Bugün Kuran’ı Kerim’in 61.suresi olan Saff suresini okuyacağız. Ancak ondan önce Hollanda’dan sorulan bir soru, geçen haftaki sohbetle ilgili olarak Hollanda’dan sorulan bir soruya kısa bir cevap verelim. Ondan sonra dersimize devam edelim. Biliyorsunuz daha önceki derslerde ister ehli kitaptan olsun isterse diğer müşriklerden olsun onlarla evlenmenin haram olmadığını ayetlerden ve ilgili hadislerden okumuştuk. Ama Allahu Teala bunları hiçbir şekilde de tavsiye etmiyor. Haram kılmıyor ama tavsiye de etmiyor. Bir köleyle ya da cariyeyle evlenmeyi onlardan çok daha hayırlı görüyor. Yani başlangıçtaki evlenme için de geçerli bu. Bir de çiftler evli iseler onlardan herhangi birisinin din değiştirmesi aradaki nikahı kaldırmaz. Her ne kadar fıkıh kitapları nikah derhal düşer diyorsa da onların bir dayanağı yoktur. Onun olmadığını da bundan önceki iki derste anlatmıştık. Dinlemek isteyenler o dersleri dinlerler.
Yine Nur suresinde yani 24.surenin 2.ayetinde 3. Ayetiymiş. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
(Arapçası) ‘Zina eden bir erkek ancak zina eden bir kadını nikahlar ya da bir müşrik kadını.
Zina etmek büyük günahtır ama adamı kafir yapmaz. Şimdi biliyorsunuz tarihte birçok tartışmalar olmuş, mezhepler arasında tartışmalar olmuş. Biz bu tartışmaların birçoğunun gereksiz olduğunu, Kuran’ı Kerim’in dışında delillere dayanıldığından tartışmaların yapıldığını her defasında anlatmaya çalışıyoruz. O tartışmalardan bir tanesi de büyük günah işleyen kafir olur mu olmaz mı meselesidir. Şimdi Allahu Teala madem şöyle buyuruyor:
(Arapçası) ‘Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun altında kalanı istediği kişi için bağışlar.
Bunun altında kalanlar derken ne olur? Diğer büyük günahlar olur değil mi? Yani şirkin dışındaki ne kadar.. adam öldürmektir, zinadır, faizciliktir, anaya babaya isyandır.. Ne kadar büyük günah varsa hepsi şirkin altında kalan günahlardır. Onun altında kalan günahları istediği kişi için bağışlar. Bağışladığı zaman ne yapacak adamı? Cennete koyacak değil mi? E kafiri cennete sokacak mı? Yok. Bu ne demektir? Şirkin dışında kalan büyük günahları işleyenler kafir olmaz demektir değil mi? Açık değil mi? Bunda tartışılacak bir taraf yok. Bunun bir başka şeyi de şu. Allah şirki bağışlamaz. Peki tevbe etse de bağışlamaz mı? Hz. Ömer ne idi? Müşrikti. Peygamberimizi öldürmeye gidiyordu. Tevbe edince ne oldu? O müşrik Ömer gitti. Yerine Peygamber Efendimize en büyük desteği veren Ömer geldi değil mi? Ömer radiullahı anh geldi. Allah ondan razı olsu dediğimiz bir zat geldi. Tevbe etmek demek suçtan geri dönmek demektir. Suçtan geri dönmek de iman etmek olur. Müşrikin tövbesi imandır. Başka zaten tövbe olmaz. Tövbe ondan vazgeçmek demektir. Vazgeçince ne yapacak? İmana gelecek. İmana gelmezse tövbe etmiş olmaz ki zaten. O zaman ayeti kerime ne olur. Yani tövbede müşriklik de affedileceğine göre demek ki tövbe etmeden bir insan ölürse şirkin dışındaki bütün günahları işlemiş olsa bile Allah onu affedebilir ve cennetine koyabilir. Çünkü Allahu Teala öyle buyuruyor. Öyleyse büyük günah işleyen kimse nasıl olur? Kafir olmaz. O zaman şu ayeti kerimeye bakın:
(Arapçası) Zina eden
Zina büyük günahlardandır. Çünkü Allahu Teala (Arapçası) ‘Zina bir fahişeliktir, çirkinliktir ve kötü bir yoldur’ diyor. Şimdi zina eden kişi zina eden bir kişiyle evlenir. Ya da müşrikle evlenir. Çünkü bir erkeğin bir Müslüman kadınla evlenmesi için namuslu olma şartı vardır. İlgili ayetlerin hepsine bakarsanız. Erkekler için (Arapçası) yani namuslu olacak, öyle suyunu boşa akıtmayacak ve gizli dostlar da edinmeyecek. Kadınlar için de aynı şart. (Arapçası) yani evlenilecek kadınlar namuslu olacak, öyle sularını boşa akıtmayacaklar ve gizli dostlar da edinmeyecekler. Evlenmelerle ilgili ayetlerde bu hep ön şarttır. Peki zinakar olursa öyle olursa (Arapçası) zina etmişse ancak zina eden birisiyle evlenebilir ya da müşrikle evlenir. Zina etmiş bir kadın da onu da zina eden bir erkek ya da bir müşrik nikahlar. Bak kadın-erkek arasında fark yok. Bunlar müminlere haram kılınmıştır. Yani zina eden bir kadınla namuslu bir müminin evlenmesi haramdır. Zina eden bir erkekle namuslu bir kadının evlenmesi haramdır. O zaman kızınıza talip oluyor adam, kendisini çok namuslu gösteriyor. Bir de ortaya çıkıyor ki ahlaksızın tekiymiş. Ne yapacaksınız? Kusura bakma sana kız yoktur diyeceksiniz. Çünkü bunlar onlara haram kılınmıştır diyor Allahu Teala. Peki ebediyen mi? Ondan sonra müstakil bir ayet geliyor. Orayı atlıyorum.
(Arapçası) tövbe edip de durumunu düzeltenler.
Ben tövbe ettim bir daha yapmayacağım. Öyle şey yok. Hele seni şöyle birkaç ay gözlemleyelim bakalım. Düzeldiğini ispatla. Ondan sonra. Öyle lafla tövbe ettim yok. Çünkü yaptığın bir fiil. Uslandığını görmem lazım. Allah gafur… ondan sonra artık evlenebilir.
Şimdi burada peki evlilerden birisi zina ederse durum ne olacak? Bütün bu girişi onun için yaptım. Çünkü bu da soruluyor sürekli. Evli karı-kocadan birisi zina ederse nikah batıl olur mu? Ne diyorsunuz? Tabi siz daha önce duymuşsunuz da onun için olmaz diyorsunuz. Bak diğerleri ses çıkarmıyor. Şimdi 6. Ayette Allahu Teala:
(Arapçası) Eşlerine zina suçu atıyor adam. Kendinden başka da görgü şahidi yok. Ne demek bu? Kendisi eşinin zina ettiğini görmüş. Ama buna rağmen eşi diyor Allah. Buna rağmen eşi diyor. Yani nikahı ortadan kaldırmaz. Hatta eğer internetten kadınların dövülmesiyle ilgili yazımızı okursanız bu durumu çok net bir şekilde bütün delilleriyle görürsünüz. Çünkü kadının dövülmesinin tek yolu Kuran’ı Kerim’de ve Peygamberimizin hadislerinde kadını mahkemeye vermemek ama bu arada problemi aile içinde karı koca arasında halletmektir. Onun dışında dövmenin bir yolu yok. Yani kadını rezil etmiyorsunuz, aileye duyurmuyorsunuz, dışarıya duyurmuyorsunuz, mahkemeye vermiyorsunuz. Problemi aile içinde hallediyorsunuz. O arada da Cenabı Hak erkeğe karısını dövme iznini veriyor. Hiç olmazsa birazcık kendisini rahatlatsın. Yani aile bozulmuyor, devam ediyor. Şimdi işte daha önce okuduğumuz ayetlerde de olduğu gibi karı-kocadan herhangi birisinin kafir olmasıyla aile bozulmaz. Nikah ortadan kalkmaz. Bir de fıkıh kitaplarında şu vardır. İşte karı-kocadan birisi Müslüman olursa diğeri kafir kalırsa mesela gayrimüslimlerden nikah bozulur. Böyle bir şey de asla söz konusu değildir. Bunun delillerini Kuran’ı Kerim’den anlatmıştık. Peygamber Efendimiz (sav)’in kızı Zeynep’in kocası ne idi? Azılı bir müşrikti, sıradan bir müşrik değil. Peygamberimizin azılı düşmanlarından bir tanesi idi. Ama nikahlarını Peygamberimiz geçerli saymıştı. Ta hicretin 7.yılı Müslüman oldu. Zeynep de ilk Müslüman olanlardan. Mekke’nin fethinden sonra Saffan bin Ümeyye kafir, karısı müslümandı. Peygamberimiz bunların arasını ayırmamıştı. Yani Peygamberimize dayandırılan bir şey yok. Ama bizim fıkıh kitapları nasıl olmuşsa olmuş bunu yazıyorlar. Adeta Avrupadaki, Amerikadaki ya da dünyanın değişik yerlerindeki evli çiftlere diyorlar ki oturun oturduğunuz yerde. Sakın Müslüman olmaya kalkmayın. Çünkü Müslüman olmak isterseniz ikiniz birlikte Müslüman olacaksınız. Şöyle bir, iki,üç,, başla. Böyle şey olur mu kardeşim? Müslümanlık bir kimsenin kişisel kararıdır. Toplu bir kararla Müslüman olanlar çıkabilir. Ama o toplulukta da herkes tek tek kararını vermemişse karar vermemiş olanlar Müslüman olmaz. Yani kişisel bir karardır. E kadın Müslüman olmak istiyor, koca olmuyor. E niye ailesi bozulsun? Şimdi bakın mesela Tahrim suresinde 66.sure daha geleceğiz zaten. 562.sayfa. 11.ayet, 10.aytten başlayalım
(Arapçası) Allah kafir eşler için şu örneği veriyor. Nuh (as) gibi bir peygamberin karısı, Lut (as) gibi bir peygamberin karısı.
Bunlar onların karısı. Karı kocalık bitmiş falan değil.
(Arapçası) kullarımızdan iki kulun nikahı altındaydılar. İkisi de Salih yani ikisi de peygamber. Bu ikisi kocalarına hainlik ettiler.
Hainlik şudur. Görüntüde iyi görünüyorsunuz. Alttan alttan işler beceriyorsunuz. Dışarıdan bakınca problem yok. Ama işin iç yüzüne baktığınız zaman alttan alttan işler beceriyor.
(Arapçası) kocalarının peygamber olması bu kadınların Allah’tan yana herhangi bir ihtiyaçlarını karşılamadı.
Yani bunlar kafirliklerinin cezasını gördüler.
(Arapçası) dendi ki girenlerle birlikte siz de ateşe girin. Allah müminler için de şu örneği vermiştir. (yani kendi mümin eşi kafir) Firavun’un karısı.
Firavun işte bildiğimiz firavun. Ama karısı mümin. Birgün şöyle demişti. ‘ya rabbi! Cennette senin katında benim için bir ev yap. Beni firavundan ve onun işlerinden kurtar. Ve beni zalimler topluluğundan kurtar. ‘ demişti.
Şimdi bu şekilde o Hollanda’dan sorulan sorunun cevabı da verilmiş oldu zannediyorum. Tabi kısa geçtik. Çünkü daha önceki derslerde geniş geniş anlatmıştık.
Saff suresine geçiyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Genel tercüme böyle. Ya da bismillahirrahmanirrahim. Şimdi rahman da rahim de ikisi de ‘rahmet’ kökünden. Rahmet, merhamet… hani ana rahmi var ya rahim. İşte o bir merhamet timsali. Çocuğu bütün şeylerden koruyor. Daha küçücük, bütünüyle korumaya muhtaç olan bir çocuğu her türlü kötülüklere karşı koruyor, besliyor ve büyütüyor. İşte bu bir merhamettir. Ya da ikram yerine göre. Şimdi gücü yeten insan için acıma denir değil mi? Yardım et. Acımakla olmuyor ki yani. İstediğin kadar acı dur. Adamın bir ihtiyacını karşılayamıyorsun ki! İhtiyacını karşılama gücü yoksa o zaman da insan olarak tabi acıyacaktır. Şimdi biz insanlar olarak ne yaparsak yapalım herkesin ihtiyacını karşılayamayız. Gücümüz sınırlıdır. Allahu Teala’nın gücü sınırsızdır. Dolayısıyla o acımaz. O ikram eder. Yani onun gereğini yapar. Onun için rahman yalnız Allah’ta olan başka varlıklarda olmayan bir özelliktir. Rahim ise başka varlıklarda da olur. Rahim. Mesela (Arapçası) diye Peygamberimizin özelliğini Kuran’ı Kerim anlatıyor. Müminlere karşı ince yürekli ve merhametlidir, rahimdir diye. Şimdi o zaman rahmana öyle bir mana vermek lazım ki insanlarda olmasın. Onun için biz buraya ‘iyiliği sonsuz’ diye bir mana verdik. Çünkü insanlar dünyada ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar geniş imkanları olursa olsun yapacakları iyilik sonsuz değildir. Bir noktada tükenir. Ama Allah’ın iyiliği sonsuzdur. Her konuda sonsuz iyilik sahibidir. Rahim kelimesine de öyle bir mana verelim ki hem Allah’a hem insanlara uygun olsun. Ona da ikramı bol diye mana verdik. İkramı bol sözü insanlar için de kullanılabilir. Dolayısıyla şu ortaya çıktı. ‘iyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla’
(Arapçası) ‘Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tespih eder.’
Şimdi bugün bir tefsire baktım. Diyor ki insan ve cin kafirleri hariç. Tamam onlar belki şuurlu konularda tespih etmiyorlar. Tespih demek boyun eğmek demek, ibadet etmek demek, hızla emrine koşmak demek. Şimdi siz kafirlere bakmayın. Adam kafirlik eder ama onlar da zaman zaman Allah’a boyun eğerler. Hele bir şeye ihtiyaçları oldu mu onu alıncaya kadar epey yalvarır yakarırlar. Yani kafir de Cenabı Hakkı tespih eder mümin de. Ama mümin tespihinde son derece samimidir. Cenabı Hakka tümüyle bağlıdır. Allah’a kul olma şuuru içerisindedir. Günah işlerse de günahını bilir. Ama kafir öyle değildir. Kafir kuralları kendisi koyar. Allah’ın hakkı Allah’a benim hakkım bana der haşa. Kendisini Allah’la iki ayrı şeye koyar. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi o yaratıcının güzelliğini, gücünü, kudretini ifade eder. Hangi mahluka bakarsanız, hangi mahluku incelerseniz orada sizi hayran bırakan şeylerle karşılaşırsınız. Bu da Cenabı Hakk’ın kusursuzluğunu gösterir. Bu bir tespihtir. Ayrıca tüm varlıklar Allah’a boyun eğer. Allah’a isyan edebilecek iki türlü varlık vardır. İnsanlar ve cinler. Şimdi insanlar ve cinlerin de zorunlu kulluk ettikleri taraflar vardır. Yani adam Allah’a isyan etmek için bile Allah’ın koyduğu kanunlara uymak zorundadır. Yani karnını doyuracak, eğitimini yapacak, kafasını çalıştıracak, bütün imkanları kullanacak, o imkanların hepsini de Allah vermiş olacak. Şimdi zorunlu kulluk konusunda herkes ittifak eder. Gönüllü kulluk konusunda kafilerin ihtilafı vardır. Zaten bizim yapabileceğimiz de odur. İşte orada insanın Allah’a boyun eğip eğmemesi ortaya çıkar.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tespih eder. (Arapçası) Allah aziz ve hakimdir.
Yani Allah güçlüdür. Allah hiçbir şeyi yarım bırakmaz. Biz birçok şeye başlarız. Yarım kalır, yapamayız, edemeyiz. Yetiştiremedim deriz, yapamıyorum deriz falan. Ama Allhu Teala için böyle bir şey söz konusu değildir. Ve hakimdir. Verdiği kararlar yerli yerindedir ve doğrudur. Hakim kelimesini anlamak isterseniz hakim hükümden geliyor. Hakim.. yani hikmet kelimesini kullanırız Türkçe’de daha çok. Hikmet hükümden geliyor. Hüküm nedir? Karar değil mi? Mahkeme hükmünü verdi deriz, kararını verdi. Eğer hakim adil bir kimseyse, adil bir yargılama yapmış, gerçeği de yakalamışsa verdiği hüküm ne olur? Verdiği hüküm hikmet olur işte. Yani her tarafa hakkını vermiş olur. Onun için hakim demek hikmete uygun hüküm veren kişi demektir. Hikmet de doğru karar demektir. Doğru karar… tam uygun, yerli yerinde ve doğru. Şimdi Allahu Teala’nın verdiği her emir hikmete uygundur. Yani doğrudur, yerli yerindedir. Bunun herkes kendi açısından değerlendirmesini yapar. Birisi der ki bu çok doğrudur çünkü şöyle şöyle der. Bir başkası doğrudur, şöyle şöyledir der. Onun için herkes kendine göre birkaç tane hikmetini belirler. Ondan sonra şöyle der. Bunun kim bilir nice hikmetleri var da henüz anlayamadık. Yani Allah’ın verdiği bir kararın doğruluğunun çok değişik yönleri vardır. İşte onları gösteren her bir göstergeye hikmet denir. İnsanlar da hikmetli konuşabilirler. Yani doğru düşünürler, doğru karar verirler.
(Arapçası) ‘Allah hikmetini istediğine ya da istediğine verir. Değişik şekillerde anlaşılabilir. Kime de hikmet verilmişse çok hayırlar verilmiş olur.
Yani doğru kararlar verebilme, olayları iyi bir şekilde anlama. Gerçekleri görüyorsunuz. Olayların arkasındaki gerçekleri görüyor ve doğru bir değerlendirme yapıyorsunuz. Ama insanlar ne kadar akıllı olurlarsa olsunlar en akıllı kişinin de, en hikmetli kişinin de yanlış değerlendirmeleri mutlaka olur. İşte Peygamber (sav)’in bir kısım yanlış değerlendirmeleri Kuran’ı Kerim’de yer alıyor. Yani insan eksiktir. Bu da kişinin sürekli kulluk ihtiyacını ortaya koymuş oluyor.
(Arapçası) Ey iman etmiş olan kişiler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Niçin yerine getiremeyeceğiniz sözler veriyorsunuz? Neden bunu yapıyorsunuz?
Söz vermek kolaydır da yerine getirmek çok zordur. Verdiği sözü yerine getirenlerden kolay kolay söz alamazsınız. Ama yerine getirmek endişesi içinde olmayan insanlar herkese her an istedikleri sözü verebilirler. Bazı kimseler vardır ki çok bol söz verir bolca sözlerinden dönerler. Bunlara kefiril vadu vel hulf demek lazım. Yani çok söz veriyor ve çok da cayıyor. Ama işte Allahu Teala bunu kabul etmiyor. ‘Müminler, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?’
(Arapçası) Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah katında çok büyük bir kızgınlık sebebidir. Çok büyük bir gazap sebebidir. Ağır bir suçtur.
Onun için konuşmalarınıza dikkat edin. Yerine getiremeyeceğiniz bir sözü vermeyin. Çünkü siz verdiğiniz sözle karşı tarafı da bir şekilde harekete geçirmiş oluyorsunuz. Zincirleme birçok insan o yerine getirilmeyen sözden zarar görüyor.
(Arapçası) Allah kendi yolunda savaşanları sever, saf halinde. Sanki kurşun bir bünye gibi.
Yani kurşun hem yumuşaktır hem de son derece dayanıklıdır. Onu kolay kolay delip geçemezsiniz. Kurşun gibi kenetlenmiş bir bünye halinde savaşanları Cenabı Hak sever. Ama şimdi dikkat edin bakalım. Genellikle o birisi nasıl olsa farz_ı kifaye adam yapıyor ya yeter şeklinde değerlendirmeler olur. Bu konuda son derce dikkat etmek zorundayız. Onun için herkes ‘ya hele bir yapsınlar da görelim değil. Ben ne yapabilirim’ demek zorunda. Nasıl olsa oluyor, yürüyor değil. Yürüsün. Bundan sana hiçbir fayda yok ki! Sana fayda senin yaptığındadır. Onun için eğer bir işin doğru olduğuna inanıyorsan o işin içerisinde hem de en önde yer alacaksın. Öyle uzaktan gazel okumakla hiçbir hizmet yürümez. ‘Gönlümüz seninle beraber, destekliyoruz, alkışlıyoruz.’ İyi, güzel ama bir sonuç alınmaz. O sıkıntıları birlikte göğüsleyeceksiniz ki sonuçlar alınsın.
(Arapçası) Bir gün Musa kavmine şöyle demişti: ey kavmim (ki bunlar mümin olmuş insanlar artık. Yani şey değil. Firavun zaten onları dışlamış, tek seçenekleri var işte. Musa (as)’a tabii olmak.) Niye bana eziyet ediyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki ben size gönderilmiş olan bir elçiyim. Allah’ın elçisiyim. Bunu çok iyi bildiğiniz halde bana niye eziyet ediyorsunuz? Onlar kayınca Allah da kalplerini kaydırdı.
Demek ki kayma fiili onlardan geliyor. Allah da o sonucu yaratıyor. Mesela geçen hafta ‘yeşa’ yani ‘meşiet’ ve ‘irade’ fiilleri üzerinde durmuştuk. Kuranı Kerim’de meşiet kelimeleri geçiyor. Yani ‘yeşa’ ‘yehdillahu men yeşa’ şeklinde. ‘yeşa’ kelimesi bir şeyi isteyip var etmek. Yani ‘meşiet’ isteyip var etmek manasına geliyor. ‘irade’ de sadece istemek manasına geliyor. Şimdi siz ‘Ya şimdi benim de arabam olsa, benim de işim olsa’ falan diyebilirsiniz. O isteklerle hiçbir şey olmaz. Avcunuzu açıp dua edin. Şimdi çocuklukta benim kafamı bir şeylerle bozmuşlar demek ki duyduğumuz hikayeler sebebiyle. Kaç gece dua ettim ki sabah kalktığımda hafız olayım. Ama hiç olmadı. Bir tane ayet bile ezberleyememiştim kalktığım zaman. Şimdi falan adam akşam yatmış sabahleyin kalkmış ki hafız… olmadı yani. Ben beceremedim. Şimdi Cenabı Hak bir ayette şöyle buyuruyor.
(Arapçası) Kimi insanlar şöyle der. Ya Rabbi! Bize dünyada ver.
Hatta bu ayet hacılarla alakalı.
(Arapçası) diyor Allah: Ey hacılar! İbadetlerinizi tamamladığınız zaman gene Allah’ı hatırlayın.
Her şey bitmedi. Nasıl olsa hacca da geldik, cenneti de garanti ettik. Bundan sonra bütün istediğimizi yaparız. Öyle şey yok.
(Arapçası) 200.ayetmiş. Bakara suresi 200. Babalarınızı hatırladığınız gibi.
Hac dönüşü insanlar böyle hep aileleri hatırlarlar, eşlerini-dostlarını hatırlarlar. Eski Araplar da hac işlerini bitirdikleri zaman başlarmış kendi atalarından bahsetmeye. Benim babam şöyleydi, yok benim babam böyleydi diye.
Onları hatırladığınız gibi Allah’ı hatırlayın. Ya da daha güçlü bir şekilde hatırlayın. Kimi insanlar Allah’a dua eder.
Hac’da Arafat’ta bile ortaya çıkar. ‘Oğluma iyi bir araba, bana iyi bir ev. Orada ev yapanları falan görürsünüz. Sanki neymiş falan. Hep dünyalık
(Arapçası) Onun ahretten herhangi bir payı yok.
Madem ahretten bir şey istemiyor. Oradan alacağı yok. Bir kere onu kaybetti. Onlardan bazısı da şöyle der.
(Arapçası) Ya Rabbi bize bu dünyada bir güzellik ver. Ahrette de güzellik ver. Bizi o ateşin azabından koru.
Tamam. Birisi dünyalık istedi. Birisi hem dünyalık hem ahreti istedi. Biz namazlarımızda bu duayı yaparız biliyorsunuz. Peki alacakları ne? ne alacaklar? Sırf dünyalık isteyen bir kere ahreti kaybetti, tamam. Ama hem dünya hem ahreti isteyen ne alacak? Ya da sadece dünyalık isteyen ne alacak?
(Arapçası) Bunların her birinin payına düşen kazandığından bir parçadır.
Öyle istemekle olmaz. Tamam iste. Ama çalışmadan hiçbir şey elde edemezsin. Çalışacaksın. İste, ondan sonra çalış, bak işte Cenabı Hak o zaman, sebebine sarıldığın zaman Cenabı Hak senin önünü açar ve sabırla tabii yapacaksın. Çünkü hemen vermez. Sabırla çalışırsan Allahu Teala… Kazancından bir pay alır.
(Arapçası) Allah hesabı çabuk görür.
Tabii ayrıca ilave de yapar. Başka ayetlerde var o. O başka ayet dediğim İsra suresi 17 galiba.
(Arapçası) Dünyalık isteyene de ahreti isteyene de ilavede bulunuruz Rabbinin ikramından.
(Arapçası) Rabbinin ikramını kimse de engelleyemez. Engellenebilecek bir şey değildir.
Şimdi diyor ki yani burada ‘isteyeceksin, çalışacaksın, verecek.’ Çalışmıyorsun, yamukluk yapıyorsun. O zaman Allah da senin yamukluğunu onaylar. Onun için ‘yehdillahu men yeşa’ ‘isteyeni Allah yola getirir. İstediğini değil. Çünkü Allah’ın meşiyeti hidayete taalluk etmez. Sen isteyeceksin Allah da yaratacak. ‘ve yudillu men yeşa’ ‘isteyeni de saptırır. Sen isteyeceksin Allah da saptıracak. Onun için burada ne diyor?
(Arapçası) ne zaman bunlar yamuldular. Allah da onların kalplerini yamulttu. Hak etti.
Mesela Kuran’ı Kerim’de görürsünüz
(Arapçası) Allah onların kalpleri üzerinde bir tabiat oluşturdu.
Yani birtakım yeni alışkanlıklar. Buna hep sigarayı örnek veriyorum akılda kaldığı için. İlk sigarayı içenin ağzı, burnu bir acayip olur. Gözlerinden yaşlar gelir. Bu çok pis, bunu kim ağzına alır, içilir mi falan der. İkincisini de aynı şekilde içer. Üçüncüsünde artık hoşlanmaya başlar. Ondan sonra da bakarsınız ki ‘Ya bırakamıyorum bu mereti’ der. Şurada bir arkadaş sigarayı bırakırsanız memnun olurum diye göğsüne yazmış. Yani bir alışkanlık meydana getirir. Bütün günahlar öyledir. Hangi günahı işlerseniz işleyin ilk işlediğiniz zaman nefret edersiniz. Kendi kendinize utanırsınız. İçiniz rahatsız olur. İkincisinde de öyle. Ondan sonra yavaş yavaş alışmaya, bir müddet sonra da o günahtan zevk almaya başlarsınız. Çünkü yeni bir yapı oluşmuştur. (Arapçası) odur. Sen istedin ben de verdim. Sen yamuldun, ben de senin kalbini yamulttum. Öyle şey yok. Sen kendin gayret göstereceksin. Öyle hiç kimse bedavadan ne cennete gider, ne cehenneme. Yok efendim ölene kadar cennet ameli işleyecekmiş de ölmeye yakın bir zamanda hemen cehennem ameli işleyecekmiş de cehenneme gidecekmiş. Şimdi bunu bir hadisi şerife şey yapıyorlar. Kardeşim, hadis hayata aykırı olur mu?
(Arapçası) ‘Rabbim Allah’tır diyen, sonra da doğru davrananlar. Melekler onların üzerine böyle iner de iner. ‘Korkmayın, üzülmeyin. Size söz verilen cennetle sevinin.’ Diyecekler.
Yani öyle bir şey ortaya konuyor ki… Allah dilediğini yola getirir dilediğini saptırır. Allah dilediğine bol verir, dilediğine kıt verir. Ondan sonra ömür boyu hayırlı ameller işler ömrünün sonunda onun kaderi öne geçer, bir cehennem ameli işler doğrudan cehenneme. Öbürü de ömrünün sonuna kadar cehennem ameli işler. Sonunda iyi bir şey işler doğru cennete. E kardeşim o zaman daha ne çalışmamın bir anlamı var, ne ibadet yapmanın bir anlamı var, ne doğru dürüst olmanın… Ne olacaksa olacak. Tam bir kadercilik işte. Şimdi bak ayetleri görüyor musunuz? Ayetten uzak din anlayışı bizi nereye sürüklüyor. Ayetler ışığında bir din anlayışı bize nasıl bir dinamizm veriyor. Onu görmemiz lazım.
(Arapçası) Allah fasıklar topluluğunu yola getirmez.
Şimdi mesela, bunu sık sık tekrarlıyoruz kafalara iyice yerleşsin. Az önceki olayla ilgili olarak ‘yehdillahu men yeşa’ ve ‘yudillu men yeşa’. Buna açın bütün mealleri bir tanesi hariç hepsi şöyle diyor. ‘Allah istediğini yola getirir, istediğini saptırır.’ Peki Allah kimi yola getirmez? Bak burada ne diyor: ‘Allah fasıklar topluluğunu yola getirmez.’ Diyor. O zaman fasıklar kaybetti. Yani fasık kim? Yoldan çıkmış. Yoldan çıkmışları yola getirmezse kimi getirecek? Kimi getirecek? Hani Allah istediğini yola getirir diye mana veriyorlar ya ayete, isteyeni diyeceksin, istediğini değil. Şimdi burada ne diyor? Allah yoldan çıkmışları yola getirmez. E öbürleri zaten yolda. Öyle değil mi? E kimi getirecek? Mesela bir ayette de
(Arapçası) Allah kafirleri yola getirmez.
Peki kimi getirecek? Ondan sonra ‘Allah zalimleri yola getirmez’ diye ayet var. Kimi getirecek? Okuyan adam şaşırıyor. Onun için yanlış manalar veriliyor ayetlere. Bunların hepsi geçen hafta anlatmıştım ya o eski, yanlış yöneticilerin kendi yanlışlarını dine mal etmek için yaptıkları baskı sonucu oluşmuş, arkasından gelenler de babam böyle diyor diye tekrarlayıp gelmişler bugüne kadar. Allah dileyeni yola getirir,dediğiniz zaman tam oturur. Fasık adam yoldan çıkmış, gelmek istemiyor ki… O zaman Allah da zorla yola getirmez değil mi? Kafir adam, yoldan çıkmış, istemiyor ki… Ondan sonra ne diyor:
(Arapçası) Kim yola gelmek isterse onu yola getirir.
Mesela bir adam kuyuya düşmüş. Sen çıkarmak istiyorsun. ‘Elini verir misin?’ diyorsun. Sana bir hakaret, bir küfür.. Sen bilirsin kardeşim. Çeker gidersin değil mi? Ama bir başkası. ‘Abi ne olursun şu elimi tutar mısın?’ ‘ hay hay kardeşim. Yetişemiyorum dur sana bir merdiven getireyim.’ Dersin. Çıkarırsın. Kendi gelmek istemeyen adamı kurtarmaya çalışırsan o seni hızla kuyuya çeker, seni de düşürür. İşte Allahu Teala öyle diyor. Sen yola gelmek isteyeceksin ki Allah yola getirsin.
Şimdi insanların kişiliğini öldürüyorsunuz. Kişiliği sıfır. Oluyor eşya. Ondan sonra da diyorsunuz ki ‘İslam akla çok büyük önem verir.’ Hiç şüphesiz önem verir de bu ne lahana turşusu bu ne perhiz. O zaman burada bir yanlışlık var değil mi? Yanlışlık Allah’ın kitabında olmayacağına göre o yanlışlık bizde olur.
Şimdi bundan sonraki derste.. Ben bunu biraz uzattım ki çaydan sonrasına kalsın. Burada şu ayeti kerime var. Kısaca okuyayım.
‘ Bir gün Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim. Benim önümde bulunan Tevrat’ı tasdik eden ve benden sonra gelecek olan adı Ahmed olan bir peygamberi de müjdeleyen bir elçiyim.’
Bu ayeti kerimeyi işte burada İncil’i de getirdim. İncilden, bugünkü İncil. Aslı falan değil. Bugünkü İncil… Bu İncil’den Peygamber Efendimiz’e inanmalarına dair ifadeleri okuyacağım size. Şu İncil’den yani. Başkası değil. Yani onların bedava dağıttıkları. Sokaklarda dağıttıkları. Özel olarak değil, seçilmiş bir şey değil yani. Gene onların dağıttıkları kitabı mukaddesten, Tevrat’tan Yahudilerin de Peygamberimize inanmaları gerektiğine dair ifadeleri okuyacağım.
Çaydan sonra…
Euzubillahimineşşeytanirracim, bismillahirrahmanirrahim
Dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. Burada Saff suresinin 6.ayetindeyiz. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
(Arapçası) ‘Bir gün Meryem’in oğlu İsa şöyle demişti. ‘Ey İsrailoğulları! Ben size gönderilmiş bir elçiyim. Allah’ın elçisi… Benim önümde bulunan Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderilmiş bir elçiyim.
Onun için Tevrat’ı İsa (as) tasdik etmiş ve Tevrat’ı değiştirmemiştir. Tevrat’taki sadece bazı haramları helal kılmıştır. Bu sebeple bugünkü Hristiyanlar İncille Tevratı birleştirir, Kitab-ı Mukaddes adıyla neşrederler. Çünkü her ikisinden de sorumludurlar. İşte bu onların basıp dağıttıkları Kitabı-ı Mukaddes… Tevrat’ı ve İncil’i birleştirerek basıyorlar. Çünkü ikisinden de sorumlu durumdadırlar. Ama Yahudiler İncil’i kabul etmedikleri için onlar sadece Tevrat’ı esas alırlar, Tevrat’ı basarlar. Onların baskılarında İncil yoktur. Ali İmran suresinin 50.ayetini, yani 3.surenin 50.ayetini bir açabilirsek 57. Sayfada. Hatta 49’dan başlayalım.
(Arapçası)İsa (as) İsrailoğullarına elçi olarak gönderilmiştir. Size Rabbinizden bir belgeyle geldi.
Yani ben elçi olarak geldim ama elçi olduğumun da belgesi var. Ben Allah’ın elçisi olduğumu size ispatlayacağım. Çünkü hani herkes çıkar, ‘ben Allah’ın elçisiyim’ der. Size birkaç kez anlatmıştım. Burada yeni arkadaşlarımız var. Onlar da duymuş olsunlar. Bir gün İstanbul müftülüğünde oturuyoruz. Ki ben İstanbul Müftülüğündeyken bize her hafta bir Peygamber gelirdi. Evet… Şaka değil yani… Bazıları da kitaplarıyla beraber gelirlerdi. Bir kitap yazmışlar. Allah bana bu kitabı verdi diye gelirdi. Geliyor işte. Niye geldiklerini şimdi anlatacağım sana. Şimdi bir gün geldi bir tanesi. Allah rahmet eylesin Timurtaş Uçar, Ahmet Vanlıoğlu, ben… Üçümüz de İstanbul müftü yardımcısıyız. Timurtaş Uçar’ın geldi masasına oturdu. Timurtaş Uçar o ara kalkmış, Ahmet Vanlıoğlu’nun yanındaki sandalyede oturuyordu. hemen geldi Timurtaş hocanın masasına şöyle kuruldu. İri yarı da bir adam. Böyle 60 yaşlarında falan. Benim odam başka yerdeydi. Ben de onların yanına gelmiştim o sıra. ‘Beyler! Ben Peygamberim.’ Şimdi Ahmet Vanlıoğlu bu konularda çok ustadır. ‘Aa! Öyle mi, çok memnun oldum, hoş geldiniz, nasılsınız?’ falan ‘Teşekkür ederim’ dedi. ‘Bu millet çok sapıtmış’ dedi. ‘Herkes oldan çıkmış, başlarına bir felaketin geleceğinden korkuyorum. Hiç kimse benim Peygamberliğime inanmıyor.’ ‘Eee, ne yapalım? Çaresi ne?’ dedi ki: ‘Bir basın toplantısı düzenleyin. Bana bir belge verin ve Peygamberliğimi ilan edin. Herkes kabul etsin. Kimse inanmıyor.’ Dedi. Ahmet Vanlıoğlu dedi ki ‘affedersiniz, siz kimin peygamberisiniz.’dedi. ‘Allah’ın peygamberiyim.’ ‘Haa, dedi. Burada bir yanlışlık var. Biz bizim görevlendirdiklerimize belge veriyoruz. Allah’ın görevlendirdiğine belge verme yetkimiz yok.’dedi. ‘Sen git onu ondan al.’dedi. Adamın o sıra aklı başına geldi. Bakırköy’den kaçmış meğer. ‘Doğru diyorsunuz ya.’dedi. ‘Gerçekten öyle yapmam lazım.’dedi, kalktı, gitti. E şimdi her ben peygamberim diye çıkan adama kim inanır? Peygambersen ispatla kardeşim değil mi? Onun için bütün peygamberler öyledir. İspat belgesiyle beraber gelirler. İşte İsa (as) da demiş ki bak ‘Ben de size belgemi getirdim.’ O öyle bir belge olması lazım ki taklit edilememesi lazım. Hiçbir insanın taklit edemeyeceği şeye de mucize denir. Aciz kalıyordur. Olmuyor olmuyor, bir türlü yapamıyoruz falan. İşte Kuran’ı Kerim’de Peygamberimizin belgesidir. Onun için Allhu Teala diyor ya (Arapçası) Bu Bakara suresinin 3. Sayfasının sonlarında. ‘De ki eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğundan şüpheniz varsa onun bir suresini yapın, getirin. Eğer haklıysanız yaparsınız.
Yani bunu Muhammed yazmışsa siz daha güzelini yazarsınız. Çünkü insanları biz biliyoruz. Biri bir şey yapıyor. Öbürü ondan güzelini yapıyor. Biz güzelinden vazgeçtik. Dengini getirin. Hatta sadece siz değil, bütün insanları-bütün uzmanları da toplayın.
(Arapçası) Bunu yapamazsanız. Ki asla yapamayacaksınız. O zaman anlayacaksınız ki bunu getiren Allah’ın peygamberidir. Yani belgesi olacak onun.’ O zaman yakıtı insanlar ve taş olan ateşe karşı kendinizi koruma altına alın. O kafirler için hazırlanmıştır.’
Şimdi İsa (as) da ‘Ben Allah’ın peygamberiyim’ diyor ama belgem var diyor. Bu adam gibi ‘Bana belge verin’ demiyor. ‘Belgem var’ diyor. ‘Rabbiniz tarafından bir belge getirdim.’
(Arapçası) ‘Ben yaratırım.’ Şimdi bizim Müslümanlar arasında yaratma kelimesi müebbet hapse mahkum edilmiştir. Bir adam yaratma kelimesini kullandı mı hapı yuttu. Öyle değil mi? Müebbet hapse mahkum edilir. E bu Hz. İsa (as) ve okuduğumuz Allah’ın ayeti. Ne diyor İsa (as) ‘İnni ahluku’ ‘Halak’, ‘Halk’, ‘Yaratma’. ‘İnni ahluku’ ‘Ben yaratırım.’ Diyor. Değil mi? ‘mined tıyni’ çamurdan. Bir kuş şekli gibi. Yani çamuru alırım bir kuş heykelciği yaratırım diyor. Aman efendim yaratmak yalnız Allah’a mahsustur. Zamanında Mutezile ile Ehli sünnet arasında bir tartışma olmuş. Ehli sünnet Mutezile’yi bu kelimeden dolayı mahkum etmiş. o mahkumiyet hala devam ediyor.
Allahu Teala’nın birtakım sıfatları vardır. Bir zati sıfatları deriz. Hiçbir mahlukta olmaz. Yalnız Allah’ta olur. Bir de subuti sıfatlar deriz ki mahluklarda da olur. Ama Allah’ta olduğu şekli başkadır. Mahluklarda olduğu şekli başkadır. Mahluklarda olan sıfatları… Mesela hayat. Nedir? Allah’ın diri olması, canlı olmasıdır. Peki bir adam ben de canlıyım dediği zaman kimsenin sesi çıkıyor mu? İlim Allah’ın bilgili olmasıdır. Ben de bilirim diyen adama ‘vay sen kafir oldun.’ Deniyor mu? Ve hiçbir zaman ben canlıyım diyen adam kendi canlılığını Allah’ın canlılığıyla kıyas eder mi? Böyle bir insan var mı? Yani Allah sürekli haydır, hiçbir zaman ölmez ama insanlar ölür. Ondan sonra Allah semidir. Yani işitir. Ben de işitirim diyebiliyoruz değil mi? Basirdir görür. ben de görüyorum diyebiliyoruz. Allah muhiddir irade eder. Yani birtakım iradeleri vardır, istekleri vardır. Tamam biz de irade ederiz diyebiliyoruz. Kelam. Cenabı Hak konuşur, ben de konuşurum diyoruz. Buraya kadar hiçbir problem yok. Kimseden bir şey çıkmaz. Hangi sıfatı saymadım. Yaratma sıfatını. Bu 8 taneden 7 sini söylersin kimsenin sesi çıkmaz. Sekizinciyi ‘Ben de yaratırım’ dedin mi kıyamet kopar. Aynı kategoride. Elbette ki Allah’ın yaratmasıyla insanın yaratması, nasıl Allah’ın görmesiyle insanın görmesi, Allah’ın bilmesiyle insanın bilmesi, Allah’ın canlılığıyla insanın canlılığı nasıl mukayese edilemez şeyse yaratma da aynı şekildedir. Mesela ‘fetebarekkallhu ahseni halikin.’ Yaratanların en güzeli, yaratılanların değil. Allah haşa yaratılmış falan değil. Yaratanlar olacak ki en güzeli Cenabı Hak olsun değil mi? O zaman zamanında kavga etmişlerse etmişler bana ne yani. Ben de mecbur muyum? Birisi bir adamla küstü mü ister ki bütün dünya küssün. Bana ne kardeşim sen küsmüşsün. Onlar ahrette halletsinler anlaşmazlıklarını bizi hiç ilgilendirmez. Geçende bir arkadaş dersten çıkarken sordu bana bu kelimeyi de. Benim de aklımdaydı. İşte şimdi aklıma geldi. Ahluku kelimesi işte bakın. Ama acaba meallere nasıl geçmiş ona bir bakayım. 49 değil mi? ‘Kuş biçimi gibi bir yaratık yaparım.’ E tabii ne yapsın bu meali yapan da hışma uğrayacağından korkmuş. Başka mealler var mı? Yaratırım diye yazan var mı? Yaparım. Yaratırım diye yazan yok. Ama ‘ahluku’ ne demek Arapça bilenler? Yaratırım demek. Şimdi mesela siz tabiatta hiç bardak gördünüz mü? Var mı böyle bir bardak? İnsanın görme olayı da öyledir, ilim olayı da öyledir. Cenabı Hakkın ilmi kendindendir. Bir başkasına ihtiyacı yoktur. Bizim ilmimiz öğrenmekle olur değil mi? 8 tane kelimeden 7 sindeki sözler sizin bu yaratmayla ilgili söylediğiniz sözlerin aynısıdır. Yani belki ufak tefek sadece şekil değişikliği olur. Tabii ki Cenabı Hakkın yaratması yoktan var etmedir. Hiç şüphesiz. Ama ben yaratırım diyen hiç kimse ben yoktan var ederim diyemez ki. Var olana yeni bir şekil verdim der. İşte İsa (as) da çamurdan, çamur var, kuş şekli gibi yaratırım diyor. Çamur vardır ama tabiatta çamurdan bir kuş şekli yoktur.onu insan yapar değil mi? Şimdi tabiatta bu camın ham maddesi olan çakılların içerisinde cam var. Siz onu eritirsiniz. Bir kalıp yaparsınız. Bardak gibi dökersiniz. Tabiatta hiçbir yerde bardak yoktur. Hiçbir yerde mikrofon bulamazsınız. Şimdi ben çocukken bizim evin bahçesine ekmek ekmiştim, ekmek kırıntılarını. Hiç de bitmemişti. Meğer onun için fırın lazımmış. Şimdi fırına gidip ekmek alıyordum. Pişen yeri görmediğim için ‘Allah Allah bunlar nerede üretiyor’ diye çok merak ediyordum. Sonra parçalarını kopardım, kopardım. Bahçeye ektim. Baktım ki bitmedi. Sonra öğrendim ki onun oluş şekli farklıymış. E şimdi tabiatta ekmek de yok tabii. Ekmek de yok. Bunlar hep insan yapımı. İşte bunlara halaka kelimesi kullanılır. ‘bedius semavati vel ard’ yani o harika bir şekilde yaratmış oluyor Allahu Teala. Cenabı Hakkın yarattığını hiçbir insan yapamaz elbette. Ama Allah yaratanlar kelimesini kullanıyor. Onun en güzeli diyor. Değil mi? Ama ilahların en büyüğüdür diye bir ifade var mı Kuranı Kerim’de. Var mı? Çünkü ilah yok Allah’tan başka. Ama yaratanların en güzeli diye ayet olduğuna göre ne olur? Demek ki başka yaratanlar da var. Mesela ‘ahkamul hakimin’ de var. Hükmedenlerin en sağlam hükmedeni. Başka hükmedenler de var. Yani şimdi birilerinin şeyine gelmeyin. Bir de bu ‘tanrı’ kelimesi mahkum edilmiştir. Yani bunları kim mahkum etmiş bilmiyoruz da kararları ne zaman vermişler. Arapça’daki ilah kelimesinin Türkçe’deki birebir karşılığı, ne bir eksik ne bir fazla. Tanrıdır. Allah’tan başka ilah yoktur demek neyse Allah’tan başka tanrı yoktur da odur. Allah’a yalvardığınız zaman ilahi diyorsunuz. Ey benim ilahım diyorsunuz. Bu ne kadar tabii ise ey benim tanrım demeniz de o derece tabidir. Şimdi çıkıp diyorlar ki efendim gök tanrısı, yer tanrısı var. Hoppala… O nerden çıktı? Gök tanrısı, yer tanrısı yok. Bir tane tanrı var. Şimdi sen öyle tanrılar var. Allah’a da mı tanrı diyelim diyorsun. Sen bunları tanrı mı kabul ediyorsun. O zaman bu şirk. Allah’tan başka sizin tanrı dediklerinizin hiçbirisi tanrı değil. Bir tek tanrı var. O da Allahu Teala. Tanrı diyen olduğu zaman da ‘bak hele’ falan derler. Hiç bakmayın. Adam normal konuşuyor. Sadece sen kendine bir bak hele. Bilgin eksik.
(bir bayan soru soruyor ama anlaşılmıyor ne sorduğu) Bu Kuranı Kerim indiği zaman Araplar da ilah diyorlardır o şeylere. Bugünde ilah demiyorlar mı putlara, bilmem ne ilahı demiyorlar mı? Peki o zaman Allah’a ilahım demiyor muyuz?
Bak şimdi yanlış. Onun için ‘la İlahe İllallah’ dediğimiz zaman ilah denen her şeyi biz reddetmek zorundayız. Öyle bir şey yok. Allah’tan başka ilah yok. O ilah dediğiniz hepsi yalan ve uydurma. Öyle şey yok demiş oluyoruz. Öyle kullanıyorlar ama bu yok, yanlış. İşte aynı şey tanrı için de söz konusu. İşte falan tanrısı, filan tanrısı diyorlar. Diyorlar yer tanrısı, gök tanrısı, bereket tanrısı, aşk tanrısı falan… Ama böyle bir şey yok. Allah’tan başka tanrı yok dediğimiz zaman bu mitolojideki inançların hepsini de reddetmiş oluyoruz. Anlatabildim mi? Tamamını reddetmiş oluyoruz. Aksi takdirde bu tanrıların varlığını kabul etmiş oluruz ki bu şirk olur.
Yanlış yanlıştır. Toplumda yerleşti diyerek vazgeçmeyelim dersek bizim bu mücadeleden vazgeçmemiz lazım. Bir sürü yanlışları burada ortaya koyuyoruz. O zaman Kuranı Kerim’in bu ayetlerini de çıkaralım öyleyse değil mi? Şimdi sen Arapça bilen bir adamsın. ‘ahluku’nun manası nedir? İsmail doktora öğrencimizdir onun için Arapça’yı gayet iyi bilir. Ahluku yaratmak. ‘ahsenul halıkın’ o. Bunu gizlemekle ne elde edeceğiz?
(Arapçası) Şimdi bakın buraya kadar bi iznillah yok. ‘diyo ki ben diyor çamurdan bir kuş heykeli yaratırım. Sonra ona üflerim.’ Bu kendi fiili.üflemek de kendi fiili. Ondan sonra ‘Allah’ın izniyle kuş olur.’ Bunu İsa (as) yapamaz. Ona can verme, uçurma onun işi değil. O kadarını her insan yapar. Alırsınız bir çamurdan kuş heykeli yapar, üff diye üflersiniz. Ama hiçbir şey olmaz. İşte Allah’ın izniyle kuş olur. Onun kuş olmasını teknolojiyi ne kadar geliştirirseniz geliştirin hiçbir insan yapamaz. O zaman ne olur bu? İsa(as)’ın belgesi olur. Yani mucize olur.
(Arapçası) Anadan doğma körü iyileştiririm. Alaca hastalığını iyileştiririm.
Zannedersem bu ikisi de bugün tedavi edilemeyen hastalıklardan.
(Arapçası) mesela buraya kadarında bi iznillah yok. Orası çok önemli demek ki ‘…’ ve’….’ Bu iki hastalığın tedavisi olabilir. Anadan doğma körün de tedavisi olabilir. Efendim alaca hastalığının da olabilir demektir. Çünkü onun arkasında bi iznillah yok.
Ölüleri diriltirim Allah’ın izniyle. Ölülerin diriltilme olayının imkanı yoktur. O zaman bu da İsa (as)’ın peygamberliğinin belgesi olur. Mucize olur.
(Arapçası) Ne yediğinizi, ne biriktirdiğinizi size haber veririm.
Gaybı Allah’tan başkası bilmez. Allah bildirdiği için bunun peygamber olduğunun belgesi olur.
(Arapçası) Evlerde ne biriktirdiğinizi. İnanacaksanız bu sizin için gerçek bir belgedir.
İşte benim peygamberliğimin belgesidir. İnanacaksınız inanırsınız. İnanmayacaksak zaten ne yaparsak yapalım inanmayacaksınız.
(Arapçası) ben size elçi olarak geldim ve tasdik edicilerdenim. Benden önceki Tevrat’ı tasdik edici olarak geldim. Size haram kılınmış bazı şeyleri size helal kılayım diye geldim.
Haram kılınanlar ne idi? Yahya o konuda master yapıyor daha iyi bilir. Nelerdi Yahya? Tırnaklı hayvanlar, iç yağları.. birtakım şeyler cumartesi yasağını çiğnedikleri için Yahudiler. Cenabı Hak bir kısım helal olan şeyleri onlara haram kılmıştı. İsa (as) da geldi onları helal kıldı. Zaten şey orada koptu. İsa (as) yüklerini hafifletiyor. Yahudilerin yüklerini hafifletiyor ama havraya müthiş bir darbe vuruyor. Şimdi havra diyor ki ‘Bu iç yağları haram. Yiyemezsiniz. O zaman bize getirin diyorlar. Havraya götürüyorlar. Onlar da güzel bir şekilde bunları mum yapıp satıyorlar. Bizim Süleymaniye Camiisinin mesela ön tarafta görürsünüz. Böyle sütun gibi mumlar vardır. Yani o zamanın enerjisine hakim olmuş oluyor havra. Çok ciddi bir para kazanıyor. İsa (as) bu yağları yiyebilirsiniz dedikten sonra daha kimse, kim götürür havraya bunu? Ne oluyor? Müthiş bir zarar. Onun için İsa (as)’ı öldürmek için harekete geçenler Beyt-i Maktis’in imamlarıdır. Onlar zarar ediyor. Vatandaşın bir zararı yok ki. Ama vatandaşı da harekete geçirebiliyorlar. Yani İsa (as)’ın yaptığı sadece böyle küçücük şeyler. İyileştirmelerdir. Başka hiçbir şey yok. İşte bakın. Onun için bugün Kitabı Mukaddes diye bunu inanıyorlar bu ikisine de. Gerçi inanmıyorlar aslında da inandıklarını söylüyorlar.
Ben geçen hafta size burada anlatmıştım. Almanya’dan Lutheryan bir papaz profesör gelmişti. Vakfımızda üç saat kadar karşılıklı konuşmalar yaptık. Sonuna doğru ben ona şunu sordum, dedim ki: ‘bu kadar konuşmalarınızdan.’ Tabii arkadaşlarımızın hepsi hazır. Öyle sorular soruyorlar ki her birisini dinlediği zaman ‘bu çok derin’ diyor. Sonunda dedim ki: ‘Buraya kadar anlattıklarınızdan şu ortaya çıktı. İncil bir vadide bugünkü kilise de bir başka vadide.’ ‘Evet, öyledir’ dedi. Yani bugünkü Hristiyanlar İncil’i ve Tevrat’ı uygulamıyorlar. Ama öylesine diyorlar. Adam da şöyle dedi. ‘siz de öyle yapmıyor musunuz yani. Şimdi Kuranı Kerim’le sizin ilişkiniz farklı mı?’ dedi adam. Aynen öyle söyledi. İşte düyor ki:
(Arapçası) ‘Ben size Rabbinizden bir mucizeyle geldim. Allah’tan korkun ve bana boyun eğin.’ Diyor.
İsa (as) böyle geliyor ve İsa (As) diyor ki :
(Arapçası) Ben bir müjdeci olarak geldim. Benden sonra gelecek bir resulu müjdeciyim. Adı Ahmet olan bir resul.
Ahmet…. Onu müjdeleyici olarak geldim diyor. Ama Ahmet İncil’dedir demiyor. Dikkat edin buraya. Ya da Tevrat’ta Ahmet adı vardır demiyor. Ben müjdeliyorum diyor. Çünkü Kuranı Kerim’e göre Tevrat ve İncil Allah’ın indirdiği kitaptır. Ben müjdeliyorum diyor.
Şimdi şu İncil görüyorsunuz. Bizim arkadaşlar sokakta dağıtılırken alıp getirmişler yani. Bizim özel olarak seçtiğimiz bir şey değil. Yeni yaşam yayınları diye. 2002 yılında basılmış.
Şimdi Yuhanna’da 16. Bölüm 7. Artık ne diyeceğiz ayet mi diyeceğiz, pasaj mı diyeceğiz ne diyeceksek. 7.yazı,7.cümle diyelim en sağlamı o. Bakın buradan okuyorum. ‘Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem yardımcı size gelmez.’ Burada yardımcı diyor. Faraklit… yani bu Ahmet manasına da gelen bir kelime Yunanca’da. ‘Gitmezsem yardımcı size gelmez.’ Tesellici de deniyor. Bu tercüme edildiği için. Burada öyle diyor. ‘Ama gidersem onu size gönderirim. O gelince günah, doğruluk ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir. Günah konusunda çünkü bana iman etmezler.’
Şimdi İsa (as)’a bugün Hristiyanlar inandıklarını söylüyor. Bu İsa (as)’ın istediği bir inanç mı? İsa(as)’a Müslümanlardan başka inanan hiç kimse yoktur bu dünya üzerinde. Yani gerçek Hristiyan biziz. Allah’ın istediği gibi biz inanıyoruz. İsevi diyelim tamam, fark etmez. Allah’ın istediği gibi biz inanıyoruz. Gerçek biziz yani. Yahudilik inancının gerçeği bizde. Çünkü biz inanmak mecburiyetindeyiz. Biz İsa (as)’a inanmazsak ne olur? Kafir oluruz. İncil’e inanmazsak, kafir oluruz. Musa (as)’a inanmazsak, kafir oluruz. Tevrat’a inanmazsak, kafir oluruz. Tamam biz olacağız da onlar bizim peygamberimize inanmadıkları zaman olmayacaklar. Kusura bakmasınlar. Böyle şey yok. Onlar da bizim peygamberimize inanmak zorundalar. Zaten İncil’de de Tevrat’ta da onu göstermiş. İncil’de de gösteriyorum, okuyorum size. ‘Babaya gidiyorum. Artık beni görmeyeceksiniz.’ Artık beni görmeyeceksiniz diyor. Bunlar İsa’yı tekrar getiriyorlar. ‘Yargı konusunda. Çünkü bu dünyanın egemenliği yargılanmış bulunuyor.’
Bir arkadaşımız Amerika’da hastanede kalmıştı. Orada hastanede tedavi görmüştü. Oradaki hastalarla da tabii sohbet fırsat buluyorlar. Diyor ki: ‘Çok dindar bir karı-koca vardı. Onlarla tartışıyorum. İncil’de Muhammed’den bahseden pasajlar vardır’ demiş. ‘Hayır olmaz öyle şey.’ Açmış burayı. Şimdi o yerine ‘Muhammed’ kelimesini koy da oku demiş. ‘Okumam’ demiş.
Şimdi geçenlerde Martin’de baya şey ettik. O kadar sıkıştırmadık yani.
İsa (as)’ın bir de şeyi vardır. Ahirette Hristiyanlara söyleyeceği bir söz vardır. Maide suresinin sonunu bir açarsanız. 128.sayfa.Allahu Teala diyor ki burada 116.ayette.
(Arapçası) Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi dedin ki insanlara beni ve anamı Allah’la sizin aranıza Tanrı koyarak ilah edinin.’
İşte bakın ilah, Tanrı yani o Tanrı diyorlar ya.
‘İlah edinin sen mi dedin? Dedi ki ‘Ya Rabii! Senin böyle şeyle ne alakan olur. Benim bunu söylemeye ne hakkım var. Eğer dediysem sen bunu gayet iyi biliyorsun. Sen bende olanı bilirsin ama ben sende olanı bilmem.’
Şimdi bak burada bu anlamda Makta İncil’inin 7.bölümünde 21.cümle. ‘Bana ‘Ya Rab, Ya Rab diye seslenen herkes..’ Rab diyorlar ya İsa (as)’a ‘Göklerin egemenliğine giremeyecek. Ancak göklerdeki babamın isteğini yerine getiren girecektir.’ Yani Allah’ın emrine uyan girecektir. Şimdi bu kelimelerin birçoğunu değiştirmişler ya. Artık onlara da sabredeceksiniz. Başka çaresi yok. ‘O gün birçokları bana diyecek ki (yani ahrette) Ya Rab, Ya Rab, biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Mesela Pavlus ‘ben İsa’nın peygamberiyim’ diye çıkmıştır. Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı? O zaman ben de onlara açıkça ‘Sizi hiç tanımadım. Uzak durun benden, ey kötülük yapanlar.’ Diyeceğim.
Benziyor mu şimdi ikisi? Evet. O kelimelere tahammül edeceksiniz artık. Neyse şimdi vakit doluyormuş. Şimdi Tevrat’ta Peygamberimiz (sav)’in Mekke’ye geleceğine dair ifadeler var. Çok ilginç İngilizcesinde Bekke kelimesi geçiyor. O Bekke size neyi hatırlatıyor? Kuranı Kerim’de de aynı kelime geçiyor Mekke ile ilgili olarak. Kuran’da Bekke diyor. İncil’in İngilizcesinde bugün bu konuda araştırma yapan arkadaşım söyledi, bu konuyla alakalı ifadeleri bul getir dedim de. Dedi ki İngilizcesinde gördüm. Bekke diye yazıyor ve B büyük harf diyor. Bu bir isim, özel isim. Bekke… İşte İsmail (as) ın Hacer validemizin orada olduğunu yazan şurada açık ifadeler var. Ondan sonra Medine’de Sel Dağı var ki Hendek savaşının yapıldığı dağ. Gidenler 7 mescit der. Onun arkasındaki dağın adı. O yazılı. Yani Mekke ve Medine’de peygamberimizin şey yapacağı. Çok sayıda kişinin ona tabii olacağı yazar. İsmail (as)’ın soyundan büyük bir güruhun geleceği, büyük bir neslin geleceği belirtiliyor. Bütün bubların hepsi yazılı. Musa (as) diyor ki Allah benim gibi birisini gönderecek. Tıpkı İsa (as)’ın buradaki ifadelerine benzer ifadeler Musa (as)’ın ağzından da var. Şimdi bugünkü Yahudilere gidin. Çünkü İsa (as) gelmiş, babasız gelmiştir. Musa (as) gibi analı babalı olan sadece Muhammed (As) gelmiştir. ‘benim gibi’ diyor. Şimdi bugünkü Yahudiler derler ki gecikti ama gene bekliyoruz derler o gelecek peygamberi. Daha çok beklerler. Dolayısıyla işte onlar eğer gerçekten ‘Tevrat’a ve İncil’e inanacak olsalar mutlaka Peygamberimiz’e inanmak zorundadırlar. Ama işte geçen haftada o profesör papazın açıkça söylediği gibi İncil bir vadide onlar bir başka vadideler.
Zaten yine size defalarca anlattığım bir olay vardır. Almanya’dan 50 kadar Hristiyanlık uzmanı yaşlı insan gelmişti. Ortalama 65 yaşlarında. Benden İslam dinini anlatmamı istemişlerdi. Bir saat kadar anlattım ama anlatırken kızım sana söylüyorum gelinim sen anla kabilinden onların çıkmazlarını esas alarak anlattım ve sonunda ordan en yaşlılarından birisi kalktı. Hep etrafımı sardılar. Çok güzel geçmişti orada. ‘Ben çok iyi anladım.’ Dedi. İncil’e sonradan yapılan ilaveleri çıkarırsak sizinle bizim aramızda hiçbir fark kalmıyor.’ Dedi. Bir saatlik bir konuşma. Orada kimsenin de bir itirazı olmadı. Ama onu kameraya almadık. Ona hep üzülüyorum. Fakat bu geçtiğimiz haftaki toplantıyı aldık. İnşallah Almanca’dan tercüme edildi. Arkadaşımız Almanya’dan gelsin. Montajı falan yapıldıktan sonra internetten yayınlayacağız.