Bugün Nisa Suresinin 36. Ayetindeyiz. Allah-u Teala şöyle diyor;
“Vağbudullâhe ve lâ tuşrikûbihîşey’ev” “Allah’a kulluk edin, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” “ve bil vâlideyniıhsânev” “ana-babaya da iyilikte bulunun” “ve bizilgurbâvelyetâmâvelmesâkîni” “size yakınlığı olana, yetimlere ve çaresizlere de” “velcâri zil gurbâvelcârilcunubives sâhibi bil cembi” “akrabadan olan yakın komşuya, yanınızda bulunan arkadaşınıza karşı da iyi davranın” “vebnis sebili” “ve yolculara da iyi davranın” “ve mâmeleketeymânukum” “elinizin altındaki esirlere de” “innallâhe lâ yuhıbbu men kânemuhtâlenfehûra.” “Allah-u Teala, kendini bir şey hayal eden ve övünen kişileri sevmez.” (Nisa 4/36)
Bunlar kimlerdir? “Ellezîneyebhalûne” “Bunlar cimrilik eden insanlardır” “ve yeé’murûnennâse bil buhli” “insanlara da cimriliği emrederler (verme, çalışsınlar, bunlara böyle yapıyorsunuz ondan başımıza dikiliyorlar, yapmayın)”
Mesela şimdi bir çok kimse Suriye’den gelenlerle ilgili öyle söylüyor. Evinizin dışında bir gece geçirin de bir görelim. Sokakta bir gece geçir ondan sonra konuşun konuşacağınızı.
“ve yektumûnemââtâhumullâhuminfadlih” “Allah’ın kendi ikramından onlara verdiklerini de gizlerler” (bize lazım derler, bizim ihtiyacımız var derler) “ve ağtednâlilkâfirîneazâbemmuhîn” “bu nankörlere kendilerinin değerini düşürücü bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/37)
Bulundukları yerde kalmaz, mutlaka değerlerini kaybederler. “İtibarlarını kaybedici, kaybettirici, kendilerini itibarsızlaştırıcı bir azap hazırlamışızdır.” Çünkü Allah-u Teala’nın koymuş olduğu bir prensip vardır;
“Ve cezauseyyietin, seyyietunmisluha” “Yapılan bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir kötülüktür.” Siz karşınızdaki insanları hak etmedikleri şekilde aşağılar, yererseniz, Allah’ta size onun karşılığında aşağılanma cezasını verir. Bu dünyada itibar kaybedersiniz. Etrafınıza bakın kendini bir şey zanneden, övünen ve karşı tarafı hafif gören, yardım etmeyen kişiler bir müddet sonra itibarlarını kaybetmeye başlarlar ve zayıflarlar. Maddi olarak da kayıpları olur, manevi olarak da kayıpları olur.
Bugünkü konumuz şirk konusudur, “Vağbudullâhe ve lâ tuşrikûbihîşey’ev” “Allah’a kulluk edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Yani kullukta O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.Allah’a ortak koşmak dendiği zaman insanların aklına hemen putlar gelir. Hal bu ki “şirk” ve “küfür” kelimelerini çok iyi anlamak lazım, “küfür” kelimesinin anlamı “örtmek” demektir. Bakın ben fazla bir şey söylemeyeyim, Hadid Suresinin 20. Ayetine bakalım, Allah orada kime kafir demiş;
“İğlemûennemelhayâtuddunyâleıbuv ve lehvuv ve zînetuv” “İyi bilin ki dünya hayatı oyun, eğlence ve süsten ibarettir” “ve tefâhurumbeynekum” “birbirinize karşı övünmektir” (benin şuyum var, benim bu kadar buyum var vs. övünülecek bir şeyi olmayan da çok büyük bir moral çöküntüsüne uğrar) “ve tekâsurun fil emvâlivelevlâd” “mal ve evlatta çokluk yarışıdır” “kemeseliğaysin” “bir yağmur gibidir” “ağcebelkuffâranebâtuhû” “küffara bitkisi hayran bırakır.” (Hadid 57/20)
“Küffar” kim? Ne yazmışlar meallere? Çiftçi. Çiftçiler kafirmiş demek ki! “Küffar” kelimesi “kafirler” demektir kelime anlamıyla. Çitçiye niçin kafir dedi Allah-u Teala? Toprağa tohumu koyuyor, üstünü örtüyor. Yeni ekilmiş tarlaya gittiğiniz zaman anlarsanız, biliyorsanız anlarsınız bilmiyorsanız anlamazsınız ama bazen böyle tarlanın ekilmesine gerek yok, toprağın içerisinde tohum saklanır. Yıllarca durur, yağmur yağdığı zaman ortaya çıkar. Ben bir keresinde Arafat’la Müzdelife arasındaki o yeşilliği görünce hayret etmiştim, çünkü o arada hiç yeşillik olmazdı. Baharda gitmiştim, yağmur yağmış, yemyeşil. Demek ki o tohum toprağın içinde bekliyordu ama örtülü biz göremiyorduk.
O zaman ayette ne deniyor; “ağcebelkuffâranebâtuhû”, “kafir”“örten”.Bir de aynı kökten Allah-u Teala’nın bir özelliği vardır. “ey yukeffiraankumseyyiâtikum” “sizin kötülüklerinizi örtsün” (Tahrim 66/8). Mesela “keffaret” kelimesini kullanırız aynı köktendir “örtmek” . “Ey insanlar başkasına örnek olacak bir tevbe ile tevbe edin, belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.” (Tahrim 66/8) “Keffaret” de yaptığımız kötülüğün örtülmesi için verdiğimiz şeylerdir.
O zaman çitçiye “kafir” diyor Allah-u Teala, çünkü çitçi toprağın içine tohumu atar üstünü örter. Peki, kafir aynı zamanda ne yapar? Kalbindeki imanın üstünü örter. Kalbinde sahih imanı olmayan bir tek kafir yoktur, çünkü olmayan şeyi nasıl örteceksiniz? Haşa! Allah-u Teala bir insanı suçsuz şekilde cezalandırır mı? Daha öncede burada defalarca örnek vermiştik size, hangi ayetti hatırlayan var mı? Kafirin, kalbinde imanı sakladığını gösteren ayettir. Ali-İmran 106. Ayet.
“Yevmetebyadduvucûhuv ve tesvedduvucûh” “Nice yüzlerin ak, nice yüzlerin kara olduğu günde” “feemmellezînesveddetvucûhuhum” “yüzleri kara olanlara şöyle denir;” “ekefertumbağdeîmânikum” “imanınızdan sonra kafir mi oldunuz? (yani üstünü örttünüz mü?)”“fezûgulazâbebimâ kuntum tekfurun” “yaptığınız kafirliğe karşı bu azabı tadın” (Ali-İmran 3/106)
“Yaptığınız kafirliğe” niye? Çünkü bile bile örtüyorsunuz üzerini. Meseleyi anladınız, kavradınız, bile bile yaparsanız suç olur. Bilmeden yaptığınız şeye Allah-u Teala suç demez, çünkü Bakara Suresi 286. Ayette ne der Allah;
“Lâ yukellifullâhunefsen illâ vus’ahâ” “Allah kimseyi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz” (Bakara 2/286)
Adam bilmeden nasıl sorumlu olacak? Unutur, hata ederse gene sorumlu olmaz. O zaman yaptığını bile bile yapacak, onun için ne diyor; “ekefertumbağdeîmânikum” “inanmanızdan sonra inancınızı örttünüz mü?” “fezûgulazâbebimâ kuntum tekfurun” “İşte imanınızı örtmenize karşılık bu azabı tadın.”
“Rubemâyeveddullezînekeferûlevkânûmuslimîn.” “Sık sık kafirler şunu çok isterler”
Bakınız “kafir”, ne yapmış? Kalbindeki imanı örtmüş. Doğruları biliyor, şimdi kalbinde imanolduğu için o kendisini kafir sayar mı? Niye, çünkü siz imanı nasıl tarif ediyorsunuz. Bakın size Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde kafirlik nasıl tarif ediliyor size okuyayım;
“Küfür, din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi tasdik etmemek, onaylamamak anlamında bir terim.”
Tasdik etmemek, onaylamamak; Peki tasdik etmeyip, onaylamayan bir kişinin örteceği bir imanı olur mu? Onaylamıyor, doğru kabul etmiyor, yanlıştır diyor tamam mı? Onaylamamak odur değil mi? Ama sizi onaylar ama hesabına gelmez, o başka bir şeydir. Onayladığını göstermez, o başka bir şeydir. Şimdi, firavun kafir mi değil mi? Kafir, değil mi, Kuran-ı Kerim’in şahitliği ile kafir. Peki, firavun Musa (A.S.)’ ın gerçekten Allah’ın elçisi olduğunu bilmiyor mu? Biliyor, hangi ayetteydi bu söyleyin bakalım. Neml Suresi 14. Ayet. Burada diyor ki;
“Ve cehadûbihâ” (bu ayetten kafirin ne olduğunu çok iyi anlarsınız, firavun ve beraberinde bulunanları anlatıyor) “Onlar bile bile inkar ettiler” “vesteyganethâenfusuhum” “kendi içleri (kalpleri) o inkar ettikleri şeyde kesin bir bilgiye sahipti”
Şimdi ne oldu? Var mıymış firavunda iman? Çünkü içten biliyor ki kesin olarak Musa (A.S.)’ın söyledikleri doğru ama inkar etti. Niye inkar ediyor? Sebebini söylüyor Allah burada;
“zulmev ve uluvvâ” “zulüm”“yanlış yapmak” demektir Arapçada. Yani bile bile yanlış yaptı, bir de üstünlük “tamam, Musa’nın dediğini kabul edersek üstünlük elden gider” “Dediği doğru ama nasıl kabul edeceğiz?” Rasulullaha karşı da öyle yapıyorlardı. Şimdi bakın; “vesteyganethâyakin” şimdi firavun kendisini kafir sayar mı? Buradaki tarife bakın, millet ne yapıyor? Diyor ki; “din adına tebliğ ettikleri konularda peygamberi tasdik etmemek” Doğru olduğunu kabul ediyor mu firavun? Ediyor ama itiraf etmiyor. Onaylamamak öyle mi? Değil, tasdik ediyor, onaylıyor ama hesabına gelmediği için üstünü örtüyor. O zaman da kafir oluyor.
Bakın bizim Türkçemizde vardır “nankörlük”. Bunun Arapça karşılığı nedir biliyor musunuz? “Küfrane nimet”, küfür kökünden. Yapılan iyiliği görmelikten gelmek. Onun için birisine iyilik edersiniz, bakarsınız ki sizin o iyiliğiniz adamın aklında bile yok ve insanı en çok rahatsız eden budur değil mi? Neden? Çünkü Yaratıcı. o kendisini rahatsız eden şeyi bizim vücudumuza kanun olarak koymuştur. Bütün yarattıklarının vücudunda kanun olarak var, kafirliğin ne demek olduğunu biz, bize karşı yapılan nankörlüklerden anlarız. Nankörler insanları en çok rahatsız eden kişilerdir değil mi? Peki, nankörlere ne deriz? Siz ona iyilik yaptığınızda etrafınızda döner dolaşır ama baktı ki ona başka bir şey yapmayacaksınız, alacağı bitti ne yapar? Başka dostlar bulur değil mi? Ne deriz; “ne oldu, başka dostlar buldun bizi unuttun”.
Başka dost ne demek? Kendine başkasını daha yakın görmek demektir tamam mı? Bunun Arapça karşılığı nedir? “Veli, evliya”. Kişinin en yakını kimdir? Allah-u Teala’dır. Çünkü şah damarımızdan yakındır, ondan daha yakın olur mu? Peki birisi, başkasını kendisine Allah’tan daha yakın gördüğü zaman Allah’a ne yapmış olur? Allah’ı ikinci plana atmış, o birinciyle imanını örtmüş olur. İmanını örttüğü için “kafir”, Allah’ı ikinci plana attığı için “müşrik” olur. Onun için her kafir müşriktir, her müşrik de kafirdir.Hicr Suresinin 2. Ayeti diyor ki;
“Rubemâyeveddullezînekeferûlevkânûmuslimîn.” “Kafirler, zaman zaman çok isterler ki keşke teslim olabilseydik.”(Hicr 15/2)
Firavunda bunu çok isterdi ama mevki, makamı nasıl bırakacaksın kardeşim. Türkiye’nin büyük zenginlerinden birisi, böyle konuşurken ismi aklınıza gelmez çünkü hayır hasenatla tanınmış birisi değil ama büyük zenginlerden birisi. Bizim bazı sohbetleri dinlemiş, beni çağırdı “Hocam, vakfın binası yok, bir merkez kuralım, bir şeyler yapalım” “tamam, Allah’a şükür ilk defa bizim vakfa da yardım edecek birileri çıktı” dedik. Çünkü böyle orta ölçekli değil, büyük ölçekli zenginlerden birisi. Bina en büyük ihtiyaçlarımızdan birisi, kirada duruyoruz. Kendisiyle ekonomik kuruluşlara danışmanlık yaptığımız dönemden tanışırız. Gittim oraya, evinde sabah kahvaltısı yaptık, konuştuk ve dedi ki; “Hocam tamam da benim Abdülaziz Hoca’ya destek verdiğim duyulursa benim işlerim ne olur?” dedi. Ben sana bir talepte bulunmadım ki sen beni çağırdın, bunu gelmeden önce düşünecektin.
İşte insanları hayırdan uzaklaştıran budur, doğruyu bilmemek değil, kendi menfaatlerinidoğruların önüne almaktır. Onun için de sık sık der ki; “ben yanlış yapıyorum, keşke yapmasam”. Kafir, kendisini suçlu kabul eder. “levkânûmuslimîn.” Ne demek? “Keşke teslim olabilsek, keşke müslim olabilsek”. İnandığını düşünüyor, “inanıyorum, doğru ama yapamıyorum, bunu ona itiraf edemiyorum ben nasıl söyleyeyim ona, olmaz!”
Her kafir müşrik, her kafir müşriktir dedik ama bizim geleneksel yapı böyle değildir. Şurada Kuran’ın anlattığı “kafiri” anlatan bir tane kitap bulamazsınız, Kuran’ın anlattığı “müşriki” anlatan bir tane kitap bulamazsınız, her şeyin anası ağlatılmıştır, ortada din diye bir şey kalmamıştır. Mesela benim çocuklukta hayran kalıp en çok beğendiğim alimin kitabını okuduk ve şok olduk, ben bu adamın bu kadar yanlışlar içinde olduğunu hayal bile edemezdim. Nasıl oluyor, bu İslam aleminde bir tane mi doğru dürüst adam çıkmamış? Bugün talebeler soruyorlar, “Hocam nasıl böyle bir şey olabilir?” çünkü görmeye başladılar gençler de “Hocam nasıl olur bu akıl mantık işi mi?” Dedim ki; “çocuklar sizin dediğinizi cinler söylemişler”. Cin Suresinde var, Rasulullah (S.A.V)’ ı Kuran okurken dinliyorlar, kendi topluluklarına mübelliğ olarak gidiyorlar ve diyorlar ki;
“Ve ennâzanennâ el lentegûlelinsuvelcinnualallâhikezibâ.” “Biz zannederdik ki insanlar ve cinler Allah’a karşı yalan söylemezler.” (Cin 72/5)
Kime yalan denir, doğruyu bilerek söyleyene yalan denir değil mi? Onun için bütün kafirler yalancıdır. Ali İmran Suresinin 151. Ayetine bir bakalım, orada şu ana kadar konuştuklarımızın bir özetini bulacağız.
“Senulgî fî gulûbillezînekeferurruğbe” “Kafirlerin kalbine korku saracağız, neden? Çünkü,inandıkları gibi yapmadıklarından dolayı.”
Çünkü yaptıklarının yanlış olduğunu biliyorlar. Bir insanın yaptığının yanlış olduğunu bilirse, bir kişinin kendine güveni yoksa o kişi sağlam duruşlu olamaz, mümkün değil.
“bimâeşrakû billâhi mâlemyunezzilbihîsultânâ” “Allah’ın belge indirmediği bir konuda Allah’a şirk koştukları için” (Ali İmran 3/151)
Bakın kafirler Allah’a şirk koşuyor gördünüz mü? Şimdi bu ayete göre bütün kafirler müşrik mi? “Kafirlerin kalbine korku saracağız, Allah’a şirk koşmaları sebebiyle”
İstanbul Müftülüğünde Fetva İşleri Başkanı olarak görevliyim, Ensar Vakfında “Ehli Kitap” ile ilgili bir toplantı oldu, herkes Ehli Kitabı anlatıyor ve diyorlar ki; “Ehli Kitap müşrik değil.” Neden, biliyor musunuz? Çünkü,geleneksel dinde müşriklerin kestiği yenmez, ayetlere yanlış anlamlar verilerek, bağlamlarından koparılarak. Ama ehli kitabın kestiği yenilir. Müşriklerle evlenilemez, ehli kitapla evlenilir. Onun için ikisini birbirinden ayırıyorlar. Kalktım onlara dedim ki; “Allah-u Teala diyor ki;
“İnnallâhe lâ yağfiru ey yuşrakebihî ve yağfirumâdûnezâlikelimeyyeşâé’” “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, onun altında kalanı doğru tercihte bulunan kişi için bağışlar ya da yaptığı tercihe göre bağışlar”(Nisa 4/116)”
“Peki bunlar affedilecek mi?” “yok” dediler. “Deliliniz ne?” Allah kafirleri bağışlamaz diye bir şey var mı, sadece şirki bağışlamaz diyor. Hepsi şaşırdı kaldı.Neden biliyor musunuz? Çünkü bizim geleneksel din anlayışımız gerçekten bitmiştir. “İŞİD” çıktı bir şamar oğlanı herkes ona karşı hücum ediyor, bu çok büyük bir tuzak ve tehlikedir, çok dikkatli olmak lazım. Bugün Türkiye’deki üniversitelerde, ilahiyatlarda, imam hatiplerde, diyanette, mevcut kitaplarda anlatılan dinle İŞİD in yaptığı arasında bir fark yoktur. Bunu çok büyük bir nimet bilip kendimize çeki düzen verelim. Bakın daha iman nedir, küfür nedir, şirk nedir? O bile bilinmez olmuş. Kuran-ı Kerim öyle bir hale getirilmiştir ki anlaşılmaz bir kitap. Allah-u Teala diyor ki;
“ve levkâneminındiğayrillâhilevecedûfîhıhtilâfenkesîrâ.” “Eğer bu Allah’tan başkasından gelen bir kitap olsaydı içinde çok fazla ihtilaf bulurlardı” (Nisa 4/82) diyor.
Birbirine ters düşen şeyler. Kuran’a öyle bir anlam vermişlerdir ki bugün elimizdeki şeylerde; diyanet dedik bakın, diyanete gerek yok ben diyaneti örnek veriyorum, diyanete lüzum yok, gidin beğendiğiniz ne kadar beğendiğiniz tefsir varsa Arapça, Türkçe fark etmez ya da ne kadar meal varsa. Enam Suresi 148 ve 149. Ayeti okuyacağız ve elinizdeki meallerde ne göreceksiniz bakalım.
F.ORUM:“Putperestler diyecekler ki; “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız.”
A.BAYINDIR: Orada putperest diye bir şey var mı? Putperest deyince ne aklınıza gelir? “Puta tapan” ayet öyle demiyor ki “eşreku” diyor, “müşrikler”. Bakın en baştan dakika bir, gol bir. Ama sizin elinizdeki meallerde putperest demiyordur büyük ihtimalle müşrikler diyor değil mi?!
F.ORUM:“Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, onlardan öncekilerde aynı şekilde peygamberleri yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki; “yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
A.BAYINDIR: Ben şimdi burayı size parça parça anlatayım ki 149. Ayeti doğru anlayasınız. Ne diyorlar? Yani bizim ve atalarımızın ortak koşmasını dileyen kim? Allah. “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık” diyorlar. Sözleri bu değil mi? Allah böyle demiş, bu nedir? Bu kader inancı değil mi? “De ki; “yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” Yani bu söz neymiş yalanmış değil mi? “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız.” Sözü yalanmış değil mi?
F.ORUM: (Enam 149) “De ki; “kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”
A.BAYINDIR: Neresi yalan oldu şimdi, adamlar yalan mı söylediler? Bakın ne kadar çelişkili gördünüz mü? Müşrikler diyor ki; “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne atalarımız, bir şeyi de haram kılmazdık” Allah’ta diyor ki; “siz sadece yalan söylüyorsunuz, siz sadece atıyorsunuz.” Peki, arkasından ne diyor (haşa tabii ki Allah böyle demiyor da bütün meal ve tefsirler böyle diyor) “huccetulbâliğah” “kesin delil Allah’ındır, Allah dileseydi herkes inanırdı” Peki, müşrikler yalan mı söylemiş oluyor o zaman?
Ne oldu, birbiriyle çelişmedi mi yüzde yüz ve bir de şirk gibi çok önemli bir konuda değil mi? Birbiriyle çelişen bir söz Allah’ın sözü olur mu? Nisa Suresinin 82. Ayetinde Allah diyor ki; “Eğer Allah’tan başkasının yanından olsaydı çok ihtilaflar olurdu.” Yani birbiriyle ters düşmemesi lazım. Bu metotsuzluk, gerçekten inanmak mümkün değil, bu din nasıl bu hale geldi?
Şimdi size, bakın bu Diyanet Vakfı tarafından hazırlanmış meal, Türkiye’nin önde gelen alimleri tarafından hazırlanmış bir meal, Suudi Arabistan’da basılıyor ve bu meali hazırlayan arkadaşlarımızdan Sadrettin GÜMÜŞ Medine İslam Üniversitesine gitmiş ve orada bir karşılaştırmalı yeniden gözden geçirme yapmışlardı. Gerçi hiç önemli değil diyanetle alakası yok bu şeyin, elinizdeki bütün mealler böyle değil mi? Fark etmez, ben sadece diyaneti örnek veriyorum, yoksa diğerleri de aynıdır. Açın okuyun bütün tefsirler aynıdır.
Türkiye’de Hanefi mezhebinin geçerli olduğu yerlerde itikatta hangi mezhep geçerlidir. “Maturidi”. Şimdi bakın onu da eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi BİLMEN’in “Büyük İslam İlmihali” nden Fatih okusun. Maturidi mezhebi ile alakalı ne diyor.
F.ORUM: Elimizdeki mealin 74 numaralı paragrafını okuyorum, İmam Maturidi’yianlatttığı paragraf; “İmam-ı Ebu Mansur MuhammedMaturidi 280 tarihlerinde doğmuş, 333 tarihinde Semerkand’da vefat etmiştir. Mensup olduğu Maturid, Buhara ilçelerinden biridir, kendisi Hanefi mezhebinde idi, pek kıymetli tefsiri vesair eserleri vardır, bizim itikatta imamımızdır.”
A.BAYINDIR: “Bizim itikatta imamımızdır” yani demiş oluyor ki “biz Maturidi mezhebindeniz” diyor değil mi? Elimde İmam Maturidi’nin tefsiri var “Tevilatul Kuran”. Daha önce yoktu, yakın zamanda basıldı, 2006 yılında basılmış yani 9-10 senelik. İmam Maturidi bu ayete nasıl meal veriyor? Beşinci cildin 250. Sayfasında buradaki “meşiet” kelimesiniçin diyor ki; “velmeşietumeşietul ihtiyar” “bu ihtiyar meşietidir”. Yani şöyle demiş oluyorlar, “ihtiyar” zaten “ihtiyar” olduğu ayette de var. “Şae” fiilinin manasının “ihtaren” olduğu Kuran-ı Kerim’de de var yani öyle bir kitap ki kendi metoduna uyduğunuz zaman kelimelere verilen yanlış manaları da kolaylıkla çıkarabiliyorsunuz. İmam Maturidi Enam Suresi 148. Ayetine şöyle meal veriyor;
“Seyegûlullezîneeşrakûlevşâallâhumâeşraknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harramnâminşeyé’” “Müşrikler diyecekler ki; “bizim şirke düşmemizi Allah tercih etti, o tercih etmeseydi eğer (tercih Allah’ın tercihi çünkü) ne biz şirke düşerdik ne de babalarımız, herhangi bir şeyi de haram kılmazdık”. Ondan sonrada diyor ki; bundan öncekilerde böyle yalana sarılmışlardı “Allah tercih etmiştir” diye. Yani yalan bugünkü Müslümanlarda da akidenin bir parçası haline getirilmiş olan şeydir. Kader inancıdır. İşte efendim “eş şakıyyuşakiyun fi batnı ümmihi, vessaidusaidun fi batnı ümmihi” “cennetlik anasının karnında belli, cehennemlik anasının karnında belli”. Ne olacak, onu söyledin mi bitti zaten.
İşte bu inançta oldukları için bu ayete kolay kolay kimse doğru mana veremiyor. Diyor ki burada;
“kezâlikekezzebellezînemingablihim” “bundan öncekilerde aynı yalanı söylediler” Yalan. Allah’ın sizin kafir olduğunuzu tercih ettiğine dair elinizde bir belge var mı?
“helındekumminılminfetuhricûhulenâ” “Elinizde bir ilim var mı?” Kader inancı diye bir inancı ortaya atanlar hiç kendilerini ispat edebiliyorlar mı, ikna edebiliyorlar mı muhataplarını ya da kendilerini? Hiç gördünüz mü? Ellerinde bir bilgi yok çünkü, dayandıracakları hiçbir şey yok, aksine dair dünya kadar ayet var da… bir bilgi yok. Diyor ki;
“in tettebiûneillezzanne ve in entum illâ tahrusûn” “Siz sadece zannın peşinde gidiyorsunuz, siz sadece atıyorsunuz” (Enam 6/148)
“Gulfelillâhilhuccetulbâliğah” “De ki; “susturucu delil Allah’a aittir” “felevşâe” “eğer ihtiyarı/tercihi Allah yapsaydı, tercihi size bırakmasaydı” “lehedâkumecmeîn.” “elbette hepinizi yola getirirdi” (Enam 6/149)
Niye birinizi Müslüman, birinizi kafir yapsın ki? Şimdi var mı tutarsızlık? Tercihi Allah yapsaydı hepinizi yola getirirdi ama tercihi size bıraktı, onun için sizi imtihan ediyor. Bu İmam Maturidi, bu da kendini Maturidi mezhebinden kabul edenlerin yaptığı meal.
Ben gerçekten şuna hayret ediyorum ve şunu da iddia ediyorum bizim yaptığımız bir ders, İslam üniversitelerinde yapılan birkaç tane doktoraya fark atar. Niye? Tamamen Kuran-ı Kerimden, Kuran-ı Kerim’in koyduğu metotla yapılıyor. Bütün yanlışları bütün açıklığıyla ortaya çıkarıyoruz da herkes elinden geldiği kadar burayı nasıl söndürebiliriz diye uğraşıyor (sizi kastetmiyorum). Sen İslam için uğraşıyorum, İşid’e karşı çıkıyoruz diyorsun ama lafla olmaz. İşid siyasi bir hareket değil, dini bir harekettir. Paralel yapı da öyle yapıldı, o siyasi bir hareket değil, dini bir hareket. Onların yanlışlarını dini açıdan ortaya koyacaksın ki arkasından gidenler yanlışlarını anlasınlar bir daha gitmesinler. Aksi takdirde yarın senin ayağın az bir taşa dokunsun herkes onların arkasından gider. Çünkü bu davranışlar etki-tepkiyi doğurur.
Sayın Başbakan demiş ki; “Türk Müslümanlığı”, o ne demek? Niye Kuran-ı Kerim Müslümanlığı demiyorsunuz da Türk Müslümanlığı diyorsunuz? Batıda İşid’e karşı Türk Müslümanlığı. Buradan açıkça söyleyeyim, D.İ.B.’lığıİşide karşı yazı hazırlıyormuş, açık ve net söylüyorum asla hazırlayamazlar, onlardaki kafa yapısı böyle bir yazı hazırlamaya müsait değildir. Kendilerine de söyledim çünkü geleneksel yapı buna müsaade etmez. Ne oluyor, bu duygusallık nedir, duygusallıkla devlet yönetilir mi? Bunları açıkça söylüyoruz, bu kadar ulemanız var birisi çıksın da desin ki “yanlış söylüyorsunuz”. İşte sizin yaptığınız meal, işte İmam Maturidi’nin kendisi. Bu kafa karışıklığı nedir? Oradan Nahl Suresinin 93. Ayetine verilen meali de bir okuyalım;
F.ORUM:“Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.”
A.BAYINDIR: Hadi buyur! “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.” Ama “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.” Ondan sonra “Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.” Bu kadar saçma bir cümleyi bir adam söylese, o adama ne dersiniz? Deli dersiniz, haşa bu Cenab-ı Hakka bu şey yapılır mı?
Medine’de Araplarla konuşuyorum, dedim ki; “bir fiilin mastarındaki anlamla, kendisindeki anlam arasında zıtlık olur mu?” dedim. Yani bir fiilin kökü ile çekimlerinde, zamana bağlı olan anlamları arasında bir fark olur mu? Sadece zaman ve kişi devreye girer yani kök anlamıyla belli zamana dair olan anlamında değişiklik olmaz. Bu sadece Arapçada değil hiçbir dilde olmaz. Dediler ki; “olur mu öyle şey, tabii ki olmaz” dediler. Bir fiilin kök anlamıyla “mazi ve muzar” yani “geçmişle şimdiki zaman” arasında sadece zaman ve kişi devreye girer onun dışında bir anlam farkı olmaz. Peki “şae” fiilinin mastarı nedir?” dedim. Dediler ki; “şey”, “peki, siz şeye irade manası verir misiniz?” “Olur mu, şeye irade manası olur mu?” “Peki, “şae” ye ne diyorsunuz?” Şaşırıp kaldılar, hayret ettiler. Çünkü “şae” fiiline “irade” anlamı veriyorlar.
Kader inancını Müslümanların akıllarına yerleştirmek için kelimenin anlamını değiştirmişler. “Şae” fiilinin mastarı “şey” dir. “Şey” mastarına hiç kimse “irade” manası vermez, hiçbir Arap vermez. Onun için bir mastar uydurmuşlar, kalıbı Arap dilinde var ama “şae” fiili ile birlikte hiçbir kullanımı yok. Ne ayette var, ne hadiste var ne de Arap şiirinde, hiçbir yerde yok. “Meşiet” diye bir kelime uydurmuşlar, onu İmam Maturidi’de kullanıyor ama “meşiet” e “irade” manası verilmesini tenkit ediyor, o dönemde başlamış. Arapların bilmediği, kullanmadığı bu kelimeye “irade” manasını vermişler, o kelimenin hakiki mastarı yapmışlar ki Arap diline kesinlikle aykırı, asla olamaz ve millet öyle bir yutmuş ki bütün sözlükler bunu söylüyor bugün Arap dilinde. Bütün sözlükler “şae” kelimesine “irade” manası veriyor. Oyunu oynayanlar o kadar müthiş oynamışlar ki siz istediğiniz kadar uğraşın bu köklü değişiklikleri yapmadıktan sonra siz ne yapacaksınız. Bu olmaz.
Türk Müslümanlığı neydi? Efendim, Osmanlı şöyle iyiydi, böyle iyiydi hep anlatılır. Peki, Osmanlı bu kadar iyiydi de Allah mı kötüydü de 1.Cihan Savaşında onları mağlup etti. 1. Cihan Savaşı ile ilgili bizzat arşivden aldığım belgeleri (21 sene arşiv başkanlığını yaptım) Abdurrahman okuyacak, bakın ki ne hale gelmiş Müslümanlar.
A.YAZICI: Bilindiği gibi Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşına girerken Sultan Reşad padişahtı. Sultan Reşad tarafından savaş ilanı yapıldı, bu beyannamenin son bölümünde şu ifadeler geçer, Hocamız bunu Cerideyi İlmiye’den almış, Beyannameyi Humayun adlı bir kaynaktan;
“Biz haklı ve dürüst, düşmanlarımız zalim ve saldırgan olduğundan düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz olan Allah’ın yüce desteğinin ve şanlı Nebimizin manevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağından şüphe yoktur.”
A.BAYINDIR: Bakın, Allah’ın desteği, Nebimizin yardımı.
“Ve mâmuhammedun illâ rasûl, gad halet mingablihirrusul, efeimmâte ev gutilengalebtumalâağgâbikum” “Muhammed sadece bir elçidir, Ondan öncede çok elçiler geldi, öldüğü zaman siz gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 3/144)
Gelecekmiş, yardım edecekmiş Nebimiz haşa! Onlarda İsa gelecek diyor, ne farkın kaldı senin? Bunu Halife Reşadsöylüyor.
A.YAZICI: Yine Başkumandan Vekili olarak yani o zaman ki Genelkurmay Başkanı olarak Enver Paşa’nın da bir beyannamesi var, yine Ceride-i İlmiye’de geçiyor Başkumandanlık Vekaletinin beyannamesi olarak;
“Allah’ın inayeti, Nebimizin imdadı ruhaniyesi ve mübarek padişahımızın hayrı duası ile ordumuz düşmanlarını kahredecektir.”
A.BAYINDIR: Nebimizin ruhani yardımı gelecekmiş.
A.YAZICI: Beyannamenin orta yerinde de yine aynı şahıs;
“Hepimiz düşünmeliyiz ki başımızın ucunda Nebimizin ve sahabiyigüzin efendilerimizin ruhları uçuyor.”
O zaman ki en büyük yüksek ilmi kurul adındaki “Meclis-i Ali-i İlmi” (Osmanlı’nın en üst seviyedeki ilim meclisi) bu anlamda bir cihat beyannamesi yapıyor. Otuz dört tane alimin imzası, üçü eski birisi hala görevde olan dört şeyhülislam da var. Son paragraf şöyle;
“Allah’ın açık dini adına hızla savaşa çıkan Müslümanları, her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine, Onun yüce lütuflarıyla söz verilmiştir. Ahmet’in aydınlık şeriatını yüceltmek için canını ve malını feda eden ümmet-i nadiyesine arka çıkıp, elinden tutmak için Nebi’nin mukaddes ruhu hazır ve mevcuttur. Ey İslam Mücahitleri, Allah-u Teala’nın yardım ve desteği ile muhterem Nebimizin ruhaniyetinin yardımı ile din düşmanlarını yere serip yok etmeniz ve Müslümanların kalplerini sonsuz mutluluklar ile sevindirmeniz Yüce Allah’ın verdiği söz ile teyit edilmiş ve müjdelenmiştir.”
A.BAYINDIR:Nebimiz geliyormuş, ruhu bunların elinden tutacak kurtaracakmış. Allah tarafından müjdelenmiş! Ne oldu şimdi, Allah-u Teala diyor ki; her gün namazda “iyyakenabudu ve iyyakenestain” diyorsunuz “Yarabbi kulluğu yalnız sana yapar yardımı yalnız senden isteriz” diyorsunuz. Ne oluyor, Nebinin yardımı, bilmem sahabenin ruhaniyeti vs. ne oluyor? İşte,Türk Müslümanlığı bu.
Biliyorsunuz Aksaray’da Pazartekke muhitinde “Oruç Baba” diye bir türbe vardır. Bir defasında Zeytinburnu’na vaaza gidiyordum da kestirmeden gideyim dedim, yol bir kapandı, bir de baktım ki millet oraya gelmiş. 2002 senesiydi zannederim, Kanal 7’nin bununla alakalı bir “İskele Sancak” programı vardı. Ahmet Hakan sunuyor, Hayrettin Karaman, Süleyman Ateş, Süleyman Uludağ, Hasan Kamil Yılmaz ve beni çağırmışlar.
Oruç Baba konusunu orada sordu, herkes fikrini söyledi, benim görüşüm zaten belli olduğu için en sona beni bıraktı. Dedim ki; “dini bir konuda bizim söz söylemeye yetkimiz yoktur, Allah-u Teala kendisi bu konuda konuşmuş” dedim ve açtım şu sureyi. Bakın Allah diyor ki;
“Ve men edallumimmeyyed’ûmindûnillâhimel lâ yestecîbulehû ilâ yevmilgıyâmeti” “Allah’la kendi arasına koyup ta kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek bir kişiden yardım isteyenden daha sapık kimdir?” (Ahkaf 46/5)
Ne diyorlar? Oruç Baba Allah katında değerli, Allah bunun sözünü kabul eder araya girsin. İşte burada da Rasulullah’ı haşa araya sokuyorlar, O gelecekmiş, kurtaracakmış, Ashab gelip kurtaracakmış, hem de kesinmiş o da. Hiç şüpheleri de yok. Mesela Osmanlı Şeyhülislamlarından İbn Kemal vardır; biliyorsunuz yere göğe konmaz. Geçen hafta Ebu Suud’un talebesini ne hale getirdiğine dair örneği vermiştim. İbn Kemal’in “El erbain” diye bir kitabı var, Süleymaniye Kütüphanesine baktım gerçekten var, Ebu Suudunkine de baktım gerçekten o da var. Orada diyor ki;
“Rasulullah şöyle buyurmuştur; işlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda ehli kuburdan yardım isteyin.” Yani kabirde olanlardan yardım isteyin. Bu Osmanlı Şeyhülislamı işte Türk İslamı bu. Gördünüz o beyannameye imza atanlardan dört tane şeyhülislam vardı. Şimdi, şu ayeti okudum;
“Ve men edallumimmeyyed’ûmindûnillâhimel lâ yestecîbulehû ilâ yevmilgıyâmeti” “Allah’la kendi arasına koyup ta kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek bir kişiden yardım isteyenden daha sapık kimdir?” “ve hum an duâihimğâfilûn.” “onlar bunların çağrısından habersizdir.” (Ahkaf 46/5)
Oruç baba ne bilir, ölmüş gitmiş, ne seni duyar, ne başkasını. Rasulullah seni nereden duysun, falanca ölü nereden duysun. Allah-u Teala zaten “ve mâentebimusmiım men fil gubûr.” “Sen kabirde olana bir şey işittiremezsin” (Fatır 35/22) diyor. Bunu söyleyince Ahmet Hakan “Tamam şimdi mesele anlaşıldı” dedi. O sırada Süleyman Uludağ; “biz böyle dersek bütün tarikatları ve şia’yı müşrik saymamız lazım” dedi. “Cenabı Hak bizim sözümüze bakarak karar veriyorsa öbür şekilde söyleyelim, yoksa kendimizi de tehlikeye atarız” dedim. Sustu tabii, ondan sonra Hasan Kamil’in ne dediğini şu an hatırlamıyorum, Hayrettin Karaman dedi ki; “mealden oku, mealden!” Dedim;” Hocam sen beni tanıyan birisin, de ki şu kelimeye yanlış anlam verdin, mealden oku ne demek?” Süleyman Ateş “doğru meal verildi” dedi ve sonra hemen reklama girildi.
Programdan geldikten sonra, hiç bakmamıştım, bu onların meali o gün bu gündür de değiştirmemişler, değiştirmeleri için kendilerine mektup yazdım, o kadar yazılar yazdım hala değiştirmemişler ve bu mealin tam zıttına İmam Maturidi’nin tefsiri var. Şöyle meal vermişler;
“Allah’ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar kendisine fayda vermeyecek şeylere tapandan”
“Şeyler” dediğin zaman ne akla gelir? “Put”. Hiç gidip te şundan bundan yardım isteyen “şeye tapan” diye anlaşılır mı bir Türk tarafından?
“daha sapık kim olabilir, oysa onlar bunların tapmasından habersizlerdir.”
Ondan sonra geldim baktım ki bu küçücük ayette altı tane affedilmez yanlış yapılmış. Bir buçuk satırlık ayet, altı tane affedilmez yanlış yapılmış. Bu kadar küçük bir ayete bu kadar yanlışı nasıl sokuşturdunuz? Ama sade bunlar yapmamış ki, hep yapmışlar. Tefsirlerde yapmışlar, bugün İbnTeymiye’nin bu ayetle ilgili tefsirini okusanız, aman Ya Rabbim, gerçekten akla zarar.
“Ve men edallu”, buradaki “men” “kişi” demek oraya “şey” anlamı vermişler. “Dun” kelimesine yanlış anlam vermişler, “Allah’la araya koyma” anlamına geliyor. “mel lâ yestecîbulehû ilâ yevmilgıyâmeti” “kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kişi” anlamına geliyor bunlar “şey” demiş. Putlar kıyamet günü dirilip cevap mı verecek sana? “Hum” kelimesi akıllı varlıklar için kullanılır, “an duâihim” o da akıllı varlıklar için kullanılır, “gafilun” da akıllı varlıklar için kullanılır, bütün bunları tutmuşlar akılsız varlıklaranlamına getirerek, bir put. Bugün Müslümanlara şirk dediğiniz zaman önlerine ne gelir? Put, şirkin ne olduğu belli olmaz.
Bu sabah Araplar Eş-Şamile diye güzel bir program yapmışlar, bilgisayar yardımı ile aramak çok kolay. Akaid ile ilgili olarak yazılmış bin küsur tane kitaptan arama yaptım, “şirk” başlığı var mı? Hiç birisinde yok. Ne bab-ul şirk var, ne de kitabul şirk var. Şirk ile ilgili bir başlık yok. Kuran-ı Kerim’de şirk ile ilgili ayetlerin anasını ağlatmışsınız, kitaplardan şirk başlığını kaldırmışsınız, o zaman tabii ki de Osmanlı bu hale gelir. Cenab-ı Hak’da tabii ki de cezasını verir.
O zaman eğer gerçekten de niyetimiz İslam’sa, burada farkındaysanız çok ağır suçlamalar yapıyoruz. Aylardır hatta yıllardırşii, sünni diye bütün yanlışları ortaya koyuyoruz, bunlardan bir tanesi de çıksın desin ki; “şuraya yanlış anlam verdin.” Onun için İşid’e karşı çıkmak kolay da siyasi olarak karşı çıkmanın hiçbir anlamı yok, bu batının elini güçlendirir, başka hiçbir işe yaramaz. Bu tür şeylere gerçek anlamda karşı çıkmak lazım, hakikaten karşı çıkmak lazım çünkü bu din artık tanınmaz bir haldedir. Ne fıkhının tanınacak hali kalmıştır, ne akaidinin tanınacak hali kalmıştır, Rasulullah’a dünya kadar iftiralar yapılmıştır. Bugün okullarda ders olarak okutuluyor, biz de okuduk. Dolayısıyla bunu çok büyük bir nimet olarak kabul edip “velbağdusubhanel mevt” yapmak lazım yani “öldükten sonra yeniden dirilme.” Şu ortamı çok iyi kullanmamız lazım, çok iyi kullanıp çok güzel sonuçlar almamız lazım. Aksi takdirde Müslümanları bu şirk batırmıştır, Allah’ın affetmeyeceği günah. Duyduğuma göre millet kuyruk oluyormuş türbelerin kapısında, ne bekliyorlarsa? Kardeşim “bundan daha sapık kimdir” diyor Allah-u Teala, en sapıklığı bu şekilde açıklıyor.
Onun için Cenab-ı Hakka çok şükürler olsun, nasip etti bu noktalara kadar geldik. Aslında bizi desteklememeleri en büyük destek oldu. Niye en büyük destek oldu? Ben düşünüyorum eskiden oradan oraya koşmaktan, herkesin davetine icabet etmekten oturup çalışamazdık, şimdi oturup çalışıyoruz. Bu nimetlerin kıymetini bilmek lazım. Gerçekten çok güzel bir nimet ama insan İslam adına üzülüyor ve içimiz içimizi yiyor. Artık bu işi ciddi bir şekilde ele alalım, doğru bir şekilde meseleyi ortaya koyalım, ülkemizi kurtaralım, Hem de bu ortamdan yararlanarak bütün insanların dikkati İslam’a çekilmişken doğru İslam’ı bütün dünyaya anlatalım.