Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lilmuttekın, essalatu vesselamu ala resulune Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Allah nasip ederse Maide Suresinin 35. Ayetini anlamaya çalışacağız. Bu ayette vesile kelimesi geçer. Vesile kelimesi, birçok kişiye, tarikatlara, bazı cemaatlere Allah ile araya aracı koyma delili olarak kullanılır. Onun için bugün ki dersin adını Şirke Alet Edilen Ayet diye koyduk. (Maide 35. Ayet) Ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenu” “Ey müminler” Ey inanmış ve güvenmiş olan kimseler… “ittegullâhe” “Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun”. Yani Allah’a karşı davranışlarınızı düzgün bir hale getirerek kendinizi koruyun. “vebteğû ileyhil vesîlete” “sizi onun rızasına götürecek bir vesile arayın”. “ve câhidû fî sebîlihî” “onun yolunda cihad edin” Yani cihad dediğiniz zaman insanlar savaş falan zannederler. Cihad, her türlü olumsuzluğa göğüs germektir. En büyük cihadda kendinize hâkim olabilmektir. Dikkat edin, bir kişinin kendinden daha büyük bir düşmanı yoktur. Herkese söz geçirebilirsiniz ama kendinize söz geçirmeniz çok zordur. Kendi arzularınızla mücadele etmek bir cihaddır. Karşınıza çıkacak olumsuzluklarla mücadele etmek bir cihaddır. O olumsuzluklar içerisine savaşta girebilir. O da bir cihaddır. Ama savaş cihadda birinci sırada yer alan değildir. Cihadın içerisinde olanlardan bir tanesidir. “ve câhidû fî sebîlihî” “Allah’ın yolunda cihad edin”. “leallekum tuflihûn” “belki umduğunuza kavuşabilirsiniz”. (Maide 35) Herkesin güzel beklentileri, iyi beklentileri olur. Gelecekle ilgili beklentilerinize kavuşmak istiyorsanız sizi de, yaşadığınız çevreyi de, sahip olduğunuz her şeyi de yaratan Allah’a düzgün kulluk edin. O zaman isteklerinize kavuşabilirsiniz.
“vebteğû ileyhil vesîlete” “kendinizi Allah’ın rızasına kavuşturacak bir vesile arayın”. (Maide 35) Ayetleri ezbere bilenler hemen hatırlayacaktır. “İnnellezine amenu” dan sonra en çok gelen hangi ifade vardır? “ve amilus salihati” “iyi işler yapanlar” ifadesidir. İşte buradaki vesile iyi işlerdir. Namaz kılmak, zekât vermek… Ki namaz ve zekât bunların başında gelir. Namaz sürekli yapılması gereken ibadettir. Onun için adına salat denmiştir. Salat kelimesinin sözlük anlamı bir şeyin arkasını bırakmamaktır. Her müminin her gün yapması gereken tek ibadet namazdır. Mesela zekât vardır. Herkes veremez. Hac vardır. Herkes gidemez. Oruç vardır. Senenin belli günlerindedir. Ama namaz günde beş vakittir. Bir de ayette “Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn” der. “Namazlarını koruyanlar (sürekli kılanlar)”. (Mearic 70) Tabi adetli kadınları insandan saymadıkları için onu ayda on gün namazdan uzaklaştırmışlar. Sanki bu ayetler onlarla ilgili değil. Allah’a çok şükür ki o yanlışları bulup ortaya çıkarmak nasip oldu.
Kuranı Kerimin kısa sürelerinden bir tanesi Asr Suresidir. Orada ne diyor? “vel asr” “zamana yemin ederim” Yemin bir şeyin önemini gösterir. Zaman önemlidir. Zaman önemli ama zamanı suçlu sayarak kendinizi haklı çıkarmaya hakkınız yoktur. “innel insane lefi husr” “şurası bir gerçektir ki insanoğlu gerçekten zarardadır”. Bakarsınız ki zamanını boşuna kullanıyor. Hâlbuki parayı kaybeder, tekrar kazanabilirsiniz. Hastalanır, iyileşebilirsiniz. Bir takım şeyler kaybolur, bulabilirsiniz ama giden zamanı geri getirmeniz imkânsızdır. Dolayısıyla üzerinde en fazla duracağımız, titizlikle değerlendirmeye çalışacağımız şey zaman olmalıdır. İnsanoğlu gerçekten zarardadır diyor. Çünkü zamanını boşa geçirir. “İllellezîne âmenû” (Asr 3) dedi. Maide 35’e bakın “Yâ eyyuhellezîne âmenu” diyor. “inanıp güvenenler”. Allah vardır demek Allah’a inanmak değildir. Allah ne dediyse odur demektir. İnanmak, güvenmektir. Size güvenmeyene bana inanıyor diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Allah’a güvenmeyende Allah’a inanmıyordur. Allah vardır demek Allah’a inanmak değildir. Burada “İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti” (Asr 3) nin karşılığı “ittegullâhe vebteğû ileyhil vesîlete” oluyor. Yani “Allah’tan çekinin, Cenabı Hakka karşı davranışlarınızı düzeltin ve sizi ona götürecek bir vesile arayın”. (Maide 35) Namaz kılın, oruç tutun, haramlardan kaçının, farzları yerine getirin. Dolayısıyla kulluk edin.
Ayeti kerime böyle olmasına rağmen bakıyorsunuz ki araya İblis giriyor. Ve Allah ile ilişkileri kesiyor. Şunun üstünde tekrar düşünmemiz lazım. Dünyada Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek insan yoktur. Hiç kimse iki tane Allah var demez. Herkes bir tek Allah vardır der. Herkes onu kendi gözlemiyle bulur. Herhangi bir yerden okumasına, öğrenmesine gerek yoktur. Çünkü Allah’ın yarattığı ayetleri okur, onu yaratanın tek olduğuna kesin bir kanaat getirir. Kendi içinden de her insan Allah’a söz verir. Zaman zaman ya Rabbi sana karşı şunu yapacağım, bunu yapacağım der. Fakat bazı istekleri olmadığı zaman araya aracı koymaya gayret gösterir. İşte tam orada şeytan devreye girer. Onun için Kuranı Kerime baktığımız zaman Cenabı Hak orada insanları gayet güzel bir şekilde anlatıyor. Araf Suresinin 30. ayetinde insanları ikiye ayırıyor. “Ferîgan hedâ” “bir grup vardır ki Allah onların doğru yola gelişlerini onaylamıştır”. Çünkü imtihan ettiği için insanların davranışlarına göre Allah sonuçları belirliyor. Bir grubun doğru yolda olmasını onaylamıştır. “ve ferîgan” “ikinci grupta” “hagga aleyhimud dalâleh” “onların aleyhine sapıklık hak olmuştur”. Yani sapık sayılmayı hak etmişlerdir. Bunlarda sapıktır. Peki, sapık sayılmayı hak edenler kimler? “innehumut tehazuş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi” “onlar şeytanları Allah’ın dunundan kendilerine çok yakın kabul ederler”. (Araf 30) Veli, evliya… Veli kelimesi kişinin en yakınına denir. Mesela veliniz okula gelsin denir. Kim? Baban, annen… Veli bir şeyi vel eden yani hemen arkasından gelendir. Mesela benim vücudumu düşünürsek içteki atlet vücuduma gömlekten daha yakındır. Veli kişinin kendine çok yakın kabul ettiği ama Allah ile araya koyuyorsa Allah’a da çok yakın olacak. Mesela birisinin Cumhurbaşkanı ile bir işi var. Ona direk ulaşamıyorum. Öyle bir adam bulmalıyım ki o adam hem beni dinlemeli, hem Cumhurbaşkanı onu dinlemeli. Ve oradan isteklerimi oraya ulaştırdım dersiniz. Dikkat ederseniz en büyük sömürü bu alanda olur. Ben Cumhurbaşkanının yakınıyım, getirin bana malları derim. Ondan sonra alırım, kaçar giderim. Hadi gidin bir tane başka veli bulun o zaman… Allah kişiye biz şah damarından daha yakın (Kaf 16) diyoruz. Bizim burada Tabip Profesör bir arkadaşımız var. Kendisi Arap. Libyalı, Almanca sitemizi yönetiyor. “hablil verîd” üzerinde çalışma yaptı. Biz hep şah damarından daha yakın diyorduk. Öyle değilmiş. Sinir uçlarından daha yakın… Vücutta sinir uçlarının ulaşmadığı bir nokta var mı? Her bir noktadaki bir hareket Allah’ın onayı olmadan olmaz. Peki, Allah bize sinir uçlarımızdan daha yakınsa Allah ile aramıza birisi girebilir mi? Sinir uçları ile bizim aramıza giren ne yapar? Oradaki o dokuları tahrip eder. İnsanın hayatını bitirir. İşte “onlar şeytanları evliya kabul ederler” (Araf 30) diyor. Neden şeytan? Bir kart yazarsam kurtulursun gel, hamili kart yakınımdır diyor. Adamın bütün hayatını mahvediyor. O da zannediyor ki Allah’ın huzurunda benim yerim var. Ama aklını kullanmıyor. Ya ben sıkıştığım zaman ya Rabbi diyorum da istediğim şeye illa da kavuşmak zorunda mıyım? Cenabı Hak beni imtihan etmeyecek mi? Yok, şu isteğimi Allah kabul etmedi, gideyim şuna, gideyim buna… Kardeşim Allah’a baskı mı kurmak istiyorsun? “Allah’ın dunundan” (Araf 30). Allah’ın dunu ne demek? Allah’ın aşağısından demektir. Allah’ı tavan gibi düşünüyorlar. Sıçrıyorum, ulaşamıyorum. Ne olacak? Oraya ulaşmak için bir tane çubuk lazım. İnsanlar Allah’ı kendinden uzak düşünüyor. Araya birisini koyuyor. Bana Allah’tan daha yakın, Allah’a da benden daha yakın diye birisi olsun diye düşünüyor. Beni Allah’a ulaştırsın diyor. Onun için Zümer Suresi 3. ayette “vellezînettehazû min dûnihi evliyâé’” ‘min dun’ Allah’ın aşağısı demektir. Allah’ın aşağısı, kendisinin üzeri… Onun için Allah’ın dengi herhangi bir yerde yoktur. Allah’ın dengi hiçbir dinde yoktur. Allah tektir ve en yukarıdadır. Ama aracı… Mesela Hıristiyanlıkta İsa, Allah ile aradaki tek aracı derler. Şimdi onlardan esinlenerek ben Müslümanım diyen bir sürü tarikat, cemaatte aynı şeyi yapar. Onların efendisi Allah’a çok yakındır. Kendileri uzaktır. O arada müthiş bir sömürü olur. Yeryüzünde din sömürüsünün yerini tutacak hiçbir sömürü bulmazsınız. Ama ben Allah’tan başkasına kulluk etmem dediğiniz andan itibaren sömürü kesilir. Sömürü kesildiği zaman, ya tamam ama kardeşim bize para lazım. Doğru dini anlatırsan olmaz. Yanlış dini anlatırsan birlikte cehenneme gitmenin bedelini bu dünyada ufak, tefek şeylerle alırsınız. Dünyada ufak, tefek elinize bir şey geçer. Nasıl olsa ebedi hayatınız mahvolmuştur. Ondan sonra doğru cehenneme… Maalesef Kuranı Kerimde kendilerine uygun bir ayet bulamıyorlar. İşte bak Allah “vebteğu ileyhil vesilete” “bir vesile arayın” diyor ya. İşte o vesile bizim büyüklerdir, şeyhlerdir, efendilerdir, şunlardır, bunlardır… Hep araya kendi efendilerini koyuyorlar. Vesile konusunda Süleymancılar ne diyor? Vedat Süleymancıların içerisinde yetişmiş, onun için…
Vedat YILMAZ: Süleymancılar arasında durdum ama 17-18 sene önce lise zamanında yazılmıştım. Gittiğim zamanda ben oranın zaten Süleymancı olduğunu bilmiyordum. O zamana kadar ben hayatımda Süleymancı diye bir şey duymamışım. Hem Kuran öğrenirsin, hem okul derslerine çalışırsın dediler. Güzel bir yer, dini bir yer dediler. Oraya gidince Süleymancı kelimeleri falan duymaya başladım. Ne oluyor, neresi burası şaşırdım. Sonra ben ilk olarak orada Rabıta diye bir şey duymaya başladım. Hatta sabah namazındaydık. Rabıtası olanlar kalsın, olmayanlar çıksın dediler. Ben hayatımda ilk defa o kelimeyi orada duydum. Bilmediğim için bende var mı, yok mu onu da bilmiyorum. Çıksam mı, kalsam mı şaşırdım. Benim en yakın arkadaşımda varmış. Rabıtası varmış onun. Haberim yoktu. Sen çık, çık falan yaptılar. Ben çıktım. Daha sonra kahvaltıda nedir bu rabıta dedim. İlk defa duydum dedim. Öğrenirsin falan yaptı. Daha sonra ben onu çok sıkıştırdım. Anlat bir dedim. Nasıl bir şey? Merak ediyorum dedim. Anlatamayız, yasak dedi. Nasıl yasak dedim. İyi bir şeyse anlatırsın dedim. Yok, dedi. Olmayana anlatılmaz dedi. Ben yaklaşık beş ay kadar rabıtanın ne olduğunu bilmeden orada durdum. Her sabah yapıyorlardı. Ne olduğunu en yakın arkadaşım bile anlatmıyordu. Daha sonra Ramazan’da Kadir Gecesiydi. Senenin belli günlerinde rabıta verilebiliyor. O gece yurdun müdürü mescide gelip rabıta almak isteyenler gelsin dedi. Öyle diyor ama kimsenin rabıtanın ne olduğunu bildiği yok ki almak isteyip istemediğimizi söyleyelim. Bilmediğimiz bir şeyi almak isteyip istemediğimizi soruyorlar. Bizde meraktan oraya gittik. Bizi odaya kapattı. Siz çok büyük bir lütfa nail oluyorsunuz dedi. Ahiretinizde kurtuldu, dünyanızda kurtuldu dedi. Allah, Allah ne oluyor dedik. Biz kendi çabamızla Allah’a yakınlaşamayız dedi. Bu lambaya bu elektrik gelirken kaç tane yerden geçiyor düşünün dedi. Sen bu lambayı direk trafoya bağlasan bu lamba patlar dedi. Daha sonra ben Ahmet Mahmut Ünlü’den aynısını duyunca şaşırdım. Ya bizim hocada aynısını anlatmıştı dedim. Demek ki hepsi aynısını anlatıyor. Bize rabıtayı anlatmaya başladı. Normalde rabıtanın tarifi hiçbir yerde yapılmaz. Öyle kitaplarda falan da bulunmaz. Arayıp bir kitaptan bakayım diye bulamazsınız. Sadece cemaatin içerisinde bir yerlere geldiğiniz zaman gözleri sizi keserse rabıtanın nasıl yapılacağını anlatırlar. Ben şimdi anlatacağım ama… Önce abdest alıyorsunuz. Rabıta abdestsiz olmuyor. Daha sonra kıbleye dönüyorsunuz. Dizlerinizin üzerine oturuyorsunuz. Ellerinizi de tıpkı namazda gibi dizlerinizin üzerine koyuyorsunuz. Dilinizin damağınıza yapışması gerekiyor. Rabıta tesbihatları esnasında kesinlikle dilinizin oynamaması gerekiyor. Buna da kalbin zikri deniyor. Yani duaları, tesbihatları okurken dil oynamadan bunu yapmanız gerekiyor. Yani içinizden yapıyorsunuz. En başta bir Fatiha, üç ihlas okuyorsunuz. Peygamberin, sahabenin, silsileyi sadat denilen silsileyi sadatın ve üstadın ruhlarına hediye ediyorum diye önce bir ödeme yapıyorsunuz. Daha sonra “Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ” (Tahrim 8) ayetini okuyorsunuz. Onun arkasından yedi defa istiğfar okuyorsunuz. Daha sonra “İnnallâhe ve melâiketehû yusallûne alen nebiyy” (Ahzab 56) ayetini okuyorsunuz. Onun arkasından yedi defa salavat getiriyorsunuz. Ondan sonra da Ali İmran Suresinin son ayeti var. “Yâ eyyuhellezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû” ayeti. O ayeti okuyorsunuz. O ayeti okuduktan sonra da “destur ya üstad” diyorsunuz. Siz destur ya üstad dediğiniz zaman bağlantı sağlanıyor. Başınızı eğip hafif sağa dönüyorsunuz. Alnınızın kalbinizi görmesi gerekiyor. Böyle herhangi bir camide, mescitte bu şekilde duran bir adam görürseniz bilin ki o anda rabıta yapıyor. O şekilde duruyorsunuz. Şeyhin o anda manevi ruhaniyetinin karşınıza geldiğini görüyorsunuz, düşünüyorsunuz. Ona yukarılardan bir nur akıyor o anda… Tabi onu gözünüz kapalı tahayyül ediyorsunuz. Yukarılardan bir nur akıyor, onun kalbine giriyor, oradan sizin kalbinize yansıma yapıyor. Sizin kalbinizden de sizin alnınıza yansıyor. Sizin alnınıza yansıma sebebi olarak da insanın nefsi iki kaşı arasında olur diyorlar. Dolayısıyla nefsinizi o şekilde terbiye etmiş oluyorsunuz diyorlar. Bu şekilde bir süre rabıta yapıyorsunuz. Yaklaşık 30 dk. Dizleriniz dayanabiliyorsa bir saat. O pozisyonda öyle duruyorsunuz. En sonunda bir tesbihat var. Rabıtayı ilk aldığınız anda size kaç verdilerse onu yapıyorsunuz. 500 veya 1000. Elinize tesbih alıp 500 defa dilinizi kıpırdatmadan Allah, Allah diye tesbih çekiyorsunuz. En sonda dua kısmı var. Dua faslını yapıyorsunuz ve böylece rabıta bitmiş oluyor. Kalkıyorsunuz. Yani normal bir rabıta bu şekilde yapılıyor. Tabi Süleyman Hilmi Tunahan’ın kabrine giderseniz orada kıbleye dönmüyorsunuz, kabre dönüyorsunuz. Rabıtayı kabre dönük bir vaziyette yapıyorsunuz. Ayakta olmanız gerekiyor. Tıpkı namazda gibi ellerinizi bağlamanız lazım. Saf duru şekilde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunu merak edenler Karaca Ahmet’e gitsin. Görürler.
Vedat YILMAZ: Evet. Tıpkı namazda saf tutar gibi yan yana durmanız lazım. O şekilde kabre karşı yapıyorsunuz. Allah’a çok şükür, Kuranı Kerimi görmemiz sayesinde bu tarz şeylerden de kurtulmuş olduk. Rabıtayı verirken şu iki şey çok önemlidir. Birincisi paçayı yırtmakla sizi müjdeliyorlar. Öteki tarafta kesin yırttın diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kim kurtaracak seni?
Vedat YILMAZ: Daha canını vermeden önce şeyh senin yatağının başına geliyor. Senin canının imanla alınmasını garanti ediyor. Kabirde sual meleklerinin yanına geliyor. Sana yardım ediyor. Orada hoca bir sürü şeyler anlattı. İkincisi de hocam, bırakırsan kesin cehenneme gidiyorsun. Bak şimdi aldın, yarın öbür gün bırakmaya kalkarsan yandın. Yani bunun günahı hiçbir günahla ölçülmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah affeder ama şeyh affetmez diyorlar.
Vedat YILMAZ: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dolayısıyla şeyh affetmediği takdirde cennet diye bir şey söz konusu değildir. Kim daha güçlü? Şeyh daha güçlü. Papazlardan bir farkları yoktur. Mesele Allah ile araya aracı koyup koymamaktır.
Almanlar bir toplantı yapmışlardı. Benden de Din ve Hürriyet konusunda konuşmamı istemişlerdi. Alman Fransız işbirliğinin düzenlediği bir toplantıydı. Orada Fransa’dan en üst düzey çok sayıda ateist vardı. Uzmanların toplantısıydı. Yani halka açık bir toplantı değildi. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur dedim. Ateistler birbirlerine baktı. Birisi itiraz etse diğeri de edecek ama hepsi biliyor ki inanıyor. Allah’ı var ve bir kabul ettikleri konusunda şüphe duymazlar. Peki, herkes Allah’ı var ve bir kabul ediyorsa problem ne? Allah hayatınızda kaçıncı sırada yer alıyor? Allah birinci sırada yer alıyorsa yalnız ona kulluk eder ve yalnız ondan yardım istersiniz. Onun için her namazımızda Fatiha Suresinde “İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn” “kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz” deriz. (Fatiha 5) Araya aracı sokmayız. Dolayısıyla yalnız Allah’a kul olmak, en güçlü kişi olmaktır. Çünkü zaten herkes biliyor ki beni yaratan Allah, bütün ihtiyaçlarımı karşılayan Allah, bütün varlıkları yaratan Allah, o zaman ona güvenip dayanıyorsam her yerde var, her zaman var, her şeye gücü yetiyor. Dünyada benden daha güçlü birisi olmaz. Benden daha hür birisi olmaz. Hürriyetin hayal edilemeyecek doruk noktası olur. Müslümanlar beş vakit namazlarında bunu okurlar dedim. Tübingen Üniversitesinin Rektörü ve Katolik Üniversitesinin Dekanı da oradaydı. Mesela bu Katolikler Allah ile kendi aralarına kiliseyi sokarlar dedim. Allah’a papa derler, kilisenin en büyüğüne de papa derler. O gökteki babaları, bu da yerdeki babalarıdır. Bunun vasıtasıyla ulaşacaklarını söylerler. Kendilerini kilisenin kulu, kölesi yaparlar. Zannederler ki hürüz. Bütün hürriyetlerini kaybederler. Siz ateistlerde ya kendi kafanızda bir takım hayallerinizin kölesi olursunuz, ya bir düşünce adamının ya da bir bilim adamının kölesi olursunuz. Bütün hürriyetinizi kaybeder, kendinizi hür zannedersiniz. Hayatta böyle… Allah hayatınızda kaçıncı sıradadır? Bir de şuna bakın. Yıllarca beraber olduğunuz bir dostunuz var. Bir gün yolda rastlıyorsunuz. Selamun aleykum diyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki size bakmıyor, yanındaki biriyle konuşuyor. Hayırdır ya başka dostlar bulup beni unuttun galiba dersiniz. Ne olur orada? Sizi ikinci sıraya koydu değil mi? İşte şimdi başka dostlar araya girer… Vedat’ın anlattığı gibi… Ölürken seni kurtaracağız dediler. Kimden? Mesela Kuranı Kerim’de çok sayıda ayette Allahu Teala der ki, “Yevme lâ temliku nefsul linefsin şey’â” “O gün hiçbir canlı bir başka canlı lehine hiçbir şey yapamaz”. (İnfitar 19) Yani Resulullah da kızına, bak kızım babam nebidir diye güvenme ahirette sana hiçbir faydam olmaz diyor. Çok sayıda ayet var. Kıyamet Gününde hiç kimsenin hiçbir konuda hiç kimseye faydası olmaz. Batıl inançlar bulaşıcı hastalıklar gibidir. Kendinizi sürekli korumazsanız hastalık bulaşır farkına bile varamazsınız. Biraz sonra arkadaşlarımız anlatacak. Hıristiyanlıkta da aynı şey vardır. Vedat’ın anlattığının aynısını Hıristiyanlıkta bulacaksınız. Aynısı Yahudilikte vardır. Aynısı Budizm’de vardır. Aynısı Brahmanizm de vardır. Aynı grip hastalığı gibidir. Her tarafa yayılıyor. Bir de çok dikkatli olmak gerekiyor. Bir hastanın yanına on bin tane sağlıklı adam girse hastaya sağlık bulaştırabilir mi? Peki, bir hastalıklı kişi şuraya gelse hepimize hastalık bulaştırabilir. Onun için son derece dikkatli olmamız lazım. Ondan dolayı Allahu Teala devamlı “ittekullah” “kendinizi koruyun” diyor. Cenabı Hakkın emirlerine uyarak kendinizi koruyun diyor. Şimdi biz burada anlatırken hep tarikatlar falan diyoruz. Ne fark eder ki… Sanki Mezhepler onlardan daha mı iyi? İslam Ansiklopedisini bir açıp bakın. Şefaati Uzma nedir bakın. En büyük şefaat yazar. Nerede olacak? Kıyamet günü mahşer yerinde… Allah olmayacak diyor. O desin. Kimin umurundaki Allah? Hani bunlara İslam Kelamcısı diyorlardı. Biz zannediyoruz ki bunlar Kuranı Kerime uyuyor. Yalan söylemek çok zor olduğu için kurgu kendi içinden dökülür. Allahu Teala çok çabuk hesap göreceğim diyor. Bunlar geç hesap görüyor derler. Cenabı Hak bir an önce hesabımızı görse de şuradan kurtulalım diyecekler. Adem’e (a.s) gidecekler. O Nuh’a (a.s) gönderecek. O ona, o ona, o ona derken o kurguya göre bütün insanlık en son Muhammed’e (a.s) gelecek. O da ne diyecek? Bütün insanlık gelince ne diyor? Ümmeti, ümmeti diyor. Öbürleri senin eşeğin mi var diyecek affedersiniz. Bu kadar nebi dolaştık hepsinden sonra sana geldik. Sende ümmeti diyorsun. Biz ne olacağız? Ondan sonra Allah’a dua edecekmiş de, Allah da bunun duasını kabul edecekmiş de hesap başlayacakmış. Allah “vallahu seriul hisab” “Allah hesabı çabuk görür” diyor. Allah kendi kendini mi yalanlıyor? Ne fark eder ki? Zaten bu şefaat denen şey olmasa diğerlerinin hiçbirisi olmaz. Hepsinin temelinde o vardır.
Aydın MÜLAYİM: “Yevme lâ temliku nefsul linefsin şey’â” “O gün hiçbir canlı bir başka canlı lehine hiçbir şey yapamaz”. dedi ya devamında da “vel emru yevmeizil lillâh” diyor. (İnfitar 19)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “vel emru yevmeizil lillâh” “o gün bütün emir, irade Allah’ın elindedir” (İnfitar 19). Biz İslam kelamcısıyız diyorlar. Kardeşim bu hangi din? Allah aşkına. Şefaati uzma diye uydurduğunuz şeyde hepiniz ittifak ediyorsunuz.
Peki, yetiş ya Muhammed, medet ya resulullah diyorlar. Medet, imdat demektir. İmdat sözünü ne zaman kullanırsınız? Çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyaysanız… Peki, ahirette ne tehlike var? Allah’ın ceza verme tehlikesi var. Yani Allah’tan kaçıp kime sığınıyorlar? Muhammed’e (a.s). Ve bunun adına Müslümanlık diyorlar. Yetiş ya Muhammed bugün imdat günüdür diyorlar. Bizi şu Allah’ın elinden kurtar demektir. Bu inanca sahip olan kişiye Müslüman denir mi? Kusura bakmayın. İsminizi değiştirin. Bir de İslam kelamcısı geçiniyor. Şefaati uzma da hepsi ittifak ediyor. Tamam, tarikatları anladık ama siz ulema geçiniyorsunuz. Ne farkı var Hıristiyanlardan? Hıristiyanlar ne diyorlar söyle bakalım.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Tabi konumuz vesile olunca bu kavramı en çok kullananlar neyi delil getiriyorlar?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Fehmi bu konuda daha yeni bir kitap yazdı. Çiçeği burnunda. Ne kadar oldu?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Bir hafta oldu. Kitabın adı İmanlarına Şirk Bulaştıranlar. İmansızlar değil. Dikkatinizi çekerim. Şirk bulaştıranlar. Çünkü herkesin Allah’ın varlığına ve birliğine imanı vardır. Ama insanın ahiretini mahveden o bulaşmalardır. Bu bulaşmalardan bir tanesi de vesilecilik adı altında geliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ya zaten adam Allah’a inanmıyorsa neyi ortak koşacak? Kime ortak koşuyor? Allah’a ortak koşuyor. Demek ki Allah’ı kabul ediyor ki .ortak koşuyor. Kabul etmese ortak koşar mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Tasavvufçu arkadaşlar şöyle derler. “Siz bir şirket müdürüne pat diye gidebilir misiniz? Kaymakamın yanına, Valinin yanına pat diye gidebilir misiniz? Gidemezsiniz. Arada santral olması lazım. Özel güvenlik görevlisi var. Sekreteryası var. Bir dostu var”. Arkadaşlar bu örneğin bizzat kendisi şirktir. Çünkü iki şey arasında kıyas yapılabilmesi için benzerlik şarttır. Allah ile aciz bir vali arasında nasıl bir benzerlik var ki siz onu kıyaslıyorsunuz? Vali tabii ki her sesi duyamaz. Santrale ihtiyacı var. Oysa alemlerin rabbi olan Allah’ın işitmek gibi problemi mi var? Tabii ki Valinin özel güvenlik görevlisi olur. Çünkü ona suikast yapılabilir. Peki, Allah’ı tehdit eden, Allah’ın korktuğu, çekindiği bir durum mu var? Hayır. Dolayısıyla bu örnek alemlerin rabbi olan Allah’ı insana benzettiği için bizatihi kendisi şirktir. Yani şirki şirkle kanıtlıyor. Bu yüzden Allahu Teala Kuranı Kerimde şöyle buyurur. “Efe mey yahlugu kemel lâ yahlug” “Hiç yaratıcı yaratılmışa benzer mi?” “efelâ tezekkerûn” “hala düşünmeyecek misiniz?” (Nahl 17) Yine aynı surede “Felâ tadribû lillâhil emsâl” “Allah hakkında benzetmeler (örneklemeler) yapmayın”. (Nahl 74) Çünkü Allahu Tealayı her neye benzetirseniz anında şirke gireceksiniz. Dolayısıyla en baştan Allahu Teala başka varlıkların kendisine benzetilmesini yasaklamıştır. O Kuranı Kerimde kendisini anlattığı gibidir. Eğer insanlarla Allah arasında bir vesileci, bir aracı olsaydı Allahu Teala bunu kendisi söylerdi. Nasıl ki Muhammed’i (a.s) peygamber yapıyorum dediği gibi falan vesiledir. Onun aracılığıyla bana gelin derdi. Ama Allahu Teala böyle demiyor. Allahu teala şöyle buyuruyor, “Sizi bize yaklaştıracak olan mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak salih amel işlemenizdir”. (Sebe 37)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada “vebteğu ileyhil vesilete” de salih amel işleyin demektir.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Benim bu konuyla ilgili yaşamış olduğum bir hatıram var. Sizinle paylaşmak istiyorum. Çok ibret vericidir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok dikkatle dinleyin.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Arkadaşlarla bu vesilecilik konusunu konuşmaya gittik. Konu buraya geldi. Bende arkadaşa siz herhalde şöyle inanıyorsunuz dedim. Bayağı kalabalık bir toplumdu. Nakşibendilerdendiler. Muhammed eşittir Allah’tır lafını söyleyen o bedbaht Ali Bayram Öztürk’ün talebeleriydi. Onun müritleri falandı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Mahmud Efendi grubunun…
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Evet. Herhalde siz şöyle inanıyorsunuz dedim. “Velilere dua ediliyorsa bu davranışın maksadı onlara tapmak değil bilakis onların şefaatini dilemektir. O halde onlar Allah ile kulları arasında bir nevi arabulucu görevi görürler”. Ben okudukça evet, bizde böyle yapıyoruz dediler. “Onlar artık Allah’ın yanında bulunurlar. Hem de bütün kusurlardan arınmış durumdadırlar. Bundan dolayı onların duaları günahkâr olan bizim yakarışlarımızdan daha kolay kabule yaraşır olmalıdır. Bu sebepten dolayı Müslümanlar onlara başvurabilirler. Onlar Allah’ın huzurunda kendileri için şefaatte bulunsunlar diye onlara dua edebilirler” dedim. Böyle mi inanıyorsunuz dedim. Evet, böyle inanıyoruz dediler. Peki, okumuş olduğum kitabın ne olduğunu biliyor musunuz dedim. Hayır dediler. Arkadaşlar bu kitap Katolik Kilisesinin Şefaat İnancı dedim. Ben böyle kitabı çevirince adamın rengi attı. Hâlbuki burada evliya dediğim yerde azizlerdi. Dua edebilir dediğim yerde Hıristiyanlardı. Adam bunu görünce ne diyeceğini şaşırdı. Kardeşim siz Katoliklerle aynı inancımı savunuyorsunuz dedim. Sustu, bir şey diyemedi. Hocam, bu kendi üstatlarından aldığı derslerden böyle oluyor. Beyinleri baştan şartlanmış. Mesela Said Nursi, “Cevizim kaybolsa yemin ediyorum ki Abdülkadir Geylani’den istedim mi bana getiriyor” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sikkeyi Tasdiki Gaybisinde anlatmış zaten.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam orada bir şey daha var ama… Bir arka tarafta da “Saidi Nursi kâinatın sırlarını bilir” diyor. Yahu senin elindeki cevizden haberin yok. Nereden kâinatın sırrını biliyorsun? Bir de Abdülkadir Geylani’den istiyorsun. Hiç akıl mantık kalmadı mı? İşte Allahu Teala “Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır” diyor. Üzerine pislik yağınca tıpkı her tarafa sisliymiş gibi önünü göremediği gibi bu arkadaşlar önünü göremiyorlar. Hep şirk çukurunun içine düşüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama bir de hiçbir müşrik, müşrik olduğunu kabul etmez.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam kabul etmez. Bu mantığı besleyen ifadeler Ruhul Furkan tefsirinde de var. Orada şöyle geçiyor. Bir Müslümanın asla söyleyemeyeceği şeyleri söylemişler. Ruhul Furkan tefsirinin 2. Cildinin 81. Sayfasındaki ifadeyi dikkatle dinleyin. İbretle dinleyin. Müslümanlara öğüt veriyor. “Eğer sen bir şeyhe bağlanmadan bin sene kendi başına Allah’a kavuşmak için inleyip dursan böylece o Mevla Tealayı bulman mümkün değildir”. Allah ne buyuruyor? “Ben şah damarından daha yakınım” diyor. Bu “senin Allah ile aranda bin yıllık mesafe var” diyor. Devam ediyor. “Sen o padişahlar padişahı olan Mevla Tealayı”. Padişahlar padişahı ifadesine dikkat edin. Allah ile insanlar arasında bir hiyerarşi oluşturuyor. Bir bürokrasi oluşturuyor. O bürokraside de alttaki daima bir üsttekinin ismini kullandığından en fazla adı kullanılan Allah oluyor. 40:45 anlaşılmıyor. Ve insan Allah’a kul olacağına kadar binlerce şeyhe, din adamına, artık araya kimi koyuyorsa hepsine kul olmadan Allah’a kul olamıyor. İşte bu bin yıllık mesafede buradan oluşuyor. “Onun 40:55 anlaşılmıyor. mesabesinde olan kamil insanı gözet”. Yani insanı kamile bak sen. “O kamil insan gönlüne girerek mevlaya varan yolu bul. Hem onlarla gönül bağı yap. Rabıta edip Hakka gidelim”. Halbuki Allah Kuranı Kerimin her yerinde Allah müminlerle beraberdir, Allah müttakilerle beraberdir, Allah sabredenlerle beraberdir, Allah tevekkül edenlerle beraberdir diyor. Allah beraber olduklarını o kadar çok saymış ki… Burada insanı kamile git demek yerine Kuranı Kerime bak demesi gerekirdi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsanı Kamil ne demek? Zaten İslam Ansiklopedisinde yazmışlar. Hiç tenkitsiz yazmışlar. Ve şu anda İstanbul Müftüsü olan Hasan Kamil YILMAZ’ın da bu konuda makalesi var. Burada da defalarca okuduk. İnsanı Kamil ile Allah nasılmış? Bir paranın yazı ve turası gibiymiş. Bir tarafı Allah, bir tarafı İnsanı Kamil… Buna iki tane ayrı şey der misiniz? Fetullah Gülen’de “ben ayrımız, gayrımız olmayan bir makamdayım” diyor.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam bu şunu doğuruyor. FETÖ örgütü sadece Fetullah Gülen’den ibaret değildir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Değil tabi. Hepsi aynı. Hiç fark etmez.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: İnsanlar ile Allah arasına bin yıllık mesafe koyan bu zihniyetin, Allah kullarına şah damarından daha yakındır diyen bir kitapla alakası olabilir mi? Siz söyleyin. Mümkün değil yani. Bu kitapların yazılma maksadı, bu tasavvuf ehlinin sayamayacağımız kadar örneği var. Topluma örnek bir müşrik nasıl olmalıdır? Bunun ilmihalini yazmışlar. Yani bunlar müşrik ilmihalidir. Bunu bir abartı ya da hakaret olarak algılamayın. Gerçek anlamda bir müşrik nasıl olmalı tarifini yapmışlar. Olay budur. İmanlarına Şirk Bulaştıranlar kitabımızda buna ayrı ayrı başlıklar altında ben değindim. Daha uzun bir şekilde, daha fazla kaynakla değindim. İlginizi çekeceğini düşünüyorum. Bakarsanız daha fazla detaya ulaşabilirsiniz. Yani gördüğünüz gibi arkadaşlar, Hıristiyanlıkta, Budizm de, Yahudilikte, diğerlerinde mikrop aynıdır. Yani öyle bir tiyatrodur ki bu oynayanlar değişir, senaryo hiçbir zaman değişmez. Mutlaka Allah ile kulları arasına birilerini aracı edinirler. Bunlara kul olurlar. Adına da doğru yol derler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Biraz da Aydın’ı dinleyelim. Aydınlanalım.
Aydın MÜLAYİM: Hocamızın biraz önce okuduğu Maide Suresi 35. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenuttegullâhe vebteğû ileyhil vesîlete” “Ey iman getirenler, Allah’tan çekinin ve ona yaklaştıracak vesileler arayın”. Vesile kelimesi Türkçe aracı demektir. Aracı edin kelimesi de kullanılır. Vesile arayanlar hep bu ayeti delil getirirler. Biz bu ayetle ilgili tefsir kitaplarına baktığımız zaman neredeyse hemen hemen hepsi bu vesilenin iyi ameller, hayırlı işler, namaz, oruç, zekat, Allah yolunda cihad gibi şeyler olduğunu söylerler. Yani amel olduğunu söylerler. Allah rızası için yapılan ameller olduğunu söylerler. Hatta bu vesileyi savunan tarikat ehlide, Şiada aynı şeyleri savunur. Söylerler. Ama namaz her ne kadar namaz da olsa, amellerde olsa bu namazın kabulü için, bu amellerin kabulü için mutlaka bir veli veya şeyhin herhangi bir aracının olmasını şart koşarlar. Mesela bu müfessirlerden bir kaçının örneğini vereyim. “vebteğu ileyhil vesilete” zaten ayetin devamında da şöyle geliyor. Vesilenin ne olduğunu zaten Allah kendisi açıklıyor. “ve câhidû fî sebîlihî” Yani Allah yolunda cehd edin. Cihad edin. Cehd, Allah yolunda yapılan her türlü iş demektir. Taberi, Fahreddin Razi ve diğer bildiğimiz önde gelen müfessirler “onu razı salacak amel ile yakınlaşmanın yollarını arayın” derler. Bu konuyu en çok savunan tarikat ve Şia mensupları… Şia ile ilgili çok araştırma yaptığımız için ilk önce Şia’dan bir örnek vereyim. Şia’nın en çok sevdiği imam Ali’den örnek vereyim. İmam Ali vesileye ne diyor? Hemde ehli Şia’nın en çok okudukları Nehcul Belağa isimli kitapta yazıyor. Sayfa 163’de şöyle diyor. “Tevessül eden bir şahıs, tevessülü Allahu Teala’ya ve resulüne iman ve Allah yolunda cihaddır. Çünkü o İslam’ın zirvesidir”. İman ve bu yolda yaptığı çabalardır diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Vesile odur. Başka bir şey değil.
Aydın MÜLAYİM: Bir de hutbesinde şöyle söylüyor. “Allah ile hiç kimse arasında soy ilişkisi yoktur. İnsanın iyi amellerinden, hayırlı ve güzel davranışlarından başka ona hayır getirecek ve şerri de ondan çevirecek bir şey de yoktur. Olmaya, olmaya aranızdan bir hayale kapılıp da boş fikirlere kapılmayasınız. Beni Hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki ilahi rahmete kavuşturan amelden başka hiçbir kurtuluş vesilesi yoktur”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başka ne desin?
Aydın MÜLAYİM: Ondan sonra da dua ediyor. “Ya rabbi ben tebliğimi yaptım” diyor. Bir hatırada ben anlatayım. Kuranda din adamları diye bir tez yaptığımız zaman, kiliseye gidip pratik örneklerini de göreyim diyorum. Din adamları nasıl oluyor diye. Hep kitaplardan okuyoruz. Bir bakalım gerçekte nasıllar. Cumartesi Protestan Kilisesine gittik. Onlarda bizdeki Cuma vaazı gibi vaaz veriyor. Vaaz da aynen şu cümleyi kullandı. İlk başta şu cümleyi söyledi. “Biz türbelerden ve ölülerden medet isteyen müşriklerden değiliz” dedi. Yani yardım isteyen, araya vesile koyan müşriklerden değiliz dedi. Fakat sonra “İsa sıradan beşer gibi değildir. Biz araya onu koyarız” diye devam etti. İşi orada batırdı. Bir de tefsirciler üç şeyde tevessül yani vesile olacağını caiz görmüşlerdir. Allah’ın isim ve sıfatlarıyladır. Diğeri ameldir. Bir de müminin mimine duasıdır. Bunun dışında vesile aranmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen söyleyince aklıma geldi. Katolik Kilisesine bir toplantı için davet etmişlerdi. Başbakan ilk cümlelerinden birisinde bana, “sen bize müşrik diyorsun” dedi. Çünkü ben her toplantıda onlara müşrik derim. Allah’a da papa dersiniz, papanıza da papa dersiniz dedim. O gökteki babanız, bu yerdeki babanız dedim. Müşriklik değil de bu nedir dediğimde ağızlarını açamazlar. Orada güldüm. Devam ettiremedi. Konuyu değiştirdi. Çünkü başına gelecek olanları biliyor.
Şia ile ilgili olan bir hatıram da şudur. Humeyni İran’a daha yeni gitmiş. Türkiye’de de ona çok ilgi duyanlar var. Bizde Boğaz’da bir otelde toplantı yaptık. İran’dan beş tane Ayetullah çağırdık. Şeyh Humeyni’nin geldiği yıllar 80’li yıllardı. Toplantının organizatörü olduğum için bütün ayrıntıyı biliyorum. Oraya Suriye’den de Camide vaaz ederken bombalanıp öldürülen Said Ramazan El Buti geldi. Suriye’nin en önde gelen âlimlerindendi. Yani çeşitli Arap Ülkelerinden de çağırdık. Said Ramazan El Buti kalktı. Beş tane Ayetullah oturuyor. “Ben Ayetullah Humeyni’nin kitabında bir şey okudum. Bir türlü anlayamadım. Lütfen bunu bana izah eder misiniz?” dedi. Humeyni kitabında “Allah katında imamların öyle bir makamı vardır ki oraya ne nebiyi Mürsel, ne de meleki mukarreb yaklaşabilir” diyor. Yani ne bir melek o makama çıkabilir, ne de bir nebi… Bunu lütfen bana izah edin dedi. Oradaki beş tane Ayetullah’tan hiç birisi bunu duymadı. Bir daha söyledi. Gene duymadılar. Başka şeyleri hemen duyuyorlardı da onu duymadılar. Üçüncü defa söyledi yine duymadılar. O zaman bırakıp gitti.
Aydın MÜLAYİM: Hocam zaten Şia’lar Muhammed (a.s) dışında bütün imamları peygamberlerden yani nebilerden üstün görürler. Yani Şia’ya göre onlar sıradan biri değil, nebi ne ki onların yanında…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlar tamı tamına ilahtır.
Aydın MÜLAYİM: Diridirler. Hiç imtihanda olmuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Her şeyi bilirler. Hiçbir okulda okumaya ihtiyaçları yoktur. Mesela hayatında hiç teknik malzemeler görmemiş bir imam buraya gelse “ya imam şu kamerada bir problem var” desek hemen cevabını verir. Şurasını şöyle yapın der. Daha ayrıntılı bilgiyi de verir. Çünkü o eğitim için şuna, buna ihtiyacı yok. Allah’tan doğrudan alıyor diye inanılıyor. Yere göğe koymadıkları İmam Gazali gibi… Son derece alçakgönüllü bir şekilde İhyau Ulumud din de evliya ile enbiya arasındaki farkı anlatıyor. Enbiya bilgisini melek vasıtasıyla alır ama evliya direk alır diyor. Yani Levhi Mahfuzda bütün bilgiler zaten vardır. Oradakilerin hepsi evliyanın kalbine gelir diyor. Hangisi daha alim? Levhi Mahfuzda gelmiş, gelecek bütün bilgiler vardır diyor. Enbiya ne yapsın zavallı… Ne getiriyorlarsa o kadarını biliyor. Ama evliya orada ne varsa hepsini biliyor. Ne kadar alçakgönüllü değil mi?
Aydın MÜLAYİM: İmamları kâinatı idare ediyor olarak biliyorlar. Her birinin idare ettiği alan var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İmam Gazali’ye Hüccetül İslam derler. Peki, imamlara ne derler?
Aydın MÜLAYİM: Ayetullah.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hüccet ten daha yukarı…
Aydın MÜLAYİM: Kâinatı idare edenler imamlardır. Tarikatlarda da Şeyhin kâinatı yönettiğine inanılır.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Bizde kâinatı niye pislik götürüyor diyoruz. Meğerse bunlar idare ediyormuş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Haşa. Onların idare ettiği falan yok da… Şimdi sonuca gelelim. Gerçekten üzücü şeyler. Şurada, burada olsun ama maalesef Kuranı Kerimin mealine bile bunu yerleştirmişlerdir. Elimde Diyanet Vakfının meali var. İsa’yı ya da bir takım insanı kâmil, falan şeyh, filan şeyhi araya koyanlar bakalım buraya göre kendilerini müşrik sayacaklar mı? Ahkaf Suresinin 5. Ayetinin mealine göre “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan” Bugün Türkiye’de tapma fiilinin anlamını düşünün. Şeyhlerden yardım isteyenlere herhangi bir Türk ona tapıyor der mi? Demez. Zaten şeyh demiyor. Şeyler diyor. Şeyler dendiği zaman insan anlaşılır mı? Eşya anlaşılır. Ne akla gelir? Putlar. Puta tapan var mı? Gidip putun karşısında eğilen var mı? “şeylere tapandan daha sapık kim olabilir?” diyor. Ondan sonra da “(Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler” diyor. Tabi eşya nereden bilecekler. Yani şimdi burada bir put var. Nereden bilsin ki bu ona tapıyor mu, tapmıyor mu? Ama bak dikkat edin. Mealin devamına bakın. “İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler”. Kim? Bu putlar onlara düşman kesiliyormuş. Put nasıl düşman? Onlarda mı ahirette yeniden dirilecek? “ve onlara kulluk ettiklerini inkâr ederler”. (Diyanet Vakfı Meali, Ahkaf 6) Yani acayip bir mana… Şimdi doğru manaya bakın. Bir televizyon programında bu meali yazanlardan Hayrettin KARAMAN var. Şu anda ki İstanbul Müftüsü olan Hasan Kamil YILMAZ var. Süleyman ATEŞ, Süleyman ULUDAĞ ve bir de ben varım. Ramazanda Oruç Baba dolayısıyla Kanal 7’de program yapmışlar. Ben bu ayeti okudum. “Ve men edallu mimmey yed’û min dûnillâhi” “Allah ile kendi arasına koyanı yardıma çağırandan daha sapık kimdir?” (Ahkaf 5) Şimdi putlar devreden çıktı mı? Allah ile kendi arasına koyan dendiği zaman Oruç Baba devreye giriyor mu? Giriyor değil mi? Ama şeyler dersen. Girmiyor. Ayet yardıma çağıran diyor. Tapma dersen bir Türk’ün aklına orada secde etmek gelir. Girmez. Hâlbuki ayet öyle değil. “yed’û” “dua eder”. “Kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek bir kişiyi Allah ile arasına koyup da yardıma çağıran”. Mesela Oruç Baba kıyamete kadar cevap verebilir mi? İsa cevap verebiliyor mu? Eyüp Sultan cevap verebiliyor mu? Allah bunun sözünü daha iyi kabul eder diyerek araya koyuyorlar. Bir ev lazım bana, hadi. Allah diyor ki, “ve hum an duâihim ğâfilûn” “zaten onlar bunların dualarını bilmezler ki”. (Ahkaf 5) Sen istediğin kadar git. Sen ona bir şey duyuramazsın ki… Eyüp Sultan’a gidiyorlar. Kardeşim adam Arap, duysa bile Türkçe bilmiyor ki… Ondan sonra “Ve izâ huşiran nâsu kânû lehum ağdâev” “İnsanları bir araya getirdiği zaman bunlar onlara düşman olacaklar”. Siz bizi niye tanrı yaptınız diyecekler. “ve kânû biıbâdetihim kâfirîn” “onların bunlara kulluk ettiklerini inkâr edeceklerdir”. (Ahkaf 6) İbadettir işte o. Yardım istemek ibadettir. Ben ta o zaman 2002’de ben bu ayetin Arapçasından meal vererek okudum. Orada Hayrettin KARAMAN mealden oku, mealden dedi. Hocam beni tanımayan biri değilsiniz dedim. Verdiğim mealde hata varsa söyleyin dedim. Niye mealden okuyayım ki yani. O zamana kadar ayetin mealine hiç bakmamıştım. O vesileyle baktım ki bir ayette affı mümkün olmayan altı büyük hata yaparak ayetin anlamını bozmuşlardır. Bozunca da bu şirkin bütün kapıları sonuna kadar açılmış. 2002’de bu meali yazanlara bu hataları yazdım. Bugün 2017. 15 sene olmuş. Hala değiştirdikleri yok. Ne denir bunlara? Allah’ın ayetini şirke alet ediyorlar. Ne yapacağız? Adamlara söylüyoruz, yazılı olarak da veriyoruz. Hiç umurlarında değil. O zaman bana bir cevap verin bakayım. Şurada hatan var deyin. Yaptıkları sadece kara propaganda yaparak insanlarla bizim aramıza engel koymak. Koyun bakalım. Yarın Allah’ın huzurunda görüşeceğiz. Allah yardımcımız olsun.