Euzu billahi mineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. Yusuf suresini tamamladık. Allah-u Teâlâ; “hayat hikayelerinin en güzeli” diye tanımlamıştı. Ondan gereken öğüdü almış olmayı cümlemize nasip eylesin. Hakikaten çok dikkat alınması gereken ve öğüt alması gereken bir sure. Kuran-ı Kerim’in tamamı elbette öyle.
Şimdi de Kur-an’ı Kerim’in 13. suresi olan Ra’d suresini anlamaya çalışacağız. “Ra’d” kelimesi, “gök gürültüsü” anlamına geliyor. Bu surede 13. ayette böyle bir kelime geçiyor. Oradan bu isimi almış ama her defasında olduğu gibi yine önce bir Yahya hocayı dinleyelim. Çünkü zihnimize şöyle bir özet olarak yerleşmiş olsun. Ondan sonra ayrıntılı bir şekilde anlamaya çalışırız.
Yahya Şenol: Ra’d Evet, bugün 13. sureye geldik: Rad Suresi. Bu Rad suresi, Mekki bir sure. Yani içinde bir kaç ayetin Medine döneminde indiği söyleniyor ama çoğunlukla Mekke döneminde inmiş olan bir sure. 43 ayetten oluşuyor ve biraz önce hocamın ifade ettiği gibi 13. ayette geçen “Ra’d”, gök gürültüsü manasına gelen o kelime sureye isim olarak verilmiş. Bugün inşallah bu sureyi okumaya ve anlamaya çalışalım.
Sure, şu ayetlerle başlıyor. Tabi, sure başı olduğu için “Bismillahirrahmanirrahim”, “iyiliği sonsuz ve ikramı bol olan Allah’ın adıyla” diye başlıyoruz.
Birinci ayet: “Elif, Lam, Mim, Ra”, “Bunlar Kitabın ayetleridir. Rabbinden sana indirilen Kur an, gerçeğin ta kendisidir. Ama insanların çoğu inanmazlar. Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmadan yükseltmiş olan, sonra arşa, yani yönetimin başına geçen ve Güneş ile Ay’ı hizmete koyandır. Her biri, kendi yörüngesinde belli bir süre için akar gider. Bütün işleri o düzenler. Rabbinizin huzuruna varacağınızı kesin olarak anlıyorsanız diye de ayetleri ayrıntılı olarak açıklar ve yine Allah, yerin alanını artıran, içine sabit dağlar ve ırmaklar yerleştiren, orda, yani yeryüzünde her üründen iki eşi oluşturandır. Geceyi, gündüzün üzerine örter. Bunda düşünen bir topluluk için gerçekten “ayetler” yani “göstergeler” vardır. Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler ve çatallı/çatalsız hurma ağaçları vardır. Hepsi aynı su ile sulanır ama biz tat açısından her birini diğerinden farklı kılarız. Bunda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten “ayetler/göstergeler” vardır. İlk dört ayet böyleydi.
Abdulaziz Bayındır: Evet, istersen 5. (ayeti de) oku …
Yahya Şenol: Tam bir sayfayı bitirmiş olalım. Beşinci ayetimiz de şöyle: “Bir şeye şaşacaksan şaşırman gereken: onların “Toprak olduğumuzda mı? Gerçekten yeniden mi yaratılacağız?” sözleridir. İşte onlar, Rablerini görmezlik edenlerdir. Onlar boyunlarına halka takılacak olanlardır ve yine onlar cehennem ateşinin ahalisidir. Orada ölümsüz olarak kalacaklardır.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi, ayetleri biraz daha diğer ayetlerle birlikte anlamaya çalışacağız. Ra’d suresinin ilk ayetinde Allah-u Teâlâ: “Elif lam mim ra” buyuruyor. Tabi, bunlara huruf-u mukatta deniyor. Yani birbiriyle bağlantısız olan harfleridir. “Elif” diye ayrı okuyoruz, “Lam’ı” ayrı okuyoruz, “Mim’i” ayrı, “Ra’yı ayrı okuyoruz. Bunların elbette bir anlamı var ama biz şu ana kadar kendimizi tatmin edecek bir sonuca henüz ulaşmış değiliz. Bir hayli çalışmalar yaptık. İnşallah bunları açıklayan ayetleri bulmak da nasip olur. Çünkü Allah-ü Teâlâ, açıklamayı kendisinin yaptığını bize bildiriyor.
Yahya Şenol: Ama şunu belki söyleyebiliriz belki değil mi? hocam. Bunlar, anlamı asla Allah’tan başkası tarafından bilinemeyecek olan bir sembol, gizli ayetler değil.
Abdulaziz Bayındır: Ya, olmaz.
Yahya Şenol: Yani genelde söylenen bu ya. Bunlar asla bilinemez. Dolayısıyla bırakılmalı.
Abdulaziz Bayındır: Ya, olmaz. Surede, Allah-ü Teâlâ ayrıntılı açıklama yaptığını söylüyor ayetleri: bir yerde kısa/özlü, diğer yerde şey. Ama asıl problem şu: hikmet metodunun kaybolmuş olması. Biz şimdi şurada, biz Süleymaniye Vakfı olarak Allah-u Teâlâ nasip eyledi, “Hikmet Metodunu” bulup şu ana kadar çözülmemiş sayısız problemleri çözmek, Allah tarafından bizlere lütfedildi. Ama belki çözmemiz gerekenlerin yanında bu bir nokta gibidir.
Yahya Şenol: Öncesinde de böyle bir çalışmadan bizde hani bilmediğimiz için zorlanıyoruz da işte. Bazı şeylere yetişemiyoruz dimi? Süre yetmiyor, şu olmuyor bu olmuyor. Hani örnekleri olsa önümüzde bizden bazı şeyleri direk geçe bilsek hemen yapılmış çalışmalar olsa.
Abdulaziz Bayındır: Biz mesela, biz burada ekip olarak her gün çalışıyoruz ama onun dışında da şey değil yani aramızda başka ekipler de var herkes çalışıyor ama dediğin gibi yani bu eski geleneksel bilgiyle yetişmişiz. Biz o bilgiyi farkına varmadan doğru kabul ediyoruz ama onun yanlışlıklarını ortaya çıkarmak, doğruları bulmak bazen yıllarımızı alıyor. Yani kolay bir şey değil. Hani iş mümkün olsa da İslam âleminde böyle bizim gibi belki binlerce ekip olsa.
Yahya Şenol: Her birimiz farklı bir yere eğilsek de kolay gidebilsek.
Abdulaziz Bayındır: Hatta her birimiz diğerinin bir takım yanlışlarını da bulsa, çok güzel sonuçlar ortaya çıkar. Yani bunun da olabileceğini ümit ediyorum, inşallah kısa sürede o neticelere ulaşırız.
“Elif-lâm-mîm-râ tilke âyâtul kitâb”
“işte bunlar kitabın ayetleridir”
“velleżî unzile ileyke min rabbik”
“Rabbinden sana indirilmiş olan” yani Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme hitap ediyor: “Ya Muhammed! Sana indirilmiş olan”, tabii ona indirilen bize ve bütün insanlığa indirilmiş olandır.
“el hakku”, “tümüyle gerçektir.” Yani Allah’ın indirdiği her şey, tamı tamına gerçektir.
“ve lâkinne ekśerannâsi lâ yu’minûn”, “insanların çoğu, Allah indirdiği bu kitaba inanmıyor. Şimdi bugün görüyoruz ben Müslümanım diyen, hocayım diyen insanlara da ayetleri gösterdiğin zaman hiç görmek istemiyor birçoğu. Görmek isteyen ve teslim olanların sayısı az. Tabii bunu bilenler için diyorum. Bilmeyenler bir başka tarafta bildiği halde hesabına gelmediği için, ya tamam ama falan diye kıvırıp hemen başka tarafa kaçıyor.
İşte geçende birisi geldi, bir takım sorular soruyor gibi şey yapıyor, veriyorum ayeti okuyor, haydi şu ayeti bi oku diyorum hemen biraz okuyor, hesabına gel(miyor) hemen alıyor Kur’an-ı Kerim’i öpüyor bir kaç kere ondan sonra yerine. Ya kardeşim, Kuran-ı öpmek için değil, Kuranın içerisini anla. Anladım okudum, böyle şey yani gerçekten anlama niyeti yoksa yapabileceğimiz bir şey de yok.
İnsanlar, ya tamam ben inanıyorum falan diyor ama bakıyorsun ki başka şeylere yani güvenmiyor. “İnanmak” demek, “güvenmek” demektir. Ben şimdi mesela şimdi Yahya Hoca’ya sorayım. Mesela, bir adam birçok konuda sana güveniyor ama bazı konularda güvenmiyor. Bu adam bana güvenir der misin? Bir tek konuda bile olsa.
Yahya Şenol: Güvenmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Değil mi? ve aslında Türkçe dili açısından da bu adam bana inanmaz dersin. Fakat işte aslında inanmak, güvenmek, ikisi de aynı anlamda. Ama bizde zamanla anlam daralması olmuş inanma meselesinde. Varlığını kabul ediyorum ben. Allah diye bir varlık var.
Yahya Şenol: İnanmak bu zannediliyor.
Abdulaziz Bayındır: İnanmak bu zannediliyor. İblis. Mesela bize öğretilen iman nedir? Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak. Peki İblis, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmıyor mu?
Yahya Şenol: İnanıyor.
Abdulaziz Bayındır: Tabi en küçük şüphesi var mı? iddia etmeye. Asla, asla şüphesi yok. Onun için asıl mesele yani Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek insan yeryüzünde yok. Ben ateistim diyenlere bakmayın, onlar da bu şey yapıyor. Hani yalan söylemek dünyanın en zor işidir. Her zaman fark edemezsiniz. Farkına varmadıkları zaman yani böyle biraz doğal yapılarıyla baş başa kaldıkları zaman bakarsınız ki Allah’a yalvarmaya başlıyorlar.
Yahya Şenol: Geçende de güncel bir şeyi aktarmış olayım. Türkiye’de ateistliğiyle meşhur birisi bir açıklama yapmış. Medyaya mı artık kendi sosyal hesabından mı? Türkiye de diyor. Ben ve benim gibi ateistlerin Allah’ın yokluğuna dair elimizde sağlam delillerimiz yok. Yani başka şeyden dolayı inanmıyoruz ama varsa bile beni cehenneme atacağına pek ihtimal vermiyorum diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bak beni cehenneme atacağına, cehenneme de inanıyor.
Yahya Şenol: Yani beni cezalandırmaz diyor. Yani bu yokluğuna kani değil, yani.
Abdulaziz Bayındır: Bu çok önemli. Bak ahirete de inanıyor bu. Aynı İblis gibi, İblis de ahirete inanıyor.
Yahya Şenol: Hani, bahçe sahiplerini anlatan bir ayet vardı ya Kehf suresinde. Orada da adam diyordu ki; “Ben asla kıyametin falan geleceğini zannetmiyorum.”
“ve le-in rudidtu ilâ rabbî leecidenne ḣayran minhâ munkalebâ”
“Ha, oldu ki Allah’ın huzuruna döndüm ben öbür tarafta. İnanıyorum ki bundan daha iyisiyle orada da karşılanacağım.”
E, hani inanmıyordun Ahirette hiç bir şey ol(may)acağına?
Abdulaziz Bayındır: İblis de inanıyor işte ahirete, Allah’a ne diyor? “Ya Rabbi, bunların yeniden dirilecek güne kadar beni yaşat” diyor. Zaten insanlar, ölümle bitecek bir hayat, insanların hayallerinde bile yok. Hiçbir şekilde tatmin etmez yani insanları. Evet, işte inanmak güvenmektir. Allah’ın dediğine tam güveniyor musun? Ama öyle değil. İnsanlar tabi ben Kuran’a tabi ki inanırım. Ben Muhammed aleyhisselama elbette inanırım ama, falan bitti kusura bakma, aması yok. Onun için Allah’a tam güvenmiyorsanız inanmış sayılmazsınız.
“Allâhulleżî rafe’a-ssemâvâti biġayri amed teravnehâ śümmestevâ alâl’arş vesaḣḣaraşşemse velkamer kullun yecrî li ecelin musemmâ yudebbirul emra yufassilul âyâti le’allekum bilikâi rabbikum tûkinûn”
Şimdi Allah-u Teâlâ burada az önce, indirdiği ayetlerden bahsetti ki, O ayetler işte, şu elimizde olan Kur’an-ı Kerim’de ki ayetlerin tamamıdır. Tabii Adem aleyhisselamdan itibaren indirilmiştir. Ama şeriat, aynı şeriattır. Allah-u Teâlâ ona “kendi sünneti” diye tanım vermiştir ve en son kitapla da dinini tamamladığını ifade ediyor: Maide suresinin üçüncü ayetinde diyor ki “Şimdi Allah’ın ayetleri iki gruba ayrılır. Birisi indirdiği ayetleri, birisi de yarattığı ayetler.” Allah dinini de “fıtrat” olarak tanımladığı için, yani yarattığı ayetler, tabiatta geçerli kanun ve kurallar ne ise, Allah’ın dininde geçerli kanun ve kurallar da odur. Onun için “din”, “fıtrattır”. Yani doğa, insanın doğal yapısına en uygun olan ya da uygun olan tek şeydir, dini yaşama biçimidir. Onun için burada Allah-u Teâlâ hemen tabiata, tabiata anlatmaya yöneliyor.
“Allâhulleżî rafeassemâvâti biġayri amedin teravnehâ”, “Allah gökleri yükseltmiş olandır.”
Bakıyorsunuz gökler yükselmiş. Orada güneş var, ay var, yıldızlar var. Bu bizim gördüğümüz kısım. Güneşi, ayı birinci kat semanın süsü, zaten güneş sistemi ve ay. Ama ondan sonda burçlar, yıldızlar başlıyor. O da onlar: birinci kat sema, ondan sonra ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi, altıncısı, yedincisi. Henüz oralara çıkmış değiliz ama Nuh aleyhisselam zamanında oralara çıkılıyordu. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi de Allah-u Teâlâ miraç yolculuğunda yedinci kat semaya kadar çıkarmıştır ve onu her konuda bize örnek veriyor ve bize de diyor ki Rahman suresinde; işte oralara çıkmak için bir güce ihtiyacınız vardır. O güç olmadan çıkamazsınız diyor.
Demek ki bunun bilgisini geliştirmemiz icap ediyor. İşte o şemaların her birisini diğerinin üstüne yükseltmiş oluyor ama hiçbirinde bir direk yok. Yani bizim gözümüzle görebileceğimiz bir direk yok. Peki bu ifade, görmediğimiz bir direğin olmasına engel değil. İşte çekim kuvveti, bilmem itim çeşitli, bunu fizikçiler daha iyi bilir, bilmediğimiz sahada konuşmayalım ama. Yani burada bakıyorsunuz ki göklerde en küçük bir çatlama yok, en küçük bir hareket, şey yok. Böyle sistemi bozucu bir tavır yok. İşte bunu yapan Allah-u Teâlâ’dır.
İşte Allah, bu yarattığı ayeti bize öğretiyor. Peki, “sümmestevâ alâl arş”, Allah tüm bu gökleri, yeri yaratıyor, sonra da yönetimin başına geçiyor. Her şey Allah’ın kontrolündedir. Yani bizim kılcal damarlarımızda herhangi bir şey ortaya çıkmadan önce mutlaka Allah’ın ondan haberi vardır. Bir yaprak düşmeden önce mutlaka haberi vardır. Ve her birisini kayda da geçirir. Allah-u Teâlâ’nın bilgisini bizim hayal etmemiz mümkün değil.
Diyor ki “Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, bir o kadarı daha olsa, Allah’ın bilgisini yazsalar, Allah’ın bilgisi bitmez diyor.” Hangi suredeydi bu?
Yahya Şenol: Lokman suresi yirmi yedinci ayet.
“Ve lev enne ma fil ardı min şeceratin aklamüm vel bahru yemüddühu min ba’dihi seb’atü ebhurin ma nefidet kelematüllahi innellahe azizün hakim”
Abdulaziz Bayındır: Şimdi ki diyor ki burada Allah-u Teâlâ; “ve saḣḣara-şşemse vel kamer”, “güneşi ve ayı da sizin emrinize vermiştir” diyor. Çünkü Allah, gökleri ve yeri, bizim imtihanımız için yarattığını ifade ediyor ayetlerde. Sizin emrinize vermiştir. Mesela, Hud suresi yedinci ayete bakarsanız, orada görürsünüz ki çok sayıda ayet var zaten.
Yahya Şenol: Kehf 109’muş.
Abdulaziz Bayındır: Kehf suresi 109. ayet, yani bir o kadarı daha olsa..
Yahya Şenol: “Kul lev kanel bahru midadel li kelimati rabbi”, “de ki Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa”
“le nefidel bahru kable en tenfede kelimatü rabbi ve lev ci’na bi mislihi mededa”, “bir o kadarını daha onlara katsak Rabbimin sözleri bitmeden denizler tükenir” diyor.
Biri Lokman 27, biri Kehf 109.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Yani Allah-u Teâlâ’nın bilgisi, tabi bizim hayal edebileceğimiz bir seviyede değil. Şimdi Allah-u Teâlâ diyor ki: “Güneşi ve ayı sizin hizmetinize vermiştir.” Yani güneşin doğuşu, batışı, ayın hareketleri falan. Ayın hareketleri öyle bir şekildedir ki, siz çok iyi şeyi bilirseniz, takip ederseniz gökyüzünde takip edebileceğiniz bir takvim gibidir. Aynı şey güneş için de vardır ama o, çok daha ince bir bilgi ister ve bu ince bilgiyi bilenler takvimleri basarak şey yapıyorlar ama Allah-u Teâlâ’nın asıl Kuran-ı Kerim’de kabul ettiğini söylediği takvim, ay hesabına göre olandır. Onun tabi birçok bağlantıları var. Şimdi ona girmiyoruz.
Evet, güneş ve ay, şimdi diyor ki; “küllün yecrî li ecelin musemmâ”, “şu güneşin ve ayın her birisi, belli bir süre için akar durur.” Nasıl akıyor? Allah-u Teâlâ, Yasin suresinde bunu söylüyor. Başka sureler de vardı değil mi, burada? Ne diyordu orada?
“veşşemsu tecrî li mustekarrin lehâ”
Yahya Şenol: Yasin suresindekini önce açalım, “veşşemsu tecrî li mustekarrin lehâ” “Güneş, kendisi için belirlenen yerde yani yörüngede akar gider.” Bu nedir?
“żâlike takdîrul azîzil alîm”, “daima üstün ve bilgili olan Allah’ın belirlediği bir ölçüdür” bu.
Abdulaziz Bayındır: Orada akıp gittiğini söylüyor. Burada da belirli bir süre için diyor. Demek ki güneşin orada yörüngesinde dolaşmış olması belli bir süre içerisinde oluyor.
Yahya Şenol: ve bu takdir diyor. Allah tarafından ölçülendirilmiş.
Abdulaziz Bayındır: Allah tarafından ölçüsü konmuş, evet.
Yahya Şenol: sonra, 39. ayet, “vel kamera kaddernâhu menâzil”, Allah diyor ki; “Ayı da, menzil menzil ölçülendirmişizdir.
Abdulaziz Bayındır: Evre evre
Yahya Şenol: Evre evre, yani ne olur o da? “hattâ âde kel’urcûni-l kadîm” “Kurumuş bir hurma salkımı sapı gibi olana kadar; menzil menzil, evre evre ölçülendirdik” diyor Allah.
Abdulaziz Bayındır: Tabi, yani çok ince bir hilal görüntüsünü alıncaya kadar, evre evre, görüyoruz. Biz ona göre takvimimizi, şeyimizi ayarlıyoruz. İbadetler hepsi ona göre oluyor.
Yahya Şenol: Sonra, “leş şemsu yenbeġî lehâ en tudrikel kamer”, “güneş, ayı yakalayamaz”
“ve lelleylu sâbikun nehâr” “Gece de gündüzü geçemez”, çünkü “küllün fî felekin yesbehûn”
“Onların her biri, bir yörüngede akıp gider. Yüzer gider diyor yani.
Abdulaziz Bayındır: Güneşin yörüngesi ayrıdır, Ayın yörüngesi ayrıdır. Bu yörüngeleri birbiriyle hiç bir zaman çakışmazlar, güneş ayla çarpışmaz yani bir birbirlerini çarpışmazlar. Her birisinin yörüngesi farklıdır. Şimdi bakınız ne yapıyor Allah ötede bize ayrıca bir geniş bilgi veriyor. Zaten ay için “Münir” vasfı açıklamasını yapıyor. Yani güneşten aldığı ışığı yansıtıyor. Az önce okuduğun Yasin suresinin ayetinde de o ışığın bizim tarafımızdan görülen kısmıdır, oradaki evreleri, ayrı yazılırdı tabii. İşte bu da ne yapmış oluyor burada çok ayrıntılı bilgi vermiş oluyor. Bu yarattığı ayetlerle ilgili olarak aslında tabi bunlar o konularda uzman olan kişilerin okuması halinde daha bizim farkına varamadığımız birçok şeyin ortaya çıkmasına sebep olur.
Evet “yudebbirul emr”, “Bütün işleri çekip çevirir Allah.” Yani göklerde, yerde ne var ne yok, her şey Allah’ın kontrolü altındadır.
“yufassilul âyât”, “bütün ayetleri de ayrıntılı olarak açıklar.” Bütün ayetleri dediğimiz zaman, gökler ve yer hepsi de dâhil. Hakikaten Kur-an’ı Kerim deki “gök bilgisi”, bugün dünyada asla bilinmiyor, çok çok az, çok çok basittir. Ama tabii bunu duydukları zaman gülenler, şey yapanlar elbette ki olacaktır. Bu bizim için hiç önemli değil. Ama Allah’a çok şükürler olsun bu, kutup bölgelerinde namaz vakitleri ile ilgili yapmış olduğumuz gözlemler ve konunun uzmanlarıyla yapmış olduğumuz görüşmeler üzerine Kuran’ı Kerim’in ne kadar ayrıntılı bilgi verdiğini, kutup bölgesini her tarafı ne kadar ayrıntılı bir şekilde anlattığını görmek nasip oldu. Tabi, aynı şey tüm gökler içinde, yer içinde yerin alt katmanları için de geçerli.
Evet. Peki, bütün bunlar, Allah ayetlerini açıklıyor. “leallekum bilikâi rabbikum tûkinûn”
Şimdi esas ona bakalım. Diyor ki, Allah bu açıklamaları yapıyor: “Belki siz, Rabbinizle yüzleşeceğiniz konusunda, kesin bir bilgiye sahip olursunuz. “Yani yakin bir yakin bir kanaatiniz oluşur. Kesin bir bilginiz oluşur.
Evet. “vehuvelleżî meddel ard”, “Yeryüzünü uzatan odur”, Allah yeryüzünü yaratıyor. İşte biraz sonra, dağları yerleştirerek yerin alanını genişletiyor. Yani şöyle düşünün, şunun şu yaptığı, kapsadığı bir alan var. Şimdi bunu da dağ kabul ederseniz, tüm çevresini ve burayı üstünü de düşündüğünüz zaman alanda çok ciddi bir genişleme olur. Yani Allah-u Teâlâ o şekilde alanları da genişletiyor.
“ve ce’ale fîhâ ravâsiye ve enhâran”, “oraya böyle sabit dağlar koyuyor ve şeyler koyuyor.” “revasi” kelimesini kolay anlamak için şey yapalım. Yani bu “gemilerin demir atması” da aynı kelimeyle ifade edilir. İşte şeyde Nuh aleyhisselamın gemisiyle ilgili olarak Allah-u Teâlâ “Bismillahi mecraha ve murseha”, işte “akıp gitmesi ve demir atması”. “murseha”, aynı kökten gelen kelimedir. İşte dağlar da, birer “demir kazık” gibidir. Neden demir şey gibi yani bir geminin demir atmasıyla bunlar arasındaki ilişki nedir? Eğer gemi demir atmasa, kıyıda duramaz. O gelen dalgalar onu alır götürür ve siz de bilemezsiniz o gemiye, ondan yararlanamazsınız.
Şimdi işte başka ayetlerde açıklıyor. Şimdi o konuya tabii ki girmemiz mümkün olmaz. Allah-u Teâlâ bu yeri, yerin üzerine eğer dağlar yerleştirmeyecek olsa, bu dağlar şey, yeryüzü kayar gider yani kayar, bu ona uğrar, o ona vurur falan. Yani şey gibi olur. Suyun üzerindeki diyelim bir levha gibi bir şey olur. İşte sallanır da, kayıp gider de, kaymasını engellemek için de Allah-u Teâlâ onu şey yapmıştır. Depremi engellemek için değil, yeryüzünün kayıp gitmesini engellemek için onu yapmıştır.
Evet “ve enhârân”, “ve nehirler de” oluşturmuştur Allah-u Teâlâ. Hakikaten mesela bu dağla birlikte nehir. Şimdi ben Erzurumlu olduğum için hep aklımda oluyor; şu Fırat nehri, Erzurum’da bir dağdan çıkar. Yani o dağın tamamına çıkmamıştım ama o dağın bir tarafına çıkmıştım, bir su içmiştim oradan. Yani ben o şekilde soğuk bir su hiç hatırlamıyorum. Yani öyle buzdolabı falan haltetmiş. Ama o kadar lezzetli bir su ki, insan içmeye doyamıyor. O soğukluğa rağmen zevkle içiyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bir dağ. Aynı dağın bir tarafından Fırat nehri, bir tarafından Çoruh nehri çıkıyor. Allah Allah! Yani, ne biçim bir şeyi Cenab-ı Hak oluşturmuş? Ne biçim bir yapı oluşturmuş? Evet, şimdi tabi Fırat Nehrinin bir kolu çıkıyor ve Çoruh nehrini bir kolu çıkıyor ama başlangıç kısımları orası oluyor.
Şimdi ve şunu da söylüyor: bütün bunları anlatıyor, anlayın bakalım diyor. Bak, bunları hep görüyorsunuz.
“vemin kulliś-śemerât”, “Her türlü ürünler, meyveler”, her türlü ürün, toprak ürünlerinin tamamı “ceale fîhâ zevceyni”, “o ürünlerin içerisinde Allah hep “ikili bir yapı” oluşturmuştur. Yani onların tamamı erkekli ve dişilidir. Her birisinde bu vardır. Ee, peki bu kadar ayrıntılı veriyor. Peki devam edeceğiz.
Bu yetmiyor, “yuġşîlleylennehâr” “geceyi, ne yapar? Gündüzün üzerine örter.” Bakın, gündüz ve gece kaybolmuş değil. Bugün, şimdi şu söyleyeceğimiz şeylere gülecekler ama bir müddet bu konuda ciddi çalışmalar yapan, duygusallık yapmayan gerçekten doğru davrananlar, bunun çok ileri seviyede bir ilim olduğunu bileceklerdir. Ama sizlere şunu söyleyeyim. Lütfen, bu gelişmiş teknolojiden istifade ederek uzaydan dünya görüntülerine bir bakın. Bu fotoğraflara bakın. Bunları göreceksiniz. Bakacaksınız ki uzay zifiri karanlık. Ama dünyanın üzerinde mesela gece vakti, beyaz bir çember göreceksiniz. Ne diyor Allah ona?
Yahya Şenol: Zümer suresinin 5. ayeti, şöyle diyor Allah orada: “halekassemâvâti velarda bilhakk” Allah, gökleri ve yeri gerçek varlıklar olarak yaratmıştır”, “yukevvirulleyle alânnehâri”, önce Allah ne yapıyor? Geceyi, gündüzün üstüne sarıyor.
Abdulaziz Bayındır: “yukevvir” ne demek? Bizim “küre” kelimesi oradan gelmektedir. Yani böyle bir şey gibi, “sarık gibi”. Yani geceyi, gündüzün üzerine “bir sarık” gibi sarar. Başka?
Yahya Şenol: “ve yukevvirunnehâra alâlleyli”
Abdulaziz Bayındır: gündüzü de gecenin üzerine sarık gibi sarar. Yani gece ve gündüz dediğimiz varlık, lütfen dikkatle araştırın, bakın. Bu konu maalesef bilinmiyor, bilinmiyor. Yani ben geçenlerde, dünyada bu konuyu en iyi bildiği düşünülen kişilerden birisiyle de görüştüm. Daha önce de görüşmüştüm. Baktım henüz kavranmış değil. Ama inşallah. Siz şöyle gözlerinizle görürseniz bir de bilhassa gençler bu tarafa doğru yönelirse inşallah bu problemler yakında çok iyi şekilde çözülür ve anlaşılır.
Şimdi görürsünüz ki yirmi dört saat gece ve gündüz var. yirmi dört saat gece ve gündüz var. Yani o gece, üste çıktığı zaman, yani Allah-u Teâlâ’nın gece dediği varlık, tüm şeyi, çevreyi sarar. Onu zaten hissedersiniz. Gecenin özel bir şeyi yok, şekli yok. Ama gündüzün beyaz bir görüntüsü var. O, yirmi dört saat olan gündüz, eğer şey yoksa hava bulutlarla kapalı değilse, bir gece lambası gibi sizin önünüzü aydınlatır. Hiçbir aydınlık olmasa bile. Şimdi bunlar yirmi dört saat görürsünüz. İşte uzay, zifiri karanlık olmasına rağmen dünyada gündüzün olması, güneş ışınlarının o gündüz denen yere çarptıktan sonra aydınlığa dönüşmesidir. İnşallah bu ileri safhada ki bilgileri yeniden ortaya çıkarmak bize nasip olur. Çünkü İslam âlimleri bunları ortaya çıkarmış olmalılar. Çünkü çok sayıda kitaplar yakıldı, yok edildi.
Evet. Eee, şimdi İslam âleminde de biz mesela işte ilkokulumuz var, ortaokulumuz var, üniversitelerimiz var. Bunların burada talebeler, yıllarca boş işlerle meşgul ediliyor, mezun olanlar bir şey öğrenmiyor ve bunların ilim dedikleri, batıdan gelen de birtakım şeyler falan filan. Ama bize ait bir şey maalesef yok. İnşallah bundan sonra olur.
Evet, “inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn”, “tefekkür eden bir topluluk için, tek kişi değil, bakın, “kavm” diyor, niye tefekkür? Kafanızı, fikrinizi iyice çalıştırıyorsunuz. Ekip olacak çünkü senin göremediğin fark edemediğini bir başkası fark edecektir. Tefekkür edeceksiniz o zaman çok güzel sonuçlara ulaşırsınız. “Ayetler vardır” diyor, bakın ayet. Tekrar ediyorum. Allah-u Teâlâ “ayet” kelimesini, indirdiği şu kitabın tüm cümleleri için kullandığı gibi “yarattığı tüm varlıklar için” de kullanıyor ve Allah-u Teâlâ ne diyordu bir ayette?
Yahya Şenol: “senurîhim âyâtinâ fîl âfâki vefî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk”, Fussilet suresinde (53. ayet). “Biz insanlara ayetlerimizi hem çevrelerinde hem kendi içlerinde göstereceğiz ve sonunda Kuran’ın gerçekten Allahın kitabı olduğu, onlar için ayan beyan ortaya çıkacak.”
Abdulaziz Bayındır: Bak, demek ki Kur’an Allah’ın kitabı olduğunun asıl delili, ispatı ne? Çevremizdeki ayetler ve kendi vücudumuzdaki ayetler. Onun için vücudumuzdaki her bir hücre bir ayettir. Şimdi biraz okuyalım daha iyi anlamamıza sebep olur inşallah.
Az önceki Fussilet suresi elli ikinci ayetti değil mi? Ya da elli üç de olabilir. Ben hep karıştırıyorum bunları. Evet şimdi. Şimdi Allah-u Teâlâ diyor ki;
“inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn”, “yani kafasını çalıştıran bir topluluk için böyle tefekkür eden, fikrini böyle kendini iyice işe yoğunlaştırarak düşünen bir topluluk için ayetler vardır” ve burada çok şeyler bulacaktır, çok işaretler, çok göstergeler bulacaktır diyor.
Ondan sonra da şimdi bu gökleri anlattıktan sonra diyor ki “ve fîl ardı kitaun”
Yahya Şenol: Fussilet 53, bu arada.
Abdulaziz Bayındır: Fussilet 53, değil mi? Tamam. “ve fîl ardı kitaun mutecâvirâtun”, “Yeryüzünde de birbirine doğu komşu kıtalar vardır” diyor. Birbirine komşu kıtalar vardır şimdi kıta mesela Asya kıtası, Avrupa kıtası, Amerika kıtası, işte Avustralya biraz şey kalıyor, tek başına kalıyor falan ama o komşu olmaktan çıkıyor ama diğerleri birbirine komşu, hepsi, hepsi komşudur demiyor. Buna da dikkat edelim. Birbirine komşu kıtalar vardır diyor. Demek ki onu da Allah-u Teâlâ anlatmış oluyor. Komşu olmayanlar da vardır. Mesela Antarktika, komşu değil, Avustralya komşu değil. Birbirinden ayrı ama kara parçaları, “kıta” kelimesi “kara parçası” manasına gelir. Arap dilinde kara parçaları vardır. Peki başka?
“ve cennâtun”, “ve bahçeler var” bakın, “Cennat”, cennetin çoğuludur. “Cennet” kelimesi, hem “ahirette gidilecek olan cennetin” tanımlanması için kullanılır, hem de “dünyadaki bahçeler için” kullanılır. “Cennet”, “bitki örtüsü” manasına. Yani toprağı örten bir bitki örtüsü varsa oraya cennet der Araplar. O ağaç olur, bitki olur, er şey olur.
Evet, “ve cennâtun min a’nâbin”, işte, toprağı örten şeyler, “min a’nâb”, neden? Üzümlerden. Üzüm.
Yahya Şenol: Yani üzüm bağları.
Abdulaziz Bayındır: Tabii doğru öyle olur. Yani toprağı örtüyorsa üzüm bağı olur, başka bir şey olmaz. Evet, üzüm bağları.
“ve zer’un”, “ekinler”, Ne diyoruz? Biz o ziraat ürünlerine? Zirai mahsul. Ha, tamam, zirai mahsul. Bitki diyoruz tabii, bitkiler var, ondan sonra.
“ve neḣîlun”, “ve hurmalıklar” var, hurmalar var, hurmalıklar var. “sinvânun ve ġayru sinvânun” “yani çatallı, çatalsız”, ne diyelim. Şöyle bir hurma ağacı düşünün; diyelim şöyle şey çatallı yani sanki iki ağaç birleşmiş gibi ve bu cevizler de olur, çınarlar da olur, birçok şeylerde de olur ya da üçgen. Gövde üzerinde. Bazen tek olur, bazısı da birbirine birleşmiş iki üç ağaç gibi gözükür daha fazla da gözükür. Peki, bütün bunlar ne? Bakın, çeşitli meyveler, çeşit çeşit tarım ürünleri falan.
“yuskâ bi mâin vâhidin”, “tek bir suyla sulanırlar”. Aynı topraktan biter ve tek bir suyla sulanır. Ama her birinin tadı farklı, her birinin içeriği farklı, her birisinin etkisi farklıdır. Bu, ne büyük bir güç. Ee, bizler de aynı anne babanın evlatlarıyız. Bütün insanlara Adem evladı diyor Allah-u Teâlâ. Ama her birimiz birbirimizden farklıyız. Aynı annenin evlatları birbirinden farklıdır. Yani bakın Allah-u Teâlâ’nın gücüne ve kudretine bakın yani. Hatta her birimiz de mesela şu benim saçım, saçımın teli, herhangi bir hücrem, dünyada bir başkasında olmayan özelliklere sahiptir. Ondan dolayı kolayca öğrenebileceğimiz şey işte. Terimizi bile tespit ettikleri zaman bizim kimliğimize ulaşabiliyorlar. Muhteşem bir şey yaptığı Allah-u Teâlâ bize anlatıyor. İşte Allah-u Teâlâ kendinin bu özelliğine “bari’” kelimesini kullanıyor. Yani “farklı yaratma” özelliğine sahip: Haşir suresinin son ayetinde.
Yahya Şenol: Hem Halik, hem bari.
Abdulaziz Bayındır: Hem yaratan, hem de yarattığı her şeyi farklı yaratandır. Hiçbir şey diğerine benzemiyor. Evet, şimdi.
“ve nufaddilu ba’dahâ alâ ba’din fîl ukul”, “hepsi aynı topraktan, hepsi aynı suyla sulanıyor ama yemede biri diğerinden daha üstün. Şunu yiyorsun, daha iyi, daha zevkli geliyor, vücuda daha fazla fayda veriyor, öbürü bir başka açıdan bu başka açıdan. İnsanlar da öyle. Mesela kadınlara Allah-u Teâlâ birçok özellikler vermiş ki erkekler de yok, erkeklere özellikler vermiş ki, kadınlar da yok. Ama bir kadına öyle bir özellik vermiş ki hiç bir başka kadında yok. Bir erkeğe öyle özellik veriyor ki başka bir erkek de yok. Ne yapıyor burada? Bu, Allah’ın gücünü ve kudretini ortaya koyuyor.
Yahya Şenol: ve bu farklılıklar, bir üstünlük de doğurmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Üstünlük değil.
Yahya Şenol: Farklılık, farklılıktır. O, öyle kalır.
Abdulaziz Bayındır: Farklılık, farklılıktır. Bazıları böyle bir şeyi kendilerinde bir şey hissetti mi, kibirleniyor ve tamamen kaybediyor. Öyle değil ki. Bu farklılıkları birleştirirsek işte onun için kavim, toplum, … Herkes kendi özelliğini birleştirir ise burada müthiş sonuçlar ortaya çıkar. Ama bizde öyle değil. İşte bu batıdan gelen bir eğitim sistemiyle, yok sen nerede okudun senin şeyi diploma ne, senin uzmanlığı ne falan diye Allah’ın insanlara verdiği özellikleri kaybediyoruz ve maalesef bir de zihinleri yıllarca şartlanmış olan kişilere âlim diyoruz, zihinleri hür olan kimselere de cahil diyoruz ve böylece çok ciddi manada bir köleleşme içerisinde maalesef hareket ediyoruz.
“inne fî żâlike leâyâtin likavmin ya’kilûn”, “aklını kullanan, doğru bağlantı yapanlar için bunlarda kesin ayetler vardır.” Peki, bu kesin ayetlerle nereye ulaşacaktık? İkinci ayette ne diyordu? Rabbinizle yüzleşeceğinize de inanırsınız, bu şekilde. Allah Allah, ne olur? Ya bu kadar gücü ve kudreti olan Allah-u Teâlâ. Ben hiç yoktum. Ben neydim, ondan önce, topraktım. Üzerinde gezdiğim yer işte, oradan gelen ürünler Annem yedi, annemin vücudunda yumurtaya dönüştüm, babam yedi onun vücudunda sperme dönüştüm. Bunlar birleştiler, annemin vücudunda oluştum, bittim. Aynı şeyi Cenabı Hak, tekrar yapar. Ne var ki? Bunları düşündüğün zaman, buna çok kesin şekilde inanırsın. İşte burada, bu surenin ikinci ayetinde Allah-u Teala’nın bildirdiği gibi, Allah burada, kendisiyle yüzleşeceğimiz ayetleri, yüzleşmemizin gerçekleşeceğini bize gösteren ayetleri de böylece ne yapmış oluyor, açıklamış oluyor.
Şimdi Allah-u Teâlâ diyor ki; bu son ayette:
“ve in ta’ceb fe’acebun”, yani “sen şaşırırsın” Allah Allah. Allah-u Teâlâ ne muhteşem şeyler yaratmış. Ben buna tam teslim oldum. Buna inanmamak nasıl olur? Asıl şaşırılacak şey şudur diyor: onların şu sözü;
“e-iżâ kunnâ turâben e innâ lefî ḣalkin cedîd”, “yani biz şimdi öldük, toprak olacağız, yeniden yaratılacak mıyız? Yav, sen her sene yeniden yaratılışı görüyorsun da sen niye yaratılmayacaksın? Senin yaratılmaman için ne sebep var? Ağaçtan düşen mesela bir elma ağacı üzerinden bir elma düşüyor. Elmanın içinden küçücük bir çekirdek düşüyor. O çekirdekten bir elma ağacı oluşuyor da senin vücudundan neden sen yeniden yaratılmış olmayasın? Birazcık düşünsene, esas şaşılacak olan budur.
“ulâ ikelleżîne keferû bi rabbihim”, “Bunlar kendi sahiplerini görmezden geliyorlar.” “Rab”, “sahip” demektir. Ya, sizin/senin elinde avucunda olan her şeyin sahibi kimdir? Allah. Zaten onlara da sorsan, göklerin, yerin Rabbi kim? Hepsi/bütün kafirler ne der?
Yahya Şenol: Allah diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Allah derler. Herkes, ha işte ateistler biraz şey yapıp üstünü örtmeye çalışırlar ama onlar da öyle derler yani, evet.
“ve ulâikel aġlâlu fî a’nâkihim”, onlar, o şeyler, bukağılar. Ne diyoruz o şeylere? Halka, halka tamam, halka güzel, evet. Halkalar, onların boyunlarındadır, demir halkalar onların boyunlarındadır. Ne oluyor? Yani, bu dünyada da öyle, yani adamlar kendilerini bazı şeylere şartlandırmışlar, onun dışına çıkmak istemiyorlar. Gerçekleri görmedikleri için değil, görmek istemedikleri için.
“ve ulâike ashâbunnâr”, “işte onlar cehennem ashabıdır.” Aslında onların hayatları bu dünyada da cehennem olur. Mutsuz olurlar, huzursuz olurlar. Allah’ın en büyük uyarısıdır ama hiç umurlarında değil.
“hum fîhâ ḣâlidûn”, “onlar bu cehennem ateşi içerisinde sürekli kalacaklardır.”
Evet, senin söyleyeceklerini şey yapalım.
Yahya Şenol: Evet, bu Allah’ın iki türlü ayeti vardır diyoruz ya hani sürekli. Cenab ı Hakk da burada bize bunu göstermiş oldu. İşte Allah’ın bir kitabı var, işte biz her gün okuyoruz onu, önümüzde; Fatiha”sından başlıyor, Nas’a kadar. Allah’ın başka bir kitabı var; O’da kainat kitabı; onun da ayetleri var. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri nasıl işte, Ra’d suresinden okuyoruz. Dışarıdaki tabiatta olan ayetlere de, işte denize bakarak okuyoruz, güneşe bakarak okuyoruz, aya bakarak okuyoruz. Bunların tamamı Allah’ın ayetleri ve Allah indirdiği kitabın kendisine ait olduğunu, yarattığı kitaplara bakarak anlayabileceğimizi söylüyor bize. Yani diyor ki yarattığım ayetlere bakın, ölçün, biçin, tartın. Onları yaratanla bunlara indiren aynısıdır. Bu konuda net olacaksınız. Yani Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunu delil ve ispatı, kâinatta yaratılan ayetler. Burada bir kaç tane ayet gördük.
Şimdi ben daha önce söylemiştim. Şimdi bizim burada yaptığımız çalışmalar biliyorsunuz, meal çalışması olarak sitemizde var. Aynı zamanda uygulama olarak da telefonlarda, tabletlerde, bilgisayarlarda bulunuyor. Biz ayetlerin her birini bağlantılı oluğu, diğer ayetleri de, diğer ayetin altına hemen koyuyoruz.
Mesela bu ayetleri açtığınızda, ben şimdi öyle yapıyorum, çalıştık. Bunların hepsini birbirine bağladık. Allah’ın diğer ayetlerini okuyacağımız hangi surede hangi ayetler var hemen burada bakıyorum.
Mesela bu ikinci ayetle alakalı olarak, Lokman suresinin yirmi dokuzuncu ayeti var, Fatır suresinin on üçüncü ayeti var. Bunlar; işte güneşin, ayın her birinin bir yörüngede akıp gittiğini bildiren ayetler. Allah Teâlâ “yudebbirul emr” dedi. Kainattaki bütün her şeyi düzenleyen Allah. Buna ilgili ayet başka var mı? Var. Açıp bakıyoruz. Yunus suresi üçüncü ayette var. Secde suresinin beşinci ayetinde var aynı ibareler. Üst üste koyduğunuz zaman bu ayetleri çok daha iyi anlıyorsunuz. Sonra,
Abdulaziz Bayındır: Burada aklımıza gelmedi, bir şey daha söyleyeyim de o da şey yapmış olsun. Şimdi güneşin ve ayın, bir yörüngede akıp gittiğini söyleyen kaç tane ayet işte Yahya Hoca söyledi var. Fakat dünya bir yörüngede akıp gitmez, dünya durur. Şimdi biliyorsunuz batının oluşturduğu bilgi teorisinde; dünyayı güneşin etrafında dolaştırırlar. Hayır, güneş dünyanın etrafında dolaşır. Onun için ben bu konuda ilgilenenler için söyleyeyim. Defalarca bunu uzman gördüğümüz kişilere söyledik ama bir türlü cevap veremediler. Şimdi bakın gök kubbenin orta noktasındaki yıldıza kutup yıldızı denir. Kutup yıldızı ile Dünya’nın kutup noktasındaki açı doksan derecedir. Kutup yıldızıyla sizin bulunduğunuz noktadaki açı, sizin bulunduğunuz enlemi kadardır. Kuran ı Kerimde bunu anlatan ayetler var zaten. Kutup yıldızının önemini, diğer yıldızların önemini.
Dünya yıldızlarla birlikte hareket eder ama güneş sistemi farklıdır. Bu arada bir eğimler/denklinasyon denen olay olur. Yani dünya merkezdedir. Dünya güneşin etrafında dönmez. Onun için siz araştırın bakalım. Güneşin kutup yıldızıyla yapmış olduğu açı, her gün değişir. Güneş her ay bir burçta dolaşır ama dünya öyle değildir. Dünya, dünya ne yapar? Bir beşik gibi ki onu da zaten ayetler anlatıyor. Çok sayıda ayet var. Şeyle, güneş sistemiyle bir açı yapar o. O açı, sürekli gece ve gündüzün uzamasına ve kısalmasına sebebiyet verir. Evet devam edebilirsin.
Yahya Şenol: Bu ikinci ayetin sonunda, üçüncü ayetin sonunda Allah, işte bunların hepsinde tefekkür edecek olanlar için, dördüncü ayetin sonunda aklını kullanan, doğru bağlantıları kullanacak olanlar için ayetler vardır buyurdu. Şimdi uygulamada açtığınız zaman, hemen o ilgili ayetleri tık tık, tık tık basa basa ilerliyorsunuz. Çok kolay. Mesela hemen elimde basıyorum ben, karşıma Casiye suresi, kırk beşinci surenin üç, dört, beşinci ayetleri çıkıyor. Ne var orada? Allah Teâlâ şöyle buyurmuş.
“inne fîssemâvâti vel ardi”, “şurası kesin, göklerde de yerde de”, “leâyâtin”, “elbette ayetler vardır/göstergeler vardır”. Kim için? “lil mu’minîn”, “inanıp güvenen insanlar için, yerde de gökte de, ama ne ayetler var. Başka?
“ve fî ḣalkikum”, “Allah’ın sizi yaratmasın da da ayetler var. Yaratılış konusunda bir dünya ayet var”
“vemâ yebuśśu min dâbbetin”, “Allah’ın yaydığı canlılarda yani yeryüzüne yayılan bütün canlılara bakın. Her birinde ne ayetler var. Kim için?
“âyâtun likavmin yûkinûn”, “kesin bilgiye ulaşmak için, kesin inanca sahip olmak isteyenler için nice ayetler vardır” sonra,
“vaḣtilâfilleyli vennehâr”, “geceyle gündüzün peşpeşe gelmesinde”, gece gider, gündüz gelir, gündüz gider, gece gelir. “
“vemâ enzelallâhu minessemâi min rizkin”, “Allah’ın gökten indirip onunla”, ”feahyâ bihilarda ba’de mevtihâ”, “yeryüzünün ölümünden sonra canlandırdığı rızıkta”
“ve tasrîfirriyâhi”, “rüzgarları farklı farklı estirmesinde”, neler vardır?
“âyâtun”, “nice ayetler vardır.” Kim için? “li kavmin ya’kilûn”, “kafayı çalıştırıp doğru bağlantıları kuracak olanlar için.” Her biri, bir ayettir bunların. Sonra, Casiye suresinin altıncı ayetinde Allah ne diyor bakın;
“tilke âyâtullâh”, bakın “bunların hepsi Allah’ın ayetidir.
“netlûhâ aleyke bilhakk”, “onları sana tüm gerçekleri içerecek şekilde tek tek anlatıyoruz diyor Allah. Hani daha ne yapabilir Allah? Bizi imana getirmek için. indirmiş, yaratmış, aradaki bağlantıları kurmuş. İnsan artık ne yapması lazım bunu, inanmamak için, görmemesi lazım. Ee, siz, örttüğünüzde oradaki yok olmuyor işte, insan bunu maalesef atlıyor. Sen sadece örtmüş oluyorsun Güneşi ört, gözünü kapa. Güneş kaybolmaz, sen sadece kendini aldatmış olursun.
Sonra bakın mesela hemen Casiye suresine gittiğinizde, bu sefer ilgili diğer ayetler sizi karşılıyor. Bir bakıyorsunuz tıklıyorum, Zariyat suresi yirminci ayet çıkıyor karşıma. Oradan Allah şöyle demiş;
“ve fîl ardi âyâtun lilmûkinin”, “kesin bilgi peşinde olanlar için yeryüzünde nice ayetler vardır.” Araştırın yeter ki, bir bakın.
“ve fî enfusikum”, “sadece dış dünyada değil, kendi nefsinizde, kendi üzerinizde bile ne ayetler var. Her bir, yani bizim kendimiz, bir bütün olarak Allah’ın bir ayetiyiz. Artı, parça parça olarak baktığımız zaman, işte saçımız, Hocamız örnek verdi; saç, bir tel, insanın kimliği gibi. Hiç kimsenin bir saçının teli, diğeriyle aynı özellikte değil. Parmaklar, gözler, dişler yani hangi bir şey? Yani sahip olduğumuz hangi bir şey, zaten ayet değil, hepsi Allah’ın ayetleri. Peki esas mesele ne?
“efelâ tubsirûn” diyor Allah. “görmüyor musunuz bunları?” Bu sorunun cevabı, “evet görüyoruzdur.” Peki bunları yaratanın Allah olduğunu kabul ediyorsun da, aynı Allah’ın bunları indirdiğini niye kabul etmiyorsun? İşte, esas problem bu.
Yani Allah, insanı gerçekten öyle bir şeyle baş başa bırakıyor ki. Yani sorumluluk istemiyorsan eğer, sadece reddetmek kalıyor. Bilmemek diye bir şey yok. Allah iliklerimize kadar bunu işlemiş. Allah vardır, Allah birdir ve O’ndan başka ilah yoktur. Ama bu sorumluluktan kaçmak isteyenler, bunu sadece göz ardı ediyorlar. İşte, O böyle örtüyor. O yüzden bunların adına, Allah ne dedi?
“ulaikellezine keferu bi rabbihim”, “onlar, Rablerini görmezlikte direnen, görmezlik eden kimseler, yoksa Rabbini bilmeyen, Rabbini tanımayan Allah diye bir mefhumdan haberi olmayan insanlar falan değil. Allah ne dedi? Fussilet Suresi elli üçüncü ayetinde?
“Hem dış dünyanızda hem kendinizde, biz bütün ayetlerimizi göstereceğiz ve çok net bir şekilde ortaya çıkacak ki; bu kitap, Allah’ın kitabı. Ee, bundan sonra kişiye geriye ne kalıyor? Ya inanıp teslim olmak kalıyor ya da göz ardı edip Allah muhafaza kafir olmak kalıyor. Bu şekilde ölen insana da Allah ne diyor?
“innallâhe lâ yaġfiru en yuşrake bihi”, “Allah kendisine şirk koyulmasını, tövbe edilmediği takdirde, asla başlamıyor.” Niye? Her şeyi bu düzene göre kurmuş Allah, çünkü. Yerleri, gökleri, dağları, denizleri, yıldızları, her şeyi bu amaç için kurmuş. Allah, bunu gösteriyor, bunu gösteriyor ilgi kurduruyor ve hala inanmıyorsun. Ee, Allah niye o zaman seni af etsin ki, o zaman? Allah niye kuluna azap etsin? Böyle kuluna niye rahmet etsin, esas sorun bu. Bu kadar şey, her şey senin için, senin imana gelmen için, senin yola gelmen için. Hayır diyorsun, ben bunları hiçbirini kabul etmiyorum. Ama dersin başında söylediğimiz gibi, olur da haşa Allah varsa beni de yakacağını inanmıyorum. Oldu canım, cennetini bir de önce en şey köşesine koysun seni Allah, bütün bunlara rağmen. O zaman, inanan insanın farkı ne olacak. Allah’a güvenen, teslim olan, O’nun her dediğini yapmaya çalışan, yasaklarından kaçınan insanı mı Allah alsın, cehenneme koysun, cezalandırsın. Yok. Hem bunlar istemiyorlar Allah olsun, hem de olsa da bana hiç bir şey de ceza vermesin. Ben bu dünyada da har vurup harman vurayım, öbür tarafta da en güzel yerde olayım. Öyle bir dünya yok, işte mesele o.
O yüzden, ayetleri Allah o cümleyle bitiriyor.
“ulaikellezine keferu bi rabbihim”, “bütün bu ayetleri gördükleri halde Kur’an’ı kabul etmeyen insanlar, Rablerini göz ardı eden insanlardır.” Var, biliyorlar ama olmasın istiyorlar. Biz ısrarla diyoruz ya işte, mutlak ateizm bu manada yoktur. Garip geliyor insanlara, ya hocam var olduğunu söylüyorlar. Niye inanmıyorsunuz? Hep aynı şeyi söylüyoruz; diyoruz ki evet onlar öyle söylüyor. Allah yoktur diyor. Kabul etmediğini söylüyorlar ama onların içini haber veren Allah, bize diyor ki yalan söylüyorlar. Gizliyorlar inandıklarının aksini söylüyorlar size. Ben, onların sözüne mi inanacağım bir Müslüman olarak? Onların içini bana haber veren Rabbime mi inanacağım. O yüzden biz diyoruz, inanmayın bunlara. Hepsi inanıyor aslında Allah’a, ama inanmak istemiyorlar sadece. Bütün problem bu. Teslim olmak istemiyor çünkü teslimiyet, sorumluluk doğuruyor; ibadetler var, iman esasları var, ahlak esasları var. Bunlarla adam uğraşmak istemediği için, Allah diye bir mefhum yok canım. Şu bu falan iki tane üç tanede internette kendine şey buluyor. Sizin Allah dediğiniz böyle şeylerle uğraşıyor canım. Ayakları kayıyor gidiyor ondan sonra.
Ama olması gereken ne? Allah’ın tabiatta yarattığı ayetlerle kitabında indirdiği ayetleri birlikte okumak ve bunların gerçekten Allah’ın kelamı olduğuna yürekten inanmak, inandıktan sonra da teslim olmak. Mesele bu kadar basit.
Yahya Şenol: Evet tamam mı? Şimdi, o zaman Yahya hocanın okuduğu bu kadar ayetten sonra şu cümleyi de söyleyip dersimizi bitirelim. Yani, Allah’ın indirdiği ayetlerin Allah’a ait olduğunun en sağlam delili; hatta ahiretle ilgili olsun, dünya ile ilgili olsun her şeyin delili, yaratılan ayetler ve bu yaratılan ayetlerden de evrensel hukuk, evrensel bilgi, her şey ortaya çıkar. O zaman, şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor ki, bilimin merkezinde yer alması gereken tek kitap; Kur-an’ı Kerim’dir. O zaman kim bilimle meşgul oluyor da ki bir gelişme sağlamak istiyorsa, üst seviyeye çıkmak istiyorsa, yapacağı şey Kur’an’ı esas alarak bilimsel çalışmalarını devam ettirmektir. İnşallah Müslümanlar bunu görürler. Allah-u Teâlâ cümlemizi rızasından ayırmasın. Doğruları gören, doğruları yaşayan ve doğru yoldan asla ayrılmayan, kendisine tam teslim olmuş olan kullarından olmayı hepimize nasip eylesin. Allah hepinizden razı olsun.