ABDÜLAZİZ BAYINDIR:
Euzubillahimineşşeytaniracim Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbül alemin vessalatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve essahbihi ecmain.
Bu gün dersimiz Şems suresi, Kuran ı Kerim’in 91. Suresi. Şimdi çocukluktan beri bir alışkanlığımız var. Farkına varmadan o devam ediyor. ‘euzu’ kelimesi Kur’an’dan önce çekilir. Eğer surenin başındaysa besmele de çekilir. Surenin başında değilse sadece euzu ile Kur’an okunmaya başlanır. Şimdi biz alışmışız çocukluktan itibaren konuşmalara euzubesmele ile başlamaya, hiç farkına varmadan başlıyoruz. Sonra aklımıza geliyor. İş işten geçmiş oluyor. Dolayısıyla doğrusu burada başlarken’ El hamdülillahi Rabbülalemin veessalatu ve vesselamu ala rasulinemuhammedin ve ala alihi ve eshahbihiecmain’ deyip arkasından eğer Kur’an okunacaksa Kur’an’ın hemen başında Euzu demektir. Surenin başı ise, besmeleyi de okumaktır. Şimdi bizde o kadar yaygın yanlışlıklar var ki, kendimizi ne kadar doğrultsak yine yanlış taraflarımız doğru taraflarımızdan fazla oluyor.
EuzubillahimineşşeytaniracimBismillahirrahmanirrahim.
‘’Veş şemsi ve duhâhâ’’(şems1)
‘’güneşe yemin olsun güneşin aydınlığına da’’
‘’vel kameri’’(şems1)
‘’aya yemin olsun’’
‘’izatelaha’’(şems1)
‘’güneşi takip ettiği zaman Ay’a yemin olsun’’
Her ayın onbeşinde güneş batar. Yani kameri aylar. Kameri ayların onbeşindegüneş batıdan batar. Aynı anda Ay doğudan doğar. Ve o zaman Ay aydınlığını tam olarak almış olur. Dolunay olur. Araplar ona Kamer diyorlar. Şimdi Ay güneşi takip ederken ışık bakımından da güneşi takip eder. Çünkü Ay ışığını güneşten alır.
‘’Vennehâriizâcellâhâ’’(şems3)
‘’gündüze de yemin olsun güneşi açığa çıkardığı zaman’’
Şimdi burada çok enteresan bir şey var. Bizim bilgimizin tam tersi bir şey. Gündüz güneşi açığa çıkarıyor. Halbuki güneş olduğu için gündüz olur değil mi? Yani güneş doğmaya başladığı andan itibaren gündüzdür. Ama ayet öyle demiyor. ‘gündüze yemin olsun’ diyor. Gündüzü ayrı bir varlık olarak değerlendiriyor.
‘’Vel leyli izâyagşâhâ’’(şems4)
‘’geceye yemin olsun güneşi kapattığı zaman’’
(güneşi örttüğü zaman geceye yemin olsun)
(güneşi açığa çıkarttığı zaman geceye yemin olsun)
İşte bizim bilgimize göre güneş batınca ışık kalmadığı için hava kararır. Güneş doğunca büyük bir ışık kaynağı olduğu için gündüz olur. Ama burada farklı bir şey var. O farklı bir şeyi mutlaka kavramak lazım. Yani ayetlere bakıyoruz Allah geceyi ve gündüzü ayrı varlıklar olarak tanımlıyor. Kur’an’ı Kerim’de gölge de ayrı bir varlık olarak tanımlanır. Aslında bunların üzerinde durmak lazım. Bunların üzerinde ayrı çalışmalar yapmak lazım. Şimdi biliyorsunuz televizyonda gördüğümüz resimler işte bir ışık oyunu yani bir gölgedir. Bilgisayarda gördüğümüz yazılar bir gölgedir. Gölgenin muhafaza edilmesi söz konusudur. İşte ediliyor. Ve bir sürü bilgiler ortaya çıkıyor. Şimdi acaba gölgeye, geceye, gündüze Cenab ı Hak dikkatimizi çekiyorsa bunlarda birtakım farklılıklar var mıdır diye kendimize sormalıyız. Ve bunların üzerine gitmeliyiz. Fakat bunların üzerine gidecek olan biz değiliz. Onun uzmanı gidecek. Şimdi Kur’an ı Kerim ile gittiğimiz zaman öyle muhteşem açılımlar oluyor ki, geçende vakfa gelen bir ilim adamı epey zamandır geliyor. Şunu söyledi. Bizim sahamızın dışında bir bilim adamı bu.Dedi ki, bu ufukta yepyeni bir ilim koridoru oluşuyor. Namütenahi genişlikte bir bilim alanı ortaya çıkıyor. Tabi ki o ufku açan biz değiliz. O ufku açan Kur’an ı Kerim’dir. İnşallah ümit ediyorum bu konuda çok ciddi gelişmeler olacak gibi gözüküyor. Onu daha sonra inşallah sizlere anlatırız. Ama mesela burada benim hep dikkatimi çekiyor, İbrahim suresinin yani 14. Surenin 33. Ayetinde ,
‘’ve sehharelekumul leyle vennehâra’’(ibrahim33)
Buyuruyor.
‘’geceyi ve gündüzü sizin emrinize vermiştir’’
Yani bunlar birer ayrı varlık gibi. ‘sizin emrinize vermiştir’ diyor.
‘’İnnerabbekumullâhullezîhalakassemâvâtivel arda fî sittetieyyâmin’’(araf54)
Burada Araf suresinin 54. Ayeti, burada diyor ki Allah u Teala;
‘’İnnerabbekumullâhullezîhalakassemâvâtivel arda fî sittetieyyâmin’’
‘’sizin rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratmış olandır’’
‘’summestevâalel arşı’’(araf54)
‘’sonra arş’ahakimiyetini kurmuş’’
‘’yugşîlleylennehâre’’(araf54)
‘’geceyi gündüzün üzerine örtüyor’’
‘’yatlubuhuhasîsen’’(araf54)
‘’gece gündüzü sürekli (böyle) sıkı bir takiple takip ediyor’’
Yani, gece bitince gündüz başlıyor. Gündüz bitince gece başlıyor böyle.
‘’veş şemse vel kamere vennucûmemusahharâtinbiemrih’’(araf54)
‘’güneşi, Ay’ı ve yıldızları kendi emriyle size musahhar kılmıştır’’
Yani ‘sizin emrinize sizin hizmetinize vermiştir’. Şimdi bakıyorsunuz ki Ay bizim hizmetimizde, güneş bizim hizmetimizde, yıldızlar bizim hizmetimizde, gece bizim hizmetimizde, gündüz bizim hizmetimizde. O zaman bunlarda bir şeyler anlamak lazım. Şimdi ben bu konuların uzmanı değilim ama burada şunu hissediyorum. Uzman olanlar tabi, çok güzel şeyler anlayacaklardır. Onda şüphe yok. Şimdi güneşe yemin ediyor Allah u Teala yani bunlar, yemin etmesi bunların önemini göstermek içindir. Güneşe ve onun aydınlığına. Bakın güneş başka güneşin aydınlığı başka. Güneşle ilgili araştırma yapanlar bunu söylüyorlar zaten. Güneşin kendisiyle, aydınlığı apayrı bir şey. Aydınlığı bize kadar ulaşıyor ve kayboluyor. Ama güneş orada gene kalıyor. ‘Onu takip ettiğinde Ay’a’. Ay aslında her zaman güneşi takip ediyor. Yani Ay ile güneşin ilişkisi sürekli. O güneşin ışınlarını bazen az bazen çok alarak bize intikal ettiriyor. Şimdi diyor ki,
‘güneşi açığı çıkardığı zaman gündüze yemin olsun’
Şimdi ben buradan fazla bir şey anlamıyorum ama sadece şunu anlıyorum. Mesela şu mikrofunu güneş olarak düşünün. Bu da dünya olsun. Şimdi ben buradaysam burası mikrofonu kapatmıştır. Örtmüştür değil mi? Ben buradan mikrofonu göremem. Böyle döner. Aslında dünya açığa çıkarmış olur. Ama şu taraf bu mikrofona döndüğü zaman, ben mikrofonu görebiliyorum. Yani bu şunu gösteriyor, güneş sabit dünya olduğu yerde dönüyor. Bir günde, bir gece ve bir gündüz olduğuna göre ki 24 saatte dünya kendi etrafında dönüyor. Efendim bunu herkes biliyor. Tamam herkes biliyor olabilir de işte kainatı yaratan başka bir şekilde anlatıyor. Ve kainatı yaratan burada geceye ve gündüze dikkatimizi çekiyor. Burada başka bir şeyler var. Bunun üzerinde durmak lazım. Şimdi işte bu sıralar biyoetik üzerine uluslararası büyük bir toplantının hazırlıkları yapılıyor. Yani işte biyolojik ahlak, yani şeyle ilgili çevreyle ilgili, insanla ilgili, gelişmeyle ilgili ahlaki esaslar. Şimdi bunda çalışırken döllenmiş ana rahmindeki yumurtanın döllendiğinin 18. Asırda ortaya çıktığı söyleniyor. Yani döllenmiş yumurtadan oluştuğu o zaman anlaşılmış deniyor. Halbuki ayetlere bakıldığı zaman bu konuda o kadar ince bilgiler veriyor ki, bu günkü mevcut gelişme henüz onun çok gerisinde. Bu şunu gösteriyor yani Kuran ı Kerim sık sık söylüyoruz ya bir din kitabı değil sadece. Kur’an Allah’ın kitabı. Dolayısıyla siz kainatı bir de Kuran’dan okuduğunuz zaman anormal ilerlemeler olur. Mesela şu anda işte kök hücre konusu, klonlama konusu bütün bu meseleler belki en ileri bilimsel araştırmaları oluşturuyor ama o konuda çalışan uzmanlarla birlikte çalışma yaptığımız zaman Kuran ı Kerim’de ortaya konan bilgilere şaşırıp kalıyorlar. Şaşırıp kalıyorlar. Böyle şok oluyorlar adeta. Yani sürekli söylüyoruz kainatın Allah’ın yarattığı kitapla indirdiği kitabı birlikte okuma mecburiyeti var. Şimdi biz Müslümanlar bu iki kitabı birlikte okuduğumuz zaman mevcut bilimsel gelişmelerin çok kısa sürede çok ilerisine geçme imkanımız var. Yani biz artık onları takip etmeyeceğiz. Onlar bizi takip edecekler. Bu da bizim için müthiş bir şey. İnsanlık için müthiş mir şey. Üstelik bu bir sürü ahlaki bilgileri hiçe sayarak değil, dengeleri koruyarak meydana gelecek olan bir bilimsel gelişme olacak.
‘’Vessemâi ve mâbenâhâ’’(şems5)
‘’göğe yemin olsun’’
‘’ve mabenaha’’(şems5)
‘’o göğü bina edene (yemin olsun)’’
Buradaki ‘ma’, ‘men’ anlamındadır.
‘’göğe ve o göğü bina edene yemin olsun’’ (o güğü yapana yemin olsun)
Çünkü o gök te bina gibi yapılmış. Mesela 7 katlı bir apartman gibi. İşte birinci katta, ikinci katta, üçüncü katta şu var. Allah u Teala 7 kat göğü yaratmış. Biz bu hafta bir bilgiye rastladık Kuran ı Kerim’de. Bilmiyorum arkadaşlarımızın aklına gelecek mi ayet i kerime? Nuh a.s. zamanında 7 kat gök ile ilgili bilgiler varmış. O bilgiler elde edilmiş. Aklınıza geldi mi o ayet i kerime? Nuh a.s. zamanında olmalı, gerçekten çünkü o zaman öyle bir büyük gemi yapmış ki, yani bu gün o Titanik herhalde onun yanında küçücük bir şey kalır. Yani tekne gibi kalır. O geminin dağlar gibi dalgaların arasında yürümesi, hedefini şaşırmaması falan. Çok ciddi bir yıldız bilgisini gerektirir. Sadece o yıldızlar birinci kat semada ama onlar, 7 kat sema ile ilgili, 71. Surenin 15. Ayeti şimdi burada Nuh a.s. kendi kavmine şunu söylüyor. Yani şu ana kadarki bilgilerime göre ya da bizim bilgilerimize göre bu ifade Nuh kavmi dışında birisiyle ilgili olarak kullanılmış değil.
‘’E lemterev’’(nuh15)
‘’görmediniz mi’’ yani,
‘’gözünüzle görür gibi bilmediniz mi’’
Nuh a.s. söylüyor.
‘’keyfe halakallâhuseb’asemâvâtintıbâkâ’’(nuh15)
‘’Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmış’’
Yani ‘siz bu konuda gözünüzle görmüş gibi bilgi sahibisiniz, kesin bilgiye kavuşmuşsunuz’ diyor. Bu günkü astronomi bilgilerimiz birinci kat semada kalıyor. Bu demek ki onlara ulaşılabilecek.
‘’ Ve cealel kamere fîhinnenûren’’(nuh16)
‘’Ay’ı bu yedi semanın içerisinde..
İşte şimdi şöyle Ay’ı düşünün, yedi kat her tarafında yedi kat şey yapmış olan bunun ortasında kalıyor Ay.
..bunların içerisinde nur’’
Yani nur dediğimiz şu, yani şimdi şurayı kaplayan aydınlığa nur deniyor. Aydınlığın kaynağına ateş denir. Dolayısıyla ‘Ay’ı nur yapmıştır’ demek, Ay’dan aydınlık kaynaklanmıyor. Ay’a bir aydınlık geliyor demektir. Mesela şimdi buralar aydınlık dediğimiz zaman aydınlığın kaynağı burası değil başka bir yar. Şu lambalar değil mi? İşte Ay nurdur dediğiniz zaman aydınlık Ay’dan kaynaklanmıyor demektir.
‘’ve cealeş şemse sirâcâ’’(nuh16)
‘’Ay’ı da bir kandil yapmıştır’’
Şimdi insanların bildiği ile hitap ediyor Allah. Kandil dediğimiz zaman yakıtı da içindedir değil mi? Hem aydınlığı şeydir. O aydınlık nur verir o. Kendisi nur değildir. O nuru yayıyor. Yani aydınlığı yayar.
YARDIMCI:
‘’şemse sirâcâ’’(nuh16) Ay değil. Güneş.
ABDÜLAZİZ BAYINDIR:
‘güneşi sirac yapmıştır’ aydınlık mı dedim ben? Yanlış söyledim. Neyse ,
‘’güneşi de bir kandil yapmıştır’’
O kandil, yani güneş.
Demek ki ışığın kaynağı. Ay da şey yapıyor. ‘siz bunları’ diyor ‘gözünüzle görür gibi bilmiyor musunuz’’ evet. Şimdi Allah u Teala bize öyle bir ipuçları veriyor ki, gökleri 7 tabaka yaratmış ama;
‘’minel ardı mislehunn’’(talak12)
Diyerek,
‘’yerden de onun misli’’(onun dengi, eşiti olan bilgiler)
Yani siz 7 kat sema ile ilgili bilgi mi arıyorsunuz? Yerde çalışma yapın. Onun örneği yeryüzünde var. Yerin derinliklerine doğru gidin. Aşağıya doğru gittikçe kat kat göreceksiniz. Yani onun örneği yeryüzü. Bütün 7 kat göğün örneği yeryüzü. Şimdi yeryüzünde bağlar bahçeler en üst katta değil mi? En üstte yani şimdi merkezden başladığımız zaman demek şu yürüdüğümüz yer yeryüzünün 7. Katı oluyor. Gökler yedi tane olduğuna göre, anlatabildim mi? Merkezden başlarsanız ayağımızı bastığımız yer yedinci kat. Peki peygamber s.a.v. miraç’ta nereye çıktı? Yedinci kat semaya çıktı. Yedinci kat sema’da ne vardı? ‘’indahacennetulmeva’’ cennetülmeva vardı orda işte. Orada da Meva bahçeleri vardı. Yani öyle güzel Cenab ı Hak şeylerini veriyor ki, siz Kur’an’dan hareket ettiğiniz zaman bilimde de çok hızlı müthiş gelişmelere imza atmış oluyorsunuz. Müslümanlar bunu farketmek zorundalar. Yani peygamber s.a.v. miraca çıkıyor, yedinci kat semaya. Sidretul münteha ifadesi ‘en son kiraz ağacı’ demek. Ve onun yanında cennetulmeva, meva cenneti var. Cennet te bahçe demek. Yani demek ki cennet yedinci kat semada. Öyle anlaşılıyor. E, yeryüzünün cenneti, bahçeleri de merkezden itibaren düşünürseniz yedinci katta. Yedinci katın üst kısmında. Dolayısıyla burada. Yani Allah bizim elimize bir prototip veriyor. Bunu inceleyin. O ulaşmamız son derece zor olan yedinci katı buradan bulabilirsiniz. Evet.
‘’Vel ardı ve mâtahâhâ’’(şems6)
‘’yere yemin olsun ve yeri bir satıh yapana’’
(yeri evin damı gibi yapana da yemin olsun)
Şimdi siz yedi kat’ı düşündüğünüz zaman gerçekten bir dam olmuş oluyor. Yeryüzünün sathı üst kısmı olmuş oluyor.
‘’Ve nefsin ve mâsevvâhâ’’(şems7)
‘’ve nefs’e yemin olsun’’
Nefs kelimesi de çok önemlidir. Son derece önemlidir. Şimdi biz Allah u Teala’nın verdiği nimet olarak açıklıyoruz burada bir takım şeyleri. Bazıları da bunu övünme gibi algılıyorlar. Bu beni ciddi manada rahatsız ediyor. Sanki burada millete karşı övünüyormuşuz gibi ama eğer bir bilgiye bir başkasından önce ulaşmışsak, bir başkalarını şaşırtıyorsa onu övme olarak algılayabilirler. Bu tabi bizim suçumuz değil. Yani şimdi bu Nefs kelimesi çok önemli bir kelime. O konuya girmeyeceğim ama bu hafta onun uzun uzun tartışmalarını yaptık vakıfta toplantılarda. Bizim vakıfta her gün gerçekten son derece önemli toplantılar yapılıyor. Hamdolsun. Şimdi Nefs, Allah u Teala vücuda ruhu üflüyor. Ruhu üflemeden önce tesviye, yani vücut diğer insanlarla eşit organlara kavuşuyor. Eşit organlara kavuştuktan sonra ruhu üflüyor. Ruhun üflenmesiyle birlikte ruh ta, vücut ta Nefs adını alıyor. Yani artık o ruh o vücuttan başkasında iş görmez hale geliyor. Sadece o vücuda mahsus ruh oluyor. O ruhun adı da Nefs, vücudun adı da Nefs. Tabi buradan başladığınız zaman müthiş açılımlar oluyor. O başka bir fasıl. ‘nefs’e yemin olsun’ diyor Allah u Teala ‘ve onu tesviye edene’. Bu vücut kısmı olan, etten kemikten oluşan nefs. Onu dengeleyen. Eşit hale getiren. Bütün organlarıyla ana rahmindeyken 16. Haftada vücudu tam teşekküllü olarak yaratıyor Allah u Teala.
‘’Fe elhemehâfucûrehâ ve takvâhâ’’(şems8)
O yaratılmasından sonra tadil safhası başlıyor. Yani vücuda ruh üfleniyor. İşte o andan itibaren vücut, fücurunu da takvasını da anlayabilecek duruma geliyor. Yani Cenab ı Hak ona yaptığı işin günah mı sevap mı olduğunu yani hissettirecek hale getiriyor. Dolayısıyla bir kötülük yaptığınız zaman içinizde bu bir sıkıntı olur. İyilik yaptığınız zaman huzur bulursunuz. Ve onu da size üflenen ruhla elde edersiniz. Ondan dolayı kötülük yapan insanlargenellikle beyaz giyerler. Çünkü ruhlarındaki kirlilikleri göstermemek için.
YARDIMCI:
‘’ İsteftinefsek ve leveftâke’l-muftûn’’ diye bir hadis var.
ABDÜLAZİZ BAYINDIR:
‘’İsteftinefsek ve leveftâke’l-muftûn’’
‘’müftüler sana ne kadar fetva verirlerse versinler, sen kendi nefsinden fetva al’’
Yani insan… bir ayet i kerime’de şöyle, bu Kıyame suresinde,
‘’Belilinsânualânefsihîbasîreth.Velevelkâmeâzîreh’’(kıyame14-15)
‘’insan ne kadar özür sayıp dökse bile, kendi nefsine karşı kişinin kendi en sağlam delildir’’
Tıpkı Nasrettin hoca gibi. Hani yolda giderken ayağı takılmış düşmüş ya’ ah ihtiyarlık’ demiş. Sonra sağa sola bakmış bir kimse yok ‘ben senin gençliğini de biliyorum’ demiş. Şimdi başkalarına karşı kendimizi haklı çıkarmak için çeşitli savunma mekanizmalarına gireriz de ne olduğumuzu biz çok iyi biliriz. Çünkü Allah işte kişinin fücurunu da yani günahını da takvasını da ilham eder. Günah işlememiş olan insanlar der ki, benim gönlüm rahat. Ama günahkar insanlar telaşa kapılırlar. Çünkü suçlarını bilirler. Günahkar olanlar günahım yok deme ihtiyacı duyuyorlar. Öyle bir ihtiyaç duyuyorlar. Benim suçum yok ki. Suçlu çocuklarla karşılaşın ben yapmadım ki der. Neyi yapmadın? Şunu. Yani yaptım demek istiyor. Bunun tabi çok örnekleri var. İnsanın işlediği günaha da kişi şahit olur. Yusuf a.s. ile ilgili bir olay var biliyorsunuz Kuran ı Kerim’de. Yusuf suresinin 24. Ayeti. Orada Allah u Teala şöyle şey yapıyor;
‘’ Ve le kadhemmetbihî ve hemmebihâ, levlâ en reâburhânerabbih’’(yusuf24)
‘’kadın yusufla birlikte olmaya kesin kararlıydı’’
Yani ona doğru meyletti.
‘’yusuf ta kadından yararlanacaktı ama’’
Yani Yusuf’un da arzusu vardı kadına karşı ‘eğer rabbinin burhanını görmeseydi’
Burhan ne demek? Delil. Nasıl bir delil? Kesin delil. İtiraz edilemeyecek delil. Alah’ın delili. Şimdi Yusuf a.s. farzımahal o kadınla birlikte olsaydı iki türlü mazereti olurdu bir, günahkar mazereti. ‘ne yapayım bu kadar güzel bir kadın, ben de genç bir adamım, aynı evdeyiz, bana doğru yönelince artık ben hiçbir şey düşünemez hale geldim. Şuursuzca bu fiili işledim. Yarabbi beni şeyden dolayı kendi kontrolümde olmadan yaptığım suçtan dolayı cezalandıracak mısın? ‘ falan diyebilirdi. Sende Kuran’da diyorsun ki,
‘’Lâ yukellifullâhunefsen illâ vus’ahâ’’(bakara286)
‘’allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz’’
Diyorsun. Benim de gücüm yetmedi ne yapayım. Diyebilirdi değil mi?
Ama diyemez çünkü, Allah günah ile yüz yüze gelen kişiyi son anda tekrar uyarır. Bak yanlış iş yapıyorsun. Bu ilham var ya, kişiye ilham eder. ‘yanlış yapıyorsun’ kişi o an bir an duraklar. O suç işleyenleri takip edin. Adam öldürenleri. Şunları bunları. Bir an için duraklar. Orada Allah ona son uyarısını yapıyor. Yarın Allah’ın huzurunda. Diyemez ki ben yarabbi işte heyecana kapıldım. YokCenab ı Hak der ki işte gösterir ‘bak sana bunu bildirdim. Sen de aklını başına aldın. Suçu bilerek yaptın. Heyecana gelerek falan yapmadın. ‘ şimdi bu kesin delil olur mu Cenab ı Hak için. Bizim için olmaz çünkü bizim o durumları bilmeyiz ama o durumları, onun içine ilham eden, onun bütün psikolojisini bilen Aallah u Teala değil mi? Allah için kesin delil olur. İşte Yusuf a.s. evet bir erkek olarak o güzel olan kadına o da arzulu idi. O da istiyordu. Zaten arzu olmasa günahta olmaz. o da arzuluydu kadın da arzuluydu. Ama Cenab ı Hak’ın burhanını gördü. Nedir? Yani Allah u Teala son uyarısını yaptı. Ve vazgeçti. Çünkü yarın Cenab ı Hak’ın huzurunda diyemez ki yarabbi işte heyecana geldim yaptım falan filan. Şimdi bakın takip edin birçok kimse günah işlemek için karar alır. Günah işleyeceği yere kadar gider. O son uyarıdan sonra vaz geçer, gelir. Bazıları da ne pahasına olursa olsun der. Hatta bir cevap verir arada, bir el işareti, bir şey yapar. O, Cenab ı Hak’ın son uyarısına karşı çıkıştır. Ve sonra suçunu işler. Aynı şey sevapta tersine olur. Yapacağınız bir şey iyiyse ona karar verirsiniz. Yaparsınız ya da yapmamanız için bir sürü karşınıza engeller çıkar. O da imtihanın bir parçasıdır.
Şimdi Allah u Teala günahın işlenmesinden önce onun günah olduğunu, sevaptan önce onun iyi bir şey olduğunu kişinin içine ilham eder. Bunu alan o ruhtur. Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur vücut değil. Onun için yani bunu hayvanlarda göremezsiniz. O sadece insanlarda olur.
YARDIMCI:
Yani her suç işleyen, işlemeyi düşünen insanın bu vaziyette bir son ihtar.
ABDÜLAZİZ BAYINDIR:
Tabi her suç işleyene bu ihtar olur. Ama sonra adam işleye işleye artık şey olur. Vücutta yeni bir yapı oluşur. Laçkalaşır. İşte Kuran ı Kerim’de geçen ve mühürleme diye tercüme edilen kısımlar odur. Yani işte biz buna hep sigarayı örnek veriyoruz. İlk sigara içen kişi gözleri yaşarır. Burnundan sular akar. Ne berbat bir şey bu nasıl içiyorlar der. İkincisinde öyle, üçüncüsünden sonra da alışır. Sonra da der ki ya bırakamıyorum bunu. Ama onun pis bir şey olduğunu da sürekli bilir. Her defasında şuurlu olarak suçunu işler. Fakat zevkle yapmaya başlar bu defa. Çünkü kendi yaptığı yanlışlarla kendi vücudunda bir kısım yani bir tabiat oluşturmuştur. Bu kendi suçudur.
‘’Kadefleha men zekkâhâ’’(şems9)
‘’kim ki nefsini tezkiye etmişse o umduğuna kavuşmuştur’’
Herkesin gelecekle ilgili çok güzel planları vardır. Ama o planlara ulaşmak için kendimizi koruma mecburiyetindeyiz. Şimdi ‘zekka’, ‘tezkiye’. Temizleme manası da var, geliştirme manası da var. Nefsini, kendisini geliştiren. Çünkü iyilikler yaptıkça doğru şeyler yaptıkça ufkumuz daha da açılır. Daha da ileriye doğru gidersiniz.
‘’ve kadhabe’’(şems10)
‘’kaybetmiş olur’’
‘’men dessâhâ’’(şems10)
‘’kim de nefsini örterse o da kaybetmiş olur’’
Örtmek neyle örtüyorsunuz? Bak birisi ‘temizliyorsunuz, geliştiriyorsunuz’, öbüründe ‘örtüyorsunuz’. Gözlerinizi yumuyorsunuz. Düşünmüyorsunuz. Duygularınızın etkisi altında kalıyorsunuz. Tabi örtme, günahlarla da örtebilirsiniz, hurafelerle de örtebilirsiniz. Başka şeylerle de örtebilirsiniz. Ve gelişmenizi engellersiniz. Kendiniz eder kendiniz bulursunuz.
‘’kezebetsemudu’’(şems11)
‘’semud kavmi yalana sarıldı’’
Bu Semud kavmi, Nuh a.s.’dan sonra Ad kavmi var. Bunlar peygamberleri Hud a.s.’ı kabul etmiyorlar. Kendi arzularının peşine düşüyorlar. Cezaya çarptırılıyorlar. Onların mümin olanlarının soyundan gelenler Semud kavmini oluşturuyor. Yani Hud a.s. kavmi içerisinde, günahkarlarıCenab ı Hak yok ediyor. Sadece mümin olanlar kurtuluyor. O mümin olanların soyundan gelenlerden de Semud kavmi oluşuyor. Ve bunlar da yoldan çıkıyorlar. Allah u Teala Salih a.s.’ı peygamber olarak gönderiyor. Salih a.s.’a karşı geldikleri için bu defa bunlar da cezalandırılıyorlar. Onun için biz kimiz? Bizim soyumuz, bize şöyle derler, böyle derler lafının hiçbir anlamı yok. Bakın işte Hud a.s.’ın, Nuh a.s.’ın soyundan gelenler ki mesela bazı tarihçiler Semud kavminin Nuh a.s.’ın torununun torununun kavmi olduğunu yani altıncı göbekten kavmi olduğunu bildiriyor. O kadar yakın.
-Biz kimiz biliyor musunuz?
-Kimsiniz?
-Nuh a.s.’ın gemisiyle kurtulan kişilerin soylarındanız.
-Öyle mi?
Peki o’nun soyundan olmayan kimse var mı dünyada?!
-E biz kimiz biliyor musunuz?
-Kimsiniz?
-Hud a.s’a inananların soyundan gelenleriz.
Herkes öyle. Yahu kardeşim yarın Allah u Teala sana anan kim? Baban kim? Sormayacak. Sen kimsin diye soracak. Baban kendi hesabını verecek. Ana kendi hesabını verecek. Sen? O zaman sen kendini kurtarmanın yoluna bak. Herkes kendi hesabını verecektir. ‘bize filanlar derler’. E, desinler. Ne olacak? Bazıları tutuyor işte kendi kavmi için canını feda ediyor. Öldükten sonra sen o kavmin değilsin ki. Bitti. Ne olacak.
Evet. Semud kavmi taşkınlığı sebebiyle yani hak hukuk tanımıyor. Taşkınlık yapıyor. Hukuksuzluk yapıyor. Hukuksuzluğu sebebiyle yalana sarıldı. Çünkü o biliyor ki doğru söylediği zaman tutulacak tarafım yok ki mecburen yalan söyleyeceğim. Herkes bilir bunu. Yalan organizasyonuyla yalancılar iyice birbirlerine kenetlenerek doğru söyleyenleri bastırmaya çalışırlar. Ama hakikat gizlenemeyeceği için doğru söyleyenler dik durursa yalancıların dağılmaktan başkaçareleri yoktur.
‘’İzin baaseeşkâhâ’’(şems12)
‘’onların en şakisi(en hak hukuk tanımayanı, en yaramazı) sıçradı’’
‘’Fe kâlelehumresûlullâhi’’(şems13)
‘’halbuki Allah’ın elçisi(Salih a.s.) onlara şöyle demişti’’
‘’nakatallahi’’(şems13)
‘’allah’ın devesi’’
‘’ve sukyaha’’(şems13)
‘’ve onun su hakkı’’
‘Aman ha! Allah’ın devesine ve onun su hakkına dikkat edin demişti’
‘’fekezzebuhu’’(şems14)
‘’onlar (Salih a.s.’a) dediler ki yalan söylüyorsun’’
Bu Allah’ın devesidir. Allah’ın devesini kesiyoruz demezler. Çünkü herkes Allah’a karşı çok dindar geçinir. Şimdi namaz kılanlara karşı çıkarlarsa Allah’tan korkmuyor musunuz? Derler. Allah’ın emrini yerine getirmiş kızların başını açmaya çalışıyorlar. Siz Allah’tan korkmuyor musunuz? Derler. Dindarlık taslarlar. Öyle yaparlar yani. Niye? Çünkü hiç kimse Allah’a karşı gelmeyi göze alamaz. Allah ile ilişkilerini kendi kafasına göre kurar. Allah’ın istediği gibi değil. Dindarlığı da kimseye vermez. Bir Müslüman Allah rızası için hareket eder. Öyle. Dikkat edin görürsünüz. Öyledir yani. hep o şeyler eşkıyalık yapar. Niye yapıyorsun?Fakir fukaranın hakkını alıyorum der. Kendini makul bir şekilde şey yapabilecek imkanlar arar. Onun için Salih a.s.’a diyorlar ki ’sen yalan söylüyorsun’. E şimdi e tabii kendi yalanlarının ortaya çıkmaması için doğru söyleyene ‘yalan söylüyorsun’ demekten başka şeyleri yok. Çareleri yok.
‘’fe akaruha’’(şems14)
‘’arkasından da o deveyi kestiler’’
Yani bu Allah’ın devesi değil. Sıradan bir deve. Şimdi Allah’ın devesi ne demekmiş onu birazdan ayetten okuyacağız.
‘’fe demdeme aleyhim rabbuhumbizenbihim’’(şems14)
‘’bunların günahları sebebiyle Allah onların üzerine bir tabaka oluşturdu’’
Demek ki bir artık evleri ya da işte bir kum tabakası geldi bunların tamamını örttü gitti.
‘’fe sevvaha’’(şems14)
‘’onları yerle bir etti’’
‘’Ve lâ yehâfuukbâhâ’’(şems15)
‘’Allah böylelerini cezalandırmaktan da korkmaz’’
Peki bunlar gitti yerine ne gelecek Cenab ı Hak’ın bir endişesi yok.
Allah hiçbir şeyden korkmaz. Siz kendiniz korkun. Bu Salih a.s. ile ilgili 26. Surenin 153. Ayetini açalım. Ve böylece dersimizi bitirmiş olalım. Şuara suresi;
‘’Kâlûinnemâenteminelmusahharîn’’(şuara153)
‘’(bu Salih a.s. kavmi ona dediler ki, (walla sen büyülenmişsin ya!) sen büyülenmişsin dediler’’
‘’Mâente illâ beşerunmislunâ’’(şuara154)
‘’(sen kendini ne zannediyorsun) sen de bizim gibi bir insansın işte ( o kadar)’’
‘’fe’tibiâyetin in kunteminessâdikîn’’(şuara154)
‘’Madem peygamberlik iddasındasın bir belge getir hadi’’
(Allah’tan bir belge getir Allah’ın peygamberi olduğuna dair)
‘’Kâlehâzihînâkatun’’(şuara155)
‘’(Salih a.s.) dedi ki bu deve (dişi deve)’’
‘’lehaşirbun’’(şuara155)
‘’onun bir su içme hakkı var’’
‘’ve lekumşirbu yevmin ma’lûm’’(şuara155)
‘’sizin de belli bir gün su içme hakkınız var’’
Yani şu toplumun bütün bir suyunu bir gün bu deve içecek, ertesi gün siz içeceksiniz. Böyle bir deve olur mu? Ertesi gün de bütün halka süt verecek. Bu sıradan bir deve değil, değil mi? Böyle bir deve olmaz. Size mucize buyurun. Hem de her gün yaşayan bir mucize. Salih a.s. devesinin kayadan çıktığını hep kitaplarda okuruz. Biliriz. Bununla ilgili ben şahsen sahih bir rivayet görmedim tarih kitaplarında yazılı, tefsirlerde yazılı ama peygamberimize ait olan sahih bir rivayet, Kuran ı Kerim’e ait olan bir şey ben şahsen bir şey görmedim ama olabilir. Mümkündür. Ama Kuran ı Kerim’de olan şehrin suyunun bir gün devenin içmesi ertesi gün de o halkın içmesi bütün hayvanlarıyla birlikte. Bu apaçık bir mucize. Süt verme işi de Kur’an’da yok ta tefsirlerde var.
‘’Ve lâ temessûhâbisûin’’(şuara156)
‘’sakın buna bir kötülük yapmayın’’
‘’fe ye’huzekumazâbu yevmin azîm’’(şuara156)
‘’o zaman o büyük günün azabı sizi yakalar’’
Yani bu deveye bir şey yaparsanız, bu deve sizin sigortanız. O zaman cezaya çarptırılırsınız.
‘’fe akaruha’’(şuara157)
‘’kestiler’’
‘’fe asbahûnâdimîn’’(şuara157)
‘’sonra pişman da oldular’’
‘’Fe ehazehumulazâb’’(şuara158)
‘’o azap onları yakaladı’’
‘’inne fî zâlike le âyeh’’(şuara158)
‘’bunda bir ibret vardır’’
Ne demek? Şimdi Kuran ı Kerimde peygamber efendimizin belgesi değil mi? O zaman ibret varsa, bundan şunu anlamak zorundayız. Kuran ı Kerim’e karşı öyle soğuk bakmayın. Kur’an’ı biz anlamayız falan demeyin. O deveyi nasıl herkes anlıyordu ise Kur’an’ı da siz kendinize yetecek kadarını anlarsınız. Ters bakarsanız sizi de o azap yakalar. O şekilde olmaz da başka şekilde olur. Sizde böyle işte sefil ve perişan olursunuz. Evet, şimdi bir ara verelim.