Euzubillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim
Geçen hafta Saff suresini okumuştuk. İlk ayetlerini… İncil’de Peygamber (sav) ile ilgili ifadelerden de bahsetmiştik. Ama vakit yetmediği için yarıda kesmek zorunda kalmıştık. Bugün aynı konuya inşallah devam edeceğiz. Dersten önce Enes hocayla kararlaştırdık, az önce aklımıza geldi. İlgili malzemeyi getirmedik. İnşallah Cenabı Hak nasip ederse haftaya da İsa (as)’ın yeniden inmesiyle ilgili iddialar üzerinde duracağız. İnşallah unutmayız. Şimdi onun hazırlığını Enes hoca yaptı ama sunumunu ben yapacağım.
Bismillahirrahmanirrahim.
(Arapçası) göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tespih eder.
Yani bütün varlıklar Allah’a boyun eğerler. Allah’ın eksiksiz ve kusursuz olduğunu haykırırlar.
(Arapçası) o güçlüdür, doğru karar verir. Müminler! Yapamayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında kızgınlığı celbedecek büyük bir şey olmuştur. Allah kendi yolunda saf olmuş, bir saf tutmuş savaşan insanları sever. Öylesine saf tutmuş ki sanki kurşunlanmış bir bina gibi.
Yani kurşunla birbirine tutturulmuş bir bina gibi. Mesela Süleymaniye’nin duvarları yanlış hatırlamıyorsam aralarına kurşunla birbirine tutturulmuş olması lazım. Binanın üzerindeki çatı da zaten kurşundur. Kurşun hem yumuşaktır hem çok güçlüdür. Sarsılmaz. İşte Allah yolunda saf tutmuş, böyle kurşun gibi sarsılmaz bir halde bulunan müminleri Allahu Teala sever. Yani birbirimize sıkı sıkıya kenetlenmemiz lazım.
(Arapçası) Bir gün Musa (as) kavmine şöyle demişti. Ey kavmim! Neden bana eziyet ediyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki ben Allah’ın size gönderdiği bir elçiyim. Onlar nasıl eğrildiler, Allah da kalplerini eğriltti. Allah yoldan çıkmış toplulukları yola getirmez.
Şimdi buradan itibaren biraz açıklamalı konuşacağız. Çünkü geçen hafta zaman yetmemişti. Musa kavmine demişti ki ‘Ey kavmim! Benim Allah’ın elçisi olduğumu çok iyi bildiğiniz halde neden bana eziyet ediyorsunuz.
Şimdi biliyorsunuz Musa (as) geldi. Firavuna karşı bir mücadele verdi. Firavunun zamanın çok güçlü bir hükümdarı olduğunu Kuran’ı Kerim bildiriyor.
(Arapçası) Firavun o topraklarda gerçekten tam bir üstünlük kurmuştu ve o bozgunculardandır.
Şimdi firavun tam bir üstünlük kurmuştu ama zulmediyordu. Allahu Teala Musa (as)’ı firavuna gönderdi. Musa (as) hepinizin bildiği gibi firavunun yanında büyüdü. Ama sonra firavun hanedanından birisinin ölümüne sebep oldu ve kaçtı. Şuayb (as)’ın yanında uzunca bir süre kaldı. Sonra yola çıktı. Anlaştıkları süre tamamlanınca. 8 sene veya 10 sene. Yolda Allahu Teala ona peygamberlik verdi ve firavuna dedi. Musa (as) firavundan korkuyordu. Ben ona karşı bir suç işledim. Harun’u da benimle birlikte görevlendir diye Cenabı Hak’tan niyazda bulundu. Allahu Teala Harun ve Musa (as), ikisini birlikte peygamber olarak görevlendirdi ve bunlar firavuna geldiler. ‘Firavuna gidin, ona yumuşak söz söyleyin. Belki korkar ya da aklı başına gelir.’ Gittiler. Tabi aralarda aralarında geçen detayları anlatmayayım. Firavunun karşısında gerekeni söylediler. Musa (as) peygamber olduğuna dair mucizelerini gösterdi. Firavun onu sihirbazlıkla suçladı. Ama Musa (as) Allahu Teala’nın yardımıyla, tabi mucize insanların taklit edemeyeceği şeydir. 9 tane mucize göstermişti Musa (as). Her defasında da karşı taraf Musa (as)’ın peygamber olduğunu iyice anlamıştı. En son firavun bütün sihirbazları toplamış, Musa (as)’a karşı üstünlük göstermeye çalışıyordu. Buradan şunu anlamamız lazım. Musa (as) firavunun yanına geldiği zaman firavunun önde gelenlerinin yanında firavun ustaca bir manevrayla Musa (as)’ı devre dışı bırakmaya çalışıyordu. Musa (as) diyor ki benimle beraber İsrail oğullarını serbest bırak ben alıp gideyim onları. Ama firavun diyor ki bu gelmiş sizi ülkenizden çıkaracak ve sizin örnek yönetiminizi devam ettirecek diyor. Şimdi kendisine taraftar bulabilmek için Musa (as)’ın söylediğinin tam tersini söylüyor. Bunun niyeti aslında siz ülkenizden çıkarmak diyerek kendisine taraftar arıyor. Şimdi burada şu var: Demek ki bir insan ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar despot olursa olsun kamuoyu desteği her yönetici için çok önemlidir. Ondan dolayı işi tersine çeviriyor. Bak bu gelmiş, sizi buradan çıkaracak diyerek kendisine taraftar arıyor. Sonra en son bütün sihirbazları topluyor. Sihirbazlar tabi sihiri de bu arada bilmek lazım. Sihir bir kimsenin ya el çabukluğu ya bir kısım tabiat kanunlarından kendisinin bilip başkasının bilmediği kanunu işletmesi şeklinde gösterdiği olağanüstü görünümlü olağan olaylardır. Yani olay olağan da ama insanı kandırarak olağanüstü bir görünüm veriyor. Dolayısıyla mesela bu sihirbazların Musa (as) karşısında yaptıkları gösteriye Allahu Teala ‘Sihrul azim’ diyor. Büyük bir sihirdir diyor. Ama o büyük sihri de şöyle şey yapıyor. Musa (as)’ a karşı ‘Arapçası’. Şimdi o sihirbazlar Musa (as) değneği atıyor da yılana dönüşüyor ya ona denk bir sihir yapmak için hazırlanıyorlar. Tefsirlerde geçtiğine göre bağırsakların içerisine civa yerleştirmişler. Gündüzün de kuşluk vaktini seçiyorlar. Kuşluk vakti olayı ayeti kerimede var. Kuşluk vaktinde Mısır’ı düşünün, sıcak bir bölge. Yukarıdan dik geliyor güneş ışınları. Aşağıda da zaten sıcak kum var. O güneş ışınları dönüyor. O arada bir ısınma farkı oluşuyor. Civa da ısıya karşı son derece duyarlı ve hemen hızla yer değiştiriyor. Bağırsaklar da o arada kıvranmaya başlıyor. Şimdi civa çok hafif bir maddedir bilirsiniz. Bağırsağı üstten tuttuğunuz zaman insanlar değnek görüyorlar uzaktan. Zaten yılan görmeye gelmişler. Sıvı olduğunda ortadan tutunca ya da kıvırınca ip görüyorlar. Diyorlar ki Musa (as)’a sen mi atacaksın ben mi atacağım. Musa (as) diyor ki ‘siz atın.’ Atıyorlar. Herkes yılan görmeye geldiği için o hareketlenmelerden bir anda her tarafı yılan sarıyor. Musa (as) da korkuyor. Musa (as) da zannediyor ki onlar yılan. Allahu Teala diyor ki ‘Korkma, sen elindekini at. Onların hepsini yutacaktır.’ Şimdi Musa (as) o arada şöyle düşünün onun halet-i ruhiyesini bir tek Allah’a inanıyor. Başka bir bilgisi yok. Zaten Allah’a inanmak demek Allah’a tam güvenmek demektir. Allah’ın sözünü tartışmamak demektir. Allah bir şey söylediyse artık tartışılmaz. Kayıtsız, şartsız uyulur. Kulluk odur. Musa (as) kulluğunu yapıyor. Atıyor elindeki değneği o değnek oradaki sihirbazların oyunlarını bitiriyor ve bütün o bağırsakları yutuyor. Sihirbazlar bakıyor ki bu sihir değil. Onlarınkisi hiçbir şeyi yutamaz. Sadece bir oyun. Şimdi bakın sihir işte bu. Eğer o sihirbazlar gelen insanlara deselerdi ki ‘Beyler, şu gördükleriniz bağırsaktır. İçerisinde de civa vardır. Civa ısıya karşı çok duyarlı bir maddedir. Şimdi yere attığımız zaman yılan gibi kıvrılmayacak başlayacak deseydi insanlar korkar mıydı? İşte orada bir yalan söylüyorlar. İşte sihir kısmı o yalan. Oraya kadar olanı tamam. Nedir? ‘Biz şimdi değneklerimizi ve iplerimizi atacağız. Yılan olarak yürümeye başlayacak.’ Demeleri ve insanları şartlandırmaları işte bu yalan. Bu bir sihir. Bu yalanı söyleyerek kendilerinde olağanüstü bir güç olduğunu insanlara inandırmaya çalışıyorlar. Bu da kendilerinin ancak Allah’a ait olan bir güce sahip oldukları iddiasıdır. O da onları müşrik yapıyor. Kendi nefislerini Allah’a ortak gibi gösteriyorlar. Yani ancak Allah’ta olabilecek bir özelliğin kendilerinde olduğunu yalanla söylüyorlar ve böylece müşrik oluyorlar. İnsanları da etki altına almak, kendilerine köleleştirmek arzusuyla yapıyorlar bunu. Ama bunu yapmasalar da şimdi biz size bir gösteri yapacağız. Bu sadece bir gösteridir dese gösteri yapsalar . bu bir el çabukluğudur. Bir marifettir deseler bunda bir şey olmaz. Aynı şeyi yapsalar ama insanları kandırmasalar bir şey olmaz. Şimdi Musa (as) değneğini atıyor. Değnek sihirbazların bütün yaptıklarını yutuyor. Ben şimdi şöyle düşünüyorum. O zaman Musa (as) işin esasını bilmediği için düşünmüştür ki benim yılanım onlarınkinden büyük onlarınkini yuttu. Ama sihirbazlar öyle mi düşünecekler. Sihirbazlar bakıyor ki bu sihir değil ki! Bu ancak olsa olsa Allah’ın peygamberi olur diye inanıyor ve derhal secdeye kapanıyorlar. Öylesine inanıyorlar ki firavunun bunları öldürme tehdidi de hatta öldürüyor, ellerini ayaklarını çapraz bağlayıp kesiyor. Yine de imanlarında sabit kalıyorlar. Şimdi firavun da işin gerçeğini çok iyi biliyor. Etrafındakileri de çok iyi biliyor. Musa (as) ın Allah’ın peygamberi olduğunu da hiç şüpheleri yok. Neml suresi 379.sayfanın ilk ayeti:
(Arapçası) Firavun ve hanedanı Musa (as)’ın yaptığı bu Musa (as)’ın gösterdiği mucizeler karşısında bile bile inkara saptılar. Ama içleri onların birer mucize olduğu, Musa (as)’ın da Allah’ın peygamberi olduğu konusunda kesin bir kanaate sahipti.
Firavun Musa (as)’nın Allah’ın peygamberi olduğu konusunda en küçük şüpheye sahip değildi. Ama ne yaptı? Kabul etmedi. Bile bile inkar etti. Onun için bunu çok iyi kavramak lazım. Neden olayı inkar etti? ‘yanlışa saparak ve kendisini üstün tutmaya çalışarak.’ Şimdi orada Musa (as)’a inanacak olsa onun ümmetinden olacak ve her defasında Musa (as)’ın sözlerine uyması gerekecek. Halbuki o istiyor ki Musa (as) onun sözüne uysun. İşin esası bu. Kendini üstün gördüğü için. Şeytanın kafir olması da öyledir. Yani aynı mantık. Şeytan da direndi, kendini büyük gördü ve kafirlerden oldu. Yoksa şeytan da Allah’ın varlığı ve birliği konusunda en küçük şüpheye sahip değildi. Okuduk ayetleri. ‘Ben alemlerin Rabbi
Olan Allah’tan korkarım’ diyor şeytan. Mesela şeytan Allah’ı asla inkar etmiyor. Çünkü ‘Rabbi’ diye Allahu Teala’ya hitap ediyor. Beni ateşten onu çamurdan yarattın diyor. Ahreti inkar etmiyor. ‘Bana bunların yeniden dirileceği güne kadar müsaade et’ diyor. Meleklerle zaten beraber. Kitaplara imana sıra gelince henüz bir kitap yok. Peygamberlere imana gelince henüz bir peygamber yok. Niye kafir öyleyse bu? Allah’ın Adem’e secde et emrine karşı kendisini büyük görüyor, kendine yediremiyor yani o emri yediremiyor kendisine. Olur mu ben ateşten yaratılmış biri olarak çamurdan yaratılana nasıl secde ederim diyor. Şimdi burada da şuna bakın. Bazıları ‘e canım bunda da ne varmış’ diyerek Allah’ın herhangi bir emri konusunda kendi kafalarına göre yorum yapıyorlar. Canım bunda da ne varmış meselesi söylenecek olsa en fazla şeytanın tavrı için söylenir değil mi? Allah’tan başkasına secde etmemiş, ne olmuş ki dersiniz değil mi? Öyle değil mi? Zaten Allah’tan başkasına secde edilmez. Ama emri veren Allahsa artık emrin niceliği niteliği tartışılmaz. Ona uymak gerekir. İsrailoğulları da Musa (as) la beraber biliyorsunuz bir gece erkenden kalkıyorlar, yola düşüyorlar. Firavun da bunların arkalarına düşüyor. Bunlar geliyorlar Kızıl Deniz’in kenarına. Önlerinde deniz var, arkalarında firavunun ordusu var. İleri de gitseler denizde boğulup ölecekler, gitmeseler firavun onları öldürecek. Kesecek, biçecek. Ölüm %100. Kurtuluş ümidi 0. Öyle bir noktada biliyorsunuz Allahu Teala Musa (as)’a değneğinle denize vur diyor. Vuruyor, orada yol açılıyor ve bunlar oradan geçiyorlar. Arkalarından da firavun dalıyor. Gözlerinin önünde onlara kan kusturan firavun ve askerlerinin boğulduğunu görüyorlar. Ondan sonra yaptıkları ilk iş ne oluyor? Bir kavimden geçiyorlar ki o kavim puta tapıyor. Diyorlar ki:
(Arapçası) Musa bize de bir ilah yap. Onların nitekim bir ilahı vardı.
Yani ölür müsün öldürür müsün? Allah’tan korkun. Daha yeni Allah 2 tane peygamberiyle beraber size yardım ediyor. Belki daha ayaklarınızın yaşı kurumamış. Denizden geçtiniz. Düşmanınızın boğulduğunu gördünüz. Size bu kadar nimeti veren Allahu Tealaya karşı şükretmeniz gerekmez mi? Yok. Ve bunlar Musa (as)’ın ümmeti ve yine biliyorsunuz ki Musa (as) 40 günlüğüne yanlarından ayrıldı. Buzağı yapıp taptılar. Halbuki hepsi de biliyor Musa (as)’ın hak peygamber olduğunu. Ve Samiriye ki yoldan çıkaran kişi Samiri. Musa (as) Samiri’ye diyor ki 20. Surenin 95. Ayetini açarsanız.musa (AS) Samiri’ye diyor ki:
(Arapçası) Samiri senin derdin ne? Sana ne oluyor? Öbürleri öyle, sana ne oluyor? Dedi ki ‘ya Musa bak! ben onların görmediği şekilde gördüm. (Yani bu dinin bütün inceliklerini gördüm, çok iyi kavradım. ) Peygamberin yoluna sıkı sıkıya sarıldım. (Ben bu dine iyice sarılmıştım. Gerçekleri bütün çıplaklığıyla gördüm.) sonra da attım. Var mı diyeceğin? Canım böyle istedi diyor.
Görüyor musunuz? İşte Musa (as). Şimdi tekrar Saff suresine gelelim. Musa (as) kavmine diyor:
(Arapçası) Ya kavmi! Niye bana eziyet ediyorsunuz? Çok iyi biliyorsunuz ki ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim. Çok iyi biliyorsunuz bunu. Allah’ın elçisine niye karşı geliyorsunuz?
Şimdi birçokları zanneder ki efendim bilseler karşı gelmezler. Öyle değil… Bu bir tercih meselesidir. Doğruları herkes bilir. Zor olan doğrulara uymaktır. Doğrunun eğitimini görmesen bile yaptığın şey senin vicdanında rahatsızlık doğurur. Yine doğruyu kavrarsın. Ama doğruyu yapmak insanlara zor gelir. Çünkü doğru davrandığınız zaman davranış biçimi olarak yanlışı seçmiş insanlarla ters düşersin. O zaman insanlarla ters düşmektense Allah’la ters düşeyim daha iyi dersin. Nasıl olsa Allah affeder. Şeytan da böyle aldatır insanı. Mesele tercih meselesidir. Sen kendi kısa süreli menfaatini mi tercih ediyorsun, yoksa Allahu Teala’nın emrini mi tercih ediyorsun? Mesele buradadır. Bilip bilmemek de değil. İşte adam yalan söyler. Biraz sonra yalanının ortaya çıkacağını bilir ama o an için, o anı kurtarmaya çalışır ve yalan söyler. İşte günah işleme mantığı budur. Hani ilerisini düşünebilecek olsa yapmaz.
(Arapçası) onlar nasıl kaydılarsa Allah da kalplerini kaydırdı.
Yani Allahu Teala kendiliğinden hiç kimsenin kalbini kaydırmaz. Aynı şekilde
(Arapçası) Kafir olanlar, fark etmez onlar için ister uyarıda bulun ister bulunma inanacak değillerdir. Allah onların kalplerini mühürlemiştir.
Şimdi buradan ne yapsın Allahu Teala adamın kalbini mühürlemişse diye şey yapılır. Hayır. Kendisi ona yol açmış. Aslında hatim yani mühür demek… Bir kağıdın üstüne mühür basarsanız kağıtta ne görürsünüz? Yazılar görürsünüz. Yani o mühür dediğimiz şeyin üzerindeki çizgilerin oradaki eserini görürsünüz değil mi? Mühürlemek demek o demektir. İnsanların yapmış oldukları yanlış davranışların izleri oluşur kalbin üzerinde. Yani sen sebep olursun. İşte sigara içmeye başlarsın. Bir müddet sonra sigara senin vücuduna öylesine tesir eder ki artık alışkanlık meydana getirir. O demektir. Yani yeni bir tabiat oluşur sende. Ama sebebi sensin. Allahu Teala değil. İnsan ister, Cenabı Hak da yaratır.
(Arapçası) ‘Bunlar ne zaman kaydı. Allah da kalplerini kaydırdı.
Sen istedin ben de verdim diyor Cenabı Hak.
(Arapçası) Allah, yoldan çıkmış olanları yola getirmez.
Sen yoldan çıktıysan Allah seni asla yola getirmez. Sen yola gelmek isteyeceksin ki Cenabı Hak yola getirsin. İstek senden olacak, neticeyi Allahu Teala yaratacak.
(Arapçası) Bir gün Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim.
Bakın. Musa (as) da İsrailoğullarına geldi. İsa (as) da İsrailoğullarına geldi.
(Arapçası) Önümde bulunan Tevrat’ı tasdik edici olarak geldim.
Onun için geçen hafta buraya getirmiştim. ‘Kitabı Mukaddes’ diye adlandırdıkları kitabı. Bugün Hıristiyanlar Tevratla İncil’i birleştirir, tek bir kita haline getirirler. Çünkü Tevrattan da sorumludurlar İncilden de. Ama aslında bugünkü Hıristiyanların Tevrat ve İncil’e bakışları sadece bir duvar süsü gibidir. Bir pano gibi bir şeydir. Hayatlarına hiç inmez o. Ne Tevrat iner, ne İncil iner. Yani bugünkü Tevrat, bugünkü İncil bugünkü Yahudinin de Hıristiyanın da hayatında yoktur.
Yine geçen hafta anlatmıştım size. Evvelki hafta Almanya’dan bir profesör gelmişti. Martin Tamkey..Şimdi Martin gelmişti, bizim üniversitenin davetçisi olarak gelmişti. Fakültedeki konuşmasını da Mustafa bey tercüme etti. Bizdeki konuşmayı da tercüme etti. Şimdi yeni görüyorum, almanya’dan daha yeni gelmiş. Şimdi onun bir vazifesi var, montajı yapacak ki internetten yayınlayalım Allah izin verirse. Şimdi fakülteden önce İham diye bir yer var. Orada kalıyordu talebelerin arasında. Bu çok aklı başında bir misyoner. Misyoner yetiştiren bir papaz ve profesör. Öyle söyledi değil mi? Misyoner yetiştiriyor. 5 yıl misyoner yetiştirmiş. Şimdi misyonerlikte şu vardır. Gittiğiniz yerlerde insanların anlayışların aykırı bir şey yapmayacaksınız. Onlarla aynı kimliği paylaşacaksınız. Ama fısıltı bulduğunuz zaman zehrinizi akıtacaksınız. Şimdi burada Şerafettin var bizim talebelerden. Ben ondan duydum. Şimdi tekrarlayayım. Onlarla bir toplantı yapmışlar. Bunlar epeyce konuştuktan sonra ona demişler ki ‘Ya Müslüman olsana. İşte bak Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğu konusunda itiraz edemiyorsun.’ Demiş ki ‘Tamam, Ben Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğunu kabul ediyorum. Bunda bir problem yok. Ama asıl problem siz İsa’nın Tanrı olduğunu kabul etmiyorsunuz.’ Öyle dedi değil mi? Çocuklar da şaşırmışlar. Bana o şaşkınlığını söyledi. Hocam cevap veremedik dedi değil mi? Şimdi bak öyle bir şey söylüyor ki ‘Tamam ben kabul ediyorum. Ama siz kabul etmiyorsunuz.’ Ben bunu orada duymamıştım tabii. Sonradan duydum bunları. Martin’i biz çağırdığımızda duymamıştım fakat fark etmedi. Netice aynı. Geçen hafta anlattığımı tekrarlamış olacağım. Çok uzun bir konuşma sadece özetini veriyorum. 3 saat sürdü konuşma. Çok güzel sorular soruldu ama. Herhalde hayatında öyle bir şey görmemiştir. Konuşmaya başlarken kendisi doğu kiliseleri uzmanı olarak bize takdim edildi. Şimdi doğu kiliselerinin batı kiliselerinden farkı var. O batı kiliseleri doğu kiliselerinde olanları sapık kabul ediyorlar. Misyonerlik faaliyetlerini hem onlara hem Müslümanlara yöneltiyorlar. Ben de şimdi dedim ki ona ‘Ben zaten hakikaten doğu kiliseleri uzmanı arıyordum. Sen de geldin, ne güzel. Bize şu doğu kiliselerini bir anlat. Birkaç kere ısrar ettim. Hiç, tek kelime bahsetmedi doğu kiliselerinden. Hep kendi tarafına çekmeye başladı. Peki o zaman biz de, mezhebin ne lutheryan. Peki lutheryandan soracağız. Öyle ise öyle. Madem o şekilde. Luther’in asıl hedefi ne idi? Dedi ki ‘Bak Luther, İncil’i Almanca’ya çevirdi. Katolik kilisesine karşı çıktı. İncil’i herkesin anlayabileceğini söyledi. Başka ne yaptı? İncil’e aykırı bütün uygulamaları reddetti. Kabul etmiyor. Şimdi dedim Lutheryan mezhebi böyle mi? Yani gerçekten siz İncil’e aykırı olan şeyleri reddediyor musunuz? ‘evet’ dedi. Ondan sonra bizim Rıdvan sordu. Dedi ki: ‘ben İncil’i baştan sona kadar okudum. Orada şunu söyledi. İsa’yı tanrı olarak kabul etmeyen insan Hıristiyan olmaz dedi. Bizim için temel gösterge budur. Bizim Cezayirli arkadaş Rıdvan dedi ki: ‘ben İncil’i baştan sona dikkatlice okudum. Hiçbir yerinde İsa’nın tanrı olduğu yazılı değil. Siz bunu nereden çıkarıyorsunuz.’ Dedi. ‘tabi bu çok derin bir soru’ dedi. Şimdi cevap veremiyor tabii. Sonra ben dedim ki: ‘siz İsa’nın tanrı olduğuna 450 sene sonra Kadıköy’de karar verdiniz.’ Bizim Kadıköy’de yani. Kadıköy’e ne ad veriyorlardı? Kaldevan. Orada karar vermiştiniz. ‘Evet’ dedi. Evet, kabul ediyor. Bu sizin kendi kararınız. Hani sen demiştin ki Luther İncil’e aykırı şeyi reddeder. İşte bak açıkça aykırı. Sonra uzunca konuşmanın sonunda şunu söyledim ona: ‘bak şu ortaya çıktı dedim bana göre. Bugünkü kiliseyle, ister Katolikler olsun, ister Protestanlar olsun, ister Anglikanlar olsun kilise ile İncil iki ayrı vadide. Öyle görünüyor değil mi? ‘evet öyledir’ dedi. Başladığı noktaya bakın, bitirdiği noktaya bakın. Biz İncil’in tahrif olmasını bir kenara bıraktık. İçerisinde Pavlus’un mektubu, Petrus’un mektubu, bilmem şunun mektubu, bunun mektubu… Onu da bir kenara bıraktık. Hiç onu yok saydık. Şu elinizdeki metin. Bunu iddia ediyorsunuz değil mi? Hiç tartışmadık değil mi? O metni hiç tartışmadık. Hiç bu metinde yanlışlar var demedik. Bak işte bu metinde İsa (as) Allah’ın peygamberi kabul ediliyor. Şimdi ben size Allah’ın peygamberi olduğuna dair metinleri getirdim buradan okuyacağım. İsa (as)’ın Allah’ın peygamberi olduğuna dair. Buradan okuyacağım. Yani bugünkü Hıristiyanların bugünkü İncille de bir alakaları yok. Yani hiçbir temelleri yok. Bugünkü Hıristiyanların en büyük şansları Müslümanların dinlerinden haberdar olmamasıdır. Müslümanlar dinlerine biraz sahip çıkmaya başlayınca bu Hıristiyanların yaşama şansı diye bir şey kalmayacak. Tamamen bitecek. Çünkü hiçbir temelleri yok. Kendileri oluşturmuşlar inançlarını.
Dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. Saff suresinin 6.ayetini okuyacağız. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
(Arapçası) Bir gün Meryem’in oğlu İsa dedi ki: İsrailoğulları! Ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim. Önümdeki Tevrat’ı tasdik eden bir elçiyim. Benden sonra gelecek olan, adı Ahmed olan bir elçiyi de müjdeleyen bir elçiyim. Muhammed (as) onlara nasıl açık belgelerle geldi. Dediler ki bu apaçık bir büyüdür.
Şimdi benim getirdiğim kağıdım bu muydu? Geçen hafta okumuştuk. Şimdi tekrar okuyalım. Çünkü ilişkiler kurulsun diye. Yuhanna’nın 16.babının 5.cümlesinden itibaren okuyorum.
‘beni gönderenin yanına gidiyorum. ‘
Gönderme ‘ersele’ kelimesiyle ifade edilir Arapça’da yani ‘elçi olarak gönderme’ demektir.
‘Ne var ki içinizden hiçbiri bana ‘nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem yardımcı size gelmez.’
Burada ‘yardımcı’ diye tercüme etmiş. Bu Ahmed kelimesi Yunanca nüshalarda ‘Paraklit’ diye geçiyor. Bu Ahmed’le aynı anlamda. Bazıları yardımcı diyor, bazıları başka bir ifadeyle tercüme ediyorlar.
‘Ama gidersem onu size gönderirim. O gelince günah, doğruluk ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir. ‘
Gelecek yargı, yani ahret gününe inanma konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir. Yani inancınız yanlıştır diyecek ve doğruyu anlatacaktır.
Günah konusunda çünkü bana iman etmezler. Şimdi bugün Hıristiyanlar İsa (as)’a inanıyorlar mı? İsa (as)’a tanrı diyorlar. Halnbuki İsa (as) ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diyor.
‘Doğruluk konusunda çünkü babaya gidiyorum. Artık beni görmeyeceksiniz. Yargı konusunda çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor.’
Yani isa (as)’ı yargılamışlardı. Suçlamışlardı. Size daha çok söyleyeceklerim var. Ama şimdi bunlara dayanamazsınız.
Kuran’ı Kerim’deki hüküm sayısı Tevrat ve İncil’dekinden fazladır. Yani konular itibariyle…
‘Ne var ki o gerçeğin ruhu gelince sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Gerçeğin ruhu diyor Peygamber Efendimiz için. Gerçeğin ruhu gelince. Sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak. Yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.
Duyduklarını tabi Cebrail (as)’dan duyduklarını değil mi? O beni yüceltecek. İsa (as)’a tanrı diyerek onu küçültmüşlerdi. Kuranı Kerim’de işte. Gerçek İsa inancı Kuranı Kerim’de olan.
O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Babanın nesi varsa benimdir. Benim olandan alıp size bildirecek dememin nedeni budur. Kısa süre sonra beni artık göremeyeceksiniz.
Şimdi burada Peygamber Efendimizin geleceği açıkça belli değil mi? Çok açık ve net. İsa (as)’ın Allah’ın peygamberi olduğuna dair de bugünkü İncil’de çok ifadeler var.
Şimdi burada bir şey söylüyor. Matta İncil’inin 37. Bölüm 10. Cümlesi.
‘annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.’
Peygamberimizle ilgili de benzer ayeti kerime vardır.
(Arapçası) ‘Peygamber müminlere kendi canlarından önce gelir. (Kendi canımızdan önceliği vardır. Peygamberi korumak için kendi canımızı feda ederiz.)
‘Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir. Canını kurtaran onu yitirecek. Benim uğruma canını yitiren ise onu kurtaracaktır. Sizi kabul eden beni kabul etmiş olur. Beni kabul eden de beni göndereni kabul etmiş olur. ‘
Beni gönderen işte elçi olarak gönderen. Yani elçi olduğunu ifade etmiş oluyor.
‘Bir peygamberi , peygamber olduğu için kabul eden peygambere yaraşan bir ödül alacak. Doğru bir adamı doğru biri olduğu için kabul eden doğru adama yaraşan bir ödül alacak. Bu sıradan kişilerden herhangi birine öğrencim olduğu için bir bardak soğuk su bile içiren size doğrusunu söyleyeyim. Ödülsüz kalmayacaktır. ‘
Matta 27.bölüm 37.cümle.
‘Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan, bir tavuk civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa ben de kaç kez senin çocuklarını öylece toplamak istedim. Ama siz istemediniz. Bakın eviniz ıssız bırakılacak. Size şunu söyleyeyim. Rabbin adına gelene övgüler olsun diyeceğiniz zamana dek beni bir daha görmeyeceksiniz.
Matta 15.bölüm 24.cümle
‘Ben yalnız İsrailoğullarının kaybolmuş koyunlarına gönderildim.’ Diye söylüyor.
Yani böyle birçok şey var. Yani İsa (as)’ın peygamber olduğuna dair birçok ifade var. Bir de kendi ifadelerinden size okuyacağım. Bugünkü Katolik kilisesinin İsa (as)’a bakışı ne? bakın ne diyorlar?
‘İsa babanın elçisidir.’Yani resuludür. Gördünüz mü? ‘Baba onu kutsal ruhla mesh etmiş, rahip, peygamber ve kral yapmıştır.’ Rahip yani din adamı manasına geliyor. Peygamber. Kral da yani döneminin hakimi. Bunda da ciddi bir şey yok. O kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisinin gönderdiği babadan alır. Katolik kilisesin ifadesi… bugün Papa’nın yazdığı kitaptaki ifadeler. ‘Şimdi o babanın yanında’ İşte burada işi bozuyorlar. Buraya kadar olan İncilde de olan ifadeler. ‘Şimdi o babanın yanında Hristiyanlığın avukatlığını yapıyor.’ İşte burada bozuyorlar işi. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır’ diyerek bozuyorlar. ‘Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları kurtarmaya tamamen gücü yeter.’ Şimdi bu cümleye bakın. ‘Allah’a yaklaşanları kurtarmaya gücü yeter.’ Kimden kurtaracak? Allah’tan kurtaracak değil mi? Allah’tan kurtaracaksa Allah’tan daha güçlü olması lazım değil mi? Öyle değil mi? Allah’tan kurtaracaksa ondan daha güçlü olması lazım. E ne oldu onun Allah’ın elçisi olduğu şeyi. Babanın izni olmadan hiçbir şey yapamaz demişti. Bütün gücünü ondan alır demişti. Ne oldu?
(Bir şey soruluyor) 55. Dk
Öyle demiyor bak. Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları. Tabii İsa’Yı aracı koyarak yaklaşıyor. İsa’yı aracı koymadan yaklaşanlara bir şey yok. Onun için diyorlar ki İsa’nın egemenliği altına girmezsen cennet diye bir şey göremezsin diyorlar. Tamam mı? Kendisi aracılığıyla yaklaşanları kurtarır diyorlar. Başka şekilde yaklaşanları değil.
(Yine soru)
Tabi şimdi Hıristiyanlar biliyorsunuz. Papa’nın göreviyle alakalı bak. papazların görevleriyle ilgili olarak söylediklerini okuyayım ben size buradan o sorunuzun cevabı olarak.
‘Papazların görevi: Rahip veya kahin denen papazlar Katoliklere göre Allah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanırlar.’ Allah’la ilgili konularda insanları temsil ederler. Yani Allah’a karşı insanların vekilidirler. Bu kelime size yabancı değil değil mi? Vekil… Yabancı mı size? Kim söylüyor onu? Bizim vekilimiz diyorlar değil mi? Bizim vekilimiz diyor. Ve Allahu Teala’da İsra suresinde şöyle buyuruyor: 2.ayet olması lazım
(Arapçası) Musa’ya o kitabı verdik. Onu İsrailoğulları için rehber kıldık benimle insanlar arasında birisini vekil edinmeyin diye.
Yani Allahu Teala Tevrat’ı tek bir kelimede özetliyor. Araya bir kimseyi vekil edinmeyin diyor. Tevrat’ı bunun için gönderdim diyor.
‘Episkoposların yönetimi altındaki episkoposlukta görev yaparlar. Papazlığın kaynağı Mesih’in bizzat kendisidir. Papazlığı o kurdu. Ona yetki, misyon ve güç verdi. Papaz kişisel yetkisiyle insanlara ‘Seni babanın adına vaftiz ediyorum. Seni bağışlıyorum.’ Diyebilir. Yani günahları papaz bağışlıyor. Papaz gerçeğin savunucusudur. Meleklerle birlikte dikelmekte, baş melekle birlikte hamd etmekte.. Bakın bunlar papazları nasıl düşünüyorlar. Bizimkilerin şeyhleri nasıl düşündüğünü hatırlayın ve burayı dinleyin ona göre. Burada papaz yerine şeyh kelimesini koyun. Gerisi değişmez. Bak şimdi okuyorum.
‘Papaz gerçeğin savunucusudur. Meleklerle birlikte dikelmekte, baş meleklerle birlikte ham etmekte, mihrap üzerinde kurbanlar sunmaktadır. Mesih’in rahipliğine katılmakta, yaratığı yeniden biçimlendirmekte, yaratığı Tanrı suretine yeniden kavuşturmakta, öbür dünya için yaratığı yeniden yaratmakta… (Bunlar biraz fazla ileri gitmişler. Bizimkiler bu kadar değil.)… daha da önemlisi kendi Tanrılaştığı gibi Tanrılaştırmaktadır.’ Kendi de tanrı oluyormuş insanları da tanrılaştırıyormuş.
Fenafillah konusu oluyor doğru. O oluyor. Adam bir kere vaftiz oldu mu bir daha cehenneme gitme diye bir problemi yok. Onun için onda öyle cehennem bitiyor. Garanti. Bir kere vaftiz oldu mu tamam. Şimdi Peygamber (sav)’in geleceğine dair Tevrat’ta da ifadeler var. Onları burada aldım ama o işlerle biraz fazla uğraştım. Kuran’ı Kerim’in tadı daha güzel. Kuran’ı Kerim’e devam edelim. Boşver. O insanı rahatsız ediyor. Tatsız tuzsuz böyle. Rahatsız edici şeyler. Burada sorulan bir soru var. O soruya cevap verdikten sonra devam edelim.
Güneş tutulmasının depremle ilişkisi var mıdır? Kuran da bir bağlantılı ayet var mı?
Şimdi tabi depremle alakası var mı yok mu orasını bilmem de ama kıyamet suresinde bir iki ayet var. Onları bir okuyalım bu arada. 578.sayfa. 7.ayet. hatta baştan alalım da çabucak okuyayım.
(Arapçası) Kıyamet gününe yemin ederim. Hayır, hayır kıyamete yemin ederim. Nefsi levvameye yemin ederim (yani yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyan kişiye yemin ederim. ) insanoğlu ne zannediyor? Biz onun kemiklerini bir araya getirmeyecek miyiz? Elbette getireceğiz. Onların parmak izlerini dahi eski şekline çevirmeye kadiriz.
Yani siz bırakın kemiklerin bir araya gelmesini insanların parmak izleri bile aynı olacak. Bu bir kimlik. Şu andaki kimlik ahrette de devam edecek. Yine topraktan yaratılmış, etten kemikten oluşmuş, yiyen içen ve birçok ihtiyaçları olan bir insan. Tek farkı bozulmayan bir vücuda sahip olması. Burada ölümlü orada bozulmuyor. Çünkü çocuk olarak doğmayacak. 33 yaşında, gelişmesini tamamlamış bir insan olarak topraktan çıkacak. Onun için bu kemikler bir araya gelir mi gelmez mi diye tartışmaya gerek yok. Parmak izleriniz bile eski şekline gelecek.
(Arapçası) hayır, insan hemen günah işlemek ister.
Önüne günah fırsatı gelmişken onu kaçırmak istemez. Sevabı sonraya bırakır. Daha sonra yaparım. Şu günah kaçmasın da sevaba nasıl olsa vakit var. İnsan hemen günah işlemek ister.
(Arapçası) Sorar, kıyamet günü ne zaman?
Aslında kıyamet günü bizim öldüğümüz gündür. Benim için kıyamet benim öldüğüm gündür. Onu dışında bir anlamı var mı? Ve benim için dünya da doğduğum günle öldüğüm gün arasında geçen vakittir. Onun dışındakiler benimle alakalı değil. Dolayısıyla ne yapabileceksem bu arada yapabileceğim. Sorumlu olacağım şey de burada olandır. Mükafatlandırılacağım şey de bu arada yaşadıklarımdır. Dolayısıyla ben ne başkalarının kötülüklerini sayıp dökerek vakit geçirmeliyim ne başkalarının iyilikleriyle kendimi boş yere meşgul etmeliyim. Kendim ne yapabilirime bakmam lazım.
(Arapçası) Göz şimşeklendiği zaman, ay tutulduğu zaman, ay ile güneş birleştirildiği zaman
Onun için ay ile güneşin birleştirilmesi güneşle ayın aynı hizaya gelmesi olabilir. Olabilir mi Bekir Abi? Yorum yok. Bir daha okuyorum o zaman. Bir daha dikkatle dinle.
(Arapçası) göz şimşeklendiği zaman (yani böyle ne yapacağını şaşırıp bir çözüm arıyorsun. Ay tutulmuş. Ayla güneş bir araya getirilmiş. Bir araya getirilmesi işte aynı hizaya gelmeleri anlaşılabilir. Bundan sonrasını okuyacağız işte
(Arapçası) ‘o gün insan der ki: Nereye kaçalım? Bir yere sığınmak lazım nereye sığınalım? Şaşkın bir vaziyette bir oraya kaçar bir buraya kaçar. Kaçış nereye? Nereye gidelim? Der. Hayır, koruyacak bir şey yok. Nereye kaçarsan kaç boşuna. O gün varıp da kalınacak yer Rabbinin huzurudur.
Şimdi biz bu tür şeyleri genellikle hep o büyük kıyamet dediğimiz yere atarız. Aslında hepimizin hayatında bir şekilde bu tip şeyler olur. Güneşle ayın bir araya getirilmesi ifadesi, ayın tutulması arkasından da kaçış nereye sözleri bunları birleştirdiğiniz zaman.. Bu depremle alakalı mıdır değil midir onu bilmiyorum. Ama yani böyle bir soru sorulmuş. Ben de bu ayeti burada okudum. Bunu anlayacak olan bu işin uzmanlarıdır. Yani deprem uzmanları bu ayetleri okursa onlar anlar. Ama ben sadece soruyla alakalı olarak bunları söylüyorum.
Bak şimdi Yahya’da Buhari’de bir hadis görmüş. Güneş tutulduğu zaman Peygamberimiz kıyamet kopuyor zannetmiş. O korkudan dolayı işte Husuf ve Kusuf namazları kılınıyor. Biliyorsunuz güneş ve ay tutulduğu zaman namaz kılınır. Ve dua edilir. Çok ciddi olaylar bunlar. Sıradan olaylar değil. Şimdi o hadisi de bilmiyordum.
(Bir soru soruldu) şimdi o kıyamet alameti diye bize intikal eden şeylerin rivayetleri oldukça zayıftır da işin o tarafı ayrı bir konu. Şimdi Allahu Teala Peygamberimize diyor ki: ‘Sana o saati soruyorlar. Kıyamet saatini.’ Naziat suresinde. ‘Ne zaman gelip demir atacak? Sen nerede onu bilmek nerede?’ Sen onu nerden bileceksin? Bunun nihai bilgisi Rabbine kalmıştır. ‘sen sadece o kıyamet günü olup bitenlerden korkan insanları uyarırsın.’ O kadar. Başka yapacağın bir şey yoktur. Zaten nasıl olsa bir gün öleceğiz. Bugün, yarın, öbür gün… Aslında her saniye ölüme hazır olmak zorundayız. ‘Ya işte ben bunu hesap etmemiştim.’ Nasıl hesap etmemiştin? Sen her gün etrafta gencecik insanların hiç beklenmedik anda öldüklerini görmüyor musun? Bu sana gelmez mi? Bir gün de senin başına gelebilir. Öyleyse senin yapacağın şey her saniye ölüme hazır olmaktır. ‘Ya işte bu ölüm nasıl oldu’ diye böyle şaşkınlıkla karşılayanlar var. Bir insanın yaşadığına nasıl inanıyorsanız öldüğü de o kadar gerçektir. Yaşamak nasıl gerçekse… Aslında yaşamaktır mucize olan ölmek değil. Mucize olan yaşamaktır. Bir insanın bir saniye yaşaması için… Doktorlar burada olsa da anlatsalar ne kadar nelere ihtiyaç var. Yani bir saniye yaşayabilmek için ne kadar çok mekanizmaya ihtiyaç var? Kandır, hücrelerdir, her bir hücreye havanın gitmesidir, bilmem bir sürü şeyler. Mesela kalbi duran insanın kabini biraz geç çalıştırdığın zaman bu sfer beynine oksijen gitmiyor. Beyin ölümü meydana geliyor. İşte buyurun.
(Soru soruldu) Neyse şimdi burada bütün dünyaya yayın yapıyoruz. Sen oradan konuşursan kimse duymaz. Çok kısa ve özlü olarak şey yapın. Sadece çok kısa, yarım cümle. Aksi takdirde dinleyenlerin hakkını şey yapmış oluyoruz.
Evet, bu şeyle alakalı… Peygamber (as)’ı tanıyacaklarını ancak kabul etmeyeceklerini gösteren ifadeler de burada Tevrat ve İncil’den çıkardım. Ama bunlar fazlaca vakit alıyor. Zaten hepsi de biliyor. Hepsi de gayet iyi biliyor ki Muhammed (sav) son peygamberdir. Ama onların en büyük başarısı Müslümanları Kuran’ı Kerim’den uzaklaştırabilmektir. Müslümanlar Kuran’ı Kerim’den uzaklaşınca körler sağırlar birbirini ağırlar. O kadar güzel birbirlerini idare etmeye başlıyorlar ki değmeyin keyfine. Çok güzel bir şekilde birbirlerini idare ediyorlar. O gün Martin’e demek ki Hıristiyanlar bir vadide İncil bir vadide diyince ne demişti o sıra. ‘Siz öyle değil misiniz?’ dedi. Yani Kuran’ı Kerim ile Müslümanların ne alakası kaldı ki dedi. Siz bir vadide Kuran bir başka vadide değil mi? Öyle olunca son derece rahat ediyorlar. Ama siz Kuran’ı Kerim’e sarılmaya başladınız mı onların işleri bozulur. Aynen şey gibi. Musa (as), ben orada bir cümleyi kaçırdım. Şimdi tekrar edeceğim. Musa (as) değneğini atıyor. Onun vazifesi değneği atmak. Ondan sonra olacakları ne bilsin kendisi. Ondan sonra firavunun bütün oyunları bitiyor. Sihirbazlar Müslüman oluyor. Firavun artık tamamen ayakta durma imkanını kaybediyor. Musa (as) oradan çıkma durumuna geliyor. Firavun arkalarından gidiyor ve olacaklar oluyor. Biz de aynı şekilde. Allah’ın ayetlerini yaşayalım. Anlatalım. Ondan sonra olacakları ne siz kestirebilirsiniz ne biz kestirebiliriz. Müminlik bunu gerektirir. İnanıyorsan güveniyorsun demektir. Allah’a güveniyorsan Allah ne diyorsa öyle yap. Gerisi nasıl olur? Sana ne nasıl olması. Yaratıcı da öyle diyor. Kuran hakkında şüphen varsa şüpheni önce bir gider. Biraz oku, Kuran’ı düşün. Onun Allah’ın kelamı olduğunu kesin anlarsın. Ondan sonra da kayıtsız şartsız uyarsın. Sen Allah’ın bir sözünü söyle de arkasından neler olacağını gör bakalım. Bu gerçekten son derece mühim bir şey. Ama her defasında burada tekrarlıyoruz. Yeri geldikçe tekrarlıyoruz. Bugün öyle bir pozisyon olmadı. Müslümanların hayatları Kuran’ı Kerim’den gerçekten tamamen uzak vaziyette. Biz Kuran’ı Kerim’e uyduğumuz zaman Müslümanlık açısından yorulmayacağız da… Bakın Hıristiyanlar yoruluyorlar da. İşte evlenmemek, kiliseye kapanmak, keşişlerin bir sürü sıkıntıları, yani bir sürü sıkıntıya katlanıyorlar din adına. Sonuç sıfır. Halbuki Allah’ın kitabına uyacak olsanız bu dünyanın da tadını çıkarırsınız, ahretin de tadını çıkarırsınız. Ama uymadığın zaman dünya da gidiyor, ahret de gidiyor. Peki karın ne?
(Arapçası) Peygamberimiz (sav) onlara açık delillerle gelince dediler ki: ‘Bu bir sihirdir.’
Şimdi bu Tevrat’taki ifadelerle.. Şuraya bakın Tevrat Yaratılış yanı Tekvin 20.bab 17 ve 18.cümleler.
‘Tanrı çocuğun sesini duydu. (Bu çocuk İsmail (as)) Tanrı meleği göklerden Hacer’e ‘Ne var Hacer?’ diye seslendi. ‘Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun sesini duydu. Kalk! Oğlunu kaldır. Elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.’
Peygamber efendimiz kimin soyundan? İsmail.. Büyük bir ulus yapacağım.
‘Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı. Hacer bir kuyu gördü.’hangi kuyu? Zemzem kuyusu. ‘Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi. Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı, okçu oldu.’ Bizdeki rivayetlerin aynısı değil mi? İbrahim (as) gidiyor. Ava gittiği için görüşemiyor. ‘Paran çölünde…’ Paran Mekke’nin adı Tevrat’ta. Bekke diye de geçiyor. İngilizce metninde Bekke olarak ki Kuran’ı Kerimde de Bekke yazıyor. Yani ayeti kerimede Bekke diye geçiyor. ‘Paran çölünde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı.
‘Tanrı adamı Musa ölümünden önce insanları kutsadı. ‘ Tesniye 33. ‘şöyle dedi: ‘Rab Sina Dağı’ndan geldi.’ Bu Musa (as)’la ilgili olan. ‘Halkına Seyir’den doğdu ve Paran dağından parladı.’ Paran dağı Mekke’deki dağlar. Yani oradan Allah nurunu insanlara gönderdi. ‘on binlerce kutsalı ile birlikte sağ elinde halkı için yanan alev alev ateş vardı.
‘Mekke vadisinden geçerken…’ Bak burada Mezbulardaymış. Yani Mekke. ‘Pınar başına çevirdiler orayı. Mekke pınar başı gibi değil mi şu anda? Herkes oraya su almaya gitmiyor mu? İlk yağmurlar orayı berekete boğar.
Yeşeya’da Arabistanla ilgili bildiri diyor. Arabistan çalılıklarında geceleyeceksiniz. Ey Dedan kervanları, ey Tema’da oturanlar! Su getirin, susamışları karşılayın. Kaçıp kurtulana ekmek verin. Çünkü onlar yalın kılıçtan, çetin çarpışmalardan kaçtılar. Rab bana şöyle dedi: Kedar’ın bütün övücü tam bir yıl sonra sona erecek. Bütün övüncü. Okçulardan Kedar savaşlarından pek az sağ olan olacak. Bunu söyleyen İsrail’in Tanrısı Rab’dir. Buradaki Tema ifadesi geçiyor. Tema Yahudi kaynaklarına göre Medine’nin adı. Kedar’da İsmailoğullarından birisi. Onların ifadelerine göre, kendi kaynaklarına göre. Ondan sonra bir de Sel Dağı var. Diyor ki bozkır ve bozkırdaki kentler, Kedar köylerinde yaşayan halk sesini yükseltsin. Sel Dağı’nda oturanlar sevinçle haykırın. Bağırsın dağların doruklarından. Bu Sel Dağı’da ‘selh’ deniyor bugün. Medine’ye gittiyseniz… Yani onların kaynaklarında da bu manaya geliyor. Yedi mescidler var ya, yani hacca gidenler, yani o Hendek savaşının olduğu yer. Onun hemen arkasında bir dağ var. Hatırladınız mı? İşte o dağın adı. Şimdi Tevrat’ta bunlar geçtiği için Yahudiler gelmişler Medine’ye yerleşmişler. 4 tane Yahudi kabilesi gelmiş. Şimdi 3 tane. Beni Kadir, Beni Kaynuka, Beni Kurayza… Medine’ye yerleşmiş. Sebep de şu: Peygamber buradan çıkacak. Çünkü esas Mekke’den çıkıyor ama esas yerleşmesi Medine. Peygamber buradan çıkacak. Son peygamber… biz de orada olalım da Allah ona çok büyük nimetler verecek çünkü Tevrat’ta var. Ondan biz de yararlanalım. Şimdi onların niyetleri peygambere inanmak değil. Dünyalıktan yanalar onlar. Hatta Peygamber (sav) gelmeden önce de Medinelileri hazırlamışlardı. İşte bir Peygamber gelecek. Bizimle birlikte olacak. Sizi şöyle şöyle yapacağız falan diye farkında olmadan Medineli müşrikleri peygamber inancına hazırladılar. Onun için Medineliler Peygamber Efendimizi kucaklayıp misafir ettiler. Çünkü Yahudiler hazırlamış onların zihinlerinde. Onlar da akıllılık ettiler. Yahudilerden önce madem bizim inanmamızı da kabul ediyor biz inanalım bari. Sonra kıskandılar. Peygamber Efendimizi kıskandılar. Medine’de Peygamberimize Yahudilerin inanması gerekirdi. Çünkü onu gördükleri zaman kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanıdılar. Onlar Musa (as)’ı da tanımışlardı. Ama kıskandıklarından dolayı Peygamberimize inanmadılar. Bir sürü yanlışlıklar yaptılar. Ondan dolayı Peygamber Efendimiz çok kısa bir süre içerisinde Hicret’in beşinci yılına kadar Medine’de bir tane Yahudi bırakmadı. Hepsini sürgün etti. Bir kısmını da kılıçtan geçirdi. O Hendek Savaşı’nda Müslümanları bırakıp düşmanla işbirliği yapanları da kılıçtan geçirdi. Halbuki herkesten önce onlar inanmalıydı. İşte şimdi bu ayeti kerimede de diyor:
(Arapçası) O peygamber onlara açık delillerle gelince dediler ki: ‘Bu apaçık bir sihir.’
Allah nasip ederse haftaya inşallah İsa (as)’ın inmesiyle ilgili ifadeleri ortaya koyacağız. Bizim bazı kaynaklarda hadis diye karşımıza çıkan ifadelerin Tevrat’ta olduğunu size göstereceğiz. İncil’de ve Tevrat’ta olduğunu göstereceğiz. Kuran’ı Kerim ayetlerini de burada okuyacağız. Siz göreceksiniz ki İsa (As)’ın tekrar gelmesi diye bir olay söz konusu değil. Bu vesileyle inşallah haftaya o konuyu da gündeme getireceğiz. Allah hepinizden razı olsun.