Bismillahirrahmanirrahim
Bugün oruçla ilgili ayetlerden yüz seksen altı ve yüz seksen yedinci, yani Bakara Suresi’nin yüz seksen altı ve yüz seksen yedinci ayetlerini okuyacağız.
Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb, ucîbu da’veted dâi izâ deân
“Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben onlara yakınım. Dua edenin duasına karşılık veririm. Bana dua ettiği zaman. Benden birşey istediği zaman.”
fel yestecîbû lî
“Öyleyse onlar da benim çağrıma karşılık versinler.”
vel yu’minû bî
“Bana inansın ve güvensinler.”
leallehum yerşudûn
“Belki böylece olgunlaşırlar.” Şimdi oruçla ilgili ayetler içerisinde dua ayeti geçti. Yani birdenbire sanki konu değişmiş gibi oluyor. Ama hiç öyle değil. İbadet insanlarda zaten fıtri bir ihtiyaçtır. O ibadeti doğru yapmak lazım. Doğru ibadet yalnız Allah’a kul olmaktır. İstanbul’da görüyorsunuz; Ramazan’ın ilk iftarında Oruç Baba diye adlandırdıkları bir kabrin başında, hem de sirke ile oruçlarını bozuyorlar. Niçin? Niçin böyle yapıyorlar? İstekleri olsun diye. İstekleri. Kimden istiyorlar? Oruç Baba’dan istiyorlar. Bunların en iyisi, “Oruç Baba’nın yüzü suyu hürmetine…” der ama gene onu araya sokar.
Bir akşam bir manavdan meyve alıyorum. Geçen sene Ramazandı, gene bir Ramazan akşamıydı. Bir televizyon kanalına çıkmıştık. Hatta bir hocayla da tartışmamız olmuştu hatırlarsınız. Şimdi manav tanıdı, dedi ki: “Hocam, sizi dinledim, iyi de anladım. Ama birşey aklıma takıldı. Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine Allah’tan istiyoruz. Bunun bir sakıncası var mı?” Dedim ki, orada bir delikanlı dolaşıyordu, “Bu kim?” dedim. “Benim oğlum” dedim. “Şimdi ben sana desem ki; şu oğlunun yüzü suyu hürmetine bana şu elmaların iyisinden ver…” “Olur mu öyle şey” dedi. “Benden istesene” dedi. Hah anladım ama, dedi arkasından. Şimdi anladım tamam diye… Şimdi insanlar günlük hayatlarında tanımadıkları kişilere aracılarla yanaşıyorlar, yaklaşıyorlar. E o beni tanımaz, sen beni tanıtır mısın diye… Doğru. Tanımaz. Ama aracıyı kime koyuyorsunuz? Sizi Yaratan’a! Sizin kalbinizden geçeni bilene. İçinizi dışınızı bilene. Şefaatle ilgili ayetlerde şu oluyor:
ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum
Yani “Allah bu insanların ne yapıp ne yapmadıklarını biliyor.”(Bakara 2/255) Peki durum böyle iken kim Allah’ın yanında kalkıp da şefaatçilik yapacak. Ya Allah’ın bilmediği tanımadığı bir şey mi söyleyecek? Dolayısıyla bunlar son derece yanlış şeyler. Orada bir kabire gidiyorlar, ölmüş… Orada gerçekten bir kabir var mı yok mu o ayrı bir konu. Varsa da ölmüş, adamın kemikleri çürümüştür. Sağ olsa, orada bulunsa gene bir şey yapamaz. Binlerce kişi aynı anda isteklerde bulunuyor. Ya çok iyi bir insan olsun sağlığında, çok da zengin bir adam olsun, gelenlere elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışsın. Binlerce kişiyi, içten yakarışlarını, onun duyması mümkün mü? Duyacak olan bir tek zat vardır, o da Allah-u Tealadır. Başka hiç kimse duyamaz. Ama işte insanlar böyle. Hem oruç gibi bir ibadet yapıyor. Hem de Allah’tan başkasından gidip yardım istiyor. Şimdi Eyüp Sultan dolup dolup taşıyor. Niye Eyüp Sultan? Ne özelliği var?
Katılımcı: Şimdi bu hristiyanlıktan bize girme olamaz mı?
Yani orada o kabir olmasa kimse oraya gitmez.
Katılımcı: Onlar da var yani. Hıristiyanlıkta var…
Hoca: Tabi hıristiyanlarda var. Zaten sapıklıklar böyle olur. Hıristiyanlık da zamanında Allah’ın hak diniydi. Biliyorsunuz şeytan doğru yolun üstünde oturur. (Araf 7/16) Eh diyor, Allah yoluna yönelenleri diyor ki, gel diyor ben seni götüreyim diyor.
Katılımcı: (Anlaşılmıyor 06:34)
Hoca: Evet, yani insanlar bu yolla sapıtıyorlar. Allahla kendi aralarına aracılar koyarak, aracılar yerleştirerek sapıtıyorlar. İşte bu da onlardan bir tanesi. Ve Allah-u Teala burada diyor ki “Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben onlara yakınım.” Uzakta değildir ki. Şimdi bazıları diyor ki “Allah bize yakın ama biz ona yakın mıyız?” Allah Allah.
ve huve meakum eyne mâ kuntum
“Siz nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”(Hadid 57/4) Ha sen yaptığın amellerle Cenab-u Hakk’tan uzak olabilirsin. O zaman gayret et. Ama bu Allah’ın senin sesini duymadığı manasına hiçbir zaman için gelmez. Gayret edersin kendini düzeltirsin.
Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb
“Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben onlara yakınım.”
ucîbu da’veted dâi izâ deân
“Dua eden bana dua ettiği zaman duasına karşılık veririm.”
fel yestecîbû lî
“Onlar da bana karşılık versinler.” Yani insanlar Allah bana herşeyi versin de emir vermesin havasındadırlar. Tamam Allah sana herşeyi verir ama emir de verir. Sen şimdi seni geçindirip geçindiremeyeceğini bilmediğin, yada zar zor geçinecceğini bildiğin bir maaş için bir ay uğraşıyorsun. Patronunu memnun etmeye çalışıyorsun. E herşeyini borçlu olduğun Allah-u Teala’yı memnun etmek için niye az bir uğraşı vermiyorsun? Yani bu akıl mantık işi değil.
vel yu’minû bî
“Bana inansın, güvensinler.”
leallehum yerşudûn
“Belki olgunlaşırlar.” Şimdi burada Allah-u Teala diyor ki “Onların çağrısına ben cevap veririm.” Şimdi birçok kimse burada yanılıyor. Servet millet uyumaya başadı, şey çay getirsin söyle de… Ya da siz söyleyin. Bak burada beni de uyutacaklar yani şey değil. Şimdi diyor ki “Allah’a dua ediyorum duamı kabul etmiyor.” Ya kardeşim bir düşün, dedin ki “Ya Rabbi sağlığım bozuldu sağlığıma kavuştur.” Kavuştun, tamam. “Ya Rabbi param yok.” Paran oldu. “Ya Rabbi şuyum yok.” Oldu. “Buyum yok.” Oldu. E burası dünya olur mu o zaman? O zaman imtihanın bir anlamı olmaz ki. Yani öğrencinin sene başında “Ya hocam beni sıkıntıya sokma, şimdiden bana sınıf geçir, bu iş bitsin” demesi gibi birşey değil mi? Şimdi Allah-u Teala imtihan da edecek, isteklerimizi de kabul edecek. İkisini de yapacak. Onun için diyor ki
Vesteînû bis sabri ves salât (Bakara 2/45)
“Müminler, Allah’tan yardım isteyin.” Ama nasıl? “Sabır göstererek ve namaz kılarak.” “Sabırla ve namazla” ya da “duayla Allah’tan yardım isteyin.” Sabır göstereceksin çünkü Cenab-u Hakk seni sıkıntılardan geçirecektir. Yani burası imtihan dünyasıdır. Şimdi hoca der ki “Çalış, ben de geçireyim. Zamanı geldiğinde geçiririm.” Her şeyin bir zamanı var. O zamanı geldiğinde Allah-u Teala’nın senin duanı kabul ettiğini göreceksin. Ama Allah seni imtihandan da geçirir. Fakat yine bu dua konusunda bir iki ayet daha okuyalım. Şimdi Allah-u Teala diyor ki
fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk
“İnsanlardan kimi der ki: Ya Rabbi bana bu dünyada ver.” İşte “bize bu dünyada ver”. Yani Allah’a elini açar, Allah’tan dünyalık ister. “onun ahirette alacağı payı yoktur.” Çünkü ahiretle ilgili birşey istemiyor.
Ve minhum men yekûlu
“İnsanlardan kimi de şöyle söyler:”
rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr
Her namazda okuduğumuz dua: “Ya Rabbi bize bu dünyada bir güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru derler.” Bu okuduğum ayet Bakara Suresi’nin iki yüz birinci ayeti. Yani dünyayı da ister ahireti de ister ve cehennem azabından beni koru der. Peki ne elde edecek bu?
Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû
“Bunların her birinin kazançlarından bir payı vardır.” Sadece sözle olmaz. Duanı yapacaksın, ama Allah’ın emirlerini de yerine getireceksin. Şimdi bu dünyada güzellik ver dedin, çalışacaksın. Hem bu dünyada güzellik iste, hem çalış. Ahirette güzellik ver dedin. Ahiret için çalış. Hem iste, hem çalış. Yalnız dünyayı isteyenin de çalıştığından başka elde edeceği bir şey yoktur, hem dünyayı hem de ahireti isteyenin de çalıştığından başka elde edeceği birşey yoktur. Demek ki sadece oturup dua etmek de olmuyor. Onun için gerekli gayreti göstermek mecburiyetindeyiz. Çalışacağız.
Katılımcı:
Hoca: Evet
Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum
“Sizin duanız olmazsa Cenab-u Hakk size ne için değer versin?” (Furkan 25/77)
Şimdi bir de şu Hacc Suresi’nin on beşinci ayetini, onbir oniki onüç ondört onbeş. Onları bir bu akşam, bu vesileyle hatırlamış olalım bir tekrar. Hacc, yirmi ikinci sure. Burada Allah-u Teala şöyle diyor:
Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf
“Kimi insanlar Allah’a kıyıda kulluk ederler.” Ya bazı kimseler öyle bir noktada bulunurlar ki, kaçabilsinler de bir tarafa. Hatta aman benim kimliğim belli olmasın derler. Aman ben anlaşılmayım derler. Çünkü her an öbür tarafa doğru meyledeceklerdir. İnsanlardan kimi böyle kıyıda Allah’a ibadet eder. (Galiba gelenlere yol gösterir) O masada da yerler var. Tamam. Kimi insanlar Allah’a kıyıda ibadet ederler, kulluk ederler.
fe in asâbehu hayrunıtmeenne bih
“Eğer eline bir imkan geçerse onla tatmin olur, rahatlar.” Allah’a şükür işlerim iyi, işte namazımda niyazımdayım. Herşey tamam. Yani işleri iyiyse, kulluğa devam!
ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî
Orada boş yer var. Şu karşıda boş yer var bak. Şu sizin yanınızda bak, şeyleri kaldırın. Kaç dakika oturacaksın öyle?..
Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf
“Kimi insanlar Allah’a kıyıda ibadet ederler.”
fe in asâbehu hayrunıtmeenne bih
“Eğer eline bir imkan geçerse onunla mutlu olur.”
ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî
“Ama başına bir sıkıntı geldi mi, yüzüstü geriye döner.” Şimdi yüzüstü geriye dönmesi nasıl? Şimdi, yani işleri iyi gidiyor, adam beş vakit namazını kılıyor… Oh, dört dörtlük müslüman. Hacca gidiyor, Umre’ye gidiyor falan… Şimdi işleri bozulmaya başladığı zaman adam namazı mı bırakıyor? “Yüzüstü geriye döner” diyor diye ayet-i kerime? Hayır namazını falan bırakmaz. Ya ne yapar? Ne yaptığını Allah anlatıyor burada.
hasired dunyâ vel âhıreh
Yani “Öyle bir şekilde gerisin geri döner ki; dünya da gider, ahiret de gider.” Namazını falan bırakmadan yani olur.
zâlike huvel husrânul mubîn
“Bu apaçık bir zarardır.” Ne yapar da dünyasını da ahiretini de kaybeder?
Yed’û min dûnillâhi mâ lâ yedurruhû ve mâ lâ yenfeuh
“Bu defa Allahla kendi arasında kendisine faydası da zararı da olmayacak birisinden yardım ister.” Ne yapar, mesela İstanbul’da? Hemen Eyüp Sultan’a koşar.
-Katılımcı: Telli Baba’ya gider.
Hoca: Telli Baba’ya gider. Bilmemneye… İşi bozuldu ya.
Katılımcı: Hocam hızını alamayıp “azizler”e bile gidenler var yani, hıristiyan azizlere..
Hocam: Onlar çok fazla hızlılar demek ki…
Yani dünyasının da ahiretinin de kaybolması… “Namazını terk eder” demiyor bakın. Hemen doğru soluğu Eyüp Sultan’da alır. Niye Eyüp Sultan diyoruz? Çünkü diyor ki, öyle bir şeyi yardıma çağırır ki: “Kendine ne zararı olur, ne faydası olur” Ölmüş bir insan. İnsana ne bir fayda verebilir, ne de zarar verebilir. Gider onu yardıma çağırır. “Yukarıdakiyle aram bozuldu, aman sen düzelt.” Bu, bu anlamda değil mi gitmeleri? Şimdi işi düzelmez, bu defa ne yapar? Bu defa da o Allah’a yakın bildiği insanlara gider. Yani işte, Belediye Başkanıyla eğer işi var, Belediye Başkanı’nı tanıyanlara gider ya onun gibi. “Aman işte Başkanla senin aran iyidir, şu işimi bir görüver” der. Ondan sonra oradan kalkar gider, falanca efendiye. Burada da ifade, şimdi Allah’ın kelamını çok ciddi biçimde düşündüğünüz zaman herşey ortaya çıkıyor.
“Yed’u” “çağırır.” “Le men” Burada men var; “canlı kişi, akıllı kişi”. Daha önce “ma” idi; yani “ölü, cansız bir varlık”. Şimdi men.
Yed’û le men darruhû akrabu min nef’ıh
“Bu defa bir kişiye gider…” İşte bu evliya, bu Allah dostu, bu bilmemne falan diye… “Onu yardıma çağırır.” Aman onun bir duasını alalım işlerimiz düzelir. Ama onun zararı, faydasından daha yakındır. Çünkü o der ki “gel önce, benden bir el al” der. “Bizim cemaate gir”… İşte şunu şunu yap… Bir de birşeyler görelim senden, hadi bakalım, elini bir cebine at… Öyle bir kişiyi yardıma çağırır ki zararı kesin, ama faydası olup olmayacağı belli değil. Arkasından ne diyor Allah
le bi’sel mevlâ
“Ne kötü dost!”
ve le bi’sel aşîr
“Ve ne kötü bir cemaat!” Çünkü o cemaate üye oluyor ya.
İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihât
“Allah inanan ve iyi işler yapanları sokar.”
cennâtin tecrî min tahtihel enhâr
“İçinden ırmaklar akan cennetlere.”
innallâhe yef’alu mâ yurîd
“Allah ne isterse onu yapar.” Yani kuralları Allah koyar. Şimdi burada insanlar diyebilirler ki, “canım ne olacak sanki, işte Eyüp Sultan da Allah’ın sevdiği bir kul, onu ziyaret edip de araya koymakla ne olacak?..” Yok beyler, kuralı Allah koyar. Hiç de ne olacak demeyin. Eğer Eyüp Sultan sizin Cenab-u Hakkla ilişkilerinizi düzenleyebilecek, ve o konuda yetki sahibi biri olsa hiçbiriniz artık Allah’ı düşünmezsiniz! Buna inananların aklına, Allah çok nadiren gelir. Zaten bütün müşrikler de böyledir.
Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhırah
Şimdi bu insan Eyüp Sultan’a gitti, işi görülmedi, işler düzelmedi. Gitti işte, ağzı dualı, Allah dostu dediği insanlara gene işleri bozuk. Bu defa gidecek yer kalmadı, değil mi? Artık bir tek gidecek yeri var. Neresi?
Katılımcı: Allah
Hoca: Taha söyle: Boğaz köprüsü.
Katılımcı2: Hocam bu Hırka-i Şerif olayı…
Hocam: Neyse, şu konuyu bir karıştırmayalım. Konuları karıştırmayalaım.
Katılımcı3: Son çare olarak Allah’ı deneyenler de var.
Hocam: Şimdi bak Allah gösteriyor, o şimdi şeyden gelmiyor ki, daha önce ibadet eden bir insan. Gene de namazlarını kılan bir insan. Ama araya başkalarını koyuyor.
Men kâne yezunnu
Artık orada da şey yaptı, yani daha artık Allah bana yardım etmez dedi. Adam büsbütün…
Katılımcı: Küfür
Hoca: …ümitsiz hale geldi. Tabi küfür bu. Allah’tan ümidi kesmek.
Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhırah
“Kim böyle bir duruma gelir, Allah kendisine dünyada da ahirette de yardım etmeyecektir diye bir kanaate varırsa, bu kanaat yanlıştır.”
felyemdud bi sebebin iles semâ
“Bir sebebe dayanarak ellerini göğe açsın.” O sebep neydi az önce ayette okuduk. “İsteıynu bis sabri ves salah” Sabır göstereceksin, ve namaz kılacaksın. Namazda dua edeceksin. Ama ellerini göğe açacaksın.
summel yakta’
“Öbürleri ile ilişkiyi derhal kessin.” Buradaki “summe” sonra manasında değil, derhal manasında. “Öbürleri ile ilişkiyi derhal kessin”
felyenzur
“O zaman baksın bakalım”
hel yuzhibennekeyduhu mâ yagîz
“Girdiği bu çözüm onun can sıkıntısını gideriyor mu, gidermiyor mu” Bir kere ilk önce rahatlayacaktır. Elini Allah’a açsın. Diğerleri ile ilişkiyi derhal kessin. O zaman baksın bakalım problemi çözülüyor mu yoksa çözülmüyor mu. Etrafımızda böyle insanlar var mı? Evet… Ama bunu her defasında söylemek zorundayız. Asırlar içerisinde müslümanlık öyle bir hale gelmiş ki, Kur’an-ı Kerim’in şirkle ilgili ayetleri, yani bu konularla ilgili ayetleri bir şekilde üstü örtülmüş, ya da parçalanmış. Şimdi siz hepiniz elinizdeki meallerle, mealleri okuyun bakayım bu anlattıklarımı orada görebilecek misiniz…
Katılımcı: Hocam burada metin kadar parantez var zaten.
Katılımcı2: “Ona” dediği “Resulune” diye…
Hocam: Resul diye birşey yok zaten bu surede. Şimdi gerçekten bir hilkat garibesidir! Peki siz bu manayı nereden buldunuz derseniz, bizim bu verdiğimiz manayı veren bir tek tefsir bulamazsınız. Yani ne kadar… Belki, belki kütüphanelerde kimsenin okumadığı tefsirlerde olabilir. Çünkü bu bizim, ellerimizde okuduğumuz kitapların çoğusu resmi kitaplardır. Yani devlete yakınlığı olan adamların yazdıkları kitaplardır. Yöneticileri rahatsız edecek şeyi yapmaz. Yöneticiler, körü körüne kendilerine bağlı vatandaş isterler. Aklını çalıştıran, öyle kişiliği olan insanlardan pek hoşlanmazlar. Onun için insanları o hale getirecek ilim adamlarını da beslerler. Ve meşhur ederler.
Şimdi mesela şu tefsirlere bakarsanız görürsünüz. Onbirinci ayetle onikinci ayeti aynı saymışlardır. Sanki biri diğerinin tekrarı gibi kabul etmişlerdir. Oradaki benim size anlattığım “men” ve “ma”… İşte o onikiyle onüçüncü ayet. Onu aynı saymışlardır. Ve “men” ve “ma” farkını görmezlikten gelmişlerdir. Üstteki ayetlerle bu iki ayetin ilişkisini koparmışlardır. En alttaki ayet de bir hilkat garibesi haline gelmiştir! Şimdi bakın ne yazıyor. Yani problemin büyüklüğünü görelim de… Bundan sonra her derste tekrarlayacağım, hepinize hepimize vazifedir. Bunlar burada kalmamalı. Bunu daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için herkesin elinden ne geliyorsa yapmalı. Yani bir kişiye duyurabilen bir kişiye, iki kişiye duyurabilen iki kişiye, imkanları… Herkes imkanları ölçüsünde. Şu yapılan faaliyetlerin daha çok kimseye duyurulması için birşeyler yapması lazım. Benim bu söylediğim şahsımla ilgili bir istek mi değil mi, onu şimdi okuyacağımız mealden anlarsınız. Ben kendi önümdeki mealden ki bu “Diyanet. Türkiye Diyanet Vakfı” tarafından basılmış olan, şeyde de, Suudi Arabistan’da da hacılara en çok dağıtılan meal. Ve hala orada olan. İşte Ali Özek, Hayrettin Karaman, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, şu anda İstanbul Müftüsü olan arkadışımız, Sadrettin Gümüş, ve Ali Turgut. Allah rahmet eylesin, o arkadaşımız vefat etmişti. Bunlar tarafından hazırlanmış olan meal. Ve bu meal Suudi Arabistan’da da birkaç kere gözden geçirildi. Buradan arkadaşlar gittiler, şey yaptılar. Şimdi dinleyin bakalım…
“Her kim, Allah’ın, dünya ve ahirette ona (Resûlüne) asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise,” Şimdi kim böyle düşünebilir? Allah dünya ve ahirette Peygamberine asla yardım etmez. Kim düşünebilir?
Katılımcı1: Müslüman olmayanlar
Katılımcı2: Müslüman olmayanlar.
Hoca: Ebu Cehil diyelim, öyle diyelim. Yani konuyu anlayabilmemiz için. Ebu Cehil. Böyle değil mi? Çünkü Peygamberi hak yolda görmüyor, batıl görüyor. “Allah sana niye yardım etsin ki” diyor. Çünkü Ebu Cehil Allah’ı hiçbir zaman inkar etmiş değil ki. “Allah buna dünyada, ahirette asla yardım etmez.” Şimdi Ebu Cehil’i şöyle oturtalım şuraya, o kanaatte. Şimdi böyle ise… Ha bu mealden okuyacaktım, bir daha metne gittim.
“(Allah ona yardım ettiğine göre) artık o kimse tavana bir ip atsın;” Şimdi Ebu Cehil’e diyeceğiz ki, tavana bir ip at. Atacak. “(boğazına geçirsin);” Geçir. Niye geçirecek? Allah Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yardım etmeyecek. Allah Allah… Yahu etmeyecekse ben niye kendimi intihar edeyim kardeşim? Ne yapar? Bir ziyafet verir. Öyle yapmaz mı Mecit Bey? “sonra da (ayağını yerden) kessin!” Şimdi oradan ipi tavana asıyor, boğazına bağlıyor, ayağını yerden kesiyor. Şimdi esas en gülünç tarafına geldik: “Şimdi bu kimse baksın!” Şimdi, adam öldü gitti… “Şimdi baksın” diyecek, dönüp bakacak. Hadi bak bakalım. “Acaba, hilesi” Bu hileymiş. Allah Allah… Bir adam kendini hile için intihar eder mi? “Acaba hilesi (bu yaptığı), öfke duyduğu şeyi (Allah’ın Peygamber’e yardımını) gerçekten engelleyecek mi?” Allah Peygamberi’ne… Yani Allah aşkına buradan ne anlaşılıyor? Birşey anladınız mı? Sadece güldünüz.
Katılımcı: Şimdiye kadar birşey anlamadım..
Hayır siz, şeye ölünceye kadar oku bakayım birşey anlayacak mısın? Şimdiye kadar değil, bundan sonra da oku. Ve çok çirkin şeyler anlaşılıyor değil mi? Bazılarında da “Göğe bir ip uzatsın” var! Seninkinde ne yazılı?
Katılımcı: Aynı meal.
Servet Hoca: “Semaya bir ip uzatsın.”
Hoca: Hah bu da, şey, Elmalı’nın meali. Elmalı ne demiş bak. Çünkü bu konuda ne kadar tefsir varsa hepsi aynı. Yani iki türlü mana veriyorlar, birisi böyle mana veriyor, birisi Elmalı’nın verdiği gibi veriyor. “Her kim ona…” Bir tek şey, Muhammed Esed’in bir farklı meali vardı, Esed’in meali varsa onu da okuyalım. “Her kim, ona Allah dünyada ve ahırette aslâ yardım etmez zannediyorsa…” Şimdi her kim ona… “ona”nın kim olduğunu yazmamış buraya. “Allah dünyada ve ahırette aslâ yardım etmez zannediyorsa…” diyelim ki kendisi, “Allah bana dünyada ve ahirette asla yardım etmez.” Şimdi, sıkı durun bakın! “hemen Semâya bir ip uzatsın” Biriniz göğe bir ip uzatın bakalım…
Katılımcı: Durmaz ki…
Hoca: Öyle diyor. Şimdi bir de, bu yanlışlıklar haşa Allah’a mal ediliyor ya, “olmaz ki” dediğin zaman, sus kafir olursun diyecek karşındaki… “Göğe bir ip uzatsın. sonra nefesini kessin.” Göğe uzatıyor ve nefesini kesiyor. E ondan sonra? “baksın ki hilesi öfkesini giderecek mi?” Hangi hileden? Ne anladınız?
Katılımcı: Hiçbir şey.
Hoca: Sadece güldünüz. Sadece güldünüz. Şimdi bak… Şimdi Esed’in mealinde bir farklılık var, onu okuyorum.
“Kim ki Allah’ın, kendisine” Bu kendisine dedi hiç olmazsa… “bu dünyada da, ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa, göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin” Bu ne demek? “Göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin…” Yani şeyde samanyolundan değil de, çöpyolundan gitsin… Başka bir yolla ulaşmak ne demek?
Katılımcı: Araya aracı koymak.
Hoca: Araya aracı koymaktır işte, başka ne akla gelir ki?
Servet Hoca: Belki “Aracıları çıkarsın” anlamıyla… Yukarıda aracı koymuştu ya.
Hoca: Hayır yukarısını… Bakalım yukarıda aracı diye tercüme etmiş mi? Bakalım hele… Mesela onbir ve onikinci ayetlerde nasıl mana vermiş. Yok oniki ve onüçüncü ayetlere…
“Allah yerine, kendisine ne zarar ne de yarar sağlayabilen şeylere yalvarıp yakarır; düşülebilecek en vahim sapıklık da zaten budur.
(Bazen de) kendisine zararı yararından çok olacak olan kimseye, (bir başka insana) yalvarıp yakarır: gerçekten de, bu ne kötü efendi ve bu ne kötü uyruk!” (Servet Hoca’ya) Şimdi bir şey anladın mı?
“Kim ki Allah’ın kendisine bu dünyada da, ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa, göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol katetsin;” Nasıl katedecekse? “ve böylece görsün, bakalım, bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı?” Nasıl hile? Ne demek? Şimdi bak senin dediğin de olması artık mümkün değil yani. Sonuç itibariyle. Peki bu derece büyük hata nereden kaynaklanıyor? Onun tabi bir sürü usul hataları var.
Şimdi haklı mıymışım herkes elinden geleni, gayreti gösterip… Bunu bütün, bunu bütün İslam alemine bildirmek lazım.
Katılımcı: Anlaşılmıyor. Doğrusunun anlatılması lazım.
Hoca: İlk önce doğrusunu anlattım ya. Bir daha anlatacağım. Bir daha anlatırım, bir daha anlatırım. Ben önce doğrusunu anlattım, sonra yanlışlarını anlattım. Onun için demek ki unutuldu, doğrusunu, tekrar anlatırım.
Katılımcı: Yeni geldim…
Hoca: Ha yeni geldiniz siz. Oldu, bir daha anlatacağım. Ama şimdi en büyük bombayı patlatıyorum şimdi dinleyin bakın. Onbeşinci ayete verilen meali dinlediniz. Onaltıncı ayet ne? “İşte böylece, onu açık açık ayetler halinde indirdik.” Şimdi siz bu mealle, yani bir kafir size geliyor, şurayı bana bir anlat bakalım diyor. Anlatabilir misiniz? Bu mealle gelecek. Ondan sonra diyecek ki “bak açık açık ayet bu. Sizi kandırıyorlar kardeşim. Uyumayın.” dese ne cevap vereceksin? Yapacağınız tek şey, cevap veremediğiniz için bir yumruk indirmektir başka birşey yok.
Katılımcı: Size getiririm ben de…
Hoca: Efendim?
Katılımcı: O adamı size getiririm.
Hoca: O adamı bize kaç kişi getirir?.. “Açık ayet buysa…” diyecek adam değil mi? İşte buyur hani açık ayetti? Onun için problem çok büyük. Şimdi tekrar bir şey yapayım, özetini.
“İnsanların kimisi Cenab-u Hakk’a kıyıda ibadet eder.” İşleri iyi giderse tamam, problem yok. Ama eğer Allah onu bir sıkıntıya, bir imtihana sokarsa, bu defa tersine döner. Yani Allah’ın halis kulu olmaktan çıkar, çünkü Allah’ı şikayete çıkar sağa sola. “Gider” diyor Allah, “kendisine zarar da menfaat da vermeyecek birini yardıma çağırır.” Mesela Eyüp Sultan’a gider kabirden, der ki işte “yukarısıyla aram bozuldu, aman işte sen araya gider de birşeyler et.” falan. Orada gene işleri düzelmez… Sonra diyor ki Allah “Bu çok açık bir sapıklıktır” diyor. Ondan sonra da gider, işte Allah dostu bildiği birisine, ona yamanmaya çalışır. Öyle bir kimseyi yardıma çağırır ki, aman işte sen bizim aramızı düzelt diye, bunun zararı faydasından daha yakındır. Ve onun cemaatine girer. “Bu” diyor, “bu ne kötü dost”. Çünkü bu bizim efendimizdir derler ya ondan sonra, hatta Araplar mevlana derler, burada da mevla kelimesi var; efendimiz. “Bu ne kötü bir efendi ve bu ne kötü bir cemaat üyeliğidir” “Allah inanan ve iyi işler yapanları içlerinden ormaklar akan cennetlere sokar, Allah istediğini yapar.” Yani kuralları Allah koyar. Burada siz kendi kafanıza göre “canım ne olacak” diyemezsiniz. Yorumlar yapamazsınız, bu böyle. Şimdi esas o şey, az önce mealini okuduğum ayeti tekrar okuyayım.
Men kâne yezunnu
Şimdi bu adam Eyüp Sultan’a gitti bir sonuç alamadı. İşler hala iyi değil. Allah dostu bildiği kişilere gitti bir şey alamadı. Artık daha gideceği yer kalmadı. “Olmuyor kardeşim, olmuyor, olmuyor!” deyip duracak işte… İyice bunalacak.
Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhırah
“Kim Allah kendisine dünyada da ahirette de yardım etmeyecek zannına kapılırsa, bu yanlış bir zandır.”
felyemdud bi sebebin iles semâ
“Bir sebebe dayanarak ellerini semaya açsın”
“Yüzünün göğe dönüp durduğunu görüyoruz” diye… Yani ayetleri ayetlerle açıklarsanız, yani bizim o açıklamaya ulaşmamızı sağlayan ayeti ayetle açıklamamızdır. Öbürlerini sıkıntıya sokan da kendi gayretleriyle açıklamalarıdır.
Katılımcı: Sebep kelimesini hocam firavun’da kullanıyor ya Mümin Suresi’nde Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb (Mümin 40/36)
Hoca: Sebep yol manasına da geliyor tabi. Ama sebep daha da genel bir manadır. “fe etbea sebeba” Yani ayetlere baktığınız zaman problem kalmıyor. “Bir sebeple”, o sebebi de zaten Allah anlatıyor “Namazla ve sabırla benden yardım isteyin”(Bakara 2/45) diyor başka ayetlerde. “Elini göğe açsın, sonra diğer ilişkilerini derhal kessin.” Öyle gidip kabire, bilmem falan efendiye gidip de onları Allahla kendi arasına koymasın, onlarla ilişkiyi kessin, yalnız Allah’a yönelsin. “İşte o zaman baksın bakalım başvurduğu bu çare kendi içini daraltan, bunaltan şeyi giderecek mi, gidermeyecek mi.” Şimdi anlaşıldı mı? Efendim?
Katılımcı: Çok güzel anlaşıldı.
Hoca: Tamam.
Katılımcı: Az önce bir televizyon kanalında, hem şunu dediler işte “diyanet de diyor türbeler yanlış”. Bir iki türbe görüntüsü gösterdi. Fakat bu açıklamayı cesaretle yapamayınca kendi söylediklerini de inkar ediyorlar. “Hiç azalma da yok diyorlar.” Orada diyanet “günah” diyor ama, işte sebep olarak değil. Oradan birşey istemeyin diye de söylüyorlar. O zaman oradaki insanlara sorsanız, hiçbiri “biz ondan istemiyoruz” diyor ya… Dolayısıyla yine aynı oranda doluluk var yani.
Hoca: Şimdi türbelerin yanlışlığını söylemenin bir usulü var, adabı var. Onu biz kendi sözlerimizle söylersek olmaz. Allah’ın kelamıyla söylememiz lazım. Benim burada size göstermek istediğim şu. Bu, bakın bu konuyu çok güzel anlatan ayetler… Bunlar peşpeşe değil mi? Meallerde öyle bir hale gelmiş ki buradan bunu anlama imkanınız yok. Yanlış mı?
Katılımcı: Doğru, zaten…
Hoca: Sen gelmişsin birtakım hocalardan bahsediyorsun, onlar da buradan besleniyorlar kardeşim. Yani en iyisi buradan besleniyor. Ki bunu okuyanlar da parmakla gösterilecek kadar az. Kur’an-ı Kerim mealini okusalar, yani bir yerde yanlış anladıklarını bir başka yerde düzeltirler, onu da okumuyorlar. Ama ben yani şunu şaşkınlıkla görüyorum; bakıyorsunuz ki “dua” kelimesinin yerine “ibadet” manası şey yapmışlar, vermişler. Belki, oniki ve onüçüncü ayetlerde ibadet kelimesini kullanan var mı meallerinize bakar mısınız? Yani onikinci ayete yalvarma yerine ibadet…
Yahya Hoca: “Tapar” demiş…
Hoca: Tapma, bak gördünüz mü? Bir okur musun o meali?
Yahya Hoca: “O, Allah’ı bırakıp kendisine zarar da veremeyen, fayda da veremeyen şeye tapar.”
Hoca: E buyur şimdi. Nasıl anlayacaksın?
Katılımcı: “yalvarır” diyor.
Hoca: “Yalvarır” da var, “tapar” da var. Yani işte burada yapılan, hadi bunu gene en azından hata diyelim, çünkü hesabını Cenab-u Hakk’a verecekler bize değil, kasıtlı mı kasıtsız mı biz onu ölçecek durumda değiliz. Ama bunu, bunları bütün dünyaya bildirmek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde müslümanların iflah olması… İşte o türbelere şunlara bunlara gidenleri azaltmak mümkün olmaz. Ancak Allah’ın kelamıyla azaltabilirsiniz.
Katılımcı: Hocam bu mücadele nasıl yapılacak? Ben öyle şeyler görüyorum ki… (tam anlaşılmıyor 45:31)
Hoca: Neyse bu mücadeleyi işte böyle doğru vereceksin. Peygamberler nasıl yapmışsa öyle yapacaksın.
Katılımcı: Bir de Ahkaf dört-altı.
Hoca: Evet, onu şimdi değil. Asıl konumuz şey, oruç konusu. Onun için… Ahkaf Suresi’nin ayetlerini de ne hale getirdiklerini zaten yazmıştık şeyde.
Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum
“Oruçlu bulunduğunuz günlerin gecesinde, eşlerinizle ilişkide bulunmanız size helal kılınmıştır.”
Katılımcı: Hocam burada “refes”… (anlaşılmıyor: 46:38) Hani hacla ilgili ayetlerde de geçiyor ya…
Hoca: Şimdi burada, burada refes kelimesi, “ila” harfi cerr-i ile kullanılmış, orada başka şekilde kullanılmış. “refes” kelimesi esasen cinsel çağrışımlar taşıyan sözlerdir. Burada mecazen “cinsel ilişki” anlamında geliyor, orada “çirkin söz” manasına geliyor.
“Oruçlu bulunduğunuz günlerin gecesinde, eşlerinizle ilişkide bulunmak size helal kılınmıştır.”
hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun
“Siz onlar için bir elbise, onlar da sizin için bir elbisedir.” Elbise insanı sıcaktan soğuktan korur, ve güzel gösterir. Karı koca da birbiri için böyle sıcaktan soğuktan koruyan birer elbise, ve birbirini güzel, ya da çirkin de gösterebilir tabi… Elbise var, elbise var. Koruyan elbise var, korumayan elbise var. Yani biri diğerinin elbisesidir.
Katılımcı: Tene en yakın kumaş gibi algılanabilir mi?
Hoca: Tamam tene en yakın kumaş gibi de algılayabilirsin.
Şimdi yahudilikte ve hıristiyanlıkta oruç tutarken, iftarla, güneş batınca iftar etmiyorlar, yıldızların gözükmesini bekliyorlar. Yıldızlar gözükünce iftar ediyorlar. Batı ufkundaki kızıllık kaybolunca da oruca başlıyorlar. Yani şimdi şu saatte oruca başlamış olmaları gerekiyordu yahudi ve hıristiyanların. İftarı bizden daha geç ediyorlar, oruca bizden erken başlıyorlar. Onun için Peygamber Efendimiz diyor ki “Allah-u Teala’ya en sevimli kul, iftarını en çabuk yapandır.” (Tirmizî, Savm 13) Çünkü yahudi ve hıristiyana benzememiş oluyoruz. “Sahur yapın” diyor. “Ehl-i Kitabla bizim aramıdaki fark sahur yemeğidir.”(Müslim, Sıyâm 46. Ayrýca bk. Ebû Dâvûd, Savm 15; Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27 ) Çünkü onlarda sahur yok. Şimdi oruca ilk başlanınca, biliyorsunuz Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri Allah-u Teala eski Kitaplarda neyi emretmişse, yeni Kitabta da onu emretmiş. Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan
“Nuh’a neyi emretmişse, size de bu dinde onu şeriat kılmıştır.”(Şura 42/13) Dolayısıyla Allah orucu farz kıldıysa müslümanlar orucu yahudilerin tuttuğu gibi tutarlar normal olarak. Zaten hıristiyanlar da yahudilerin tuttuğu gibi tutuyor. E yatsı olduğu zaman artık oruca başlamak lazım. Ama eşlerinden uzak kalamayanlar oluyor tabi bu arada.
alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum
“Allah biliyor ki siz kendinize hainlik yapıyorsunuz” Yani öyle gizli gizli işler yapıyorsunuz ki ortaya çıkıp da söyleyemezsiniz. Birisi görse… Çünkü hainlik, çaktırmadan kötülük yapmaktır. Çaktırdığın zaman zaten ona hainlik denmez, başka bir isim kullanılır. Yani kendi kendinizi sıkıntıya sokacak, kötü duruma düşürecek işler yapıyorsunuz.
fe tâbe aleykum ve afâ ankum
“Ama Allah sizi bağışlamıştır”
fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum
“Şimdi onlarla ilişkide bulunabilirsiniz.” Şimdi burada bir nesih var. Nesh yani esas manasıyla… Nesh var. Nasıl bir nesih? Kur’an-ı Kerim’in bu ayeti, işte az önce anlattığım yahudi ve hıristiyanlarda bulunan oruç şeklini neshetmiş oluyor. Çünkü Allah-u Teala diyor ki
Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ
“Biz bir ayeti nesheder ya da unutturursak, ya onun dengini getiririz, ya da daha hayırlısını getiririz.” Şimdi Kur’an-ı Kerim önceki Kitabların taşıdığı hükümleri taşıdığı için, Kur’an-ı Kerim’in çok büyük bir bölümü misli ile nesihtir. Yani nesih, istinsah, nüsha çıkarmak, Türkçemizde nüsha çıkarma deniyor. Ya da şimdi fotokopisini çekmek deniyor. Yeni bir nüsha yapmak… Şimdi Allah-u Teala’nın indirdiği Kitabların son nüshası bu. İşte bu son nüsha içerisinde önceki Kitablarda da olan ayetler aynen varsa gene nesihtir. Nasıl nesih? Misli ile nesih. Çünkü ne’ti bi hayrin minhâ diyor ayet. Misli ile nesih de var, “hayrum minha”sı ile nesih de var. Peki buradaki nesih ne? “hayrum minha”sı ile nesih. Daha hayırlısı ile nesih. Yani çok kısa sürede birşeyler yediyseniz yediniz, eşinizle ilişkiye girdiyseniz girdiniz, ondan sonra oruca tekrar başlayacaksınız. Ama Allah-u Teala burada bir rahatlama getiriyor Son Peygamber ümmetine. Ne diyor?
fel âne bâşirûhunne
“Şimdi onlarla ilişkide bulunabilirsiniz.”
vebtegû mâ keteballâhu lekum
“Allah’ın sizin için yazdığını arayın.” Yani eşinizle birlikte olduğunuz zaman evlat edinme arzusuyla olun.
ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr
“Yiyin için. Doğu tarafından siyah hat beyaz hattan size göre kesin olarak ayırt edilinceye kadar yemeye içmeye devam edin.” Şimdi doğu ufkunda sabahleyin bir şafak sökmesi olayı vardır. Orada ışıklar ortaya çıkar. Orta kısım hafifçe yüksek olur. İki tarafa doğru uzar. Aşağısı kara parçasıdır. Adı gibi karadır. Yani “kara hat”tı meydana getirir. Çünkü karalar daha geç aydınlanıyor, gökyüzü daha erken aydınlanıyor. O ufukla sizin aranızda bulunan bölgede uzunlamasına giden bir kara çizgi meydana gelir, “hat” meydana gelir. Ufkun üzerinde de, ufuk dediğimiz gökle yerin birleştiği yerdir, ufkun üzerinde de enine uzanan bir beyaz çizgi vardır. Çünkü güneşin gelen aydınlığı… İşte “size göre net bir şekilde ayırt edilinceye kadar yemeye içmeye devam edin.” Şimdi burada da müslümanlar çok büyük bir yanlış içerisindeler. Oruç tutuyorsunuz, sahurda ezan okunduğu zaman lütfen çıkın bakın. Ezan okunduktan kırk dakika sonrasına kadar bakın. Bakın ki bu dediğimi görebiliyor musunuz…
Katılımcı: İstanbul’da gözükür mü?
Hoca: İstanbul’dan da gözükür. O çok, çünkü kuvvetli bir ışık olduğu için her yerden gözükür. Sadece ufukta şey bulutları varsa, yağmur bulutları varsa o zaman gözükmez. Şimdi burada da çok çok büyük bir hata var. Müslümanlara gece yarısından oruç tutturuyorlar. Bunun sebebi ne? Bunun sebebi, Ahmet Muhtar Paşa’dır; Cenab-u Hakk günahlarını affeylesin. Osmanlı Paşalarından Ahmet Muhtar Paşa. Ahmet Muhtar Paşa ilk takvimi yapan kişidir. Takvim yaparken astronomi kurallarından istifade ederk yapmıştır. Yani Ahmet Muhtar Paşa’nın asıl hatası o. Şimdi astronomi ne yapıyor? (Fotoğraf makinesiyle gösterir) Şimdi şunu şey kabul edin, dünya kabul edin. Yani bulunduğumuz sahayı kabul edin, bulunduğumuz bölgeyi kabul edin; mesela İstanbul gibi düşünün. Atmosfer bunun üst tarafında kalınca bir tabaka değil mi? Astronomi gök cisimleri ile ilgili ilim dalıdır. Astronomi alimleri dünyadan gök cisimlerini gözlerler. Ama güneş ışınları atmosferin üst tabakalarına geldiği an görüntü zayıflar ve kaybolur. Şimdi kendiniz de bakın; mesela şu dışarıya kuvvetli bir ışık olsun, arkasını göremezsiniz. Güneş de kuvvetli bir ışıktır. Şimdi astronomi için tan, yani bizim şafak dediğimiz, ona tan deniyor… Üç tane tan var; astronomik tan, notik tan, sivil tan. Astronomik tan, işte astronom alimlerinin ihtiyaç duydukları şeydir. Onlar atmosferin üst tabakalarına ışık geldiği an gözlemi bırakırlar. O ışık kaybolduğu zaman da gözleme başlarlar. O ışığa göre yatsıyı yapmıştı Ahmet Muhtar Paşa. Yatsıyı gecenin ortasında kılıyorduk. Gene bizim bir sürü itirazlarımızı dikkate almış diyanet, yatsıyı biraz çekti aşağıya doğru. Sabah namazı da gecenin çok ortasındaydı, biraz da bunu çekti aşağı doğru ama tam çekmedi. Şimdi o atmosferin üst tabakalarına ışık geldiği anı, Ahmet Muhtar Paşa şey kabul ediyor; gökle yerin birleştiği yere ışığın gelmesi olarak kabul ediyor. Halbuki seksen kilometre-doksan kilometre yukarıda o. O ışığın oradan aşağıya doğru inmesi kırk-elli dakikayı buluyor. Mevsime göre; bazen yarım saate indiği de oluyor. Ve bütün İslam aleminde böyle. Ben bunu hemen her yerde dile getirdim ama kimse duymadı. Bakalım; sözlerini yerine getirirlerse bugünler bir medya kuruluşu bunu haber yapacak. Sözde bugün geleceklerdi gelmediler, artık bakalım…
Katılımcı: Şu anda ezan okunur okunmaz millet bir de namaz kılıyor. O teheccüd oluyor…
Hoca: Ha bir de millet namaz kılıyor, teheccüd namazı kılıyorlar. Evet. Hem gecenin ortasından yeme içmeyi kesiyor millet, hem de namaz kılıyor. Şimdi ben kendi kendime “yahu bir namazının vaktini tayin edemeyen İslam aleminden ne beklenir yani?..”
Katılımcı: Hocam Ahmet Muhtar Paşa’dan önce ne yapılıyordu?
Hoca: Ahmet Muhtar Paşa’dan önce birşey yapılmıyor; müezzinler minareye çıkıyordu, gözlem yapıyorlardı. Sizin köyde yapıldığı gibi işte. Tan yerinin ağardığını görünce ezan okuyorlardı, herkes de…
Katılımcı: Takvim de olmadığı için?
Hoca: Hayır şeyler vardı, muvakkithaneler var. Mesela Kasımpaşa Muvakkithanesi’ni bilirsiniz, orada güneş saatleri vardır, gözlem…
Katılımcı2: Şeyde de var büyük bir caminin ortasında var… Neredeydi ya?
Katılımcı3: Kayseri’de.
Hoca: Üsküdar’da da vardır.
Katılımcı4: Laleli’deki camide var.
Hoca: Laleli’de vardır. Her yerde vardır her yerde.
Katılımcı5: Hocam çok çok eskiden demek ki zamanındaymış.
Hoca: Tabi eskiden zamanındaydı. Şimdi teknoloji ilerleyince milletin anasını ağlatmaya başladılar.
Katılımcı6: Hocam peki bu gece ne yapalım?..
Hoca: Vallahi ben bir kere prensip olarak güneşe bir saat kalıncaya kadar yemeye içmeye devam ediyorum.
Katılımcı6: Altıya kadar yiyorsunuz yani?
Hoca: Altı, neyse… Prensip olarak. Ondan biraz daha ileriye gidilir ama, gene bir ihtiyat payı bırakıyorum. Çünkü rasata her zaman çıkmak olmuyor. Ama güneşin doğuşuna bir saat kalana kadar. 1977’den beri böyle yapıyorum.
Katılımcı6: O zaman sizin sabah namazı vaktiniz bir saat mı oluyor toplam?
Hoca: Yo, o zaman sabah namazını kılmıyorum.
Katılımcı: Burada hani teheccüdden bahsedildi ya? Namazı ne zaman kılmak lazım?
Hoca: Namazı bir kere, kırk dakika, yani bugün için, kırk dakika geçmeden kılmamak gerekir. İmsak dedikleri şeyden kırk dakika geçmeden kılmamak gerekir. Bizim Süleymaniye Camii’nde öyle yapıyoruz. Ben onlara dedim ki “eğer bu şekilde kılarsanız gelirim, yoksa gelmem” Allah razı olsun arkadaşlar da, hep öyle uyguluyorlar.
Başka Katılımcı: Şimdi bu kırk dakika, (tam anlaşılmıyor 01:01:22) güneş doğumunda kırk dakika oluyor?..
Hoca: Aşağı yukarı öyle oluyor, evet. Bir de güneşin doğumu; takvimlerde güneş doğdu diye gösterilen saatte güneş asla doğmaz. Ondan dolayı da birçok kimsenin namazı kazaya kalır.
Katılımcı7: Hocam eskiden daha iyiymiş o zaman?..
Hoca: Neyse, olay böyle…
Katılımcı8: Hocam bir daha tekrar ederseniz…
Hoca: Neyi tekrar edeyim?
Katılımcı8: Şimdi bugün ne yapacağız diyorlar. Şu anda (güneş doğuşu) beş buçukta saat…
Hoca: Kardeşim hergün değişiyor.
Katılımcı8: Bugün için yani?
Hoca: Kardeşim hergün değişiyor. Genel prensip önemli. Takvimde güneş falan saatte doğuyor diyorsa, ona bir saat kalana kadar rahat bir şekilde yemeye devam edersiniz. Bunda en küçük bir endişeniz olmasın. Endişesi olan çıkar bakar doğu ufkuna, gayet açık. Biz Diyanette üç saat rasat yaptık Türkiye’nin her yerinde. Ya nereye gidiyorsak benim dediğim gibi çıkıyor. Şeyleri, rasat tutanaklarının altını imzalıyoruz, en sonunda dediler ki, şeyde yapmıştık, Urfa Viranşehir’de yapmıştık. “Ya biz bunu gidelim de çölde bir yapalım burada olmuyor.” Dedim ki “Kardeşim bu güneş kimseye torpil yapmaz. Doğarken takvime de bakmaz. Yani Türkiye’nin her tarafını dolaştık, değişmedi. Oraya gidince değişecek mi? Ben şahsen çölde de çok rasat yaptım. Her gittiğim yerde yaptım. Buyurun, ondan sonra öyle kaldı… Sonra da şey, bir de takvimi çok daha berbat olan meşhur bir gazete var, orada yazmışlar. Şimdi bana şey yapıyor: “Gözlükle rasat yapıyor!” diye… Ulan kardeşim ben gözlüklüydüm, siz gözlüksüzdünüz; aynı rapora siz de imza attınız! Atmasaydınız. Aynı rapora siz de imza attınız.
Katılımcı9: Peki Hocam iftar nasıl açılıyor?
Hoca: Ha iftar için ilan edilen vakit uygun bir vakit. Ama orada iftar ettiğiniz zaman şunu bilin ki birkaç dakika önce iftar olmuştur zaten. Ama onu yapmak mecburiyeti var. Onu kim olursa olsun öyle yapar. Çünkü mesela İstanbul’da; Istrancalar’da olan da kendini İstanbul’da kabul ediyor, burada olan da öyle kabul ediyor, şeyin Çamlıca’nın başındaki de kabul ediyor. E bir takvimde bir saat ilan edecekseniz buna mecbursunuz, başka çareniz yok. Ama yani iftarınızı ettiğiniz zaman emin olun ki iftar birkaç dakika önce olmuştur. Ha bugün bir internet sitesinde, neydi adı, sitenin?
Yahya Hoca: Kurannesli
Hoca: Kurannesli diye… Şimdi tabi biz milleti Kur’an-ı Kerim’e çağırıyoruz, meali okuyun anlarsınız diyoruz. Bu defa bunlar biraz fazla anladıklarını zannedip fetva vermeye başlıyorlar. Bu da çok tehlikeli birşey tabi. Yani orada haddini aşıyor yani. Hani “o kadar da ileri kitme” diye adam demiş ya vaiz. Biraz fazla ileri gidiyorlar. Efendim, şimdi ayeti okuyacağım:
summe etimmus sıyâme ilel leyl
ayeti var. “Sonra orucu geceye kadar tamamlayın.” E ayette burada geceye kadar tamamlayın diyor. Güneş battığı andan itibaren gece olmaz. Ortalık aydınlık oluyor. Güneşin ışıkları da kaybolmalı ki gece olsun. Güneşin ışıkları kaybolduğu zaman yatsı olur. Ve şeyin, işte o yahudi ve hıristiyanların oruca başladıkları saat olur. “leyl” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de, Kur’an-ı Kerim’e baksalar onu çok rahatlıkla anlarlar. Mesela şimdi buradan (bilgisayardan) Araf 54’ü aç bakayım, Araf 54. Kur’an-ı Kerim öyle muhteşem bir kitap ki, isterseniz sözlük olarak da kullanabiliyorsunuz. Yani önemli kelimelerin anlamını Kur’an-ı Kerim vermiş, başkasına bırakmamış. Yedinci surenin elli dördüncü ayeti.
İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel ard
“Rabbiniz Allah gökleri ve yeri yaratmış olandır.”
fî sitteti eyyâm
“Altı günde.”
summestevâ alel arş
“Sonra Arşa yerleşmiştir.”
“Geceyi gündüzün üstüne örter.” Şimdi “geceyi gündüzün üstüne örter” diyor. Şimdi gündüzü şu şey kabul edin, şu lamba; geceyi de bir kumaş parçası. Lambanın üzerini örttüğünüz zaman ışık tamamen kaybolur mu? Gene ışık gözükür kumaşın şeyinden. Dolayısıyla o güneşin battığı andan itibaren gece olur; gecenin başı. Bir de mesela
yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl (“geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar” Hacc 22/61)
Gece var gündüz var. Bunun bir başı var, bir sonu var. Güneş göründüğü zaman gündüz, güneş kaybolduğu zaman gece. “örttü” de bu böyledir.
Katılımcı: yukevvirul leyle alen nehâr
yukevvirul leyle alen nehâr
“Geceyi gündüzün üzerine sarar.” (Zümer 39/5) Nedir yani? Bir sargı gibi sarıyor. E sardığın zaman tabiki alttan gündüzün ışığı gözükecektir, gayet normal birşey. Ondan sonra da diyor ki
yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîse (Araf 7/54)
Şimdi gece, gündüzü çok hızlı bir şekilde takip eder. Ne demektir? Gündüz bittiği an gece başlar demektir. Böyle peşpeşe. E nasıl oluyor? İşte güneşin üst yuvarlağı şeyin altına indiği an, gece başlayacak ki süratle takip etsin. Bunların dediği gibi olursa arada bir de tereddütlü vakit olacak, oldu mu olmadı mı bir sürü şeyler…
Katılımcı: o zaman “batıyan” olur.
Hoca: Evet o zaman “batıyan” olur; “yavaş yavaş takip eder” olur. Tam tersi bir mana verilmiş olur. Yani ben sizin için değil de, o site için cevap vermiş oldum. Oradaki arkadaşlar da belli ki iyi niyetli, bunu da düşünsünler.
ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid
“Mescidlerde itikaf halindeyken eşlerinizle ilişkiye girmeyin.” Şimdi itikaf; şu anda biz burada itikaf halindeyiz. Yani bir ders okumak için duruyoruz. Camide itikaf da, ibadet için camide kalmaya karar vermektir. Namaz kılmak için camiye girin; çıkıncaya kadar orada itikaf yapmış oluyorsunuz. Hatta bazı camilerin girişinde “neveytül i’tikafe” diye yazar; yani “girerken itikafa niyet ettim” de de, çıkıncaya kadar konuşsan da ibadet yerine geçsin diye. Ama Peygamber Efendimizin yaptığı bir itikaf vardır: Ramazan’ın son on günü tüm vaktini mescidin içerisinde geçirir. İşte “Tüm vaktinizi mescidin içinde geçirmeye karar verdiğiniz günlerde, eşlerinizle ilişkide bulunmayın” diyor. Çünkü orada artık tamamen kendinizi ibadete vermişsinizdir.
Katılımcı: Hocam burada yani mesela belli zamanlarda mescitte bulunun, eşinizi yanına gitmeyin mi demek? Çünkü fiilen mescitte zaten böyle birşey yapılmaz. Yani mescitler birilerinin uğradığı, gelip gittiği bir yer zaten.
Hoca: E mesela adamın eşi, evde itikafta bulunabilir, o da var.
Katılımcı: Yani…
Hoca: Şimdi sen bulunur bulunmaz hesabını boşver, adam ona karar verdi mi onun çaresini de bulur. Onun için o hesapları sen hiç yapma.
Katılımcı2: Hocam aynı soruyu onbin kere sordum ama, Bayraktar Bayraklı’ydı sanırım Profesör Doktor, onu sormuştu. Yani ihtiyaçları için mesela tuvalet ihtiyacı, yemek ihtiyacı için böyle eve gidiliyormuş sanırım, yani öyle bir cevap vermişti.
Hoca: Yok eve gitmez de, tuvalet ihtiyacı için dışarı çıkar yani zorunlu ihtiyaçlar için dışarı çıkar. O zaman bu zorunlu ihtiyaçlardan olmuyor.
Enes Hoca: “ve entum akifune” Hal cümlesi.
Hoca: Tabi orada itikafta bulunduğunuz halde. Burası hal cümlesi. Enes Hoca’nın hatırlattığı gibi. “Siz itikaf halindeyken onlarla ilişkide bulunmayın” diyor. Cami’nin içerisinde demektir bu. Bu olur mu? Olabilir yani, insanlar… Yani şimdi…
Katılımcı: “ve entum akifune fil mesacid”
Hoca: “ve entum akifune fil mesacid” “Mescidlerde itikaf halindeyken” diyor. “Mescidlerde itikaf halindeyken onlarla ilişkide bulunmayın.” Yasak böyle. Bu yasak olmasa herhalde mescitleri ona göre yaparlardı.
Katılımcı4: Hocam yapan varmış zaten onun için gelmiş bu ayet. Bir tefsirde okumuştum. Galiba öyle yapıyorlarmış yani, gidip geliyorlarmış.
Hoca: Ya olabilir yani olmaz diye bir olay yok. Ama Cenab-u Hakk yasaklamış.
tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ
“İşte bu Allah’ın çizdiği sınırlardır.” Şimdi burada bakın, Allah’ın yasakladığı yeme, içme ve cinsel ilişki. Oruçlu için yasak olan bu üç şey var. Başka birşey yok. Ama burada da diyor ki “Allah’ın çizdiği sınırlardır, ona yaklaşmayın.” diyor. Mesela bazı yerlerde “tilke hududullahi fe la ta’teduha” diye geçer. “Bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır, onları aşmayın” diye geçer. Yani buraya kadar gelebilirsiniz, orayı aşmayın diye geçer. Ama burada “aşmayın” demiyor, “aşmayın” deseydi yasak sadece ağızdan yediğimiz yemek, içtiğimiz su, ve cinsel ilişkiyle sınırlı olurdu. Başka hiçbir şey oruç bozucu olmazdı. Ama “oraya yaklaşmayın” dediği için, o zaman yeme-içme ve cinsel ilişki sayılan şeyler de oruç bozucu olacak. Onun için işte elle boşalma oruç bozucu olarak sayılıyor, mesela burundan ilaç alınması; çünkü o da boğazdan gidiyor; sayılıyor. E şimdi iğne orucu bozar mı bozmaz mı? E burada ister istemez farklı görüşler ortaya çıkacaktır. Birisi diyecektir ki bu yeme içme gibidir, orucu bozar; birisi de diyecektir ki “kardeşim hiç acıkan adam burnundan beslenir ama hiç böyle ‘ben acıktım gel de şuradan bir iğne yap karnım doysun’ demez” der. O da orucu bozmaz der. Yani bu tür ihtilaflar da normaldir, olabilir.
Servet Hoca: Damardan çekenler varmış
Hoca: Damardan çeken? İyi ya işte, bu yoruma bağlı bir hadise şimdi. Yani, burada içtihat, birisi orucu bozar der, birisi bozmaz der. Bunlar…
Yahya Hoca: Sigarayla ilgili de çok soru var Hocam…
Hoca: Sigara bozar canım, sigara içme işte.
Yahya Hoca: Yani normal anlamda içmek kabul edilmiyor ya, yani su içmek gibi değil.
Hoca: Niye? “Sigara içmek” diyoruz. Adam sigara içiyor diyorsun, bak az önce “sigara içmeyi soruyor” dedin, “içme” kelimesine kullanarak soruyu soruyorsun.
Yahya Hoca: Lübnan’da falan fetva vermişler bozmayacağına dair de…
Hoca: Kim vermiş?
Yahya Hoca: Lübnan’da Muhsin Fazlullah var ya.
Hoca: Şimdi mesela bu fısfıs denen astım ilaçları var, o konuda çok soruluyor. Yanlış hatırlamıyorsam diyanet “bozmaz” diye bir fetva vermişti. Ama ben bana her sorana “bozar” diye fetva verdim, şundan dolayı; o bir ilaç. Alın elinize sallayın, orada ilacın şeyini göreceksiniz; o bir ilaç. O fısfıs dediğimiz şeyle de, o tazyikle, basınçlı bir şekilde boğazdan doğrudan doğruya ciğerlere gönderiliyor. Ondan dolayı öyle oluyor. Yani ilacı, basınçlı bir şekilde doğrudan doğruya ciğerlere göndermek için yapılmış bir ilaç. Dolayısıyla bir, ağızdan alınan bir hap gibi birşey. O da orucu bozar.
Katılımcı: Pazar günü hocam bize geldiler, müftülükteydik biz, İl Müftülüğü’nde. Üç kişi. Size gönderdik?..
Hoca: Onlar yolda kalmışlar.
kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâs
“İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklıyor.”
leallehum yettekûn
“Belki böylece kendilerini korurlar.” Yani şurada dikkat edin, namazla ilgili böyle bir detay yok Kur’an-ı Kerim’de. Ama oruçla ilgili var. Çünkü namaz günde beş kere kılınıyor, Peygamberimiz Efendimizin arkasında müslümanlar beş kere kıldı, hiç kesintisiz o zamandan bu zamana insanların camide, herkesin gözü önünde, günde beş kere yaptıkları bir ibadet olduğu için, onu görerek öğreniyor. Ama senede bir kere tutulan oruçta ister istemez unutmalar olur. Ondan dolayı Allah-u Teala detaylı bir şekilde burada, oruç konusunu açıklamış. Biz de böylece dersimizi bitirdik.