Abdülaziz Bayındır:
Bakara Suresi’nin 187. ayetindeyiz ramazan dolayısıyla. “Oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişkide bulunmanız size helal kılınmıştır. Onlar sizin için bir elbisedir. Siz de onlar için birer elbisesiniz. (Bakara 2/187)” Elbise ne yapar? Bedeni örter. İnsanın çirkin yerlerini kapatır. Güzel gösterir. Sıcaktan soğuktan korur. Dolayısıyla demek ki bir insanın elbiseye olan ihtiyacı kadar eşe ihtiyacı var. Evet, bekârlara duyurulur! Onlar sizin için bir elbise siz onlar için bir elbisesiniz. “Allahütealâ biliyor ki siz kendinize hainlik yaptınız. (Bakara 2/187)” Hainlik nedir? Neye hainlik derler? Hangi tür insanlara hain derler? Görüntüsü iyi. İyilik yapıyor gibi gösteriyor gibi kendisini. Kötülük yapıyor, fakat iyilik yapıyormuş gibi gösteriyor. (Münafık mı?) Münafık başka, o ayrı. (Riyakâr mı?) Riyakâr da değil. Kötülük yaptığı halde kendisini iyilik yapıyormuş gibi gösteriyor. Sen bakma ona derler ne haindir! Senin yüzüne gülmesine bakma o çok hain birisidir derler. Peki, o zaman insanın kendisine hainlik yapması ne olur? Yani kendi kendine yaptığı yanlışları dışarıdan gizler. Dışarıdaki insanlar bu adamın çok iyi adam olduğunu görürler ama kimseye zararı olmaz zararı kendisinedir. İşte onun için burada diyor ki Allahütealâ biliyor ki siz kendinize hainlik yapıyorsunuz. Yani ortaya çıkardığı takdirde utanacağınız işler yapıyorsunuz. “Allah sizin tövbeleriniz kabul etti ve sizin günahlarınızı bağışladı. Şimdi onlarla ilişkide bulunmanız helal kılınmıştır. (Bakara 2/187)”
Hıristiyanlarla Yahudiler oruç tuttukları zaman güneş batınca iftar ediyorlar. Yatsı vakti olunca da tekrar oruca başlıyorlardı. Dolayısıyla başlangıçta da Müslümanlarda durum aynıydı. İftar ediyor, işte bir insan iftardan sonra uyursa uyanınca ondan sonra tekrar yeme içme ve karı koca ilişkisi yasak. Ya da yatsı olursa gene yasak… E bazıları bu arada yasak olmasına rağmen eşleri ile ilişkide bulunuyorlardı ve yaptıkları şeyden dolayı da bayağı üzülüyorlardı. “Allahütealâ sizi affetti. Artık şimdi oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişkide bulunabilirsiniz. Ama Allahın size yazdığını arayınız.” Yani çocuk sahibi olma amacıyla ilişkide bulununuz.
Son zamanlarda biliyorsunuz İslam ülkelerinde ciddi bir çocuk düşmanlığı başlatıldı. Tamamen batılıların baskısı ile olmuştur bu. Tamamen onların desteğiyle olmuştur. Çünkü batı toplumlarında insanlar çocuk sahibi olmuyorlar. Nüfus iyice ihtiyarlardı. Giderek nüfus sayısı azalıyor ve geleceklerinden endişe etmeye başladılar ama Müslümanlar öyle değil. Müslümanlarda hızlı bir nüfus artışı var ve bunun olmasını istemedikleri için bu defa Müslüman ülkelerinde zorla insanları çocuk düşmanı haline getirdiler. Çok yoğun bir propagandayla yaygın bir çalışmayla bunu yaptılar. Efendim nüfus fazlaymış falan. Bunun hesabını sen mi yapacaksın Yaradan mı?
Şimdi bakın bugün nüfus çok fazla falan diyorlar. Ama bundan geçen seneye göre bu sene daha iyi insanlar, on sene öncesine göre daha iyi, elli sene öncesine göre daha fazla iyi. Yani nüfus artışı meselesi aslında müslüman ülkelerin batılıları korkuttuğu bir meseledir. Bu konularda çok dikkat etmek lazım… Bundan epeyce önceydi. Gazetelerde bir haber çıkmıştı. Bu yabancılar Anadolu’yu dolaşıyorlar. Müslüman köylere nüfusu azaltmak için tavsiyelerde bulunuyorlar diğer köylere de nüfusu arttırmak için tavsiyede bulunuyorlar. Çünkü Anadolu’nun nüfus yapısını değiştirmek istiyorlar. E tabi başka şekilde alt etme imkânları olmadığı için öyle yapıyorlar.
Ama aslında bunlar çıkar bir yok değildir. Esasen bir insanı besliyorsunuz büyütüyorsunuz sonra düşüncesi bir değişiyor. Yaptıklarınızın hepsi de boşa gitmiş oluyor. Batıda da insanlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşınlar insanlar kiliseye gitmiyor. Kilise batıyı tatmin etmiyor. Eğer batılı insanlara doğru bir Müslümanlık anlatılırsa büyük bir bölümü gerçek manada müslüman olabilir. Bizim ülkelerimizde de öyle. İnsanlara bakıyorsunuz Müslümanlıktan uzak olan ailenin çocukları bir müddet sonra gerçeği kavrıyor ve canla başla İslam’a sarılıyorlar. Onun için bu inanç meselesi insanların kendi kararlarıyla kabul ettikleri ya da reddettikleri bir şeydir. Yani nüfus arttırmakla azaltmakla bir şey olmaz ama bu da bir yol yani çaresiz kalmış olanların başvurdukları son çare. Bizim yapacağımız şey Allahütealâ’nın burada buyurduğu gibi uyanık olmak sonra da bütün insanlara Allahın dinini doğru bir şekilde anlatmak olmalıdır.
“Doğu tarafından sizin için siyah iplik, beyaz iplikten iyice ayırt edilinceye kadar yemeye içmeye devam edin. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâf halindeyken eşlerinizle ilişkide bulunmayın. (Bakara 2/187)”
(Maket bir dünya küresi getiriliyor. ) İşte bu dünyayı temsil eden bir küre biliyorsunuz. Namaz vakitleriyle ilgili çalışmayı anlatmak için gösteriyorum. Dünya yuvarlak dolayısıyla ufuk da ister istemez dünyanın yuvarlaklığına uygun olarak bir yay şeklinde gözüküyor bize. Yani ufuk çizgisi dediğimiz gökle yerin birleştiği yer. Biz burada nerden bakarsak bakalım gökle yerin birleştiği yer bir yay şeklinde gözükecektir düz bir çizgi olamaz. Şimdi esasen güneş ışınları dik geldiği zaman biz burada olsak güneş bizim bulunduğumuz yere vurmadan bizim bulunduğumuz kara parçasının üstündeki atmosfere vurur. Sonra aşağıya ine ine tam kara parçasına vurduğu an tan yeri ağarması olacak. O ana kadar kendisi yok ışınları var.
Şimdi eskiden muvakkithaneler varmış yani vakit belirlemek için görevli insanların çalıştırıldığı vakit hesaplama yerleri varmış. Önemli camilerin hepsinde var. Hala Kasımpaşa muvakkithanesini görebilirsiniz orada levhayla yazmışlar. Ana caddeden gittiğiniz zaman Kasımpaşa Camii’nin önünde yazılıdır muvakkithane diye. O muvakkithanelerde görevli olanlar öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını tespit ediyorlar sabah namazını da tespit ediyorlar. Tabii bir şekilde gözleriyle bakarak… Birisi ezan okuyor. Belli camilerde aklımda kaldığı kadarıyla mesela Üsküdar’daki o tepede bir cami vardır Aziz Mahmut Hüdai’nin karşısında tam tepede bir cami vardır. İşte Süleymaniye Camisi vardır. Sultanahmet Camisi vardır bu camilerin minarelerinden birbirlerine işaret vererek namaz vaktinin olduğunu bildirip ezanları okuyorlar. Her tarafa da bunu yayıyorlardı. Yani gözle gözlemlendiği için yatsı vaktinde, sabah namazı vaktinde ciddi bir problem çıkmıyordu. Bakıyorlardı tan yeri ağardığı zaman oruca başlıyorlardı. Güneş battığı zaman orucu bitiriyorlardı. Hava karardığı zaman yani ufukta çizgisinde kırmızı ışık kaybolduğu zaman yatsı ezanını okuyorlardı ve her şey rahattı. Ama sonra bu takvim olayı devreye girdi.
Takvim olayını ilk yapan Ahmet Muhtar Paşa’dır Osmanlılarda. Ahmet Muhtar Paşa takvim belirlerken Kuranı Kerim’de anlatılan esasları değil astronominin esaslarını dikkate almıştır. Yani kitabında yazmış, ayetleri yazmış, hadisleri yazmış, fıkıh kitaplarındakileri yazmış ama uygulamayı tam olarak astronomiden almıştır. Astronomi ne ile ilgilenir biliyor musunuz? Gök cisimleriyle ilgilenir. Peki, tan yeri? Yerle alakalı bir olay… Gökle yerin birleştiği bir noktaya güneş ışınlarının gelmesidir. Astronomi gök cisimleriyle ilgilendiği için onun için önemli olan gözlemcinin yıldız gözlemliyor. Yıldızı gözlemlerken yıldızla kendisinin arasına güneş ışını girerse ona engel olur. Biliyorsunuz güçlü bir güneş ışını geldiği zaman pencereden arkasını göremezsiniz. Onun için atmosferin üst tabakasına güneş ışını geldiği zaman artık yıldız gözlemleyen astronomi âlimleri yıldızları rahat görememeye başlarlar. Onun için güneş ışınının ne zaman atmosferin üst tabakasına ulaşacağını tespit etmeleri gerekir. Bunlar ona da tan diyorlar ya da fecr diyorlar. Onun adı astronomik tan. Astronomik tan, güneş ışınları ile gözlemci arasında 18 derece açı oluştuğu zaman ışın en üst tabakaya vuruyor ve artık rasat yapan kişi gök cisimlerini rahat görememeye başlıyor.
Şimdi Ahmet Muhtar Paşa bunu esas almış sabah namazı için. Astronomi ilmini esas almış. 18 dereceyi esas almış. Yani gökle yerin birleştiği yere ışık gelmesi gerekirken rasatçının bulunduğu yerin yüz kilometre daha yukarısında bir noktaya ışığın gelmesini esas almıştır. Şimdi siz kendi gözlemlerinizde bilirsiniz. Mesela engebe bir arazide bakarsınız ki karşı dağın tepesine güneş ulaşır sonra iyice sonra sizin bulunduğunuz yere iner değil mi? E bu yüz kilometre. Karşı dağın tepesi kaç kilometre ki? Seksen ya da yüz neyse artık o kadar kilometrede yukarıya ışık vurunca tan yerinin ağardığını kabul etmiş ve ona göre sabah namazını kıldırıyor millete. Ona göre insanları oruca başlatıyor. Şimdi 18 derece de yetmez efendim ne olur ne olmaz insanlar dikkat etmezler diye üç derece de ihtiyat koymuş oraya. 21 derece. O zaman gecenin ortası oldu! Oruca başlıyorsunuz. Yani oruca başladığınız zaman daha sabah namazına çok vakit var. Her bir derece beş dakika olabilir. Namaz vakitleri meridyenler arası dört dakika gibi değildir. Beş dakikayı geçtiği de olur. Yazın farklı olur kışın farklı olur, sürekli değişir. Bazen bakarsınız ki bir saat kadar erkenden oruca başlamışsınız. Gerçek oruca bir saat var. Mevsimlere göre yani sürekli değişir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1983’de bir çalışma yaptı. O çalışmada 3 derecelik ihtiyatı kaldırdı. 18 dereceye indirdi. Ondan sonra dediler ki efendim biz ihtiyatı kaldırdık. Ezanla birlikte hemen namazınızı kılacaksınız. Daha önce 20 dakika sonra namazını kılacaksınız deniyordu. Biz bunu kaldırdık hemen namazınızı kılabilirsiniz diye ilan etti. O zaman biz çok itirazlar ettik ama aslında bu 3 dereceyi kaldırmalarında da bizim epey bir etkimiz oldu. O zaman ben Allah razı olsun İstanbul müftüsü Selahattin Kaya aracılığıyla Ankara’ya sürekli haberler gönderiyordum. Selahattin Kaya bana güveniyordu ama Ankara’dakiler ne doktorduk hiçbir unvanımız yoktu pek dikkate almamışlardı. O üç dereceyi kaldırdılar. Daha sonra orucunuza hemen başlayın namazınızı hemen kılın diye talimatlar gönderdiler. Biz dedik ki hayır. O saatte asla oruca başlanamaz ve namaz da caiz olmaz.
Sonra Türkiye Gazetesi’nin çıkardığı bir takvim var hala bugün çıkarıyor. O takvime bakarsanız o Ahmet Muhtar Paşa’nın yaptığı takvimdir ve o takvim bugün Suudi Arabistan’da da İslam ülkelerinin her tarafında da uygulanan takvimdir. Şimdi Türkiye Gazetesi Diyanet’i sıkıştırdı: “Neye dayanarak o üç dereceyi kaldırdınız?” Diyanet de kendisini savunamayınca bizi çağırdı. Ben de gittim dedim tamam siz de yanlış yoldasınız o da yanlış yolda. Ama bugün dünyada uygulanan takvimlerin doğruya en yakın olanı yine Diyanet’in. Hiç olmazsa 3 derecelik ihtiyatı kaldırmış. Öbürlerinde o da yok. Bu konuda toplantılar yaptık. Diyanet İşleri Başkanlığında Etkili Bütün Yüksek Kurul üyelerini topladılar uzmanları topladılar. Çok ilginç bu konudaki uzmanların bilgileri hep Ahmet Muhtar Paşa’ya dayanıyor. Ben orada Ahmet Muhtar Paşa’nın tutarsızlıklarını gösterdim. Bunların dayandıkları batılı kaynaklardan fotokopiler almıştım onları gösterdim yanlışlıklarını ortaya koydum. Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanıydı o günlerde ve orada bir karar alındı rasat yapılacak. Zaten benim arzu ettiğim de oydu. Türkiye’nin hemen birçok yerinde rasatlar yaptık. Türkiye Gazetesi’nin ekipleri katıldı. O zaman Yeni Asya da takvim çıkarıyordu onlar katıldı. Ve bütün yaptığımız rasatlarda… Türkiye Gazetesi’nin yaptığı kesin yanlış bir kere. Zaten onun hiç tartışılır tarafı yok. Diyanetin Yaptığı takvimin de yanlışlığı raporlarımızla ortaya kondu. Tümüyle bütün rasatlarda ortaya kondu. Fakat o gün bugün onu uygulayacak bir başkan henüz gelmedi. Bir gün Tayyar Altıkulaç bana dedi ki: “Ben diyanet işleri başkanıyken bunu bana anlatsaydın ben bunu kesin çözerdim.” Gerçekten çözerdi. Yani o hilal konusundaki problemi kesin olarak çözmüştür. Hilalle ilgili çalışmalarda başrolü oynayan Tayyar Altıkulaç’tır. Allah hayırlarına mükâfatını elbette verecektir. Nedense bu konu bir türlü çözülmedi geçen de size anlatmıştım hala devam ediyor.
Yatsı namazı da çok geç okunuyor İslam ülkelerinde. Efendim şehirde olanlara yatsı namazı çok önemli değil! Ama köy yerinde olanlar için yazın yatsı namazı son derece önemli. Bir de yatsının… Şu anda o konuda konuşmak biraz erken ama bana göre erken değil fakat yeteri kadar diğer konularda yaptığımız çalışma kadar çalışmayı tamamlamış sayılmayız. Yatsıyla ilgili kitaplarımızda da ciddi hatalar olduğu kanaatindeyim. O hataları düzelttiğimiz takdirde inşallah kutuplardaki problemler de tamamen çözülmüş olacak Allahın izniyle.
Yani şimdi işin esasını anladık mı? Güneş ışınlarının ta yukarılara geldiği zamanı esas alarak yani 100 km yukarısına geldiği zamanı esas alarak “sabah namazı oldu” diyorlar. Kardeşim Allah diyor ki… Biz 100 km yukarısını görebilir miyiz? Rasathane olacak başka bir şekilde olmaz. Ancak rasat aletleri ile görebilirsiniz aletsiz göremezsiniz. Ama Allah ne diyor: “Yiyin için, sizin için…” diyor sizin için dediği kim? Hepimiz. Sizin için dediği insanların rasat aleti olur mu? Rasathanesi olur mu? Sizin için fecr tarafından yani tan yerinin ağardığı taraftan siyah iplik beyaz iplikten ya da siyah hat beyaz hattan iyice ayrılıncaya kadar yiyin için.
Şimdi böyle güneş ışını çıktığı zaman bu kara parçası geç aydınlanır ama gökyüzü çabuk aydınlanır. Böyle çıktığı zaman gökle yerin birleştiği yerde genişçe bir alan aydınlanır. Nokta olarak değil çünkü güneş büyük. Genişçe bir alan aydınlanır. Şöyle en tepesine bakarsınız ki gökle yerin birleştiği yerde bir aydınlık var. Geçen de bir arkadaş dedi ki efendim lamba olur insanlar yanılır. Başlangıçta olabilir yanılır insanlar lambalar ışık kaynakları insanı yanıltır. Fakat tan yeri ağarmaya başladığı zaman güneşin ışınları çok şiddetli çok güçlü olduğu için öbürlerini bastırır. Zaten noktasal değildir geniş bir alanı kapsadığı için rahatlıkla fark edersiniz tan yerinin ağardığını. Yeter ki doğu ufkuna bakıyor olun. Yeter ki ufuk kapalı olmasın. İşte böyle gökle yerin birleştiği noktada meydana gelen ışık bizim için önemlidir. Allahütealâ öyle diyor: “Yiyin için sizin açınızdan siyah çizgi beyaz çizgiden iyice ayırt edilinceye kadar yiyin için. (Bakara 2/187)” İyice ayırt edilinceye kadar ifadesi bizi şundan da kurtarıyor. Ufukta göremeyeceğimiz bir ışık kaynağı olursa o bizi sadece şüphelendirir. İşte o zaman bakarsınız bir başka tarafa da bakarsınız acaba oldu mu olmadı mı diye şüphelenirsiniz. Ama bir müddet sonra gerçekten tan yeri ağarmaya başladı mı hiç şüphelenmeye gerek kalmaz onu net bir şekilde görürsünüz.
Şimdi az önce dediğim gibi her mevsim değişiyor, o da şundan dolayı Dünyanın 23 derece 27 dakikalık bir eğriliği var ya. Bu eğrilikle güneşin bulunduğumuz yere gelişi çünkü güneş de bazen güney kutupta kuzey kutupta ekvatorda dolaşıyor biliyorsunuz dünyanın dolaşmasına paralel olarak. O iki eğrilikten oluşan bir zaman farkı var. Onun için dikkat edin mesela akşamla yatsı arasındaki vakit kışın kısa olur yazın uzun olur. Öğleyle ikindi arasındaki vakit yazın çok uzun olur. Yani namaz vakitleri arasındaki vakitler çok uzun olur. Ama kış oldu mu peş peşe olur. Öğlen olur, ikindi olur, akşam olur yatsı olur bakarsınız çabucak hepsi bitmiş. İşte o hep şeyden kaynaklanıyor… Yani derece değişmiyor. Derece gene aynı derece fakat aradaki geliş açısı farklı olduğu için kısalıyor uzuyor. Dolayısıyla burada şu kadar saattir demek olmaz. Ama bu işten anlayanlar için 18 derece değil 12 derecedir diyelim.
12 derece de denizcilik tanıdır. Ona notik tan derler. Notik tan denmesinin sebebi şudur. Denizde gemiler demir atarlar. Savaş gemileri bilhassa o açıdan çok önemlidir. Deniz savaşlarında karşı taraftaki gemileri ne zaman fark edeceğinizi bilmeniz çok önemlidir. Gece karanlığında fark edemiyorsunuz. Çünkü ışıklar da tamamen sönüyor fark edemiyorsunuz. Ama sabahleyin eğer gemi doğu tarafındaysa ve arkasından güneş doğuyorsa ilk fark edeceğiniz an güneşi ufuktan 12 derece uzak olduğu andır. Onun için buna notik tan denir ve deniz kuvvetleri açısından son derece önemlidir. Savaş taktikleri ayarlamalarında çok dikkat ederler. Ufuktaki gemi o zaman bir tepecik gibi gözükmeye başlar. Deniz düz olduğu için oradaki cismin gemi olduğunu düşman kuvvetler hemen anlar. İşte o ilk fark edildiği an Kuranı Kerim’in istediği fecr zamanıdır o da 12 derecedir. Bundan sonra da sivil tan denen bir tan vardır. O bizimle alakalı değil.
(Sahurda ne zamana kadar yiyelim?) Güneşe bir saate kalana kadar yiyebilirsiniz. Şu mevsimde rahatlıkla yenir. Ama namazı gene biraz daha geciktirin. Takvimdeki doğmasına göre 1 saat kalana kadar yiyin ama gene bir 10 dakika sonra namazınızı kılın. Çünkü yine tam olarak olmuyor. Ben baktım bu sıralar İstanbul’da havalar kapalı olduğu için çok net bir şey ortaya çıkmıyor. Ufukta kalın sis tabakası olunca onu göremiyorsunuz. Ama bir saat kalana kadar rahatlıkla yenir.
Aslında sizle bizi dinleyen herkes lütfen baksın çünkü bu çok büyük bir meseledir. Size daha önce de söylemiştim. Mekke ve Medine’de yılın her günü kılınan sabah namazları teheccüd namazıdır. Hiçbirisi sabah namazı değildir. Osmanlıların Ahmet Muhtar Paşa’nın yaptığı takvimi uyguluyorlar orada. Medine’de bir arkadaşla beraber bir şoför ayarladık. Daha önceden rasat yapabileceğimiz bir yeri tespit ettik. Sabahleyin erkenden çıktık gittik rasat yerine namazdan önce. Orada namazda okunan Kuranı Kerimi minarelerden hoparlörden veriyorlar çok güçlü olduğu çok uzaklara ses geliyor. Mescidi Nebevi’de namaz kılmaya başladılar her taraf zifiri karanlık. Namaz bitti namazdan 15 dakika sonra tan yeri ağarmaya başladı. Herkes gitmiş. Sonra Medine’nin yetkilisine telefon açtım aynı gün. Bana dedi ki neredesin ben seni aldırayım dedi bir araba gönderdi hemen gittik orada oturduk konuştuk. Zaten tanıdığım bir dostumdu benim. Oturduk konuştuk dedim ki bak mesele böyle böyle. Dedi ben bunu araştıracağım. Araştırmış 2-3 ay sonra İstanbul’a geldi. Elinde böyle bir liste var. Hesaplamalar çıkarmış. Ben de baktım sen haklısın dedi. Gerçekten çok erken kılınıyor. O zaman dedim gayret gösterelim zaman biraz geçe alınsın. Bizim ona gücümüz yetmez dedi. Bunu ancak uluslararası bir toplantıyla halledebiliriz. O zaman birbirimize destek verelim de bir toplantı yapalım. Bizi karıştırma bu işe dedi. E peki. Aynı şeyi Mekke’deki yetkililerle de konuşmak için epeyce uğraştım onlar konuşmaya da yanaşmadılar. Medine’dekinin bu kadar iyi davranmasına rağmen. İslam Akademisi Başkanına gittim o da pek ilgilenmek istemedi. Birçok kişiyle görüştüm orada baktım herkes kaçıyor. Ya teheccüd vaktinde sabah namazı kıldırıyorsunuz diyorum millete. Yok. Daha önce anlatmıştım isim vermeyim çünkü tanınmış bir adam olduğu için isim vermek hoş olmaz. Şimdi Cidde’de bir toplantıya katıldık ramazan günü. Toplantı bitti ben de bir gece yatayım ondan sonra Türkiye’ye gideyim diye Mekke’ye geldim. Mekke’de akşam kaldık sabahleyin namaz için hareme gittim. Tehüccüd niyetiyle cemaatle namaz kıldım. Selamladıktan sonra baktım ki bizim toplantıyı organize eden şahıs hemen yanımda. Bu tür toplantıları organize eden oldukça önemli bir adam vardı yanımda. Dedim ki bak ben sana daha önce söylemiştim. Ben şimdi kıldığımız namazı teheccüd niyetiyle kıldım dedim. Gel dedim bak selam verdik şurada Ebu Kubeys dağı var oraya bakalım beraber. Göreceksin ki tan yeri 15 dakika sonra ağarmaya başlayacak. Ne olursun beni karıştırma bu işe dedi. 15 metrelik bir uzaklık var uzak bir yere gitmeyeceğiz ki çıkalım orada göreceğiz beni bu işe karıştırma dedi. Ne yapalım?
Süleymaniye Camisinde biz tam zamanında kılıyoruz. Ama diğer camileri bilmiyorum. Diğer vakitler tamam da bazıları erken kılıyor. Şimdi mesela burada camiye giderken bazı imamların işi bitirip evlerine döndüklerini görüyorum. İş bitirici iktidarlar var! Evet, hakikaten çok önemli bir mesele bu. Daha önce de söylediğim gibi inşallah bu problemi de çözmek nasip olur. Ama bir taraftan da Allahütealâ’ya o kadar şükrediyorum ki. Hakikaten zaman zaman hayret ediyorum ya Rabbi sen ne kadar ikramlarda bulunuyorsun şuraya diye Allaha şükrediyorum. Gerçekten dikkat edin her derste bir problem ortaya çıkıyor değil mi? Çıkıyor ama inşallah bunları çözmek de ya da çözdüğümüz problemlerin yayılmasını sağlamak da bize düşer.
(Soru geliyor duyulmuyor) Ben şunu tavsiye ediyorum. Takvimlerdeki güneş doğmasından bir saat önce keserseniz yeme içmeyi sırada abdest alırsınız o süre geçer. Biz de biraz ihtiyat koyuyoruz. Şimdi yatsı namazıyla ilgili de ciddi problemler var. Diyanet işleri Başkanlığı o yapmış olduğu çalışmada yatsı namazını da biraz erkene aldı. Erkene aldı ama yine bir 15 dakikası daha var. Akşam namazını biraz daha erken kılmak gerekiyor. Yani namaz vakitleri konusunda çok ciddi problemler var. Hesaba göre 7 dakikalık ihtiyat payı koyuyorlar da hesap yanlış. Vallahi herhalde sorumluluk bize ait… Bu işi en iyi biz biliyoruz. Çok çalışmamız lazım. Zannetmiyorum vatandaşa vebalinin olacağını. Ama sorumluluk bize ait çok çalışmak zorundayız. Ne yapalım biz her tarafa söylüyoruz da kimse dinlemiyor.
Güneş doğumu ile ilgili de bir mesele var. Güneşin batmasıyla ilgili de var. Güneşin doğuşunda ve batışında 7şer dakika bir ihtiyat konur. Konur ama o 7 dakikalık ihtiyat en yüksek nokta için konur yani güneşi ilk defa görecek kişiler için konur. Dolayısıyla siz çukur bir yerdeyseniz 20 dakikaya kadar sürebilir. Yani takvimde güneş doğdu dediği zaman o saatte kesinlikle güneş doğmaz daha sonra doğar. Peki, ne kadar sonra doğar? Yazın mesela benim bulunduğum bu Süleymaniye’de 12 dakikadan 18 dakikaya kadar değişiyor. Güneş şu saatte doğdu diye takvimde yazıyorsa yaz kış 12 ile 18 arasında fark ediyor. En az 12 dakika sonra güneş doğuyor en fazla 18 dakika sonra güneş doğuyor. Ama problem şu siz geç kalkıyorsunuz takvime bakıyorsunuz güneş doğmuş eyvah namaz kazaya kaldı diyorsunuz. Onu dememek için bulunduğunuz yerde birkaç kere yaz kış güneşin doğduğunu rasat edin bir kenara kaydedin. Ama buna çare yok. Neden dolayı çare yok? Mesela İstanbul’u düşünürseniz Tuzla’daki insan da kendini İstanbul’da kabul ediyor Istranca’daki de kabul ediyor herkes öyle kabul ettiği için mecburen bir ihtiyat koyuyorsunuz. Belki ihtiyat biraz fazla olabilir ama ihtiyatsız da olmaz. Bunu böyle bilin kendi bölgenizin noktasal olarak tespit için… Belki şimdi bilgisayar icat edildi internet çok yayıldı. Şimdi noktasal namaz vakileri tespiti mümkün…. Yani bu hesap olarak çok mümkün… Yani geniş bir alanın namaz vakitleri değil de belli noktaların namaz vakitlerini tespit imkânı vardır. Belki böyle bir yönteme giden çıkarsa sizin bulunduğunuz noktada güneşin tam olarak ne zaman doğacağını tespit edersiniz. Çünkü güneş doğuşu çok kolay diğerler kadar değil.
(Gece güneşin batma anı mıdır?) Ayeti kerimede “Sonra orucu geceye kadar tamamlayın. (Bakara 2/187)” diyor Allah. Yani tan yerinin ağarmasından geceye kadar. Gece, güneşin batmasıyla birliktedir. Şimdi güneşin üst yuvarlağı ufkun altına indiği an gece başlamış olur. (Ben güneş battıktan 10-15 dakika sonra orucumu açıyorum ufuk aydınlık oluyor) Ufuk aydınlık olacak tabi. Güneş battığı zaman ufuk çok aydınlık olur. Etraf da aydınlık olur. Ama burada esas olan güneşin batmasıdır. Güneşin üst yuvarlağı ufkun altına indiği an iftar olmuştur. Ama burada şu var, şimdi diyelim ki güneş burada batıyor siz de buradasınız. Arada da dağ var. Dağın arkasına geçti henüz batmış değil. Dağın arkasına geçtiği zaman insanlar batmış zannedebilir. Düz arazide problem yok, denizde problem yok. Ama engebeli arazilerde de batıda battığını görmek yetmez. Doğuda karanlığın başladığını da görmek lazım… Eğer güneş batmamışsa onun ışınları doğudaki tepelere vurur. Onun için doğuda karanlığın başladığını da görmek lazım. Güneşin battığı yerin tam tersine bakacaksınız orada kararma başlamışsa orucunuzu bozarsınız. Ama enteresan insanlarda alışkanlık var. Bir gün Cidde’de tam denizin yanında iftar yapıyoruz. Epeyce de dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş ilim adamları var. Güneş Kızıl Deniz’de battı. Millet ezan okunmasını bekliyor. Ben hemen başladım yemeye. “Ne yapıyorsun!” dediler. Bak dedim. Alışkanlıkları terk etmek kolay değil. İnsan farkına varamıyor. Alışmış ya ezanla bozmaya o anda hiç düşünemiyor.
“Mescitlerde itikâf halindeyken eşlerinizle ilişkiye girmeyin. (Bakara 2/187)” İtikâf neydi? İbadet için bir yerde beklemek. Camide Peygamberimiz (sav) Mescidi Nebevi’de ramazanın son 10 günü evine gitmez, mescitten de çıkmaz, mescitte vaktini ibadetle geçirirdi. İşte buna itikâf deniyor. Ramazanın dışında da bu olabilir. Ramazanda itikâfta bulunduğunuz zaman zaten gündüz oruç tutuyorsunuz. Ramazan dışındaki itikâfta bulunanlar da gündüz oruç tutarlar. İşte bu ayeti kerime itikâfta bulunulan günlerin geceleri karı koca ilişkisini yasaklıyor. Oruçlu olduğumuz günlerin gecelerinde serbest ama itikâfta olunan günlerin gecelerinde yasak. Çünkü ramazan günü zaten oruçlusun ilişkide bulunulmaz. Gerçi burada gece ifadesi yok. Yani itikâflı olduğunuz zaman eşlerinizle ilişkide bulunmayın diyor. Çünkü orada zamanın tamamını ibadete ayırması gerekiyor. Yeme içmeyi her zaman, normal yapacaksınız. Yenmeyecek içmeyecek diye bir şey yok. (İtikâf vacip mi?) Peygamber efendimizin sünnetidir. “İşte bu Allahın çizdiği sınırlardır ona yaklaşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar belki insanlar sakınırlar. (Bakara 2/187)” Ayeti kerimeyi bitirmiş olalım. Sorulara geçelim.
Geçen haftaki derste imsak ve iftar saatleri ile ilgili olarak bir konu geçmişti. Özet olarak değindiği için anlayamadık. Hocamız bir imsakiye hazırlığı içerisinde olduğunu söyledi. Bunun da bir yıl süreceğini söyledi. Diyanetin hazırladığı imsakiyede yanlışlık varsa bizler yeni imsakiye çıkana kadar hatalı mı olacağız. İnternet sitesine bu konuyla ilgili bir yazı eklerseniz faydalanabilirdik.
Namaz vakitleri ile ilgili yok mu internette? Bu konuda internette yazmış olmamız lazım. Sabah namazı konusu özellikle var. Yahya’nın hazırladığı ramazanla ilgili bir broşür var orada da var değil mi? Biz bu konuyu yıllardır internet olsun isterse gazeteler olsun yıllardır bunu canlı tutmaya çalışıyoruz. Şimdi ne yapmaları gerektiğini de zaten burada anlatmış olduk tekrar etmeye gerek yok. İmsakiye hazırlayalım diyoruz ama o kadar da kolay bir iş değil onu da söyleyelim. Çünkü dünya çapında bir imsakiye hazırlamak kolay değil. Bu hakikaten çok ciddi çalışmaları gerektiriyor. Burada asıl problem de kuzey kutup meselesi. Kutupla ilgili problemi ki ben öyle inanıyorum gün geçtikçe inancım iyice kuvvetleniyor, namaz vakitleriyle ilgili Kuran’da konulan prensiplere tamı tamına uyarsak orada da problem kalmayacak.
Mesela St. Petersburg’a gittik orada da çıktık rasat yaptık. Bu hastalık artık ben nereye gelsem arkadaşlarla beraber rasat yapıyoruz. Orada da yaptık orası çok farklı. Şimdi gece 11:30’da uçağa binmiştik yanlış hatırlamıyorsam, her taraf aydınlık. Hele beyaz geceler de başlamamıştı. Birkaç gün sonra beyaz geceler başlayacak demişlerdi biz ona da yetişemedik. Beyaz gecelerde gitmiştiniz değil mi siz nasıldı? Sabaha kadar aydınlıktı. Her taraf gözüküyor. Bütün eşyayı seçebiliyorsunuz çok net bir şekilde. Yatsı namazının vakti giriyor ama. İşte onun o prensibini koyarken o bölgeleri de esas almak gerekir. Şimdi internette bir resim göndermişler. Kuzey kutupta bir gölün etrafında çekilmiş bir resim. 24 saat güneş hep gözüküyor. İşte oranın da namaz vakitlerini tespit etmek gerekiyor. Onun için orada bu konu öyle kısa sürede halledilebilecek bir konu değil. Ciddi bir iş… Mesela İslam konferansı teşkilatı bu işe yönelirse halleder. Ya da Tayyar Altıkulaç gibi böyle yetkili makamda etkili bir kişi olursa o zaman öyleydi ama şimdi yapamıyor milletvekili olmasına rağmen. Bakın ben diyanet işleri başkanı olsaydım bütün dünya yerinden oynardı bu konuşmadan sonra değil mi? Ama ben yıllardır bir çubuk oynatamıyorum yani bırak. O onların işi değil. Siyasetin işi değil. Bu işe siyaset karıştığı zaman hiç halledilmez.
Farz namazlarda imama uymamız halinde Hanefi mezhebine göre tamamen imama bağlanmakta ve sadece bütün zikirleri ve tahiyyatta okuyup selam veren imama uymaktayız. Şafi mezhebinde imama uyan kişi Fatiha Suresini gerek gizli gerek açık rekâtlarda okumaktadır. Bu durumda Kuran okunurken susup dinleyiniz ayeti kerimesi gereğince dinlemek zorunda olduğumuzdan susmak zorundayız. Ancak gizli rekâtlarda cemaat olarak Fatiha’yı okumak gerekir mi? Şafilerin gizli halde dahi okumaktalar. Şafiler Fatihasız namaz olmayacağını iddia etmektedirler. Namazın şahsi olması yani herkesin ancak kendi namazını kılacağı, imama sadece cem olma yönünden bağlı olabilineceği düşünülürse Şafilerin haklı olabileceği düşünülebilir mi? Tavsiyeniz nasıl olur?
Size tavsiyem şu bir hafta bekleyin hemen cevap veremeyeceğim bu soruya. Gerçi Enes hoca bu konuda biraz çalışmıştı değil mi? Neyse bu soruyu sana verelim. Sen bize haftaya bir cevap ver inşallah. Şimdi söyleriz bakarsın unutmuşuzdur bazı şeyleri hatalı olur iyi olmaz.
Derslerinizde kimlerle savaş yapılacaklara Kuran’dan örnek vermiştiniz. Peki, Süleyman’ın (as) Belkıs’a tehditvari ve savaş yapacakmış gibi konuşmasını sebebi nedir. Lütfen cevaplar mısınız?
Bu arkadaşın sorusunu haftaya cevaplayalım. Süleyman (as) kıssasını bu açıdan incelemiş değilim. Onun için yanlış bir şey söylemiş olabilirim.
Altı gün şevval orucu hadisi sahih midir?
“Bir insan ramazan orucunu tutar arkasından da şevvalde altı gün oruç tutarsa bir yılı oruçlu geçirmiş olur” hadisi şerifi var. Ama o hadisin sıhhati konusunda baya tereddütler var. Her hasenata on katı sevap verilir. 1 ay 300 gün eder. 6 gün de 60 eder böylece bir yıl olur diyorlar. 5 gün de ikramiyesi! Çünkü ramazan 354 günde bir geliyor.
Yeni doğan bebeğe en doğru biçimde isim koymak nasıl olur?
Şimdi hadisi şeriflerde, çocuk doğuyor. İlk hafta içerisinde yapılacak görevler anlatılıyor. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunuyor. Ama tabi ezan kamet bağırarak çocuğu korkutacak şekilde değil. Hafif sesle okunacak. Ezanı bağırarak okumanın sebebi insanları namaza çağırmak içindir. Orada namaza çağırmıyorsun. Ondan sonra çocuğun tepesindeki ilk tüyler kesilir. Onlar alınınca sadaka verilir ve isim konur.
Şimdi isim konurken çocuğu düşünmek lazım. Çocuk bu ismi ömür boyu taşıyacak. Anne baba kendi kısa vadeli hevesleri için çocuğa uzun seneler taşıyamayacağı isimler koyuyorlar modaya uyarak acayip isimler koyuyorlar. Hiç düşünmüyorlar ki bu çocuk ömür boyu bu ismi taşıyacak. Onun için isimler Peygamber (sav) “Çocuklarınıza güzel isimler koyun çünkü ahirette o isimlerle çağırılacaklar.” buyuruyor. Bir de güzel isim demek Kuranı Kerimde geçen isim demek değil. Bazılarına bakıyoruz ki “Aleyna” diye isim koyuyor. Aleyna bizim aleyhimize ya da bizim üstümüze demek. Niye? “Kuranı Kerim’de var.” Bana çok sorarlar hocam çocuğa bir isim koyacağız Kuran’da var mı? Ben de diyorum kardeşim Kuranı Kerim’de Ayşe yok, Fatma yok, Ömer yok, Osman yok Ali yok. Sahabeden bir tek Zeyd’in adı var. Zeyd de zaten kimse koymaz bizim Türkiye’de. Ama mesela Firavun var. Haman var. (Hocam Nigar?) Nigar’ı bilmiyorum. Farsça bir isimdir. (Can’a şeytan ismi deniyor?) Can şeytan ismi değil. Kuranı Kerim’de geçen can, “cin” manasına gelir. Türkçedeki can farklı anlamdadır. Dolayısıyla isim konurken yaşanan bölgenin örfüne geleneğine göre güzel isimler koymak lazım. Şöyle düşünün Peygamberimiz (sav) eğer Mekke’ye gelmeseydi de İstanbul’a gelseydi Peygamber olarak o zaman sahabelerin isimleri ne olacaktı? Cengiz olacaktı Timuçin olacaktı öyle şeyler olacaktı. Peygamberimizin güzel dediği birkaç tane isim var. Mesela Abdullah diyor Abdurrahman diyor neden? Çünkü Allahın kulu Rahman’ın kulu… Zeynep ismini tavsiye etmiş. Çünkü bu da bir alçak gönüllülük ifade ediyor “küçük günahkâr” gibi. Yani böyle kişiye övünmemesi gerektiği… Yani çirkin karşılanacak hoş karşılanmayacak isimleri koymamak lazım. Onun dışında geleneğe göre güzel sayılan isimler konur.
Bir de biliyorsunuz Müslüman olan insanları Arap ismiyle değiştirmek zorunluluğu vardır bazı yerlerde. Adamın ismini niye değiştiriyorsunuz? Değiştirmeye gerek yok. Bir insanın ismini değiştirmek kolay mı? Mesela Ataullah ismini değiştirdi. Türk vatandaşı olmadan önce master yaptı. Masterda Ataullah Toktir diye yazılı. Türk vatandaşı olunca şimdi adı Abdullah Karakaş oldu. Şimdi vallahi ben Ataullah’ım diye yemin etse kimse inanmaz! Eşin var dostun var bir sürü ilişkilerin var. İlla adını değiştireceksin olmaz. O insanlara müslüman olma demekten başka bir anlam taşımaz. İsmi çirkinse mesela “güneşin kulu” “Ömer’in kulu” gibi şirk anlamı taşıyan bir isimse değiştirilir. Onun dışında değiştirmeye gerek yok o isimleri. (İsimle karakterin ilişkisi?) İsimle karakter değişse o kadar güzel isimlerle anılan insanlar bize o kadar kötülükler yapıyorlar ki. (Yasin ismi ağır mıdır?) Bilmiyorum o ismi taşıyanlara sor! Bana hiç ağır gelmiyor Abdülaziz! (Hocam Cengiz ismi?) Cengiz olur, Timur olur, Fransuva olur, Nikola olur ne fark eder? (Asiye ismi asi olur derler?) Asiye kötü değil. Bak asiye kelimesinin isyanla hiç alakası yoktur. Türkçede isyan anlamına gelen şekilde insanlar telaffuz edemezler. Asiye çok değerli bir hanımın adıdır. Kuranı Kerim’de kendisinden bahsedilen, Firavun’un eşi olduğu halde müslüman olan bir hanım. Çok değerli bir hanım. Onun için isyankâr olan asiye başka o başka. Aynı şeyi mesela Saime için de söylerler. Saime oruçlu kadın demektir. Kuranı Kerim’de öyle kadınlar methediliyor. Ama bir de saime diye otlakta yaşayan hayvanlar hemen oradan oraya intikal edilmek isteniyor. O manada kullanılmaz Türkçede. (Peki, Rahman ve Rahim?) Rahman kelimesi sadece Allaha mahsustur o yüzden Abdurrahman diyoruz. Ama rahim insanlar için de kullanılır ama Abdürrahim demek daha iyidir. Mesela benim adım Aziz’di Abdülaziz yaptırdık fena olmadı!
Yabancı bir erkekle bir bayanın asansöre binmesi caiz midir?
Güvenilmeyen birisiyle olmaz tabi ama asansörler bir kapalı oda gibi değildir. Hemen biraz sonra kapıları açılacak olan bir yerdir. Ama güvenilmeyen bir insan olursa kadın da olsa asansörlerde insanları soyduklarını da biliyoruz. Neticede eşyalarını alıyorlar. Bu da güven meselesi. Yoksa orada uzun süre bir odada baş başa kalmak gibi değil asansör. Nihayet birkaç saniye sonra bir kattan diğer bir kata gidecek ve kapıları açılacaktır. Asansörün durumuna göre kişi önlemini alır.
Teravih namazı var mıdır?
Ben geçen sene anlatmıştım bu sene de anlatayım size. Peygamberimiz (sav) senenin her günü yatsı namazından sonra 11 rekât namaz kılıyor. Ayşe validemiz öyle bildiriyor. Bazı hadislerde 13 rekât diyor sabah namazının 2 rekâtını da katarak. Sabah namazında 2 rekât sünnet kılınıyor ya. Örfte gündüz güneşin doğuşuyla başlar batışıyla biter. Dolayısıyla o da gece namazı sayılıyor. Güneş doğmadan önce kılındığı için sabah namazı. Şimdi onu da katınca 13 rekât oluyor. Onu çıkardığımız zaman 11 rekât oluyor. Peygamberimiz bu namazlarını camide kılmıyor. Yani farzın dışındaki namazları camide kılmıyor. Evinde kılıyor. Tabi bu da çok güzel bir şeydir. Bu vesileyle insanlar hep biliyor ki biz namazın farzını kıldık mı vazifemiz tamam. İki rekât sabah namazımı kıldım mı işime gidebilirim. Dört rekât öğle, dört rekât ikindi, üç rekât akşam, dört rekât yatsıyı kıldım mı benim vazifem tamam. Bu esasta olması gerekendir. Daha fazlasını da kılarsam bu sevap olur. Peygamberimiz mescitte kılmamış ama insanların mecliste kılmasını da yasaklamamış ama kendi kılmamış. Kendinin kılmaması insanlara bunu öğretmiş oluyor. Yani sizin için esas görev farzlardır. Ama diğerlerini de tavsiye ediyor. İşte günde 12 rekât farz namazın dışında namaz kılarsa Allahütealâ ona cennette büyük ikramlarda bulunur diye. Bu 2 rekât sabah namazı, 6 rekât öğlen namazı, etti 8. 2 rekât akşam namazı 10, iki rekât da yatsıdan sonra 12. İkindi namazından önce kılınan 2 ya da dört rekât, bu konuda peygamberimizden bir tek rivayet var. Ama yatsı namazından önce namaz kıldığına dair hiç rivayet yok. Hadis falan yok. Dolayısıyla hadislerde peygamberimizin tavsiye ettiği 12 rekâttır, nafile olarak.
Gece kılınan namazlar… Peygamberimiz geceleri 11 rekât namaz kılmış. 11 rekâtın da 2 rekâtı yatsı namazından sonra kılınan namazdır, vitir de dâhil tabi. Biz onun 5 rekâtını zaten kılıyoruz. Altı rekât kalıyor değil mi geriye. İşte Peygamberimiz itikâf için mescitte bulunduğu sıralarda evlerinde kıldığı o 11 rekâtı mescitte kılıyor. Eve gitmiyor ya mescitte kılıyor. Bir gün namaz kılıyor, ayın 23’ünde miydi? Ramazanın 23. Gecesiydi. 20’den sonrasını mescitte kalıyor ya. 23. Gecesi çıkıyor çadırın dışına… Mescidin içine de bir çadır oluşturmuş orada ibadetini yapıyor. Onla beraber itikâf yapan kişiler Peygamberimiz kendi başına kılarken geliyorlar onun arkasında cemaat oluyorlar. Bu her zaman olabilir. Birisi farz kılarken de gidip arkasına cemaat olabilirsiniz sünnet kılarken de olabilirsiniz. Ondan iki gün sonra 25’inde de bir daha namaz kılıyor. Arkasındaki cemaat iyice artıyor. Üçüncüsünde de bu defa cemaat iyice doluyor ki o 27 sinde oluyor değil mi? Millet çoluk çocuğunu da kaldırıyor. Ondan sonra da bir daha da çıkmıyor sabaha kadar millet geliyor. Diyor ki ben sizin buraya geldiğinizin farkındayım. Ben bu namazın farz olmasından korktuğum için dışarı çıkmadım diyor. Peygamberimizin kıldığı topu topu bu namazlar. Ama Peygamberimiz ramazan gecelerini ibadetle geçirmeyi de tavsiye ediyor sürekli.
Hz. Ömer zamanında bir gün mescide gidiyor yatsıdan sonra. Bakıyor ki şurada bir iki kişi namaz kılıyor orada üç beş cemaat oluşturuyor. Diyor madem bunların hepsi namaz kılıyor hepsini bir imamın arkasına toplasak da öyle namaz kılsınlar. Übeyd bin Kam’ı görevlendiriyor diyor ki sen onlara namaz kıldır. Onlara namaz kıldırıyor ama Hz. Ömer kendisi kılmıyor. Tabi evinde kılıyordur belki de camide kılmıyor. Çünkü bu tür namazların evde kılınması daha sevap… Camide kılınması yasak değil. Ondan sonra da teravih 20 rekât olarak kılınmaya başlanmış. Hatta bazıları çok daha yukarılara 36 rekâta kadar çıkarmış. Şimdi böyle artırıldıkça arttırılıyor. Şimdi Peygamberimizin (sav) yaptığı gibi yapmak daha iyidir.
Ama şu var siz istediğiniz kadar namazınızı kılın. Bu dikkat ederseniz insanlar asıl vazifelerine değil de kendilerine vazife olmayan şeylere çok daha dikkat ediyorlar. Yatsı namazını dışarıda bekliyor kılınmasını teravih başladı mı giriyor camiye. Hâlbuki sen ömür boyu teravih kılsan bir yatsı namazının farzının sevabını alman mümkün değil o başka bu başka. Bu esas senin zorunlu görevin… O yapmasan da olabilecek olan bir şeydir. Tamamen sana kalmış bir şeydir. İster kılarsın ister kılmazsın. (Berat gecesi gibi günlerde yapılan ibadetler var mıdır diye soruluyor) Evet, yani bu berat gecesi yedi rekât falan gece şu rekât, bunların hepsi uydurmadır. Onların aslı astarı yok. Zaten bizim sitede Yahya’nın hazırladığı Kandil Geceleri diye bir yazı var. Bunların her birisinin aslı anlatılıyor. Sadece Kadir gecesi Kuranı Kerim’de geçiyor. Peygamberimiz (sav) ramazanın son 10 gününü ihya ettiği için onu da ihya etmiş oluyor. O gece çoluğunu çocuğunu da ibadete kaldırdığına dair rivayetler var. Ama onun dışında diğer geceler sonradan uydurulmuş şeyler. Öyle şeylere insanlar çok daha fazla ilgi gösteriyorlar nedense. Yani asıl vazifelerini yapmıyorlar ama detayda boğuluyorlar. (Kadir Gecesinde bir namaz kılmak 365 günü kapsıyor zaten!) Kâdir gecesi fazlaca abartılıyor. Bu gece şunu yaparsan şu kadar sene ibadet yapmış olursun cennete gidersin. Yani Allahın vermediğini insanlar veriyor. Yalan olduğu zaman istediğin gibi söyleyebilirsin. Önemli olan doğruların peşinden koşmaktır.
Hilal, ramazan ve bayramın başlangıç günleri…
Hilalle ilgili… Suudi Arabistan erken başladı. Cumartesi günü başladı değil mi? Cumartesi günü ramazan olma ihtimali milyarda bir bile yok. Kesinlikle öyle bir şey olmaz. Eğer Suudi Arabistan ben hilali görerek oruç tutacağım diye bir karar almış olsa ve gerçekten de onu yapsa oruca Pazar da değil Pazartesi başlaması gerekir. Pazar günü de göremezlerdi Suudi Arabistan’da hilali. Ancak Pazartesi görebilirlerdi. Ama dünyanın neresinde hilal görülürse oruca başlayacağız kararı alındığı için biz de ona uyarak Pazar günü oruca başladık. Yoksa pazar günü Türkiye’de de hilal gözükmezdi.
Şimdi sizin için önünüzde çok güzel bir imkân var. Bayram yaparlarsa eğer bakın bakalım onların bayram yaptıkları gün akşam hilalin iki günlük olması gerekecek değil mi? İki günlük hilali sokakta rahatlıkla görebilirsiniz bakın görebilecek misiniz? Göremeyeceksiniz. Orucu otuza çıkarmak mecburiyetinde kalacaklardır. Bir Arap geldi benim fakültedeki odaya. Bu meseleleri sordu anlattım. Dedi ki Suudi Arabistan’da da bir astronomi âlimini dinledim dedi. O da söylemiş ki hiç mümkün değil oruca başlama mümkün değil ama başladılar. Dedi ki tabii ki öyle olur dedi. Ben bilmiyorum onun ifadesi. Ben hilali gördüm diyene on bin riyal veriyorlar! Adam on bin riyal için… Ama doğru mu değil mi bilmem. Suudi Arabistan’ın astronomi âlimleri de gayet iyi biliyorlar bu meseleyi. Ama siyaset karışınca iş değişiyor.
(Bayramın başladığı gün oruç tutmak çok problem doğuruyor) Onların bayram dediği gün bayram değil ki. O önemli değil biz onlara göre hareket edecek değiliz. Daha önce de anlatmıştım. Bizim Türkiye’nin kalburüstü adamları ile bir kere umreye gitmiştik. Bayram akşamı bana dediler ki onların bayram yapacağını tahmin ettiğimiz akşam. Ne yapsak biz bayram edecek miyiz etmeyecek miyiz? Ben dedim ben yarın oruç tutacağım. Çünkü bayram olma ihtimali yok. Size de karışmam. Allahtan ertesi gün onlar da bayram etmediler de kurtuldum. Bayram etselerdi ben kesin bayram yapmayacaktım. (Borç mu oluyor o zaman?) Tutmadığınız gün borç olur tabi. Maalesef yanlış yapıyorlar. Bile bile yanlış yapıyorlar en kötüsü de o.
Yani orada anlatmıştım bir daha anlatıyım. Bir gün Yusuf el-Kardavi şimdi epeyce meşhur oldu. Türkiye’de de adını bilmeyen hemen hemen yok. Abdulsekkar Ebu Mutte, Abdullah Ermeni bir de ben yemek yiyoruz boğazda bir lokantada. Yusuf Kardavi, Abdullah Ermeni’ye dedi ki ya kardeşim Sudi Arabistan temyiz mahkemesi reisiydi o zaman o ilan ediyordu o zaman bayramlarda ramazanı. Dedi ki ya sen bayram ilan ediyorsun ben ikinci gün bile hilali göremiyorum. Sen bu hilali nerede görüyorsun? Ben ne biliyim dedi iki kişi geliyor gördüm diyor ben de ilan ediyorum! Abdülsettar ya şeyh dedi şeyh âlimlere söylerler. Sen iyi biliyorsun ki gerçeğe aykırı şahitlik kabul edilmez. Adamların şahitliğinin gerçeğe aykırı olduğunu bile bile nasıl kabul ediyorsun dedi. Ona da cevap vermedi. Sonra ertesi akşam Hıdiv Kasrına gittik. Bizi üstteki kuleye çıkardılar. Kulede tam ay karşımıza çıktı bak seninki o yanlışlık olacak yanlış mı var falan. Dedik ayda yanlışlık olmaz yanlışlık başkalarında var dedim. Dolayısıyla böyle enteresan bir şey var. Ciddi bir vurdumduymazlık var. Ne yapalım? Allah bu dünyayı öyle bir yaratmış ki Cenabıhak herkesi imtihan ediyor. Âlimini de cahilini de zalimini de. Ahirette hiç kimsenin itiraz hakkı kalmayacak. Herkese cehenneme gidiş kapısı sonuna kadar açık. Giden gider. Ama herkese açıktır. Bakın peygamberlere bile açıktır. Bu konuda ayet var hangi ayet Zümer Suresi 65. Ne diyor Allahütealâ Ya Muhammed “Sana ve senden önceki peygamberlere şu husus kesin olarak vahyedilmiştir: Hele şirke düş bütün yaptıkların yok olur gider ve sen kaybedenlerden olursun. (Zümer 39/65)” Kaybedersin diyor. Kime diyor? Peygambere. Demek ki peygamberin bile garantisi yok. Dokunulmazlığı yok. O zaman biz kendimize iyi bakalım. Kendimizi kurtarmaya çalışalım. Onun için çok dikkatli olmamız lazım. Başkalarına gülüp de onları ayıplamak değil aman ya Rabbim ben nasıl bu şeylere girmeden ahirete giderim kendimizi korumamız lazım. Böylece bitirmiş olduk el-fatiha.
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])