Geçen hafta zekat ile ilgili malın artan kısmının bağışlanmasıyla ilgili olan Bakara suresinin 216. ayetini konu edeceğimizi söylemiştik ama onu bir hafta erteliyoruz. Bu hafta “Kutlu Doğum Haftası” olduğunu unutmuşuz. Peygamber algısıyla alakalı olarak “Yanlış Peygamber Algısıyla” ilgili olarak bir konuşma yapacağız.
İsra suresinin 90. ayetini açalım. 290. sayfa (Diyanet Vakfı Meali). Muhammed (s.a.v.) Mekke’ye elçi olarak gelmişti. İsra suresinin 90. ayetinden başlıyoruz. Muhammed (s.a.v.) elçi olarak geldi biliyorsunuz. Gelmeden önce Yahudilerin bir peygamber beklentisi vardı. Tabii Hristiyanların da. Bugün hala Yahudi ve Hristiyanlar peygamber bekliyorlar. Gelen peygambere inanmadıkları için, inanmakta istemedikleri için yeni bir peygamber beklentisindeler. Hristiyanlar ona “Mesih” diyor. Yahudiler İsa diyor. İsa (a.s.)’ın bir vasfı da Mesih olduğu için “Mesih İsa” dediniz mi ikisi de tamamlanmış oluyor. Biliyorsunuz bugün bir kısım Müslümanlar da bir beklenti içerisindeler, o işin ayrı bir tarafı. Önce şu ayetleri okuyalım. Bugün çok yanlış bir peygamber algısı var, onu hep birlikte irdelemek için şunu okuyalım: “Ve kakı len nü’mine leke hatta tefcüra lenaminel erdı yembua.” (17-İsa 90) “Peygamber (s.a.v.) onlara Allah (c.c.)’ın elçisi olarak gelince dediler ki, biz sana asla inanmayacağız ama şu topraktan bir kaynak fışkırtırsan olabilir.” “ Bir kaynak suyu çıkar buradan dediler, fışkırsın yukarıya doğru. “Vetekuna leke cennetun minnahilin ve inebin”, “Ya da senin hurma ve üzümden oluşan bahçelerin olsun.” Bir bahçen olsun içinde hurma ve üzüm ağaçları olsun. “Fe tufeccirel enhare hılaleha tefcira” (17-İsra 91)“Ama arasından da nehirler kaynatacaksın.” İçinden öyle su çıkacak ki nehir olarak akacak. “Ev tuskitas semae kema zeamte aleyna kisafen”, “Ya da zannettiğin gibi göğü bizim üzerimize parça parça düşüresin.” “Evte’biye billahi vel melaiketi kabila” (17-İsra 92) “Ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getiresin.” “Ev yekune leke beytun min zuhrufin ev terk afis sema” (17-İsra 93). “Yahut senin altında bir evin olsun veya göğe doğru yüksel.” “Velen nu’mineli rukiyyike hatta tunezzile aleyna kitaben nakreuhu” “Sen göğe çıksanda inanmayız, okuyacağımız bir kitap getirinceye kadar.” Çok göklere oradan bir kitap getir, biz onu okuyalım. “Kul subhane rabbi hel kuntu illabeşeren resula” (17-İsra 93). “Ben resul olarak gönderilmiş bir beşerden başka bir şey miyim?” “Vema menean nase en vu’minu iz cae humul huda illa en kalu e beasallahu beşeren rasula” (17-İsra 94) “Kendilerine doğru yol geldikten sonra insanların inanmasına engel sadece şu oldu; şöyle diyorlar, Allah bir beşeri elçi mi gönderir, bula bula bir beşeri mi buldu elçi olarak.” “Kul lev kane fil ardı melaiketun yemşune mutmainine” (17-İsra 95) “De ki yeryüzünde melekler olsa, burada rahat rahat yürüyebilen melekler olsa.” “Le nezzelna aleyhim mines semai meleken rasula” (17-İsra 95). “Elbette gökten elçi olarak bir melek indirirdik.” Meleğe melek, insana insan. “Kul kefa billahi şehiden beyni ve beynekum” (17-İsra 96). “De ki, benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.” “İnnehu kane bi badihi habiren basira” (17-İsra 96). “O kullarına karşı habir ve basirdir.” Yani her şeyin içyüzünü bilir ve gerçekleri görür. Yani sizin gerçek niyetinizi Cenab-ı Hak biliyor. Burada asıl mesele nedir? Allah size bir elçi gönderiyor. Elçi ne yapar? Birinin sözünü diğerine götürür. Muhammed (s.a.v.)’i Allah-u Teala elçi gönderdi. Bizim gibi bir insan olacak ki O’nun sözünü dinleyip anlayalım. Biz gibi bir insan olacak ki O’nu örnek alalım değil mi? Biz bir meleğin nesini örnek alacağız? Ama burada bütün mesele şu; O emirlere uymak istemiyorlar, hep sağa sola çekiyorlar. İnsanların Cenab-ı Hak ile ilgili bir problemleri yoktur. Yani Allah-u Teala’nın varlığı ve birliği hiç kimsenin şüphe etmediği bir şeydir. Ve insanlar Cenab-ı Hakk’a sığınırlar. Allah’tan istekte bulunurlar, Allah’ın kendilerine her şeyi vermesini isterler. İnsanları rahatsız eden Allah’ın emir vermesidir. Ee Allah-u Teala insanlarla birebir iletişime girerek de emir vermiyor, elçiler gönderiyor. O elçilere melekleri vasıtasıyla vahyediyor. Elçiler de Allah (c.c.)’ın kendilerine vahyettiği yani bildirdiği emirleri insanlara bildiriyor. Böylece Cenab-ı Hakk’ın insanlardan ne istediği ortaya çıkıyor. Sonra Allah-u Teala’nın insanlardan istediği de anormal bir şey değil yani, insanların bildiği doğrular. Şimdi şöyle düşünün, normalde insanlar annelerinden sağlıklı doğarlar değil mi? Hasta olmak nedir? Fıtrattaki bir bozulmadır. Yani üşütürsünüz, mikrop kaparsınız, kaza geçirirsiniz, yani normal durumunuz değişir hasta olursunuz. Tıpkı bunun gibi insanlar eğer tabiatlarını bozmazlarsa Allah (c.c.)’ın yarattığı şekil üzere kalırlarsa doğru inan üzere olurlar. Yani tabitaını bozmayan kişiler sürekli nasıl sağlıklı olurlarsa, tabiatını bozmayan kişiler sürekli ahlaklı olurlar, tabiatını bozmayan kişiler sürekli dürüst olurlar, bu insanların peygamberler ile hiçbir problemleri olmaz. Çünkü derler ki; “doğru söylüyor. Zaten böyle olmalıdır.” Çünkü peygamberler insanların fıtratlarına aykırı hiçbir şey söylemezler. Biliyorsunuz 30. surenin 30. ayeti yani Rum suresi 30. ayetinde Allah-u Teala dini şöyle tanımlıyor: “Fe ekım vecheke lid dini hanifa”, “Allah’ın fıtratına ki insanları ona göre yaratmıştır.” Yani Allah-u Teala’nın yaratma kanununa çevir yüzünü, dosdoğru. Allah insanları ona göre yaratmıştır. “La tebadile li halkillah”, “Allah’ın yaratmasının yerine geçecek bir şey yoktur.” “Zaliked dinül kayyimu”, “İşte sağlam din bu dindir.” “Velakine ekseran nasi ya’lemun”, “Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” Sağlam din nedir? Fıtrat ne? Fıtrat da kainattaki yaratılış kanunu, yaratılışta geçerli olan kanunların tamamı; oluşum, gelişim kanun ve kuralları. Dolayısıyla bu tüm varlıklarda geçerli olan kanunlar ve insanların vücudunda, tabiatlarında geçerli olan kanunlar. Dolayısıyla peygamberler insanlara, kendilerinin yanlış gördüğü bir şeyleri söylemezler. Herkes Allah-u Teala’nın varlığında ve birliğinde şüphe etmez ve herkes O’na kul olunması gerektiğini bilir. Ama belli bir yaştan sonra kendi menfaatleri evrensel menfaatlerin önüne geçer. Peygamber gelir evrensel menfaatlere göre hareket edilmesi gerektiğini söyleyince işler bozulmaya başlar. İşte o zaman sağa sola kayar. Şimdi O’nun Allah (c.c.)’ın peygamberi olduğunu pekala anlar, anlar ama getirdiği emirlere uymamak için “canım Allah gönderseydi melek gönderirdi” demeye başlar. Bir de müthiş bir kıskançlık başlar; neden ben değil de O. Neden ben değil de ya da neden bizim adamımız değil de O’dur diye kıskançlık başlar. E onunda ahlaki yönüne, kişiliğine herhangi bir laf söyleyemeyecekleri için de hemen neden melek gönderilmedi demeye başlarlar. Bunların hepsi topu taca atmaktır. Şimdi, işte insanların asıl sıkıntısı peygamberlerdir. Peygamberleri yalanlayanlar aslında peygamberleri yalanlamıyorlar. “Kad na’lemü innehu le yahzünükellezi yekulun”, (Enam-33) “Çok iyi biliyoruz ya Muhammed (s.a.v.) onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor.” Peygamberimiz (s.a.v.) Allah-u Teala’nın indirdiğini gidiyor insanlara anlatıyor. İnsanlar da bunu pekala anlıyorlar, doğru olduğunu gayet iyi kavrıyorlar. Çünkü herkesin fıtratına uygun şeyler söylüyor. Seni yalanlıyorlar, sen yalan söylüyorsun diyorlar, sen Allah’ın peygamberi değilsin diyorlar. Burada önemli bir husus var. “Fe innehüm la yükezsibunak”; “Onlar seni yalanlamıyorlar ya Muhammed (s.a.v.)” (Enam-33). Peki ne yapıyorlar? “Vela kinnez zalimine bi ayatillahi yechadun”; “Ama bu zalimler Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar. Neden? Çükü kendi kurguları bozuluyor. E insanlara bugün en ağır gelen şey Kuran’ı Kerim’e çağırmaktır. Kuran’ı Kerim’e çağırdınız zaman son derece ağır geliyor. Çünkü doğrular insanların hoşuna gitmiyor. Doğru herkes bilir, herkes iter ki bana karşı doğru yapılsın ama kendisi serbest, ister doğru yapar ister yanlış yapar.
İşte, şimdi yanlış peygamber algısı ortaya çıkarılıyor. Doğru peygambere inanmak sıkıntılı olunca insan kendi arzu ettikleri şeyleri peygambere söyletebilmek için, bir de bazı insanları kutsayabilmek için peygamberi aşırı şekilde kutsayanlar ortaya çıkıyor. Peygamberler insanların üstüne çıkarılıyor, yüceltiliyor, oraya bir boşluk meydana getiriliyor. O boşluğu kendileri yerleşiyor. Peygamber’i tanrılaştırıyorlar. Asıl tanrı O, onun arkasından 2. tanrı, tabi 3. tanrı 4, 5, 6, 7. tanrılar onlarda kendileri oluyor. Bu defa dini istedikleri şekle çeviriyorlar. Biliyorsunuz Kuran-ı Kerim’de tuğyan, tağa kelimesinden türeye kelimeler var; tağut, Tağut şeytandır. Şeytan yoldan çıktı, kafir oldu. Bu konuda hepimiz ortak bilgiye sahibiz. Bunun aksini söyleyen zaten yok, fakat şeytan neden kafir oldu? Şeytana neden tağut deniyor? İlk olayı hatırlayalım; Adem (a.s.)’a secde emrini aldığı zaman iblis, melekler secde emrini aldığı zaman hepsi secdeye kapandı. İblis kapanmadı. Niye secde etmedin diye sorulunca ne diyor; “Kale ene hayrun mihhu, halekteni min narin ve halaktehu min tin” (Sad 76), “Ben ondan hayırlıyım beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” Şimdi, söylediklerin bor çoğu doğru. Adem (a.s.)’ın çamurdan yarattı mı Cenab-ı Hakk? Doğru. Onu ateşten yarattı mı? Doğru. Kendine göre, kendi açısından ateş çamurdan daha üstün olabilir. Bugün de insanlar ateşi çamurdan daha hayırlı görürler. Tamam güzel de bu sözün söylendiği yer yanlış. Allah’ın emrini tutmamak için bunu bahane edilmesi yanlış. Tağut nedir? Tağut aşırı gidendir, haddini aşandır. Şimdi burada bir su var, bakın toğyan taşmak demektir. Şimdi hepiniz bakın şurada su şuraya kadar dolu, bunun dolusu kadar burada su var. Biraz daha döküyorum problem yok, biraz daha döküyorum problem yok, bakın az bir şey taşırdı bunu, bakın işte bunu taşırmaktır yanlış olan. Tağutluk yapanların söylediklerinin yüzde doksanından fazlası doğrudur. Bardağın içi değil mi? Bardağın içi, taşan ne? Az bir şey ama ona lazım olan taşan kısmı. O taşan kısmını söyleyebilmek için yüzden doksan beşlik, yüzde doksan sekizlik doğrulara tahammül ediyor. Çünkü o doğruları söylemezse seni hiçbir zaman kandıramaz. Bir kere bunu taşırabildi mi ondan sonrası kolay, bir kere bir taşsın, taşmaya bir alıştırsın bu defa bardağın tamamını boşaltmak zor olmaz. İşte tağut o. O küçücük şeyle sınırları aşmaları “e canım nolucak ya.” Şimdi siz buradan Ankara’ya gidiyorsunuz. Yola çıktıktan sonra şöyle mesela E5’ten giderken yolun kenarından hafifçe yan yola şey yapsa ee nolucak o da E5’e paralel hadi gir bakalım o yal seni nereye götürür. Başka bir yere götürür, Ankara’ya götürmez. Ankara’ya gitmen için tekrar o yal girmen lazım. “e canım nolucak ya.” Canım nolucağı yok. İşte dini konularda o şey yanları, yolu sağa sola şey yanlar tıpkı şeytan gibi söylediklerin büyük çoğunluğunu doğru söylerler ama asıl hedeften saptıracak kısmı öyle bir şekilde yaparlar ki siz farkına dahi varamazsınız. İşte burada peygamber algısı, peygamberi tanrılaştırma. Peygamberi Cenab-ı Hakk’ın yanında ikinci bir kaynak halinde görme öteden beri olan bir şeydir. Şimdi mesela Hristiyanlar İsa (a.s.) babanın elçisidir. İşte Allah-u Teala’ya baba dedikleri için tamam Allah (c.c.)’ın elçisi demiş oluyorlar. Bir de şuna da dikkat edin Kuran’ı Kerim’de Cenab-ı Hakka baba dedikleri için yoldan çıkmış kabul edilmez. İsa (a.s.)’a “oğul” dedikleri için yoldan çıkmış sayılırlar. Ama oğul demek diyebilirsiniz ki sevgidendir, ????? Tabi ki Allah (c.c.)’ın bizim bildiğimiz manada oğlu yoktur. Bak mesela şurda onların şu sözüne bakın yine onlara ait yani yine Papa’nın kitabından 12 tane de kardinalle birlikte hazırlanmış; “Allah’ın baba olarak adlandırılması her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir ne kadın Allah Allah’tır” Erkek değil kadın değil. Sadece sevgi dolu iyiliğinden. Eh o kadar masum ifadeler ki değil mi? Fakat İsa (a.s.)’a oğul dediniz zaman, oğul ne yapar? Oğul babanın yerine geçer değil mi? Yapı budur. Orada da sevgiden dersiniz, buna saygıdan ona da sevgiden dersiniz. Son derece masum. Canım biz oğul dediysek sanki… İşte Allah (c.c.) sizin dediğiniz manada baba değilse o da sizin bildiğiniz manada oğul değil diyecekler değil mi? Niye böyle şey yapıyorsunuz ki? Şimdi bütün şeyleri söyleyenler özellikle lastikli sözler seçerler. Sıkıştıkları zaman başka tarafa çekebilecekleri sözlerdir. Biraz daha sıkışırlarsa e canım mecaz falan diyerek kendilerini kurtarmaya çalışırlar. Şimdi burada diyor ki; “İsa babanın elçisidir.” Yani ne olmuş oluyor? Allah (c.c.)’a baba dediklerine göre Rasulullah’tır demiş oluyorlar değil mi? Tamam şimdi bardağı taşırma olayına bakın. Şimdi bakın ne kadar doğru şeyler söyleyecekler: “Baba O’nu kutsal ruh ile mesh etmiş”. Tamam Kuran’ı Kerim’de Mesih geçiyor; “Rahip”. Rahip ne demek kelime anlamı Allah (c.c.)’tan korkan kişi demektir. Manası o yani; “Peygamber” tamam “Ve kral yapmıştır.” Kral dediği de yani emrine uyulması gereken kişi anlamına ve burada bardağı taşıran bir şey yok değimli? “O kendiliğinden bir şey yapamaz her şeyi kendine göndere babadan alır.” Yanlış var mı? İşte Kuran’ı Kerim’de de var ya “Vema yentıku anil heva ün huve ilah vahyun yuha” (Necm 3-4);
“Muhammed (a.s.) kendi hevasından konuşmaz, konuştuğu kendisine yapılan vahiydir.” Şimdi bakın işte burada oğul da dediniz ya, oğul dediniz zaman babayla aynı olması lazım, değil mi? Yani aynı özellikleri taşıması gerekir. O zaman baba ölümsüzse oğulda ölümsüz olmalı değil mi? “Şimdi O babanın yanında Hristiyanların avukatlığını yapıyor.” Hristiyanları savunuyor. Kime karşı savunuyor? Allah (c.c.)’a karşı. Allah (c.c.)’a karşı savunması için O’nun bildiği Allah’ın bilmediği şeyler olması lazım değil mi? O zaman bilgi bakımından Allah’tan daha üstün olması gerekmez mi? En azından insanların durumunu bilme bakımından gerekir değil mi? “Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır.” Tabi aracılık edeceği kişiler de vaftiz olan kişiler. Aslında İsa (a.s.)’ın böyle olması kimsenin umurunda da değil. Ama kiliseye bir takım kutsallıklar yüklemek için İsa (a.s.)’ın böyle olması kimsenin umurunda da değil. Ama kiliseye bir takım kutsallıklar yüklemek için İsa (a.s.)’ı tanrı yapmak gerekiyor. Yoksa kim O’nu kutsallaştırır ki? “Babanın yanında Hristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık yapmak için hep canlıdır.” Ölmüyor bakın, ölümsüz. “Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır. Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter.” Kimden kurtaracak? Allah’tan kurtaracağına göre, kurtarmaya gücü yettiğine göre bu ne demektir? Allah istediğine ceza veremeyecek. Bu burada durmuyor. Dedik ya bardak bir taşmaya görsün. Ondan sonra bardağın tamamını boşaltmaya imkanı olur. Ondan sonra da diyorlar ki İsa (a.s.) yüzde yüz Allah yüzde yüz insandır. İnsandır diyorlar çünkü insanlara daha yakın. Şimdi, bizim derdimizden O anlıyor, haşa. Allah’a karşı bizi o savunacak. Peki İsa (a.s.) ile bugün ki bir Hristiyan’ın ilişki kurma imkanı var mı? Yok. O zaman kim kuruyor bu ilişkiyi? Kilise kuruyor. Moskova’nın kuzeyinde Sergie denen bir yerde bir kiliseye girdik, ön tarafta bir kapı var. Bu kapı ne? Dediler buradan içerisi sadece papaz girer. İçeride kim var? Orası İsa (a.s.)’ın kapısı, İsa (a.s.)’ın odası diyor. Yalnız papaz oradan içeri girdiğine göre İsa (a.s.) ile yalnız kim görüşür? Papaz görüşür değil mi? Papaz. O zaman İsa (a.s.)’a affedilecekler listesini kim verir? Papaz verir. Öyleyse vatandaşı ilgilendiren kim? İsa mı? Papaz mı? O zaman dini kullanarak insanlara ne yapar? Sömürür. İşin esası sömürüyü organize etmekti. Ama sömürüyü organize etmenin iki temel ögesi vardır, bunu unutmayalım. İki temel ögesi vardır. Birincisi O araya koyduğunuza bir hakimiyet vereceksiniz, ikincisi ölümsüzlük vereceksiniz. Bu iki şey şeytanın bahçeden çıkarmak için Adem (a.s.)’a söylediği şeydir. Yani şeytanın o söylediği Adem (a.s.) ile şeytan ilişkisinde olanları çok iyi anlamak lazım. Orayı kavradığınız zaman çok şeyi kavramış olursunuz. Hayat boyu bunlar karşınıza çıkar. Şeytan Adem (a.s.)’a ne demişti? “Hel edillikum şeceretel huld” (Taha 120) “Ve yıpranmayacak bir saltanat.” Ve Adem (a.s.) buna kanmıştı. Biliyorsunuz ve o şeyden yemişti, ağaçtan yemişti. Ama çabucak uyandı. Allah’tan affını diledi ve Cenab-ı Hakk kurtardı. Ama bu iki şey insanları aldatmak için hala kullanılıyor. İşte İsa (a.s.) ile ilgili olarak bakın ne diyor; 1- Ölümsüz diyor “şeceretül huld” yani ölümsüzlük ağacı diyor. İsa (a.s.) yemez, O zaten ölümsüz diyecek. 2. Ne yok olmayacak saltanat, hakimiyet yani. Şimdi Cenab-ı Haktır göklerin yeri n maliki Allah-u Teala değil mi? Allah’ın hakimiyet gücünü kime veriyorlar? İsa (a.s.)’a veriyorlar. Bakın şeytanın Adem (a.s.)’ı kandırdığı kapıdan giriliyor ve hristiyanlar kandırılıyor. Çünkü bu iki şeye insanların zaafı var. Herkes o iki şeyi elde etmek istiyor. Ben elde edemedim bari başkası elde etsin. Halbuki ölümsüz olan sadece Cenab-ı Hak’tır. Biliyorsunuz peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmişti. Vefatı sırasında olaylar var. Ama Ebu Bekir (r.a.) ayeti okuyor; “Enneke meyyutun ve innehum meyyutun” (Zümer 30), “Sen öleceksin onlarda ölecekler” “Efein mitte fe humul halidun” (Enbiya 34) “Sen öleceksin de yaşayacaklar mı?” Bu ayeti okuduktan sonra bir konuşma yapıyor. Diyor ki; “Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür. Ölen şeye kim tapar. Ama kim ki Allah’a tapıyorsa Allah Hay ve Kayyum’dur. Allah ölmez yaşıyor.” Şimdi Hristiyanlar diyor ki; İsa (a.s.) yüzde yüz Allah yüzde yüz insandır diyorlar. Şimdi ben şuanda da Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde Mehmet Demirci tarafından yazılan Hakikat-i Muhammediye’den birkaç kelime okuyacağım size. Hakikat-i Muhammediye; Muhammed gerçeği ya da Muhammed’in gerçeği. “Hakikat-i Muhammediye varoluşun başlangıcıdır.” Hristiyanlar da aynı şeyi İsa (a.s.) için söylüyorlar. Hiçbir şey yokken söz vardı diyorlar; “O’nunla Allah aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir.” Aynı gerçeğin ön ve arka yüzleri ne demek? Muhammed (a.s.) yüzde yüz Allah demek değil mi bu? İşte onun için, hani birisi doyir ya; Cübbeli Ahmet, diyor ki; aç o şeyi bak diyor. Peygamberimiz haşa demiş ki Cebrail (a.s.)’a nereden vahiy alıyor? İşte bir perdenin arkasından. Perdeyi aç da bak. Bakıyor ki Muhammed (a.s.) ondan sonra geliyor. Ya Muhammed (s.a.v.) senden sana. Şimdi insanlar zannediyor ki bu sadece Cübbeli’nin söylediği bir söz değil bu, bu bir inanç. Bu inanç öbür tarafta İsa diye tanımlanıyor. Gidin şeye bu Çen’e Te diye tanımlanıyor Tao değil Te. Te diye tanımlanıyor. Her yerde aynı “Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikat-ı Muhammediye varolmuş, bütün yaratıklar O’ndan ve O’nun için yaratılmıştır. O bugün peygamberler ve velilerin vedünni ve Batıni bilgileri aldıkları kaynaktır.” Şimdi her şeyin kaynağı oluyor, o zaman Muhammed (s.a.v.) melek olmalı diyen Mekkelileri geçmiyorlar mı bunlar? Yani peygamber melek olmalı diyenler hiç olmazsa ilah olmalı demiyorlar (İsra 92) değil mi? Az önce okuduğum ayetlerde ilah olmalısın dedi mi? Ama maalesef Bak ben buradan uyarıyorum İslam Ansiklopedisi’ni çıkaranları, bu maddeyi kesinlikle değiştirmeleri lazım. Çünkü Hakikat-i Muhammediye maddesini yazmışlar buna karşı çıkanı kınamışlar. Bunu bir hakikat olarak yazmışlar oraya ve –bir yerde bulursanız okuyun görürsünüz Hakikat-i Muhammediye Mehmet Demirci tarafından yazılmış- karşı çıkanları tenkid ediyorlar. İşte aşırı bir peygamber algısı var. Şimdi öyle bir peygamber ki peygamber değil aslında. Aslında tanrı. Peki bakın Muhammed (s.a.v.)’e Mekkeliler melek dedikleri için şu ayetlerde okudur (İsra-92) ne diyor; “Subhane rabbi hel kuntu illa beşeren rasula” (İsra 93); “Ben rasul olarak gönderilmiş insandan başka bir şey miyim” diyor. Bir beşerim bende sizin gibi insanım işte, ama Allah (c.c.) bana vayhetmiş. Onu da anlattım bitti. Bazı insanlar biliyorsunuz Hz. Ali’den ders görüyor. Muhammed (s.a.v.)’in öldüğüne inananlar bunu yapar mı? Yapar mı? O zaman, bunlar tabiî ki Kuran’a inanıyorum diyorlar. İşte bu tabakta yüzde doksan dokuzunu doldurdum, tamam ama taşırmak için biraz daha koymam lazım. “Ya bak taştı maştı ama çoğu doğru…” yok kardeşim din konusunda çoğu azı olmaz, tamamı doğru olacak. Şu kadar akla ne olacak olmaz. Dini sen kendine uyduramazsın, sen dine uymak zorundasın. Ondan sonra biliyorsunuz burada bitmiyor ki Muhammed (a.s.) şöyledir böyledir derken hiç kimsenin umurunda değil Muhammed (a.s.)’ın öyle böyle olması. Tıpkı İsa (a.s.)’ı yüceltiyorlar ki kendileri O’nun yerine geçsin ve insanları oradan sömürsünler. Muhammed (a.s.)’ı yüceltenlerde o niye orada bir tane sandalyeyi boş bırakıyorlar? O sandalyeye peygamberin oturduğunu sadece bir kişi görüyor, başka bir kimse görmüyor. O kişide nasıl olsa kendini kutsallaştırmış kimse de ona sen yalan söylüyorsun diyecek halde değil, önce şartlandırılıyor. E peki O bir kişiyle bu adam ilişki kuruyorsa ve ahirette de peygamber (s.a.v.)’in kurtaracağına inanmıyorlar mı? Şimdi Kutlu Doğum Haftası, bugün İstanbul Müftülüğü’nün bir davetiyesi geldi elime, baktım o ilahi yoktu. İnşallah okumazlar. “Mahşerde nebiler bile senden medet ister.” Biliyorsunuz diyanetin toplantılarında geçen sene hep okunuyordu. Sürekli tenkid ettik ama. İstanbul Müftülüğü’nden bugün gelmiş ben baktım görmedim. Servet sen gördün mü? Baktın mı? Sana gelmedi mi davetiye? Şimdi diyor ki; “Mahşerde nebiler bile senden medet ister.” Medet. Niçin bağırılır medet? İmdat demektir Türkçe karşılığı. İnsanlar ne zaman imdat diye bağırırlar? Çok ciddi bir şeyden korktukları zaman değil mi? İmdaaat! Peki mahşerde imdat diye bağırdıkları zaman neden kaçarak imdat diyorlar? Allah’tan. Kime sığınmak için? Peygamber efendimize. O zaman ne konuma geldiklerini görüyor musunuz? E o peygamberinde o toplantıda o boş sandalyeye oturduğunu kim görüyor? Bakıyorsunuz ayağa kalkıyor şey değişiyor. Niye? E geldi. O zaman peygamber kimin umurunda bir başkasını kutsallaştırmak istiyorlar. Ama kutsallaştırmaları için peygamberi kullanmaları lazım.
Şimdi mesela şeyde bir “insan-ı kamil” anlayışı vardır. Bunlar çok fazla kullanırlar biliyorsunuz. “İnsan-ı kamil” Diyor ki; insan-ı kamil; “varlığın ve yaratılışın gayesidir.” Varlığın gayesi yaratılışın gayesi. “Zira ilahi irade yalnız O’nun aracılığıyla gerçekleşir.” Yani Allah emrettiği zaman bir şey olmaz O aracı olacak. “Eğer insan-ı kamil olmazsa Allah (c.c.) bilinemezdi.” Halbuki Kuran’ı Kerim’de, ne var, her insan kendisi tabiatta kendisi yaptığı gözlem ile Cenab-ı Hakk biliyor. Sistem tamamen bozuluyor. “İnsan-ı kamil maddi manevi bütün kemal mertebelerini kapsar, onun kalbi arşa, benliği kürsüye, makamı sidre-i mümtehaya, aklı kalem-i alaya, nefsi levhi mahfuza, tibatı anasırı erbaaya bağlantılıdır.” Bu tamamen Katoliklerdeki kilise inancının şeklidir. Bir insanda oluşturulmuş şeklidir. “İnsan-ı kamil yaşayan Hakikati Muhammediye’dir.” Bir de her tarikat kendi şeyhini insan-ı kamil bilir. “Gavs” derler biliyorsunuz, şunu söylerler; “insan-ı kamil alemde her daim vardır. Birden fzla olmaz.” Çünkü sadece biziz derler başka yok. Geçen internette koymuşlar birisi işte gavs “ben şimdi açıklıyorum herkes biliyor gavs benim” diyor. Haşa, haşa. Tövbe estağfurullah. “İnsanı kamil alemde her daim vardır, birden fazla olmaz. Mülkte, melekutta, ceberutta bir şey ona gizli değildir. O eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir. Bu hakikat her devirde değişen isim ve suretlerde görünür. Aynı kişidir.” Falan zamanda Muhammed (s.a.v.) diye görünmüştür şimdi de falanca adam diye görünmüştür. Peki bu nedir? Ölümsüzlük değil mi? Bir de mülkte, melekutta, yetkisi var ve bununla şeyin irtibatını kuran, şeytanın Adem (a.s.)’i yoldan çıkarırken kullandığı iki kelime; ölümsüzlük ve mülk, hakimiyet. Bakın aynı iki kelime devam ediyor. Bunlarda insanları bu iki kelimeyle kandırıyorlar. Ve nerede oturuyor bunlar? Doğru yolun ortasında. Şeytan nerede oturuyor? Doğru yolun ortasında ( Araf suresi 16. ayet). Şeytanı başka yerde ararsanız boşuna ararsınız çünkü. Başka yerde ne işi var şeytanın? Şeytan doğru yolun üstünde olur başka yerde olmaz. Şimdi bir de biliyorsunuz şey gösterirler bunlar; bir de keramet gösterirler. Efendim sen keramete karşı mısın? Kerametin kelime anlamıyla karşı olunacak tarafı yok. Allah-u Teala “Vela kad kerremna beni Adem” diyor (İsra 70); “Ademoğullarını kerametli kıldık.” Yani Allah Ademoğullarına ikramda bulunmuştur. Niye? “…vehamelrahüm fil berri vel bahri”; “Denizde, karada onları taşıttık.” (İsra 70). Şimdi denizde yüzerek diyor ki efendim işte Eminönün’nden diyor Aziz Mahmut Hüdayi Üsküdar’a yürüyerek geçti diyor. Kardeşim keramet Üsküdar’a denizden yürüyerek geçmek değil. Keramet vapura binerek geçmektir. Tabii Allah öyle diyor. Allah denizi yürümek için yaratmamış ki. Efendim, uçuyor. Keramet kuş gibi uçmak değil, uçağın içinde gitmektir. Keramet odur. Çünkü Allah-u Teala öyle diyor; “Vela kad kerremna beni Adem ve halnahum fil berri vel bahr” (İsra 70); “… denizde ve karada taşıdır” Yani diğer hayvanlar ayaklarıyla yürürken insanlar ne yapıyor? İşte keramet bu. Allah’ın ikramı demektir keramet. Ama öyle değil, uçup kaçacaklar. Onun için peygamber (s.a.v.)’i kutsarlar. Bir kere önce peygamberi suçsuz gösterirler, günahsız gösterirler. Suçsuz ve günahsız bir peygamber. Peygamberin günahsız olması aslında kimsenin umurunda değil. Ama kendisine de günahsız dedirtecek ya. Mesela şimdi önde gelenlerden bir tanesi kitabında şunu yazıyor; “Peygamberler masum olduğu için günah işlemezler, ama evliya masum olmadığı halde günah işlemez.” Hangisi daha üstün? Mesela hesaplarına gelmediği için Abese suresinin manasını değiştirmişlerdir. Çünkü peygamberimiz (s.a.v.) orada ayıplanıyor ya. İşte yüzünü ekşitti, sırtını döndü O ama geldi diye. Bunun anlamını değiştiriyorlar. Çünkü günah işleyen bir peygamber olduğu zaman kendilerini nasıl günahsız olarak anlatacaklar insanlara? Ve şimdi size şu mealden bir şey göstereyim. 48. surenin ilk ayetlerini açın. 510. sayfa. Bakın şu mealden okuyacağım, ben kendim meal vermeyeceğim, kendim okuyacağım, açıklamaları okuyacağım size; “Biz sana doğrusu apaçık fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Fetih 1-2). Şimdi geçmiş ve gelecek günahlar manasında ama böyle kabul edelim. Şimdi geçmiş ve gelecek günahlar ne demek? Peygamber (s.a.v.)’in günahı var demek değil mi? Geçmiş dediğine göre var. Olmayan bir şey bağışlanır mı? Şimdi bu ayet. Bak meali böyle vermişler, şimdi açıklamaya bakın. Önünüzde varsa bakın lütfen. Bu Diyanet Vakfı’nın meali. “Geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan peygambere tamamlanan ilahi nimet Mekke ve Taif’in fethi” diyor. Geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan peygamber. Bu söz az önce mealini verdikleri ayetin mealini yanlanmıyor mu? Bu ne demek? Bakın Kuran mealine sokuluyor bu tip şeyler. Onun için Allah-u Teala ne diyor; “Ve ma Muhammedun illa rasul. Kad halet min kablihir rasul” (Ali İmran 144); “Muhammed sadece elçidir, ondan önce de bir çok elçi gelip geçmiştir.” Ama bunlar ne der? Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım demiş haşa Cenab-ı Hakk. E o zaman burada “Ondan önce bir çok elçi gelip geçmiştir.” (Ali İmran 144) ayeti ne anlam ifade eder. Allah-u Teala yerleri ve gökleri kimin için yaratmıştır? Ayette ni diyor Allah; Bakara 29’u açın bakın. Evet konuşmaya daldık vakit geçmiş. Bakara 29 bakın ne diyor “Huvellezi halaka lekum mafil ardı cemia”; “Yeryüzünde ne varsa sizin için yaratan Allah’tır. Kimin için yaratmış Allah? Bizim için değil mi? Bu Allah’ın ayeti. E peygamberimiz de bizim gibi insan olduğuna göre O’nun için de yaratmıştır. Ama sen olmasaydın kainatı yaratmazdım ne demek? Şimdi sorularla 2. bölümde şey yaparız. Sonuç olarak, tabi keramet bölümüne giremedik maalesef, çünkü burada problemler çok büyük. Bizim gibi beşer elçidir, bizim gibi yer içer, bizim gibi sokaklarda dolaşır. Cenabı Hakk’ın kendisine melek vasıtasıyla gönderdiği ayetleri bize tebliğ etmiş, bize örnek olmuştur. Bizim gibi bir insan olmasa biz O’nu örnek alamayız. Tabi benim gibi olacak ki örnek alayım. Bir meleği nasıl örnek alabilirim? Bu mümkün değil. Dolayısıyla bu kutlu doğum haftalarında maalesef peygamber algısı çok aşırıya kaçırılıyor. Çok aşırıya kaçırılıyor, bunlara çok dikkat etmek lazım.