Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün Ramazanı şerifin son salısı inşallah Perşembe günü bayram yapacağız. Biliyorsunuz Suudi Arabistan bir gün önce oruç tutmaya başladı, fakat yarın oruç tutacaklar, yarın bayram ederler diye bekleniyordu, yarın bayram etmeleri mümkün değil. Neden mümkün değil? Hilali zaten görmelerine imkân yok, yarın akşam da görünmeyecek hilal. Bu akşam görülmedi yarın da görülmeyecek. Suudi Arabistan hilalin görünmesine göre oruca başlayıp, oruca son vermiyor. 2 tane usul var, kameri ayların tespitinde, birisi kavuşma esasına göre olan, şimdi şöyle şu mikrofonu dünya kabul edin, ben de güneş olayım, şu yumruğum da ay olsun. Ay da ışık yok tamam mı? Dünya, ay, güneş, üçü bir araya geldiği zaman, bir hizaya geldiği zaman, güneşin ışığıyla aydınlanıyor ya ay, bu durumda ayın dünyaya bakan yüzü kapkaranlık oluyor. Dolayısıyla dünyanın hiçbir yerinde ayı görmek mümkün olmuyor. Astronomi de kameri ayın bitişiyle başlangıcı bu şekilde oluyor. Suudi Arabistan astronomiye uyuyor. Ama maalesef halka bunu böyle ilan etmiyorlar, halka ilan ederken, sanki hilali gözetlemişler ve görmüşler gibi ilan ediyorlar. Şimdi astronomiye göre bu dediğim kavuşum yani şu dünya, ay ve güneşin bir araya gelmesi olayı bu gece saat 01:30’da olacak. Şimdi Batılılar günü saat 12 de başlatıp bitiriyorlar biliyorsunuz. 12’de gün bittiği için saat 01:30’da gözüken kavuşum, hilal gözükmesi mümkün değil. O kavuşum denilen olay, ona içtima da deniyor, Çarşamba günü meydana gelmiş olacağı için, onu takip eden gün, yeni ay oluyor. Şimdi dolayısıyla eğer bu akşam televizyona çıksaydım, ben diyecektim, Suudi Arabistan’ın bayram yapmasına ihtimal yok. Çünkü Suudi Arabistan takvime uyuyor, ama bu hangi takvim? İslami esaslara göre yapılan takvim değil. Astronomi esaslarına göre yapılan takvim, oruca da öyle başladı. Onunla, içtimayla normal gözlem arasında normalde 1 gün fark ediyor. Ama bugün öyle olmadı, yarın akşama doğru saat 4.30’da Güney Afrika’da hilal gözükebilecek. Alınan karara göre dünyanın neresinde hilal gözükürse, Bütün İslam alemi bayram yapacağı için biz de bayram yapacağız. Yoksa yarın akşam ne Türkiye de ne Suudi Arabistan’da hilalin gözükmesi mümkün değil. Sadece o esaslara göre, yani sadece Türkiye’de hilal gözükünce bayram yaparız desek, Perşembeyi de oruçlu geçirmemiz lazım, Suudi Arabistan da öyle yapması gerekir. Perşembeyi de oruçlu geçirmesi lazım. Perşembe günü akşamı da İstanbul’da gene hilal gözükmeyecek. Ankara’da da gözükmeyecek, küçücük bir ihtimalle Hatay’da gözükebilir. Ama Perşembe akşamı Mekke’de gözükebilecek, çünkü bu akşam gözüken hilalle ertesi gün bayram yapılır. Yani Suudların hilal gözüküyor dediği iddia doğru olsa, gerçekten öyle yapsalar, Cuma gününden önce bayram yapamazlar, anlatabildim mi?
Seyirci: O ihtimal de yok çünkü 30 güne tamamlaması lazım.
Zaten böyle bir ihtimal yok. 2002 yılında Ürdün’de bir “Hilal Konferansı” olmuş, bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan vakit hesaplama şube müdürü olan bir arkadaş anlattı, orada 2 tane alimin ismini verdi, notlarımda var da, yanıma almamışım. Suriyeli iki araştırmacı 1950’den 2000 yılına kadar yapılmış olan tüm hilal gözetlemelerini gözden geçirmişler, Ramazan başlangıç ve bitimlerindeki yapılan uygulamayı bilimsel yönden incelemişler, vardıkları sonuç şu; %91’i hatalı. Yani o aradaki 51 tane Ramazan’ın 46 tanesini yanlış tutmuşlar, Türkiye hariç. Onları hep ayrı tutuyorlar ya, bizdeki birçok Müslümanın da kafasını bozdular. 51 tane Ramazanın 46 tanesini yanlış tutmuşlar, düşünebiliyor musunuz? Şu vurdumduymazlık İslam alemindeki şaşırtıcı boyutlarda, az önce ne dedim, normal olan aslında bayramı Cuma günü yapmaktır, ama Perşembe günü yapmamızın da şeriata aykırı bir tarafı yok, neden dolayı yok, çünkü dünyanın birçok yerinden hilal gözüküyor. Oradaki hilale de bizim uymamız caiz. Çünkü haberi alınıyor, gayet açık ve net, ona uygun olarak da oruç tutuyoruz, Perşembe günü gönül rahatlığıyla bayramımızı yapacağız.
Az önce kim söyledi, Arabistan da Perşembe ilan etmiş. Abdullah Peder işlemiş, ben televizyona çıksaydım, şunu diyecektim. Suudi Arabistan’ın yarın bayram yapmasına ihtimal yok. Çünkü onların uydukları takvim Perşembeyi gösteriyor. Yalnız şu Müslümanların halinin ne kötü olduğunu görüyor musunuz? Biz onları ve bütün Müslümanların zihnini bozuyorlar, hiç olacak şey değil, peki şimdi bunu bitirdik. Türkiye Allah’a şükür bu hilal konusunu halletti, gerçi bütün İslam âlemi 1978’de yapılan ortak toplantıda karar almışlardır ama uymuyorlar. Ya senin uyduğun takvim bu senin takvimin tamamen astronomiye göre hazırlanmış takvimdir. Buna uysana uymuyor işte ne yapacaksın, yapacak bir şey yok. İnşallah namaz vakitleri konusunda da düzgün bir sonuca varırız. Şimdi geçen hafta zekatla ilgili bir konuşma yapmıştık, internetten birçok soru soranlar olmuş, o soruları burada teker tekere yanıtlayalım. Geçen haftada sorularınız olursa onları da bu akşam cevaplayalım. Böyle bir sohbet olmuş olsun. Evet, oku bakalım soruyu.
Seyirci: Sayın hocam, Zekât konusuna biraz daha fazla zaman ayırmanız mümkün müdür? Nahl suresi 71, Tevbe suresi 34, 35 ve Bakara suresi 219.ayetlerine göre zekâtın kırkta birine göre olduğu doğru mudur?
Tamam, orada kalsın. Ona bir bakalım. Nahl suresi 16. Suredir, 71.ayete bakalım. Sanırım mealden bahsediyor, okuyun bakalım meali neymiş.
Seyirci: Nahl 71’i okuyan mealin doğruluğu konusunda şüpheye düşüyor. Benim tanık olduğum İslam’ın imtihan noktalarından biri de bu ayetin duyulduğunda ortaya çıkıyor. Soruda biraz düşüklük var. Hemen itiraz geliyor. Lütfen açıklama yapar mısınız? Sizin ve tüm vakıf üyelerinin Ramazan bayramını tebrik ederim. Saygılarımla. Yahya Kemal Alkan.
Demek ki mealle ilgili bir problem var, o zaman buradaki mealden bir okuyalım, gerçi bu Elmalılı Hamdi Yazır’ın sadeleştirilmiş, Elmalı Arapçası en kuvvetli olan alimlerden birisidir, Arapça bakımından o kadar kolay kolay hata yapmaz. Ama sadeleştirmede hatalar olabilir. Aslı bu galiba değil mi, buradan okuyayım ben?
“Allah bazınızı bazınıza rızıkta tafsil etti, üstün kıldı. Fazla verilenler rızıklarını ellerinin altındakilere reddediyorlar da, hep sonunda müsavi oluyorlar da değil. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar”. Bu meal doğru bir meal. Ama bir de başka bir meal, İbrahim bey şuradan al da bir iki mealden okusun arkadaşlar. Bundan sonra artık sen çok dikkatli olacaksın yani. Tamam, Yahya okusun, kimin meali?
Seyirci: Beşir Yahyasoy. “Allah rızık bakımından kiminizi kiminize üstün kıldı, üstün kılınanlar hepsi pozitif ve eşit olmak üzere rızıklarını ellerinin altında olanlara geri vermezler, o halde bunlar Allah’ın nimetini bilerek mi inkâr ediyorlar?”.
O mealde de bir problem yok. Aynı mı senin ki? Diyanet Vakfı’nın meali evet. Parantezle birlikte oku. Nasılsa açıklama maksadıyla yapmışlardır.
Seyirci: “Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere, köle ve hizmetçilere vermiyorlar ki rızıkta hepsi eşit olsunlar. Onlar ellerinin altındakilerle kendilerini eşit tutmazken, Allah’ı putlarla nasıl eşit sayıyorlar?”
Tamam, meallerde problem yok. Belki bu arkadaşımızın elindeki mealde bir problem vardır. Ben şimdi metinden okuyacağım (Nahl 16/71);
femellezıne füddılu bi raddı rizkıhim ala ma meleket eymanühüm “Allah’ın kendilerine ikramda bulundukları kişiler, ellerinde bulunan rızıkları, yanında bulunan kölelerine vermiyorlar ki”
fe hüm fıhi seva’ “o köleleri kendirleriyle eşit tutmuyorlar”. E peki şimdi nasıl oluyor da bu insanlar, Allah’ın kölesi bulunan bir takım varlıklarla Allah’ı eşit tutuyorlar. Orada öyle mi söylüyor? Ne diyor? Kabiliye davet tefsirinde, bu ayeti kerimede, zaten başka bir ayet te var bunu açıklayan, şimdi aklıma gelmedi, o ayeti düşünerek bir açıklama yapmış oldum,
ife bi nı’metillahi yechadun “Allah rızık konusunda birinizi diğerinize üstün kıldı, şimdi siz kölenizi kendinizle eşit tutuyor musunuz? Sadece yiyecek konusunda bile kölelerinizi sizinle eşit tutuyor musunuz? Evet, ona yedirirsiniz içirirsiniz ama siz daha güzel imkanlar içerisinde olursunuz ama onun imkanları biraz daha aşağı olur. Siz kendi kölenizi sizinle eşit tutmuyorsunuz da nasıl oluyor da Allah’ın bazı yarattıklarını Allah’la eş tutuyorsunuz?”. Yani bunun zekâtla hiçbir alakası yok. Evet. Diğer ayetler Tevbe, o soruyu aç, o soruyu şey yapmadık. Nahl 71’di. Tevbe 34-35, Bakara 219. 40’ta 1’e uyup uymadığını şey yapacağız.
Seyirci: Bir önceki ayette soruyu soran kişi sanırım şöyle bir yanılgıya düşüyor diyelim. Bu mealde sanki zekat verenlerle zekatı alanlarla, zekatı aldıktan sonra maddi anlamda eşit seviyeye gelmeleri gerekir.
Doğru o şekilde mana verilecek bir şey var. Bravo hemen buldu getirdi, Rum suresi 28.ayet. Şimdi senin söylediğin gibi bir meale rastlamıştım. Sanki zekat veren kişiler zekat verilen kişilerle ekonomik olarak eşit duruma geleceklermiş gibi yani malın kırkta biri değil de, tamamını dağıtacaksın herkes birbirine eşit olacak. “münsifa?”18:40 dan onu anlamış ki böyle bir meal olamaz yani bu çok yanlış bir mealdir. Onu açıklayan ayeti kerimeyi Mustafa Bey buldu getirdi, o da Rum suresi 28.ayet, 406.sayfa (Rum 30/28);
hel leküm mim ma meleket eymanüküm min şürakae fı ma razaknaküm “Sizin elinizin altında bulunan yani sahip olduğunuz köleleriniz içerisinde sizin rızkınıza ortak olanlar var mı?
fe entüm fıhi sevaün “Siz onlarla kendinizi bu konuda denk görüyor musunuz?”
tehafunehüm ke hıyfetiküm enfüseküm “Kendi hakkınızda duyduğunuz endişe ve korkuları o köleleriniz hakkında da duyuyor musunuz?”
Ya da şu anda şöyle söyleyelim, kölelik yok. Bir işveren kendi işi hakkında duyduğu endişeyi işçisi hakkında da duyar mı? İşyerim kapanırsa işçilerim işsiz kalacak vah vah der ama onu bazen etrafında başka kimseler olduğu zaman söyler, tek başına kaldığı zaman hep kendini düşünür, ne olacak benim halim ne olacak diye düşünür. Şimdi siz onları kendinize denk tutuyor musunuz? Siz dahi kölenizi kendinize denk tutamıyorsanız başkalarını nasıl Allah’a denk tutarsınız? Allah burada insanların düşünmesini teşvik ediyor.
kezalike nüfassılül ayati li kavmiy ya’kılun “Aklını kullananlar için ayetleri böylece açık açık bildiriyoruz”
Tevbe suresi 34-35 değil mi?
emril muminin “buna işaret etti” diyor.
(anlaşılamadı)23:02 “ulema zaman durdukça var olacak, kendileri ölse bile etkileri devam edecektir”.
İşte ahbar ilim adamı demek, ilim adamlarının sözleri insanların içinde iz bırakır, akıllarında kalır, zaman zaman tekrarlarlar. Ruhban da dervişler, daha çok ibadete yönelenler, sufiler, şeyhler, onlar. Ama genelde bunlar tefsirlerde Yahudi ve Hristiyan âlimleri ve dervişleri diye şey yapar ama sözlük manası itibarıyla onlara ait kılmak için bir şey yok, gerekçe yok.
“er rahbetu”. Onu da gene müfredattan okuyalım. Rahbaniyyet’e bakalım. Rahbe korku demek de.
(anlaşılamadı)24:10. İbadet konusunda aşırıya gitmek, daha çok ibadet. Mesela işte bu yola, dervişlik yoluna girenler ne yaparlar, akşam namazını kıldıktan sonra ne yaparlar, tevvabün kılarlar. Yatsıdan sonra yatar kalkar teheccüt kılarlar. İşte şu kadar bin tespih çekerler, sabah namazından sonra mescitte kalır işrak vaktine kadar işrak namazı kılarlar, kuşluk namazını kılarlar, ondan sonra giderler, gittikleri zaman da yolda giderken de tespih. İbadetlerinden sünnetleri terk etmezler. Nafilelere çok fazla itibar ederler, işte ibadetlere yüklenmede aşırılık diyor, rahbaniyet o. Şimdi burada diyor ki ayet; “din alemlerinin ve ruhbanların (yani sufiler, dervişler, şeyhler) bunların çoğusu insanların mallarını haksız yere yerler”. Allah rızası için mallarını yerler adamların. Çünkü onların en fazla satacakları mal odur, başka para almak için.
ve la yünfikuneha fı sebılillahi “ve Allah’ın yolundan da saptırırlar”. Çünkü kendilerini öne alır, kendilerini Allah’la kul arasına bir yere yerleştirirler, insanların parasını alır ve Allah’ın yolundan saptırırlar. Zaten dinle ilgisi olmayan bir adamın yanına insanlar gitmezler ki dindarlık açısından, başka açıdan giderler ama manevi ihtiyaçları için ancak dinle ilgili kişilere giderler.
fe beşşirhüm bi azabin elım “aşırı biriktirip”
ve la yünfikuneha fı sebılillahi “onları Allah yolunda harcamayanlar (ki ilk önce bu ahbar ve ruhban anlaşılır), onlar var ya”.
fe beşşirhüm bi azabin elım “onları acıklı bir azapla müjdele”. Hep kendilerine topluyorlar ama harcamıyorlar.
fe tükva biha cibahühüm ve cünubühüm ve zuhuruhüm haza ma keneztüm li enfüsiküm fe zuku ma küntüm teknizun
Bu arada şöyle bir haber vereyim, az önce Mustafa beye atıfta bulundum, keyiflendi dedim, onun elinde bir meal var, o mealde benim bu anlattığım şekilde meal verilmiş ayeti kerimeye, zannedersem diğerleri öyle değildir. Mesela bakayım burada, “Ey iman edenler! haberiniz olsun ki hahamlar”. “Haham” dediğin zaman Yahudilere giriyor, “ruhbanlar” dediğin zaman da Hristiyanlara giriyor, “ey iman edenler” diye bize hitap ediyor. E şimdi hahamlar, ruhbanlar insanların mallarını batıl yoldan yerler dediği zaman e ne yapalım yarabbi gidip evlerinden mi alalım? Benim hahamla ruhbanla ne alakam olur ki? Değil mi? Hahamla alakası olan Yahudi’dir, ruhbanla alakası olan da Hristiyan’dır. O zaman niye “ya eyyühellezine amenu” deniyor? İsmail?
Seyirci: Kötü örnekle tefsir hocam
Öyle mi? Nerede onun eski baskısı var mı sende? İşte onu söyleyeceğim şimdi. Ver, şimdi Şaban Piliç diye bir kardeşimizin hazırladığı, ben tanımıyorum kendisini, meal burada şöyle meal vermiş;
“Ey iman edenler, alimler ve din adamlarının çoğu insanların mallarını haksız olarak yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah’ın yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.”
Şimdi bunlar bu meali yapmış, sonra çok tepki görmüşler, sen o şeyi götür de telefonda neler konuştuğunu anlatsın Mustafa bey. Tane tane söyle millet anlasın ne olduğunu, herkes eşit şeyde değil.
Seyirci: Şimdi bu meal çok hoşumuza gitti. Herkese de söylüyordum, meallerden getirttim, aynı mealde değişik mana verilmiş, ben telefon açtım, hocam dedim böyle böyle ayette bir yanlışlık olmuş. Çok tepki geldi dedi, din adamlarından, imamlardan çok tepki geldi değiştirdik dedi. Ben de dedim ki hocam dedim, sen onlara öğreteceksin doğrunun yanlışın tanımını, Cenabı Allah’ı mazeret göstercen. Ertesi gün bir daha telefon açtım, ikna oldu. Dedim çok yakında meal yazarlar, senin verdiğin manayı biraz araştırırlar, ama görürsün. Dedi dönüş yapacağım. Derken bana başka bir arkadaşının telefon numarasını verdi, ben ona dedim ki, hocam böyle böyle Firdevs Suresi 34.dedim, tamam tamam değiştirdim dedi, hemen öbür mealde değiştireceğim dedi. Hocam onun için aramadım, tam tersi için aradım dedim, çok tepki geldi dedi din adamlarından, imamlardan, müezzinlerden, onun için değiştirdik dedi. Ya hocam dedi işte uzun uzun konuştuk falan, Şaban Piliç hoca ikna oldu ama öbür hoca arkadaşı hala ikna olmadı.
Tamam, şimdi ben değişik şeklini okuyayım, aynı mealin tepkiler üzerine yapılan değiştirilmiş şeklini okuyayım.
“Ey iman edenler, hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksız olarak yerler ve altın yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar”. Altına da bir not bırakmış, ahbar kelimesinin karşılığıdır haham, alimler, bilginler anlamına da gelir. E peki niye rahiplerin karşılığını yazmadın? Şimdi hemen değiştirmiş, çünkü tepkiler üzerine, öyle kolay mı tepkilerin karşısında dik durabilmek? Kolay mı? Onun faturası, bak biz o tepkiler karşısında dik durduğumuz için kitaplarımızı hala kitapçılara veremiyoruz. Sergileyemiyoruz kitap fuarında, çünkü kimse kabul etmiyor. Faturasını vermeye hazır değilsen değiştirirsin. Evet.
Seyirci: Din adamı desek de imamlık da, müezzinlik de din adamlığı değil ki.
Onlar kendilerini din adamı kabul etmişler demek ki kendilerini. Evet din adamlığı Müslümanlıkta yoktur zaten, ama maalesef oluştu. Maalesef oluştu. Mesela cami bir dini kurum değil, Müslümanların namaz kıldığı ve birçok sosyal faaliyetlerini yaptığı yerdir, ama bir dini kurum haline geldi. Artık bir din adamları sınıfı oluştu, maalesef oluştu, olmamalıydı. Her Müslüman dinine sahip çıkacağı için bu dinin adamıdır. Namaz kıldıracak bilgiye sahip olan onu kıldırır, o kadar bilgiye sahip olmayan da sevap olur. Bu işin esası odur. Peygamberimizden kalan bu. Hatta bilmiyorum, Mehmet hoca söyledi, Mısır’da bazı camiler hala böyleymiş diyorlar. Çoğu öyle değil mi? Yani fakülte camide ders görüyor. Bizim geleneğimizde öyledir. Yani üniversite öğrencileri camide ders görür mesela Süleymaniye Camii. Adam diyelim ki Silivri’den yoğurt getirdi. Beyazıt’ta sattı ve vakti var, ister Beyazıt’a gider, Beyazıt’ta ki dersi dinler. Hangi özel dersi dinlemek isterse oturur dinler, ister Süleymaniye’dekini dinlemek isterse Süleymaniye’dekini dinler. O derste okuyanlar da bugünkü manada üniversite talebeleridir. Ama dinleme hakkı var, adam oturur dinler. Bakarsınız ki çok büyük bir kabiliyet bu şekilde kendiliğinden keşfedilebilir. Olay böyleydi, ama maalesef bugün, İsmail’in tepkisi yerinde, ama maalesef bugün böyle oldu.
Seyirci: Ben de şunu anlamıyorum, yüzlerce meal var, 1 taneye mi tahammül edemiyor. Bir tanesi de adam kendi görüşüdür, direkt tercüme etmiş yazmış.
Kendi görüşü de değil.
Seyirci: Kendisinin seçmiş olduğu manayı, işte bunun kökü budur manası budur diye yazmış. Bir taneye bile tahammül edemiyor.
Arapça ’ya uygun bir şekilde yazmış, yaptığı o, başka bir şey yaptığı yok. Yani yorum falan yaptığı yok, neyse devam ediyorum
“Cehennem ateşinde o altın ve gümüş üzerinde ateş yanacak, onlar altta kızaracak, onlar altta olunca ateşin daha da kuvveti siniyor aşağıya”
fe tükva biha cibahühüm ve cünubühüm “bunların alınları ve yanları”
ve zuhuruhüm “ve sırtları o altın ve gümüşle dağlanacaktır”
haza ma keneztüm li enfüsiküm “işte bu kendiniz için biriktirdiğiniz altın ve gümüştür”
fe zuku ma küntüm teknizun “biriktirdiğinizin zevkini tadın denecektir”. Şimdi bu soruyu yazan kardeşimiz şunu demiş oluyor, altını ve gümüşü biriktiriyorlar, bunların hepsini zekat olarak vermek lazım demek istiyor.
Seyirci: Bakara 219’dan tümünden kırkta biri nereden çıkıyor diyor.
Tamam, şimdi onu şey yapacağız. Şimdi altın ve gümüş olarak özel olarak belirtilmesi çok önemlidir. Bu bir paradır. Biz birçok dersimizde paranın biriktirilmesinin ne kadar zararlı olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Para sürekli piyasada dolaşmalı, hiç kenarda biriktirilmemeli, piyasada dolaşacak ki mal ve hizmet üretilsin hani vücuttaki kan gibidir. O kan damarlarda sürekli dolaşmazsa kan da bir işe yaramaz, vücut da bir iş göremez hale gelir, bu ayet tabi sadece altın ve gümüşle ilgili bize çok önemli bir hususu bize anlatıyor. Demek ki bugün ne mesela para, parayı alıp hapseden insan için de bir tehdit söz konusudur. Şimdi bu ayeti kerimeyi yukarıda insanların mallarını haksız yere yiyenlerle irtibatlandırmak mümkün olduğu gibi, herkesle de irtibatlandırmak mümkündür. Yalnız ondan önce şunu söyleyelim, neden, hatta şu ayeti okuduktan sonra da o sorunun cevabını arayalım, Bakara 219. Yani bu dersler işte böyle zevkli hale gelmeye başlıyor, insanlar Kuran’dan soru sormaya başlıyor. Cevabını doğru veririz, yanlış veririz önemli değil. Önemli olan Kuran üzerine düşünebilmektir. Çünkü insan hata eder, yarın o hatasını telafi edebilir (Bakara 2/219);
kulil afv
“de ki artanı”. Ya da fazlasını, şimdi fazlasını ifadesinden, zekât işinin temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği anlaşılır, temel ihtiyaçları için ayırdıklarını zekat vermemesi lazım. İşte haceti asfiye kavramı bu gibi mastardan çıkarılmıştır.
kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayati lealleküm tetefekkerun “Allah ayetlerini size böyle açıklıyor, belki siz düşünürsünüz”
Az önce anlatacaktım da araya laf girdi unuttum, şimdi söyleyeyim. Ebu Zerdi Guffari hazretleri, sahabeden, bu altın gümüşle ilgili ayeti kerimeyi yazdığı şekilde hayatında uygulamış ve hiç kimsenin yanında altın ve gümüş tutmaması gerektiğini derhal harcaması gerektiğini söylemiş. Ben şimdi şöyle bir düşündüm, millet gerçekten böyle bir şey yapsa şu ülke çok kısa sürede müthiş bir şekilde kalkınır. Çünkü para kimin yanına giderse onun işini görür bir kere. Ondan sonra öbür tarafa devam eder. Muaviye Ebu Zerdi Guffari’nin in bu tür konuşmalarından rahatsız oluyor, yani kimse işte yanında altın ve gümüş bulundurmasın, derhal harcasın diye rahatsız oluyor ve diyor ki acaba bu samimi mi değil mi. Bir gün tutuyor, ona 1000 dinar gönderiyor, 1000 dinar 1000 altın. Hediye olarak gönderiyor, sabahleyin gönderiyor, öğleden sonra da o parayı getiren adamı tekrar gönderiyor, git de ki yanlışlık olmuş parayı geri versin. Ebu Zerd diyor ki ben hepsini harcadım. Dağıttım parayı diyor. E neyse diyor, bekleyin benim atıyye vardı yani devlet gelirlerinden dağıtılan bir para vardı, onu aldığım zaman ben veririm diyor, bu borç olsun ben dağıttım diyor. Ebu Zerdi bakıyor ki bu çok samimi, Hz. Osman’a mektup yazıyor, yahu bu burada milletin aklını karıştırıyor diyor ki bana gelsin diyor. Sonra Hz. Osman’a gidiyor, oradan da Zevral mı öyle bir yerde ikamete mecbur ediliyor. Orada tek başına vefat ediyor.
Şimdi bu ayetlere baktığınız zaman sanki malın tamamını, zekâtla harcamak gerektiği anlaşılabilir. Ayetler birbirini açıklar mahiyettedir, biliyorsunuz, biz her zaman tekrarlayıp duruyoruz, şimdi Tevbe suresinin 103.ayeti kerimesini bir okuyalım, mesela orada az önceki ayette “kenz” ifadesi kullanılmıştır, yani biriktirme manasına, hazine yapma manasınaydı. Şimdi burada şöyle söylüyor Allahü Teala.
ve salli aleyhim “onlara da dua et”
inne salateke sekenül lehüm “çünkü senin duan onları rahatlatır ve sükûnete kavuşturur”
vallahü semıun alım “Allah işitir ve bilir”
Bunların mallarından al diyor, mallarını al demiyor. Mallarından al, mallarından deyince, mallarının tamamı olmaz, mallarının bir kısmı olur. E o bir kısmı ne kadardır? Burada da Peygamber efendimizin açıklaması önemlidir. Peygamber efendimiz Muazz bin Devel’i Yemen’e zekat toplasın gönderdiği zaman diyor ki;
(anlaşılamadı)42:25. Mesela o hadisini söyleyeyim de, belki Arapçasında küçük bir hata yapmış olabilirim ama diyor ki “onların zenginlerinden al, fakirlerine ver”. Şimdi zenginlerinden al fakirlerine ver meselesinden ne anlarsınız, zenginlerinin malını al, fakirlere ver mi anlarsınız, zenginlerden malının bir kısmını al, fakirlere ver mi anlarsınız?
Seyirci: Bir kısmını al anlarız
Değil mi, açık bir şekilde. Sonra Peygamber SAV şöyle diyor, Hz. Ali rivayet etmiş;
(anlaşılamadı)43:18 “20 dinara ulaşıncaya kadar paran, bir şey vermen gerekmez”
(anlaşılamadı)43:34 “Eğer 20 dinarın var, bir yıldır da bu kadar paran varsa, yarım dinar vermen gerekir”
20 dinarda yarım dinar ne yapar? Kırkta bir yapar yapar.
Seyirci: Bugünkü anlamda altın ve gümüş yatırım aracı olarak kullanılamaz mı?
Şimdi biz her zaman infak konusunu burada anlatmaya çalıştık. İnfak paranın harcama kanalında olmasıdır. Yatırım yapan insan parasını harcar. Ha sen manasında tasarruf manasında diyorsun. Yatırım demek bir işte harcanması. Kenz manasında.
Seyirci: Bir de İsra 29 var, İsra 29’a göre yanlış değil mi?
Bravo Abdullah çok güzel yakaladın onu. İsra 29’u da okuyalım ama önce şu şeyin de cevabını vereyim. Gerçekten o meseleyi en güzel açıklayan o İsra suresindeki ayet. Şimdi hani paranın harcama kanalında olması lazım, bunu tuttuğunuz zaman yenmez içilmez, insanın hiçbir işini görmez, harcama yaptığınızda bir sürü işe yatırmış olursunuz. Şimdi birçokları diyor ki efendim diyor adam ev yaptırıyor diyor, zekâtını vermiyor, niye vermesin diyor. Ben şunu söyleyeyim, benim zekat konusunda zihnim netleşmiş değil, çünkü asırlarca ihmal edilmiş bir konu. Geçen hafta da size gösterdim, asırlarca ihmal edilmiş bir konuda uzun uzun düşünmek lazım. Allah’a şükür Süleymaniye Vakfı’nda şu anda 10 kişi Cumartesi günü 15 kişiye çıkıyoruz, burada ilim adamları, araştırmacılar, herkes çalışmalar üzerinde hafta boyunca burada duranlar var, hafta sonu gelenler var ama herkes te bu faaliyete aktif bir şekilde katılıyor. Bizim gibi bütün meseleleri sıfırdan ele alınca, yağmur gibi problem yağıyor buraya. Her konuda da enine boyuna araştırmadan da konuşamıyoruz, bu da çok vakit alıyor. Bir söz söylediğin zaman da kimsenin ses çıkarmaması lazım. Allah’a şükür bunu bugüne kadar titizlikle yaptık, galiba burada anlatmadık değil mi, Cumartesi konuştuğumuz o meseleden arkadaşların haberi yok, burada anlatmadık değil mi? Bir süredir Katar’dan bizim bu çalışmalara karşı ateş püsküren mektuplar alıyoruz, hakaretler şunlar bunlar. Neyse Mehmet hoca muhatap oluyor, Mehmet hoca da cevap verdi. Şimdi siz mi daha büyük âlimsiniz, İmam Şafi mi daha büyük âlim. Yahu onu biz ilkokulda yapardık bu tür tartışmaları, ilkokulu biz çoktan bitirdik, benim babam senin babanı döver gibi. Bizim yaptığımız çalışma ortada. Bir cevap veriyorsanız verin. İşte ondan sonra size şunu şunu tavsiye ederim. Bizim tavsiye değil, cevaba ihtiyacımız var. Bak yazmışız sevaptır, lafla tavsiye değil, o tavsiye ettiğiniz şey eğer bir ayet hükmüyse söyleyin başımızın üstünde yeri var, delilsiz de konuşmayın diye cevapları yazınca, karşı taraf ciddi manada bunalmış. En son mektup olarak, email olarak gönderdi, değil mi? Diyor ki ben şimdi, belli ki büyük bir cemaatin bir ferdi, ben şimdi bu Arapların en büyük âlimlerini toplayacağım, sizi de çağıracağım, gelir misiniz? Gelir misiniz diye şey yapıyor. E ne yapacakmış? Bizi karşılaştıracakmış, kameraya alacakmış, bütün millete de göstereceğim, kim haklı kim haksız ortaya çıksın. Mehmet hoca diyor ki korkumuz yok hodri meydan diyelim, dedim sen sakın korkumuz yok kelimesini söyleme şöyle yaz. Bizim aradığımız bu, biz zaten ulemayla karşılaşmak istiyoruz, yalnız bize o ulemanın kim olduğunu önce bize bildirin. Sonra sokaktan adam toplar, âlim diye karşımıza getirir, cahille tartışmak çok zordur gerçekten. Hakikaten çok zordur. Cahille tartışamazsın yani çok zordur. Bir de ağzı laf yapan cahil oldu mu oh. Tamam. Şimdi adlarını bildirin, biz şey yapalım, isterseniz toplantıyı Türkiye’de yapalım. Biz sizi misafir etmeye hazırız. Ama Türkiye’ye gelmeyiz diyorsanız hangi ülkede yapıyorsanız yapın büyük bir memnuniyetle geliriz. Ben bunu şunun için anlatıyorum, şimdi yaptığımız çalışmalar her gittiği yerde ciddi manada ses getiriyor, öyle sıradan bir ses değil, karşı tarafı perişan ediyor. Niye perişan ediyor? İşte Tunus müftüsünü, adama faizle ilgili çalışmanın küçük bir bölümünü vermiştim, şunu bir okur musun dedim. İşte gitti, Bahreyn’e giderken İstanbul üzerinden geçti, gittim havaalanından getirdim, burada misafir ettim. Dedi ki yahu kardeşim öyle şeyler yazmışsın ki kabul etmek mümkün değil. Ama öyle yazmışsın ki çok kuvvetli deliller karşı çıkmaya imkân yok. Karşı çıkamıyoruz, elimiz kolumuz bağlı diyor. Böyle bir çalışma yapalım dediğimiz için de her bir şey bizim çok fazlaca vaktimizi alıyor. İnşallah bu dersleri dinleyenler, internet başında dinleyenler, şöyle bize destek olur, 2-3 kişilik bir araştırma kadrosu olursa, şu anda ancak o kadarla şu andaki yığılmalara cevap verebiliriz, daha fazla olursa ona bir şey diyemem ama şu anda öyle 2-3 kişilik bir kadroyla, araştırmacı ekiple çalışmamız lazım. Şimdi biz ancak bu kadar yapabiliyoruz, onun için yani bu zekâtta üzerinde çok durulması gereken hususlar var. Ben şu andaki bilgime göre konuşuyorum, neredeydik, Peygamber efendimizin, ev inşa etme meselesi, adam ev inşa ediyor. O evi inşa ettiği zaman parasından bir sürü işçi, tüccar, ne bileyim nakliyeci, onların alışveriş yaptıkları kişiler, o infak dediğimiz olay tamı tamına meydana geliyor. Parasını harcıyor ve bir sürü mal ve hizmet dolaşımı oluşuyor, serbest piyasa oluşuyor. Sonra da adam zaten yapacağını yapmış oluyor o yatırımı yapmakla. Fabrika yapan da öyle, bir mal üreten de öyle. Bir de bunlar gelirlerinin fazlasından zekât verdiler mi tekrar infaka dönmüş oluyor. Ama mesela koyun zekâtıyla altın ve gümüşün zekâtı aynı değildir, kırk koyuna kadar hiç zekât yoktur. 40 koyundan 120 koyuna kadar 1 koyun zekât verilir. 40’ta biri değil. 121 koyun olursa 2 koyun olur. 200 koyuna kadar 2 koyun. 200’ü geçince 3 koyun. Şimdi niye böyle? Hatta bu koyunlar merada beslenmezse hiç zekat verilmez, ticaret malı haline dönüşür. Böyle bir soru daha vardı değil mi? Ona da cevap vermiş oluruz bu arada. Şimdi bakın arkadaşlar şimdi bu infak kelimesi üzerinde biraz düşünürseniz. Dünyanın en cimri adamının koyunları olsa, bu adam koyunların sütünden etrafını yararlandırır mı? Mecburen yararlandıracak parasını alır ama mutlaka yararlandırır. Onun cimriliği sütü satmamasında değil, parasını birisine bağışlamamasındadır. Sütünden etinden yararlandırılır mı? Bu koyun tırnağıyla, gübresiyle faydalı olur mu? Sütünden yününden faydalanır falan. Mecburen işçi çalıştırılır, onlara harcama yapar. İşin başka tarafı, siz altınınızı bir yere saklarsınız, ya da yanınıza alır gidersiniz, koyunu olan bir kişi bir akşam, kapısını kilitleyip bir yere gidebilir mi? Sadece 1 akşam. Sürekli bakım istiyor. Onun için bu adamın topluma mal üretmesi zaten başlı başına desteklenmesi gereken bir davranıştır. Onun için olaylar üzerinde iyi düşünmek lazım, bazıları çalakalem şey yapıyor. Evet, bu Abdullah’ın söylediği ayetleri açalım, İsra suresi 17/26.ayet;
vel miskıne vebnes sebıli “çaresiz kalmışa ve yolda kalmışa (ya da Allah yolunda uğraşanlara)”
ve la tübezzir tebzıra “malını saçıp savurma”
Şimdi adam tüm malını tutar da dağıtırsa, bak burada dağıtma diyor, israf ayrı bir husustur. Her şeyini verme diyor yani.
ve kaneş şeytanü li rabbihı kefura “şeytan da Rabbine karşı çok nankördür”
fe kul lehüm kavlem meysura “onlara kolaylaştırıcı söz söyle”, yani inşallah olur biraz sabırlı olun falan gibi tatlı sözler söyleyin.
“elini boynuna bağlı yapma”. Yani bizim Türkçe’de cebinde akrep olmasın, bunlar bir terimdir.
ve la tebsutha küllel beştı “büsbütün de açma”. Her şeyini de verme yani.
fe tak’ude melumem mahsura “o zaman sen kendi kendini ayıplarsın bu defa sen çaresiz kalırsın, hiçbir şey yapamaz hale gelirsin”. O zaman bunlar ne demektir? Harcamada belli bir sınır var demektir. İşte Peygamber efendimiz de o sınırları açıklamış oluyor. Peki başka?
Seyirci: Bakara’da size zekat vermek için gerekli olan kriterlerden hariciye asliyeyle ilgili olarak sorunları dile getirmiş, örnek olarak da babamı ve amcamı vermişti. Şimdi soruyu tekrarlamamın sebebi hem cevap gelmemesi, hem de hocanın 25.10.2005 tarihli Ramazan Özel 3 dersinde zekât maldan verilir, gelirden verilmez, gelirden verilmeye kalkılırsa o zaman çok sorunlar çıkar demesindendir. Nice insanlar var ki ne kadar çok evi arabası olsa da onlar haracayi asliyeye girdiğinden onların değerinden değil de, gelirinden zekat veriyorlar. Tabii ki bunu böyle bildikleri için yapıyorlar, ama bu beni rahatsız ediyor.
Tamam, biz onun cevabını verdik.
Seyirci: Bir de şurada sorular var. Sebze ve meyvelerin zekatı nasıl verilir, sera ve balık üretim tesislerinde üretilen ürünlerin zekatı nasıl hesaplanır? Daire ve dükkanların geliri mi zekat olarak verilir, yoksa değerinden mi?
Şimdi sebze ve meyvelerin, yani yeşil şeylerde zekat yoktur diye bir hadis var ama pek sahih görmüyor hadisçiler. Hanefi mezhebi o hadisi dayanak almış, dayanıksız olan, saklanamayan mallardan zekat olmayacağını söylemiş. Şimdi bununla ilgili Allahü Teala (Enam 6/141);
ven nahle “Hurma, hurma ağacı”
vez zer’a “ve ekin, (yani ziraat, toprak ürünleri dediğimiz, bunlar içerisinde zaten çoğunluğu yeşilliktir, değil mi?)”
muhtelifen ükülühu “yemeleri farklı”
vez zeytune ver rummane “ve zeytin ve nar”, zeytin uzun süre saklanır, ama nar uzun süre saklanır mı? sen nar üreticisisin, en fazla 2 ay. O da özel yerlerde herhalde, yoksa normalde buzhaneye koymasan hiç kalmaz, çok kısa sürede biter. Eskiden yoktu o, onu saymamak lazım, işte ondan bahsediyor yani, soğuk hava deposunda da 2 ay kalır en fazla.
müteşabihev ve ğayra müteşabih külu min semerihı iza esmera “bunları meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin”
ve atu hakkahu yevme hasadihı
“hasat gününde, topladığınız günde onun hakkını ver”. Hakkını verin de tamamı verin değil, değil mi? Hakkı, belli bir hak, öşür işte, Peygamber efendimiz de öyle demiş, öşür onda bir ya da onun yarısı 20 de bir, duruma göre.
ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın “israf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez”
Bir başka ayette de;
“onların mallarında belli bir hak vardır” diyor Allah, o hangi ayetti Bakara mıydı? (Mearic 70/24-25);
ve mimma ahracna leküm minel ard “ve sizin için yerden çıkardığımız şeyden harcayın” diyor. Bütün bunlar o ilk soru soran kişinin sorusunun eksik bilgiden kaynaklandığını gösteriyor. Tabii o ayetleri okuyan insanların aklına bu soru ister istemez gelir. Peygamber efendimiz de o nispeti belirlemiş oluyor.
Seyirci: (anlaşılamıyor)1:04:00
Tamam, işte, sahabe içerisinde dağıtmaması gerektiğini söyleyenler olmuş ona, ama o dinlememiş. Ama böyle bir olay da var, yani haberdar olunsun diye anlattım.
Sera ve balık üretim tesislerinin zekatı nasıl verilir? Ticaret malı gibidir bunun zekatı.
Daire ve dükkanların değeri mi zekat olarak verilir, geliri mi? Değeri verilmez, daire ve dükkânların, geliri de zaten kişinin bütün gelirleri içerisine girer. Onun için ayrı bir hesap yapmaya lüzum yok. Sene sonunda bakar, artan bir şey varsa verir zekatı.
Alacağımızı zekatımıza sayabilir miyiz? Bunun da bir ayeti var, Bakara suresinin 280 galiba bir bakayım. Şimdi bizim ulema ihtilaf eder de, mesela Hanefiler der ki, şimdi bir adamdan 100 lira alacağın varsa, adama sen 100 lira zekat vereceksin, ondan sonra diyeceksin ki ver borcunu, o da kusura bakma bana para lazım derse gider tabii. Senin borcunu sonra veririm diyebilir o şekilde, şimdi öyle bir şeyi var Hanefilerin, şimdi yalnız bakın, Bakara 280 imiş, burada borçludan bahsediliyor;
Tabii adam yukarıda faizli borç almış, ayette Allahü Teâla diyor ki faizi bırakın ana malınızı alın, adamın ana malı verecek gücü de olmayabilir, tabii bu bir örnektir, diğerlerine de teşmil edilir (Bakara 2/280);
fe nezıratün ila meyserah “Genişliğe çıkıncaya kadar beklemelidir”. Bekleyeceksin, adam ne zaman ödeme kolaylığı elde ederse, o zaman alacaksın.
ve en tesaddeku hayrul leküm “Onu sadaka olarak vermeniz sizin için hayırlıdır”, şimdi bazıları diyebilir ki sadaka başka zekat başka. Hayır, Kuranı Kerim’de sadaka zekat manasında kullanıyor. Okuduğumuz ayetlerin çoğunda, mesela;
(anlaşılamadı)1:06:50 “onların mallarından sadaka al”. Sadakalar fakirler için, zekatla ilgili ayetlerde bu var.
ve en tesaddeku hayrul leküm “onu sadaka olarak vermeniz sizin için hayırlıdır”. Zekat da sadaka sayıldığına göre Kuranı Kerim’de. Yani alacağını almıyorsun, ne yapmış oluyorsun, bağışlamış oluyorsun. Sadakana sayıyorsun. O zaman zekata sayılır mı sayılmaz mı? Net bir şekilde sayılır.
in küntüm ta’lemun “eğer bunu bilirseniz”.
İşte ona gerek kalmaz. Burada da batak olabilir, adam darlık içerisinde, batağa da batmış olabilir. O ayrı bir konu, benim ne demek istediğim, net açık yani. Karşı tarafın zekat alacak durumda olması lazım ki zekata sayasın, yoksa sayamazsın.
Zekât ayetinde de borçlular geçiyor. “vel galimin” diye. Doğru diyor yani o da bu gruba girer. Zekat arasına borçlular girer, tabii doğru. Yani bu ayet te onlardan birini açıklayan ayetlerden birisi olur. İşte ben size baştan söyledim ya, ya da arada söyledim, gerçekten en ufak ihmal edilmiş konulardan birisi de bu. Ben belki iki sene sonra bu dersi yapsam sanki çok farklı şeyler söyleyebilirim, ama şu anda ancak bu kadar söyleyebilirim, Allah ömür verirse inşallah.
Seyirci: Fitre hocam?
Fitreye sıra gelince, fitre, daha önce de konuşmuştuk, oruç tutan insanların
(anlaşılamadı)1:08:50 diyor Allah. Oruca güç yeten, orucu tutanlara gerekir
“fidye”. Niye fidye, çünkü oruç sırasında belki bir takım, yani orucu sadece ağıza değil, göze de tutturmak lazım, dile de tutturmak lazım diye hadisler var ya, bir eksiği, kusuru olmuşsa onunla onu kapatmış olsun diye, zaten Peygamberimizin böyle hadisleri de var. İşte lağl ve refeslere karşı, yani çirkin söz ve boş şeylere karşı onları engelleyici özelliği vardır fitrenin. Ramazan sonunda orucu tutanlar veriyor. Bir hadisi şerifte diyor ki Peygamber efendimiz, fitreyi erkek, kadın, köle verir diyor. Ama çocuklar için demiyor. Bir başka hadiste de bir kişinin bakmakla yükümlü olduğu başka kişilerin de fitresini vereceği hadisi şerifi var. Mezhepler onu almışlar. Ama ayeti kerimeye, bu hadise baktığımız zaman çocuklar için vermek gerekmediği ortaya çıkıyor.
Seyirci: Bu Buhari ve Müslim’de geçiyor.
Vessahir ve kebir geçtiği için gene Buhari’de sahir ve kebir geçmediği de var. O zaman işte ayeti kerimeyle birleştirdiğiniz zaman, orucu tutanlara, bana saat konusunda şey yaptın, onun detaylı açıklamasını derslerimizin birisinde yapmıştık, o tarafa fazla girmek istemiyorum, çok zaman alır. Miktarı bir çaresiz kişinin doyumu kadar diyor ayeti kerimede. Tabi en alt sınır, Peygamberimiz bir hadisi şerifinde bir sağ buğday, bir sağ arpa demiş, birisine yarım sağ demiş, ondan sonra, hurmadan ve üzümden bir sağ demiş, sağ dediğimiz yaklaşık 3 kilo demektir. Diyanet İşleri Başkanlığı 4 milyon lira diye ilan etmiş, bunun hiçbir ilmi dayanağı yok. Herhalde oturmuşlar kaç lira diyelim, 4 diyelim, bunun herhangi bir dayanağı yok. Çünkü ayeti kerime diyor ki,
(anlaşılamadı)1:11:40 “kim hayrına daha fazla verirse, daha hayırlıdır”. Esas emredilen bir miskin tağamıdır, bir kişinin doyumu kadardır. Bazıları diyor ki bir kişinin kendi ailesine yedirdiğinin ortalamasıdır, bu var ayette Kuranı Kerim’de ama hangi konuyla ilgili var? Yeminle ilgili var.
(anlaşılamadı)1:12:02 ifadesi yemin kefaretiyle ilgilidir.
Kişinin ailesine yedirdiğinin ortalamasından vereceği yemin kefaretiyle ilgilidir, fitreyle ilgili değildir. Fitrede en az sınırı var, bu en az sınırının konmasının çok önemi var, çünkü o herkes için farz olan bir görev. Hanefiler vacip diyor. Herkes için olduğu zaman en az tutacaksın ki herkes uygulasın, tabii o zaman buna uygun düşen Şafiilerin fetvası buna çok uygun düşüyor. Şafii diyor ki fakir hem verir hem alır diyor, verir çünkü ayet ve hadiste belirtildiği gibi görevidir, alır çünkü fakirdir.
Evet, peki, şimdi bir son dakika haberi var, Libya Çarşamba gününü bayram ilan etmiş, Mısır, Katar, Bahreyn, Endonezya, Türkiye, Belçika, Avrupa ama Suud yok, Suud olmasa onlar zaten yapmazlardı. Rabıta teşkilatı da şey yapmış. Gerçekten yani tam bir kaos, çok berbat bir şey yani, bir de diyorlar ki niye biz adam olmuyoruz, daha ibadetinize bile dikkat etmiyorsunuz, niye adam olasınız ki? Neyse Allah yardımcımız olsun, dersimizi burada bitiriyorum, hepinize hayırlı bayramlar diliyorum, Cenabı Hak mübarek eylesin.