Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu akşamki okuyacağımız ayetler Maide Suresinin 103’ten 105’e kadar olan ayetleridir. Konu başlığı olarak da Tebliğ Görevi ve Bireysel Sorumluluk… Tabi tebliğ derken Allah’ın ayetlerini tebliğdir. Yani muhataplara kendi anladıkları dil ile, kendi kavradıkları şekilde onlara anlatma görevidir. Bireysel sorumluluk dediğiniz zamanda senin görevin tebliğ ile sınırlı, karşı taraf inanır ya da inanmaz. İnsanlara inandırma diye bir görevimiz yoktur. Sadece tebliğ görevimiz var. Onlara ulaştırırız, inanan inanır, inanmayan inanmaz. Onun için sorumluluk bireyseldir. Yani herkes kendi yaptığından sorumludur. Kimse kimsenin yaptığı şeyden dolayı günah kazanmaz. Kimse kimsenin günahını çekmez.
Maide Suresinin 103. Ayetinde Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Mâ cealallâhu mim bahîrativ ve lâ sâibetiv ve lâ vasîletiv ve lâ hâmiv” Burada dört tane hayvan tanımlaması yapılıyor. Bunlar Mekkelilerin kutsal sayıp sırtına binmedikleri, sütünü içmedikleri, etini yemedikleri ya da daha başka şekilde düşündükleri hayvanlar… Yani Allah böyle bir şeyi ortaya koymadı. Biraz sonra Yahya bu hayvanlarla ilgili ayrıntıyı size bildirecek. “ve lâkinnellezîne keferû yefterûne alallâhil kezib” “Ama kâfirler bu yalanı Allah’a mal ederler.” Yani bu hayvanlarla ilgili kendi hayalleriyle kendilerinin koyduğu bir takım kutsallıklar, yasaklar vardır. Bu bir yalandır. Allah böyle bir yasak koymamıştır. Ama onlar bunu Allah’a mal ederler. Allah yasaklamıştır derler. “ve ekseruhum lâ yağgılûn” “Onların çoğu aklını kullanmaz.” (Maide 103)
“Ve izâ gîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler rasûli” “Onlara dense ki Allah’ın indirdiğine, Allah’ın resulüne gelin” “gâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ” (Maide 104) Bakın mesela Allah’ın indirdiği, Allah’ın resulü kelimesini söylediğiniz zaman onlarında inandığı ve tamı tamına bağlı olduğunu zannettikleri Allah’a çağırıyorsunuz. Hani bizlerde şöyle bir algı vardır. Mesela size sorayım. Bu derslerden öğrendiklerinize göre cevap vermeyin. Yani daha önce size öğretilene göre cevap verin. Müşrik Allah’ın var olduğunu kabul eden birisi midir? Geleneksel anlamda müşrik Allah’ın varlığını kabul eder mi? Hayır. Kafir kabul eder mi? Hayır. Ama Kuranı Kerim anlamında… Mesela bir de müşrik’e ortak koşan diye anlam verilir değil mi? Kime ortak koşuyor diye sorarsanız cevapsız kalır. Ne Mekkeli müşriklerin, ne İbrahim’in (a.s) toplumunda bulunan müşriklerin, ne bugün batıda yaşayan, ne Rusya’da yaşayan hiç kimsenin Allah’ın varlığı ve birliği konusunda en küçük şüphesi yoktur. Ve herkesin de kendi anlayışına göre ona bir bağlılığı vardır. Kendine göre saygısı vardır. Peki, siz şimdi o bağlı olduğunu düşündüğünüz… Mesela Mekkeliler melekleri araya aracı tanrı olarak koyuyorlardı. Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye… O zaman demek ki asıl hedefiniz Allah değil mi? Peki, Allah’ın indirdiğine gelin deniyor. Burada sorulacak soru şudur. Eğer bilmiyorsa Allah gerçekten bir şey indirdi mi? O zaman ortaya koyarsın. Ben bunun Allah’ın indirdiği kitap olduğunu nereden bileyim diye sorarsa kolay. Buyur kardeşim, eğer sen böyle bir kitap yani bunun anlamı olan herhangi bir surenin bir benzerini sen gidip bütün ulemanı, bütün insanları topla, akalım yazabiliyorlar mı? Çünkü yeryüzünde hiç kimse saç telini yapamaz. Bütün teknoloji birleşse şu saçın bir tek kılını yapma şansları yoktur. Onun için herkes bilir ki bunu Allah yaratmıştır. Aynı şekilde bakarsın, kanaatin hâsıl oldu mu, öyleyse gel Allah’ın indirdiğine… o öyle demiyor. Yani Kuran’a çağırıyorsunuz, o demiyor. Var mı böyle bir kitap, Allah böyle bir şey dedi mi diye sorgulamıyor. Şöyle diyor. “hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ” “Babalarımızı üzerine bulduğumuz şey bize yeter.” (Maide 104) Babalarımızın din algısı neyse biz onu devam ettiririz derler. Yani işte bu Bahira, Saibe, Vasile, Ham… Kardeşim babalarımız bunlara haram demişse haramdır. Bitti. Biz tartışmayız. Bugün bunu Kuran’a çağırdığımız kişiler söylerken babaları kelimesi yerine neyi kullanıyorlar? Mezhepleri kullanıyorlar. Bizim mezhebimiz tamam. Ben mezhebime uyarım. Ben Hanefiyem, ben Şafiyem, ben Malikiyem, ben Hanbeliyem diyor. Tamam güzelde… Hangisine sorsan Allah’a inanıyor musun? Elbette der. Kuranı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğuna inanıyor musun? Mesela Mekkeli müşriklerden farkı budur. Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunda hiç şüphemiz yoktur derler. İnanmazsam kâfir olurum derler. Peki, o inandığın kitaba çağırıyorsa seni… Yok diyor. Bize ne öğretilmişse ben onu kabul ederim diyor. Mesela şimdi sık sık tekrarlıyoruz. Çünkü çok önemli bir konu olduğu için… Diyanete diyoruz ki… Bugünlerde de Kuran ve sünnet diyorlar. Tamam, buyurun. Hadi namaz vakitleri konusunda gelin Kuran ve sünnete… Sünnet olarak da dedikleri Kuran’a uygun olan sahih sünnet diyor ki çok güzel bir ifade… Çok iyi bir slogan… Buyurun dendiği zaman ne diyorlar? Bize uyun diyorlar. Sizi bize çağırmıyoruz ki… Allah’ın kitabına çağırıyoruz. Ondan sonra Allahu Teala şöyle diyor. Bakın bunlar… Mesela bugün ki Müslümanlar için söylenecek söz değil bu… Mesela bugün ki Müslümanlar için sizin atalarınız mı daha doğru söylüyor, Kuranı Kerim mi daha doğru söylüyor diye bir söz olmaz değil mi? Kuran’ın doğru söylediğinde hiç kimsenin şüphesi yoktur. Herkes öyle kabul eder. Ama Mekkeli müşrikler için Allah şöyle bir soru soruyor. “e ve lev kâne âbâuhum lâ yağlemûne şey’ev ve lâ yehtedûn” “Ya bunların babası bir şey bilmiyor” Mesela şu hayvanlarla ilgili konuyu bilmiyorlar. “ve doğru yolda değillerse ne olacak?” (Maide 104) Doğru yolda olmama ihtimalleri var mı? Var. Bilmeme ihtimalleri var mı? Var. Bitti. Bugün ben Müslümanım, Kuranı Kerim’e inanırım, Kuran’da olan her şey doğrudur dedikten sonra Kuran’a çağırdığın halde gelmeyen kişilere ya Kuran doğruyu söylüyorsa denecek durum var mı? Kardeşim Kuran’ın doğru söylediğine inanıyorsunuz. Peki, bu ne? Mekkeli müşriklerden daha kötü durumda değiller mi? Peki, bunları söyledikten sonra Allahu Teala şöyle diyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum” “Müminler siz kendinize bakın.” Ya söylüyorum kaçıyor. Kaçsın. Sen kendine bak. “lâ yedurrukum men dalle izehtedeytum” “Siz yola geldikten sonra o yoldan çıkanın size bir zararı olmaz.” Yani adam yoldan çıkmışsa çıkmış. Sen ona tebliğ edip anlatıyorsun. Ederse eder, etmezse etmez. Ama sen doğru yoldaysan onun sana bir zararı olmaz. Sende yoldan çıkmış, onu da çıkarmışsan o zaman onu yoldan çıkarmanın günahını çekersin. “ilallâhi merciukum cemîan” “Hepinizin dönüp huzuruna çıkacağı Allahu Tealadır.” Onun huzuruna çıkarılacaksınız. “feyunebbiukum” “O size haber verecektir.” “bimâ kuntum tağmelûn” “Neler yaptığınızı?” (Maide 105) Bu dünyada yaptığımız her şey kayda geçiyor. Allahu Teala bize neler yaptığımızı ahirette ne yapacak? Haber verecek. Şimdi Yahya’yı dinleyelim.
Yahya ŞENOL: Maide Suresinin 103 ve 104. Ayetleri… Aslında aynı konuyu sürdüren iki ayet… Birinci ayette Allahu Teala bir takım özel isimlerden bahsediyor. Hayvanlara verilmiş özel vasıflardan bahsetti. Burada dört cins hayvanın ismi geçiyor. Bahire, Saibe, Vasile ve Hami diye… Bunlar Arapça kavramlar… Hangi meali elinize alırsanız alın, mutlaka dipnotunda bir açıklama vardır. Çünkü bunların tarif edilmesine ihtiyaç duyuluyor. Tefsirlerde de bunların hangi tür hayvanlar oldukları tartışılmış. Bu konuda birçok rivayet var ama rivayetler birbirine geçmiş. Yani birinin tanımı diğeri için, diğer ikisi için, diğer üçü için de verilebilir olmuş. Kısaca söylemem gerekirse şöyle tarif ediliyor. Bahire sözlük anlamı olarak kulağı yarılmış hayvan demektir. Ama bu yarma… Basit mesela bizim Anadolu’da da görülür. Bazı hayvanların kulakları yarılır. Kavga ederken koparılmasın falan filan diye… O maksatla yarılmış değil. Biraz önce Hocam da ifade etti. Mekke müşrikleri Allah’a daha yakın olmak amacıyla putlar edinmişler. Allah’ın kızı olarak kabul ettikleri melekleri mücessem bir hale getirmişler. Onlara bir takım yiyecekler sunuyorlar, bir takım hayvanları kurban ediyorlar. O vesileyle Allah’a daha çok yaklaştıklarına inanıyorlar. İşte bu Bahire dedikleri hayvanlarda bir takım özellikleri elde ettikten sonra hayvan, o hayvanı puta adıyorlar. Ve diyorlar ki bu özelliğini kazandıktan sonra artık bu hayvanın sütünü biz içemeyiz, yününü kırkamayız, üzerine binemeyiz, yük yükleyemeyiz. Ölene kadar bu hayvan serbest. Rahatça dolaşacak. İşareti olması lazım. İşte o işareti de kulağının yarık olmasıdır. Onun görünce bu putlara adanmış kutsal bir hayvan diyorlar. Peki, ne yapmış bu hayvan? Rivayetlere göre bu hayvanın on batın yavrusu dünyaya gelmiş. Ve hepsi ikiz olarak dünyaya gelmiş hayvanlar. Böyle bir acayip… Bakıyorlar bu hayvan garip… Yavruluyor, ikiz. Bir daha yavruluyor, ikiz. Bir daha yavruluyor, ikiz. Bir daha yavruluyor, ikiz. Bunda bir acayiplik var diyorlar. Bu hayvan kutsal bir hayvan olmalı diyorlar. Normallerinden farklı… Böylece hayvanları gözlemliyorlar. Böyle anormallikler tespit ederlerse onu puta adıyorlar. Ve alamet olarak da kulağını kesiyorlar.
Saibe dedikleri hayvanda çeşitli tarifler yapılıyor. Bir tanesinde, bir kişi bir hastalığa yakalanırsa veya uzun bir yolculuğa çıkacak… Yani hastalandığında iyileşirsem bu çok sevdiğim devem Saibe olsun diyor. Yani artık benden çıksın, serbestçe dolaşsın. Bir nevi biraz önce bahsettiğimiz özelliğe benzer bir özellik… Veya uzun bir yolculuğa çıkacağım. Dönüp dönmeyeceğim belli değil. Dönebilirsem eğer sağ salim hayvanım putlar yoluna serbest olsun diyerek Saibe diye bir hayvan ortaya çıkarıyorlar. O da eğer adam iyileşirse veya uzun yoldan dönmek nasip olursa o adama, o en sevdiği devesini salıveriyor. Bir daha onun etinden yemiyor, sütünden içmiyor, üzerine binmiyor, yük yüklemiyor. Yine bir kutsallık atfediliyor.
Üçüncü sırada gelen hayvan, Vasile adı veriyorlar. O da gene garip… Diyorlar ki, beş batın doğum yapan bir hayvan hepsi ikiz olursa toplamda on dişi doğurmuşsa bir koyun ona Vasile adını veriyorlar. Yani böyle bir gözlemliyorlar hayvanları… Eğer hayvan bu beş batından sonra tekrar doğum yaparsa o zaman diyorlar ki bu doğacak yavrular büyürse bunun etinden yalnızca erkekler yiyebilir, kadınlar böyle kutsal bir şeye el süremezler. Onu sadece biz mübarek erkekler yeriz diyorlar. Ne zaman kadınlar yiyebilir? Bu hayvan eğer ölü doğum yaparsa veya hayvan ölürse o takdirde kadınlar ancak bundan yiyebilir diyorlar. Böylece maalesef kadınlara verdikleri değerde ortaya çıkmış oluyor.
Dördüncü cins hayvanda Hami adı veriliyor. Diğerleri üçü dişi hayvandı. Bu erkek hayvan… Sülbünden çok fazlaca döl alınmış, yani yavrusu çok olmuş erkek… Yani baba bir hayvan… O da yaşlanmış artık bir nevi emekliye ayırıyorlar. Tamam, diyorlar. Bu artık yeterince iş gördü bunu da artık serbest, başıboş bırakalım. Putlara adansın. Ölünceye kadar hiçbirimiz bundan hiçbir şekilde istifade etmeyelim. Öldükten sonra icabına bakarız diyorlar. Böylece helal, haram gibi çok önemli bir konuda, hiçbir şeye dayanmadan, sadece geçmişten öyle duymuşlar. Biz atadan, babadan, dededen böyle gördük diye bir takım hayvanlar hakkında bu şekilde tasarrufta bulunuyorlar. Ve insanları Allah’ın adını kullanarak sömürmeye başlıyorlar. Çünkü ne deseniz o hayvanlara dokunulmasın? Bunu nasıl başaracaksınız? Allah böyle dedi derseniz insanlar onlara dokunmaya çekinir. Çünkü bazı hayvanlar var. Şunlardan bir iki tanesi… Tanımları karışık olduğu için net söyleyemiyoruz. O hayvanları sadece putların bakımıyla ilgilenen hizmetçiler ancak yiyebiliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hizmetçi kelimesini kullanırsan sanki bugün ki gibi anlaşılır. Onlarda biraz itibarlı insanlar yani…
Yahya ŞENOL: Yani onların hocaları falan diyelim o zaman daha iyi anlaşılsın. Yani onların değer verdiği, görüşlerine başvurdukları insanlar ancak yiyebiliyor. O zaman bu korkuyu halka kim pompalıyor olabilir bir numarada? Allah böyle emrediyor, yapmayın. Aksini yaparsanız şöyle olur, böyle olur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kendi menfaatleri kaybolmasından korkanlar…
Yahya ŞENOL: Ama tabi ki Cenabı Hakkın ismini kullanmaları lazım. Cenabı Hak da “Mâ cealallâhu mim bahîrativ” Allah, Bahire diye bir hayvan falan, böyle bir yasak koymadı diyor. Hayvanların kulağını yarıyorsunuz, yok bu şuna adandı, puta adandı falan… “ve lâ sâibetiv” “başıboş bırakılmış hayvan” “ve lâ vasîletiv” Beş batın doğurmuş hepsi ikiz olmuş sonra erkek doğarsa erkekler yiyebiliyor, dişi olursa şöyle oluyor, böyle oluyor. Ham aynısı… “ve lâkinnellezîne keferû” Fakat kâfirler ne yapıyorlar? “yefterûne alallâhil kezib” “Bu yalanı Allah’a mal ediyorlar.” Allah böyle yaptı diyerek insanların ona dokunmalarını engelliyorlar. “ve ekseruhum lâ yağgılûn” “Ve çoğu maalesef bu konuda akıllarını çalıştırmıyorlar.” (Maide 103) Bir sorgulasalar… Ya nereden çıktı bu? Yani bir takım hayvanlar var. Bunların hakkında yok kadınlar yiyemez, yok böyle olursa biz yiyemeyiz, yok ancak ölünceye kadar bekleyeceğiz. Ölünce yiyeceğiz. Ölü hayvan yiyorlar. Kesmedikleri hayvanı yiyorlar. Cenabı Hak diyor ki… “Ve izâ gîle lehum” “Onlara dense ki” “teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler rasûli” Bırakın böyle sağdan soldan duyduğunuzu, atadan, babadan işittiğinizi… Allah’a gelin. Allah’ın indirdiğine gelin. Resulüne gelin. Resulün söylediği de Allah’ın söylediği olacak. Allah ne demiş? Ona bakmaya var mısınız? Diyecekler ki “gâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ” Yok kardeşim “biz babamızdan ne gördüysek bize o yeter.” (Maide 104) Biz böyle gördük. Yani şimdi bunca yıl hep yanlış mı? 1400 yıldır herkes yanlış da bir siz mi doğrusunuz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’de yiyeceklerden kaç tane haram var?
Yahya ŞENOL: Dört tane var. Dört ayette bunu Cenabı Hak zikrediyor. Zihinlerinizi bir yoklayın. Biz de haramlar mı çok, helaller mi çok? Haramlar. Çünkü listeler var. Batıya çıkınca bu acayip bir çile haline geliyor. İnsanların ellerinde bir liste… Ne listesi? Almaması gereken yiyecekler listesi değil. Binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce gıda maddesinden elindeki alabileceklerinin listesi… Allah’ın söylediğinin tam tersi… Halbuki ne olması lazımdı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne büyük bir ızdırap değil mi?
Yahya ŞENOL: Evet. İçecekleri de katarsak buna almaması gereken dört, beş şey varken liste tam tersine dönmüş. Sadece alabilecekleri üç beş şey var. Adamlar onu arıyorlar. Hangisi helal, hangisi değil falan diye…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela bunlardan bir tanesi ölü hayvan değil mi?
Yahya ŞENOL: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela ben Almanya’da mezbahaya gittim. Büyükbaş hayvanın alnına 11 cm çiviyi saplıyorlar. Fakat o hayvan ölmeden 6 dk içerisinde kesiyorlar. Kesildiği sırada da ayaklarını sallıyor. Ölmediği belli…
Yahya ŞENOL: Hocam, ona bayıltan diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O sadece beyinciği şey yapıyor.
Yahya ŞENOL: Uyuşturuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Parçalıyor. Beyinciğin parçalanmasıyla hayvan kesildiğini fark etmiyor. Daha rahat kesiyorlar. Bu hayvanı ölü hayvan diye değerlendiriyorlar. Bunların kestiği yenmez diyorlar. Çok ittifakla kabul ediliyor.
Yahya ŞENOL: Zaten dini durumlardan dolayı onların kestiğinin yenmeyeceğini kabul ediyorlar. Zaten düzgünde kesse yenmez diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu adamlar müşriktir. Müşrik’in kestiği yenmez diyorlar. Tavuklarda kuru yolma, sulu yolma diyorlar. Bu hayvan doğru dürüst kesilmiş. Bunun kuru yolması, sulu yolması olmaz. Mesela Almanya’da gördüm. Hayvanları sudan geçiriyorlar. O su elektrikli olduğu için hayvan bayılıyor. Ölmüyor. Ama kesiliyor. Yani Kuranı Kerim’in yasakladığı herhangi bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla o hayvanların etinden çok rahat bir şekilde yenebilir. Çünkü hiçbir ayette müşrik’in kestiği yenmez diye bir ifade yok. Bunun aksine ifade var. Hiçbir hadiste de yok. Aksine gene hadislerde var. Yani yenebileceğini gösteren hadisler var. Bakın az önce ayeti kerimeyi okuduk. Onlara Allah’ın resulüne gelin dendiği zaman babalarımızı bulduğumuz bize yeter diyor. Bunlar kim? Ya babalarınız bir şey bilmiyor ya da doğruyu bulamamışsa diye ifade ediliyor. Bunlar Mekkeli müşrikler… Daha yeni Kuranı Kerim gelmiş. Ama henüz onunla içli dışlı olmamışlar. Buradan öyle anlaşılıyor. Peki, bugün Müslümanlar… Bak Allahu Teala Ali İmran Suresi 103. Ayetinde “Vağtesımû bihablillâhi cemîav ve lâ teferragû” “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın. Ondan ayrı düşmeyin.” (Ali İmran 103) Burada Allah’ın ipi ne oluyor? Allah’ın kitabı oluyor. Hep birlikte sarılın diyor. Şimdi hangi Müslümana desen tabi ben Kuran’a sarılmışım der. Aksini söyler mi? Hiç mümkün değil. Hepsi tamamen Kuranı Kerim’e sarılmışım der. Ondan sonra aynı surenin 105. Ayetinde şöyle diyor. “Ve lâ tekûnû kellezîne teferragû vahtelefû” Yani “Kuran’dan uzak kişiler gibi olmayın” diyor. Yani şimdi Kuran demeyelim de şunu söyleyelim. “mim bağdi mâ câehumul beyyinât” “Kendilerine o beyyine geldikten sonra ayrı düşen kimseler gibi olmayın.” (Ali İmran 105) Beyyinat kelimesi de hem Allah’ın kitabı manasına kullanılıyor, hem de Allah’ın enbiyasının gösterdiği mucizeler manasına kullanılıyor. O mucizeyi gördüğün zamanda onun Allah’ın resulü olduğundan kesin emin oluyorsun. Onun getirdiğinin de Allah’ın kitabı olduğuna emin oluyorsun. Yani en küçük şüphen kalmıyor. Bakın Mekkelilere ya böyleyse dedi. Zihinlerinde bir soru işareti doğurdu. Bugün hangi mezhebe mensup olan kişiye sorarsanız sorun. Bizim mezhep âlimlerimiz Kuran’a aykırı fetva verir sözünü söylerler mi? Hiç kabul eden var mıdır? Mesela biz okuduk. Her zaman size söylüyorum. Güya bir şey biliyormuş gibi 21 sene İstanbul Müftülüğünde Fetva Kurulu Başkanlığı yaptım. Ben orada fetvaları verirken… Şimdi Yahya’nın söylediği birçok şeyde başlangıçta fetvalar verdik. O yanlışlığı öğrendikçe düzelttik, düzelttik, düzelttik. Şimdi biz bunu bilmediğimiz zaman, bilmeden o fetvayı verdiğimizde “kendilerine o beyyinat geldikten sonra” (Ali İmran 105) tanımına girer miyiz? Bilmeden verirsek… Girer miyim? Girmem. Peki, o ayetleri gördükten sonra… Yani müşrik’in kestiği yenir, besmelesiz kesilen yenir. Hayvanı ölmeden, iter başına vurursun, ister başka tarafına vurursun. Ölmeden kesilirse yenir. Tabi bir de domuz eti haramdır. Hayvan ismi belirtilerek tek haram domuz etidir. Diğerlerini yiyecek miyiz derler. Kardeşim Resulullah’a keler denen bir hayvanı getirmişler. Ben sevmiyorum siz yiyin demiş. Sevmek başka bir olay, haramlık başka bir olaydır. Bazı insanlar vardır ki hiç eti sevmezler. Sevmemesi haramdır manasına gelmez. O zaman… İnsanlara doğruları tebliğ ettikten sonra… Yani tebliğ de şudur. Allah’ın ayetini okuyorsun. Ben Müslümanım diyen kişi kuranı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğunda hiç şüphe etmeyen kişidir. Allah’ın ayetini okuyorsun. Orada dörtten fazla haramın olmadığını gösteriyorsun. İşte bir ölü hayvan, damardan akan kan… Damarın içinde kalan kan değil. Hayvanı kestiğiniz zaman etin içinde kalan kan değil. Keserken akan kan… Ondan sonra Allah’tan başkası adına kesilmiş. Yani bir put adına ya da şunun bunun adına kesilmiş. Allah adına kesilmemiş değil, Allah’tan başkası adına kesilmiş… Yoksa keserken bismillah denmemiş değil. Lat adına, Uzza adına… Mekkelilerin yaptığı gibi… En sonda hangisi? Domuz eti. Başka yok. Domuz eti. Dikkat edin yemesi haramdır diyor. Domuzun derisini insanlar yiyor mu? Kullanıyorlar. Domuz derisini kullanmak haram değildir. Yemesi haramdır. Allah domuzu boşuna yaratmadı ki… Haram olan yemesidir. Bunu öğrendin, ayetlerde gördün. Tamam. En küçük şüphen kalmadı. Ondan sonra ben gene benim mezhebime uyarım dersen ne olur? İşte o zaman kâfir olmuş olur. O ayeti ne yapmış olur. Bunu da Ali İmran Suresi 106. Ayet söylüyor. “Yevme tebyaddu vucûhuv ve tesveddu vucûh” “Bir kısım yüzlerin ak, bir kısım yüzlerin kara olduğu günde” “feemmellezînesveddet vucûhuhum” “Yüzleri kara olanlar… Onlar için şöyle denecektir.” “ekefertum bağde îmânikum” “Siz inandıktan sonra kâfir mi oldunuz?” (Ali İmran 106) İnandıktan sonra… Ayeti gösteriyorsun. Tamam, bu Allah’ın ayetidir, doğru dediği zaman inanıyor. Ama dediği zaman ne oluyor? Üstünü örtüyor, kâfir oluyor. Buradan şunu anlıyoruz ki, bir kimse eğer ayetleri görmemiş, kendisine doğrular anlatılmamışsa o zaman bu kişi yediği şeylerden dolayı sorumlu değildir. İster domuz yemiş olsun, ister başka bir şey yemiş olsun. Haram olduğunu bilmiyor ki… Senin haram demenle olmaz. Mesela az önce ayette ne geçti? Allah’ın indirdiğine ve Allah’ın resulüne gelin dedi. Resulün yaptığı nedir? Sadece tebliğ. Neyi tebliğ eder? Allah’ın ayetini… O zaman resul Allah’ın ayetini anlattığına göre o şahsına mı gelmiş olur yoksa ayete mi? Ayete gelir. Öyle dendiği zaman Babalarımızı bulduğumuz bize yeter denirse… Yalnız sorgular, bu Allah’ın ayeti mi değil mi ben nereden bileyim derse ispatlarsın. O zaman kabul etmezse kâfir olur. Bunlar kendisine ayetle anlatılmamış. Mesela bugün Müslümanların büyük bir bölümü bizim ulemamız Kuran’a aykırı hareket etmez. Öyle şey yapıyor. Onların bir günahı yok. Yaptıkları küfürdür ama kendi farkına varmadan… Kendi eylemleri değil o. Yanlış bilgi… Çünkü Allah kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz. O zaman ne zamanki Allah’ın ayetini anlatırsın, vazgeçerse o zaman kâfir olur. Kuranı Kerim’de her şeyin çok güzel bir örneği vardır. Allahu Teâlâ’da bunun örneğini Yahudiler üzerinden bize vermiştir. Onu da Vedat’tan dinleyelim.
Vedat YILMAZ: Musa (a.s) zamanında Allahu Teala İsrail oğullarına büyük ikramlarda bulundu. Ve zulmü altında bulundukları Firavun’un bütün hazinelerini, nimetlerini İsrail oğullarına miras bıraktı. Ancak İsrail oğulları Allahu Teala’nın bütün bu ikramlarına nasıl karşılık verdi? Allahu Teala’ya nankörlük ederek, buzağıyı ilah edinerek, buzağıya taparak onun bütün o nimetlerine nankörlük ettiler. Bir suçun cezası da misliyle olduğu içinde Allahu Teala bütün o nimetlerine sahip olmalarına rağmen temiz ve güzel şeylerin birçoğunu onlara haram kıldı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Suçla ceza arasında tam bir denge olur.
Vedat YILMAZ: Yani İsrail oğulları birçok nimete sahip olmasına rağmen onlardan istifade edemez hale geldiler. Ve bu onlara ceza olarak bütün bu yasaklar… Yani temiz olan şeylerin yasaklanması… Yoksa İsrail oğullarından önceki yasaklarda bizim kuranı Kerim’de ki yasaklardan bir farkı yoktu. Allahu Tealanın fıtrat dini bunu gerektiriyor. Yani temiz şeyler helaldi, pis şeyler haramdı. Ama İsrail oğullarına Allahu Teala ceza olarak temiz olan bazı şeyleri de haram kıldı. Yani ellerinin altındaki nimetleri onların olabildiğince istifade etmelerini kısıtladı. Ancak İsrail oğulları kibirli karakterlerinden ötürü bu yasağın kendilerine bir ceza olarak verilmiş olduğunu olabildiğince gizlemeye çalıştılar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Niye? Çünkü onlar Allah’ın oğulları değil mi? Kendilerine Allah’ın oğullarıyız diyorlar. Allah bize yasak koyar mı, öyle şey olur mu diyorlar.
Vedat YILMAZ: Ayetlerde biz Allah’ın sevgilileriyiz, oğullarıyız diye söylüyorlar. Allahu Teâlâ da o halde Allahu Teâlâ neden size azap ediyor diyor. Kuranı Kerim onların gizledikleri bu şeyi açığa vurunca… Yani bunlar size bir ceza olarak koyulmuş şeylerdir diye onların bu kibirlerinden ötürü olabildiğince gizlemeye çalıştıkları bu gerçeği açığa çıkarınca onlar da ne yaptılar? Kendilerince, akıllarınca bir takım cevaplar vermeye çalıştılar. Hayır, öyle bir şey yok demeye getirmeye çalıştılar. Bunun bir örneği olarak da Ali İmran suresinin 93. Ayeti bununla alakalıdır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 33:21 33:23 sn. arası anlaşılmıyor. Daha iyi anlaşılsın diye… Yahya o ayetlerden bir tanesini okur musun? Yani iyi anlaşılsın diye… Özet olunca belki iyi anlaşılmayabilir. Yani Kuranı Kerim’de Yahudilere Allah bir takım şeyleri kendisinin haram kıldığını ifade ediyor.
Yahya ŞENOL: Enam Suresinin 146. Ayeti var. En önemli örnek… Birkaç yerde geçiyor ama aklıma ilk gelen ayet bu oldu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sadece Vedat’ın söyledikleri daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum.
Yahya ŞENOL: Allah, Enam Suresi 145. Ayette bize nelerin haram kılındığını anlattıktan sonra… Yiyen bir kimsenin yemesi haram dört şeyi söylüyor. Kendiliğinden ölmüş hayvan, akıtılmış kan, domuz eti ve bir de Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvan. Bunlar size haram diyor. “Ve alellezîne hâdû” “Yahudilere ise” Daha önceden “harramnâ kulle zî zufur” “Tırnaklı hayvanların hepsini haram kılmıştık.” “ve minel begari vel ğanemi harramnâ aleyhim şuhûmehumâ” “davar ve sığır cinsi olan hayvanların iç yağlarını da haram kılmıştık.” Niye? Ayetin sonunda sebebi açıklanıyor. “zâlike cezeynâhum bibağyihim” “Bunu onların azgınlıkları yüzünden yapmıştık.” (Enam 146) Normalde bunlar helal olan şeylerdi. Başka bir ayette “harramnâ aleyhim tayyibâtin uhıllet lehum” (Nisa 160) diyor. Yani onlara aslında helal kılınmış olan temiz yiyecekleri de haram kıldık diyor. Niye? “zâlike cezeynâhum bibağyihim” “Bunu onların azgınlıkları yüzünden yapmıştık.” (Enam 146)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetin bildirdiğine göre haram kılan kim?
Yahya ŞENOL: Allah. Azgınlıkları yüzünden…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yahudiler ne diyorlar? Yahudiler hiç azgınlıklarını kabul eder mi? Allah’ın seçkin kulları…
Vedat YILMAZ: Tevrat’a baktığınız zaman Kuranı Kerim ile birebir örtüşüyor. Yani Levililer 11, Yasanın Tekrarı 14. Bablara baktığınız zaman aynı sayılanlar bire bir aynı şekilde sayılıyor. Ancak Ali İmran Suresinin 93. Ayetinde… Tabi Yahudilerle muhatap olan toplum ümmi bir toplum olunca bizim bunları kandırmamız da kolay olur diye düşünüyorlar. Kitap bilgisi… Adamlar hayatta Tevrat’ı ellerine alıp okumamışlar. Şöyle bir iddiada bulunuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şunu da söyleyelim de… Onlarda aynen bizim gibi… Sıradan Yahudi Tevrat’ı okumuyor. Anlamak üzere okumuyor.
Yahya ŞENOL: Okumaması gerektiği de söylenmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela siz şimdi Vedat’ın söylediğinde burada Medineli Arapları düşünmeyin. Aynen Müslümanlarda olduğu gibi bize söylenenlerin Kuran’a uyduğunu farz ediyoruz. Ama herhangi bir denetleme, herhangi bir sorgulama yok. Aynı şeyi Yahudi uleması kendi toplumlarına yapmışlar.
Vedat YILMAZ: Ali İmran Suresi 93. Ayette dikkat edilmesi gereken en önemli nokta bunu söyleyenler, bu iddiada bulunanlar Yahudilerdir. Ne diyorlar? “Kullut taâmi kâne hıllel libenî isrâîle illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min gabli en tunezzelet tevrâh” “Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakup’un (a.s) kendine haram kıldığı şeylerin dışında ne varsa hepsi İsrail oğullarına helal idi.” (Ali İmran 93) Sonra Allahu Teala şöyle buyuruyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ne demiş oluyorlar? Allah İsrail oğullarına hiçbir şeyi haram kılmadı.
Vedat YILMAZ: Akılları sıra açıklama getiriyorlar. Bu cezayla falan alakası yok bunun demeye getiriyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizim atamız olan Yakup kendine haram kıldı. Biz ona saygıdan dolayı yapıyoruz. Yoksa Allah bize haram kılmadı demiş oluyorlar.
Vedat YILMAZ: Bu toplum ümmi bir toplum olduğu için cevap veremezler diye düşünüyorlar. Allahu Teala şöyle buyuruyor. “gul feé’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdigîn” “Eğer doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirin ve onu okuyun” (Ali İmran 93) diyor. Çünkü Tevrat’ı getirdikleri zaman bu söyledikleri şeyin öyle olmadığı açık, ayan beyan bir şekilde ortaya çıkacak.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tevrat’a bakacaklar ki aynı Kuran’da az önce Yahya’nın okuduğu Allah şunları, şunları haram kılmıştı. Tevrat’ta da var. Ama bize nasıl… Yani haramlar helaller konusunda… Mezhepler bile bugün müşrik’in kestiğinin yenmeyeceği konusunda farklı bir görüşü olan var mı, Yahya?
Yahya ŞENOL: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Şii, Sünni olsun müşrik’in kestiği yenmez diye ittifak edilmiştir. Şimdi bu mezhebin uleması bu görüş Kuran’a aykırıdır der mi? Asla demez. İşte bizimkilerde Kuranı Kerim’i sevap kazanmak için okuduklarından dolayı böyle bir sorgulama şansları da yok. Zaten adamlar baştan sen anlamazsın diye de şartlandırılıyor. Böylece kendi yaptıkları yanlarına kalıyor. Yani hiçbir ayette müşrik’in kestiği yenmez diye bir ifade yok, bütün mezhepler yenir diyor. Hiçbir ayette besmelesiz kesilen hayvan yenmez diye bir ifade yok, Şafii dışındaki diğer mezhepler besmelesiz kesilen hayvan yenmez diye ittifak ediyorlar. Bir sürü haram ortaya çıkıyor değil mi? O zaman bugün aynı ayet bizim için olacak olsa… Yahudiler, Resulullah zamanında Müslümanlara karşı… yani bugün ki Müslümanlar gibi söylüyorlar. Bütün yiyecekler bize helaldir. Sadece Yakup’un kendine haram kıldığı hariç. Yoksa Allah bize herhangi bir şeyi haram kılmış değildir.
Vedat YILMAZ: Tabi hocam mealleri okursak sizin bu dediğinizi anlamak mümkün değil. Öyle bir sıkıntıda var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da başka bir felaket… Ondan sonra Allahu Teala “gul feé’tû bit tevrâti” “De ki getirin Tevrat’ı.” Allah haram kılmadı diyorsunuz, hepiniz Tevrat’a da inanıyorsunuz. Aynı Müslümanlarda olduğu gibi… Kuran’a inanıyor musunuz hepiniz? Evet. Peki, siz Tevrat’a inanıyorsunuz. Hadi Tevrat’ı getirin. “fetlûhâ” “okuyun.” “in kuntum sâdigîn” “iddianızda haklıysanız.” (Ali İmran 93) Şimdi getirip Tevrat’ı okudular. Baktılar ki yok ya bunu Allah haram kılmış, Yakup değil dediler. O zaman arkasından ne diyor? “Femenifterâ alallâhil kezibe” “Kim bu yalanı Allah’a mal ederse” Bu yalan nedir? Her şeyi bize helaldi de sadece Yakup’un haram kıldığı hariç. “mim bağdi zâlike” Yani Tevrat’ı getirip okudunuz ya. Ondan sonra gene hala derseniz ki Yakup’un haram kıldığından başka haram yoktur derseniz. “feulâike humuz zâlimûn” “İşte onlar zalim kimselerdir.” (Ali İmran 94) Yani müşriklerdir. Yoldan çıkmışlardır. Şimdi de bizim için… Bu ayete çok dikkat edelim. Son derece önemli bir hüküm taşıyor. Çok mühim bir örnek… Bizim açımızdan da… Yani hepinizin zaman zaman zihnine takılan soru var. Benim babam çok iyi bir insandı ama bu mezheplere uydu. Şimdi bu müşrik mi? Mesela birçoğunuz ben müşrik mişim haberim yoktu diyorsunuz. O zaman ölseydim ne olacaktı demiyor musunuz? İşte burada da Allahu Teala, Yahudiler böyle diyor, De ki Tevrat’ı getirip okuyun diyor. Tevrat’ı okuyup da o sözlerinin yanlış olduğunu gördükten sonra… Bilgi sahibi oluyorlar. Hala eski iddiayı sürdürürlerse ne olurlar? Zalimler olurlar. Ama okumadan önce ölenler? Onlara bir şey yok. Çünkü Allahu Teala hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz. Onlar bilmiyor ki… Tabi Vedat burada çok önemli bir hususa dikkat çekti. Biz size derslerde sürekli söylüyoruz. Resulullah hayattayken Yahudiler Resulullah’a geliyor. Bakara Suresinin 75. Ayetinde belirtiliyor. “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bu Yahudilerin size inanmalarını mı bekliyorsunuz?” Tabi bunlar Yahudi uleması… Sıradan halk değil. Az önce anlatılanlar sıradan halk. Bilmeyenler. Onun için bilmeyenlerin kurtulma şansı var ama bilenlerin kurtulma şansı yok. Bu Hahamların size inanmasını mı bekliyorsunuz diyor. “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” Onların bir grubu senin yanına geliyor. Allah’ın kelamını dinliyor. Nedir o dinledikleri Allah’ın kelamı? Kuranı Kerim’i dinliyorlar. Tevrat’ı değil. Resulullah’ın yanına gelip Kuran’ı dinliyorlar. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Bu Allah’ın kelamı olduğunu anlayıp kavradıktan sonra anlam kaydırması yapıyorlar.” (Bakara 75) şimdi anlam kaydırmasını Vedat’tan dinleyeceğiz. Ayetlerde anlam kaydırması yapıyorlar. Resulullah hayattayken… Tahrif o… Kuranı Kerim tahrif edilmiş bir kitaptır diyen birini duydunuz mu? Ama Allah öyle diyor. Çünkü tahrif kelimesinin anlamı da tahrif edilmiştir. Tahrif dediniz mi harf değişikliği, kelime değişikliği diye anlaşılır değil mi? Hâlbuki tahrif anlamı kaydırma, mana kaydırmaktır. Yani laf cambazlığı yapmaktır. Tahrif odur. “ve hum yağlemûn” “Bunu bile bile yaparlar” (Bakara 75) diyor. Anladıktan sonra ayetleri sağa sola çekerler. Ondan sonra “Ve izâ legullezîne âmenû” “Hahamlar Müminlerle karşılaştıkları zaman” “gâlû âmennâ” “amenna, inandık.” İşte bizim beklediğimiz nebi gelmiş. Mümin de seviniyor. Bak Haham’da inanıyor, ne güzel diyor. Birbirlerine müjde de verirler. Ben gördüm Resulullah’ın yanında Kuranı Kerim’i dinlemişti, çıktık. Biz de inandık diyorlar. Bir de birkaç kişiler. Ya ne güzel diyorsunuz. “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “Ama kendi aralarında baş başa kaldıkları zaman” “gâlû” “birbirlerine şöyle diyorlar.” “etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum” “Allah’ın size açtığı bu gerçeği, Kuran’ın hak olduğunu niye bunlara söylüyorsunuz?” Ellerine niye koz veriyorsunuz? “liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Rabbinizin karşısında size delil getirirler.” Bakın şu duygulara bak. Allah senin kalbini bilmiyor mu? Biliyor der. Yani kafayı yemiş deriz ya… İşte o… “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 76) diyorlar. Aklını kullanan bu soruyu sorar mı? Şimdi burada az önce Vedat’ın okuduğu ayetlerde Yahudilerin yaptığı tahrifi şimdi Diyanet Mealinden dinleyin. Buradan Ali ERBAŞ Bey’e sesleniyorum. Ali Bey geçenlerde Kuran’a ve sahih sünnete yönelmemiz gerektiğini söyledin. Çok güzel. Müthiş bir şey. Kuran’a uygun sünnet… Ama şunu çok iyi bilin ki bu meali yapanlar farkında değiller. Bilerek yapmış değiller. Ama tarihin eski dönemlerinden beri Yahudilerle ilgili ayetleri öyle bir öldürmüşlerdir ki anlaşılamayacak hale getirmişler. Ve onlar bizim aramıza Büyük İslam Alimi olarak girmişlerdir. Resulullah’ın karşısına Büyük Mümin, Müslüman olarak… Resulullah’ı hayran bırakan davranışlar yapmışlardır. Allah bunu Münafikun Suresi ile bize bildirmiştir. Ama ondan sonra faaliyetlerine son vermiş değiller ki… Bugün kim bilir, bizim saygıdeğer büyük alim, büyük şeyh dediklerimizin kaç tanesi onlardandır? Ama öyle bir şey yapmışlar ki… Mesela bu ayeti oku, şey yaparsınız. Mesela az önce anlatıldı. Meali neydi? “Yahudiler bütün yiyecekler bize helal” diyorlar. Diyanetin Mealinden bir de oku.
Vedat YILMAZ: Ki Sayın Ali ERBAŞ Dinler tarihçisidir. Bu mealin yanlış olduğunu herkesten daha iyi bilir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilmesi gerekir.
Vedat YILMAZ: Ali İmran Suresi 93. Ayete Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği meal şudur. “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne anlarsınız bundan? Ne anladınız? Bir daha oku.
Vedat YILMAZ: Şimdi bütün parantezlerle, her şeyle birlikte okuyorum. “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne anladınız? 48:10 48:13 sn. arası anlaşılmıyor. Bu sözü kim söylemiş oluyor? Allah. Allah ne demiş? Yakup’un haram kıldığı dışında her şey onlara helal demiş. Bu meale göre bunu söyleyen Allah. Buradan öyle anlaşılıyor.
Vedat YILMAZ: “De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunu söyleyen kim burada? İkisi arasında bir ilgi var mı? Bir daha oku. Dikkatle dinleyin. Ben arada kestim. Ben kesmeyeyim. Dikkatle dinleyin. Bakın ki hiçbir bağ var mı?
Vedat YILMAZ: “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.” (Ali İmran 93)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yalan söyleyen kimmiş? Önceki cümleyi söyleyen Allah’tır. Peki, burada ne oldu? Ondan sonrasını oku. Ne dediler de Allah böyle söyledi?
Vedat YILMAZ: “Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Ali İmran 94)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hangi yalan? İşte tahrif budur. Yani Allah’ın ayetini öyle bir hale getiriyor ki Yahudiler burada kendilerini kurtarıyorlar. Müslümanları batırıyorlar. Ama üzücü olan şu Fatih ORUM bu konuda bir makale yazdı. Makaleyi yazarken mevcut tefsirlerin hepsine baktı. Bunu bu şeklin dışında anlatan bir tek tefsir yok. Hâlbuki Arap dilini bilen sıradan bir insana sorsanız buraya “dediler ki” sözünü kesinlikle takdir eder. Çünkü Arap dilinde böyle bir yapı vardır. Yahudiler dedi ki şöyle, şöyle… Bilmiyorum bizim buradaki çalışmadan önce… Yahya’da bu konuda doktora yaptın. Daha önce söyleyen birisine hiç rastladın mı?
Yahya ŞENOL: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu çok basit yani… Araplarla konuşuyoruz, kardeşim burada başka bir şey olur mu diyoruz. Yok diyorlar. Peki, niye bir tanesi bunu yazmamış. Aklınızı niye kullanmıyorsunuz ya…
Vedat YILMAZ: Hocam karşılaştırmalı meallere de baktım. 41 tane meal içerisinde hepsi Diyanetin söylediği gibi söylemiş. Farklı şekilde yazan yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tefsirlerin hiçbirisinde yok.
Yahya ŞENOL: Vedat, vardır da sen bulamamışsındır. Hepsi yanlışta bir doğru sen misin?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah onu söylüyorsa yalanı söyleyen kim? Hangi yalanı Allah’a mal ediyorlar? Nedir o? Tahrifin ne olduğunu gördünüz mü? Orada dediler ki kısmını kaldırıyor. Ayet anlaşılmaz hale geliyor. Ondan sonra birçok kimse de bu ayeti okuyor. Aklı başında insanlar bu Allah’ın sözü nasıl olur diyor. Adam inanmıyor. Bu mealler doğru zannediyor. İşte bugün bizim meallerdeki yanlışlar neyse Tevrat’ın ve İncil’in meallerinde de öyledir. Kuranı Kerim’in tasdik ettiği o mealler değil. Ana metindir. Yani bunu da unutmayalım.
Şimdi şu ayeti tekrar okuyalım. “Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum” “Siz kendinize bakın.” (Maide 105) Bunu söylediniz, anlattınız mı? Hocalar grubu ile Almanya’da bir toplantı yapmıştık. Önceden ayarlamışlar. Avrupa Fetva Heyetinden de gelenler vardı. Mezbahalara gittik. Tavukların kesildiği yerlere gittik. Neler yaptıklarını gördük. Bana orada bak işte görüyorsun, haram, yenmez dediler. Bende Maide Suresinin en son inen ayetini çıkardım. Buyurun Beyler Allah ne diyor? Alnına çivi vurulmuş diyorlar. Allah “vel mevgûzetu” “Başına bir şey vurulmuş” (Maide 3) diyor. Kuranı Kerim hiçbir noktayı atlamamış. Başına vurulanı da eğer ölmeden keserseniz yenir diyor. Bakın ölmeden kesiyor gördünüz mü dedim. Sustular. Hepsi sustu. Ondan sonra tavuk falan… Kardeşim ne var bunlarda dedim. Hiçbiri bir şey söyleyemedi. Ama hiçbir tanesi kabul de ettik demedi. Sadece sustular. Sonra bir toplantıdaydık. O toplantıya katılanlardan birisi gene Türkiye çapında yapılan ilmi bir toplantıydı. Diyanet İşleri Başkanlığı organize etmişti. Onlardan bir tanesi oradaydı. Türkiye’den iki kişi gitmiştik zaten. Bir ben bir de o… Bu konuda sana cevap vereceğim dedi. Benim cevabım hazır dedi. Öyle mi çok memnun olurum dedim. Ali BARDAKOĞLU Diyanet İşleri Başkanıydı. Hemen orada Ali Bey bir dakika diyerek herkesi susturdum. Bu arkadaş hayvanlar konusunda bana akşam saat 7’de cevap verecekmiş, arkadaşlar herkes gelsin, bu arkadaşımızı dinleyelim dedim. Akşam 7 olunca millet otelin lobisinde toplandı. Bekle ki gelecek. Baktım ki öbür uçtan inmiş. Gel gel diye çağırdım. Elini sallayıp gitti. Kardeşim bu Allah’ın dini… Ortada Allah’ın ayeti var. Eğer yapabildiğin bir şey varsa gel yap. Bizim hatamız varsa çıkar. Orada hemen millete ilan ettim. Benim hatamı anlatacakmış dedim. Eğer öyle değilse sen gel. Ya hakikaten öyle değilmiş de. Yok. Allahu Teala “Elem tera ilellezîne ûtû nasîbem minel kitâbi” “Kitaptan kendilerine pay verilmiş olanlara bir baktın mı?” Bir gördün mü? “yeşterûned dalâlete” “sapıklığı satın alırlar.” “ve yurîdûne en tedıllus sebîl” “isterler ki sizi de yolunuzdan çıkarsınlar.” (Nisa 44) İşte o beni yolumdan çıkaracağını düşünseydi gelecekti. “Vallâhu ağlemu biağdâikum” “Allah sizin düşmanlarınızı çok iyi bilir.” “ve kefâ billâhi veliyyev” “Veli olarak Allah yeter.” O zaman sen boş ver. Sen onlardan bir şey bekleme. İnsanlardan bir şey bekleme. Yalnız Allah’ın rızasına odaklan. “ve kefâ billâhi nasîrâ” “yardımcı olarak da Allah yeter.” (Nisa 45) Başkasından menfaat bekleme. İşte aynen onun gibi Allahu Teala Maide Suresinin 105. Ayetinde “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Müminler” “aleykum enfusekum” “siz kendinize bakın.” “lâ yedurrukum men dalle” “yoldan çıkmış olanların size bir zararı olmaz.” İnanmıyorlar, üzülüyorum derler. Kardeşim üzülmemek mümkün değil ama boşver. Sen kendi vazifeni yap. “izehtedeytum” “Siz doğruya geldikten sonra onların size bir zararları olmaz.” “ilallâhi merciukum cemîan” “Hep birlikte dönüşünüz Allah’adır.” Allah’ın huzuruna çıkacaksınız. “feyunebbiukum bimâ kuntum tağmelûn” “Ne yaptığınızı Allah orada size haber verecektir.” (Maide 105) O zaman öyleyse biz tebliğ yapacağız. Ama kendimizin sorumlu olduğunu da bileceğiz. Evet, isteriz ki herkes Müslüman olsun ama olmayabilir. Allah yardımcımız olsun.