Geçen hafta Tahrim suresinden başlamıştık ve iki ayet okumuştuk. Bu hafta yine Tahrim suresine devam ediyoruz. İlk ayeti tekrar okuyarak sonraki ayetlere geçeceğiz.
“Ya eyyehen nebiyyu lime tuharrimu ma ehallallahu lek: ey nebi, Allah’ın sana ettiği şeyi neden haram ediyorsun?”. Hatırlarsınız, kuranı kerimde nebi ve resul kelimelerinin farklı anlamlarda geçtiğini de söylemeye çalışmıştık. Mesela memur deniyor bir de imam deniyor. Memur dediğiniz zaman devlet görevinde çalışan herkes, imam dediğiniz zaman da onun asıl vazifesi. İşte öğretim görevlisi diyorsunuz üniversitede, arkasından profosör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi falan deniyor. Şimdi nebi dediğimiz zaman, Allah tarafından peygamberlik görevi ile görevlendirilmiş kişi anlaşılıyor. Yani Muhammed(sav)’in şahsı anlaşılıyor. Allah tarafından elçi olarak görevlendirilmiş zat. Allah’ın elçi olarak görevlendirdiği kişiler belli kişilerdir. Bunların bir kısmı kuranı kerimde geçiyor. Resul dediğimiz zaman da onun yaptığı görev, elçilik manası geçiyor. Dolayısıyla nebi dendiği zaman peygamberin kendi şahsı, resul dendiği zaman da görevi anlaşılır. Peygamber, görevi gereği Allah’tan ne almışsa onu bildirir. Onun için kuranı kerimde “ve ma aler rasuli illel belag”(MAİDE 99). Bu ikisi de var “ve ma aler resuli illel belag”,”ve ma aler resuli illel belag” her iki ayet de var. Peygambere tebliğden başka bir şey düşmez. Peygamberlere tebliğden başka hangi görev düşer. Resulün vazifesi tebliğdir. Yani kendini elçi olarak görevlendirenin verdiği görevi yerine getirmektir. Bir başka görevi de dini yaşama konusunda örnek olmadır. Ama nebi olarak böyle bir görevi yok. Yani nebilik görevinde bunlar yok. “Ve ma aleb nebiyyi illel belağ” diye bir ayet yok. Onun için kuranı kerimde nebi keşimesi geçtiği yerlerde peygamberin şahsı anlaşılır. Öyle olunca “ya eyyuhennebiyyu lime tuharrimu ma ehallallahu lek: ey nebi, Allah’ın sana helal kıldığını neden haram kılarsın?”. Nebinin böyle bir görevi yok. Ama resul vazifesiyle olduğu zaman onun haram kılması Allah’ın haram kılmasıdır. Çünkü onu resul olarak görevlendiren zatın söylediğinden başkasını tebliğ etmez. Allah’ın sana helal kıldığını neden haram kılarsın.
“Tebtegi merdate ezvacik: eşlerinin rızasını ararsın”. “Vallahu gafurur rahim: Allah bağışlar ve çok merhametlidir” TAHRİM 1.
“Kad faradallahu lekum tehillete eymanikum: Allah yeminlerinizi bozmayı sizin için meşru kılmıştır”. Yada sizin üzerinize görev kılmıştır. Bazı yeminler vardır, insanlar o yeminler vasıtasıyla kendilerine bir takım hayırlı işi yasaklarlar. Mesela gidersiniz birisinden borç istersiniz. Der ki; ben yemin etmiştim, kimseye borç vermem. Dersiniz ki gelin şu iki kişi arasında bir anlaşmazlık var. Bunları barıştıralım. Yemin etmişim, iki kişinin arasına giremem der. AllahTeala da böyleleri için şöyle buyuruyor Bakara 224.ayet 36.sayfanın sonu. Burada bu konu ile ilgili şöyle buyuruyor Allah; “ve la tec’alullahe urdeten li eymanikum: Allah’ı yeminlerinizde bir şey için engel kılmayın”. “En teberru: iyilik yapmanıza”,”ve tetteku: takvaya/korukmaya”, “ve tuslihu beynen nas: insanların arasını düzeltmeye engel kılmayın”. “Vallahu semiul alim: Allah işitir ve bilir”(BAKARA 224). Yani benim yeminim var şunu yapmam bunu yapmam demeyin. Yemin ederek iyilik yapmayı engellemeyin. Yemin ederek helalı haram, haramı helal etmeyin. Yemin ettim ben şu yemekten yemeyeceğim! Hayır, o yemekten yeyin. Ben yemin ettim, işte, arkadaşlar geldi zaman ona bir içki ziyafeti vereceğim. Hayır. Bunu asla yapamazsınız. Allah’ın adını yanlış şeylere alet edemezsiniz. O zaman böyle bir şey yaptıysanız hemen yemininizi bozmanız lazım. İyiliğe, takvaya ve insanların arasını düzeltmeye yemininizi engel kılmayın. Allah işitir ve bilir. Dolayısıyla eğer böyle bir yemin edildiyse o yemini derhal bozmak gerekir ve devam etmemek gerekir.
İşte burada da Peygamberimiz(sav), kendisine helal olan bir şeyi haram kıldığı için yemin etmiş kabul ediliyor ayeti kerimede. Ulema, helalı haram kılmayı yemin olarak kabul eder. Ulemanın bir kısmı, hepsi değilse de. Bu ayetten de o anlaşılıyor. Onun için Allah size yeminlerinizi bozmayı farz kılmıştır. Yani böyle bir durumda, yemin ettim falancanın evine gitmeyeceğim diyorsanız hemen gidin. Yemin ettim işte şunu yap. Güzel iyi şeyler için yemin ederek kendinizi engellemeyin.
Katılımcı: 09:35 duyulmuyor.
“Kad faradallahu lekum tehillete eymanikum: Allah size yeminlerinizi bozmayı farz kılmıştır”. Tabi yaptığınız yemin, Bakara 224’de belirtildiği gibi Allah’ın adının yanlış yere kullanılması şeklideyse. “Vallahu mevlakum: Allah sizin mevlanızdır”(TAHRİM 2). Mevla ne demek? Veli demek, veli. Yani “Allahu veliyyullezine amenu yuhricuhum minez zulumati ilen nur: Allah müminlerin velisidir”(BAKARA 257) yani dostudur. Mevlasıdır, dostudur. Müminler de Allah’ın velisidir. “E la inne evliya allahi la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: Allah’ın dostlarının/Allah’ın velilerinin üstlerinde ne bir korku olur ne de üzülürler”(YUNUS 62). Onlar kim? “Ellezine amenu ve kanu yettekun: mümin olan ve kendini koruyan kimselerdir”(YUNUS 63). Onun için her mümin Allah’ın velisidir. Allah da her müminin velisidir. Zaten aksi düşünülemez. Allah’ın dostu değilsen düşmanımısın? Tabiki Allah’ın dostu. Allah da senin dostundur. Ama bazıları Allah’ın dostu olmayı çok özel bir makam haline getirerek bir ruhaniler cemaati oluştutuyor. Onları Allah ile kulun arasında bir makama yerleştiriyor. Allah’tan önce onlara kul olmaya çalışıyorlar. Ondan sonra tabi öyle olunca, Allah’ın dostluğu için yeni bir tanım yapmak gerekiyor. Kurandaki tanım hiç uygun düşmüyor buna. Çünkü kurandaki tanıma göre her müslüman Allah’ın velisi. Her müslüman Allah’ın velisi olduğu zaman kimin üzerindrn rant sağlayacaklar. Veliliği öyle tarif ederler ki siz bakarsınız ki ben bu tanıma girmiyorum. Öyleyse bu tanımı yapan, bu kapsama giriyordur. Kendi hayalinizde makam verirsiniz onlara. Sonra da onlar sizin ensenizde boza pişirmeye başlarlar. Din sömürüsü yapmaya başlarlar. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Dini kavramlar tahrif edilerek yanlışlar yapılır. Tahrif kelimesinin anlamı şu: uç noktalara çekilerek kelimerlerin manası, kelimeler uç noktalara çekilerek farklı anlamlar verilip, farklı yollara gidilmeye çalışılıyor. Çok dikkatli olmak lazım.
“Ve huvel aliyyul hakim: Allah bilir ve doğru karar verir”(TAHRİM 2).
“Ve iz eserren nebiyyu la ba’dı ezvacihi hadisa: bir gün Peygamber, eşlerinden birine bir söz/bir sır vermişti”. Bu sırrın ne olduğu ile ilgili değişik rivayetler var. İşte geçen hafta anlatmıştık, Hafsa’nın odasında cariyesi Mariye ile ilşkide bulunmuş. Hafsa üzülmüş. Ondan sonra da diğerlerine söyleme ama ben artık bundan sonra Hafsa’yı kendime haram kılıyorum demiş. O da demek ki bu kadar önemliyim diyerek sevincinden Hz.Aişe’ye fısıldamış meseleyi. Bir başkası. Peygamberimiz’in eşlerinden Zeynep (halasının kızı), Zeynep kendi eli ile deri işler, pazarda satarmış. Dolayısıyla diğer eşlerinden farklı olarak eline para geçermiş. Bununla bal almış. Peygamberimiz(sav) eşlerini ziyaret ettiği zaman, O da bal ikram ediyor. Fakat diğer eşleri bunun farkına varıyorlar. Ne yapalım diyorlar? Eh, Aişe validemiz diyor ki rivayete göre Hafsa’ya; Peygamberimiz senin yanına geldiği zaman ağızın meğafir kokuyor dersin. Kötü kokulu bir ot. Sonra benim yanıma geldiği zaman ben de öyle derim. Böylece O’nun bundan sonra bal şerbeti içmesini yasaklarız. Öyle olunca, Peygamberimiz; AllahAllah, ben böyle bir şey yapmadım ama acaba içtiğim bal, o otlardan elde edilen bal olmasın falan deyince, o zaman ben bir daha bal içmeyeceğim diye kendisine haram kılıyor. Ve bunu eşlerinden birine sır olarak söylüyor. Fakat o sırrı saklamayıp öbürüne bildiriyor. Böyle değişik rivayetler var. Rivayet ne olursa olsun önemli olan şu: biri, bir kimseye bir sır verdiyse o onu saklamalı. İkinci bir şahsa söylememelidir. Sır ise saklanır. İkinci kişiye söylendiği zaman artık sır olmaktan çıkar. Padişahlardan birisi bir karar vermiş bir konuda. Veziriazam, padişahın bir kararı olduğunu anlıyor ama kararın ne olduğunu öğrenmek istiyor. Padişahım diyor, ben öğrenebilirmiyim? Nedir bu? Diyor ki; vezirim, sen sır saklamasını bilirmisin diyor. Bilirim diyor. Ben de bilirim diyor. Onun için şimdi birisi bir başkasına sırrını verdimi onu saklamalı. Yani sır olarak verilen şu yada bu. Bu ayrı bir konu. O saklanmalı.
“Ve iz eserren nebiyyu ila ba’dı ezvacihi hadisen: Peygamber eşlerinden birine bir söz, sır olarak vermişti”,”fe lem ma nebbeet bihi ve azherehullahu aleyhi: ne zaman ki Allah kendisine sır verilen eş onu bir başkasına çıtıldadı/başkasına bildirdi, Allah da bunu Peygamber’e açıkladı”,”arrefe ba’dahu a’rada an ba’d: Peygamber de ona o sırrın bir kısmını bildirdi, bir kısmını bildirmedi”. Yani sen işte şunu, şunu, şunu söylemişsin demedi de kısaca ben sana sır olarak verdiğim şeyi saklamamışsın gibi şöyle hafiften bir şekilde ona hissettirdi. “Fe lem ma nebbeeha bihi kalet men embeeke haza: Peygamber, o eşine bunu haber verince dedi ki; sana kim söyledi?”. Yani yoksa benim senin sırrını ifşa ettiğim öbür eşin mi söyledi? “Kabe nebbeeniyel alimul habir: dedi ki; bana, alim ve habir olan bildirdi”(TAHRİM 3). Yani her şeyi bilen, her şeyin iç yüzünden haberi olan Allah bildirdi bana bunu diye cevap verdi.
“İn tetube ilallahi fe kad sagat kulubukuma: eğer Allah’a tevbe ederseniz ikinizin de kalbi eğilmiştir”. Yani Peygambere karşı bir işbirliği yapıyorsunuz, yanlış bir yola girmiştir ikinizin de kalbi, tevbe ederseniz iyi olur. “Ve in tezahera aleyhi: ama Peygamber’e karşı birbirinize destek verirseniz”, Peygamber’e karşı birbirinize destek olursanız,”fe innallahe huve mevlahu: şunu bilin ki Peygamber’in dostu Allah’tır”,”ve cibrilu: Cebrail’dir”,”ve salihul mu’minin: ve müminlerin iyileridir”,”vel melaiketu ba’de zalike zahir: bütün bunlardan sonra da melekler ona destekçidir”(TAHRİM 4). Yani siz tümüyle yapayalnız kalırsınız. Size destek veren ne bir melek kalır ne bir mümin kalır ne Allah’ın desteğini alırsınız ne Cibril ne şu ne bu. Tamamen yapayalnız kalırsınız Peygamber’e karşı birbirinizi desteklerseniz.
Eğer Peygamber’e karşı böyle bir kenetlenme içerisine girerseniz hanımlar olarak, “asa rabbuhu in tallakakunne: eğer Peygamber size talak verip boşayacak olursa belki Allah, Peygamber’in rabbi”,”,en yubdilehu ezvacen: sizin yerinize ona eşler verir”,”hayrun min kunne: sizden daha hayırlı eşler verir”. Yani sanki siz eşi bulunmaz kimseler değilsiniz. Peygambere sizden daha hayırlı eşler verir. “Muslimatin: müslüman eşler”, yani kendini Allah’a teslim etmiş olan eşler. “Mu’minatin: inançlı eşler”,”kanitatin: Allah’a itaat eden eşler”,”taibatin: tevbe eden eşler”,”abidatin: ibadet eden”,”saihatin”, bu “saiha” kelimesi çok değişik şekillerde anlamlandırılıyor. Ben şöyle anlıyorum bunu. Tabi farklı anlamaya da müsait. Yani ufku geniş, dar görüşlü değil. Şimdi “saha” kelimesi var. Türkçede de bildiğimiz, saha gibi böyle geniş alana verilen isim. Gerçi seyahat eden manasına da geliyor. Eskiden beri seyahat eden dervişler sebebiyle seyahat edip para kazanamadıkları için buldukları yerde yiyorlar, bulmadıkları yerde aç kalıyorlar. O sebeple çoğunlukla oruçlu geçiriyorlar günlerini. Bu sebeple saihat kelimesi meallerin bir çoğunda oruçlu diye geçiyor. Burada nasıl geçiyor bilmiyorum. Oruç mu diyor burada? Oruç tutan. Halbuki abidat diyor. Oruç da bir ibadettir. Abidat dedikten sonra saihata başka bir mana vermek lazım. Yada saha, bir toprağın üzerinden suyun hızla akıp gitmesi manasına da geliyor. O zaman saiha da hızla emre itaat eden anlamına gelebilir. “Seyyibatin ve ebkara: dul ve bakire yeni eşler, C.Hakk sizin yerinize Ona verebilir”(TAHRİM 5).
Şimdi burada, yanlış hatırlamıyorsam geçen hafta da konuşmuştuk. Kuranı kerimde kader inancı diye bir inanç çeşidinden bahsedilmiyor. Kader inancı derken anlaşılan, insanların dünyaya gelmeden önce yapacaklarının belirlenmiş olması kastediliyor. Bu inanç da hadislere dayandırılarak kitaplara konmuş. Şimdi böyle bir inanç olsa, bu ayetlerin tamamının anlamı kalmaz. Ne olur? İşte efendim acaba evlilik bir kadermidir? Evleneceğim kadın bana önceden yazılmışmıdır? Evlilik kader ise Allah neden şunlarla evlenin, bunlarla evlenmeyin demiş? Öyle bir emire ihtiyaç olur mu? Efendim boşanmak kadermidir? Kader ise Peygamber sizi boşarsa şöyle şöyle olur der mi AllahTeala? Onun için dikkat ederseniz insanların zihnini karıştıran şeyler genellikle kuranın dışında oluşan şeylerdir. Yani yapacağımız çok şey var. Çok şey var da nedense herkes bizden iş istiyor da yani bakın hergün dünyanın her yerinden bize dünya kadar iş geliyor. Hiç kimse düşünmüyor ki acaba bunlara biraz destek de vermek gerekir mi? Hiç kimsenin aklından bile geçmiyor. Üç beş kişiyi bir kenara çıkarırsanız. Allah’a şükür ki üç beş kişi de var da. Şim hep birlikte bunu yapmamız lazım. Topyekün. Çünkü İslam alemini sıkıntıya sokan meseleler öyle bir kaç kişinin altından çıkabileceği kadar az değil. Hangi şeye dokunursan, aman aman ona dokunma deniyor. Onun için hep beraber dokunmamız lazım.
“Ya eyyuhellezine amenu: müninler”,”ku enfusekum ve ehlikum naren: canlarınızı ve ailenizi/nefislerinizi ve ailenizi ateşten koruyun”. Çünkü önünüze bir ateş gelecek, kendinizi de ailenizi de ona karşı koruyun. “Vakuduhan nasu vel hicareh: vekudu insanlar ve taşlardır”. Şimdi vekud kelimesi dediğimiz zaman yakıtı diye tercüme ediyoruz. Bu tam olarak manayı vermiyor. Tutuşturucusu demek lazım. Şimdi bir sobayı odun dolduruyorsunuz bir de onu tutuşturmak için önüne çıra koyuyorsunuz. Yada gazyağı. Yada bir şey. Şimdi burada diyor ki taş ve insanlar. Şimdi kibrit yerine de taşlar bir birine sürtülerek bir ateş oluşturulur diyor şeyde. Şimdi tutuşturuluşu yada yanmakta olan ateşi de daha da alevlendirmek için içerisine bu tip şeylerden atılır. Tutuşturucusu insan ve taşlar olan ateşten koru. Evet insanlar günah işlememiş olsa cehennem ateşi yanmayacak. Cehennemi alevlendiren insanların işlediği günahlar. “Aleyha melaiketu gılazun şidadun”, cehennem üzerinde görevli melekler vardır, bunlar galiz/güçlü meleklerdir ve sert meleklerdir. “La ya’sunallahe ma emerahum: Allah’ın onlara verdikleri emire karşı gelmeyen”,”ve yef’alune ma yu’merun: emredildiklerini yapan meleklerdir”(TAHRİM 6). Yani öyle ince kalpli nazik değillerdir ki sizin ağlamanıza sızlamanıza karşı nazikleşsinler. Serttirler. Ayrıca da sağlam yapılıdırlar. Dolayısıyla sizin ağlamanız sızlamanız onları hiç etkilemez. Orada böyle görevli melekler vardır. Ve Allah kendilerine ne emrederse onu yaparlar. Onun dışında hiç bir şey yapmazlar. Önünüzde böyle bir ateş var. Ona karşı kendinizi ve ailenizi koruyun.
“Ya eyyuhellezine keferu: ey kafirler”,”la ta’tezirul yevm: bu gün özür dilemeyin”. Özürünüzü ortaya koymayın. Özür beyan etme zamanı değil artık, her şey bitti. Zaten beyan edecek özürleri de yok. İşledikleri suçun tamamını bile bile işlemişlerdir. “İnne ma tuczevna ma kuntum ta’lemun: siz sadece yaptıklarınızın karşılığını çekiyorsunuz”(TAHRİM 7). Bu çektikleriniz, size verilen ceza sadece işlediğiniz suçun karşılığıdır. Size hiç bir haksızlık yapılmıyor.
“Ya eyyuhellezine amenu tubu ilallah: miminler, Allah’a yönelin/Allah’a tevbe edin”. Tevbe kelimesinin manası neydi? Dönmekti. Tubu: dönün, ilallahi: Allah’a dönün. Allah’ın yoluna dönün. Başka tarafa gidiyorsun, oradan vazgeçeceksin Allah’ın yoluna döneceksin. Allah’ın emrine aykırı bir iş yapıyorsun, vazgeçip Allah’ın yoluna döneceksin. Allah’ın emrine uygun davranmaya başlayacaksın. Tevbe bu. Türkçemizde tevbe eden kişiye ne deniyor? Dönüş yapmış deniyor değil mi? Dönüş yapmış. Bu adam dönüş yaptı denir tevbe eden kişiye. Yani doğru bir tanımlama. Arapçada da öyle. Allah’a tevbe edin, “tevbeten nasuha: nasuh bir tevbe ile” tevbe edin. Nasuh kelimesi neydi Enes Hoca? Mubalağa ile ismi fail mi idi? Mubalağa ile ismi fail. Bunun ismi faili ne oluyor? Abdullah, nedir bunun ismi faili? Nasih! Nasih nedir? Nasihat eden, örneklik eden. “Tevbeten nasuha” da çokça örneklik eden bir tevbe yani esas başkasına örnek olabilck bir tevbe. Ya şu adama bak kardeşim, ne idi ne oldu? Demek ki ben de yapabilirim diyecek öbürü. Bak ne halden ne hale geldi. Kim diyebilirdi ki bu böyle olur. Örnek bir tevbe. Örnek bir tevbe ile tevbe edin. Allah’a yönelin. Onun için tevbede esas olan günahı terketmektir, yaptığınız şeyden vazgeçmektir. Eğer vazgeçmek yoksa, dönüş yoksa tevbe de yoktur. Onun için tevbe dualarının hepsini de okusan bir işe yaramaz. Dua okumakla tevbe olmaz. Dönüş yapacaksın ki tevbe olsun. Dönüş yapmak için de o yolun yanlışlığını kavraman lazım. Bazı kimseler, artık güçleri yetmediği için öbür şeyi bırakırlar. Yada mesela içki müptelası olan bir insan, doktor tavsiye ettiği için içmez. Yoksa Allah için bırakmış falan değildir. Onlara tevbe etmiş denmez. Tevbe etmesi için, yaptığı şeyin yanlış olduğunu kavrayıp sonra dönüş yapmaları lazım. Dönüşü de Allah’ın emrine dönecek, başka şeye değil. O zaman tevbe olur. “Asa rabbukum en yukeffire annum seyyiatikum: umulur ki rabbiniz sizin seyyielerinizi örter”. Yani siz tevbe ettiniz, günahlarınızdan vazgeçtiniz diye %100 günahsız olacak değilsiniz. Gene de ufak tefek kusurlarınız olur. Allah da onları görmezlikten gelir. Yani hiç kimse dörtdörtlük olamaz ki. Onun için insanlara böyle bakmak lazım. Herkesin eksiği kusuru olduğu için dedikoducular hep başkalarında noksan ararlar ve bulurlar. Kimde eksik ararsanız bulursunuz. Bizim böyle bir görevimiz yok. AllahTeala burada ne diyor? Tamam, tevbe ettiniz. Allah’ın yasakladığı şeyleri bıraktınız. %100 de iyi olmanıza gerekmiyor. Gene ufak tefek kusurlarınız olur. Allah da onları görmezlikten gelir. “Yudhilekun cennatin tecri min tahtihel enhar: içinden ırmaklar akan cennetlere sizi sokar”. “Yevme la yuhzıllahun nebiyye vellezine amenu meah: o gün Allah, Peygamber’i ve onunla birlikte inanmış olanları yüzüstü bırakmayacaktır”. “Nuruhum yes’a beyne eydihim ve bi eymanihim: nurları önlerinde ve sağ taraflarında koşar”. “Yekulune rabbena etmim lena nurena: diyecekler ki; ya rabbi nurumuzu tamamla”. Sol taraflarında nur yok. Önlerinde ve sağlarında. Herhalde sol tarafımız da tamamlansın, her tarafımız aydınlansın demiş olabilirler. “Vagfir lena: hatalarımızı görmezlikten gel”. Şimdi C. Hakk, ahiretteyse olur. Yani insanlar büsbütün hatasız gidecek diye bir şey yok ki. Esas olan, büyük günahları işlememiş olmak yada işlediyseniz tevbe etmektir. Onun dışındaki hataları da C. Hakk isterse bağışlar. Yani ahirette de hala bağışlanabilecek olanlar var. Çünkü AllahTeala, bağışlamayacağını belirttiği bir günahtan bahsediyor. O da şirk günahıdır. Onu bağışlamayacaksa diğerini bağışlayabilir demektir. “İnneke ala kulli şey’in kadir: ya Rabbi sen her şeye kadirsin”(TAHRİM 8).
“Ya eyyuhen nebiyyu: ey Peyamber”,”cahidil kuffara vel munafıkin: kafirler ve münafıklarla cihad et”. Kafir belli. Münafık ne idi? İki yüzlü! Müslüman gözüküyor ama müslüman değil. Kafirle mücadele kolay da münafıkla zor. Münafığın münafık olduğunu en yakın dostuna bile anlatamazsın. Çünkü hemen savunmaya geçer. Ya öyle deme kardeşim, işte beraber camiye gidiyoruz namaz kılıyoruz falan filan bir çok şeyler söylerler. O çok zor bir şey tabi. Onun için onlarla mücadelenin en kestirme tarafı, Allah’ın ayetleri üzerinde durmak ve o ayetlerin gösterdiği yoldan hiç ayrılmamaktır. Siz ayetlerin gösterdiği yoldan ayrılmazsanız onlar ciddi manada sıkıntıya girerler ve kendilerini belli etmeye başlarlar. “Vagluz aleyhim: onlara karşı galiz ol”(TAHRİM 9). Galiz kelimesi, burada ne mana vermişler? Sert davran diyor. Şimdi sert davranmak mı acaba? Bir taraftan da AllahTeala ne diyor? Ali İmran 159’a bir bakalım. Ayetlere mana verirken ayetler arası ilişkiye dikkat etmek lazım. Çünkü bir kelimenin çok değişik anlamları vardır. Bak “Fe bima rahmetin minallahi linte lehum: Allah’ın sana ikramı sebebiyle sen onlara karşı yumuşak davrandın”. Onlar kim? İşte kafirler, münafıklar, müşrikler hepsi. “Ve lev kunte fazzan galizal kalbi lenfaddu min havlik: eğer kaba çekilmez bir insan, katı kalpli olsa idin etrafından dağılırlardı”. O zaman, onlara karşı galiz ol sözü bu manada olmaz. Çünkü yumuşak davranmak başka galiz olmak başka. Peki galiz olmanın manası nedir? Onun manasını da gene C. Hakk kuranı kerimde veriyor. Kuran öyle bir kitap ki sözlük olarak da hiç kimseye ihtiyaç bırakmıyor. Önemli kelimelerin manasını kendisi veriyor. Başka kimseye fırsat yok. Fetih suresinin son ayetini bir zahmet açın. 516.sayfa. Şimdi bu galiz kelimesinin manası burada ne? “Muhammedun resulullah: Muhammed, Allah’ın elçisidir. “Vellezine meahu eşiddau alal kuffari ruhamau beynehum: O’nunla birlikte olanlar kafirlere karşı şedid, kendi aralarında merhametlidirler”. Kafirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. “Terahum rukkean succeden yebtegune fadlen minallahi ve rıdvanen: onları ruku ve secde yaparken görürsün. Allah’ın fazlını ve rızasını arıyorlar”. Allah’ın ikramını ve rızasını ararlar. “Simahum fi vucuhihim min eseri sucud: simaları yüzlerinden bellidir” yani kendilerini ayıran alameti farikaları, simgeleri secde izinden dolayı. “Zalike meseluhum fit tevrat: tevratta bunların örneği bu şekilde anlatılmıştır”.”Ve meselehum fi incil: incilde de şöyle anlatılır”;”ke zer’in ahrece şat’ehu: bir bitki ki filizini çıkarmış”,”fe azerehu: ve onu kuvvetlendirmiş”,”festagleza: kalınlaşmış/galizleşmiş”,”festeva ala sukıhı: ve sapı üzerinde duruyor”(FETİH 29). Bu müminlerin vasfı. Yani kendi ayakları üzerinze duracak derecede sağlam. Buradaki galizden maksat yani galiz kelimesi kalın anlamına geliyor. Galizan kalb kelimesi farklı, galiz kelimesi farklı. Yani sağlam, ayaklarının üzerinde duran, sarsılmayan bir yapıda. Onun için, onlara karşı galiz ol. Tabi yani sarsılmayacaksın, ayaklarının üzerinde duracaksın. İradeli. Misakan galiz, evet. Sağlam. Yani sağlam duracaksın ayaklarının üzerinde. Sarsılmayacaksın, tavizsiz olacaksın. Çünkü küçücük bir taviz, bütün kafirler bütün peygamberlerden küçük bir taviz bekliyorlar. “Le kad kidte terkenu ileyhim şey’en kalila: biraz onlara meyledecek gibi olmuştun”(İSRA 74) diyor Allah. “Ve izen lettehazuke halila: öyle bir şey yapsaydın, seni dost edineceklerdi”(İSRA 73). Küçücük bir taviz verseniz sizi dost edinecekler. İşte o yok. Kendine güvenen, sağlam bir şekilde ayakta duran, öyle sapı üzerinde sağlam duran bir şekilde. Yoksa mesela “vela tucadilu ehlel kitabi illa billeti hiye ahsen: ehli kitap ile en güzel mücadenin dışında bir mücadele verme”(ANKEBUT 46). Musa(as)’a C. Hakk, “ve kule lehu kavlen leyyinen: ikiniz ona yumuşak söz söyleyin” diye emretmiş. “leallehu yetezekkeru ev yahşa: ya öğüt alır yada korkar”(TAHA 44). Şimdi onları kaçırmadan, kabalık yok ama mesajı doğru vermek var. Ayakları üzeinde durmak ve sarsılmamak var. Şimdi siz sağlam bir şekilde durur sarsılmazsanız, mesajı doğru verirseniz karşı taraf bunu kabalık olarak da nitelendirir. Bu normal. Geçende Ali Rıza Demircan Hoca bir şey söyledi, bir eski müftüden bahsetti. Diyor ki; demiş ki; ya Abdulaziz Hoca eski ulema hakkında çok galiz şeyler söylüyor. Neyse Ali Rıza Hoca da demiş ki; Allah Allah, niye ben her zaman onunla beraberim öyle bir şey duymadım. Şimdi sen nereden çıkarıyorsun. Şimdi şöyle dik durup da sarsılmadınız mı onu böyle söylüyorlar. Yani birazcık eğileceksiniz “veddu lev tudhinu fe yudhinun”(KALEM 9) biraz sen ona yağcılık yapacaksın, biraz o sana yağcılık yapacak. Böylece bir birinizi idare edip gideceksiniz. Ama işte Peygamberimiz’e emredilen galizlik bu. Yani sağlam. Tıpkı kökü üzerinde duran sağlam bir bitki gibi sağlam bir şekilde duracak ve sarsılmayacaksın. Ama az önce arkadaşımızın şey ettiği ayeti eksik okumuşsak, yanlış anlama varsa değiştiririz. Ali İmran 159 idi değil mi? Yanlış anlama varsa değiştiririz, önemli değil ama şimdi Fetih suresinin o son ayetinde belirtilen “festagleza ala suhıkı” yani sapı üzerine kalınlaşmış, sağlam bir şekilde ayakları üzerinde duran anlamı şeydir. Oraya bir bakayım. Şimdi tabi senin dediğin doğru. Burada “fe bima rahmetin minallahi linte lehum ve lev kunte fazzan galizal kalbi” bu müminlere karşı. “len faddu min havlik fa’fu anhun vestagfirlehum ve şavirhum fil emr fe iza azemte fe tevekkel alallah” doğru, ayetin devamını okuduğumuz zaman tamamen müminlerle ilgili. Onun devamını dikkate almamışız. Orası doğru. Onu hatırlattığınız için sağolun, Allah razı olsun. Yanlız şey olarak yani kelimeye kuranı kerim bütünlüğü içinde mana verdiğiniz zaman onlara karşı sert olmak yani tavizsiz olmak manasına geliyor. Çünkü Allah’ın dininden taviz vermeye hakkımız yok ki. Şimdi bir yerde bir toplantı yapmıştık. Toplantıda faiz konusu konuşuluyor. Orada tabi biz, ne gerekiyorsa söyledik bir mesele ile ilgili olarak.
Dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. Bu bölümde, sorulan sorular ve cevaplar konu ediliyor.
SORU: Talak suresinin ilk ayetinde; ey nebi, kadınlarınızı boşayacağınız zaman diye buyuruluyor. Burada nebilik vasfı ön plana çıkarılıyor. Halbuki ayetteki boşama hükümlerinin örnek alınması isteniyor. Neden ey resul değil de ey nebi?
CEVAP: Bu soru nasıl sorulur, ben onu anlayamıyorum. Yani soru sahibi buradaysa da fırça yemeyi hak ediyor yani. Kimse? İyi bir fırça yemeyi hak ediyor. Kardeşim, nebi dedikten sonra Allah emirlerini verdi ise bitti. Geçen hafta anlattık. Nebi olarak karısını boşar, resul olarak boşamaz ki. O insan olma vasfı ile nebidir, peygamberlik görevi ile görevlendirilmiş bir insan. Öyle bir insan olduğu için evleniyor zaten. Resullük onun görevidir. Ey nebi, karılarınızı boşadığınız zaman şöyle şöyle yapın deniyor ise bu Allah’ın emridir, bu bir vahiydir. Artık bunun ötesi berisi olmaz. Resul olarak boşaması ne demek? Öyle şey mi olur. Nebi olarak boşadığın zaman şöyle boşa diyor, Allah emrini veriyor. Demek ki anlattığımız şey hiç anlaşılmamış. Neyse, onu anlamak da iyi. Ama bunun sahibi.. Sana bakmıyorum zaten. Seni hiç görmedim bile. Elini kaldırdın. Nebi, o görev ile görevlendirilen kişi demktir. Resul de onun görevidir. Nebi olup da resul olmayan olmaz tabi. Ama resul olup da nebi olmayan olur. Onu öğrenmek istiyorsan onu anlatayım. Geçen hafta da anlatmaya çalıştık ama anlaşılmadı demek ki. Şimdi resul elçi demektir. Allah’ın elçisi de olur bir başkasının elçisi de olur. Kuranı kerimde, elçi kelimesi her iki mana için de kullanılmıştır. Tamam mı? Mesela Yusuf suresinde bir tanesi var. Kuranı kerimde, Allah’ın resulü için de resul denir bir başkasının resulü için de resul dendiğine dair ifadeler var. Birinin sözünü bir başkasına ulaştıran kişidir resul. Ama Allah’ın resulü, Allah’ın sözünü insanlara ulaştıran kişidir. Nebi, Allah’tan aldığı emirleri insanlara ulaştırmakla görevlendirilen kişi demektir. O kişi olarak nebidir. Dolayısıyla her nebi resuldür. Ama her resul nebi olmaz. Mesla kuranı kerimde nebi olarak adlandırılanların tamamı resul olduğu halde resul kelimesi ile adlandırılanların içerisinde nebi olmayanlar çok vardır. Neyse sen bulursun, ondan sonra okuruz. Resul, elçi. Falanın elçisi olur, filanın elçisi olur. Sen de bir adamı elçi olarak gönderirsin o da senin resulün olur. Kelime manası itibariyle. Tamam. Resul kelimesi islam hukukunda kullanılır. Yani resul diye kullanılır. Bir adamın resulü. Gittiği zaman şöyle yapar diye. Nebi ve Allah’ın resulü. Bir insan Allah’ın resulü ise o, Allah’ın nebisidir aynı zamanda. Onun için “en nebiyye resul” diye geçiyor. Nebi ve Resul kelimesi birlikte geçiyor. Allah’ın resulü, aynı zamanda Allah’ın nebisidir. Nebi, çok yüksek bir görevle görevlendirilen kişi demektir. O yüksek görev de Allah’ın elçiliği görevidir. Yani yaptığı görevin adı resullüktür. O görevi üstlenen kişinin yada görev veilen kişinin adı da nebidir. Yani vasfı da nebiliktir. He nebi Allah’ın elçisidir. Başkasına nebi denmez. Ama Allah’ın elçisi değil de insan başkasının da elçisi olabilir. Allah’ın elçisinin de elçisi olabilir. Mesla Yasin suresinde var. “Vadrib lehum meselen ashabel karyeti iz cae hel murselun: o şehrin halkını onlara örnek ver. Onlara elçiler geldi”(YASİN 13). O elçiler, Allah’ın elçisi değil. Allah’ın elçisinin gönderdiği elçiler. Peygamberler’in gönderdiği elçilere de resul deniyor. Siz birisine elçi göndeirsiniz, o sizin resulünüz olur. Biz türkçede pek kullanmayız ama islam hukukunda bu var. O sizin resulünüz olur. Bir başkası da Allah’ın resulü olur. Mesela Peygamberimiz(sav), Ebu Bekir komutasında bir hac kafilesi göndemiş hicretin 9.yılında Mekke’ye. İlk hac kafilesi. Arkasından Tevbe suresi inmiş. Ali(ra)’ı göndermiş o sureyi okusun diye. Ali, yolda Ebu Bekir ile karşılaşınca ona sormuş. Emir olarak mı geldin, resul olarak mı geldin? Yani sen Peygamber’in emirimisin? Benim görevimi mi üstleneceksin? Yoksa Peygamber’in gönderdiği resulmüsün? O da demişti ki ben resul olarak geldim. Yani Peygamber’in bir haberini size ulaştırmak için geldim. Anlatabildim mi? Allah’ın resulü de Allah’tan aldığı bir haberi insanlara ulaştırır. Dolayısıyla peygambeler, Allah’ın resulü olarak vazifelerini yaptıkları zaman helal olarak bildirdikleri helal, haram olarak bildirdikleri haramdır. Mesela nebi kelimesi geçtiği zaman onların insanlık vasıflarıyla bir insan olarak peygamber de karısını boşayabilir değil mi? Onun için ey peygamber, karını boşadığın zaman demiyor. Peygamber esas alındığı zaman bütün müminlere hitab ediyor. Kadınlarınızı boşadığınız zaman diye çoğul kullanılıyor. Sadece nebi tekil olsaydı sen karını boşadığın zaman şöyle yap derdi. Halbuki öyle demiyor, çoğul. Ey Peygamber, karılarınızı boşadığınız zaman diyerek çoğul bir ifade ile şey yapıyor. Oldu mu? Bütün peygamberlerle ilgili çoğul geçiyor. Kuranda Ad kavmi elçileri yalanladı, Semud kavmi elçileri yalanladı, Nuh kavmi elçileri yalanladı diye geçiyor. Nuh kavmine hangi peygamber gönderildi? Nuh(as). Halbuki “kezzebet kavmu nuhunil murselin”(ŞURA 105) diyor. Nuh kavmi elçileri yalanladı diyor. Hangi elçileri? Nuh’u ve Nuh’un elçilerini. İşte Salih’i ve Salih’in elçilerini. Hud’u ve Hud’un gönderdiği elçileri. Peygambeimiz(sav), elçiler göndermemişmiydi ülkelere? İşte onların hepsine resul deniyor. Resul. Bazıları o elçileri kabul etmiş mesela ama Herakliyus reddetmişti. Bir çoğu da reddetmişti. İşte onun için “Kezzebet Adun murselin: Ad kavmi resulleri yalanladı” derken tabi Hud(as) ile birlikte onun gönderdiği elçileri de yalanladı demektir. Şimdi o elçilerin içerisinde bir tanesi nebidir sadece. Diğerleri o nebinin gönderdiği elçilerdir. İşte o nebi Allah’ın elçisi olarak söylediği her sözü ancak Allah’tan aldığını söyler, farklı bir şey söylemez. Anlaşıldı mı şimdi?
Katılımcı: 01:07:02-01:02:27 arası duyulmuyor.
SORU: Talak suresinin ilk ayetinde; ey nebi, karılarınızı boşayacağınız zaman diye buyuruluyor. Burada nebilik vasfı ön plana çıkarılıyor. Halbuki ayetteki boşama hükümlerinden örnek alınması isteniyor. Neden ey resul değil de ey nebi demiş?
CEVAP: Farketmez ki. Bu Allah’ın emri iletildiğine göre yani Peygamberimiz karısını boşadığı zaman resul vasfıyla mı boşayacak? Tabiki nebi vasfıyla. Çünkü risalet bir görevdir. Nebi de o görevle görevlendirilen kişidir. Onun için mesela “ya eyyuhen nebiyyu kul li ezvacike ve benatike ve nisail mu’minin: ey nebi, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle”(AHZAB 59) deniyor. Yani burada Allah bir emir veriyor ise bu emiri verirken de peygamber nebilik vasfı koca olarak yada bir baba olarak vasıflandırdıktan sonra veriyor. Bu bir emir olduktan sonra Allah’ın emri olduktan sonra tabiki bu emrin tebliğ görevi de gene resullüktür. Yani peygamber bize bu ayetleri anlattığı zaman da resullük vasfıyla anlatmış oluyor.
SORU: Buradan yola çıkarak nebi ve resulün aynı anlamda kullanıldığı, kullanılabileceği söylenebilir mi?
CEVAP: Şimdi bir birine yakın kelimeler zaman zaman biri diğerinin yerine kullanılabilir. Ama ben kuranda böyle bir kullanım bilmiyorum. Mehmet Ruzi Hoca burada mı? Gitti galiba. Tamam şimdi bu konuda araştırma O yaptı. Böyle bir şey varmıydı? Yani nebinin resul manasında kullanıldığı bir ayet ben hatırlamıyorum. Siz de hatırlamadınız. Siz hatırlıyormusunuz? Ama olabilir. Bir birine yakın kelimeler biri diğerinin yerine kullanılır genellikle yani. Ama kuranda var mı onu ben şahsen bilemiyorum.
SORU: Tahrim suresinin 3.ayeti, Peygamberimizin kuranın dışında da vahiy aldığını gösterir mi?
CEVAP: Bir bakayım şimdi 3.ayete. “Ve iz eserren nebiyyu ba’dı ezvacihi hadisa”. Burada vahiyle bir alakası yok ki. “Fe lemma nebbeeha bihi kalet men enbeeke haza kale nebbeeniyel alimul habir”. Şimdi burada vahiy kelimesinin değişik farkları var, değişik durumları var. Elçilik gereği alınan vahiy ile onun dışındaki vahiyi birbirinden ayırmak lazım. Elçilik gereği aldığı vahiy bizi ilgilendiriyor. Yani Allah, peygambere diyor ki; şu sözü kullarıma söyle. O vahiy bizi ilgilendirir. Onun dışındaki vahiy diğer insanlarda da olabilir. Mesela kuranda; Allah, Musa’nın annesine vahyetti diyor. Meryem’e vahiyden bahsediliyor. Ondan sonra arıya vahiyden bahsediliyor. Bunlar bizi ilgilendiren vahiyler değil. O manada biz de vahiy alırız. Her insan da vahiy alabilir. İnsanın içine bir şey doğar. “Fe elhemeha fucuraha ve takvaha”(ŞEMS 8) dediği gibi C. Hakkın. Kişinin fucurunu da takvasını da Allah ona ilham eder. İçine bir şey doğar, bunun Allah’tan geldiğini anlar. Yada rüyasında görür yada başka bir şekilde olur. Yada C. Hakk, bir melek gönderir. O da olabilir, hepsi de olabilir. Ama elçilik gereği alınan vahiy, buradaki vahiy değil. Elçilik gereği olan, Allah’ın kullarına Allah’ın bildirdiği şeydir. Yoksa buradaki anlatılan şekildeki vahiy kuranda, işte Musa’nın annesine de yaşılmıştır. Meryem validemize de yapılmıştır. Arıya da yapılmıştır ve insanlara da olabileceği belirtiliyor. “Ve ma kane li beşerin en yukellimehullahu illa vahyen ev min verai hicabin ev yursile resulen fe yuhiye bi iznihi yeşau: Allah’ın insanlarla konuşması söz konusu değildir. Üç şeyden biriyle olur. Ya vahiy şeklinde olur. Ya içine fısıldaması şeklinde olur ya bir perde arkasından olur”. Rüya da olabilir, başka şekilde olabilir. “Yada bir elçi gönderir, elçi vasıtasıyla Allah, istediğini vahyeder”. İşte Peygamber(sav)’e de Allah elçi vasıtasıyla bildirmiştir. Yani Cebrail(as) vasıtasıyla. Allah’ın bize vahyi de Muhammed(as) vasıtasıyladır. Dolayısıyla yani bizi ilgilendiren, bize görev yükleyen vahiy, Allah’ın elçilik sıfatı ile peygambere verdiği görevdir. Başkası değil. Şeytan vahiy yapmaz da şeytan vesvese fısıldar. Ama şeytanın vesvesesi ile meleğin ilhamı diyelim yada ilham ile vesvese bir birine karışabilir. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Tabi şeytanlar da vahyediyor. “Ve inneş şeyatine le yuhune ila evliyaihim yucadilukum: şurası bir gerçek ki şeytanlar da vahyeder kendi dostlarına, sizinle savaşsınlar diye”(ENAM 121). Yani içine bir söz fısıldamak. Ama tekrar söyleyeyim; elçilik gereği mesela Musa’nın annesine Allah’ın yaptığı vahyi bir elçilik gereği değil. Yani şuna şunu söyle şeklindeki bir vahiy değildir. Şimdi şöyle söyleyelim: siz, yanınızdaki arkadaşınızla her şeyi konuşursunuz. Orada sizin konuşmanızı bir başka yerde anlatma görevi ile görevlendirilmediği için sizin elçiniz değildir. Öyle değil mi? Ama git falana şunu söyle dediğiniz zaman sizin elçiniz olur. Onun dışında olmaz. İşte Musa’nın annesine Allah, insanlara git şunu söyle demediği için o, Allah’ın elçisi değil. Anlatabildim mi? Vahiy almıştır, doğru. Ama Allah’ın elçisi değildir. Elçi, bir görev ile görevlendirilmiş, Allah, sizden şunu istiyor diye gidip insanlara söyler. Tabi Peygamber efendimze C. Hakk kuranı indiriyor. “Bellig ma unzile ileyke min rabbik”(MAİDE 67) diyor. Rabbinden sana indirilen ne ise sen onu tebliğ et. İndirme işiyle de görevlendirilen bir elçi var. O da Cebrail(as)’dır. Tabi bu tür ayetler bazı kimselerin yanlışa yönlendirilmelerine de fırsat veiyor. Yani her şeyi insanlar kendi arzularına uydurabilirler. Kuranı da uydurmak için alet olarak kullananlar hep çıkmıştır. Evet işte böylece diyor sana. Hangi surenin, hangi ayeti? Şura 7. ayet. “Ve kezalike evhayna ileyke kur’anen arabiyyen: işte böylece sana indirdik arapça bir kuranı ki bunu ümmül kur’aya yani şehirlerin anasına (Mekke’ye) ve çevresini bununla uyarasın diye”. Peki şimdilik inşallah anlaşılmıştır diye ümid ediyorum. Tabi bu kadar soyut kavramları bu kadar kısa sürede anlamayı beklemek de yanlış aslında.
SORU: Hocam, benim bir miktar param var ve paramın değerini yitirmemesi için bir özel finans kurumuna yatırdım. Kar payı alıyorum ama içim hiç rahat değil. Eğer aldığım kar payı faiz ise paramı çekeceğim. Ama parayı yanımda da saklayamam.
CEVAP: Şimdi finans kurumları, artık finans kurumu değil katılım bankası oldu biliyorsunuz. Katılım bankaları, son çıkan kanuna göre isterlerse tamı tamına bankacılık yapabilirler. Tek farkla. Onlara para yatıranlara faiz vaad etmezler. Onun dışında tümüyle faizcilik yapabilirler ve faizden pay verebilirler. Böyle bir yetkileri var. İsterlerse tamı tamına helal yoldan para kazanabilirler. Şu andaki mevcut kanun, onların önüne bu iki yolu da açmıştır. İsterlerse tamı tamına helal yoldan para kazanırlar, isterlerse tamı tamına faizcilik yapabilirler. Şimdi bunun hangisini yapıyorlar? Bizim buradan tutup da o konuda bir şey söylememiz-hele burada bir de isim vermiş- o mümkün olmaz. O zaman bu zatın yapacağı: gidip oranın yetkililerinden parayı nasıl kullandıklarını öğrenmesidir. Biz genel olarak söyleriz ama özel olarak falanca şöyle yapıyor diye söylememiz çok zor. Neyse inşallah yakında bu konuda bir çalışmamız kitap olarak yayınlanacak. O zaman biz de deriz ki; bunu falanca kitabımızda yazdık, orada okuyun.
Katılımcı: 01:21:00-01:21:11 arası duyulmuyor.
SORU: Şehid ne demektir? Şehitlere neden şehid denir. Şehidler neye şahid olmuşlardır?
CEVAP: Şimdi şehid, şahid olan kişi demektir. Bizim şehid dediklerimize Allah, Allah yolunda öldürülenler diye ifade kullanıyor. Ama asıl şehid, bir şeye şahid olan. “Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu: Allah şahiddir ki kendinden başka ilah yoktur”,”vel melaiketu: melekler de buna şahiddir”,”ve ulul ilmi kaimen bil kıst”, adil ilim adamları da buna şahid(ALİ İMRAN 18), yada bilgi sahipleri de. İlim adamı demiyelim. Çünkü biraz farklı bir kavram. Adil bilgi sahipleri de buna şahiddir. Neye şahid? Allah’tan başka ilah olmadığına şahid. Biz bunu nasıl ifade ediyoruz? Eşhedu en la ilahe illallah. Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur diyoruz değil mi? O zaman Allah’tan başka ilah olmadığı şeklindeki bilgiye her insan sahiptir. Ama bir çok insan dürüst davranmaz. Onun için bu şahidliği yapmaz, başka ilahlar araya sokuşturur. Dürüst olmadığını da çok iyi bilir. O zaman şahid demek bir şeyi gözüyle görür gibi bilen kimse demektir. Onun için eşhedu diyoruz. Ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu diyor, ben şahidim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir. Onun için Allah’ın kitabını anlamayan bir kişinin onu söylemeye hakkı olmaz. Bu konuda sağlam bilgi sahibi olan demektir. Dolayısıyla kurandaki şehid, bir bilgiyi doğru kavrayan ve doğru bir şekilde anlatan kimsedir. Yani neden, niçinin cevabını verebilen insandır. Yoksa büyüklerimiz böyle demiştir, biz böyle duyduk, böyle gelmiş böyle gider diyenlere şehid denmez. Onlara mukallid denir: taklitçi denir. Bir çok alim, hep büyüklerinden duyduğunu anlatır. Onlar şehid değil. Şehid yani şahid, bildiği olayı delilleriyle bilen, ben bunu kesin olarak biliyorum bu böyledir diyebilecek olan kimsedir. Allah’ın varlığı konusunda her insan bilir. Şimdi bizim örfümüz manasında şehide neden şehid diyoruz? Bazıları şöyle diyor; işte öldüğü zaman Allah’ın huzurundaki makamını müşahede ettiği için/gördüğü için ona şehid denir diyorlar. Bence bu biraz uzak bir anlam. Asıl şehid, alim kimsedir ama öyle bir alim ki bilgisini sağlam temellere oturtan alimdir. Bu kişi dürüst ise bunun söylediği her şey kurana da sünnete de uyar. Ama dürüst değilse o zaman zaten yapılacak bir şey yok. Dürüst olmayana karşı yapılacak bir şey yok. İşte esas şuheda diye geçen kelimeler öyle. “Yettehıze minkum şuhedae: Allah sizden şehidler edinsin”(ALİ İMRAN 140) savaşlarla ilgili olarak. Nedir? Siz o savaşı görün, orada Allah’ın manvi yardımını görün, olayı kavrayın, o konuda sağlam bir bilgi edinin ve bu şekilde insanlara örnek kimseler olun anlamınadır. Tabi Allah yolunda öldürülmüş olmanın da çok büyük fazileti var, o başka.
SORU: “Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” sözünü yalanlayan veya bu sözle çelişen bir ayet veya sahih hadisler varmıdır?
CEVAP: Biz bunu sık sık söylüyoruz ama bir daha söyleyelim. Demek ki bu arkadaşımız burada değilmiş. Şimdi, sen olmasaydın kainatı yaratmazdım. Eğer bu iş böyle olsaydı Tahrim suresinin ilk ayeti olmazdı. Çünkü onun şahsı esas burada elçiliği değil. Elçilik olduğu zaman Allah’ın söylediğini başkasına ulaştırma görevidir. Sen olmasaydında o yok. Yani sen varsın ya, tamam. Elçilik bir görevdir. Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım diyorsa eğer Allah, o zaman neden Allah’ın sana helal kıldığını haram kılıyorsun dermiydi? Ondan sonra “ve ma muhammedin illa resul kad haled min kablihir resul: Muhammed sadece bir elçidir, ondan önce de çok elçiler gelmiş geçmiştir”(ALİ İMRAN 144). Amener resulu da okuduğumuz “la nuferriku beyne ahadin min rusulihi: Allah’ın elçilerinden birini diğerinden ayırmayız”. Şimdi sen olmasaydın kainatı yaratmazdım demiş Peygamberimiz için demiş diyorsak bu sözü söyleyebilirmiyiz? Allah’ın elçilerinden birini diğerinden ayıramayız? Sonra diyor ki Allah; sen olmasaydın kainatı yaratmazdım hem diyecek hem de “huvellezi halaka lekum ma fil ardı cemian”(BAKARA 29) diyecek. Yeryüzünde ne var ne yok sizin için yarattım diyecek. “Ve ma halaktul cinne vel insa illa li ya’budun”(ZARİYAT 56) diyecek. Olur mu? Bunların bir manası yok. Bunlar tamamen anlamsız şeyler. Hep böyle Peygamberi tanrılaştıracaklar ki kendi adamlarına yer kalsın, onları biraz yukarıya doğru itsinler.
Katılımcı: 01:30:07-01:30:10 arası duyulmuyor.
Katılımcı: 01:31:0-01:31:15 arası duyulmuyor.
SORU: Mal veya para bulan bir insanın yapması gereken nedir? Bulunan mal veya para ne yapılmalıdır?
CEVAP: Mal veya para bulan bir insanın yapması gereken şey: bunu ilan etmesi. Bir şekilde duyulması lazım. Ve saklar.
Birisinin saati kalmış, alabilir.
Bunu önce ilan eder, saklar. Çünkü kendinin değildir. Sahibinin bulunma ihtimali tümüyle ortadan kalkarsa fakire verir. Kendi fakir ise kendisi de yararlanabilir.
SORU: Namazda dil ile niyet etmek namazın şartındanmıdır?
CEVAP: Niyetin yeri kalptir, dil değil. İçten niyet etmek gerekir. Hanefiler, niyetin dil ile yapulmasının da iyi olacağını söylerler.