Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
Şimdi Ramazan ayındayız dolayısıyla Ramazana özel olarak farklı ayetler okuyoruz. Biliyorsunuz insanların bir çoğu Ramazan’da zekatlarını verirler. Sadakalar oldukça artar, insanların oruç sebebiyle dini duyguları diğer zamanlara göre daha fazla coşkulu olur, dolayısıyla bu sebeple bizde Ramazanlarda infakla ilgili Ayet-i Kerimeleri hatırlatmış oluyoruz sizlere. Bakara Suresinin 261. Ayetini lütfen açarsanız, oradan okumaya çalışalım;
Bismillahirrahmanirrahim.
“Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi” “Mallarını Allah yolunda harcayanlar” “kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile” “onların yaptıkları harcama bir buğday tanesi gibidir, yedi başak bitirmiştir” “fî kulli sumbuletim mietu habbeh” “her başakta yüz tane vardır”
Yani şimdi toprağa bir tohum atıyorsunuz, o tohum yedi tane başak bitiriyor, her başakta da yüz tane var. Allah rızası için malını harcayanlarda aynen bunun gibidir. Yani Allah yolunda harcadığınız zaman toprağa bir tohum atıyorsunuz hani elinizden önce çıkıyor, şöyle tohumu düşünün; tohumu attığınız zaman uzunca bir süre o tohumdan istifade edemezsiniz. O tohum öylece gider yani hatta çürüme tehlikesi de vardır. Uzunca süre ondan istifade edemezsiniz, ona epeyce süre harcamada da bulunursunuz ayrıca. Tohum attığınız zaman sulayacaksınız, gübreleyeceksiniz, onun ayrık otlarını temizleyeceksiniz, dışarıya karşı koruyacaksınız, bir sürü hizmetler yapacaksınız, sonra bakarsınız ki oradan yedi tane başak bitmiş, her bir başağında yüz buğday tanesi var.
“vallâhu yudâıfu limey yeşâé’” “Allah istediği kişi için bunun katlarını verir” (yani yedi yüzle kalmaz katlarını verir) “vallâhu vâsiun alîm” “Allah-u Teala’nın imkanları geniştir ve her şeyi bilir.” (Bakara 2/261)
Onun için Allah Rızası için yapılan her harcama mutlaka size bu dünyada kazanç olarak döner. Ahirette de zaten kazanç olarak döner ama o şey de olduğu gibi buğdayı tarlaya atmakta olduğu gibi belli bir sabır dönemi geçmesi lazım. Yani harcama yap ertesi gün git o kazancı toparla, pek olmaz. Olduğu da olabilir elbette ama olmaz çünkü Allah-u Teala’nın kanunu böyle, insanlar biraz sıkıntıya girecekler, biraz sabırlı olacaklar o süre içerisinde kazanacaklar ve bu şeyler, sabırla denendikten sonra Allah onlara ikramını yapacaktır.
Şimdi şeyi düşünün, önümüzde örnek olarak Peygamber Efendimiz var. Peygamberimiz biliyorsunuz Mekke’de can güvenliği tamamen ortadan kalktığı için izini kaybettirerek Medine’ye hicret etti. Çünkü Mekkeliler onu öldürmeye karar vermişlerdi. Böyle bir insan, Medine’ye vardığı zaman Medine’deki kabileler arasında genel koordinatörlük görevini üstlenmiş oldu bir çeşit. Şimdi bizde çok gelenektir “Peygamberimiz Medine’ de devletini kurdu” derler. Böyle bir şey yok çünkü Medine’nin bir yapısı var. İki tane Arap kabilesi var, Evs ve Hazreç kabileleri. Dört tane de Yahudi kabilesi var. Kabile hayatı hakim. Araplardaki yerleşik geleneğe göre Peygamberimiz kaçkın, yani ülkesinden kaçmış, dolayısıyla orada en fazla bir sığıntı olarak kalabilir. Hukuki statüsü son derece bozuk ama O Peygamber Efendimizin en büyük özelliği; en kötü şartlarda en iyi sonucu almasıdır. Orada kabileler arasındaki anlaşmazlıkları gayet güzel bir şekilde kullanarak, onların arasında koordinatörlük görevini üstlenmiş ve fiilen onların başı gibi hareket etmiştir.
İşte şimdi Mekke’deki durumu düşünün, bütün imkanlarını Allah yolunda harcamış Peygamberimiz ve Ashab. Öyle bir harcama yapmış ki; Medine’ye gelirken evlerini bırakmışlar, ev eşyalarını bırakmışlar, oradaki mallarını şusunu busunu her şeyini bırakmışlar, kaçırabildikleriyle Medine’ye gelmişler. Yani onların Allah yolunda yaptıkları harcamalar çok fazla. Şimdi Medine’de bunun dönüşüne bakın; Medine’de onlar sefilleri oynamaları gerekirken öyle olmamış şehrin hakimi konumuna girmişlerdir. Ve Peygamber (S.A.V) biliyorsunuz bu dünyadan ayrılırken artık Medine’nin tam hakimi, çünkü oradaki Yahudi kabilelerden üç tanesini kovmuş suç işledikleri için ama bir Yahudi kabilesi kalmış. Çünkü o Yahudi kabilesi son derece uyumlu olan bir kabile, o kalan kabileden bir kişiye de Peygamberimizin vefatı sırasında zırhı rehindi ondan almış olduğu yiyeceğe karşılık rehin bırakmıştı. Diğerleri gitmişti. Peygamberimizin vefatı sırasında Türkiye’nin dört katı bir bölgeye hükmettiğini görüyoruz.
Şimdi siz Allah yolunda yapılan harcamaları, orada siz bire yedi yüzler, yedi binler, yedi milyonlarla çarpsanız bir neticesi olur mu? Yani hangi rakamla çarparsanız çarpın Allah’ın verdiği gene daha fazla gelir. Sonra öyle bir şey vermiş ki o insanlar, gönülden bağlı olmuşlar. Onun arkasından da bütün dünyaya hakim olmuşlar. Onun için herkesin samimiyetine göre Allah-u Teala yapılan harcamalara belirli bir şey veriyor. Tabii Allah yolunda malımızı harcarız, canımızı harcarız, bütün imkanlarımızı harcarız o Allah-u Teala bunun karşılığında bir şey verir fakat tıpkı tohumu tarlaya attığımız gibi belli bir bekleme dönemi vardır. O dönem sabır dönemidir, her şeye rağmen hedefe doğru yürüme dönemidir.
“Ellezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfegû mennev ve lâ ezel lehum ecruhum ınde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Mallarını Allah yolunda harcayanlar, sonra yaptıkları harcamanın arkasından incitme ve başa kakma olmayan insanlar.” (Bakara 2/262)
Bazı insanlar vardır ki iyilik yapar arkadan söyler. Yani yaptığı iyilikle övünür ya da karşı taraftan teşekkür bekler, karşı tarafın ona karşı tavırlarının değişmesini bekler. Bu olmaması lazım çünkü yapacağınız iyiliği yalnız Allah için yapacaksınız, karşılığını yalnız Allah’tan bekleyeceksiniz. İnsanlardan beklerseniz çok moraliniz bozulur, çok rahatsız olursunuz. O zaman şöyle dersiniz; “iyilik etme babanın evine gitme” dersiniz. Böyle dersiniz hani cennette söylenen söz vardı ya. Çünkü düşünün Allah insanlara her şeyi verdiği halde insanlar Allah’a karşı teşekkür ediyorlar mı? Nankörlük ediyorlar, çoğunluğu nankörlük ediyor. Allah her şeyi verdiği halde Allah’a karşı teşekkür etmeyen sana karşı teşekkür eder mi? O zaman öyleyse yaptığın her şeyi yalnız Allah rızası için yap insanlardan da bir şey bekleme. Sana karşı teşekkür eden birisi çıkarsa o zaman de ki bu çok farklı bir insan galiba. Bu çok farklı bir insan dersin.
“Mallarını Allah yolunda harcayan , arkasından da başa kakma diye bir şey olmayan kimseler var ya; eziyetle incitmiyor da karşı tarafı” “lehum ecruhum ınde rabbihim” “bunların ücretleri Rableri katındadır.”
Şimdi biraz önce “Allah yolunda harcayanlar” dedi orada bir rakam verdi, bire yedi yüz ve onun katları, aşağıda rakam da yok. Allah için harcıyorsunuz, başa kakmıyorsunuz, incitmiyorsunuz, yalnız Allah’tan bekliyorsunuz sevabı bunların alacakları karşılık Rableri katındadır.
“ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “bunların üzerlerinde korku olmaz, bunlarda korku olmaz ve üzülmezlerde.”
Şimdi şöyle dikkat edin zengin zamanında fakir fukarayı kollayan insanlar vardır. Bu insanlar da elbette maddi sıkıntılara girerler. Çünkü Allah-u Teala’nın kanunu, Allah bizi her şeyle imtihan edecektir. Fakat o sıkıntılı günler bunlarda çok rahat geçer, sıkılırlar ama bunalmazlar. Bakarsınız ki en zor anında Cenab-ı Hak en sıkıntılı anlarında bunlara bir yerden açıklık nasip etmiştir. Onun için bunlarda korku olmaz, bunlar üzülmezlerde, mahzun da olmazlar.
“Gavlum mağrûfuv ve mağfiratun hayrum min sadegatiy yetbeuhâ ezâ” “Bir güzel söz, bir bağışlama arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır” “vallâhu ğaniyyun halîm” “Allah zengindir ve yumuşak davranır. İnsanlara karşı sert davranmaz.” (Bakara 2 /263)
Yani Allah zengin olduğu halde, bütün imkanları size verdiği halde sizin başınıza kakmıyor. Siz küçücük bir şeye Allahın o sonsuz nimetleri karşısında zamanınızın çok az bir kısmını bile Allah’a ibadetle geçirdiğiniz zaman siz çok şey yapmış şeklinde kabul ediliyorsunuz. Aslında düşünseniz, bir tek nefes almamızın karşılığını ödememiz mümkün değil. Bunu hastalara sormak lazım. Bir tek kelime söylemek için bir nefes veriyor bir de nefes alıyoruz, yani bir şükür demek için iki tane büyük nimet harcıyoruz. Dolayısıyla biz Allah-u Teala’nın verdiği nimetlere karşı yeteri kadar şükretme imkanına sahip değiliz. Ama Allah az ile iktifa ediyor, biz az bir şey yaptığımız zaman O çok sayıyor. Bak işte bire yedi yüz sayıyor, daha fazla sayıyor dolayısıyla Allah-u Teala’nın ikramı çok.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Müminler.” “lâ tubtılû sadegâtikum bil menni vel ezâ” “Sadakalarınızı başa kakarak , insanları inciterek iptal etmeyin.”
Yani şeye benziyor tarlaya tohumu atıyorsunuz, attıktan sonra insanlar üzerinden yürüyor. İşte başa kakmada adamın tepesine vurduğun gibi tohumun üzerinden yürüyorsun. Yürüdüğün zaman aşağıda sıkışıp kalıyor, o tohumda gidiyor, oradan verimde alamıyorsun. Aşağıda çürüyüp kayboluyor. Bu şuna benzer;
“kellezî yunfigu mâlehû riâen nâsi” “malını insanlara gösteriş için harcayan kimseye benzer” “ve lâ yué’minu billâhi vel yevmil âhır” “gösteriş için harcamış, Allah’a ve ahret gününe inanmıyor, böyle bir insanın yaptığına benzer”
Hani giderler bazıları, gazinoya gider gazinodaki garsonlara paralar dağıtır, o paraları garsonlar fakir olduğu için dağıtmaz ben geldiğim zaman koşsunlar bana ilgi göstersinler diye dağıtır. İşte “Abi” falan diye başkalarının yanında ona özel bir muamele yapsınlar diye dağıtır. Tamam belki o karşılığı alır ya da almaz ama onun bütün arzusu gösteriştir. Bazı kimseler üç beş tane çocuğa elbise giydirirler, gazeteci ve televizyoncuları da çağırırlar, bu elbisenin kaç katı parayı da öbürlerine verirler ondan sonra reklam için falanca adam filan yerde şunu yaptı. Siz şimdi böyle yaparsanız yaptığınız sadakaları iptal etmiş olursunuz.
“femeseluhû” “bunun örneği” “kemeseli safvânin” “bir kaya parçasına benzer, kaya parçasının örneği gibidir.” “aleyhi turâbun” “üzerinde toprak olan bir kaya parçası”
O toprağa bir şeyler ekmişsiniz, şeylerde vardır böyle, önüne de duvarlar yaparlar işte küçücük bir alan oluşur orada ekim yaparlar, ağaç yetiştirmeye çalışırlar, bir takım şeyler işte sebze ya da başka şeyleri yetiştirmeye çalışırlar.
“feesâbehû vâbilun“ “oraya bol yağmur yağmış, o toprak parçasını olduğu gibi almış götürmüş, atılan tohumlar da verilen emekler de hepsi geçmiş gitmiş.” “feterakehû saldâ” “o toprağı cascavlak bırakmış yani o toprak gitmiş kaya kalmış.” “lâ yagdirûne alâ şey’im mimmâ kesebû” “kazandıklarından hiçbir şeye de sahip olamadı, o kadar çalıştı gayret etti, toprakta gitti, tohumda gitti, her şey gitti, sıfır, sıfıra sıfır elde var sıfır.”
İşte yaptığınız iyilikleri başa kakarsanız, karşı tarafı incitirseniz sizinki de böyle olur. Malınız da gider, hiçbir şey de alamazsınız. Ne Allah’tan bir karşılık alırsınız ne de başkasından. Başa kaktığınız için yardım yaptığınız insan size karşı kötü duygular içerisinde olur ve Allah Rızası gözetmediğiniz için size de Allah-u Teala’dan size herhangi bir sevap gelmez.
“vallâhu lâ yehdil gavmel kâfirîn” “Allah kafirler topluluğuna dirlik ve düzenlik vermez. Yani onları yola getirmez” (Bakara 2/264)
Şimdi burada “kafir” kelimesi “nankör” manasına geliyor. Zaten bütün kafirler nankördür yani Allah-u Teala ‘yı görmezlikten geliyor, Allah’ın nimetlerini görmezlikten geliyor. Şimdi şöyle düşünün, hepinizin hayatında bunun örnekleri vardır. Birisine iyilik yaparsınız, belli bir noktaya getirirsiniz, sizden tekrar iyilik görme ihtimalini kaybettikten sonra yolda rastlarsınız selamınızı almaz, bir başka yerde rastlarsınız sizi tanımazlıktan gelir, görür görmezlikten gelir, böyle insanlar yok mu? Ne dersiniz ona? “Gözüne dizine dursun, Nankör”. İşte kafirlerde öyledir, yani bütün kullandıkları sahip oldukları her şeyi Allah vermiş ama Allah’ı görmezlikten geliyorlar, tıpkı sizi yolda görüp de selam vermedikleri gibi. Sizi görmezlikten gelirler, onlar da Allah-u Teala’ yı görmezlikten gelirler.
“İşte Allah böyle nankörler topluluğunu yola getirmez.”
Şimdi az önce bir şey söylemiştim o Ayet-i Kerime’nin açıklaması geliyor burada, hani malını Allah yolunda harcayıp da, karşı tarafı incitmeyen, nazik davranan insanlar da sıkıntı çekerler. Yani sıkıntısız , bu imtihan dünyası olduğu için zaman, zaman hepimiz, her insan maddi sıkıntıya da girer işte kendisi hasta olur, yakınları hasta olur, bazı kimseler ölür. Mutlaka çeşitli imtihanlardan geçeriz. Şimdi Ayet-i Kerimede hayır yapanlar bire yedi yüz kazanırlar, daha da fazlasını kazanırlar diye geçti ya, bu bire yedi yüz; bir lira verip yedi yüz lira alma şeklinde olmayabilir her zaman, başka şekillerde de olabilir. Ama öyle olsa da her noktada insanların çektiği sıkıntılar vardır. Büyümenin önünde de çok ciddi sıkıntılar vardır. Mesela maddi olarak büyüyorsunuz, şimdi şurada bir işyeriniz vardı, bir fabrikanız vardı şimdi şu tarafta bir tane daha kurdunuz. Fakat küçücük bir sıkıntı, piyasada bir daralma meydana geldiği zaman bu iki fabrika da size yük olmaya başlar. Görüntüde çok büyük malınız var gerçekte de çok büyük sıkıntılarınız var olur. Öyle noktalara gelirsiniz.
Şimdi böyle durumlarda Allah-u Teala ne yapar. Hayrı hasenatı yapan ve insanların başına kakmayan, incitmeyen kişiler için. Bak burada diyor ki;
“Ve meselullezîne yunfigûne emvâlehumub tiğâe merdâtillâhi” “Mallarını Allah Rızası için harcayabilenler.(harcıyor yalnız Allah’tan bekliyor başkasından beklemiyor, işte bunlar.)” “ve tesbîtem min enfusihim” “ve kendilerini de sağlamlaştırmak için harcıyorlar.”
Yani Allah rızası için vereyim ki benim de yerim sağlam olsun çünkü insan malı çok sever, yaratılıştan mal çok sevilir. Küçücük bir çocuğun eline oyuncak verirsiniz alamazsınız öyle değil mi? Bu nereden biliyor bu malı? Yaratılıştan. Onun için Kuran-ı Kerimin hiçbir ayetinde mal biriktirin emri yoktur. Zaten demesine lüzum yok ki Cenab-ı Hakkın , insanlar biriktirir.İnsanların yapısı öyledir. Hep söylenen malınızı harcayındır, hep harcayın. Dolayısıyla bu harcamayı da insanlar değişik şekillerde yaparlar. Kendi arzuları için harcarlar, keyifleri, eğlenceleri için harcarlar, ihtiyaçları için harcarlar, çok değişik harcamalar vadır. Harcamayı Allah Rızası için yaparsanız o zaman ne oluyor? Ve kendinizi sağlamlaştırmak için yani dini açıdan da sağlamlaşayım diye yaparsanız. Bunların yaptığı şey;
“kemeseli cennetim birabvetin” “tepe üzerinde bir bahçe gibidir bunların işyerleri, tepe üzerindeki bahçe gibidir.” “esâbehâ vâbilun feâtet ukulehâ dığfeyn” “Yağmur yağar ürünü iki kat verir (yani piyasa açıldığı zaman çok para kazanır.)Ürün iki kat verir.” “feil lem yusıbhâ vâbilun fetall” “yağmur yağmazsa gene bir çisenti olur.”
Kurumaz bahçe, evet iyi ürün vermez ama kurumaz, mahvolmaz yani bir kere yürür işler. Yağımızla kavruluyoruz Allah’a şükür dersiniz.
“vallâhu bimâ tağmelûne basîr” “Allah ne yaptığınızı görmektedir.” (Bakara 2/265)
Şimdi düşünmek lazım bütün malın mülkün sahibi Allah ise ki öyle, o zaman biz harcamalarımızı Allah için yaparsak, Allah rızası için yaparsak o bize çok fazlasıyla döner, gerçekten öyle. Zaten Allah Rızası için harcama yapanlar bunu hep bilirler, bilirler ve harcamadan da çekinmezler. Bakarsınız ki bir sıkıntıya girmiş fakat onun o girdiği sıkıntı dolayısıyla adeta sıkıştırılmış bir yay gibi olmuş olur, bir şey yaptı mı eskisinden daha fazla yukarıya kalkar.
“Eyeveddu ehadukum en tekûne lehû cennetum” “Şimdi sizden kim ister ki bir bahçesi olsun.” “min nahîliv ve ağnâbin” “hurmadan ve üzümlerden oluşan bahçesi olsun, hanginiz istersiniz?”
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hepimiz isteriz.
A.BAYINDIR: Sen de istiyorsun peki. Şimdi herkes kendi adına konuşsun, “hepimiz isteriz” diye söylüyor. İstiyorsunuz değil mi? Yani bak hurma bahçesi var.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hurma pek olmayabilir ama üzüm bahçesi olabilir.
A.BAYINDIR: Şimdi neyse buraya göre bir şey olsun. Bahçem var.
“tecrî min tahtihel enhâru” Şimdi ağaçlar sıra sıra dizilmiş çok güzel ağaçlar, hurma ağaçları, üzüm ağaçları ve diğer ağaçlar.İçinden de sular akıyor, ister misiniz? İstemeyen var mı? Yok. İçinden sular akıyor, akarsuyu var içinde yani.
“fîhâ min kullis semerâti” “orada sadece hurma ve üzüm yok (fegale) bütün meyveler var.”
Onun için üzülmene gerek yok, bütün meyveler var, seçim için kendini zorlama. Her türlü meyve olan içinden de sular akan bir bahçen var.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Üzümü şeker niyetine yenilirse ondan sonra
A.BAYINDIR: Üzümü şeker niyetine, üzüm her zaman şekerden daha iyidir.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Daha eski dönemlerde üzümle çay içiyorlarmış ya.
A.BAYINDIR: Eskiden üzümle içiyorlarmış. Ben de şimdi içiyorum üzümle çayı. Bu bir alışkanlık meselesi alışırsanız yaparsınız.Şimdi buraya kadar hepiniz istiyorsunuz da bakalım bundan sonrasını isteyecek misiniz?
“ve esâbehul kiberu” “artık yaşlanmış”
Artık yaşlanmışsınız, bahçe genç.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Bizde genç olsaydık keşke.
A.BAYINDIR: Sen mi anlatıyordun? “Rum kadın balıkçıya gitmiş , “evladım balıklar taze mi?” demiş. “Canlı ablacığım canlı” “Evladım taze mi?” “Canlı daha yeni tutulmuş.” “Evladım ben de canlıyım ama taze değilim.” Demiş. Şimdi evet şey canlı ama ihtiyarlamış.
“ve lehû zurriyyetun duafâé’” “Çocukları var ama hepside küçücük, çalışacak durumda değiller yani o işi yürütecek çocuklar değil.” “feesâbehâ iğsârun” “o bahçeyi bir kasırga gelip vuruyor. Böyle büküyor bütün meyveleri yakıyor ve döküyor.” “fîhi nârun” “o kasırganın içinde de ateş var, ateşli bir kasırga ağaçları kurutuyor.” “fahteragat” “bütün meyveler yanıyor”
Şimdi ister misiniz? Bu bölümü istemezsiniz o zaman düşünün. Şimdi Allah size, bak o bahçe Allah’ın verdiği bir imkandır, o imkanı yerli yerinde kullanırsanız bu kasırga gelmez sizin şeyinize, bahçenize. Yani Allah rızası için harcayabilirseniz bu olmaz. Harcayabiliyorsanız. Çünkü malı veren Allah, O da harca diyor sen kimin malından cimrilik yapıyorsun? Bu durum olmaz o zaman ne olur? Yağmur yağdığı zaman bol nimet alırsın, bir önceki ayette olduğu gibi, yağmadığı zaman da en azından bir çisenti olur ağaçların kurumaz. Ama aksi takdirde ateşli bir kasırganın gelip ağaçları yaktığı gibi olursun.
“kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn” “İşte Allah ayetleri böyle açıklar belki düşünürsünüz diye.” (Bakara 2/266)
Bak, Allah Rızası için harcamada bulunanların bahçelerinde kuruma yok, yağmur yoksa da, yağmur yağmıyorsa da bir çisenti olur. Yani dükkanınızda yağmıyorsa da damlıyor dersiniz değil mi? İş yürür ama öbür şekilde olursa; sen iyi durumdayken kimseyi gözün görmüyor, kötü durumdayken de kimsenin gözü seni görmez. Sen o zaman Allah’ın ayetlerini unuttun şimdi Allah seni unutmuş gözükür.
“kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn” “İşte Allah bunların işaretlerini böylece açıklar ki belki düşünürsünüz ya da ayetlerini size böylece açıklar belki düşünürsünüz.” (Bakara 2/266)
Şimdi bir de şeyi açalım da bir örnek bulalım Kuran-ı Kerimden. Nun Suresi, otuzuncu cüzde şey yirmi dokuzuncu cüz tabii otuzdan bir önceki, otuz eksi bir, bende 565. Sayfa yok 566, 564 Kalem Suresi “Nûn vel galemi”. Evet burada on yedinci ayetten okuyoruz;
“İnnâ belevnâhum kemâ belevnâ ashâbel cenneh” Şimdi yukarıdan buraya kadar anlatılan kişiler var. Söz götürüp getiren, yemin eden, alçak ondan sonra böyle dedikodu yapan, hayra engel olan ve kötü ahlaklı insanların durumunu anlattıktan sonra “biz bunları” diyor “büyük bir sıkıntıya sokmuşuzdur.”
“kemâ belevnâ ashâbel cenneh” “O bahçe ashabını da bir imtihandan geçirdiğimiz gibi bunları da ağır imtihandan geçiririz yani yıpratıcı şeyden geçiririz.” “iz agsemû leyasrimunnehâ musbihîn” (Kalem 68/17)
Şimdi bahçeleri varmış, bunun sebebi nuzulüyle ilgili çeşitli şeyler anlatılıyor, babaları varmış, bunlar üç kardeş babaları vefat etmiş, babaları bahçeye gittiği zaman bütün fakir fukarayı çağırırmış herkesi de alıştırmış. Önce onları razı edermiş sonra da kendi, artanını alır getirirmiş evine.Allah-u Teala’da bol veriyor tabii bunlara. Şimdi babaları ölünce bunlar kendi aralarında yeminleşmişler, “ya şimdiye kadar Allah rahmet etsin babam bunları epeyce alıştırdı, biz şey yapmayalım. Sabahleyin erkenden gidelim millet uyanmadan mahsulü alıp gelelim, oraya herkes yığılmasın” demişler.Anlaşmışlar, yeminleşmişler “bak kimseye söylemek yok ha” “söz mü?” “Söz” “Yemin et”
“Ve lâ yestesnûn” “Ama hiçbir istisna yok.” (Kalem 68/18) Yani şimdi mahsul tamamen yetişmiş, toplayacaklar mahsule bir şey olacağına dair en küçük bir endişeleri yok. Dolayısıyla “İnşallah” “Allah nasip ederse” gibi söylemiyorlar, artık tamam, o kesin almaya gidiyorlar artık o şey olmaz.
“Fetâfe aleyhâ tâifum mir rabbike ve hum nâimûn” “Bunlar evlerinde gece uyurken Allah tarafından orayı dolaşan bir bela bir musibet geldi dolaştı” (Kalem 68/19)
“Feasbehat kessarîm” “O zaman o bahçe kapkara oldu, yandı” (Kalem 68/20)
Artık bahçenin o, hani öbür ayette vardı ya bir kasırga, ateşli bir kasırga, işte onun gibi bir şey geldi ve bahçenin bütün meyvelerini yaktı. Sanki o toplanmış gibi meyve kalmadı bahçede.
“Fetenadev musbihîn” Şimdi bunlar uykudayken bu olay olmuş olup bitenden haberleri yok. Şimdi sabahleyin kalkmışlar birbirlerine sesleniyorlar, o ona, o ona.(Kalem 68/21)
“Enığdû alâ harsikum in kuntum sârimîn” “Eğer toplayacaksanız (ha bu “sarimin” dediğine göre “kessarim” birbirine benzer mana verelim) O gece oraya bir şey geliyor, bütün meyveleri aşağıya indiriyor, yakıyor. Ağaçlara baktığınız zaman sanki meyveler toplanmış gibi. Aşağıdakilerde bir şey yok zaten dökülmüş olanlardan istifade etmek mümkün değil. Diyorlar ki; “Eğer bugün toplayacaksak erken çıkalım, birbirlerini şey yapıyorlar, hadi erken, gecikmeyin, ayak süründürmeyin çabuk.” (Kalem 68/22)
“Fentalagû ve hum yetehâfetûn” “Gidiyorlar ama birbirlerine karşı aralarında fısıldayarak konuşuyorlar, böyle sessizce. Hani gittiklerini de anlamasın diye kimse. Aman kimseyi uyandırmayın.” (Kalem 68/23)
“El lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn” “O bahçeye bugün bir yoksul gelmesin, kimse gelmesin” (Kalem 68/24)
“Ve ğadev alâ hardin gâdirîn” “Var güçleriyle de hızlı bir şekilde bahçeye doğru gittiler.” (Kalem 68/25) Çok çabuk gidiyorlar ki kimse görmesin, hani birisi uyanır görür diğerlerine haber verir, olmasın diye.
“Felemmâ raevhâ gâlû innâ ledâllûn” “Bahçeyi görünce Allah, bura bizim bahçe değil mi? Yanlış geldik galiba, kesin yanlış gelmişizdir, bahçede hiçbir şey yok eyvah.” (Kalem 68/26)
“Bel nahnu mahrûmûn” “Hayır, hayır bu bizim bahçe, Allah bizi bu nimetten mahrum bıraktı, cezamızı gördük.” (Kalem 68/27)
“Gâle evsetuhum” “O üç kardeşten ortancaları söz aldı dedi ki;” “elem egul lekum levlâ tusebbihûn” “Ben size demedim mi yani tespihte bulunsaydınız. Allah ne demişse ona göre hareket etseniz demedim mi?” (Kalem 68/28) Tespih çünkü emre hızla koşmak manasında. Yani “ Allah’In dediği gibi hareket edin dememiş miydim? Olsun fakir fukaranın hakkını da verelim şunu da yapalım bunu da yapalım dememiş miydim?
“Gâlû subhâne rabbinâ” “Dediler ki; Rabbimizin hiçbir eksiği yok bu cezayı biz hak ettik.” “innâ kunnâ zâlimîn” “Biz gerçekten zalimlik ettik, niye biz bu fakir fukaranın hakkını vermemezlik ettik ki?” (Kalem 8/29)
Bakın kendilerinin de olmadı fakirin de olmadı her şey gitti.
“Feagbele bağduhum alâ bağdıy yetelâvemûn” “Birbirlerine döndüler o onu suçluyor, o onu suçluyor.” (Kalem 8/30)
“Sen sebep oldun” diyor, o ona diyor “niye ben sebep olayım”, o onu ayıplıyor, o onu ayıplıyor.
“Gâlû yâ veylenâ” Diyorlar ki; “Vay başımıza gelenler.” “innâ kunnâ tâğîn” “biz çok aşırı davranışlar yaptık çok yanlışlar yaptık.” (Kalem 8/31)
“Asâ rabbunâ ey yubdilenâ hayram minhâ innâ ilâ rabbinâ râğıbûn” “Belki Rabbimiz bize bundan daha hayırlısını verir biraz sabırlı olalım. Biz Rabbimize yöneliyoruz.” (Kalem 8/32)
Yani hatalarını anlamışlar tevbe etmişler.
“Kezâlikel azâb” “İşte azap böyledir.”
İşinizi yaparsınız ,yaparsınız tam sonucu almaya gelir elinizden kaçırırsınız. İşte asıl azap böyle.
“ve leazâbul âhırati ekber” “bir de ahret azabı vardır ki o çok daha büyüktür.” “lev kânû yağlemûn” “Bunu bir bilselerdi.” (Kalem 8/33)
Şimdi ben bu Ayet-i Kerimeyi okuduğum zaman bir köy var bildiğim bir köy, adı “Ballıköy”. Şimdi o köyde daha önce bal yetiştiren bir zat, bunun canlı şahitleri anlatıyor; petekleri açtığı zaman köyde her aileye bir petek veriyormuş. Ondan sonrada epeyce de satıyormuş, zaten köyün adı da “Ballıköy” olmuş ondan dolayı. Ondan sonra, ben zannediyorum herhalde onun çocukları bu şey gibi davrandılar ki şimdi yiyecek balları yok ya da çok az. Yani satacak çok az balları var. O zaman tonlarla bal satıyorlarmış hem de eski kara kovan döneminde, şimdi bu kadar teknik gelişti bir şey yok. Yani yiyecek balları pek yok.
İşte insanlar kendi akıllarıyla işleri halledeceklerini düşünüyorlar esas işi halleden Allah-u Teala’nın koyduğu kurallardır. Dolayısıyla siz bakın Allah rızası için harcama yaptığınız zaman mutlaka, mutlaka eliniz boş kaba gitmez, mutlaka gönlünüz rahat eder ve mutlak işlerinizde bir açılma olur, mutlaka daha fazla gelir. Takip edin bunu görenleriniz çok vardır, denemişsinizdir.
Daha önce anlatmıştım benim başımdan geçen bir olay, ben İstanbul Müftülüğü’ne gelmiştim. Orada baktım ki müftü yardımcısı arkadaşlar, müftü yani o müftülüğün üst katındaki kişilere o kadar çok misafir geliyor ki. Sabahtan akşama kadar her gelene bir çay ikram ettikleri zaman zaten maaşlarının yarısı gidiyor. Gelir de yok. Şimdi İstanbul Müftülüğü şeye benzer; yüksek dağlara benzer. Belli bir metreden sonra ağaç bitmez. Şimdi herkes bakar orayı görür ama oraya gitsen orada duramazsın soğuktur, rüzgardır, suyu yoktur, hiçbir şeysi yoktur. İstanbul Müftülüğü öyle bir yer, benim kaldığım zamanlar öyleydi, şimdi nasıl bilmiyorum. Ama dışarıdan herkes orayı çok iyi görür ve herkes oradan bir şeyler bekler. E doğrudur da gerçekten. O yukarıda ki dağlardan küçücük bir su çıksa hemen aşağıya kayar. Orada herhangi bir güzel taş olsa o da aşağıya yuvarlanır yani kendinde kalmaz ne varsa aşağıya gider.
Şimdi orada dedim ki; işte bizde fetva falan veriyoruz. Ya dedim şu çaycıya söyleyeyim de; üst kata getirdiği çayların paralarını onlardan almasın, o parayı ben vereyim. Tamam öyle oldu, bu defa da aşağıdaki memurlar israf etmesinler diye her birinden sembolik olarak bir lira para almasını söyledim. Yani o bir lira çok sembolik ama israf etmesinler diye söyledim. Şimdi bir müddet sonra çaycı geldi dedi ki; “Hocam aşağıdaki memurlar hiç para vermiyorlar, niye müftü yardımcıları para ödemiyor da biz ödüyoruz diyorlar. Ben de diyorum ki Abdülaziz Hoca ödüyor kardeşim onlardan bir şey yaptığımız yok gidin Abdülaziz Hoca’ya yok biz vermeyiz.” E bizimde tabii bundan otuz sene ya da yirmi dokuz sene önceki durumumuz öyle diyeyim, benim de canım sıkıldı “Tamam” dedim “herkesten para al” dedim. Şimdi o zaman kadar ödediğim bu paralar bir yerlerden damla damla bir şekilde geliyordu hiç de sıkıntı çekmeden ödüyordum. Valla ondan sonra tek kuruş gelmemeye başladı, kuruş yok. Ve kendi kendime dedim “sen kendinden mi zannediyorsun, sen kendini ne zannediyorsun” dedim. Kendini ne zannediyorsun sanki bunu sen kendin şey yapmışsın, ondan sonra iyi bir tevbe ettim ondan sonra tekrar başladım “aşağıdakilerden de alma” dedim. Bundan sonra tekrar açıldı.
Şimdi birisi fetva sormaya geliyordu, bir on lira koyuyordu mesela onu bir kenara koyuyordum, zaten fazla da para gelmiyordu kaç kuruşluk çay içiliyorsa o kadar para geliyordu, daha fazla da gelmiyordu .E şimdi bizim bu vakıfta da öyle yani. Vakfın aylık geliri üç yüz elli liradır. Üç yüz elli Türk Lirası. Ama aylık gideri yirmi bin lira civarındadır, her ay. Şimdi kağıdın üzerine bakarsak, bazen bu arkadaş “para varsa şey olur hocam”. Yaa kardeşim para varsa diye olur mu? Olmayan şeyin hesabı yapılır mı? Siz ihtiyacınızı söyleyin boş verin onu. Ondan sonra bakıyorsunuz ki aybaşı oluyor işte bugün ayın üçüncü günü Allah’a şükür herkes maaşlarını aldı, değil mi? Hamdolsun. Bakıyorsun ki oluyor bir şekilde yürüyor bir şekilde oluyor, kasnı açsan beş kuruş para yok. Para olmuyor ama yürüyor.
İşte şimdi ama siz kendiniz bu iş bendendir , ben olmasam bu iş yürümez derseniz; siz de hapı yutarsınız o müessese de batar .Kendinizi hiçbir zaman öne almayacaksınız, Allah rızası için işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışın, Allah rızası için yapıyorsanız Cenab-ı Hak sizi mahrum etmez.Her zaman da öyle, şimdi geçenlerde bu Mehmet Hoca diyor ki; “Aslında hayrı hasenatı fakirlerin yapması lazım çünkü onların paraya ihtiyacı var.” Bire yedi yüz, bundan daha iyi bir kar olur mu? Zenginlerin zaten paraya ihtiyaçları yok, onlar onun için pek de yapmıyorlar. Halbuki aslında işin esası öyle değil, fakirin paraya ihtiyacı olmaz. Gerçekten bunu şaka olarak söylemiyorum, paraya asıl ihtiyacı olanlar zenginlerdir çünkü o kadar çok giderleri vardır ki. Siz rakama bakarsınız dudaklarınız uçuklar “Yaa bir adamda bu kadar para olur mu?” dersiniz, bir de giderlerine baksanız “aman aman beni bu işe karıştırmayın” dersiniz. Şimdi dolayısıyla her şey ortada, huzurlu bir hayat yaşamak isterseniz yapacağınız şey; bu hayatı, hayatı yaratanın gösterdiği gibi yaşamaktır. Yaratan da diyor ki;
“lein şekertum leezîdennekum” “Eğer şükrederseniz yani size verilen talimata uygun davranırsanız mutlaka artırırım.” Diyor “ve lein kefertum inne azâbî leşedîd” “Ama bir de nankörlük yaparsanız şunu da bilin ki benim azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)
Tabii o azapta hemen akşamdan sabaha olmaz. Şimdi en son Enam Suresinde okuduğumuz ayetler vardı onları da şey yapayım da orada bir görelim. Ben bir bulayım önce. Enam 43, hatta isterseniz 40 tan başlayalım;
“Gul eraeytekum” “De ki; kendinize baktınız mı?” “in etâkum azâbullâhi” “size Allah’ın azabı gelse” “ev etetkumus sâatu” “Ya da kıyamet saati gelse.” “eğayrallâhi ted’ûn, in kuntum sadigîn” “Eğer haklıysanız söyleyin Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız, şu kendi durumunuza bir bakın ve düşünün.” (Enam 6/40)
Allah’ın bir azabı geldi başkasına yalvarır mısınız o zaman? “Aman Yarabbi beni kurtar” dersiniz. E o zamana kadar niye Allah’ı hatırlamıyordun? Ondan sonra “haklıysanız söyleyin yani kıyamette kime yalvaracaksınız?” sadece Allah’a yalvaracaksınız.
“Bel iyyâhu ted’ûne” “Yalnız Onu yardıma çağırırsınız” “feyekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe” “Eğer Allah giderecekse sizin duanızı kabul eder sıkıntınızı giderir.” “ve tensevne mâ tuşrikûn” “ve siz ortak koştuklarınızı unutuverirsiniz.” (Enam 6/41)
(Bu bölümde videonun bir kısmı kesilmiş (00:52:40)
“ve lestum biâhızîhi illâ en tuğmidû fîh” “Gözünüzü kapatmadan siz onu almazsınız. Yani isteyerek almayacağınız , beğenmediğiniz malları Allah yolunda vermeyin, madem Allah Rızası için veriyorsunuz iyisini verin.” “vağlemû ennallâhe ğaniyyun hamîd” “şunu da bilin ki Allah zengindir ve yaptığını da güzel yapar.” (Bakara 2/267)
Yani Allah bu insanları size muhtaç ediyorsa haşa Allah’ta olmadığı için değil ki, bu bir imtihandır. Bir Hadis-i Şerif var. İşte bir Hadis-i Kutsi olarak geçiyor;
“Bütün insanların istedikleri şeylerin tamamını onlara versem, benim mülkümden bir iğnenin denize sokulup çıkarıldığı zaman, iğnenin oradan eksilttiği su kadar bir şey eksilmez.”
“Herkesin istediğini versem.” O zaman vermiyorsa bu bir imtihan yeridir, bu dünya böyledir. Birisini zengin yapar, birisini fakir yapar, birisini güçlü yapar, birisini zayıf yapar ve imtihan böyle yürür. İnsanoğlu yapı olarak cimridir. İşte o cimriliğimizi yenmemiz lazım kime karşı cimrilik yaptığımızı görmemiz lazım. Allah’a karşı cimrilik olur mu bütün malın sahibi o.
“Eşşeytânu yeıdukumul fagra” “Şeytan sizi fakirlikle korkutur.” “ve yeé’murukum bil fahşâé’” “ve çirkin şeyleri yapmanızı ister” “vallâhu yeıdukum mağfiratem minhu ve falda” “Allah da size kendi katında bir bağışlanma ve ikram vaadinde bulunur.” “vallâhu vâsiun alîm” “Allah’ın imkanları geniştir ve her şeyi bilir.” (Bakara 2/268)
Ben şimdi mesela size bir hizmet anlatılır, bir hayır anlatılır ya da bir fakir, bir muhtaç görürsünüz, dersiniz “ya şuna şöyle bir yüz lira vereyim” dersiniz. Ondan sonra şeytan hemen başlar “tamam yüz lira ver de, sadece orası yok ki herkes var kardeşim yani senin bir sürü yardım edeceğin yerler var. Sen gel buna yarısını ver.” Şimdi hemen anında yarısı gider. Ondan sonra der ki; “kardeşim senin gibi buraya üç tane adam yardım etse olur bu adam zengin onun için gel sen bunu yirmi beş yap.” İndirir, indirir en sonunda da “sen daha sonra yaparsın” der. Şimdi camiden çıkarken bir bakın, yerinizde otururken epey bir para vermeye karar verirsiniz, para verme yerine geldiğiniz zaman çoğu birkaç metre açığından gider. “Ben daha sonra veririm” der.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Daha sonra da vermez.
A.BAYINDIR: Vermez tabii verse o anda verir. Yani şeytan böyle “Yaa kardeşim sana lazım bir sürü şey var.” Bir hayır hasenat yapmaya kaklında bir iyilik yapmaya kalkın da size engeller çıkmasın. Hiç mümkün değil, böyle bir şey mümkün değil yani aklınızdan çıkarın bunu. En sevdikleriniz, hiç beklemediğiniz kişiler önünüze engel çıkarırlar; “kardeşim yapma yaa alemin şeyi sen mi kaldın, yapma falan” artık her türlü şey söylenir. O da şuradan zaten sık sık okuyoruz ya ; şeytan nerede bulunuyordu? Doğru yolda. Kaç çeşit şeytan var? İnsan ve cin şeytanı. Cin şeytanı nasıl kovulur? “Euzubillahimineşşeytanirracim” dersin. İnsan şeytanı? Kapıdan kovsan bacadan girer. Şimdi dolayısıyla siz hayırlı bir iş yapmaya başlayında bakın ki ne engellerle karşılaşıyorsunuz. Öyleyse başarılı olanlar bu engelleri önemsemeyen insanlardır. Mutlaka çıkacaktır engeller. Hiç olmayan ihtiyaçlar ortaya çıkar. “Yaa işte torunuma da bir ev yaptırayım da, o da ihtiyaç çünkü yarın büyüyecek evlenecek. Birazda bankaya onun için para koyayım.”
Güzel de sen kendin için ne koyacaksın? Bir kere Allah Rahmet etsin, vefat etti böyle Türkiye’nin kalburüstü sanayicilerinden bir tanesi. Bundan epeyce bir zaman önce işyerine ziyarete gitmiştim, dedi ki; “Hocam” dedi “yıllardır hayalimdi, Allaha şükür gemi de satın aldım, artık gemi taşımacılığı da yapıyoruz, işte şöyle bir firmamız oluştu.” Ondan sonra “işte sermayemiz şu noktalara geldi, işlerimiz böyle oldu” falan filan, epeyce anlattı. “İyi ne kadar güzel, ahret sermayen ne kadar oldu?” dedim, “ahret için hangi yatırımlarını yaptın?” “Müslüman zengin olması lazım hocam.” Dedim “Ben hiçbir yerde okumadım, hiçbir ayette görmedim Müslüman zengin olması lazım diye bir şey görmedim. Sen nerede gördün bana bir söyler misin?” “Yaa işte Türkiye’nin en büyük zengini biz onlarla yarışmalıyız.” Şu bu falan. Bak senin inandığın Peygamber –az önce de anlattım ya- vefat ettiği zaman Türkiye’nin dört katı yere hakimiyet kuruyordu ama zırhı bir yiyecek karşılığında rehindi.
Müslüman, Müslüman olmalıdır. Birinci şey bu. Tamam Allah için ne yaptın? Önemli olan o, bak dedim “Şimdi sen vefat etsen” Ve genç yaşta da öldü Allah rahmet eylesin “şimdi sen vefat etsen bu mal kimin olacak?” dedim. “Benim evladımın” dedi. “Bak öyle bir iş yap ki öldüğün zaman da senin olsun” dedim. Bunu bırak demiyorum sakın bu iş devam etsin o ayrı bir konu ama onu da ihmal etme. “Yapacağız, edeceğiz” falan dedi, sonra Cenab-ı Hak şeyini gösteriyor, bir öğrenci geldi gerçekten çok yardıma ihtiyacı var, tanıdığım birisi. Buna telefon ettim “böyle, böyle bir öğrenci var yardımcı olur musun?” “Tabii hocam hemen gelsin.” Gönderdim, iş yerinin içi, içeriye sokmamış ve çocuğa üzücü bir takım haberler göndermiş, O da çok onurlu birisi, kahrolmuş, geri geldi. E ne olacak. Şimdi onların işyerinin bulunduğu yerden arada sırada geçiyorum, bomboş dükkanlar, koskoca bir han ama içerisinde belki vardır ama aşağıdaki dükkanda bir şey yok epey zamandır, yukarılarda bir şey var mıdır bilmiyorum. Evet işte böyle neyse.
Tabii bu konuda söylenecek çok şey var, bir de faizle sadakayı karşılaştırmak lazım, onu daha sonra ki derslerimizde yapalım inşallah, sorulan sorular var o sorulara cevaplar verelim. Burada olunca teneffüs yapma imkanımız yok, çünkü dolaşacağınız yer yok. Burada sadece su koyuveriyorsunuz. Hepinizin suyu çıkıyor şu anda görüyorum, benim de çıkıyor mu? Bende de var. Şimdi bakalım sorulara. Geçen hafta sorulan sorular ne oldu? Birisi burada mı? Peki onu unutmayalım da, herhalde birisinin araştırması bitmedi değil mi? Tamam.
SORU: Yüce Allah insanı yaratmış ve meleklere de bu yarattığı kula secde etmelerini yani tasdik etmelerini emretmiştir. –Tastiklemeyi nerden çıkarıyor bunlar ya-.
CEVAP: Şimdi acayip şeyler var rastlıyorum, millet meal okuyor tamam, kendisi meale uyacağına meali kendisine uyduruyor. Bakıyorsunuz ki öyle acayip yorumlar çıkarmışlar ki hayret ediyorsunuz. Meal okumasına okuyun da o yorum işini bırakın lütfen, o yorum işi sizin işiniz değil ancak bilenlerin işidir, ulemanın işidir. Siz alacağınızı alın tamam. O şeye benzer, benim saat tamirime benzer, öyle yaparsanız. Belki anlatmışımdır, rahmetli babam gider Nacar saatlerinden alırdı gayet güzel pahalı. Ben ona bakardım çalışması falan şöyle bir içine bakayım derdim, açardım içerisini birkaç tane fazla parça çıkardı. Ondan sonra saatçiye götürürdüm tamir edemezdi. Onu bir kenara koyardık , babam hiç de kızmazdı gider bir tane daha alırdı Allah Rahmet eylesin.
Şimdi Kuran-ı Kerimi okuyup ta bu işin usulünü adabını bilmeyenler kendi başlarına hüküm çıkarmaya kalkarlarsa benim o Nacar saatleri gibi olur. Onun için biz saati kullanalım istifade edelim, Kuran-ı Kerim’i okuyalım, doğru dürüst anladıklarımızla hareket edelim. Şimdi bu ne biçim şeydir, bak ne demiş;
“Yüce Allah insanı yaratmış, meleklerine de bu yarattığı kula secde etmelerini yani tasdik etmelerini..”
Secde başka tasdik başka kardeşim. Böyle bir şey olmaz, bu yok. Allah, tasdik kelimesi de var Kuran’da, Secde kelimesi de var. Tasdik kelimesi olsaydı oraya tasdik kelimesini kullanırdı Cenab-ı Hak.
SORU’YA DEVAM: Ancak şeytan bu emre uymamış, büyüklük taslayarak karşı çıkmıştır.
A.BAYINDIR: Şeytanın karşı çıktığı secde etmeme meselesidir. Şeytan ne diyor, Allah-u Teala melekleri yaratıyor, şey Adem (A.S.) ı yaratıyor, meleklere diyor ki; “Adem’e secde edin.” Hepsi secde ediyor ama iblis etmiyor. Allah-u Teala soruyor ; “Neden etmedin?” Diyor ki; “Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın ben ondan daha hayırlıyım diyerek secde etmiyor. Allah’a karşı çıkıyor.
SORUYA DEVAM: Bu noktada anlayamadığım bir husus var, şeytan kendisini yaratanın Allah olduğunu bildiği halde, Allah’ın ezici ve yok edici gücünü bildiği halde, Allah’ın her şeyi, her istediğini istediği zaman yapma gücüne fazlasıyla sahip olduğunu bildiği halde, O’na nasıl karşı çıkmıştır? Ve bu şartlar altında Allah’tan kıyamet gününe kadar hangi akılla süre istemiş ve insanları yoldan çıkarmak için bir çaba içine girmiştir? Allah’ın en sonunda kendisini helak edeceğini ve ebedi cehennemine koyacağını bildiği halde nasıl ve hangi mantıkla Allah’a karşı gelmiştir? Bu akla ve mantığa ters, matematiğe ters, evren sistemine ters düşünceyi şeytan nasıl benimsemiş? Ve haşa Allah’ı kendisine karşı nasıl cephe edinmiştir? Şeytan bunu bile bile yapmışsa akıl yoksunu bir varlık mıdır? Yoksa Allah şeytanı bu yola kanalize ederek insanlara bir sınav, bir imtihan vesilesi mi yapmıştır?
CEVAP: Şimdi Cenab-ı Hak böyle bir zorlama yapmaz hiçbir varlık için, tabii bu Zat’ın ilk cümlesinin haricindeki cümleler gayet güzel. Ondan sonrakiler çok güzel iyi anlamış meseleyi. Şimdi insanlar, Allah-u Teala imtihan ettiği varlığa bir irade veriyor. Yani istediğini yapabilme, bir takım şeyleri isteme, irade veriyor bir de kudret veriyor, onu yapabilme gücü veriyor. Şimdi öyle olunca tıpkı insanlar gibi işte şeytan “minel cinneti vennas” diyor Allah-u Teala. İnsanlar nasıl kendileri Allah’ın emirlerine uyacağına, Allah’ın emirlerini kendilerine uyduruyorlarsa, bunlarda öyle yapıyor. Aslında her suç işleyen kişi şeytan gibidir. Herkes suçunu bilir, mesela adam gelir burada bir yalan söyler, çok iyi bilir ki birazdan ortaya çıkacak ve ben kötü duruma düşeceğim ama yapar.
Bakarsınız ki birisi çocuğuna nasihat ediyor; “oğlum, yalan söylemek böyle kötüdür, şöyle kötüdür” ya da “kızım” neyse “bak ben hayatta hiç yalan söylemem.” İşte o sözü yalandır. Onun o sözü yalandır çünkü hep yalan söylüyordur. Çoğunlukla böyle olur. Şimdi insanlar günahı bile bile işlerler, ondan dolayı Allah-u Teala diyor ki “Aklınızı kullanın.”
“ve yec’alur ricse alellezîne lâ yağgılûn” “Allah aklını kullanmayanların üzerine pisliği yığar.” (Yunus 10/100)
İşte şeytan da öyle yapıyor, aklını kullanmıyor, Allah ona akıl vermiş ama duygularını kullanıyor. Duygusal olduğunuz zaman…Adem (A.S.) ‘da öyle, şeytan diyor ki size “Bak , sana yok olmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” diyor. İkinizde birer kral olun, sen kral ol eşin de kraliçe olsun, ebedi yaşayın, hiç ölmeyeceksiniz, şu ağaçtan yersen tamam. Allah o ağaçtan yemeyi yasakladı. Aynen işte insan da öyle, biz insanı iyi tanıdığımız için insandan hareketle anlatıyorum ki, şeytanı da öyle anlayalım.
Şimdi şeytan da kafir Kuran-ı Kerimde. Allah-u Teala;
SALONDAN KATILIMCI: İnsan gibi şeytanda…
A.BAYINDIR: Üstlenmiş, bile bile üstlenmiş, evet. İşte insanlar günahı bile bile işlerler, herkes öyledir. Ama hep kendisini de iyi gösterir çevresine karşı. Hapishaneye gidin suçlularla tek tek konuşun bakıyım tek bir suçlu bulabilecek misiniz? Herkes bir başkasını suçlar. Beni karım yaktı, beni komşu yaktı, beni bilmem ne yaktı. Hiç kendileri suçlu değildir. Hep bir başkasını ama kendi başına kaldığı zaman da “ben senin ne mal olduğunu bilmiyor muyum sanki?” der Nasrettin Hoca gibi.
Nasrettin Hoca –biliyorsunuz çok meşhur bir olay- yolda giderken ayağı kayıp düşüyor, “ahh ihtiyarlık” falan diyor. Bakıyor etrafta kimse yok, “sanki ben senin gençliğini bilmiyor muyum?” diyor.
Evet insanlar gerçekten bile bile yaparlar, adam işte maaşını alır, evde hanım para bekliyor, çocuk para bekliyor efendim evin kirası verilecek, kasaba ödenecek, bakkala ödenecek, okullarla ödenecek ama tutar parasını kumarda yer öyle gelir, maaşını kumarda yer evine gelir. “Yaa niye gidiyorsun?” “Yaa ben işte köşeyi dönerim diye gittim.” Köşeyi böyle dönüyor, böyle döneceğine. Evet herkes suçu bile bile işler, herkes öyledir, şeytan da öyle. Yani duygusallaşıyor, Adem (A.S.) da öyle duygusallaşmış. Adem (A.S.) aklını kullansa orada Allah’ın vermeyeceği şeyi bir ağaç nasıl verebilir, ben ağaçtan bir şey yediğim zaman bu nasıl olur.
Şimdi diyorlar ki; Medine’de otelin lobisinde sohbet yapıyorum, “bizim efendi beni kurtaracak” demiş oradan birisi, bana sordular, dedim ki “peki efendiyi kim kurtaracak.” Baktım birkaç tanesi böyle hırsla kalktılar gittiler. Ayaklarını yere vura vura gittiler.Ondan sonra buralara geldim, duydum “efendiyi kim kurtaracak?” diyor. Şimdi sorunun cevabı yok ya. Birkaç sene o soruyu tekrar duydum o cemaatten, “efendiyi kim kurtaracakmış?” Haklı olduğunu çok iyi biliyorlar ama o şeyden de ayrılamıyorlar. Yoksa Allah-u Teala haşa zalim değildir, hiç kimseye hak etmediği cezayı vermez. Suç işleyen bile bile işler sevabı kazanan da bile bile kazanır. Şeytan da kendi iradesi ile yoldan çıkmıştır. Tercihi öyle işte, yoksa akıllı davransa bu arkadaşın yazdığı gibi bire bir doğru.
Şimdi ben bugün bir grup hanımla sohbet yaptım Kadıköy’de. Yani yaş ortalaması elli civarında olan hanımlar ama hepsi de kültürlü böyle içlerinde birkaç tane de profesör vardı zannedersem, bir tane avukat vardı, başka şeyler vardı, birkaç tane desem yanlış olur ama hep böyle kültürlü hanımlardı. O profesör olan hanım değildi ama erkekti. Anlatıyoruz, aynen bu beyefendi gibi “olur mu öyle şey, nasıl şey yapılır” nasıl detaylara iniyorsanız, “aaa çok dikkatli olmamız lazım” demeye başlıyorlar. İşte insanlar gerçekten bir nokta da kendilerini Allah’ın yerine koymaya başlıyorlar. Kararı ben veririm diyorlar, şeytanın da yaptığı gibi. Şeytan da; Allah “Adem’e secde et” diyor, etmiyor “burada benim dediğim doğrudur” diye Cenab-ı Hakka karşı çıkıyor. Aklını kullanacak olsa o hale gelmez, ondan dolayı Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de sık sık bize akıl kullanmayı öneriyor, ondan dolayı Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de müşriklere,”bu şirk koştuğunuz şeylerle ilgili belge varsa getirin bana” diyor. Allah’ın varlığı ve birliği ile ilgili sonsuz belge olduğu halde şirk koşulanlarla ilgili hiçbir belge yoktur. Gerçekten akıllı bir kimse hiçbir zaman bu duruma düşmez işte şeytan da aynıdır.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Meleklerle şeytan ayrımıdır hocam? Meleklerde itaatin dışına çıkmadıkça sorun yok herhalde, şeytan da o özgürlük o irade oluşuyor mu orada?
Şimdi meleklerle şeytanlar aynımıdır gayrımıdır şeklinde, bu cinlerde, cin taifesinden şeytan. Cinleri Allah-u Teala ayrıca anlatıyor, işte “dumansız ateşten” yarattığını bildiriyor, hadislerde de meleğin nurdan yaratıldığı ifade ediliyor. İkisinin kaynağı da ateş de, mesela nur dediğimiz ışıktır. Şu odayı dolduran nur, bir de şu lambanın olduğu yerde, oraya elini vuramazsın. İşte o ateşin dumansız hale geldiği anda ki o durumdan şeytanı yaratmış. Nurdan da hani onun yaydığı ışıklar gibi nurdan da melekleri yaratmış. Şeytanı dumansız ateşten yarattığı Kuran-ı Kerimde var, meleklerin nurdan yaratıldığı da Hadis-i Şeriflerde var, Kuran-ı Kerimde yok. Yani ayetlere baktığınız zaman ikisinin ayrı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Peki neden öyle olmuş? Zaten yeryüzünde cinler var, eskiden cinlerle melekler iç içe bulunabiliyorlardı. Birinci kat semaya çıkıp, meleklerin konuşmalarını dinliyorlardı, o anda verilen emre onlar da demek ki muhatap olmuşlar.
SORU: Ben denizcilik mesleğinde ekmeğini kazanan biri olarak, gemideki özel durumlardan bazı sorularım olacak. Gemi devamlı bir sefer halinde olduğundan dolayı ben de namazda, oruçta seferi olarak mı sayılacağım? Gemide kamaramda namazımı eda ederken, köprü üstünde gemi rotasını değiştirirse kıble yönüm değişeceğinden namazım bozulur mu? Ben kamaramda olduğumdan rota değişikliğinden haberim yok.
CEVAP: Şimdi evvela bu arkadaşımız sürekli seferidir, yolculuk halindedir. Sürekli seferidir. Seferi haldeyken oruç tutmayabilir ama tutması daha hayırlıdır. Fakat namazını kılacak, namazını da seferi olarak kılacak. Yani dört rekatlık namazları iki rekat olarak kılacak, akşam namazı zaten üç rekat. Şimdi kıbleye sıra gelince; kıble konusu ondan namaz kılarken haberiniz yoksa yapacağınız bir şey yok. Zaten büyük bir denizin ortasındaysanız, geminin döndüğünü bile fark edemezsiniz, değil mi? Siz gemiciler, gözle çoğu zaman fark edilebilir mi?
SALONDAN KATILIMCI: Fark edilir de, gemi dönmez ki zaten rotasını çizer dümdüz gider…
A.BAYINDIR: Yok, yok bazen rotasını değiştirdiği anlar olur.
SALONDAN KATILIMCI: Ani dönüş yapar belli olur…
A.BAYINDIR: Yok ağır döner bu ani dönüşleri zaten o anlar ,bu kamaramdan anlayamıyorum diyor , hafif dönüşleri diyor , kıbleden sapmalardan bahsediyor.
SALONDAN KATILIMCI: Gemi çok ağır döner yani o namazı birkaç sefer kılar hocam.
A.BAYINDIR: Öyle mi? Birkaç sefer kılar mı? Onun için burada iki tane gemici var. Gemi uzun süre aynı istikamette gidiyor.
SALONDAN KATILIMCI: Manevra anı olursa dediğiniz doğru.
A.BAYINDIR: Manevra anında değişir doğru. Neyse şimdi hiç kimseyi Cenab-ı Hak gücünün yetmediği şeyden sorumlu tutmaz, bu zat bulunduğu yerde kıbleye doğru döner namazını kılar. Ama o arada gemi dönüyorsa ve farkına varamadıysa yapacağı bir şey yok farkına varabiliyorsa o zaman döner, dönemiyorsa. Döndüğüm zaman başım döner, başımı vururum, manevra sırasında duramayabilir, dalgalar olur o zaman oturduğu yerde kılar ama her halükarda namazını kılar. Çünkü Ayet-i Kerime de Cenab-ı Hak diyor; o ayetin numarası kaçtı, Bakara 259 mu, baksana, iki yüz otuz dokuz; Şimdi bu Bakara suresi 239. Ayette Allah-u Teala buyuruyor ki;
“Fein hıftum fericâlen ev rukbânâ” hatta ondan önce “Hâfizû ales salevâti ves salâtil vustâ” “Namazlarınızı koruyun yani sürekli kılın ve orta namazı da”
Şimdi kaç vakit namaz kılıyoruz? Beş. Yani iki bir tarafta, iki bir tarafta bir de ortada oluyor beş vakit.
“ve gûmû lillâhi ganitîn” “itaatkarlar olarak Allah için ayakta durun yani Allah’a ibadet yapın.” (Bakara 2/238)
“Fein hıftum” “Eğer korku içerisinde olursanız, korkarsanız”
Buradaki korku bir bilgiye ya da zanna dayanan bir korkudur. Kuru kuruya bir korku değil mesela işte gemi giderken ayakta korka korka namaz kılıyorsunuz, sallanıyor başınız dönüyor, olabilir daha önce şey yapmışsınızdır ya da o sallantıda düşüyorsunuz hoş olmayan durumlar oluyor. Bu bir korkudur. Trende olur korkudur ya da korku işte korkunun tarifi yok. Birisinin korktuğu şey bir başkası için zevk, eğlence bile olabilir. İzafidir. Onun için Allah burada konuyu tanımlamamış herkes kendine göre bunu tanımlayamazsın. Kendin için korkulu bir durum olur işte bir yere yetişeceksindir yetişemiyorsundur, o da bir korkudur.
“Korkarsan yürüyerek ve binili olarak nazmını kıl” diyor. Yürüyorsun, eve doğru yürüyorsun mesela havanın kararacağını köy yerinde bir düşünün. Şehir merkezinde havanın kararması fazla bir dert değil de. Hava kararacak ya da yağmur yağıyor falan yürüyerek namaz kılacaksın. Kıble tam arkanda kalıyor şimdi geri geri mi yürüyeceksin? Tabii ki önüne doğru yürüyeceksin ya da binili olarak. Şimdi buradan binmişsin arabana, geçmişsin E-5’ ten köprüye doğru gidiyorsun köprü tıkanmış. Sende yolda kalmışsın, abdestsizsin ve ikindi namazı geçiyor ve direksiyondasın. Hadi bakalım kıble ne tarafta şöyle o tarafa bir döneyim, arabayı da yavaş yavaş sürerim. Böyle yapacak halin yok ki, o zaman bu ne demektir? Gittiğin tarafa doğru, hem direksiyonda şey yaparsın çünkü orada arabayı çekeceğin bir yer yok ama namazda geçiyor. Tamam olmasa abdestinde yoksa orada teyemmümde alıp orada namazını kılarsın ama namazını kazaya bırakamazsın.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Onun için arabanın içinde toprak bulundurmak…
A.BAYINDIR: İhtiyaten çok iyi olur gerçekten. Arabada toprak bulundurmak yani teyemmüm yapacağın bir şey bulundurmak çok iyi olur. Şimdi;
“feizâ emintum” “Güvenli duruma geldiğiniz zaman” “fezkurullâhe kemâ allemekum” “artık Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı zikredin” Yani artık normal o tehlike geçtikten sonra o ibadeti normal şekilde yaparsınız. Bu durum herkes için söz konusudur, gemici için de öyledir, başkaları için de öyledir ama bu neyi gösteriyor; Allah bütün kolaylıkları göstermiş namaz için, kazaya fırsat yok. Namaz kazaya bırakılamaz bu mümkün değil, mutlaka vaktinde kılacaksın.
Burada acaba atladığım bir şey var mı? Gözükmüyor. Haa burada soruyu buraya koymuşsun değil mi, dersleriniz de özet olarak koymuşsun. Geçen hafta biraz uzundu.
SORU: Derslerinizde kimlerle savaş yapılacaklara Kuran’dan örnek vermişsiniz, peki Süleyman (A.S.)’ ın Belkıs’a tehdit vari ve savaş yapacakmış gibi konuşmasının sebebi hangisidir?
CEVAP: Hani üç tane kırmızı çizgi meselesi vardı ya. Mümtaine Suresinde. Yani savaş sebebi neydi; bir, dinimizden dolayı bizi öldürmeye kalkmaları, birinci kırmızı çizgi oydu. İkincisi, ülkemizden çıkarmaları. Üçüncüsü de, çıkaranlara destek vermeleri. Yani insanlar bizi dinimizden dolayı öldürmeye kalkarlar, ülkemizden çıkarırlar ya da çıkaranlara destek verirlerse, bu üç şey savaş sebebiydi. Bunlardan birisi yapılmadıysa o zaman biz kafirlerle iyi geçinme imkanına sahibiz. O zaman Allah-u Teala öyle diyor Mümtaine Suresinin sekiz ve dokuzuncu ayetlerinde.
Şimdi bu arkadaşımızda çok haklı olarak bir soru sormuş, geçen hafta soru geldi, biz biraz bakalım dedik. Baktık. İnşallah doğru sonuca varmışızdır. Yani iyi yakalamış. Yirmi yedinci sureydi değil mi Neml Suresi? Şimdi burada gerçekten Süleyman (A.S) mektup gönderiyor Hüdhüd ‘le Belkıs’a. Ve o mektubun içeriği de ayette şöyle;
“Ellâ tağlû aleyye veé’tûnî muslimîn” “Bana karşı diklenmeyin, teslim olarak bana gelin. Bana teslim olun.” (Neml 27/31) diyor. Ondan sonra da kadın üst yönetimini topluyor, diyor ki;
“ Ey prenslerim bu konuda bana sağlam bir görüş bildirin. Biliyorsunuz sizinle istişare yapmadan hiçbir karar vermem.” (Neml 27/32) Diyor. Gerçekten çok akıllı bir yöneticiymiş. Onlar diyorlar ki. Bak burada Süleyman (A.S.) Belkıs’ı imana çağırmıyor yani o arkadaşın yaptığı tespit yerinde. Belkıs’ı imana çağırmıyor, diyor ki “gel bana teslim ol, yoksa geldim mi, görürsün” diyor. Şimdi bak burada da bunlar toplaşıyor ve diyorlar ki;
“Biz güçlüyüz ve hücum kuvvetimiz vardır” “ulû beé’sin şedîdiv” “hücum gücümüz vardır.” Yani biz bu savaşı yapabiliriz, karşı koyabiliriz hatta hücum da edebiliriz. Sadece savunma değil. “Ama son karar senindir düşün ne emredersen et.” (Neml 27/33) diyorlar. O da diyor ki;
“Melikler.” Bakın Süleyman (A.S.) ‘a elçi demiyor, Peygamber olarak mektubu gönderseydi Süleyman (A.S.) diyecekti ki “bunlar güneşe tapıyorlarmış, yalnız Allah’a ibadet edin bana itaat edin” diyecekti. Öyle bir şey demiyor. Diyor ki bak;
“Melikler bir ülkeye girdikleri zaman oranın düzenini bozarlar. İzzetli ve şerefli olanı zelil ve hakir hale getirirler ve bu şekilde yaparlar. Ben şimdi bir hediye göndereceğim. Süleyman’a bir hediye göndereceğim ve bakacağım ki elçiler nasıl geri dönüyor.” (Neml 27/34-35)
“Süleyman’a o elçisi gelince diyor ki “siz bana malla destekte mi bulunuyorsunuz? Allah’ın verdiği sizin verdiğinizden çok daha hayırlıdır, siz verdiğiniz hediyeyle övünürsünüz.” (Neml 27/36) diyor.
“Dön onlara de ki; öyle ordularla gelirim ki karşı koyamazlar ve onları oradan zelil ve hakir olarak çıkarırım.” (Neml 27/37) diyor.
Şimdi bunların tamamı bir Peygamberlik şeyi değil, bir kral, Hz.Süleyman da aynı zamanda bir kraldı biliyorsunuz yani bu ilişkiler bir Peygamberin tebliği ilişkisi değil. Dolayısıyla burada Belkıs’ın yaptığı herhangi bir şey yok. Bu kırmızı çizgilerden bir tanesinin çiğnendiğine dair en küçük bir işaret yok burada. Öyle bir şey yok ve Süleyman (A.S.)’ın mektubu onu dine falan davet etmiyor zaten Belkıs çok sonra, bütün olup bitenlerden geriye geliyor her şeyi görüyor ve ondan sonra;
“ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn” “Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml 27/44) diyerek en son da Müslüman oluyor yani buralarda Müslüman olma meselesi yok.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Süleyman’ın yanına geliyor değil mi hocam? Orada görüyor, müşahade ediyor ve sonra kabul ediyor.
A.BAYINDIR: Kabul ediyor, son derece akıllı bir yöneticiymiş. Şimdi burada üç kırmızı çizgiden hiçbirisi yok. Şimdi bir, o üç kırmızı çizgi Kuran-ı Kerim’de bizim Peygamber efendimizle alakalı olan bir hüküm. Yani bizimle ilgili olan hüküm. Biz biliyoruz ki Allah-u Teala daha önceki ümmetlere verdiği bir takım yetkileri daha sonra kaldırmıştır ve bunlar hafifletici ve rahatlatıcı hükümlerdir. Bu da bizim için çok rahatlatıcıdır, bu kırmızı çizgileri çiğnememişse gayrimüslimlerle gayet rahat bir şekilde geçinebiliriz. Asırlarca öyle yapmışız ama burada arkadaşlarla da konuştuğumuz zaman bizim aklımıza gelen daha uygunu şu. O da uygun ama –o şey neredeydi Sad Suresinde miydi? Sad 35 mi?- Evet burada Sad Suresi 35. Ayette Süleyman (A.S.) Allah’a dua ediyor, diyor ki;
“Yarabbi beni affeyle, bana bir mülk yani bir saltanat ver” diyor. Meliklik. “öyle bir saltanat ki benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir saltanat olsun.” “inneke entel vehhâb” “Sen çok veren , ikramda bulunansın.” (Sad 38/35)
Yani Allah’tan öyle bir saltanat istiyor ki, hiç kimseye nasip olmamış, olmasın benden sonra hiç kimseye. Şimdi Hüdhüd kuşu gidiyor, kayboluyor geliyor Süleyman (A.S.)’a bir şey söylüyor. Diyor ki;
“İnnî vecedtumraeten temlikuhum” “Ben bir kadın gördüm ki onlara Meliklik yapıyor. Melike yani kraliçe” “ve ûtiyet min kulli şey’iv” “her şeyi var” “Bir de büyük de bir tahtı var.” (Neml 27/23)
Şimdi Süleyman (A.S) Allah’tan istemiş yani nasıl olur, o benden daha iyi olur? Allah’ta buna bu yetkiyi vermiş, bu fırsatı vermiş. Dolayısıyla buradan şunu çok iyi anlarız ki; madem Allah-u Teala Süleyman (A.S.)’ a hiç kimseye nasip olmayacak bir saltanatı vermiş, Belkıs’ta burada Süleyman (A.S.)’a adeta yarışır gibi bir noktada Hüdhüd’ün verdiği bilgiye göre. Allah-u Teala’nın verdiği o yetkiyi kullanmış olabilir. Aklımıza gelen o dur yani bir Süleyman (A.S) Allah’ın verdiği o yetkiyi kullanmıştır ve ondan sonra kimseye layık olmayacak olan bir durum. İkinci husus ta önceki peygamberlerle ilgili bazı hususların Kuran-ı Kerim’de değiştirildiğini biliyoruz, değiştirme daha iyiye doğrudur. Bu sadece Muhammet Ümmetine de ait olabilir çünkü şimdi Tevrat’ta İncil’de hatırlarsanız, ben şu an da net olarak hatırlayamayacağım ama insanlara karşı o kadar böyle kan dökücü ifadeler taşıyan ibareler var ki eğer onlar gerçekten doğru ibarelerse…hatırlayanınız var mı? Neyse şu anda aklıma gelmedi ama bizim İncil, Tevrat uzmanları yok bu akşam. Onlar bu akşam olsalardı hemen kalkar getirirlerdi burada.
Ancak bu şekilde cevap verebiliriz. Bir kere elimizde Kuran-ı Kerim var ve bizim muhatap olduğumuz emirlerde bellidir. O üç kırmızı çizgiyi Kuran-ı Kerim bizim için çizmiştir. Böylece bu sonucu elde etmiş oluyoruz. Ondan sonraki soru;
SORU: Bebek doğunca kesilmesi gereken bir akika kurbanı islamda gerçekten var mı? Varsa ayeti nedir, nasıl kesilir? Teşekkür ederim.
CEVAP: Şimdi “akika kurbanı” bazı Hadis-i Şeriflerde var. Yani işte doğan bir çocuk on iki yaşına kadar onun için bir kurban kesilir. Eğer erkek çocuksa iki tane bazı rivayetlerde, kız çocuksa bir tane şeklinde de var. İşte bazıları diyor, hayvanın kemikleri kırılır ki çocuk kaba olmasın böyle nazik olsun. Bazıları da kırılmaz derler, dayanıklı olsun, çeşitli şeyler var. Sonra ulemanın bir kısmı diyor ki; kurban vacip oluncaya kadardı bu, kurban vacip olunca görev olmaktan çıktı diyorlar. Ama neticesi şudur; böyle bir kurbanı kesmek “müstehap” tır yani güzeldir, hoştur ama bir görev değildir. Yani çocuğu olduğu için bir şükür kurbanı kesmek güzeldir ama bir görev değildir, yani yapması gerekir diye bir şey yok.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Görevmiş gibi lanse ediyorlar bunu?
A.BAYINDIR: Bir görev değil.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Kendilerine şart koşuyorlar illa şey yapmamız lazım gibi.
A.BAYINDIR: Şimdi onu komşu keserse vacip olur, benim oğlum ondan aşağı mı? Derler ya komşu komşuya bakar, canını ateşe atar ya da yakar. Neyse, yani böyle bir şeydir o senin dediğin yoksa kitaplarımızda böyle bir şey yok yani keserse iyi kesmezse kötü değil.
SORU: Engin Doruk, Tokat’tan göndermiş. Rabbimiz Allah mübarek Kuran’ın Nisa Suresinde “Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadığını” beyan etmiştir. Yeryüzünde de, gökyüzünde de tek İlah olan Allah sizce yeryüzündeki insanların siyasi yönetimlerine hiçbir müdahalede bulunmuyor mu? Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler zalimlerdir, fasıklardır ayetlerini nasıl anlamamız gerekir? Bu konuları sizler Arpaça bile ve araştıran birileri olarak beni aydınlatırsanız sevinirim ayrıca kurandersi.com sitenizdeki çok görüntülü ve sesli Kuran Sohbeti, ha çoğu görüntülü ve sesli Kuran Sohbeti bölümleri açılmıyor bazıları açılıyor.
O problem halledilmedi mi hala? Şimdi burada bu teknik bir mesele, bu işi kendimiz yapamıyoruz dışarıda yaptırıyoruz, dışarıda yaptırınca da bu ancak bu kadar oluyor. İnşallah bu işi iyi bilen kişiler, siz de biliyorsanız tavsiye edin onlara yaptıralım. Bu teknik bir konu bizim başarabileceğimiz bilebileceğimiz bir şey değil. Ancak bu kadar yaptırıyoruz yapan kişilere, elbette daha iyileri vardır onlarla görüşebilirsek daha iyisini yaptırırız.
Şimdi Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teala temel prensipleri koyar, detay vermez. Yani mesela bazıları derler ki; “saltanatın babadan oğla geçmesi Kurana aykırıdır.” Niye aykırı? Davut (A.S.) neydi? Hem peygamber hem kraldı. Öldüğü zaman saltanat kime geçti? Oğluna geçti, Kuranın neresine aykırı? Efendim İslamiyet demokrasiyi emreder diyorlar. Ben onu söyleyenlere diyorum ki; “siz bunu gidin Suudi Arabistan’da konuşun bakalım”. Bunlar gereksiz şeyler, efendim seçimle olmak mecburiyeti falan, böyle hep işte bizde de var, başkasında olur da bizde olmaz mı gibi şeylerdir.
Hz. Ebubekir ile ilgili bir seçim yapılmıştır ama o seçime Medine’de “Ben-i Sakif” gölgeliği dışında, orada toplaşan birkaç kişi dışında kim katıldı? Seçmen kütükleri mi oluşturuldu? Efendim Medine’nin dışındaki bölgelere adamlar mı gönderildi? Medine’de bulunanların da hepsi değil, bir kısmı biat etti sonra diğer kısmı biat etti ve kabul olmuş oldu. Dolayısıyla burada bizim bildiğimiz şekilde bir seçim sistemi yok. Peki hadi Ebubekir (R.A) öyle oldu Hz.Ömer nasıl seçildi? O da bir heyet tarafından, tabii şey işaret etti Hz. Ebubekir , Hz.Ebubekir’in görüşünü reddetmediler –tamam doğru söyledin öyle- o da onun atamasıyla oldu. Peki Hz.Ömer’in vefatından sonra ne oldu? Bir ekip kuruldu, heyet kurdu Hz.Ömer, dedi ki; “şu şu adamlar birisini seçsinler.” Onlar seçtiler.
Peki Hz.Ali’nin seçimi nasıl oldu? Bakın hiçbiri diğerine uymaz, İslam da aslında seçim vardır deliline işte Hz.Ebubekir. Seçim sandıkları nerede kuruldu, seçmen kütükleri neredeydi? Bunların hepsi gereksiz sözdür. Allah’ın emrettiği şeyler var, bir kere adalet olacak, iç ve dış güvenlik sağlanacak, huzur olacak, dirlik olacak, düzen olacak ve insanlar dinlerini rahat yaşayabilecek bir ortama sahip olacaklardır. Yani kafir, kafirliğini rahat yaşayacak, Müslüman da Müslümanlığını rahat yaşayacak. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir, elbette öyledir. Şimdi hükmetmek kelimesi gelince, insanların hep başkasına hükmetmesi akla geliyor. Aslında kendine yapacağın hükümdür. Şimdi imanla ilgili hükümler yok mu? Aslında o hüküm şirke düşmeyeceksin asıl o konuda önce kendine bir sözün geçsin. İbadetle ilgili hükümler var, ahlakla ilgili hükümler var falan. Şimdi sosyal hayatla ilgili hükümler de elbette var. Eline imkan geçtiği zaman, gücün yettiği zaman elbette ki Allah’ın emirlerine uygun davranırsın. Sen Müslümansan nerede bulunursan bulun iman, inancına uygun davranırsın. İnsanlar yasaklasa, yasakladığı zamanda fırsat bulduğun zaman bunu yaparsın.
Ama Kuran-ı Kerimde de , Peygamberimizin sünnetinde de herhangi bir devlet şekli yok ama Allah zulmü yasaklıyor, adaletsizliği yasaklıyor, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarılmasını yasaklıyor, huzur ve güvenliğin olmasını istiyor ve adaleti yerine getirecek olan kişilerin bulunmasını istiyor. Yani siz ona göre bir yönetim kurun da adına ne derseniz deyin.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam soruda geçiyordu ya günümüzde yönetime Allah müdahil oluyor mu olmuyor mu?
A.BAYINDIR: Allah müdahil olmaz, Allah emreder işi biz yaparız. Allah emir verir işi biz yaparız. İyi yaparsak sevap kazanırız kötü yaparsak cezamızı alırız yani İslam devleti olmaz Müslümanın devleti olur. Biz yaparız, iyi yaparsak iyi kötü yaparsak kötü, sevabı da bizim günahı da bizimdir.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam bir hususla ilgili bir şey sorabilir miyim?
A.BAYINDIR: Tabii buyurun.
KATILIMCI: Hulefa-i Raşidin, Hz. Ebubekir’in seçimi meselesi. Oradakiler seçmişler diğerleri de zımni biat…
A.BAYINDIR: Daha sonra da biat ettiler. Mesela Hz.Ali altı ay sonra biat etti.
KATILIMCI: Hz. Ömer’ in kinde teklif edildi, teklif edildiğinde sahabenin zımni biati yani çoktan aldığı biatin büyük bir kısmının…
A.BAYINDIR: O teklifi de kabul etmişlerdir.
KATILIMCI: Dolayısıyla burada seçim meselesine benzeme yok mu? Oradakilerin ses çıkarmamış olması, kabullenme manasında.
A.BAYINDIR: Bugün seçim dendiğinde o anlaşılmıyor Abdullah Hoca. Seçim dediğiniz zaman evet birisi bir adamı işaret ediyor, bugün de bir siyasi parti lideri falanca olsun dediğinde, mesela diyelim ki şimdi cumhurbaşkanlığına kim aday olacak? Gazetelerde herkesi aday yapıyorlar ama en sonunda Tayyip Erdoğan’ın iki dudağından çıkacak bir kelimeyle bir adam aday olacaktır. İşin gerçeği bu, Hz. Ebubekir’in ağzından çıkan da o. Yani insanlar saygı duydukları kişilerin sözlerine de saygı duyarlar ve dikkate alırlar. Ama benim burada söylediğim o değil, bugün seçim derken, demokrasi derken, devlet yönetimi derken bizim anladığımız şeyler oralarda yok. Ama temel öğeleri var siz onu kastediyorsunuz, doğru.
SALONDAN BİR KATILIMCI: Hocam başlangıç kısmında arkadaşımızın dediği şey vardı; yani sisteme müdahale var mı?
A.BAYINDIR: Ben müdahaleyi şöyle anlıyorum. Senin dediğin manada ifadeyi kullandığını düşünmüyorum yani Allah “şöyle bir yönetim kuracaksınız” demiyor mu? Şeklinde, ben o şekilde anlıyorum. Soru öyle yani şöyle bir yönetim değil, durum ve şartlara göre.