Bundan önceki dersimizde Rahman Suresinin 14. ayetine kadar okumuştuk. Bugün 15. ayetten itibaren okumaya devam edeceğiz. Ancak bir önceki dersle irtibatın sağlam kurulabilmesi için 14. ayeti tekrar okuyalım.
Allah insanı salsaldan yaratmıştır. Yani şöyle vurduğun zaman ses çıkaran kurumuş çamur. Onun öncesi neydi? Balçık. Hamein mesnun. Üzerinden yıllar geçmiş bir balçık. Kokar sonra üst tarafı kurur, kıvrılır böyle bir çömlek parçası gibi olur. Dışarıdan baksan sanki kırık çömlek parçalarını çamurun üzerine atmış gibi görürsün. İşte insanoğlu o çamurdan yaratılmış. Önce bir bataklık, yıllarca orada duruyor, onun üzerinde kuruyan bir tabaka oluşuyor. Orada da uzaktan baktığın zaman çömlek parçaları gibi gözüken, vurduğun zaman ses çıkaran ve yüzü de pürüzsüz olan bir çamur parçası. İnsan çamurdan yaratılmıştır. Cinni de karışık ateşten yaratmıştır.
Şimdi bu meallerde ilginç bir şey var. bakarsanız elinizdeki meallere, mesela benim elimdeki mealde Cinleri de yalın bir alevden yarattı. diyor. Dumansız ateş diyor. Sizinkiler? Dumansız. Dumanlı diyen var mı? Yalın bir ateş alevinden yarattı. Şimdi bu manayı nasıl verdiklerini anlamak gerçekten zor. Merace kelimesi karışma manasınadır. İhtaleka. Karışık ateşten. Kelimenin manası bu. Karışık alev. Alev neyle karışır? Dumanla karışır değil mi?
Şimdi bakın bir ayeti kerimede de Cenabı Hak şöyle diyor. Hicr Suresi 27. ayet. İnsanoğlunu vurunca ses çıkaran ve yıllarca kalmış olan bir bataktan yarattık. Cinnileri de daha önce yarattık. İnsandan önce yarattık. İnsanın iliklerine işleyen zehirli ateşten yarattık. Şimdi, dumanı olmayan ateş zehirler mi? Mangalı dışarıda yakarlar, dumanı gider, evin içine alırlar değil mi ısınmak için? Çünkü artık daha şey yapmaz o, artık zehirlemez. Zehirlediğine göre dumanlı olması gerekir. Allah öyle diyor bak. Cinleri de ya da cinlerin babası olan el can adındaki cinniye de daha önce zehirli ateşten yarattık diyor. Zehirli ateşse demek ki dumanla karışıktır. Dumanla karışık ateş. O zaman ateşin karışık olanından, ateşin dumanlısından yaratmışızdır diye mana vermek gerekir. Yani kelime anlamına da aykırı olarak tefsirlerde de onu gördük. Mealler de o tefsirlerin aktarıcısı. Bütün bunlar saf ateş diyor. Saf ateş olamaz, bu mümkün değildir. Nasıl saf ateş olacak? İşte bu elektriğin oluşturduğu ateş, saf ateş değil mi? Burada saatlerce elektrik yanıyor ama hiçbirimizde en küçük bir rahatsızlık olmuyor.
Peygamber efendimizin bir hadisi şerifinde, Ayşe validemiz rivayet ediyor. Biraz sonra hadisin metni gelir. Peygamberimiz s.a.s. diyor ki Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler dumanlı ateşten yaratılmışlardır. İnsanlar da topraktan yaratılmışlardır. O ayetleri birleştirdiğiniz zaman, o iki ayeti bir araya getirdiğiniz zaman tefsirlerdeki hatayı ortaya çıkarıyorsunuz. Yani saf ateş denemez, böyle bir şey olmaz. Peygamber efendimizin söylemiş olduğu söz de tamı tamına bize sonucu veriyor. Ayşe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle demiştir. Melekler nurdan yaratıldılar. Caan yani -cinnilerin babası olan- ateşin mearicinden yaratıldı. Adem de siz de Kuran’da belirtilen şeyden yaratıldı. Tabi ateşin mearici, ateşin yani bir dumanla kaplı olan ateş vardır yani dumanlı ateş vardır, dumansız olanı vardır. İşte bütün bunları bir araya getirdiğiniz zaman cinnilerin dumanlı ateşten yaratılmış olmaları kesin olarak gerekiyor ve o zaman hiçbir kelimeye yanlış bir mana vermemiş oluyorsunuz. Mesela mearic kelimesi karışma anlamındadır işte. Dumansız ateş hiçbir şeyle karışık değildir ki, saf ateştir o. İçinde hiçbir yabancı madde yoktur. Saf ateştir. Dolayısıyla o insanı hiçbir şekilde zehirlemez.
Şimdi, bir de nur var. Şu anda işte bulunduğumuz yer nur dolu. Yani aydınlık. Bu nur, nardan yansır. Yani ateşten yansır. Bir ateş kaynağından gelir ama ateş değildir. Biz şu aydınlık içinde rahat rahat oturuyoruz. O aydınlığın yerine ateş olsa oturamayız değil mi? Ama bu bir ateşten geliyor, şurada elektrikten, mesela şu lambalara elimizi dokunduramayız. Kaynağına elimizi dokunduramayız orası sıcaktır. Oradan geliyor. O zaman cinnilerle meleklerin yaratılışında aşağı yukarı bir ortak nokta var. İkisi de ateş kaynağıyla ilintili olan bir şeyden yaratılmış. Birisi nur tarafından, birisi dumanlı ateş. Yani o ateşin yaydığı nur diye düşünebilirsiniz, bir de dumanlı ateş kısmından yaratılmış.
Bunların yapısal yakınlığı sebebiyle olmalı ki ayetlerde görüyoruz cinler birinci kat semaya çıkıyor, orada melekleri dinliyorlardı. Bugün de dinlemek istiyorlar. Yani onların vücutları bizim gibi topraktan yaratılmadığı için çok çabuk hareket edebiliyor. Ama onların hareketi, meleklerin hareketi kadar çabuk olmaması gerekir. Çünkü dumanlı ateş, o duman seyriyle bu ışığın seyri arasında, sürati arasında çok büyük fark olması lazım. Ama bizim gibi böyle etten kemikten olan birisinin hareket kabiliyetiyle dumanlı ateşten yaratılmış olanın hareket kabiliyeti arasında çok fark var. Yani onlar bizden çok çabuk olmalılar ama meleklerden de yavaş olmalılar. O zaman birinci kat semaya çıkabiliyorlardı ve melekleri birtakım yerlerde oturarak dinliyorlardı. İşte böyle bir zamanda olmalı cinnilerden olan yani ateşten yaratılmış olan şeytan meleklerle beraberken Allahü Teâlâ Adem’e secde etme emrini vermiş. Ama o etmemiş.
Şimdi, insanlar da cinler de ikisi de imtihana tabi tutuluyor. Melekler isyan etmezler diyor Allahü Teâlâ. Yani melekler, Allah’ın emrine karşı gelmezler. Gelemezler de demiyor, gelmezler diyor. Karşı gelmez, onlar itaat ederler. Ama şuurlu bir itaat içindeler. İnsanlar ve cinler Allahü Teâlâ’ya itaat de ederler, isyan da ederler. Onun için bakıyorsunuz ki şeytan isyan etmiş. Onların içinde Müslüman olan da vardır olmayan da vardır. Cin Suresini okurken inşallah onu detaylı olarak görmeye çalışacağız. İçimizde Müslüman olanlar da var, sınırları aşanlar da vardır. Yani yanlış davrananlar da vardır diyor cinniler. İnsanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yaratmış olduk. diyor Allahü Teâlâ. Çünkü isyan ediyorlar ve cehennemi hak ediyorlar.
Bu ateşten yaratılmış olan cinniler birinci kat semaya çıkmak istedikleri zaman ne yapıyorlardı karşılarında? Meteorlar, o da bir ateş. Peki ateşi ateşin içine atarsan, ateş ateşi rahatsız eder mi? Nasıl eder? Ha, sen topraktan yaratıldın. Senin şimdi kafana toprak kesesi atsam ya da taşla toprak cinsinden taşı adamın kafasına atsam kafasını yarar değil mi, hatta öldürür bile. Dolayısıyla topraktan yaratılmış olmak, toprak olduğumuz manasına gelmez. Topraktan yaratıldık ama toprak değiliz. Onun için Sizi ondan yarattık, tekrar ona döndüreceğiz. Yani ondan yaratıldık ama toprak değiliz. Cinniler de ateşten yaratılmışlardır ama ateş değiller. Dumanlı ateşten yaratılmışlardır ama ateş değiller. Melekler de nurdan yaratılmış onlar da herhalde nur değillerdir diye tahmin ediyoruz. Ateş, nasıl ateşte yanar diyebilirsiniz. İnsan olarak bizi en çok rahatsız eden çölde kalmaktır. Kuru çölde kalırsak ondan daha büyük acı veren bir şey olmaz. İşte toprak, sen de topraktansın. Toprağı ne yiyebilir ne içebilirsiniz, bir şey yapamazsınız. Ağzım burnum her tarafım toprak oldu diye şikayet edersin.
Ey insan ve cin topluluğu Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Şimdi, rabbikuma diye Arapçada Türkçede olmayan bir kavram vardır. Türkçede bir tekil ve bir de çoğul vardır. İkiye çoğul denir. Ama Arapçada farklı. Tekil, ikil ve çoğul. Yani bu açıdan Arapça Türkçeden biraz daha zengin. Siz ikinizin Rabbinin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Rabbinizin hangi nimetleri karşısında yalana sarılabilirsiniz? O zaman siz ikiniz kavramına en yakın olan insan ve cinler. Madem asıl sorumlu olan bu iki varlık.
Allah, iki doğunun ve iki batının Rabbidir. İki doğu ve iki batı. Güneşin doğuş noktaları her gün değişir takip ederseniz. Dünyanın 23 derece 22 dakika eğik olması sebebiyle, bir de dolaşmasından kaynaklanan şey. Doğduğu noktalarla battığı noktalar her gün değişir ve sene içinde iki nokta arasında gider gelir. Yani doğduğu en uç nokta, iki en uç nokta vardır ve battığı en uç iki nokta vardır. O uç noktaları düşünürsünüz o zaman iki doğuş noktası, iki batış noktası. Aslında her gün değişiyor ama uç noktaları düşündüğünüz zaman iki doğu ve iki batı oluyor. Güneş, tam doğu dediğimiz noktadan 21 Martta bir de 21 Eylülde doğar. Ama onun dışında sağa sola kayar.
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? Burada şu var, dedik ki bu doğuş batışın, güneşin her gün doğduğu noktaları değiştirmesinin bizim yaşamamız açısından çok büyük önemi var. Bunları şimdi okuyup geçiyoruz. Aslında okuyup geçmeyip uzmanlarının bu ayetler üzerinde çok çalışması lazım. doğuşlara batışlara dikkat çektiğine göre Cenabı Hak, her bir doğuş ve batışın insanoğlu üzerinde, tabiattaki diğer varlıklar üzerindeki o olumlu etkilerini araştırmak lazım ve oradan da Allahü Teâlâ’nın bize olan ikramının ne kadar büyük olduğunu tespit lazım. Sonra oradan da tespit edeceğimiz birçok bilimsel prensipler ortaya çıkar ve hayatımız daha da kolaylaştıracak gelişmeler sağlayabiliriz.
Allah, iki denizi karıştırmıştır. Yani iki denizi böyle salıverdi. Onların ikisi birbiriyle yüz yüze geliyor. Yani birbirleriyle karşı karşıya geliyorlar. Ama o ikisi arasında bir engel var. O ikisinden hiçbiri diğerinin sahasına geçmiyor. Hepsi kendi sahasında kalıyor. Bu konuda biliyorsunuz yapılan bir keşiften bahseder dururlar. Kaptan Kusto’nun Cebelitarık Boğazında yapmış olduğu keşif. Orada Akdeniz’in suyuyla Atlas Okyanusunun suyunun karışmadığını tespit etmiş. Tamam, ikisi de denizdir. Görüntüde bunlar birbiriyle karışıyor gibi ama aralarında engel vardır, biri diğerinin sahasına geçmez diyor Allahü Teâlâ.
Şimdi, bunun gibi birçok şeyler vardır. Yani bu konunun uzmanları bu hususu sadece ona tahsis edebilir. Bahreyn’de göstermişlerdi. Bahreyn’de inci mercan çıkarılırmış ki meşhurmuş oranın incisi. İstiridyelerini falan da gösterdiler orada. O inci avcıları gidip Basra Körfezine dalış yapıyorlar. İçerden inci alıp geliyorlar. Diyorlar ki şurada tatlı su çıkar, denizin içinde ve biz o suyu içeriz. O su karışmaz. Büyük Okyanusun suyu o körfez değil mi? Mantıken dersiniz ki su çıkar çıkmaz o tuzlu suyla karışacak ve ondan istifade edilemeyecek. Ama Allahü Teâlâ öyle yaratmış ki karışmıyor. İnci avcıları oraya gidiyor, su ihtiyaçlarını oradan karşılıyorlar, belki de geri dönüşte evlerine su da götürüyor olabilirler. Orada su kaynakları var. İşte şimdi bu denize ırmaklar akıyor. Ben merak ediyorum, acaba kaç kilometre gidiyor? Ne kadar işlemden sonra kim bilir karışıyordur bunlar? Yoksa karışmıyor mu? Denizde akıntılar var biliyorsunuz, sıcak su akıntısı, soğuk su akıntısı okyanuslarda. Bunlar da birbirine karışmıyor. Dolayısıyla bu karışmama olayı sadece Kaptan Kusto’nun tespit ettiği şey değil. Atlas Okyanusu ile Karadeniz arasındaki karışmama değil. O belki yüzlerce olaydan bir tanesini tespit etmiş olabilir.
Geçende birisi söylüyordu. Hidrojen enerjisi konusunda çalışmalar var biliyorsunuz. Karadeniz’in alt tabakaları hidrojen enerjisi konusunda çok zengin yataklar oluşturuyormuş. Aşağıya iniyorsunuz hidrojen enerjisini yakalıyorsunuz, yukarı çıktığınız zaman… Onlar da karışmıyor demek ki. Aslında karışır gibi olması lazım. Hatta şunu söyleyelim. Şu İstanbul Boğazı alttan tuzlu su akıyor, büyük denizlerden yani Akdeniz’den gelen tuzlu su Karadeniz’e doğru gidiyor. Üstten de ona göre daha az tuzlu olan su akıyor. Gidin Boğaza hızla akan bir ırmak görüyorsunuz karşınızda. Gerçekten bir ırmak yani bir deniz değil. Bazen o akıntılar hışırtı çıkaracak derecede akıyor. Hızlı bir biçimde akıyor. Onlar da birbirine karışmıyorlar. Mesela Allah göstermesin tabi hatırlaması da insanı üzüyor ama intihar eden insanlar var. Diyorlar ki oradan dalarda akıntıya kapılırsa bulmak mümkün değil. Çünkü o alt akıntı nereye götürüyorsa götürüyor. İşte onlar da karışmıyor. Yani bunu sadece bir tek olayla sınırlamamak lazım.
Şimdi bunu insanlar ve cinler diye, efendim gökler ve yer diye anlayanlar çıkıyor. İşte göklerde de gemiler yürüyor. Denizin üzerindeki yürüyen gemi gibi gidiyor uçaklar da. Fakat ayetin devamı böyle anlamaya müsait değil. Çünkü ayette diyor ki O iki denizden de inci ve mercan çıkar. İnci ve mercan o dediğin şeylerden çıkmaz. Ya da en azından ben bilmiyorum çıktığını. Bir kere insanlardan ve cinlerden çıkmaz da o kesin ama göklerden çıkıyor mu orasını bilemiyorum.
Ha, evet Nur Suresinde, Mehmet Hoca bir ayeti kerime gösterdi. Okuyalım. Nur Suresi 40. ayet. Engin bir denizdeki karanlıklar gibi onu bir dalga, dalganın üstünde ikinci bir dalga kuşatmıştır. Onun üstünde de bulutlar var. Öyle karanlıklar ki biri diğerinin üzerinde. Elini çıkarsa göremeyecek. Allah kimin için bir nur oluşturmadı yaratmadıysa onun nuru olmaz. Şimdi, bu kafirlerin durumunu Cenabı Hak burada anlatıyor. Ama dersimizle ilgili olan kısmı şu. Bir dalga, onun üstünde ikinci bir dalga. Arada bunların arasında engel olmasa ikinci bir dalgadan bahsedilemez. O dalgayla altındaki deniz arasında bir engel olmasa o dalgadan da bahsedilemez, deniz kabardı denir. Çünkü denizin kabarması başka, dalga başkadır.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Berzah alemi değil, berzah kelimesinin anlamı engeldir. Biz onu berzah alemi diye kullanıyoruz, o bir berzah alemi meselesi değil. Yani o bir sözü ifade etmemiz gerektiği için, yoksa engel alemi diye bir alem yok. Ama o mecazen ölmüş olan insanların yeniden dirilinceye kadar ruhlarının bulunduğu yer anlamında berzah kelimesini kullanıyoruz. Onu da biliyorsunuz Müminun Suresinde o, 99 ve 100. ayetler. Onlardan birine ölüm geldiği zaman o ruh Cenabı Hakka yalvarır. Ya Rabbi beni döndürünüz. Çünkü her gün ruh vücuduna dönmeye alışmış ama ölünce dönmüyor. Belki iyi iş yaparım, terk ettiğim dünyada. Hayır, bu onun söylediği boş bir sözdür. Ölmüş olan kişilerin ruhlarıyla geride bıraktıkları dünya arasında bir berzah vardır. Şimdi berzah alemi dediğimiz zaman ruhların bulunduğu yer olarak anlıyoruz ama ayet öyle demiyor. O ruhların olduğu yerle dünya arasında bir berzah yani engel vardır. Ne zamana kadar bu engel? Yeniden dirilecekleri güne kadar. O zaman bunlar, tekrar dünyaya gelemeyecekler demektir.
Denizde yapılmış, o inşa edilmiş olan şeyler akıp gidiyor. Neler onlar? Gemiler. İşaretler gibidir yani biz yolda giderken diyoruz ki bak şu aşağıdaki dağı geçtiğin zaman oradaki dere ondan sonraki ikinci dağın tepesinde, hep dağı tepeyi işaret olarak veriyoruz. Eh denizde de bir tane dağ olsa ona biz ada diyoruz, denizlerdeki dağlara değil mi? Onlara ada diyoruz. Şu büyük adayı geçtikten sonra ileride gelecek olan Yassıada’nın sağından git falan diyorsunuz. İşaretler. Onun için bu alem kelimesini dağ gibi tercüme etmişlerdir. Çünkü denizlerde gerçekten tarif edeceğiniz sadece ada varsa adadan tarif edersin başka bir yerden tarif edemezsin ki. Şimdi şu dalganın bulunduğu yerden geç öbür taraftaki o tuzlu sudan ileri geçersen ilerideki tatlı suda diyemezsin. Öyle tarif yapamazsın. Ondan dolayı bu ayeti kerimeyi şöyle anlamlandırmışlar. Ki bana da uygun geliyor. Denizlerde dağlar gibi giden gemiler de Allahü Teâlâ içindir. Yani o geminin yapılmasını lütfeden de, o geminin çalışma kurallarını koyan da Allahü Teâlâ’dır. Gerçekten de denizlerde dağlar gibi gemiler akıp gidiyor kolaylıkla.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Herkese göre dağın anlamı farklıdır. Evet doğru, çok büyük gemiler var. O zamana göre yelkenliler var. O da o zamanın dağı. O zamana göre öyle anlayacaksınız.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Şimdi bir ovanın içinde küçük bir tepeye dağ derler. Geniş bir ovaysa mesela gidin Konya Ovasına oranın en yüksek iki tane tepesi var. işte falan tepeye çık dediğiniz zaman bizim Erzurum’daki şeylere göre dağ demeyiz. Ama bunlar tepeciğe yüksek dağ diyorlar. Denizde gidiyorsan denizdeki küçücük bir şey bile dağ görünür. Her taraf dümdüz çünkü.
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Yer üzerinde ne var ne yok hepsi yok olacaktır. Şimdi tabi denizin üzerinde de toprağın üzerinde de. Ama denizle toprak birbirine karışacak, onu biliyoruz. Ne diyor Cenabı Hak? Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağıldığı zaman ve denizler fışkırdığı, kaynatıldığı zaman. Ya da bir başka ayette denizler kaynatıldığı zaman, sanki böyle altında ateş yakılmış da kaynatılıyor. Altında ateş var gerçekten. Magma tabakası diye keşfedilen şey var. Öyle bir zamanda dağlar da yürütülecek, denizler de dağlar da birbirine karışacak, tıpkı o Endonezya tarafında olan tsunami gibi.
O zaman yeryüzünde bulunanlar neler? İnsanlar var, hayvanlar var ve cinniler var. Onlar da yeryüzünde yaşıyorlar. Bitkiler de var tabi. Bütün bunlar yok olup gidecekler. E peki bir de melekler var. Geçen hafta okumuştuk, neydi o? Melekler ve ruh… Ruh, Cebrail a.s. Çıkarlar Cenabı Hakk’ın belirlediği bir yere. Süresi 50 bin yıl olan bir günde çıkacaklardır. Şimdi bir gün, o gün tam kainatın şekli değişiyor. Gökler rulo haline getirilmiş Cenabı Hakk’ın sağında. Güneşin üzeri de karartılmış. Artık şu anda düşündüğümüz şeyler yok. O zaman bu gün kavramı değişmiş demektir. Ama o öyle bir gün ki 50 bin sene sürüyor. İnsanların yeniden yaratılacakları süre. İşte bu süre içinde melekler de çekiliyorlar bulunduğumuz yerden. Onlar yok olmuyor. Çünkü yok olan hangisi? Bu toprak üzerinde bulunan her şey ki denizler de dahil. Çünkü denizi ne kadar derine inerseniz inin yine bir toprağın üzerindedir değil mi? Altı topraktır.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Maddenin yok olmasıyla ilgili hiçbir şey yok dikkat ederseniz. Öyle bir olay yok. Maddenin ömrü dediğimiz olay o moleküllerin ömrüdür. Yoksa o dağılır yeni bir madde oluşur. Bozulur ama bir başka maddeye dönüşür. Yok olmaz yani. Mesela bir tarlaya satamadıkları domatesleri döküyor köylüler değil mi? O domatesler orada gübreye dönüşüyor. Baktığınız zaman domates kalmamış, bozulmuş. Ama o domatesin suyu kaybolmamış, maddesi kaybolmamış, bir başka şeye dönüşmüştür. Kaybolduğuna dair bir şey yok burada. İşte gökler yarıldığı zaman diyor. Peki, yarıldı. Şimdi ben şöyle şu kağıdı şöyle yırttığım zaman da yarılma olur. Şimdi bu kağıt yuvarlak bir şey olursa rulo haline getirmek için bir tarafından yırtmam lazım. Onlar işte rulo haline getirilmiş diyor Allah, kaybolmuş demiyor ki.
Yeryüzü de olduğu yerde kalıyor. Güneş de olduğu yerde kalıyor, güneşe bir şey olmuyor. Burada asıl dikkat çekilmesi gereken husus şu. Allah, güneşi yıldız saymıyor. Mesela güneşin üzeri kapandığı, kabuk bağladığı zaman, artık nasıl olursa, bilemiyoruz şeklini. Yani benim aklıma gelen bir köz zamanla üzerinde kül tabakasının oluşması gibi. Ama gerçeğini Allahü Teâlâ bilir. Enerjisi yine olur da azalmış olabilir. Güneşin üzeri kapandığı, kabuk bağladığı zaman, yıldızlar dağıldı zaman diyor. Demek ki güneşi Allah yıldızlardan saymıyor.
(Uzaklaştırma olabilir mi dünyadan?)
Yok onun uzaklaştırma ile alakası yok. Sarık gibi etrafının sarılması anlamına geliyor. Yani yıldızlar dağılıyor ama güneş olduğu yerde kalıyor. Ondan sonra denizler kaynatıldığı zaman. Yani dünya olduğu yerde duruyor. Dünya bir yere gitmiyor. Sadece şekil değiştiriyor.
Yani şöyle ayetler üzerinde biraz dikkatle durabilirsek yanlış beyanlarda da bulunmayız. Efendim kıyamet koptuğu zaman her şey yok olacak! Yok olma var tabi, nasıl yok olma? Mesela biz de insanlar olarak yok olacağız. Nasıl yok olacağız? Nasıl yok olacağımızı da Allahü Teâlâ bildiriyor. Sizi topraktan yarattık, toprağa iade edeceğiz. Az önce söylediğim domatesin tekrar şekil değiştirmesi gibi. Bir kere daha sizi oradan çıkaracağız.
(Bir milyon bakteri bırakıyor hocam etin üzerine. O eti çürütüyor, hiçbir şey yok olmuyor. Mesela böcekler o işi görüyor devamlı. Hiçbir şey kaybolmuyor.)
Oluşma ve bozulma, bozulma ve oluşmadan oluşan bir şey. Bozulan bir madde yeni bir maddeye, başka bir maddeye dönüşüyor. Burada esas dikkat çekilen şey yeryüzünde bulunan her şey. Ama melekler çıkacaklar. Nereye çıkacaklar? Mesela Allahü Teâlâ diyor ki peygamberimiz sidretül müntehaya kadar çıkmıştı, onun yanında cennetül meva var. sidretül münteha yedinci kat gökte. Onun yanında dediğiniz zaman bu yedi kat semanın dışında demektir. Bu olaylar orada olmuyor, burada oluyor. Belki oraya çıkıyorlar. Belki başka yere çıkıyorlar.
Celal ve ikram olan Rabbinin gücü kalır. Yani Rabbin bütün gücüyle, azametiyle durur, Allahü Teâlâ’da herhangi bir bozulma, değişme olmaz. Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Şimdi bu yok olmayı da Allah nimet olarak değerlendiriyor. Bu da çok önemli. Bizim akrabadan birisi vefat etti 2 sene önce. Epeyce rahatsızlık çekmişti, hastanede uzun süre kaldı. Izdıraplı idi ömrünün son günleri. Tabi evlatları üzülüyor, üzülmemeleri mümkün değil. Dedim ki size çok güvendiğiniz birisi deseydi ki annenizi bana teslim edin, şu kadar zaman sonra onu 30 yaşında, 33 yaşında genç, dinç, hiçbir hastalığı olmayacak şekilde size teslim edeceğim. Verir miydiniz? Tabi verirdik dediler. İşte Cenabı Hak aldı. Hiç üzülmenize gerek yok. Şu anda hastalıklardan kurtulmuş vaziyette. Allah’tan daha çok güveneceğiniz kim var? Bir de aksini düşünün. Her gün ızdıraplarla devam eden o hayatı sürdürseydi buna razı olur muydunuz? Nasıl razı olalım dediler. Çünkü her gün hem başında bekliyorlar hem de servet harcıyorlardı o nefesi alıp versin diye. Bak işte bu da bir nimet değil mi? Allahü Teâlâ bu vücudu alıyor ama çok daha güzelini, çok daha sağlıklısını veriyor ve hasta olmayanını veriyor. Onun için bir taraftan sanki ölüm üzüntülü bir şeymiş gibi oluyor da ama esasında öyle değil. Mümin olursan zaten çok güzel bir şey.
O çürüme, bozulma ve değişme de büyük bir nimettir. Şimdi çevrenin kirlenmesinden şikayet edenlerin asıl meşgul oldukları husus atıkların toprağa dönüşmemesidir. Toprağa dönüşmeyen atıklardan rahatsız oluyorlar. Toprağa dönüşen atıklardan rahatsız olunmuyor ki. Dolayısıyla o fena bulma yani yok olma olayı ya da şöyle diyelim tabi o şekliyle yok, başka şekliyle devam ediyor. O yok olma olayı aslında bir temizlik oluyor, bir güzellik oluyor. Hem öyle bir temizlik ki çok yararlı bir temizlik. Gübre haline geliyor, o toprağı yeniliyor, toprağın daha da canlı hale gelmesine sebep oluyor.
Göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi Allah’tan ister. Şimdi diğer varlıklar tabi Allah’tan ister. Müslümanlar Allah’tan ister, tamam. Peki, kafirler? Onlar da Allah’tan isterler. Çünkü herkes bilir ki her şeyin sahibi o. Zaten kafirin farkı şu. Allah bana her şeyi versin ama emir vermesin diyor. E şimdi ona de ki bu akıl işi mi? Sana her şeyi verecek ama emir vermeyecek? Böyle bir şey var mı? Böyle bir şey olmayacağını çok iyi bilir. Her şeyi veren emir de verir. Ama onu istemiyor. Bana karışmasın diyor. Sen nasıl ki birisine küçücük bir şey veriyorsun adamın bütün hayatını mahvetmeye çalışıyorsun. Müslüman ne diyor? Cenabı Hak bana her şeyi versin ama emir de versin diyor. Ben onun emrine de razıyım diyor.
O her gün bir iştedir. Cenabı Hak yani Allahü Teâlâ’nın her an meşgul olduğu milyarlarca meşguliyeti vardır. Şimdi şöyle düşünün. Sadece isteme konusu. Şurayı dolduran ve öbür salonları dolduran kişilerin toplamı 100 kişi olsa bu 100 kişi sabahtan akşama kadar Cenabı Haktan ne kadar istekte bulunur, kaç tane istekte bulunur tahminen? Binlerce, hadi 100 tane istekte bulunduğunu söyleyelim. 100 ile 100’ü çarparsanız 10 bin ediyor değil mi? 10 bin tane istek, her birinizin ayrı ayrı istekleri var. Bunları tasnif etmek için, gruplandırmak için, istek sahiplerini şey yapmak için büyük bir ekip gerekir değil mi? Birisi şey yapacak olsa. Sadece burası değil, çeşitli diller konuşan milyonlarca insanın istekleri var sabahtan akşama kadar. Milyarlarca insanın istekleri var. Trilyonlarca hayvanın istekleri var. Bilmediğimiz nice varlıkların istekleri var. Allahü Teâlâ tüm bu istekleri tamı tamına dinliyor ve yerine de getiriyor. Benden bir şey isteyen kişinin isteğine karşılık veririm istediği zaman.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Arapça öğreniyorlar ki Allah’ın anladığı bir şekilde… Sonra bir yanlış anlama olur da haşa. Allahü Teâlâ’nın herhangi bir dile ihtiyacı yok. Bütün dilleri o çok iyi biliyor. Hayvanların dilini de, eşyanın dilini de, her şeyi de gayet iyi biliyor. Hiç kimsenin isteğini diğerine karıştırmadan, herkesin ihtiyacının ne olduğunu da biliyor. Ve her birisini de bu arada imtihan ediyor ve o kadar da güçlü, her şeye kadir olan Rabbimizdir.
Peki o zaman Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Ya bir adamın birkaç tane çocuğu olduğu zaman çocuklar şikayet eder, babam bizimle hiç ilgilenmiyor diye. Babasına söylersiniz o da der ki ya ben hangi birisiyle ilgileneyim kardeşim. Akşama kadar çalışıyorum, zaten akşam geliyorum ölü gibi yatağa yatıyorum. Sabahleyin erkenden gitmem lazım. Ben istemem mi oturup çocuklarımla uğraşmaya falan filan. Bakın düşünün, sizin her birinizle 24 saat yakından ilgilenen Allahü Teâlâ var ve o Allah her şeye kadir. O sizi yoktan var eden, sahip olduğunuz her şeyin gerçek sahibi olandır. Daha ne istiyorsun, bundan daha büyük bir nimet olur mu?
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Ha o biz kelimesini soruyorsun. O çoğul kelimesinin kullanılmasının meleklerle bir alakası yok. Bu bir ifade tarzıdır. Türkçede de vardır bu tür ifade tarzları. Yani gücü ve kuvveti ifade eder. Türkçede de vardır. Çok yaygın kullanmamakla birlikte mesela şimdi sana derim ki ya maşallah bunları nasılda biliyor, anlatıyorsun? Dersin ki biz yaparız. Aslında tek, ben yaparım demezsin, biz yaparız dersin. Yani güçlü olduğunu göstermek için. Orada nezaket yok, orada güç var. Bazen saygı olarak ben yaptım yerine biz yaptık diyenler de vardır da ama güç, kuvvet ifadesi için biz yaptık derler. Türkçede bu vardır. Arapçada Cenabı Hakk’ın Kuran-ı Kerim’de kullandığı o biz ifadesi gücü ve kuvveti ifade eder. Mesela az önce de belki dikkatinizden kaçtı, ölen kişinin ruhu Cenabı Hakk’a diyor ki Rabbirciugn diyor. Rabbircigni demiyor. Yani ya Rabbi beni döndür demiyor, ya Rabbi beni döndürünüz diyor. Yapınız, ediniz. Bir kişiye siz diye hitap ettiğiniz zaman, nedir bir saygı. İşte bu da odur. Ya Rabbi beni döndürünüz diyor. Saygı ifadesi. İşte öbürü de güç ve kuvvet ifadesidir. 4 melek filanla bunun hiçbir alakası yok. öyle olursa şirke girer.
Ey iki ağırlık yani en insan ve cin topluluğu, size de vakit ayıracağız. Durun bakalım sizin de sıranız gelecek. Şimdi adam der ki ya Cenabı Hakk’ın o kadar işinden gücünden nereden… Milyarlarca melekle uğraşacak, cennetti, cehennemdir şudur budur… Ben aradan sıvışır giderim der. Diyebilir yani. Ey insan ve cin topluluğu size de vakit ayıracağız. Yani kurtuluş yok. Bunu bilin. Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Bu da sizin için bir nimettir. Çünkü eğer vakit ayrılmazsa iyi ile kötü birbirine karışır. Kötüler cennete, iyiler cehenneme gidebilir. Ya şimdi git başımdan, ben şu anda çok meşgulüm senle ilgilenemem falan dediğin zaman adamın bütün yaptıkları yok olur. Halbuki Allahü Teâlâ öyle bir şey demiyor. Hepinize vakit ayıracağım diyor.
Ey insan ve cin toplulukları göklerin ve yerin uçlarından geçip gitme, yani şöyle delip geçmeye gücünüz yetiyorsa yapın. Bunu yapamazsınız. Ancak elinizde bir kudret olursa yaparsınız. Şimdi bu ayeti kerimeyi insanların uzaya adam göndermesine, Ay’a çıkmaya delil olarak getirenler var. Çünkü burada diyorlar bu ayet çıkamazsınız deyip kesip atmıyor yani eğer o kuvvet olursa çıkarsınız demiş oluyor. O kuvvetle çıktılar. Ey insan ve cin topluluğu dendiği zaman biraz düşünmek gerekiyor. Şimdi cinler birinci kat semaya kadar çıkabiliyorlardı.
Sonra Allahü Teâlâ kim dinlerse şimdi onu gözetleyen bir meteor, şahap bulur. Ondan sonra o en yakın göğü yani birinci kat semayı süslerle, yıldızlarla süsledik ve onu inatçı her şeytandan koruduk. Şimdi inatçı her şeytan, denir ki tamam bu cinlerde inançlı olmayan, müminler, muvahhitler vardır. Onlar geçebilir mi, mümkün tabi akla gelir. İnsanlardan koruduk diye bir ifade yok ayetlerde. Sonra birinci kat sema dediğiniz de küçük bir yer değil ki. Namütenahi bir saha. Ay’a kadar ancak insanlar gidebildi ki Ay çok küçük bir mesafe. Ağza alınmayacak kadar küçük ama bizim açımızdan çok büyük insanlar açısından. Kainat açısından çok küçük. Geçip gidebilirsiniz yani insanlı olarak göğün uç noktalarından delip geçebilirsiniz. Eğer o gücünüz varsa demiş oluyor Allahü Teâlâ.
O zaman Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Bakın Rabbiniz sizin ufkunuzu hayal edemeyeceğiniz noktalara kadar açıyor. Şimdi mesela oralara çıkıyorsunuz. Sizin üzerinize şeytanlara meteorlar atılıyor ya, o meteor yağmuruna siz de maruz kalırsınız uzaya çıktığınız zaman. Yani o ateş yağmuruna. Ondan sonra erimiş maden yağmuruna da. Tabi uzay bilimci olsak kim bilir nasıl anlatacak ama ben işte idare eder, ancak bu kadar tahmin edebiliyorum. Hakikaten Kuran ayetlerini bir adamın tam olarak anlaması mümkün değil. Yani her bir ayetler grubu o konunun uzmanları tarafından ancak anlatılırsa doğru bir şekilde anlayabilirsiniz.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Bilemiyorum, bilmediğim konuda konuşamam. Ama şimdi oraya giderseniz diyor Cenabı Hak, bilin ki sizin üzerinize bu ateşler yağacak. O zaman buna göre kendinize bir şey oluşturabiliyorsanız oluşturursunuz. Sonra birbirinizle de yardımlaşamazsınız orada diyor.
Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Gök yarıldığı zaman bir gül gibi olur. Sanki yağlı bir gül. Yağlanmış, yağda kızartılmış. Yani kıpkızıl bir gül. Yağda kızartılmış gibi gözüken kızıl bir gül gibi olur.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Evet yani öyle bir gül resmi çekmişler, internette de dolaştı. Bu ayeti kerimeyi de altına koymuşlar fakat bu o mu o bana pek uzak gibi geliyor. Şundan dolayı, o gün, yani o gül ortaya çıktığı gün ne insan ne de cin hangi günah işlediği sorulmayacaktır. O artık farklı bir günden bahsediyor. O gülü şimdiden görmüş, keşfetmiş olabilirler, bu başka bir şey de olabilir. Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?
Şimdi bakalım meallerde bu ayeti kerimeye ne mana vermişler? 39. ayet. O gün hiçbir insana ve cine günahı sorulmaz. Öyle mi geçiyor? Yani ne anlıyorsunuz? O gün ne insana ne de cine günahından sorulur. Ne demek? Mesela yani o gün size verilen nimetlerden kesinkes sorguya çekileceksiniz diyor. Ondan sonra onlara soru sorulacak diyor. Ahiretteki insanların kesinkes sorguya çekileceğine dair ayeti kerimeler çok. O zaman Kuran’ı Kerim’de çelişki asla olmaz. Öyleyse buradaki manayı çok iyi kavramak lazım. Burada farklı bir şeyden bahsediyor olması lazım. O gün insana ve cine günahı sorulmaz. Yani sen hangi günahları işledin, gel say bakayım. Sayar mı adam yani. Niye sayayım ki? Sayarken üç beş tanesini de eksik koyar.
Ali İmran Suresi 30. ayet. Herkes hayır olarak ne yapmışsa orada onu hazır bulacak. Yaptığı kötülüğü de hazır bulacak. Yani sorguya lüzum yok ki sen neyi yaptın diye. Her şey ortada. Yani yaptığı iyilikler de burada hazır, yaptığı kötülükler de hazır. E niye sorulsun ki sen hangi günahları işledin diye? Her şey ortada. Ne yapmışlarsa onu hazır bulacaklardır. Ondan sonra ne diyor? Ya şu kitaba bak ya, Allah Allah diyor. Yani şu deftere ne olmuş? Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini saymış. Bu da yazılır mı kardeşim, bunu da yazmış Allah Allah falan. Yazılır.
O zaman bu ayeti nasıl anlamamız lazım? Kişiye şu suçu niçin işledin diye sorulmaz değil. Hangi suçları işledin diye sorulmayacaktır. Gerekiyor mu? Her şey hazır çünkü. İster ki kendisiyle o işlediği günah arasında çok uzun mesafeler olsun. Ama orada bulacak. Kurtuluş yok.
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Tabi insanlar o şeyde, Yasin Suresinde de var ya, adam bunları kabul etmek istemeyecek, ya ben bunları yapmadım, bu dünyadaki gibi itiraz etmeye kalkışacak adam. Ben yapmadım bunu diyecek. Çünkü akşam uyuyup da sabah uyandığın zaman ahlaklı hale gelmiyorsun ki. Adamlar buradan ahlaksız ölünce dirilince ahlaklı değil ki. Yalancı ölüp dirildiği zaman …. Anlaşılmıyor. Onun için ne diyor Allahü Teâlâ? Kes sesini diyor bugün ağızlara bir mühür, elleri bize konuşur. Ayakları şahitlik eder yaptıkları, işledikleri şeye. Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Yani ne yapmışsanız hepsi önünüze gelecektir, iyi kötü. Ama Allahü Teâlâ’nın çok büyük bir ikramı var. Kim bir iyilik yaparsa onun 10 katı, kim de kötülük yaparsa sadece yaptığının karşılığıyla karşılık bulur. O zaman denir ki adam 100 tane günah, 10 tane de sevapla geldiyse ne oluyor? Eşitleniyor. Allahü Teâlâ’nın da bu kadar büyük ikramı var. O zaman Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Ne büyük nimet. Bundan daha büyük müsamaha olur mu?
(Anlaşılmayan izleyici konuşmaları)
Tabi Allahü Teâlâ’nın ikramı hiçbir zaman bitmiyor ki. Tabi birisi tövbe eder, Allah’a tam inanır ve güvenir –Furkan suresi 70. Ayet.- Allah onların günahlarını da sevaba çevirir. Yani günahını affetmekle kalmaz, onu da sevaba çevirir ama bire bir tabi. Şimdi dersiniz ki ben iyilik yaptım kardeşim bu ne oldu? Sen bire 10 alıyorsun. O da tövbe ediyor, tövbe etmek kolay mı? Sigara içenler sigarayı bıraksınlar bakalım, kolay mı? Sigarayı bırakmak ne kadar zorsa günahı bırakmak da o kadar zordur. Tövbe ediyor.
Şunu bir düşünelim. Şeytan bir günah işledi en başlangıçta Adem aleyhisselama secde etmedi. Adem aleyhisselam da 2 günah işledi. Şu ağaçtan yeme dedi Cenabı Hak, yedi. Şeytan senin düşmanındır, onu düşman bil dedi, dost bildi. Allah her ikisini de sorguya çekti. Şeytana dedi ki niye böyle yaptın? Ben ondan daha hayırlıyım dedi. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın dedi. Şeytan yaptığını suç saymadı. Dolayısıyla Allah’a isyan etti. Adem aleyhisselama sorduğu zaman Havva annemizle birlikte dedi ki ya Rabbi biz yanlış yaptık. Eğer bizim yaptığımız hatayı görmezlikten gelip de bize ikramda bulunmazsan biz yandık, bittik. Demiş oluyorlar ki ya Rabbi senin dediğin doğruydu, biz yanlış yaptık. Bir insanın günahını günah sayması da bir itaattir. Yani ya Rabbi dediğin doğru, ben susuyorum. Siz kendinizden bir şey yapın, kendinize bir bakın. Bir kişi suçunu itiraf ederse merhametiniz gelmez mi? Bir da arkasında kusura bakma falan derse… Bu, Allah’ın bir kanunu, bizim içimize koymuş. İşte ya Rabbi sen haklısın, ben yanlış yaptım dedim mi Cenabı Hakk’ın merhameti geliyor, günahını affetmekle kalmıyor, bir de o günahı sevaba çeviriyor. Çünkü sevap olması gereken bir iş de yapmış. Kolay bir şey değil.
Günahkarlar simalarından belli olur. (Anlaşılmayan izleyici konuşmaları) Yok, onun açıklaması değil. Onun açıklamasını öbür ayetlerde okuduk. Bu. günahkarların belli olması. O, günahların sorulması; bu, günahkarların belli olması olayı. Allahü Teâlâ diyor ki o gün bazı yüzler ak olur, bazı yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara inandıktan sonra kafir mi oldunuz denir. Yani o yüzleri kararanların hepsi kararmasını hak etmiştir. Allah’ı kavramış, ona kul olması gerektiğini kavramış ama aksini yapmıştır. Onun için yüzü karadır. Yani o gün şey yapılmaz. Öbürü de yüzleri ak olanlar Allah’ın ikramları içinde sürekli kalacaklardır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi var. Ümmetim abdest organları parıl parıl olduğu halde mahşer yerine geleceklerdir diye buyuruyor.
O günahkarlar yüzlerinden, görünüşlerinden belli olur, yani kendi işaretlerinden belli olur. Allah muhafaza buyursun ya Rabbi. Şimdi şöyle perçeminden tutunuyor bir de ayaklarından tutunuyor yüzükoyun cehenneme atılıyor. Hadi buyur buradan değil yani, bir perçeminden bir de ayaklarından… Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? E bu da bir nimettir yani. Dünyada bize bu kadar çektiriyorlar, Cenabı Hak da ahirette çektirecek.
İşte bu, cehennem. Günahkarlar cehenneme karşı yalana sarılıp duruyorlardı. Yok canım ya, Allah bana niye ceza versin ki kardeşim? Allah ceza verecekti niye yarattı ki? Ya Allah bu kadar güzel şeyler yaratacak da onları bir de haram edecek, olur mu böyle şey falan diye hep Allah’ın adına söyleyerek yalana sarılıyorlar. Kendileri çok iyi biliyorlar ki bunlar yanlış. Ama yalana sarılıyorlar. Bu yalanlarını gün gelecek itiraf edeceklerdir. Ama o itiraf ettikleri gün hiçbir işe yaramayacaktır.
(Böbürlenenler mi? İnkar edenler mi?)
Tövbe edip tekrarlama, hani adam tövbe eder tekrar günah işler, tekrar tövbe eder tekrar işler… İnkar edenlerdir bunlar. Bunlar öyledir. Çünkü adam ne kadar günah işlemiş olursa olsun, ne kadar tövbesini bozmuş olursa olsun eğer ölmemişse Allahü Teâlâ diyor ki de ki kendilerine karşı aşırı davranış göstermiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden, ikramından ümidinizi kesmeyin. Allah tüm günahları bağışlar, Allah, gafur ve rahimdir. O bu dünyada olan, ölmemiş olan kişilerle ilgili… Devamı nasıldı ayetin? Rabbinize yönelin. Rabbinize yönelin, tövbe edin demektir. Ve ona teslim olun. Bu dünyada yaşadığınız sürece affedilmeyecek hiçbir günah yoktur, şirk dahil. Sık sık söylüyoruz ya, peygamber s.a.s. ashabının büyük bir çoğunluğu müşrikti, tövbe etti mümin oldular, muvahhit oldular ve çok değerli bir konuma geldiler. Tövbe ile affedilmeyecek hiçbir günah yoktur.
Ama iki tane ayette de Allahü Teâlâ Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz diyor. Nasıl anlayacağız bunu? Birisinde diyor ki bütün günahları bağışlıyor, birisinde diyor ki ortak koşulmasını bağışlamaz. Hah, ölüm gelmiş, tövbe etmemiş, bütün günahları işlemiş ama şirk günahı yok ise Allah bu günahları bunun altında kalan, bunun dışında kalan günahları istediği kişi için bağışlayabilir. Ama kesin garanti vermiyor. Dilerse bağışlar. Eğer şirk günahıyla öldüyse artık bitmiştir. İşte ahirette bu perçeminden tutulup da atılacak olanlar şirk günahıyla ölmüş olanlardır.
Bu cehennem! İşte, günahkarlar ona karşı yalana sarılıp dururlar. Onlar kaynar su ile o cehennem ateşi arasında gider gelirler. Yani hangi tarafa yönelse bir başka azap. Azaplardan azap beğen, sıkıntılardan sıkıntı. Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?
Böylece bu ayetlerde duruyoruz. Cenabı Hak bu kötü akıbetten cümlemizi muhafaza eylesin. Cümlemizi cennet nimetleri karşısında buluşan, ebedi mutluluğa eren kullarından eylesin.