Bugün mirasla ilgili ayetleri okumaya devam edeceğiz, geçen hafta bir giriş yapmıştık biliyorsunuz. Abbasilerin başı ile birlikte, daha ilk adımda miras ile ilgili ayetleri ciddi anlamda değiştirdiklerini burada gördük. Değiştirme de demeyelim de; ona aykırılığı yüzde yüz olan bir konuda kendilerine pay çıkarabilmek için, Kuran’da ve Resulullah’ın hadisinde olmayan bir kavram olan “asabe” kavramını uydurmuşlar, “asabe” kelimesine, kendi siyasetlerine, kendi siyasi konumlarına uygun anlamlar yüklemişler ve onu baskıyla mezheplere kabul ettirmişlerdir. Çünkü ilk Abbasi halifesi sayılan Ebu Abbas Es Saffah (m.721-754), kendisine “seffah” diyor, “kan dökücü” diye kendisini öven bir adam. Zaten başka şekilde o işi yapamazdı. Bu şekilde yeni bir din oluşturarak işe başlamış ve arkasından yeni dinin bütün öğelerini devam eden yıllarda yerleştirmişlerdir.
İslam alemi yine bir kısım ümmilerin gayreti ile bugüne kadar gelmiş. Çünkü bizim ulema dediğimiz kişilerin içerisinde çok sayıda ümmiler var. “Ümmi”, işin esasını bilmeyen insanlar demektir yani anasından doğduğu gibi… mesela İstanbul Müftülüğünde fetva verirken ben de ümmiydim. Bize fıkhı öğretirken önce şunu öğretirler; “ bizim ulemamız her şeyden önce kitaba uyar, Kuran-ı Kerim’de herhangi bir şey varsa o konuda başka görüş söz konusu olamaz”. Bunu ezberlettikleri zaman “tamam, çok mantıklı bir şey” diyorsunuz. Arkasından da diyorlar ki; “Kuran’da yoksa herhangi bir konu sünnete bakarız”, “tamam” diyorsunuz çünkü “Resul” kelimesi ile ilgili yapmış oldukları zihin operasyonu sebebiyle “Resul’un sözü Allah’ın sözüdür” diye öğretmişler, zaten “Resule itaat eden Allah’a itaat eder” ayetlerini delil getirerek. Resul ve nebi farkını da değiştirmişler o dönemde, ondan sonrada diyorlar ki; “naslar sınırlı, olaylar sınırsız”. O da mantıklı geliyor. Kuran-ı Kerim’de toplam altı bin küsur ayet var, kaç tane hadis var? İşte şu kadar. Peki, olaylar sonsuz, sınırsız olaylara sınırlı naslarla cevap ta verilemez. Arada büyük bir boşluk var bu boşluğu da ulema dolduracak, ona da hemen Kuran’dan bir ayet okuyorlar;
“Yâeyyuhellezîneâmenûetîullâhe ve etîurrasûle ve ulil emri minkum” “Müminler, Allah’a itaat edin, Resul’e itaat edin, sizden olan yetkililere.” (Nisa 4/59)
“Sizden olan yetkililer” deyince, en yetkili olanlarda ulemadır deniliyor, ayetin devamı yok. Bir yerde tartışmaya girerseniz “Onu Allah’a ve Resulüne götürün” kısmı yok. Dolayısıyla çok makul karşılıyorsunuz, ayetler sınırlı, doğru, altı bin küsur tane ayet var, hadisler, tamam, Resulullah (S.A.V) zamanında ortaya çıkmayan bir takım olaylar var. Bunlara nasıl cevap vereceğiz? İşte o zaman da ulema içtihad eder deniliyor. Bunu da çok makul karşılıyorsunuz. İçtihat da ikiye ayrılıyor, birisi “icma”, bir konuda görüş birliği, çok makul. Sahabenin icması yoksa ondan sonraki ulemanın icması, görüş birliği etmişler, çok makul çok mantıklı. O yoksa “kıyas” yaparlar, “kıyas” kelimesi de insanların günlük hayatta çok kullandıkları bir kelime. Mesela “bütün insanlar konuşurlar”, Ahmet’te insan, “öyleyse O da konuşur”. Bu da çok makul değil mi? Yani tümdengelim metodu.
Bunlar size ezberletiliyor, siz de diyorsunuz ki; “tamam işte buna göre oluşturulmuş bir fıkıh var”. Peki, fıkıhta ne var, değişik mezhepler var. Değişik mezhepler nerden çıktı, hemen bir hadis patlatıveriyorlar orada ; “ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir” diye. Peki, Kuran-ı Kerimdeki “ihtilaf etmeyin” ayeti nedir? Onu hiç okumazsınız. Yani Allah-u Teala diyor ki;
“Vağtesımûbihablillâhicemîav ve lâ teferragû” “Allah’ın ipine, Kuran’a hep birlikte sarılın, ayrılığa düşmeyin” (Ali İmran 3/103) diyor. Ama öbür taraftan bakıyorsunuz ki; sonra ayrılığa düşenlerin de kitap geldikten sonra ayrılığa düştüğünü söylüyor birçok ayette.
“Ve mâteferragû illâ mim bağdimâcâehumulılmubağyembeynehum”“kendileri bu bilgi geldikten sonra aralarındaki çekememezlikten, üstün olma davasından bu hale gelmişlerdir” diyor ama onlar hiç okunmaz. Mesela biz bu şekilde yetiştirildik.
Ondan sonra kitaplara bakıyorsunuz, bir konu anlatılıyor, o konuya uygun bir ayet parçası anlatılıyor, tamam diyorsunuz. “O zaman bu ulema Kuranda bir şey bulmuşsa, uymuştur” diyorsunuz. Baştan öylesine şartlanmış olarak üniversiteden mezun oluyorsunuz ki bu ulemanın herhangi bir konuda yanlış yapacağına ihtimal vermiyorsunuz. Bakara Suresinin 78. Ayetine bakarsanız;
“Ve minhumummiyyûne” “İçlerinde ümmi olanlar vardır” Yani anasından doğduğu gibi kalmış, öğrenmemiş. “lâ yağlemûnelkitâbe” Bu ümmi nasıl bir ümmi? “bu kitabı bilmez.” Yani herhangi bir konuda Allah’ın kitabının hükmünün ne olduğunu bilmez. Peki, bildiği ne? “illâ emâniyye” “bir kısım kurgular, kuruntular bilir.” İşte kurgu, mezhep uleması, bizim ulemamız hak yolunda gitmişlerdir, hiç birisi asla Kuran’a ve Resulullah’ın sünnetine aykırı davranmamışlardır.
Bu ön kabulle yetişiyorsunuz. İşte o ön kabulle İstanbul Müftülüğünde fetva işlerine başladık, bayağıda itibarlı bir noktadayız ve bir şey de bildiğimizi zannediyoruz. Kuran-ı Kerim’de konuların karşılığını bulunca “eyvah” diyorsunuz. Geçen hafta burada, derste anlatmıştık. Dün akşamda bir yerden sordular, “dede mahrumu” olayını geçen hafta burada konuşmuştuk. Kendi kafalarına göre bir kavram uyduruyorlar; “asabe”. Sadece Abbasilerin halifeliklerini İslam’a tasdik ettirebilmeleri için Kuran’da, sünnette olmayan, hiçbir fıtri ve akli gerekçesi olmayan bir anlayış. Resulullah’ın mirasçısı Fatma’nın çocukları değil de Abbas’ın çocukları olacak, onun için kavram kargaşası. Öyle olunca kızın çocukları, kız ölmüşse (babadan ya da anadan önce ölmüşse) mirastan mahrum ediliyor, bütün mirası yaşayanlar alıyor. Hiç kimse bunu içselleştiremiyor ama kafana dayamışlar tabancayı kafana “bunu kabul etmezsen kafir olursun”. O zamanda ne diyorsun “tamam, kabul edelim.”
Zannediyorsunuz ki bu Kuran-ı Kerim’in hükmüdür. İslam, bugüne kadar yaşadıysa bu ümmi hocaların yüzünden yaşadı. Niye? Çünkü diyor ki;
“Ve minhumummiyyûne lâ yağlemûnelkitâbe illâ emâniyye” “bunlar kitabı bilmezler bir takım kuruntularını İslam zannederler” yürür giderler, yani kötü bir niyetleri yoktur. Ben kendime bakıyorum, yıllarca fetva verdik te Kuran’a yüzde yüz uyarak verdiğimizi düşünerek verdik. Onun için Kuran-ı Kerim’e yüzde yüz uyduğuna inandığımızı düşünerek bir de Kuran ayetlerine baktık ki…Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler ediyorum, bu ilmi toplantıları çok fazla yaptık 1980’den itibaren, bu ilmi toplantılara bir takım ateistler de geldi, ateistlerin faydası şu; Allah’a inanmadıkları için değil, kendisine takdim edilen din, kendi doğal yapısına, fıtratına uymadığı için karşı çıkıyor, karşı çıkınca da haklı bir takım gerekçeler bulabiliyor. Sizde ona cevap verebilmek için harekete geçiyorsunuz “vay kafir” diyorsunuz.
Bir tane hoca anlatıyor, bana diyor ki; “bir tane genç var, gençler geliyor bir takım sorular soruyor, zındıksınız diyor. Baktım zındıkların sayısı arttı, bunlara tatminkar cevap vermem lazım, Kuran-ı Kerim’e bir baktım ki ben zındık çıktım” diyor.
Bir de İranlı birisi anlattı bana aynı şeyi. Adamın adını da söyledi de, onların Ayetullahları var biliyorsunuz, Ayetullah falan diye anlattı ama ismini hatırlayamadım şu anda. Bir genç geliyor ona soru soruyor, kovuyor, kovuyor. Gençler diyor ki; “Tamam da bana bir cevap ver.” Diyor ki; “zındık, zındık” demiş. Bir de bakmış ki Kuran-ı Kerime “bu haklı çıktı” demiş.
Dolayısıyla böyle bir sorgulama Türkiye’de hemen her seviyede başladı, bunu şunun için giriş olarak anlattım; şimdiye kadar ümmiler vardı, maalesef medreseler ümmi yetiştiriyor. Bugün de öyle, dün de öyleydi. Maalesef İlahiyat Fakülteleri ümmi yetiştiriyor, diplomalı cahil de diyebiliriz bunlara, niye öyle? İşte bu ayetten dolayı diyor ki Allah;
““Ve minhumummiyyûne lâ yağlemûnelkitâbe” “kimisi ümmidir kitabı bilmezler” yani “yaptıkları iş Kuran’ın hangi ayetine uyuyor” diye sorduğunuz zaman verilecek cevap yoktur.
Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilen, Arapçası mükemmel, çok değer verdiğim bir alim, bir ayetin geleneksel mealini verdi, tefsirlerde hep o şekilde meal var. Dedim ki; “bu ayete böyle mi meal verilir?” deyince biraz düşündü, baktı ki, geleneksel baskıdan kurtulup kendine dönünce bunda bir yanlışlık olduğunu anladı. Hemen kalkıp “ben bir kitaplar bakayım” dedi. Sonra bu konuda hiç konuşmadı bana, ben de rahatsız etmedim onu ama sonra ayrılırken “Allah senden razı olsun” diye başladı dualar etmeye.
Gerçekten soru sorma işi eskiden günahtı, bir alime soru sorulamazdı. İstanbul Müftülüğünde 1978’de “İstanbul Müftülüğü İlmi İstişare Kurulunu” oluşturduk ki bugünde çok tanınan hocaların hepsi var orada ve birçoğu vefat etti Allah rahmet eylesin. O zaman değişik fakültelerden yalnız ilahiyatçılar olmayacak şekilde ben seçmiştim hepsini. İlk usul toplantısını yapıyoruz, Allah selamet versin Halil Günenç ve Hayrettin Karaman Hocalar. Halil Günenç Hoca diyor ki; –ben onu asla ayıplamıyorum, netice olarak geleneksel yapımız bu- “size sorulan soruları yazarsınız, geliriz hepsine cevap veririz, gideriz” dedi. Biz orada fetvadan sorumluyuz ya, zannediyor ki bir medrese talebesidir karşısındaki. Henüz yakından tanışma olamamış, daha ilk toplantı. Hayrettin Karaman dedi ki; “Hoca, o senin dediğin soruları bunlar bize sormazlar ve bunların sordukları soruların altından da aylarca çıkamayız” dedi. Sonra işe başladık tabii, öncelikle ekonomi ile ilgili konular, sekiz ay geçti bir tane problem çözülmedi daha. Sonra bunlar dediler ki; “ayda bir toplantı yapılıyor ama biz bütün vaktimizi buraya verdik” İki yıl zor dayanıp ayrıldılar sonra Türkiye çapında yapmaya başladık.
Gerçekten bizim ulemanın büyük çoğunluğu, ümmi. Zaten her derste biz burada söylüyoruz, Araplara ne söylediğimi her derste burada anlatıyorum. Adama bir ayeti soruyorsun; “ben gerçekten bu ayeti hiç düşünmemiştim” diyor. Arapça bilince hemen intikal ediyor oraya, işte burada diyor ki;
“Ve minhumummiyyûne lâ yağlemûnelkitâbe “ “Onların bir kısmı ümmidir kitabı bilmezler yani okudukları bilginin Kurandaki karşılığını bilmezler.” Zaten asırlardır böyle bir yapı oluşturulmuş devlet baskısıyla. “illâ emâniyye” “bildikleri bir kısım kuruntulardır.” “Benim bildiğim gibi, bizim ulemamız asla yanlış yapmaz, Kuran’la sünnete tam uyarlar vs.” “ve in hum illâ yezunnûn” “onlar sadece tahmin yürütürler.” Başka bir şey yok, falanca kitapta böyle, filanca kitapta şöyle. O kitap neye dayanıyor diye sorarsan onun cevabı yoktur, ezberlenen sözler vardır. Ama burada diyor ki Allah;
“Feveylullillezîneyektubûnelkitâbebieydîhim” “Ama o kitapları yazanlar var en başta, kendi elleriyle” Kuran’da ve sünnette olmadığı halde deliller uydurmuşlar koymuşlar ve insanların zihinlerini karıştırmışlar. Asırlarca da devlet baskısıyla kutsallaştırılmış. “Feveylullillezîneyektubûnelkitâbebieydîhim” işte “veyl” “yazıklar olsun onlara ki o kitabı kendi elleriyle yazarlar” “summeyegûlûnehâzâminındillâhi” “derler ki; bu Allah katındandır”
Mesela Abdurrahman YAZICI, doktorasını geçen hafta burada anlattı. Tabii pek çoğunuza ağır geldi çünkü miras konusu çok ağır bir konudur gerçekten. Ama şimdi Abdurrahman’a kısa bir soru soracağım; “Asabe” konusunun Kuran’a ve sünnete aykırı olduğunu söyleyen ehli sünnetten herhangi bir alime rastladın mı şimdiye kadar?
Abdurrahman YAZICI: Asabe konusu ile ilgili şöyle bir şey var; asabenin çeşitleri var örneğin mal gayrihi kabul etmeyenleri var ama ana konu olarak böyle bir alim yok. Ayrıntılarda kabul etmeyenler ya da farklı yorumlayanlar var tabii ki.
Abdülaziz BAYINDIR: Mesela asabe, Kuran ve sünnette yoktur diyen alim var mı?
A.YAZICI: Modern anlamda, günümüzde var ama klasik alimlerde (mezheplerde) yok.
A.BAYINDIR: İslam miras sistemini tarumar etmişler, sırf Abbasiler iktidara gelebilsinler diye. İşte bunlar ümmi, bu ulemanın çoğunluğu; “bizim ulemamız asabe dediyse vardır.” Neymiş efendim? Erkek akraba mirasçı olacakmış, araya kadın girerse ondan sonraki akraba mirastan pay alamazmış vs. Tabii onun bir çok yanlışları da var, inşallah yer yer söyleyeceğiz. Sadece o noktada değil, biz sadece küçük bir noktasını söyledik size. Ondan sonra ne diyor Allah-u Teala;
“Yazıklar olsun o kitabı elleriyle yazanlar” çünkü bunları oluşturanlar var en başta. Asıl günahı onlar işlemişlerdir. “summeyegûlûnehâzâminındillâhi” “Bu Allah katındandır diyorlar” İşte onun için Abdurrahman’a sordum “rastladın mı?” diye. Çünkü Abdurrahman, bu konuda doktora yaptı, iyi de çalıştı, mastırı da bu konudaydı yani sadece doktorası değil. O hususta yurtdışına da gitti, araştırmalarını oralarda da yaptı.
Şimdi hiçbirisinde, bunun kitaba ve sünnete aykırılığı hususunda bir şüphesi bile yok. Ama asıl “veyl””yazık” olanlar, o ilk yazanlar. “summeyegûlûnehâzâminındillâhi” “Bu Allah katındandır diyorlar” çünkü insanlara o havayı veriyorlar sanki Allah böyle emretmiş gibi. Geçen burada anlattım ya anneannemin hikayesini, Servet’e sordum o bilmiyor çünkü onun da anneannesi. Tabii onun yaşı küçüktü o zaman.
Köyde yetişmiş çok zeki bir kadındı ama çok da böyle otoriter bir kadındı gerçekten, Allah rahmet eylesin. Anneannemi, başbakan yapsalar Türkiye düzelir diye düşünürdüm o zaman. O derece yaptığının farkında olan birisiydi. Köyde bir bahçeyi gösterdi ve dedi ki; “bu bahçe benim babamın hakkıdır” dedi. Ama babası savaşta şehit olmuş, dedesi hayatta kalmış bu da tek evlat, dedi ki; “zehir, zıkkım olsun bu bahçeyi amcamların çocuklarına verdiler.” Kendisine vermiyorlar, amcasının çocuklarına veriyorlar, babası, dedesinden önce ölmüş diye. Hal bu ki tamamen korumasız, dokuz yaşında dedemle evlenmiş, ortada kalmış ne yapsın? Yapacağı bir şey yok. Daha buluğa erer ermez evlendirmişler. Başka çaresi yok, dedemde o şekilde yetim kalmış. Dedi ki, bizim köyde Osmanlı ulemasından Hafız Efendi Hoca dedikleri bir zat vardı. İstanbul’da iyi yetişmiş bir kişi ama Cumhuriyet döneminde görevden alınınca gideceği, sığınacağı tek yer köy. “Hafız Efendi Hoca’ya gittik” dedi, “o da dedi ki; senin hakkın yok. Ben dede mahrumuymuşum” dedi. Fakat içine öyle bir işlemiş ki bir türlü hazmedemiyor, fıtratına ters.
İşte burada, Hafız Hoca Efendi’de ümmi, bilmiyor, zannediyor ki bu Allah’ın emridir. Ama asıl “veyl” bunu yapanlara. Eğer İslamiyet bu zamana kadar yaşadıysa, o cahil ulema nedeniyle. Çünkü Allah’a isyan ettiklerini bilmiyorlar yanlış da yapsalar zannediyorlar ki “itaat ediyoruz.” Ama bugünün en iyi tarafı şu; artık bugün bunlar ortaya çıkmaya başladı, bugün kafir olan bilerek kafir oluyor. Bundan kimi kastediyorum; Allah’ın ayetini kendisine okuduğunuz hoca, hala eski kafada devam ediyorsa hiç kusura bakmasın bunların doğru gideceği yer cehennemdir. Bunların gidecekleri hiçbir yer yoktur ve bunlar sadece kendileri sapmıyorlar, insanları da saptırıyorlar, dini kullanarak.
Gelelim esas konumuza. Geçen hafta okumuştuk Ayet-i Kerime’yi, tekrar başlayalım oradan. Nisa Suresinin 7. Ayeti. Orada Allah-u Teala şöyle diyor;
“Lirricâlinasîbummimmâterakelvâlidânivelagrabûn” “Erkeklerin, anne-babalarının ve en yakınlarının bıraktıklarından alacakları bir payları vardır, erkeklere bir pay vardır” “ve linnisâinasîbummimmâterakelvâlidânivelagrabûne” “kadınların da anne-baba ve en yakınlarının bıraktıklarından payları vardır”
Biliyorsunuz kadınlar konusunda hem Sasanilerde yani O zamanın iki tane büyük devleti var; birisi Romalılar diğeri Sasaniler. Hatta Sasanilerde bir inanç vardı, kadınlar ortak mal gibi de kabul ediliyordu. Roma Hukukunda da kadın, hayvan ile insan arasında orta varlık, gerçek anlamda adı yok yani isim verilmiyor, bir adamın iki ismi varsa onunla anılıyor. Örneğin, Ahmet Bir, Ahmet İki diyor. Evlendikten sonrada kocasının adıyla anılıyor. Böyle bir ortam ve bugünde dünyanın birçok yerinde kadınlara değer verilmez biliyorsunuz ama Kuran-ı Kerim’e bakarsanız; az öncede söylediğim üzere geleneksel anlayışı bir tarafa bırakırsanız, o fıkıh oluşurken Sasani ve Roma’dan çok etkilenmiş. Abbasiler döneminde milletin çok övündüğü “DarulHikmeler” falan vardır, onlar esas tahribatın ana merkezleridir.
Böyle bir ortamda Allah-u Teala, fıtri kuralını koyuyor ve diyor ki; “Erkeklerin, ana-baba ve en yakınlarının bıraktıklarından bir payları vardır, kadınların ana-baba ve en yakınlarının bıraktıklarından bir payları vardır.” Cümle aynı sadece baştaki “kadınların” ve “erkeklerin” kelimesi değişiyor. Tamamen aynı, o zaman ne demek oluyor? Erkeğin mirasçı olduğu her yerde kadın da mirasçıdır demektir.
Mesela anneannemi mirasçı yapmayıp ta dedesinin diğer oğlunun çocuklarına o mirası verdikleri zaman ne yapmış oluyor? Erkeği kadına tercih etmiş gibi oluyor, bu da İslam’ın bir hükmü gibi algılanıyor. Ama bu ayet diyor ki; “Erkeklerin, ana-baba ve en yakınlarının bıraktıklarından bir payları vardır, kadınların ana- baba ve en yakınlarının bıraktıklarından bir payları vardır.” Burada da -“Kitap ve Hikmet” dergisinde işlediğimiz “İveç” yazısını incelemenizi istiyorum- ne iveçler yapılmış. O iveçlerden biri de burada yapılmıştır.
Mesela “asabe” de “el akrab,felakrab” diye bir kural vardır. O kuralı bir örnekle anlatır mısın Abdurrahman?
A.YAZICI: El akrab, felakrab kuralı, “asabe” nin en temel kuralı olarak kabul edilir. Miras bırakana en yakın erkek hısmın, uzaktakileri hacbetmesi kuralıdır bu. Buna ilişkin açık bir delil yok, sadece Kuran-ı Kerimdeki “velagrabun” ifadelerinden hareketle buradaki ayet delil alınıyor. Bir de Peygamber Efendimizden rivayet edilen “hisse sahiplerine hisselerini veriniz geride kalan en yakın erkeğindir” şeklindeki rivayetten hareketle…
A.BAYINDIR: O rivayette zaten başka berbat bir durum var, hiç ona girmeyelim sadece ayet üzerinden gidelim.
A.YAZICI: Buradan hareketle oluşturulan bir kural. Örneğin; hayatta bir kişinin iki tane oğlu olsun, birisi ölmüş, birisi hayatta. Burada en yakın oğlu, hayatta olduğu için alır, diğerini torunu miras bırakana bir yolla ulaşmasına rağmen hiçbir şekilde el akrab, felakrab kuralına uymadığı için miras alamaz.
A.BAYINDIR: Yani dersin başında size söylediğim gibi, Abbas’ın oğlunun, oğlunun, oğlu Resulullah’ın mirasçısı oluyor da Fatıma’nın oğlu mirasçı olamıyor. Niye? Resulullah’la araya kadın girmiş diyorlar ya bu tamamen kendi uydurdukları şey sadece biz ehli beytiz, Hasan, Hüseyin ehli beyt değildir diyebilmek için bunu uydurmuşlar ki yüzde yüz Kuran ve Sünnete aykırı. En küçük uygun tarafı yok ama devlet baskısıyla bu böyledir demişler.
Bugün Türkiye’de yaşadığımız olay, hiç kusura bakmasın yetkililer, Allah’ın huzurunda veremeyecekleri bir husustan dolayı bunu söylüyorum, vakit erkenken tevbe edip doğru yola gelsinler. Namaz vakitleri konusunda yıllardır uğraşıyoruz, Diyanet İşleri Başkanlığı “ekipler kuruyoruz, araştırma yapıyoruz” deyip te bir bilgi kırıntısı verdiler mi insanlara. Defalarca onları gözleme çağırdık gelebildiler mi? Ama herkes onların takvimini uygulamıyor mu, niye? Arkasında devlet var diye. Sen istediğin kadar doğruları söyle, arkanda ya para gücü olacak ya devlet gücü olacak. Şimdi bütün millet demiyor mu; “Diyanet İşleri yapsın hocam öyle uyalım”. Güzel! Deliller arasına bir de Diyanet İşleri Başkanlığını mı ilave ediyorsunuz?
Buradan hareketle devam edin, işte o zaman arkasında devlet olduğu için kimse bunu sorgulayamamış. Sorgulayanların kellesini uçurmuş, “ben seffahım” kan dökücüyüm diyor, övünüyor. Bu olay sadece kadınlarla sınırlı olmamış, bugün bu dört mezhepten hangisine bakarsanız bakın; bir adamın iki tane oğlu var. Diyelim ki bir trafik kazası oldu, kazada bir tane evli oğlu var, iki tane de evli oğlunun çocukları var. Dedesi “torunum” diye canını veriyor ona. Trafik kazasında önce evli oğlan ölüyor, ondan iki dakika sonradababası ölüyor. Evli olanın iki tane çocuğu var, karısı var. Kadın kocasız kaldı, çocuklar babasız kaldılar arkasından dedeleri öldü dedesiz de kaldılar. Peki, amca hayatta. O hayattaki amca, babaya torunlardan daha yakın olduğu için mirası o alır. Dört mezhebin dördüne göre ölen oğulun çocukları zırnık alamaz.
A.YAZICI: Şunu da belirtelim, günümüzde yaşayan tüm fakihler şu anki uygulamada problem olduğunu kabul ediyorlar. Ama problemin aslını görmüyorlar, problemin kaynağına bakmıyorlar.
A.BAYINDIR: Niye problem vardır diyemiyorlar biliyor musun, kesinlikle vicdanlarından değil. Avrupalıların baskısından. Avrupalılar soru soruyorlar cevap veremiyorlar. Geçenlerde Servet’in çok güzel bir girişi vardı “Tarihselcilik” le ilgili çok hoşuma gitti, bu nereden çıktı diye anlatıyordun. Batılıların pozitivist yaklaşımdan sonra çaresiz kalıp tarihselcilikle kendilerini koruduklarını çok güzel anlatmıştın.
SERVET BAYINDIR: Şimdi malum son zamanlarda bir tarihselcilik furyası var bizim ulemada. Aslında geçmişte de varmış ta biz yeni, yeni anlıyoruz. Şimdi ismi konuldu “tarihselcilik” diye. İşin özü şu; Kuran-ı Kerimdeki genelde ahkama ait ayetlerin o tarihte, geldiği tarihte, geldiği coğrafyada, geldiği sosyo-kültürel şartlara göre oluştuğu, dolayısıyla o döneme ait olduğu, o dönem için geçerli olduğu, bugün için geçerli olmadığı şeklinde bir yaklaşım var. Bu yaklaşık 1950 yılından beri İslam dünyasında ve yaklaşık 20-30 yıldır da Türkiye’de ilahiyatçılar arasında en popüler konulardan birisi.
Az önce hocamızın da ifade ettiği gibi sırtını devlete, bir takım güçlere dayayanlar hemen maalesef bu şekilde ortaya çıktılar. Peki, işin aslı nedir? Baktığımız zaman Avrupa’da Hıristiyanlık malum tarihi süreçte kendi dogmalarını milletin tepesine Demoklesin Kılıcını da sallayarak zorla kabul ettirmişler. Fakat bu baskı aydınlanma, reform ve rönesansla birlikte tersine dönmüş, tersine dönünce pozitivist, o günkü otoriteler, idare kiliseyi tanımamaya başlamış. Kilise de bu pozitivist akılla, sorgulamacı mantıkla yetişen yeni nesillere kendi kültürel, kutsal bildiği dogmalarını kabul ettirebilmek için akılla yorumlamaya başlamışlar, akli izahlara girmişler. Akli izaha girince bakıyor ki –az önce hocamın ifade ettiği “zındık” meselesi- burada bir yanlış var, biz de izah edemiyoruz. En iyisi nasıl izah edebiliriz? Bunlar aslında kutsaldır, çok değerlidir, saygındır, muhteremdir, mübarektir ama bugün için değil, geçmiş döneme ait bunlar diyerek yeni yetişen nesle sözde kendilerini, kendi geçmişlerini kurtarmaya çalışmışlar. Bu mantık daha sonra buradan İslam dünyasına geçmiş ve İslam dünyasında da o gün, bugündür maalesef devam ediyor.
A.BAYINDIR: Bu çok önemli bir şey, mesela şimdi anlatacağım konuyu gayrimüslimler soruyor. Sizlere her derste bu konuyu anlatıyoruz. Sorguluyor insanlar, Türkiye’de de sorguluyor, yurtdışında da sorguluyorlar.
Zengin bir adamın iki tane oğlu var diyelim, oğullarının bir tanesinden güzel, güzel torunları olmuş, adam torunlarını seviyor, onların istikbali için programlar yapıyor, çalışıyor. Amca da seviyor, özel okula gönderiyor vs. Bir trafik kazası oluyor, önce o çocukların babası, arkasından da dedeleri ölüyor. Hayatta da ikinci oğlan yaşıyor. Bu dört mezhebin dördü de mirasın tamamını ikinci oğlana verirler, birincisine değil. Bir kere onlar babalarını kaybetmiş, dedelerini kaybetmiş yani dün özel şoförle, bütün imkanlarıyla okula gidip gelen bugün sıfır. Hiçbir şey yok. Mirasın tamamı yaşayan erkeğe gidiyor, ondan sonrada bu ayeti delil göstererek; “bak ayette böyle” diyor.
Şimdi burada “ivec” yapılmıştır demiştim ya! İveç ne demekti? Okudunuz. “İvec” denen şey öyle bir oyun ki; bugün algı operasyonu diye tanımlıyorlar, esas olan odur, şeytanın asıl yaptığı algı operasyonudur. Öyle bir şey yapılıyor ki dışarıdan baktığınız zaman anlayamıyorsunuz, “doğru söylüyor ya” diyorsunuz ama işin içine baktığınız zaman anlıyorsunuz. Şimdi ben şurada verilen meali okuyayım, bakalım anlayanız çıkacak mı? Buradaki algı operasyonunuzu hanginiz anlayacaksınız.
“Ana- babanın ve yakınlarının bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana-babanın ve yakınlarının bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır.”
Şimdi bu fıkıhta da deniyor ki; ölenin yani ölene yakınlık bakımından en yakın olan yaşayan oğlandır. “Torun, ölen oğlan vasıtasıyla bağlandığı için uzakta kalır” deniyor. Şimdi buradaki algı operasyonunu keşfedeniniz var mı? Buradaki algı operasyonu şu; ayet diyor ki; dikkatle takip edin hepiniz hemen anlayacaksınız. Çünkü ön şartlanma olduğu zaman, bir insanı şartlandırdılar mı ikinci adımı göremiyorsunuz. Bu ayette diyor ki; -kadınları bırakalım, zaten birisini anladın mı diğeri hemen anlaşılır-
“Lirricâlinasîbum” “Erkekler için bir pay vardır” Bu erkekler kim? Mirasçı olan erkekler değil mi? “mimmâterakel” “bıraktıklarından” kimin bıraktığından? “vâlidâni” “anne-babanın” başka? “velagrabûn” “en yakınlarının” En yakın özelliği, mirasçının mı en yakını, ölenin mi en yakını? Şimdi diyor ki ayet;
“Lirricâlinasîbummimmâterakelvâlidânivelagrabûn”
Az önceki olayda düşünün, baba ve çocuklar. Şimdi pay alacak kim burada? Oğlu ve iki tane torunu. Şimdi, en yakınlık ölene göre mi, yaşayana göre mi? Bu ayeti okuyayım ona göre bakın. Diyor ki;
“Anne-babanın ve en yakınlarının bıraktıkları.”En yakın bırakan mı, bırakılan mı? Bırakan. O zaman en yakın dediğimizde, bir çocuğun babası, dedesinden önce öldüğü zaman en yakını kim olur? Bu toruna göre en yakın dededir. Peki, yaşayan amcasının da bir çocuğu varsa, amcasının oğluna-kızına göre en yakın baba mıdır, dede midir? Babadır. İşte oynanan oyun bu. Ayet-i Kerime, “yaşayana göre en yakın” diyor, çünkü yaşayan miras alacak ya, gelenek, bunu “ölene göre en yakın” diye değiştirmiş ve bu ayeti delil getiriyor.
A.YAZICI: Hatta şöyle diyorlar Hocam; bu ayetteki “agrabun” lafzı, miras bırakana yakın hısımların mirasçılığı anlamına geldiğini, miracı olamayan hısımları da kapsayan tüm akrabalar anlamına gelmediğini söylüyorlar.
A.BAYINDIR: Yani benim dediğim gibi anlatıyorlar. Şimdi, burada çok dikkat etmezseniz, ben Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler ediyorum. Bizden önce bunu tespit eden var mı?
A.YAZICI: 1950’lerde Pakistan’daki şeyde var Hocam. Farklı görüşler var ama genel olarak Ehli Sünnet mezheplerinde yok.
A.BAYINDIR: “El agrabvelagrab” kuralını yaşayana göre “agrab” diyen var mı?
A.YAZICI: Bildiğim kadarıyla yok Hocam.
A.BAYINDIR: “Yaşayana göre en yakın” derseniz, az önceki olayda babası ölmüş çocuğun en yakını dedesidir. Ölene göre en yakın derseniz, amcası varken toruna bir şey düşmez. Kendi üçkağıtçılıklarını Kuran’a söyletmişler, herkes nasıl olsa bu kadar ince eleyip sık dokumuyor ve maalesef işte fıkıhta bu var. Peki, az önce Servet BAYINDIR’ın söylediği ile bir bağlantı kurun, siz Avrupalı bir dostunuza bu olayı anlatabilir misiniz? Yani benim anlattığım şekilde değil, fıkıhtaki miras olayını “İslam’da böyledir” deyip, savunabilir misiniz? Mümkün mü? Savunamazsınız, adam der ki; “ya bu ne biçim bir şey.” Onun için ne yapıyor? Bizim ulemada savunamıyor. En başta ben size söyledim, bizim medreselerimiz, Abbasilerden beri sorgulayan adam değil, ezberci adam yetiştirir. Bir başka ifadesi ile diplomalı cahil yetiştirir. Diplomasız olsa kolay, diplomalı olduğu için diyor ki; mesela bugün siz çok iyi bilirsiniz “hadi kardeşim sen ilahiyatçı mısın?” “yok” “o zaman sus.” Niye? “diploman yok” demiyorlar mı?
İlmin diploması olur mu? Nasrettin Hoca’ya bir soru sormuşlar, bilememiş. “Koskoca kavuğu taşıyorsun” demişler. O da kavuğu çıkarmış,karşısındakinin başını örtmüş; “marifet kavuktaysa hadi sen cevap ver” demiş. Marifet diplomada mı? Yani diplomalı cahilliğinde böyle bir sıkıntısı var.
Oynanan oyunu görüyor musunuz? Bu maalesef fıkıhta böyle ve yaygın. Sünni mezheplerin tamamı öyle. Ben Şii mezhepleri incelemediğim için bilmiyorum ama sünni mezheplerin tamamı böyle. “Efendim biz Ehli Sünnetiz.” Ne demek Ehli Sünnet? Ehli Sünnet dendiği zaman siz ne anlıyorsunuz? “Biz Resulullah’ınyolundan gidiyoruz” , Resulullah’ın yolu bu mu? Allah’ın ayetini tersine çevir, Resulullah’ın yolu öyle mi? Şimdi bu millet, zinanın adına aşk dedi de helal mı oldu? Aynen onun gibi bir şey işte.
A.YAZICI: Bu konuda hiçbir mezhep mensubu, mezheplerini takip etmiyor Hocam. Vacip vasiyet yolu ile çözüyorlar, öyle bir durum da var. Şu andaki durumda savunmakla birlikte takip etmiyorlar.
A.BAYINDIR: Şu anda öyle ve ne yapıyorlar biliyor musunuz? “Vacip vasiyet” diye bir olay çıkarıldı, ne zamandan beri çıkarıldı o?
A.YAZICI: Mısır’da 1946’da çıkarıldı, arkasından da Şam’da aynısı Mısır’dan alınarak çıkarıldı.
A.BAYINDIR: Servet’in anlattığı gibi, Mısırlılar, batılılara cevap veremeyince, bu defa iyice sıkışınca “peki o zaman çözüm ne?” “Vacip vasiyet” diye saçmalığın zirvesi bir şey uydurdular. Onu da Zahiri mezhebinden İbnHazm’a mal ediyorlar. Onun da hiç mal edilecek durumu yok ama ne yapacaksın? Bir yerden sarı renkli bir demir parçası bulmuşlar, altın diye millete gösteriyorlar, “bir bakayım” “yok sana vermem sadece uzaktan bak” diyorlar.
Şimdi, onlarda ne yapıyorlar biliyor musunuz? Yine kitapta ve sünnette hiçbir delili olmayan bir vasiyet olayı vardır. Onu üçte bir ile sınırlıyorlar ve diyor ki; “bu çocuklar üçte birini alır.” “Üçte birini bu alıyor, üçte ikisini amcası alıyor, bu hak mı?” demeye başlıyorlar, bir şey çıkarmışlar Mısırda, yeni bir kanun çıkarılırsa bu da düzeltilir. Geçen hafta söyledim ya, böyle bir din olur mu? Bunun eksiğini kanunla düzelteceksiniz öyle mi? O zaman bu Allah’ın dini değil kusura bakma, kimse inanmaz buna.
A.YAZICI: İsterseniz okuyayım kanunu.
Madde 76. Miras bırakan hayatta iken ölmüş veya hükmen de olsa kendisiyle ölmüş çocuğunun hayattaki çocuğuna kendi ölümü sırasında çocuğu hayatta olsaydı, miras olarak terekeden alacağı miktarı vasiyet etmemişse üçte birden fazla olmamak üzere bu miktarın toruna vasiyet olarak verilmesi vacip olur. Bunun içi torunun varis olamaması veya miras bırakanın bunu başka bir tasarrufla karşılıksız vermemiş olması gerekir.
A.BAYINDIR: Çocuk varis olamaz diyor bir kere yani. Peki, nereden çıkarıyorsun bunu. Adam vasiyet etmemiş, diyor ki; “etmiş sayarım.” Miktarını belirtmemiş, “ben belirtirim” diyor. Sen kimsin ya, sen ilah mısın?
A.YAZICI: Miras bırakan torununa alması gerekenden az vermişse, bu miktarı tamamlayacak kadar vasiyet vacip olur. Bu vasiyet, kızdan torunların birinci derecesiyle ilaniayeoğuldan torunlara aşağıdaki şartla geçerlidir;
-Her asıl başkasının füruğunu değil, kendi füruğunuhacbedecek. Ne kadar aşağıya inerse insin her aslın payı kendi füruğuna, kendilerini miras bırakana bağlayanın aslının veya asıllarının miras bırakandan sonra derece sırasına göre ölmelerinde olduğu gibi gerçekleşir.
A.BAYINDIR: Bunlar tamamen batıyı kısmen taklit etmişler. Şimdi, bunun açılımını size anlatayım; mesela bir adamın bir tane oğlu var ya da az önceki trafik kazasını anlatalım. O trafik kazasında iki tane oğlu var, birisi evli, birisi bekar. Kazada önce oğulları ölüyor, arkasından babaları ölüyor. Dolayısıyla babanın mirası, bir de yaşayan oğulun evladı kız, erkek değil ya da kızının evladı ise isterse erkek olsun fark etmez. Yani adamın oğlunun iki tane kızı var, yani iki tane kız torunu var, oğulları kendisinden önce ölmüş, arkasından kendisi ölmüş. Anneannemde olduğu gibi onun mirasının tamamı babasının, babasının, babasının, oğlunun, oğlunun, oğlunun bilmem kaçıncı oğlu. Hayatta ne ismini duymuş ne de görmüş, onun tamamı ona verilir, torunlarına verilmez.
Mısırlılar, batılıların etkisiyle çok sıkışınca “vacip vasiyet” diye bir şey uydurmuşlar. Hiç birisi bakmamış ki bu vasiyet Kuran ve Sünnette var mı? Onun için ben diyorum bunlar ümmi insanlardır. İstediğiniz kadar falan büyük alim deyin, beş para etmez, ümmidir. Çünkü bilgisinin kitapla ilişkisini kuran bir insan değildir. Bugün maalesef Türkiye’deki İslam ulemasının çok büyük bir bölümü ümmidir. İslam alemindeki ulemanın çok büyük bir bölümü ümmidir. Hiçbirisi bilgilerinin Kuran’la mukayesesini yapamaz.
Bu “vacip vasiyet” ne yapmış biliyor musunuz? Az önce Abdurrahman’ın okuduğu, tamamen batılıların etkisiyle 1946’da çıkardıkları kanun. Diyorlar ki; bu adamın iki tane kız torununa mirasın %30’u verilir. %70’i nereye gidiyor? Gene o bilmem nereye gidiyor. Bunu “vacip vasiyet” diye uydurdun da neye dayandırıyorsun? Bir söyle bakayım bana.
A.YAZICI: Bakara 180. Ayete.
A.BAYINDIR: Bakara 180. Ayeti geçen hafta okuduk işte. Gerçekten içler acısı bir durum var İslam aleminde.
A.YAZICI: Bir de Hocam, Bakara 180’e dayanıyorlar ama bunu da zahiri mezhebinden başkası kabul etmiyor.
A.BAYINDIR: Dayandıramıyorlar ki ona. Çünkü oradan hiçbir şey çıkmıyor. Hem nesh edilmiş diyor, geçen haftada görmüştük, Diyanetin mealinde de öyle yazılıydı. O zaman ne oluyor? Efendim ona göre oluyor diyor ama işin içinden çıkamıyor, Bakara 183’ü kendileri yorumlayamıyor, Endülüs’te yaşamış olan İbnHazm’ınyapmış olduğu bir yorumu da değiştirerek getiriyorlar.
Ben size esas şunu söylemek istiyorum; şu anda hepiniz çok yakından biliyorsunuz Türkiye’de eskiden hiç görülmediği derecede sorgulama başladı. Burada çok yanlış davrananlar da var. Dün akşam Yahya Şenol’u dinlediyseniz görmüşsünüzdür, namaza sosyal destek diye saçmalayanlar var, iki rekattır, üç vakittir diye. Bunlar olacak, herkes sapıtma hürriyetini kullanacak, ona bizim müdahalemiz mümkün değil. Cehenneme gitmek isteyene Allah engel koymamış, biz nasıl koyacağız. Tabii ki en güzeli de Kuran’ı alet etmektir, az önce gördük tarihi alet ettiler de yani Abbasilerin Kuran’ı kendi keyiflerine uydurma hakları var da bugün Türkiye’de yaşayanların yok mu? Cehennemin aynı bölümüne onlarda gitmek istiyorlar, gitsinler.
Benim onlarla bir problemim yok ama asıl mesele şu; Türkiye’de ciddi, ciddi sorgulama başladı. Allah’a şükür, bakın bu dersi yapabiliyoruz, Hamd-u Senalar olsun. Kuran-ı Kerim’de asırlardır unutulmuş olan “hikmet” yeniden ortaya çıkmaya başladı. Bugün Avrupa’da çok büyük bir sıkışıklık var, geleceğe yönelik insanların artık öngörüleri ortadan kalktı. Dünyanın tamamında büyük bir bozulma var, çünkü gıda konusunda olsun, diğer konularda olsun yapılan yanlışlar tüm dünyayı etkilemiş vaziyette. Böyle bir noktada biz, Müslümanlar olarak biz elimizden gelen bütün imkanları ortaya koymak zorundayız, Müslümanlar olarak Kuran-ı Azimuşşan’ıCenab-ı Hakkın göstermiş olduğu şekilde anlatabilirsek bugün hem İslam alemi kurtulur, hem Avrupa kurtulur, hem Amerika kurtulur, hem Rusya ve bütün insanlık kurtulur. Dünyalık olarak kurtulurlar, ahiret olarak Müslümanlar kurtulur, o ayrı bir konu. Bu bizim vazifemiz. Zaten Allah söz vermiştir, İslam,Dünyaya hakim olacak.
Şimdi siz soracaksınız ki; peki burada miras nasıl pay edilir? Hemen kısaca söyleyeyim, az önceki olayda, ayetleri okuyunca hiçbir problem yok ama ayetleri okuyan yok. Ayetleri nerede okuyorlar? Hafızlık yarışmasında, yok efendim “dat” böylemi çıkarılırmış, “ayn” şöyle mi çıkarılırmış. Anladık ta, içeriğine bak. Ondan sonra yok efendim biz bu sene şu kadar bin tane hafız yetiştirdik. Peki, bu hafızların Kuran’dan haberi var mı? Yok. Ne olacak? Eline ne geçiyor.
Şu anda bu noktadayız, işte burada miras şu şekilde pay edilir; o ölmüş çocuk sanki ölmemiş gibi –Kuran-ı Kerim’de bunun örnekleri var, okuyacağız, bunu ben kafama göre söylüyor değilim- önce babanın mirası ikiye bölünür, yarısı yaşayan oğluna, yarısı da ölen oğlunun çocuklarına verilir. Şimdi ölen oğulun çocukları mahrum kalıyor mu? Yaşayan amcaya da onlarla ilgilenme görevi verilir, mezheplerde kabul ediyor zaten orada bir problem yok. Böylece fıtri olarak kimseyi rahatsız eden bir şey yok değil mi?