Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bir aylık bir aradan sonra inşallah bugün tekrar Kuran sohbetlerimize başlıyoruz. Allahu Teala’dan, kendi kitabına İbrahim’in (a.s), Muhammed’in (a.s) uyduğu gibi samimiyetle uyanlardan eylemesini niyaz ediyorum. Şu anda dünyada büyük bir bunalım yaşanıyor. İnşallah Cenabı Hak lütfeder. Önce Türkiye’ye sonra bütün dünyaya bu kitabın ne kadar problem çözücü ve insanların dünyasını da mutlu edici bir muhtevaya sahip olduğunu göstermek nasip olur. Şimdi zaman zaman burada tekrarladığımız çok önemli bir konuya tekrar dokunacağız. Resul ve Tebliğ konusu… Resul kelimesinin Türkçe karşılığı elçi demektir. Bir de Arapça olarak elçinin getirdiği şeydir. Yani resul kelimesinin Arap dilinde iki anlamı vardır. Birisi elçi, birisi de elçinin getirdiği şeydir. Sözlüklere baktığımız zaman kelimenin ilk anlamı ne oluyordu, Yahya?
Yahya ŞENOL: Elim de Ragıp el İsfehani’nin Müfredatı El Fazil Kuran diye derslerimizde oldukça sık kullandığımız bir sözlüğü var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: En eski sözlüklerdendir.
Yahya ŞENOL: Bunu yazan kişi hicri olarak 425 yılında vefat etmiş. Bu Kuranı Kerim’de geçen bazı kelimelerin sözlük anlamları ve ayetlerde hangi manada kullandıklarını derleyip toplayan bir kitaptır. Burada resul kelimesiyle ilgili yazanlar şudur. Önce Arapçasını okuyayım. “verresulü” “resul” “yukalu” “denilir ki” “taraten lil kavlil mutahammeli” “resul bazen yüklenilen sözü ifade etmek için kullanılır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulün ilk birinci manası ne oldu?
Yahya ŞENOL: Üstlenilen söz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulullah’ın (s.a.v) üstlendiği söz nedir?
Yahya ŞENOL: “ve taraten” “Bazen de” “li mutahammilil kavli” “o sözü yükleyen kişi” Yani sözü iletmek üzere üzerine alan kişiye denir. “ver risaleti” Yani mesajı yüklenen kişiye resul denir. İşte bu manada elçi demektir. Arapçada; birinci manada elçinin getirdiği söz manasında kullanılırken ikinci manada da elçinin kendisine resul kelimesi kullanılır diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Muhammed (a.s) Allah’ın elçisi olarak inanıyoruz. Ve şahitlik ediyoruz. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resluhu” “Ben şahidim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” Allah’ın elçisi olduğuna ben nasıl şahit olabilirim? Mesela birisi size bir Vali’nin yazısını getirdiği zaman eğer yazının Valiliğe ait olduğu belliyse, sizi muhatap aldığı yazılıysa, Valinin imzası varsa o getiren kişinin Vali’nin elçisi olduğundan şüpheniz olur mu? Şahitlik edersiniz değil mi? Ben şahidim ki Muhammed Allah’ın elçisidir diyoruz. Peki, orada Vali’nin antetli kağıdını gördünüz. Altında imzasını gördünüz. Orada da sizi muhatap alan yazısını gördünüz ve şahitlik ediyorsunuz. Peki, Muhammed Allah’ın elçisidir diye şahitlik edenler neyi görüp de şahitlik ediyorlar? Görüyorlar mı acaba? Kuranı Kerimi görüyorlar mı? Kuranı Kerim’i okuyacaksınız. Ya da bir suresini okuyacaksınız. Hepsine gerek yok. Bir tek suresini okursunuz. O surenin bir insan tarafından yazılamayacağı şeklinde kesin bir kanaat hâsıl olur sizde ve sizi de muhatap aldığını anlarsınız. O zaman bu sureyi bana getiren kişi mecburen ne olur? Allah’ın elçisi olur. Öyleyse benim için esas mesele… Vali’nin yazısı size geldi. Sizin için esas olan onu getiren kişi midir, yoksa yazı mıdır? Yani o kişi gelip size yazıyı teslim ettikten sonra kendisinin sizin açınızdan bir önemi kalır mı? Saygın olur.
Fatih ORUM: Teslim etti, kalp krizi geçirip öldü.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Teslim etti, öldü. Ölmese de yaşıyor. Yanında komşun. Sadece şunu dersin. Demek ki bu valinin değer verdiği bir insan… Başka bir şey diyebilir misin? Yani o kâğıdı teslim ettikten sonra senin açından onun elçilik görevi devam eder mi? Bitti. Bakın burada sözlükte gördünüz. Birinci anlamı yüklenilen sözdür. Muhammed’in (a.s) yüklendiği söz nedir? Kuranı Kerim’dir. Allahu Teâlâ’nın Kuranı Kerim’ koyduğu bir metot vardı. Acaba Kuranı Kerim bunu herkesin anlayacağı şekilde gösteriyor mu? Bazı konular var ki, anlamak için çok iyi uzman olmak gerekiyor. Gerçi burada uzmanlığa gerek yok da… Ama olsun Kuranı Kerim açısından sözlükte hata olabilir. O zaman bakıyoruz ki Bakara Suresi 101. Ayette… Hatta 100. Ayetten başlamak lazım. “E ve kullemâ âhedû ahden nebezehû ferîgum minhum, bel ekseruhum lâ yué’minûn” (Bakara 100) Her defasında bu Yahudilerden bahsediyor. Hıristiyanlarda bu kapsama giriyor. Allah’a karşı bir taahhütte bulundukları zaman, bir söz verdikleri zaman bir grup onu hiçe sayıyor. Önemsemiyor. Aslında onların çoğu inanmıyor diyor. Ondan sonra şunu söylüyor. “Ve lemmâ câehum rasûlum” Buna çok dikkat edelim. “Ne zaman ki onlara bir resul geldi.” Bakalım bu resul Muhammed (a.s) mi, getirdiği kitap mı? “musaddigul limâ meahum” “Yanlarında olanı tasdik eden” Yanlarında olan derken Musa’ya indirilen şekliyle mi onların yanlarında bulunduğu şekliyle mi? Yanlarında bulunduğu şekliyle… Siz o gün ki Yahudilerin yerinde olsanız Musa’ya (a.s) inen şeklini getir bana… Hatta bugün size Resulullah’a indiği şekliyle Kuranı Kerim’i getir deseler ne yaparsınız? Ben nereden getireyim dersiniz. “Yanlarında olanı tasdik eden bir resul geldi.” O resul Muhammed (a.s) mi yoksa Kuranı Kerim mi? Devamında ne diyor? “nebeze” “attı.” “ferîgum minellezîne ûtul kitâb” “kendilerine kitap verilenlerden bir grup” “Kitap verilenler” ifadesinden Medine’de ilk akla gelenler Yahudilerdir. Attılar. Neyi attılar? “kitâballâhi” “Allah’ın kitabını” O zaman gelen resul ne olur? Attıkları ne? Tekrar okuyorum. Dikkat edin. “Ve lemmâ câehum rasûlum” “Ne zaman ki onlara bir resul geldi.” “musaddigul limâ meahum” “yanlarında bulunanı tasdik eden bir resul” Buraya kadar Muhammed (a.s) olabilir dersiniz. “nebeze ferîgum minellezîne ûtul kitâb” “Kendilerine kitap verilenlerden bir grup attı.” Neyi? “kitâballâhi” “Allah’ın kitabını attı.” O zaman onlara gelen resul ne oluyor? Allah’ın kitabı dışında başka bir mana verme imkânı olur mu? “verâe zuhûrihim” “Allah’ın kitabını arkalarına attılar.” “keennehum lâ yağlemûn” “sanki bilmiyorlarmış gibi.” (Bakara 101) Hâlbuki pek ala biliyorlar. Çünkü kendilerinde olanı tasdik ettiği için kesinlikle biliyorlardı. Burada resul kelimesi geçiyor. Sözlükte birinci manası neydi? “el kavlil mutahammel” “üstlenilen söz.” Yani Allah’ın resulü olduğu zaman Kuranı Kerim olur. Birinci mana budur. Peki, bu manayı biz ne zaman keşfetmiştik? Keşfedeli ne kadar oldu? Bir yıl oldu mu?
Yahya ŞENOL: Tam olarak hatırlamıyorum. Resul ve nebiyi konuştuğumuz zamanlar 11:54 11:56 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ondan değil. Resul kelimesinin birinci anlamının getirilen şey olduğu…
Yahya ŞENOL: Yakın yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir yıl olmamıştır.
Yahya ŞENOL: Belki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bütün sözlüklerde olmasına rağmen Resul kelimesinin birinci anlamının bu kitap olduğunu daha bu sene görebildik. Şu anda da buradan başka İslam aleminde bunu bilen birinin olduğunu hiç zannetmiyorum. Ayeti kerimeyi de gördünüz. Birçok ayet daha okuyacağız. Şimdi Diyanetin mealinden okuyalım. Ama Diyanet diye ayırmıyoruz. Yahya bir oku istersen… Bu az önce okuduğum ayetten ne anlayacaksınız?
Yahya ŞENOL: Diyanet işleri Başkanlığı Meali, Bakara Suresi 101. Ayet… “Onlara, Allah katından ellerinde bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peygamber oldu görüyor musunuz? Çünkü bütün geleneğin bildiği bu… Bizde öyle biliyorduk.
Yahya ŞENOL: “kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını (Tevrat’ı) arkalarına attılar.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, gelen ne? Arkalarına attıkları ne? Uyuyor mu? Cümlede bir uyum var mı? Gelen peygamber, kitabı arkalarına atıyorlar. Ne demek? Ne alakası var? Onun için bundan sonraki ayetler hiç anlaşılmayan ayetlerdir. Tefsirlere bakın işin içinden çıkamazsınız. Az önce Fatih bir şey söyledi. Hani dedik ya. Valilikten biri size tebliğ etmek üzere bir yazı getirdi. Yazıyı size tebliğ etti ve orada bir kalp krizi geçirip öldü. Sizin için o tebliğ geçerliliğini sürdürür mü, sürdürmez mi? O zaten vazifesini yaptı. İster yaşasın, ister yaşamasın. Orada bitmiştir. Muhammed (a.s) ile ilgili de Allahu Teala bize aynı şeyi söylüyor. Çok dikkat edin. Muhammed (a.s) ile aynı şeyi söylüyor. Ali İmran Suresi 144. Ayette söylüyor. Uhud Savaşında onun şehit edildiğine dair haberler yayılmıştı. Allahu Teala orada ne diyor? “Ve mâ muhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir resuldür (elçidir).” Getirip kitabı tebliğ ettiyse onun orada kalması gerekmez mi? Aynen Fatih’in az önce söylediği gibi… Adam geldi. Yazıyı tebliğ etti. O anda kriz geçirip öldü. Senin sorumluluğunda bir azalma olmaz ki… Yaşamaya devam etse sorumluluğunda artma olmaz. “Ve mâ muhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir resuldür.” (Ali İmran 144) Peki, buradaki resul hangi anlamda olur? Muhammed olduğuna göre mesajı taşıyan kişi anlamındadır. Başka bir anlamda olur mu?
Yahya ŞENOL: Sözü yüklenen kişi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama az önce okuduğumuz Bakara 101’de ki resulünde yüklenilen söz dışında bir anlamı olamaz. Kuranı Kerim sözlüğü nasıl tasdik ediyor, görüyor musunuz? Çünkü biz zaman zaman sözlüklerde de çok ciddi yanlışlar yakalıyoruz. Birisi çok haklı olarak, bunun doğru olduğunu nereden biliyorsunuz diyebilir. İşte buradan biliyoruz. İşte hikmetin ne kadar muhteşem bir usul olduğunu buradan anlamış oluyoruz. “Ve mâ muhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir resuldür.” “gad halet min gablihir rusul” “Ondan önce de çok resuller geldi, geçti.” “efeim mâte ev gutilengalebtum alâ ağgâbikum” “Ölse ya da öldürülse gerisin geri mi döneceksiniz?” Sorumluluğunuz bitecek mi? “ve mey yengalib alâ agıbeyhi feley yedurrallâhe şey’â” “Hanginiz dönerse dönsün. Allah’ın bir zararı yok ki…” Dönün. “ve seyeczillâhuş şâkirîn” “Allah görevlerini yapanların ödülünü verecektir.” (Ali İmran 144) Resul öldüyse görevini nasıl yapacaksın? Yaşayan resulde yapacaksın değil mi? Az önce bir resul ifadesi kullandı. Bir de kitap ifadesi kullandı. Aynı ayette… Acaba Allahu Teala bunu niye kullandı? “Ve lemmâ câehum rasûlum” Yahudilere geldi resul… “musaddigul limâ meahum” “Yanlarındakini tasdik eden…” (Bakara 101) Peki, sen şimdi o Yahudilerden birisinin yerinde olsan… Biz Kuranı Kerim’i götürsek Katolik Kilisesinde bir hatim okusak… Bir de en iyi okuyucuları seçsek… Orada Arapça bilen birisi yoksa Onlara resul gitmiş olur mu? Ya da şöyle diyelim.
Yahya ŞENOL: Onlara Kuran tebliğ edilmiş olur mu?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şöyle de diyebiliriz. Size Çin’den bir yazı gelmiş. Birisi getiriyor. Hakikaten üzerinde sizin isminiz var. Ama Çince… O yazının içeriğini anlamadan sorumlu olabilir misiniz? İşte Bakara 101. Ayette birincide ilk ayetin resul diye ifade edilmesi çok önemlidir. Niye önemli? Allah İbrahim Suresi 4. ayetinde ne diyordu? “Ve mâ erselnâ mir rasûlin illâ bilisâni gavmihî” “Her resulü mutlaka kendi kavminin diliyle göndeririz.” Niye? Yani o kitap o Yahudi’nin anlayacağı dilde değilse resul olmaz. Çünkü ona tebliğ edilmiş olmaz. Ne diyorsun, Kardeşim? Bakıyorsunuz ki birisi Arapça Türkü, şarkı söylüyor. Öbürü de Kuranı Kerim dinler gibi dinliyor. Zaten dinlediği Kuran’dan bir şey anlamıyor ki… Onun için esas olan o sestir. Musiki dinler gibi dinliyor. Resul muhatabın diliyle gelen kitaptır. O zaman bugün biz Türkiye’de Kuran kurslarında çocuklarımıza Kuranı Kerim’i okumasını öğretiyoruz. Tecvidi, şu, bu… Ve bu sene şu kadar hafız yetiştirdik diye övünüyoruz. Güzel. Peki, onlardan herhangi biri Fatiha Suresinin manasını biliyor mu? Onlara gerçekten resul gelmiş mi? Arapça bilmeyen insanlar… Resul geldiği zaman okuyacak ve bu Allah’ın kitabı diyecek. İşte o zaman anlayacak. Allah’ın kitabı olduğunu anladığı an uyması lazım. Uymazsa o Yahudiler gibi olur. “nebeze ferîgum minellezîne ûtul kitâb, kitâballâhi verâe zuhûrihim” “O zaman o kitap verilenlerden bir grup Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına attılar.” (Bakara 101) Önce anlayacaksın ondan sonra atacaksın. Anlayabilmen için de kendi dilinle olmak zorundadır. Onun için bugün Türkiye’de eğer Kuran kursu açıyorsanız insanlara Türkçe öğreteceksiniz. Camilerde insanlara Kuran’ı Türkçe öğreteceksiniz. İngiltere’de İngilizce öğreteceksiniz. Çin’de Çince öğreteceksiniz.
Fatih ORUM: “ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ” (İsra 15)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da çok güzel. “Bir resul göndermeden azap etmeyiz.” (İsra 15) O zaman resul göndermesi nedir? Yani Valiliğin tebliği sana gelmeden… Mesela Valilik bir tebliğ yayınlıyor. Şu gün seni Valilikte bekliyorum diye sana özel olarak bir yazı gönderiyor. O yazı sana ulaşmadan senin orada bulunma sorumluluğun doğar mı? Peki, bana ulaştı, yazının içeriğini bilmiyorum. Sorumlu olur muyum? Anlamını da bilmiyorum. “ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ” “Bir resul göndermeden azap etmeyiz.” (İsra 15) Karşı taraf bir kere ne yaptığını bilmek zorundadır. O zaman burada çok önemli bir husus ortaya çıkıyor. Onu da Fatih’ten dinleyelim. Mesela Kuranı Kerim bu konuyu çok güzel bir örnek ile anlatıyor.
Yahya ŞENOL: Bakara Suresi 101. Ayeti okurken Fatih Hocam hatırlattı ama konuyla alakalı Bakara Suresi 89. Ayette var. Onu da söyleyip öyle geçelim. Bakara 101’de “Ve lemmâ câehum rasûlum min ındillâhi” “Allah katından bir resul gelince onlara” Onlar ne yapıyorlar? Allah’ın kitabını arkalarına atıyorlar. Aynı ifadeyi aklınızda tutun. Arapçasını söyleyeyim. Bir puzzle gibi bir parçayı çekip başka bir parçayı yerine oturtmaya çalışacağız. “Ve lemmâ câehum rasûlum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” (Bakara 101) “rasûlum min ındillâhi” ifadesi… Bir sayfa geri çeviriyoruz. Bakara Suresi 89. Ayet var. Bakara 89’da aynen şöyle, “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum.” Bakın 89’da “kitâbum min ındillâhi” 101’de “rasûlum min ındillâhi.” İkisi de Allah katından geliyor. İkisi de gittiği toplumdaki insanların ellerinde bulunan kitabı tasdik ediyor. Dolayısıyla resul ve kitap bu ayetlerde birbirinin yerine kullanılmış olmuyor mu?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O kaçıncı ayetti?
Yahya ŞENOL: 89. Ayet. Hemen bir arka sayfada…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman orada çok önemli bir husus var.
Yahya ŞENOL: 89’da “kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum.” 101’de “rasûlum min ındillâhi musaddigul limâ meahum.” Aynı bire bir parçalar yerine oturuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 89’da kitap dedi. Çünkü kitabın ulaştığı kişiler bunun dilini biliyor. Aynı ayette arkasından “felemmâ câehum mâ arafû” (Bakara 89)
Yahya ŞENOL: Bekliyorlar. İçeriğini biliyorlar. Haberdarlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü Arapça bilen insanlara geliyor. Dolayısıyla buradaki kitap aynı zamanda resul oluyor. 101’de de onu söylemiş oluyor.
Yahya ŞENOL: Yani Allahu Teala birbirinin yerine kullanmış oluyor. Resul ve kitap anlamdaş oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi tekrar hatırlatalım. Çünkü bunlar çok ince konular… Son derecede önemli konular… İsra Suresi 15. Ayetinde Allahu Teala “ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ” “resul gönderinceye kadar…” (İsra 15) Biz hep bunu elçi gönderinceye kadar düşünüyoruz ama aslında düşüncemizde yanlış değil. Çünkü elçi elinde kitapla gider. Tabi ki Kuranı Kerim ile giden birisi oradaki ayetin anlamını karşı tarafa anlatabiliyorsa aynı zamanda elçidir. Çünkü elinde Kuran var. O da elçidir. Kuranı Kerim’de elçidir. Önce benim ne yapacağımı bilmem lazım ki ondan sonra sorumluluğum doğsun. Şimdi bunun Kuran’dan bir örneğini dinleyeceğiz.
Fatih ORUM: Buradaki derslerde zaman zaman kendilerine kitap verilmiş kişiler (utul kitap) içerisinde, o kitapla ilgili detaylı bilgiye sahip olan insanlar (ehli kitap) olduğu gibi ümmiler olduğunu söylemiştik. Mesela şuan bizim toplumumuzda her ne kadar elimizde Kuranı Kerim varsa belki de toplumun büyük bir kısmı ümmi yani ne demek? Şu veya bu şekilde elindeki kitabın içeriğinden haberdar olmayan kişiler… Ve zaman zaman bu ümmi ifadesinin içerisine de sorumlulukla ilgili olarak işte ümmiler bir şekilde bilgilendirilmemişse, içerikten haberleri yoksa bu kitabı bilen ve bildiği halde insanlara anlatmayan, saklayan, saptıran insanlar kadar sorumlu olmadıklarını, bunların mazur olabileceğini düşünmüştük. Söylüyoruz. Resul ifadesinde de… İşte biraz önce resulluğun olabilmesi için o dil ile karşı tarafa tebliğin yapılması yani bak Allah sana bunu şöyle söylemiştir diye tam kapsamlı bir şekilde bu bilginin karşı tarafa iletilmiş olması gerekli dedik. İşte burada bir örnek var. Yani bir kişiye Allah kitabında bu konuyla ilgili şunları, şunları söylemiştir dedikten sonra ki aşama ile bunu bilmeyen, bildiğini zanneden, yanlış bir bilgiyi Allah’ın emriymiş gibi zannedip hayatına o şekilde geçiren insanlar arasında fark olduğuna dair bir örnek… Ali İmran Suresi 93. Ayeti… “Kullut taâmi kâne hıllel libenî isrâîle illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min gabli en tunezzelet tevrâh, gul feé’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdigîn” Ben şimdi metnini okudum. Mealini elimdeki mealden herhangi bir ekleme yapmadan okuyacağım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen doğrusunu söyle de… Millet doğruyu kavrasın. Yanlışı kolay anlasın.
Fatih ORUM: Şimdi burada esasında Allahu Teala o dönemdeki Yahudilerin bir iddiasını dile getiriyor. Yani biz şöyle diyeceğiz. “Şöyle dediler, şöyle diyorlar, şu iddiada bulunuyorlar.” Nasıl bir iddia o? “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail yani Yakup’un (a.s) kendisine haram kıldıkları dışında yiyeceğin her türlüsü İsrail oğullarına helal idi.” Adamların iddiası bu… Bunu söylemişler. Düşünün Kuran’ın indiği bir dönemde Muhammed’in (a.s) muhataplarından bir kısmı böyle demişler. Ne demişler? Aslında İsrail oğullarına Tevrat indirilmeden önce yiyecek olarak hiçbir şey haram kılınmış değildi. Sadece Yakup (a.s) kendi tercihiyle bir takım haramlar kıldı. Bunun dışında herhangi bir şey bize haram kılınmış değil. Tartışma ne? Allah onlara bir takım sınırları aştıkları için ceza olarak bazı yiyecekleri haram kılıyor. Kuranı Kerim’de bununla ilgili ayetler gelince kıyamet kopuyor. Sen bunları nereden çıkartıyorsun diyorlar. İşte bizim geçmişimizde atalarımız şunları yapmış da Allah da bize ceza olarak şunları, şunları haram kılmış. Böyle bir şey yok diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlar Kuranı Kerim’de kendilerine ne diyorlar?
Yahya ŞENOL: “nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh” (Maide 18)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Biz Allah’ın oğulları, Allah’ın sevgili kullarıyız” (Maide 18) diyorlar. Allah’ın kendi oğullarına, sevgili kullarına bir şeyi haram kılar mı? Yahya ŞENOL: Ceza olarak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ceza olur mu?
Fatih ORUM: Hocamın söylediği bu aşamada insanlar Yahudilere siz bir takım şeyleri yemiyorsunuz. Bunlara haram diyorsunuz. Şu hayvanları yemiyorsunuz. Şuna dokunmuyorsunuz. Bu konuda hassasiyet gösteriyorsunuz. Bu defa ne diyorlar? Kendi kitaplarına bakıldığında, “Allah bizi diğerlerinden farklı kıldığı için bizim bir takım şeylerde çok hassas olmamızı emretti. Başkaları, bizim dışımızdakiler her şeyi yiyebilirler ama Allah bize özel bir menü koydu. Ey İsrail oğulları siz benim sevgili kullarımsınız. Siz herkesin yediklerinden yemeyin. Sadece şunları, şunları yiyin diyerek aslında…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah mı koydu, İsrail mi koydu?
Fatih ORUM: Öyle iddia ediyorlar yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsrail koydu diyorlar. Aynı şey bizde yok mu? Onlar İsrail koydu derken Yakup’u (a.s) kastediyorlar. Yakup’un (a.s) haram koyma yetkisi var mı?
Fatih ORUM: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlara göre?
Yahya ŞENOL: Var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bizimkilere göre Resulullah’ın haram koyma yetkisi var mı?
Yahya ŞENOL: Var tabi. Kabul etmeyen neredeyse yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kabul etmeyen yok.
Yahya ŞENOL: Allahu Teala Kuranı Kerim’de bir takım haramlar koydu, Resulullah da daha sonra bu haramları genişletti diyorlar. Yetkisini arttırdı diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu yetkiyi kim vermişse…
Fatih ORUM: Bu iddiayı söylediler. Bunun üzerine Allahu Teala bir şey söylüyor. Yani oradaki bütün tartışmalar, iddialar, şunlar, bunlar… “gul feé’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdigîn” Bunlar böyle mi iddia ediyorlar. “O zaman şöyle de; Tevrat’ı getirin, konuyla ilgili Tevrat’ta ki o ayetleri okuyun eğer gerçekten bu konuda samimiyseniz.” (Ali İmran 93) Doğru söylüyorsanız. Kuran bir nevi hodri meydan diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tevrat’a inanıyorsunuz değil mi?
Fatih ORUM: Tevrat’ı getirip okuyun. Bakalım öyle mi, değil mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Getirin bakalım o haramları Tevrat’ta Yakup (a.s) mu koymuş, Allah mı koymuş?
Yahya ŞENOL: Ceza olarak mı koymuş?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ceza olarak mı koymuş, ödül olarak mı koymuş?
Fatih ORUM: Bundan sonra 94. Ayette Allahu Teala diyor ki; “Femenifterâ alallâhil kezibe mim bağdi zâlike” “mim bağdi zâlike” “bundan sonra.” Bu aşamadan sonra… Hangi aşama? Tevrat’ı getireceksin. O konuyla ilgili Tevrat’ta ki ayetleri okuyacaksın. Allah ne demiştir? Onu öğreneceksin. “Bu aşamadan sonra eğer hala Allah’a iftira edersen” “feulâike humuz zâlimûn” “Şunu bilin ki bunu yapan adamlar yanlışın büyüğünü yapanlardır.” (Ali İmran 94) Yani zalim adamlardır. Birden işin rengi değişti. İşin rengini değiştiren şey nedir? O toplumda gerçekten öyle inandırılmış, öyle olduğu söylenmiş vs. “Demek ki Tevrat’ta hocaların dediği gibiymiş, ben öyle kabul ediyorum” diyen insanlar olabilir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Olmaması da imkansız…
Fatih ORUM: Bizim toplumumuzda öyledir. Biraz önce Yahya Hocam “Bu konuda neredeyse hiç tereddüt yok” dedi. Hangi konuda? Yani Kuran’ın dışında ayrıca Muhammed’in (a.s) haram kıldığı yiyecekler olduğuna dair neredeyse hiçbir tereddüt yok dedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 33:21 33:23 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Yani onun ki Allah’ın bir emri gereği yapılmış. İçtihaden konulmuş haramlarda mezhepler tarafından…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mezheplerde haram koyuyorlar.
Fatih ORUM: İşte bu aşamada birisi size, “Bak yanılıyorsun, Allah’ın kitabını aç. Ben sana Allah’ın kitabında şunların dışında hiçbir şeyin haram olmadığını göstereceğim” der ve bunu doğru bir şekilde gösterirse ve sen hala tutumunu değiştirmezsen işte o zaman Allahu Teala “feulâike humuz zâlimûn” “İşte yanlışın büyüğünü yapan adamlar bunlardır” (Ali İmran 94) diyor. Çünkü artık elinde temellendireceğin bir şey kalmadı. Yani ümmi değilsin. Yani kurgularla hareket eden birisi değilsin artık… İşte bu aşama resulluğun olduğu aşamadır. Yani tebliğin eksiksiz gerçekleştiği aşamadır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Yahudi Hahamları var. Bir de Yahudiler var. Bu Yahudilere anlatılıyor. İşte bu haramları İsrail yapmış. Peki, öyleyse öyle diyorlar. Bugün aynı şey bizde değil mi? Mesela Yahya bu konuda doktora yapmış olan bir kişidir. Yahya’nın Helal Gıda diye de bir kitabı var. Bizim mezhepler içerisinde bir müşrikin kestiği yenir diyen bir kişi var mı?
Yahya ŞENOL: Kişi olarak var ama mezhep olarak yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kişi olarak kim?
Yahya ŞENOL: Yani işte tabiinden bir iki kişiye atfedilen görüşler var. Şu an isim hatırlamıyorum ama tek tük… Onlarda icmaya muhalefet ettiği için bu sözleri merdudtur deniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Şii olsun, Sünni olsun mezheplerin tamamında müşriklerin kestiği yenmez konusunda ittifak var mı?
Yahya ŞENOL: Var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: % 100 ittifak var. Bizde yıllarca müşriklerin kestiğinin yenmeyeceğine göre yetiştirilmiştik öyle biliyorduk. Peki, sen doktorayı yaptın. Gördün. Kuranı Kerim’de sadece şunlar haram kılınmıştır diye dört tane şeyden bahsediliyor. Orada kesenin kimliğinden bahseden ayet var mı?
Yahya ŞENOL: Hayır. Yasaklar tamamen kesilen hayvanla ilgilidir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kesenin kimliğinden bahseden hadis var mı?
Yahya ŞENOL: Bir tane bile yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın ne ayet var, ne hadis var…
Yahya ŞENOL: O dönem Mekke’deyken onların kestiği hayvanları yemediğine dair Resulullah’ın hiçbir uygulaması nakledilmiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hayır ye diye emir var.
Yahya ŞENOL: Kaçınılması gerektiğine dair hiçbir ifade yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hiçbir şey yok. Ama bugün mezheplerin tamamı…
Yahya ŞENOL: Ama ne var. Onu da söyleyelim. Olan şey nedir? Olmayanı söyledik. Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanlar… Müşriklerden bunu yapanlar vardı. Allah onların bu şekilde kestikleri hayvanı haram kıldı. Yani onlar bazen… Her zaman değil. Bazen putları içinde kurban keserlerdi. Ve inançlarına göre hangi puta kurban keseceklerse kesim esnasında o putun adını anarlardı. İşte Allah dört ayet indirip dördünde de yani sırasıyla Bakara 173, Maide 3, Enam 145 ve Nahl 115 ayetlerde dört tane haram kılıyor. Bunların dördüncüsü işte bu şekilde Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Beşinci haram yok.
Yahya ŞENOL: Yok. Bunu duyarsanız yemeyin diyor. Bunu yapan müşrikse yeme. Müslümansa yiyebilir misin? Bir Müslüman Muhamed’in (a.s) adını anarak kesse sırf Müslüman diye ve adını andığı kişi Muhammed (a.s) diye onun kestiği yenir mi? Yenmez. Yenmeyeceğine dair ve bu kişinin artık bu saatten sonra mürted olduğuna dair icma vardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ve adamı da 37:21 37:22 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Kesen kişiyle ilgili bir şey değil. Kesim eylemiyle ilgili bir yasak söz konusudur. Allah’tan başkasının adı anılmış mı? Evet, ise onu yemezsin. Hayır ise kim kesmişse kessin önemli değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilmiyorum.
Yahya ŞENOL: Onun da bir önemi yok. Kesin bilgi lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilmiyorsan yersin.
Yahya ŞENOL: Allah’tan başkasının adına kesildiğine dair kesin bilgi lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kesin olarak biliyorsan yemezsin. Peki, şimdi bugün… O gün İsrail oğulları İsrail’in haram kıldığından başka bize haram yok derken bugün ki Müslümanlardan farkları var mıydı? Bugün Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, Amerika’da yaşayan Müslümanlar, Çin’de yaşayanlar, Rusya’da yaşayanlar bu fetvadan neler çekiyorlar? Onlar zannediyor ki bu Allah’ın emridir. Ama ne zamanki bunlara bu ayetler tebliğ edilir ve hala aynı şeyde devam ederlerse işte o zaman günahkâr olurlar. Ama bunu bile bile onlara yanlışı anlatan Hocalar asla kurtulamazlar. Mesela besmeleyle kesilmeyen hayvanın eti yenmez derler. Bunda bir tek Şafii mezhebi istisnadır. Hepsi ittifak ederler. Yahya böyle bir ayet var mı?
Yahya ŞENOL: Yok. Ama delil getirilmeye çalışılan bir ayet var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetin anlamını bozuyorlar. İmam Şafii’de çok haklı olarak bu ayet bu manaya nasıl gelir diyor. Çok güzel bir şey yapıyor. Ama öbür taraftan bakıyorsunuz o da müşrikin kestiği yenmez diyor. Onu nereden çıkardın? Bunlar genellikle biraz paraya yönelik şeylerdir. Hani kasaplarda İslami usullerle kesilmiştir diye yazar. Hâlbuki o İslami usullerle kesilmiştir diye levha asan kişiyle o levhayı asmayan kişi etleri aynı mezbahadan getirip satıyor. Bir başka mezbahadan değil. O işi ranta sokmak istiyor.
Fatih ORUM: 39:47 39:51 sn. arası anlaşılmıyor. Haberdar ediyor. İşte helal su olduğunu söyledi, helal gazoz olduğunu söyledi. Helal parfüm olduğunu söyledi. Ben Kurbanda Eskişehir’de idim. Orada bir ilan gördüm. İslami usullere göre halı yıkanır yazıyordu. Hani hocam parayla alakalı dedi ya… Tamamen kullanmak mesele… İstismar etmek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün ki ayeti oku.
Yahya ŞENOL: Biz bu konuyu rastgele seçmiş değiliz. Bir ay önce biz dersi bitirirken Maide Suresinin 93, 94, 95 av hayvanları ile ilgili ayetleri okumuştuk. 99. Ayette kalmıştık. 99. Ayet gereği bugün bu konuya geldik. Orada da Cenabı Hak şöyle buyuruyor. “Mâ aler rasûli illel belâğ” Yani bugün ki ders konumuz olan ayet bu. “Resule tebliğden başka bir şey düşmez.” Resulün görevi tebliğden ibarettir. “vallâhu yağlemu mâ tubdûne ve mâ tektumûn” “Allah sizin açığa çıkardığınız, açıktan açığa yaptığınız, açıktan açığa söylediğiniz şeyleri de bilir, gizliden gizliye yaptığınız, içinizde beslediğiniz bir takım yaptığınız veya yapmayı düşündüğünüz niyetlerinizi de Cenabı Hak bilir.” (Maide 99)
“Mâ aler rasûli illel belâğ” “Resule tebliğden başka görev düşmez.” (Maide 99) Biz bugün biraz görevi hakkında konuştuk. Bir de resul, nebi ayrımı var. Bunu da çok sık şekilde aktarıyoruz. Ama meale baktığımız zaman hem resulün hem nebinin tek bir kelimeyle, o da Türkçe olmayan bir kelimeyle başka bir dilden, Farsça’dan emanet alınmış bir kelimeyle Peygamber kelimesiyle tercüme edildiğini görüyoruz. Hâlbuki kuranı Kerim’e göre resul başka bir şeydir, Nebi başka bir şeydir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela İran’dan gelen arkadaşımıza soralım. Peygamber kelimesi aslında Peyamber değil mi?
İran’lı Arkadaş: Peygam ve Peyam ikisi aynı manaya geliyor. Peyam haber getiren demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peygamber haber getiren anlamına geliyor.
Yahya ŞENOL: Aslında bir manada nebiyi karşılıyor gibi… Onunla bir bağlantısı var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Birazcık karşılıyor gibi…
Yahya ŞENOL: Ama resul elçi demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulü karşılamıyor.
Yahya ŞENOL: Resulün birinci manası elçinin getirdiği söz, ikinci manada da elçinin kendisidir dedik. Nebi ne olacak? Birine Peygamber diyeceksek öbürüne başka bir şey dememiz lazım. Çünkü Allah iki farklı kelime kullandı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte bunlar kelimeleri kullanarak insanları saptırma eylemidir. İşte Allahu Teala buna ivec diyor.
Allahu Teâlâ Kuranı Kerim’de sık sık Allah’a itaat edin diye emrediyor. Mesela Maide Suresinin 92. Ayetinde “Ve etîullâh” “Allah’a itaat edin” (Maide 99) diyor. Tamam, baş üstüne elbette… Allah’a itaat edin. Tabi ki itaat edelim. Ama ne yapacağım? Ne diyor? Benden ne istiyor? Onu nereden öğreneceğim? “ve etîurrasûl” “resule itaat edin.” (Maide 92) Yahya az önce bir ayet okudu. Onunla beraber şey yapalım. O ayeti sen bir daha oku.
Yahya ŞENOL: “Mâ aler rasûli illel belâğ” (Maide 99)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Resulün yani Muhammed’in (a.s) görevi tebliğdir.” (Maide 99) Neyi tebliğ?
Yahya ŞENOL: Onu da başka bir ayetten söyleyelim. “Yâ eyyuher rasûlu bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Ey Resul rabbinden sana ne indirilmişse onu tebliğ edeceksin.” (Maide 67) Ne indirilmiş?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rabbinden Muhammed’e (a.s) indirilen nedir? Kuran’dır. Başka bir şey var mı? “enzelnâ ileykel kitâbe” “sana bu kitabı indirdik” (Nisa 105) diyor. O zaman resul olarak yapacağı tek görev neymiş? Kuranı Kerim’i tebliğ etmek. Tebliğ edildiği zaman, Allah böyle diyor dediği zaman itaat Muhammed’in (a.s) şahsına mı olur, söylediği söze mi olur? Bu çok önemli…
Yahya ŞENOL: Ona itaat ettiğinizde kime itaat etmiş olursunuz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte o söze itaat edince Allah’a itaat etmiş olursunuz.
Yahya ŞENOL: Ayette zaten öyle söylüyor. “Mey yutıır rasûle fegad etâallâh” “Kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 80)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İtaat edilen Resul tebliğ eden kişi değil. Tebliğ edilen sözdür. Dersin başında da demiştik ya. Diyelim ki buraya Vali’nin bir emri geldi. Biz o emri yerine getirmekle görevli oluruz. O emri getirene itaat diye bir görevimiz var mıdır? Oradaki tek görevimiz ben senin getirdiğin yazıyı almam dersek o zaman suçlu oluruz. Ama aldıktan sonra o yazının içeriği bizi ilgilendirir. Artık onu getiren kişiyi ilgilendirmez. İşte Allah da ne dedi? “Mâ aler rasûli illel belâğ” “Resulün tek görevi vardır. O da tebliğdir.” (Maide 99) Tebliğ etti, bitti. O zaman bizim elimizdeki resul ne olur? İçimizdeki resul ne olur? Bu kitap olur. Başka bir şey olmaz. Ama kelimelerle oynayıp insanları yoldan çıkaranlar bunu öylesine başarmışlardır ki… Mesela usul konusu da Fatih’in doktorasının alanı… Yoğunlaştığı alan… Bizde bu anlamda bir resul kelimesi zaten yok. Bunu Fatih’e sormaya gerek yok. Gördünüz mü, kuranı Kerim’in açık hükümleri ve sözlüğünde söylediği… Zaten Allahu Teala ben bu kitabı Arapça olarak indirdim diyor. Burada kimsenin en küçük itiraz şansı yok. Ama resulün sözüne bütün mezheplerin ittifakıyla ne diyorlar?
Fatih ORUM: Gayrı metluv vahiy diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Kuran’ın dışında… Yani resule itaati onun tebliğ ettiğine itaat olarak hiçbir mezhep almıyor.
Fatih ORUM: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün İslam Alemi niye böyle diyorlar. Siz çok dua edin ki böyle. Çok daha ağır cezaları hak ediyor. Biz bütün dünyaya Allah’ın kitabını tebliğ etmek zorundayken Allah’ın kitabını etkisizleştiren, onun yerine kendi kafamıza göre yeni hükümler koyan bir yapı içine girmişiz. Ve bu bir ilim sayılıyor. Bugün Türkiye’de ki bütün ilahiyat Fakülteleri, Türkiye’de ki bütün imam hatip okulları, Türkiye’de ki bütün okullarda okutulan din dersleri… Türkiye’nin dışına çıkın. Bütün İslam üniversiteleri, Medreselerin tamamı bundan habersizdir. Hiçbirisinin bundan haberi yok. Mesela imam Şafii burada ne diyor? Resule itaat Allah’a itaatle eştir. Resul Muhammed’dir diyor. Muhammed’e itaat Allah’a itaatle eştir dendiği zaman Allah’ın dini açısından bu ne olur? Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahı değil midir? Şirk ilim olarak bugün bizim üniversitelerimizde okutuluyor. Dikkat edin. Maalesef… Yani o İmam Şafii’nin er Risalesi öyle yanlışlarla dolu ki… Yani inanılır gibi değil. Mesela ben şahsen talebeyken O er Risale’den ödev hazırlamıştım. Bizim fakültemizin bugün ki fakültelerden çok büyük bir farkı vardı. O da her gün dört saat fıkıh dersi okurduk. Ve ana kaynaklardan okurduk. Çünkü İslam Hukuku bölümüydü. Benim diplomamın üzerinde İslam Hukuku diye yazar. Orada bana İmam Şafii’nin er Risalesinden “el Kıyas indeş Şafii” diye hem de Arapça olarak bir ödev hazırlamıştım. O zaman İmam Şafii’nin er Risalesini okurken başka kitaplarda görmediğim… Hani ayetleri getiriyor falan… O zaman İmam Şafii hayranı olmuştum. Çünkü bir alt yapın yok ki… Sana doğruları gösteren kimse yok ki… Göremiyorsun. Fatih az önce Yahudilerle ilgili okudu ya… Tevrat’ı okuduktan sonra hala orada devam edersen o zaman zalimlerdensin. Sonradan baktım ki aman ya rabbim imam Şafii eğer gerçekten o kitapları yazan kişiyse… Sonradan birileri o kitapları yazıp da onun adını yazmamışsa ki… Çok büyük bir ihtimalle bu ikinci doğrudur. Değilse çok ağır bir günah işlemiş. Resulün sözü Allah’ın sözüyle aynı derecededir diyor. İkisine itaatte farzdır diyor. Ondan sonra da ikinci aşamada şunu söylüyor. Nesih konusunda Kuran Kuran’ı nesh eder, sünnet sünneti nesh eder diyor. Kuran sünneti nesh edemez, sünnet Kuranı nesh edemez diyor. Aralarında bir de saldırmazlık antlaşması var. Sen benim sahama karışamazsın ben de senin sahana karışmayacağım gibi… Haşa! Allah’ın ortağı sanki… Ortağı da değil, o bir tarafta tanrı, bu bir tarafta tanrı… Kural koyuyor. Sen bana karışma bende sana karışmıyorum. Eğer Kuran sünneti nesh eder dersek recm cezasını ne yapacağız, kaybolur diyor. Bir de bugünler için önemli olan bir şey var. Onu anlatayım. Recm cezasını birkaç kere anlatmıştım. O zaman faiz konusu ne olacak diyor. Neden öyle diyor biliyor musunuz? İmam Şafii bir faiz tanımlaması yapıyor ki bugün hiçbir banka o tanımlamanın içine girmez. Hiçbir banka girmez. Allah Bakara Suresi 279’da “Feil lem tef’alû feé’zenû biharbim minallâhi ve rasûlih” “Eğer faizi bırakmazsanız Allah ve resulüyle savaşmakta olduğunuzu bilin.” “ve in tubtum” “tevbe ederseniz” “felekum ruûsu emvâlikum” “ana malınız sizindir.” (Bakara 279) Ana mal nerede söz konusu olur? Borcun dışında ana mal olur mu? “lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn” “zulüm etmezsiniz, zulme de uğramazsınız.” (Bakara 279) Banka borçtan oluşmuyor mu? Resulullah’da (s.a.v) “la riba fid deyn” “sadece borçlar faiz olur.” “Ela innemer riba fid deyn” “Dikkat edin faiz sadece borçtadır.” “innemer riba fin 53:13 sn. anlaşılmıyor.” “Faiz sadece vadeli borçtadır” diyor. Bunların hepsi gerçek mi? Hani sen resule uyuyordun? Hesabına gelmeyen bu sözleri… Bu sözleri hiçbir mezhep almamıştır. Çünkü Servet geçende burada anlattı. Tarihin ilk bankasını Bağdat’ta Abbasiler kurmuşlar. Abbasiler kurar da bunlar hiç onun caiz olmadığına fetva verebilirler mi? Bugün görmüyor musunuz? 2005’e kadar faizsiz olan finans kurumları bugün faiz konusunda hiç kimse ellerine su dökemeyecek hale gelmediler mi? Tefecilere bile taş çıkartacak noktaya geldiler. Öyle sözleşmeler var ki insanın kanı donuyor. İnşallah Cumartesi günü onlardan bahsedeceğiz. İmam Şafii ne diyor biliyor musunuz? Neye dayanıyor? Altı mal hadisi var. Resulullah o hadiste alım satım görüntüsü altında faizcilik yapılmamasının tedbirlerini almış. Çok güzel bir hadis. Ama ayrıntıya giremeyeceğim. İmam Şafii onu saptırmış. 1- Altın ve gümüş olacak diyor. Yani faize konu olan mal ya para olur ya da gıda maddesi olur diyor. Para olduğu zamanda 54:53 54:54 sn. arası anlaşılmıyor. “para özde para olması lazım” diyor. Yani altın ve gümüş olması lazım diyor. Altın ve gümüşün dışındaki paralarda faiz olmaz diyor. Hadi buyurun. Ne oldu? Resulullah böyle mi dedi? Ayette bu var mı? Ondan sonra 55:19 55:20 sn. arası anlaşılmıyor. “Taam (yiyecek) olacak” der. İki tane yiyecek maddesini birbiriyle değiştirdiğin zaman değişim peşin olmazsa… Eğer o yiyecek maddeleri aynı ise hem eşit miktarda hem peşin olması lazım. Ama farklı yiyecek maddeleriyse peşin değiştireceksin. Yani senin çocuğuna süt içireceksin. Komşuna “Ya komşu sütünden bana bir litre kadar ver. Bende öğleden sonra tarladan sana domates getirip vereyim” diyorsun. Bu faizdir diyor. Hadi buyurun. Niye? İkisi de yiyecek maddesiymiş. Peşin değişilecekmiş. Hem de domates onun elinde süt bunun elinde ikisi aynı anda alacak. Araya bir saniye girerse faiz olur. Görüyor musunuz?
Fatih ORUM: Hassasiyet…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hassasiyete bakın. Maalesef bu yanlıştan dolayı bugün ki mezheplerin tamamına göre asla faiz sayılmayan yöntemlerle dünyanın en rahat çalışan faizli bankası kurulabilir. İşi ne hale getirmişler. Hiç birinde ayetler yoktur. Sanki Kuran yok. Hiçbirinde Resulullah’ın konuyu gerçekten izah eden sözleri yoktur. Resulullah’ın alım satımı faiz gibi göstermesinler diye koyduğu dış korumayı… Mesela İstanbul Üniversitesinde ana kampüste dış koruma duvarı var ya… Niye yapmışlar? Ana kampüsü korumak için yapmışlar. Bunlar o duvarları yıkmış Üniversitenin merkezine doldurmuşlar. O Üniversite neye benzer? Oraya girilir mi? Dolayısıyla bakın İslam Alemi ne halde? Görüyor musunuz? Bakın bir resul kelimesi… Kelimelerle nasıl oynanıyor? Anlamlar nasıl bozulmuş? Bunun en üzücü olanı da bu konuda maalesef İslam Aleminde hiç çalışan yok. Çok şükür Cenabı Hak bize nasip etti bunu… Bu metodu uzun asırlardan sonra ilk defa keşfetmeyi Cenabı Hak nasip etti. Bunları ortaya koyuyoruz. Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. Bunu her tarafa duyurma nimetini de nasip etsin. İşte bakın her taraftan insanları Allahu Teala buraya gönderdi. Her biriniz bir başka yerden geldiniz. Maddi imkânları oldukça yüksek olan bir Araştırma Merkezinin Başkan Yardımcısı gelip bana… Bu arkadaşların hiçbirinin haberi yok. Belki ilk defa duyuyorlar. “Sen bu insanları nereden buluyorsun? Bu kalitedeki insanı hiç kimse bulamıyor ki” dedi. Kardeşim bunu Cenabı Hak nasip ediyor. Sen bu kadar kaliteli adamı nereden buluyorsun dedi. Yani şunu demek istiyor. Bizim elimizde dünya kadar para var. Her türlü imkânımız var. Biz bulamıyoruz, sen nereden buluyorsun demek istedi. Elhamdülillah. Cenabı Hak lütfediyor. Çok şükürler olsun. Hamdü senalar olsun. Onun için hem İslam Aleminin kurtuluşu, hem bütün dünyanın Allah’ın kitabıyla tanışması çok önemlidir. Fatih’in anlattığını bir düşünün. Yahya’nın anlattığı da aynı şey ya… Ama o ayet olduğu için diyorum. Adam Yahudi. Kendisine “sadece Yakup (a.s) haram kıldı diye bize haram. Yoksa Tevrat’ta böyle bir şey yok” denmiş. “Peki, öyleyse öyledir. Ben bilmiyorum” der. Bu adamlara söyle Tevrat’ı getirişinler, okusunlar diyor. Demek ki bunların hocaları Tevrat’ı okumamış. Okuduktan sonra hala aynı şeyi söylerlerse yanlış yaparlar. Peki, bugün İslam Alemindeki Hocaların bundan haberi var mı?
Yahya ŞENOL: Hocam çok basit bir test şeyi söyleyeceğim. Mesela cenazelerde, Mevlid programlarında aşr okuyan hocalara biraz bir dikkat edin. Bakın ki cenazede hangi tür ayetleri, Mevlidlerde hangi tür ayetleri okuyorlar? Kuranı Kerim’i bilip bilmediklerini buradan anlarsınız. Cenazede nikâhla ilgili ayetleri okurlar. Farkında değil. Çünkü Kuranı Kerim okuyor. Veya Mevlid’de de ölümle ilgili, cehennemle ilgili falan şeyleri okuyorlar. Bebek Mevlididir, nikâh merasimidir falan… Sorsan aşr okuyor. Kuranı Kerim okuyor. Eyvallah. Ama ortamına uygun ayet seçmek… Adam bilmiyor ki… O sadece Arapçasıyla haşır neşir… O yüzden nikâh merasiminde cehennem ile ilgili ayetleri… Oradan bile çok basit anlaşılabilir. Hocam hangi ayeti okudunuz diye sorun. Hemen mealden bir bakarsınız ki onun gündemle bir alakası var mı? Basit bir test…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başka bir soru sorayım. Ondan sonra Fatih’i dinleyelim. Adam Yahudi. Kendi kitabının tasdik ettiğini düşündüğü şeyleri haram sayıyor. Peki, bugün bütün dünyaya biz… Elinde Kuran’ı olan, elinde Tevrat’ı olan kendi dinini bilmiyor. Bilmediği için Allahu Teala hoş görülü davranıyorsa bugün kendisine hiç tebliğ edilmemiş olan bütün dünyaya biz ne diye vay kafirler, vay zalimler diyoruz? Sanki kendileri Müslümanmış gibi onu, bunu şey yapıyorlar. Buna hakkımız var mı?
Fatih ORUM: Konuyla ilgili… Kuranı Kerim’de “Allah’a itaat, resule itaat” şeklinde bir sürü ayet var. Bir tanesi biraz önce okundu. Hocam resul ile kastedilen şey esasında bizim geleneğimizde Muhammed’e (a.s) itaat olarak anlaşılır dedi. Peki, Muhammed’e (a.s) itaat ile neyi kastediyorlar? Arkamda bulunan raflardaki kitapların tamamı… Allah’a itaat ile kast edilen Kuran’a itaattir. Resule itaat ile kast edilen de hadislerine itaattir denilir. Ve bütün bu ayetler böyle meallendirilir. Mesela Nisa Suresinin 59. Ayeti şöyledir. “Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe” “Ey Allah’a inanıp güvenenler Allah’a itaat edin.” Allah’a itaat etmek, Kuran’a itaat etmek diyorlar. Ayet devam ediyor. “ve etîur rasûle” “ve o resule itaat edin.” Kitaplar sünnete, hadislere itaat edin diyorlar. Peki, bitti mi? Hayır. “ve ulil emri minkum” Devam ediyor. “ve ulil emri minkum” ifadesi ile kast edilen ümmetin icmaına itaat edin demektir diyorlar. Bitti mi? Hayır bitmedi. “fein tenâzağtum fî şey’in feruddûhu ilallâhi ver rasûli” “Herhangi bir konuda bir ihtilafa düştüğünüzde onu Allah’a ve resulüne götürün.” O da bu ancak kıyasla, içtihad ile mümkün olur diyorlar. Bu ve benzeri ayetlerde Kuran’a, sünnete, icmaya ve kıyasa itaat gerekir diyorlar. Hani işte kitap, sünnet, icma, kıyas diye dört delil yapılır ya… Edillei Şeriyye denilen şey… İşte bununla ilgili bütün bu ayetler hep bu şekilde anlaşılır. Tahriften bahsettik, kavramların içini boşaltmaktan bahsettik ya… Bütün bu resule itaat edin ile kastedilen şey… Hatta hocam onu da siz İmam Şafii’den örnek verdiniz. Hikmet (hadisler) sadece Muhammed’in (a.s) hayatıyla sınırlıdır derler. Ondan sonra bitmiştir derler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, o zaman… Vakit daraldı ama eksik kalmasın. Ali İmran 93. Ayete verilen meali bir okuyun bakalım. Kim ne anlıyor? Bakın az önce çok güzel bir örnek olarak anlattı. Çok güzel bir sonuç ortaya çıktı. Şimdi bu güzel sonucun ortaya çıkmasına sebep olan ayetler nasıl öldürülmüş?
Fatih ORUM: Ben şimdi mealden okuyorum. Türkiye Diyanet Vakfının Meali… “Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Ya’kub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi.” (Ali İmran 93) Meal sadece böyle…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İddia mı, hüküm mü?
Yahya ŞENOL: Hüküm…
Fatih ORUM: Yani Allah böyle dedi gibi anlaşılıyor. Öyle diyorlar. Devam. “De ki: Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.” (Ali İmran 93) Meal bu kadar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir iddia olacak ki doğru sözlüyseniz denir. Bir iddia olmadan doğru sözlüyseniz denir mi? De ki doğru sözlüyseniz… Bu ne? Bir şey anlayabilir misiniz?
Fatih ORUM: Bu anlaşılamadığı için mutlaka ne yapılacak? Bir dolgu malzemesi lazım. Yani eğer bir yerde birbirine kenetlenmeyen iki-üç parça varsa ne yapar? Oraya bir dolgu malzemesi bırakır. Dolgu malzemesi hemen geliyor. Bu meale düşülen not şöyledir. “Tefsirlerdeki rivayetlerden anlaşıldığına göre Yakup (a.s) ağır bir hastalığa yakalanınca doktorların tavsiyeleriyle veya kendi tecrübesi neticesinde deve etini ve sütünü kendisine yasakladı. Daha sonra gelenler ise bunları büsbütün kendilerine haram saydılar. İşte ayette İsrail’in kendi tercihiyle kendisine haram kıldığı bildirilen yiyecek budur.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Güzelde bu ayetle bağlantısı ne?
Fatih ORUM: Bu, Allah’ın sözü olarak meallendiriyor. Allah’ın sözüyse Allah o tarihteki olaya atıfta bulunuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bu Kuranı Kerim’in kabul edilmemesi için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. İşte buraya Mısır’dan birisi gelmişti. Benim yanımdan çıkıp sizin yanınıza gelmişti. Bir ayı geçti galiba… Mısır’dan biri benim yanıma geldi. Üniversitede İngilizce Hocasıymış. Bir Kuranı Kerim meali hazırlamaya çalışıyorum dedi. Biraz Londra ile çok yakın alakası varmış. Gidiş gelişleri falan… Meali okuyan ateist oluyor diyor. Bende bu dini anlatmak istiyorum dedi. Sen İngilizceyi iyi biliyorsun dedim. Tamam, belli… Arapçayı da iyi biliyor musun dedim. Arap olmak başka bir şey, Arap dilini iyi bilmek başka bir şeydir. Arapçayı da iyi bilirim dedi. Arap diliyle ilgili olarak birkaç tane soru sordum. Ve ayetlere yanlış mana verilmesine sebep olan o dil hatalarını gösterdim. Adam bir heyecanlandı. Kalkıp siz ne biçim insansınız, bunları niye bütün dünyaya yaymıyorsunuz, benim perişan olduğum konular dedi. Benim orada oturup kalktı, oturup kalktı. Sonra çıkıp Fatihlerin yanına gelmiş. Adam öyle bir heyecanlandı ki… Ben bunu bütün dünyaya yaymak için elimden gelen her şeyi yapacağım dedi. Hakikaten Kuranı öyle bir hale getirmişlerdir ki… Bakıyorsunuz, işte az önce okundu. Ayetlerin kendi içinde çelişki var. Neyse Allah yardımcımız olsun. Biraz uzattık ama şimdi bir ara verelim. Sorularınız elbette olacak. Ondan sonra devam ederiz inşallah.