, bunlar bir sistem. Zinayı tarif etmiş, nikahı da tarif etmiş. Helal mal kazanmayı tarif etmiş, haram mal kazanmayı tarif etmiş. Bütün bunlar Allah’ın koyduğu sistem gelin hangisinden alırsanız alın. İşte siz ne yaparsanız yapın, sizin yaptıklarınız benim koyduğum ölçülerden birine göre olur. Yani ya helal olur ya haram olur. Helali de ben koydum, haramı da ben koydum. Yani benim sistemimde yeri olan bir şey yaparsınız, o sistemin dışına çıkamazsınız. Aynı mana mıymış? Evet çalışan doğruluğu yakalar. Ama siz ne yaparsanız yapın doğru Allah’ın doğru dediğidir. Kendi kafanıza göre doğru uyduramazsınız demiş oluyor burda. Sizin yaptığınız şey ancak Allah’ın koyduğu sisteme uygun olursa Allah tarafından onaylanır. Ya da o sistemin bir parçası olarak yaparsınız. Yani helal de yapsanız Allah onunla ilgili hükümler koymuştur. Haram da yapsanız onunla ilgili hükümler koymuştur. Yapacağınız ne yaparsanız yapın. Yani Ensar vakfının şu binası içerisinde ne yaparsanız yapın bu binanın içerisinde yaparsınız. Allah’ın koymuş olduğu sistemin içerisnide yaparsınız.
YAZIYA GEÇİREN
Turgut ÇETİN
Çubuk öğretmenevi Çubuk/ANKARA
05534552357