Bugün her ne kadar şey olarak Nasr Suresine gelmiş olsak da geçen haftaki seyahatimizi de merak ediyorsunuzdur. Değil mi? Biraz ondan bahsetmekte fayda var. Dolayısıyla bu akşamki sohbetimizin konusu Roma Seyahati. Roma’ya yaptığımız seyahat, oradaki görüşmeler.
Geçtiğimiz hafta işte bu ayın 9’unda Roma’da bir toplantı olmuştu. Toplantıyı asıl organize eden Almanya’daki Tübingen Üniversitesinin Katolik İlahiyat Fakültesi. Buna Fransızlardan yine bir Katolik fakülte, bir de İtalya’dan katılma vardı. 4. olarak da biz vardık.
Toplantının asıl konuşmacısı biz idik. Çünkü buradan şundan dolayı bu ortaya çıkıyor. Bize ayırdıkları zaman diğerlerine ayırdıkları zamandan daha fazla. Yani işte yarım saat, 45 dakika kadar, bilemedin 1 saat kadar konuştu diğerleri. Bize 3 saat ayırdılar. Fakat sonra programda kayma oldu ve 2 saate düştü.
Bir de Almanya’dan 50’nin üzerinde bak burada Hasan Şahin de oradaydı. Eşiyle beraber gelmişti sağ olsun. Zaten Mustafa Evli ile beraber gitmiştik. Bu Almanya’daki Tübingen Katolik Fakültesinden 52 tane öğrenci gelmişti. Bunlar doktora, mastır, yüksek lisans yani böyle üst seviyedeki yani lisans eğitimini bitirmiş olan öğrenciler. Bunlara dekanları yemekte ilan etti. Dedi ki yarın toplantımız var, hepinizi bekliyoruz. Ama Abdülaziz Bayındır’ın konuşmasına mutlaka bekliyoruz. Onu kaçırmayın dedi. Bundan dolayı diyoruz ki bizi asıl konuşmacı olarak davet etmiş oldular. Orada ben Ruh ve Vücut Dengesi konulu bir konuşma yaptım. O konuşmanın özetini inşallah size anlatırım da şu hikaye kısmını bitireyim önce.
Bunlar diyalog çerçevesinde yapılan toplantılar ama bizim yaptığımıza diyalog denmez. Yani bizim yaptığımız Kuran-ı Kerim’de Cenabı Hakk’ın buyurduğu gibi Bakara Suresinden açarsanız, 148. ayet. Cenabı Hak 146. ayette diyor ki, “Kendilerine kitap verdiklerimiz o peygamberi (Muhammet s.a.s.) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.”. Yani bu Tevrat’ta ve İncil’de uzman olanlar kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Yani bir insan oğlunu binlerce kişinin arasından görse bir başkasıyla karıştırır mı? Mümkün değil. İşte aynen onun gibi nasıl kendi oğlunuzu bir başkasıyla karıştırmadan bu benim oğlumdur diye kesin olarak tanırsanız onların içerisinde Tevrat’ı ve İncil’i okumuş olanlar da Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın peygamberi olduğunu kesin olarak bilirler ve tanırlar. Ama “Onlardan bir grup bile bile bu gerçeği gizlerler.” Onun için Muhammet, Allah’ın peygamberidir demezler. Kuran da Allah’ın kitabıdır demezler. “Hak, Rabbinden gelendir. Sakın ha şüpheye düşenlerden olma. Herkesin tutturduğu bir yön vardır.” Yahudi bir hedef tutturmuştur, Hıristiyan bir hedef tutturmuştur, ne bileyim Budist bir hedef tutturmuştur. Herkesin kendine göre tutturduğu bir hedef vardır. “Siz hayırlarda yarışın.”
Şimdi işte, bizim yapmaya çalıştığımız işler tamamen bu ayeti kerimeye göredir. “Hayırlarda yarışın.” emrini yerine getirerek biz de Hıristiyanlarla hayırda yarışmak için bir işbirliği yaptık biliyorsunuz. Yani bu diyalog dediğimiz hadise değil bu. Diyalogda komşu size gelir oturur, bir iki çay içersiniz, ne var ne yok, sen ne yapıyorsun, ben şunu yapıyorum, çeker gidersiniz. Ama bizim yaptığımız iş ortaklığıdır. Birlikte bir iş yapmaktır.
Allah’a şükür bu oldukça iyi gidiyor. İşte Tübingen’le yapmış olduğumuz çok sayıda toplantı. Biz önce Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisine gittik. Onunla meseleyi konuştuk, o da bizi internetten incelemiş, toplantıyı incelemiş. Yapılan toplantının bize gösterilen itibarın oldukça önemli olduğunu söyledi. Orada görüşeceğimiz kişilerle ilgili olarak çok önemli görüşmeler dedi. Bir de tabi bizim için önemli olan bir husus da şu: Büyükelçinin ifadesine göre Vatikan üzerinde iki tane etkili üniversite varmış. Birinci sırada bizim işbirliği yaptığımız Tübingen Üniversitesiymiş. Tübingen Üniversitesinin Katolik Fakültesiymiş.
Şimdi orada ruh ve beden ilişkisi üzerinde durduk. Bu da günümüzde çok önemli. Biliyorsunuz yani gitmeden önce de burada kısaca bir soru üzerine anlatmaya çalışmıştık. İnsanın atasının kim olduğu konusunda birçok problemler vardır. İşte bir kısmı çıkıyor diyor ki insanlar maymundan gelmiştir. Darvin böyle söylüyor. Arkasından işte evrimcilik diye bir teori oluşmuş ve devam edip gidiyor. Geçenlerde de TÜBİTAK’ın bir derginin kapağına yazmış olduğu şey dolayısıyla işte kapağını değiştirmesi sebebiyle bir sürü dedikodular çıktı. Teoriyi ilim sayanlar ve gazetelerde köşelerine taşıyanlar oldu bu bilimsel gerçeği. Evrim teorisi bilimsel bir gerçektir. Bilimsel bir gerçekse niye teori diyorsun. Ne zaman teoriye bilimsel gerçeklik denmiş? Teori dediğin bir varsayımdır. O insan kendisine göre öyle bir şey düşünmüş. İspatlayabilirlerse o zaman bilimsel gerçek olur. Ama böyle bir ispat şimdiye kadar olmadı.
Ama hadiseyi tamamen inanç esası üzerine oturtmaya çalışıyorlar. Şimdi, bizim Eflatun dediğimiz, Batılıların Platon adını verdiği meşhur bir filozof var. O filozof eşyayı tam hakikat olarak kabul etmiyor. Nasıl olsa kırılıyor, yok oluyor, insan olsa ölüyor falan. Asıl olanın ruh olduğunu söylüyor ve sonra işte zamanımızda materyalistler var. Materyalistler de ruhun ayrı bir varlığının olmadığını söylüyorlar. Bir elmanın kokusu gibi bir şey olduğunu ifade ediyorlar. Ayrı bir varlığı yoktur. Elma yoksa koku da yoktur diyorlar. Fransızların meşhur filozofu Kant, ruh da vardır, beden de vardır. Bunlar ayrı ayrı varlıklardır ama ispatlayamıyorum diyor. Almanların meşhur filozofu Hegel de işte kişilerin ruhu yoktur, toplumların ruhu vardır falan diyor. Bakıyorsunuz ki ruh konusunda Batı, tamamen bir çıkmaz içerisinde.
Orada dedim ki keşke Kant Kuran-ı Kerim’i okusaydı da ruhu nasıl ispatlayabileceğini görseydi ve onu anlattım. Burada defalarca anlattığımız bir konudur biliyorsunuz. İşte insan, ilk insan Adem aleyhisselamdır. Adem aleyhisselamı oluşturan o döllenmiş yumurta, toprağın içerisinde oluşmuştur ve Adem aleyhisselama ana rahmi görevini yapan toprak olmuştur. Orada büyümüş, gelişmiş ve organları tamamlandıktan sonra Cenabı Hak ruhundan üflemiş, tam bir insan olmuş, sonra da meleklere secde emri vermiştir. Dolayısıyla Adem a.s. herhangi bir hayvandan gelmiyor. Zaten gelmesi de mümkün değil. Kuran-ı Kerim o kadar güzel anlatıyor ki meseleyi. Bir insanın ana rahminde tam bir insan şeklini alıncaya kadarki geçen sürede hayvandan farkı yok. Yani diğer canlılar neyse o da o. Ama ne zaman ki ruh üfleniyor, işte orada diyor ki “Sonra onu bir başka yaratık olarak, mahluk olarak oluşturduk, inşa ettik.” diyor.
Yani ruh üflendiği zaman insan başkalaşıyor. Ruh üflendiği zaman o kişinin vücudunun gözünün yanında ruhunun gözü, vücudunun kulağının yanında ruhunun kulağı, vücudunun kalbi yanında ruhunun kalbi oluşuyor. E bunu her insan kendi hayatında rahatlıkla tespit edebilir. Mesela aklınızla bir şeye karar verirseniz bunu gönlünüze bir türlü dinletemezsiniz. Asıl karar yeri kalptir. Akıl değildir. Yani ruhun kalbidir. İnsanın kan pompalayan kalbi değil. O kalbin yeri de kan pompalayan kalbin bulunduğu yerdir.
Bu ikili şeyden dolayı yani asıl kararı kalp verdiği için, akıl vermediği için insanlar akıllarıyla gerçekleri çok rahat bir şekilde kavrarlar ama gönüllerine söz geçiremedikleri için inanmayabilirler. Mesela Allahü Teâlâ, Firavuna ve hanedanına şunu söylüyor onlar için. Bu Musa aleyhisselam ve Harun aleyhisselamın gösterdikleri mucizeleri bile bile inkar ettiler. Ama içleri yani kafaları bunun kesin doğru olduğunu biliyordu. En küçük şüpheleri yoktu. En küçük şüphesinin olmaması demek insanın doğru yapması demek değildir.
Zaten kalple akıl arasındaki bu ilişki bozukluğundan dolayı da davranış bozukluğu ortaya çıkar insanlarda. Tatmin olmaz. Ama akılla gönül bir noktada birleşirse insan orada tatmin olur. Onun için Cenabı Hak diyor ki “Kalpleri var ama onunla düşünmüyorlar.” Yani kalple akıl arasında tam bir ilişkiyi kurmuyorlar.
Neyse şimdi, orada biz bunların hepsini anlatmaya çalıştık. Biraz daha detaylı tabi bir saat sürdü. Ben burada sizin fazla vaktinizi almak istemediğim için… Sonra epeyce sorular soruldu. Yani şimdi yer yer konuşmacılar konuşurken salon boştu. Benim saat 4,30’da konuşacağım ilan edildiği için 4.30’da salon dolmaya başladı. Sonra ben konuşmaya başlayınca artık hemen hemen herkes gelmiş gibiydi.
Arkasından bir hayli sorular sordular. Sorulara cevaplar vermeye çalıştık. Sorular oldukça güzel ve kaliteli sorulardı. O arada ben Katolik Kilisesine bir teklif de götürmüştüm. Katolik Kilisesine teklif diye konuşmanın bir bölümü var. Katolik Kilisesi dediğimiz yani Vatikan. Vatikan’a bir teklif, madem oraya gidiyoruz.
O teklifte şunları söylemiştim. Hani hayırda yarışın diyor ya Allahü Teâlâ, hayırda yarışın. O yarışı birlikte yapabilmek için burada da sık sık dile getiriyoruz. Sizin için çok sıradan olan meseleler, dışarıya çıktığınız zaman son derece orijinal ve son derece şaşırtıcı oluyor. Şimdi siz çok dinlediğiniz için çok basit gibi geliyor size.
İşte bir Allah’ın yarattığı kitap var, varlıklar alemi; bir de Allah’ın indirdiği kitaplar var. Allah’ın indirdiği kitaplarda ilk peygamberden son peygambere kadar Cenabı Hakk’ın verdiği kitaplardır. Ama bizimkisi Adem aleyhisselamdan başlamıyor. Nuh aleyhisselamdan başlıyor. Adem aleyhisselama verilen hükümlerle bize verilen hükümler arasında ciddi farklılıklar var. Çünkü Adem aleyhisselam biliyorsunuz işte Nisa Suresinin 1. ayetinde “Ey insanlar sizi bir tek nefisten yaratan ve o nefisten de eşini yaratan Allah’tan çekinin.” Yani Allah burada Adem aleyhisselamı nerden yaratmışsa Havva’yı da ondan yarattığını bildiriyor. Yoksa Havva validemiz Adem aleyhisselamın bir parçası olarak yaratılmış değildir.
Tabi soru üzerine bu ayeti orada okudum. “Ey insanlar Rabbinizden korkun. Sizi nefsi vahideden yaratmıştır.” Burada Arapça bilenler için diyorum. Bu “ha” zamiri nefse gidiyor, Adem’e gitmiyor yani. “O nefisten de yarattı eşini.” Nefsin ne olduğunu da İnsan Suresinde Cenabı Hak “Biz insanı döllenmiş yumurtadan yarattık.”. Dolayısıyla Adem aleyhisselam döllenmiş yumurtadan yaratılmıştır. Ayette aynı yumurtadan eşinin de yaratıldığını anlama biraz daha kolay. Ama aynı tip bir yumurtadan da eşini yaratmıştır şeklinde de anlaşılabilir.
Şimdi, bunun tabi faydası şu: Bugünkü Tevrat’ta kadının Adem aleyhisselamın kaburga kemiğinden yaratıldığı ifadesi var. Ama orada bir uzman söyledi dedi ki, hem Adem aleyhisselamın kaburga kemiğinden yaratıldı ifade ediliyor Tevrat’ta hem de ayrı bir varlık olarak yaratıldığı ifade ediliyor, ikisi de var dedi. Şimdi, bizde de Tevrat’taki bu söz hadis şekline çevrilmiş, bizde de biliyorsunuz işte Peygamber efendimize mal edilir, işte “Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Onu düzeltmeye kalkmayın, düzeltirseniz kırarsınız.” demişlerdir. Ama öyle bir şey yok. Şimdi kaburga kemiğinden yaratılması falan bunlar farklı şeyler. Ama Adem aleyhisselam nerden yaratılmışsa Havva validemiz de oradan yaratılmış.
Şimdi bunlar bir kadınla bir erkek. İnsanların zihnini karıştıran bir şey var. Peki, nasıl oldu? Kardeşler birbirleriyle evlendiler mi? Tabi ki evlendiler. Bu yeni başlangıç olduğu için Cenabı Hak onlara bazı özel hükümler koymuş. Ama bizlerle ilgili olanı Nuh aleyhisselamla başlatıyor. Diyor ki Şura Suresinin 13. ayetinde: “Sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır Allah…” Neyi? “…Nuh’a neyi emretmişse.”. Adem’e demiyor bakın. “Allah Nuh’a neyi emretmişse sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır.” diyor. “Sana yaptığımız vahiy, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya verdiğimiz emir…” Nedir? “…bu dini ayakta tutun.” Bu dini ayakta tutun. “Bunda ayrılığa düşmeyin.” O zaman Nuh aleyhisselamın anlattığı, insanlara tebliğ ettiği, İbrahim aleyhisselamın tebliğ ettiği, Musa ve İsa aleyhisselamın tebliğ ettikleri din ve Peygamberimizin tebliğ ettiği din hangi din? Aynı din değil mi? Birinin diğerinden farkı yok.
Orada bir İtalyan profesör çok güzel bir tebliğ sundu. Bir şey söyledi, dedi ki Müslümanlar İbrahim’den başlatıyorlar dedi kendilerini. Yahudiler de Nuh’tan başlatıyorlar dedi. Yani babanız İbrahim’in dini diye ayette geçiyor ya. Ben dedim ki hayır, öyle değil. Bu ayeti okudum. Nuh’tan başlar. İşte bakın İsa aleyhisselamın, Musa aleyhisselamın, İbrahim aleyhisselamın ve Peygamberimizin tebliğ ettiği din aynıdır. Hiçbirinin diğerinden farkı yoktur. Dolayısıyla Nuh aleyhisselama hangi kitap inmiştir diye soruyorsanız cevabı Kuran-ı Kerim işte. Bu kitap, elimizdeki kitap. Musa aleyhisselamınki de o, İsa aleyhisselamınki de o, İbrahim aleyhisselamınki de o. Bazı ufak tefek kolaylaştırmalar olmuş, o kadar.
Ve orada ırmak örneğini verdim dedim ki işte Almanya’dan çıkan, Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri dünya kurulduğu günden beri hep o nehir akar. Hep aynı su kaynaklarından beslenir. Hep aynı kalite suyu Karadeniz’e taşır. Ama zaman zaman insanlar bu nehri kirletirler. Peygamberler o nehri temizlemek için gelmişlerdir. Bugün de iyice kirlenmiştir, artık peygamber gelmeyecek, temizleme görevi bize aittir.
Şimdi böyle kapsayıcı bir yaklaşımı Kuran-ı Kerim’den anlatınca hiç kimsenin en küçük itirazı olmuyor. Yani şu ana kadar zannediyorum 14 toplantı yaptık. Yani Mustafa Evli bir sayalım kaç tane yaptık diye. O kadar çok toplantı yaptık. Bir tek itirazla karşılaşmadık. Hiçbir itiraz yok. Çünkü Kuran’dan anlatırsanız, ama Kuran’da da Cenabı Hakk’ın dediği gibi anlatacaksınız, sizin dediğiniz gibi değil. Bazen Kuran’ı sağa sola çekenler oluyor biliyorsunuz.
Şimdi bu neye benziyor? Şöyle tertemiz bir suya benziyor. Kaynağından çıkarılmış, özel ambalajıyla ikram ediyorsunuz insana. Her insanın suya ihtiyacı vardır. İnsana temiz suyu verdiğiniz zaman o temiz suyu herkes fark eder, anlar ve kana kana içer. Büyük bir zevkle içer. İşte siz de Kuran’ı anlattığınız zaman muhatabınız kim olursa olsun sizi can kulağıyla dinler ve anlattıklarınızı kavramaya çalışır.
Ama adam içkiye alışmışsa, su yerine içki içmeye yine devam eder. Ya da başka şeylere alışmışsa onları içer. Onları yapsa bile sizin suyunuzun güzel olduğunu da her zaman söyler. Ne suydu ya, bak ne kadar güzeldi diye. Mesela orada işte 2 saatlik konuşma yaptık. Öğrenciler, bu olmadı dediler. Biz daha çok soru soracağız. E, yapalım, edelim, programın yüklü olması sebebiyle onlara tekrar vakit ayıramadık. İşte Mustafa Evli dün telefonda söylüyordu. Oradan hocalar da demişler ki ya oturup da bir doğru dürüst konuşamadık. Şimdi Mustafa Evli diyor ki bundan sonra böyle toplantılara gittiğimiz zaman ayrı oturumlar tertip edelim de onlar rahat rahat otursunlar şey yapalım yani o programın sıkışıklığı içerisinde… Gerçekten doğru. Mesela biz Almanya’ya gittiğimizde onlara istedikleri kadar vakit ayırıyorduk, istediklerini soruyorlardı. Konuşuyorlardı, sohbet ediyorduk. Ama burada olmadı, programı biz yapmadığımız için.
Şimdi Allah’ın dini bu. Allah’ın tek dini ve doğru din. Tek doğru din var onun dışındakiler yanlış din. Peki, bunun doğruluğunu nasıl ortaya koyacaksınız? Doğruluğunu, orada şunu anlattım. Dedim ki işte ayeti kerimeyi okudum. Allahü Teâlâ buyuruyor ki burada da sık sık okuduğumuz ayettir. Zumer Suresinin 42. ayeti: “Allah ruhları ölümü sırasında vücuttan çeker alır. Ölmemiş olan kişinin ruhunu da uykudayken alır. Ölümüne karar verdiği kişinin ruhunu tutar, diğerini de belli bir güne kadar serbest bırakır.” Yani ona verdiği ömür boyunca uyanınca, ruh tekrar vücuda gider girer. İşte insan şu bilgisayar gibidir. Vücudu bu bilgisayarın mekanik tarafı gibi. Vücuttaki canlılık bu bilgisayarın elektriği gibi. Vücuttaki ruh da bu bilgisayardaki yazılım gibi, program gibidir. Bu bilgisayarı bilgisayar yapan, diğer elektrikli aletlerden ayıran asıl şey bundaki yazılımdır. İşte insanı da diğer varlıklardan asıl ayıran ondaki ruhtur.
Dolayısıyla yüzde yüz maymun şeklinde olsa da insanla maymunun hiçbir alakası yoktur. Çünkü onda ruh yok. Şimdi ruh yaşayan insanı uykudayken terk eder. Bilim işte bu materyalistler ruhu dışlamışlar, ruhun ayrı varlığını kabul etmiyorlar. Ayrı varlığını kabul etmedikleri için hayata bakışları son derece sakat. Ruhu olmayan canlı ne oluyor? Hayvan oluyor. Hayvanın düşündüğü yeme, içme ve menfaatlerini gerçekleştirmedir. Dinden uzaklaşmış olan bir bilim de sadece kendi menfaatini düşünür ve bilim menfaatlere alet edilir. Ruh, Batıda tamamen din sahasına bırakılmıştır. Yaşayan vücuttan ayrılan ruh ne yapar? Rüya görür. Uykudayken ayrılmıyor mu? Rüya görüyor. Rüyayı da gerçek zanneder. İşte bu bilimden ayrılmış olan ruh ki niye bunu söylediğimi biraz sonra şey yapacağım, pat diye bu noktaya gelmiş olduk. Bilimden ayrılmış olan din de hayaller görür, rüyalar görür. O hayalleri, rüyaları gerçek zanneder. Ama bunun gerçek hayatla bir alakası yoktur.
Peygamberler, devamlı Allah’ın yarattığı kitaba dikkat çekmişlerdir. Allah’ın yarattığı kitap yani Kuran-ı Kerim’in cümlelerine ne diyoruz? Ayet diyoruz. Peki, kainatta olan varlıkların adı nedir Kuran-ı Kerim’e göre? Onlar da ayet. Fussilet Suresi 53. ayette diyor ki Allahü Teâlâ “Kendi içlerinde ve çevrelerindeki ayetlerimizi onlara göstereceğiz.”. Yani bu yeryüzünde hangi varlık varsa hepsi birer ayet. Kuran-ı Kerim’in cümlelerinin hepsinin birer ayet olduğu gibi. “Kuran’ın gerçek olduğu onlar için açık ve net olarak ortaya çıkacaktır.” Şimdi Kuran’ın gerçek olduğunu neyle ispatlayacakmışız? Allah’ın gösterdiği ayetlerle. Bu ilim her insanda olan ilim. O da şey yapılmamalı. Çünkü her insan buluğa erdiği andan itibaren sorumlu değil mi? Her insanın çevresinden öğrendiği bilgilerdir bunlar. Yani tabiatı okuyarak öğrendiği bilgilerdir. Ha, ilim adamları bunu geliştirebilir. Onların durumu daha güçlü hale gelir. Onun için Cenabı Hak “Allah’tan hakkıyla korkanlar alim kullarıdır.” demiş. İlim arttıkça Allah’ın kitabının güzelliği, büyüklüğü daha da ortaya çıkacaktır.
İşte bütün peygamberler dinle bilimi birleştirmişlerdir. Biz bunu zaten Tübingen’de bu Katolik Fakültesiyle yaptığımız anlaşmada resmi bir belge haline getirdik. Allah’ın indirdiği kitabı, Allah’ın yarattığı kitapla birlikte okuyacağız diye. Sonra orada anlattılar İtalya’da. Bizim o bir sayfalık belge derslerde sık sık okunuyor ve değerlendiriliyormuş. Ama bir sayfalık ama arkası çok dolu tabi. Son derece önemli.
Şimdi Cenabı Hakk’ın iki tane kitabı var. Birisi indirdiği kitap, birisi yarattığı kitap. Yarattığı kitap, tüm bilimlerin kaynağı. İndirdiği kitap da tüm bilimlerin yazılı şekli. Bu ikisi arasında hiçbir uyumsuzluk olmaz. O zaman biz şimdi meydan okuyoruz. İşte bunu gittik kiliseye yazılı olarak verdik. Tübingen Üniversitesinin dekanı bu konuda epeyce bir birikime sahip olduğu için, altyapısı olduğu için, çok sayıda onla toplantı yaptığımız için bunu birlikte verelim dedi. Gittik ve Katolik Kilisesine dedik ki gelin din bilim dengesini kuralım, yeni bir çağ, denge çağını açalım bütün dünyanın önüne. Çünkü dünyada dengeler iyice bozulmuştur. Çektiğimiz sıkıntıların sebebi o. Bunun için de gelin Allah’ın indirdiği kitapları -çoğul bu defa- şimdi siz hangi kitabı diyorsunuz Allah indirmiştir? Getirin ne kadar varsa getirin. Hadi buyurun. Şimdi nasıl olsa tabiat kitabıyla birlikte okuduğunuz zaman yanlışlar, ister istemez patır patır dökülecektir. Doğrular da ortaya kalacak, onlar zaten Kuran-ı Kerim’in tasdik ettiği cümleler olacaktır.
Bu ifadeler Tübingen açıklamasında da var, bu şekilde değil ama tam olarak var. Bunu verdik onlara. Bizim böyle ortak bir teklifimiz var dedik. Bizim büyükelçinin ifadesine göre Kilisenin ikinci adamı olan Jean Pierre Turan adındaki kardinale, dinler arası diyalog kurulu başkanına verdik. O yaptıkları diyalogları anlattı. İşte oturuyorlar, çay içiyorlar, dağılıyorlar o şekilde yani. Sonra bir de şunu söyledi. Dedi ki Müslümanlar Kuran-ı Kerim’e uydukları sürece onlarla diyalog olmaz dedi. İşte orada “one minute” kim diyordu? Buradan birisi söylüyordu.
Orada, “bir dakika” dedim. Şimdi dedim, geleneğe göre konuşuyorsanız doğru dedim. Ama Kuran-ı Kerim’e göre yanlış. Kuran-ı Kerim’de Müslümanların diğer din mensuplarıyla ilişkilerini Mümtahine Suresinin 8 ve 9. ayetleri belirlemiştir. Şimdi o şahıs 15 yıl dışişleri bakanlığı yapmış, uzun süre Kahire’de kalmış, Arapçası da gayet iyiymiş sonradan öğrendiğime göre. Dedim orada Allahü Teâlâ, 3 tane kırmızı çizgi ortaya koyuyor. Bir, inancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmayan; iki, yurdumuzdan çıkarmayan; üç, çıkaranlara destek vermeyen, bunlardan herhangi birine destek vermeyen. Bu üç kırmızı çizgiyi çiğnememiş olanlarla dost olmamızı Cenabı Hak yasaklamıyor, dost olmamızı tavsiye ediyor. Bu zaten evrensel savaş sebebidir. Dolayısıyla diğer din mensuplarıyla ilişkileri anlatan ayetlerin tamamı, bu ana ayete göre anlaşılmalıdır. O da zaten Kuran-ı Kerim’in ortaya koyduğu temel prensiptir.
Ama dedim gelenekte ilişkiler savaş mantığına oturtulmuş, onu da inkar etmeye gerek yok. Bu üç kırmızı çizginin tamamını çiğnemiş olan, üstelik Hudeybiye Müselahasını da reddetmiş olan Mekkeli müşrikler için inmiş olan ayeti, işte onları nerede bulursanız öldürün, hatta onlara 19 ay da ayrıca müsaade verilmiş. Bu ayeti gelenek, ilişkilerin merkezine yerleştirmiş, bu ayete dayanarak 250 kadar ayetin mensuh olduğunu söylemiştir, Kuran-ı Kerim’de. İlişkilerin düzgün olmasıyla alakalı bütün ayetler mensuhtur diye yazılır. Yani yürürlükten kalkmıştır diye. Bu ayetin bir tek ayeti bile neshetme ihtimali yoktur. Mümkün değil. Ha, aynı olay tekrarlarsa bu ayet yine uygulanır. O şartlar oluşursa.
Tabi baştan birazcık soğuk davranan Jean Paul, daha sonra tavrını değiştirdi ve bunu inceleyeceğini söyledi. Dedim ki siz diyalogla ilgili birtakım şeyler anlatıyorsunuz. Bizim buradaki işbirliğimiz sizin anlattığınız diyaloglar gibi değil. Biz evrensel değerler üzerinden hareket ediyoruz. Ve orada 4 konuda anlaşmışız. İşte onlardan bir tanesi insanın yaratılışının başlangıcı. İşte orada yaptığım konuşmanın genel bir özeti gibi oldu, bu olayın. İkincisi tarih boyunca Müslüman-Hıristiyan ilişkileri. Üçüncüsü tabi hukuk. Dördüncüsü de yeni ekonomik düzenin felsefi zemini. Dünyada oluşturulması düşünülen ekonomik düzenin felsefi zemini.
Tabi bunları söyleyince insanlar tuhaf oluyorlar yani bu derece büyük iddialarla nasıl ortaya çıkarsınız diye. Şimdi tabi bunları inceleyip bize bildirecekler. O Richard Pussa bizden bir gün sonra ayrıldı. Mustafa Evli’ye, orada bazı kimselerle de görüşmüş duyduğumuza göre. Mustafa Evli’ye söyledi, bunu kabul etmesinin çok yüksek ihtimal olduğu ki kabul edip etmemeleri beni hiç ilgilendirmiyor şahsen. Ben sadece bunu onlara bildirmek istedim. Böyle bir şey var. Biz yolumuza zaten devam ediyoruz. Hiç kimseye bağlı değiliz, sadece Cenabı Hakk’ın emirlerine bağlıyız. Ama giderken de herkese doğruları söylemek zorundayız. Bunu da Allah’ın ayetlerinden söyleyeceksin, başkasından değil. İşte ayetlerden söylediğiniz zaman da son derece etkili ve kalıcı oluyor.
Orada bu dekan, Richard Pussa, kendisi Kilise Hukuku Bölümü başkanıdır aynı zamanda. Onlar daha çok tabi hukukla ilgileniyorlarmış. Bana dedi ki burada bir kardinal var dedi. Hukuk konusunda iyi bir uzmandır. Diyor ki İslam hukukunun tabi hukukla bir ilgisi yoktur. Dedim sizin kardinal hem haklı hem de haksızdır dedim. Nasıl oluyor dedi? Dedim ki haksızdır, çünkü Kuran-ı Kerim ve onun uygulaması olan sünnet tabi hukukun ta kendisidir. Yani insanlar arası ilişkilerin en ideal şekilde oluşmasını Kuran-ı Kerim ve onun uygulaması olan sünnet sağlar. Haklıdır, gelenekte oluşmuş olan İslam hukuku, bu ana çizgiden ciddi manada uzaklaştığı için gerçektende birçok hükmü tabi hukukla bağdaştırma imkanı yoktur.
Bu tabi çok hoşuna gitti. Açılış konuşmasında bundan da epeyce bahsetti. Zaten konuşmanın, açılış konuşmasının büyük bir bölümünü bize ayırdı Pussa. Birlikte yaptığımız çalışmalara filan. İşte böyle birkaç günlük toplantıyı birkaç dakikaya sığdırmaya çalıştık. Yine zaman zaman bunları anlatırız.
Ama ilginç bir şey daha oldu, dedi ki biz dedi, işte Allah’ın indirdiği kitapları, Allah’ın yarattığı kitapla birlikte okumaya karar verdik ama dedi, Hıristiyanlar ilk 2 asra dokundurmuyorlar dedi. Yani oraya inmemiz çok zor dedi. Dedim hiç üzülme bizde de dokundurmazlar. Çünkü ilk 2 asırda Hıristiyanlık tam bir tevhit inancına, bozulmamış şekliyle ona sahipti. Zaten bugünkü Papa, kitabında yazıyor, diyor ki İsa’ya ilk önce biz tanrılık unvanını verdik Antakya’da diyor. Kendileri vermiş, kendileri yapmışlar. Diyor ki zaten ilk başlangıçta İsa, gerçek anlamda bir insan ve gerçek anlamda bir peygamber kabul edilirdi. Sonra biz Antakya’da onu tanrı yapmaya başladık. En sonunda Kadıköy’de son noktayı koymuşlar. Hep de bizim topraklarda olmuş. Efes’te de Hz. Meryem’e tanrının annesi unvanını vermişler.
Tabi o ilk 2 asra gittiğiniz zaman bütün bunlar ortaya çıkacak. Dedim, senle beraber yapmaya çalıştığımız bu toplantılar, Hıristiyanlara olduğu kadar Müslümanlar için de çok önemli dedim. Çünkü doğru Hıristiyanlığın ortaya çıkması gibi doğru Müslümanlık da ortaya çıkacak. Adam heyecanlandı, dedi o zaman bu konu üzerine ağırlığımızı verelim dedi. İnşallah vereceğiz. Allah nasip ederse.
Sonuç olarak özetleyeyim. Gerçekten Kuran-ı Kerim’e göre gittiniz mi önünüzde hiçbir engel olmuyor. Dediğim gibi taze bir su, tertemiz bir hava götürüyorsunuz. Bundan memnun olmayacak bir hayvan bile çıkmaz. Bırakın insanı, bir hayvan bile çıkmaz. Ve şunu da söyleyeyim. Gerçekten bugün de Amerika’dan gelen bir profesörü dinledik. İşte orada Kuran’la ilgili çalışmaların bir hayli iyiye gittiğini falan ifade etti, Amerikalı. Şu anda dünyanın her tarafı İslam’a açılmış vaziyettedir. Ama merkezimizi çok sağlamlaştırmak zorundayız.
Şimdi bize bazıları diyor ki niye hep yurt dışına gidiyorsunuz, Türkiye’ye ne olmuş? Kardeşim, biz yurt dışına keyfimizden gitmiyoruz. Türkiye’de kimse dinlemiyor ki, işte siz dinliyorsunuz. İlmi toplantılar yapıyoruz, kimse gelmiyor. Yurt dışından adamlar geliyor buraya, kimse gelmiyor. Moskova Üniversitesinin rektör yardımcısı geliyor, önemli adamları geliyor, bizimkiler bir 5 dakika geldiler, bir gözüküp gittiler, işimiz var. Onlar dediler ki bu defa ya bizim hiç işimiz yoktu da canımız sıkıldı bir İstanbul’a gidelim dedik. Gerçekten çok üzücü bir şey. Davet ediyorsunuz, kimse gelmiyor. Allah’tan ki Süleymaniye Vakfında birkaç kişi var da, bir de sizden bazılarınız geliyorsunuz da büsbütün boş kalmıyor salon. Yine 3-5 kişi oluyor. E, ne yapacaksınız? Ama hamdolsun yavaş yavaş bu yayılmaya başlıyor. Çok şükürler olsun. Hakikaten önümüzde çok büyük imkanlar ve fırsatlar var. İmkanlarımızı birleştirirsek dediğim gibi yeni bir çağ başlatabiliriz. Yeni bir çağ. Din ve bilim dengesini kurarak. Bu peygamberlerin yaptığıdır. Bizim Peygamberimizden ve sahabeden sonra bu denge büsbütün bozulmuştur Müslümanlarda da. Bugün bunu yapabiliriz. Böylece size bir özet yaptık.