“Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim.”
Bu gün Kur’an’ı Kerim’in 53. suresi olan Necm Suresinin 33. ayetinden başlıyoruz.
“Efera eytellezi tevella, vea’ta kalilen ve ekta. Gördün mü sen o sırtını döneni, az bir şey verdi ve cimrilik yaptı.” Yani vermemekte direndi, birazcık verdi “artık daha vermem” dedi.
“Eindehu ilmul ğaybi fehuve yera. Gayb ilmi onun yanında mı, o görüyor mu? Emlem yunebbe’ bima fi suhufi musa, yoksa Musa’nın sahifelerinde olandan haberdar edilmedi mi? Ve İbrahimellezi veffa, kendisine verilen emirleri tam olarak yerine getiren İbrahim’den haberi yok mu? Ella teziru vaziratun vizra uhra, kimse kimsenin yükünü taşımaz. Ve enleyse lil insani illa masaa, birde şunu bilmiyor mu ki kişinin yaptığından başkası kendinin değildir. Ve enne se’yehu sevfe yura, ve onun çalışması, gayreti yakında görülecektir.”
Şimdi burada bir insan tipi çiziliyor: Müslüman olmuş sonra işte birazcıkta şeyler vermiş, artık vermiyorum diye direnmiş ve dönmüş, işte bu bana göre değil demiş, çekmiş gitmiş. Yani dinden dönmüş. Bir de bu tipler kendilerini de büyük görürler. İşte kardeşim sizin yolunuz da yol değil, böyle şey olmaz, siz dünyadan habersizsiniz, falan diye üst perdeden de konuşurlar. Onun için Cenabı Hak, gaybdan haberimi var ki bu adam böyle konuşuyor. Bir de geçmiş kitaplarda da Kur’an’ı Kerim’de de olan bir husustan haber veriyor: Kimse kimsenin yükünü taşımaz.
Şimdi bazı kimseler müslüman oldukları zaman müslümanlığı sizin başınıza takmaya çalışırlar. Yani ben müslüman oldum, iyi olduysan oldun. E ne olacak? E beni geçindirin. Beni kim geçindirecek? E ben müslüman oldum, ben de müslümanım zaten. Sen daha yeni olmuşsun, ben taa ne zamandan beri müslümanım. Şimdi, sanki yani bir adam müslüman olduğu zaman beri tarafta müslümanlar ona bütün imkanlarını seferber edecekler, aramıza hoş geldin. Kardeşim bu bir menfaat birliği değil ki. Yani biz bir iş yapmıyoruz ki, dünyalık bir şeyi paylaşmıyoruz ki. Müslüman olduysan oldun, safa geldin hoş geldin, ne güzel, sevinirim tabii. Şimdi ben mesela bizim internet sitesine bakıyorum, aaa bu gün iki kişi üye olmuş. Seviniyorum. Sonra aklıma geliyor, iki kişi değil de ikimilyon kişi üye olsa bana ne, hiç… Şu vakfa ne bir katkı olur ne de herhangi bir şeyi azalır. E niye seviniyor, niye seviniyoruz? Haa belki biraz Cenabı Hak’kın yanında bir faydamız olur diye seviniyoruz. Yani Allahu Teala’dan beklediğimiz karşılıktan dolayı seviniyoruz. Dolayısıyla burası bir menfaat birliği değil. Haa yeni bir üye katılmışız bu yeni üye yeni gelir demektir, yeni müsteri demektir, müşteri müşteriyi celbeder, işlerimiz açılır. Böyle bir şey yok! Böyle bir şey olsa, ilerden elde edeceğimiz paraya mahsuben biraz veririz ona. Değil mi Ali bey? Böyle bir şey yok! E kardeşim müslüman olduysan oldun, e safa geldin, hoşgeldin, gel şöyle bir sarılayım der, Kemal Sunal olsa gel bir öpeyim der mesela. Şimdi tamam olduysan oldun, Allah razı olsun, ne güzel.
Yahya Şenol: “Yemennune aleyke eslemu…..
“Yemunnûne ‘aleyke en eslemû kul lâ temunnû ‘aleyye islâmekum, şimdi müslüman olmuşlar diye gelip başına kakıyorlar” Yav benim başıma niye kakıyorsun ki. “Belillâhu yemunnu ‘aleykum en hedâkum lil-îmân, eğer başına kakacak biri varsa o Allah’tır.” (Hucurat 49/17). Bak senin imana yönelme imkanı sağlıyor, daha ne istiyorsun? Bir de bakarsınız sanki dünyanın merkezi kendisi işte “birazcık verdik yetmiyor mu kardeşim, hep biz mi vereceğiz, bu kadar müslüman var, baksana kaç milyon müslüman var, hepsi elli kuruş verse dünyanın parası eder, ben verdim beşyüz lira, falan.” Burada diyor ki Velid Bin Muğire benim elimdeki mealde. Bu ayetler Velid Bin Muğire hakkında indiği rivayet edilmiştir. Velid Bin Muğire Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında Mekke’de yaşayan ileri gelenlerden birisi. İşte müslüman olmuş da tekrar dönmüş. Demek öyle bir rivayet varmış. Yani kimliği önemli değil, bu bir insan tipidir. O zaman şu isim olur, falanca zaman bu, bugün de başka bir isim olur.
“Efera eytellezi tevella, ökçesinin üzerine geri dönüp gideni gördün mü?” (Necm 53/33). Şimdi bir çok kimse karar verir: Müslüman olayım. Hatta kafirler bile bunu yapar. Allahu Teala diyor ya: “Rubemâ yeveddu-lleżîne keferû lev kânû muslimîn, o kafirler zaman zaman böyle iç geçirirler ah keşke biz de müslüman olsak.” (Hicr 15/2). Niye? Çünkü müslümanlık mümtaz bir hayattır. Her yönüyle güzeldir. Arzu edilen bir şeydir. Çok hoştur. Ama onun için fedakarlık gerekir. Bir çok kimse o fedakarlığı yapmak istemez. E bazıları da bakarsınız ki kararını verir; “tamam bundan sonra beyaz bir sayfa açıyorum hayatımda.” Ne güzel. İçki yok, kumar yok, gayri meşruluklar yok, namazımı beş vakit kılacağım, tamam. Şimdi adam onu bir gün sabah namazına kalkar, ikinci gün… Yav bu her gün, bir kere iki kere değil ki, bakarsın ki yavaş yavaş biraz sağdan, biraz soldan, biraz önden, biraz arkasından kırpmaya başlamış, bir müddet sonra elde avuçta hiç bir şey kalmamış, öbür tarafa daha fazla saldırmaya başlamıştır. Yap, bana ne? İkisi de açık, nereye gidersen git. Yani cennete gideceksen sen kendi yerine gideceksin, cehenneme gideceksen kendi yerine gideceksin. Yani herkes kendisi için. Bu tıpkı su içmeye benzer, kim su içerse o rahat eder, kim yemek yerse onun karnı doyar. Ha ben de senin hidayetine vesile olursam ondan dolayı da Cenabı Hak’kın bana yapacağı ikramı beklerim elbette. Birinin müslüman olması beni elbette sevindirir, bir kişinin müslüman olması. Ama çıkıp gidersen gidersin. Üzülebilirim, tabii ki üzülürüm. Peygamberimiz (s.a.v.) de üzülüyordu. Ama yapabileceğim bir şey yok. Çünkü iman da küfür de kişinin kendi kararıyla olabilecek bir şeydir. Sonucuna katlanacak olan da odur.
“Efera eytellezi tevella, Ve a’ta kalilev ve ekda, birazcık verir sonra da cimri kesilir.” Bu kadar, daha fazla yok. Böyle bir de kibirli bir şekilde, o havayla.
“Eındehu ılmul ğaybi fe huve yera, Yanında gayb ilmi var işlerin arka planını görüyor da onun için mi böyle davranıyor.” Çünkü hep böyle üst perdeden konuşur bunlar. Nasihat ederler.
“Em lem yunebbe’ bima fi suhufi musa, yoksa buna haber verilmedi mi Musa’nın sahifelerinde olan şeyler. Ve ibrahimellezi veffa, görevini tam yapmış olan İbrahim, onun sahifelerinden haber verilmedi mi?” Şimdi Kur’an’ı Kerim’e baktığınız zaman Allah’ın kitapları dörtten fazladır. Yani bize çocukluğumuzda dört tane kitap, yüz tane de suhuf, yüzdört kitap demişlerdi. Aslında o yüz suhuf, dört kitap gibi kitap değil, işte otuz suhuf şu Peygamber’e, on suhuf buna, elli suhuf şuna diye şey yapıyor. O zaman bir Peygamber’e verilen kaç suhufsa bir kitap saymak lazım değil mi? Şimdi, böyle öğretmişlerdi işte gökten yüzdört kitap indi, işte dört tanesi büyük kitap, yüz tanesi de suhuf, şudur budur. Ama Kur’an’ı Kerim’e baktığınız zaman Allahu Teala Peygamberler’in büyük bir bölümüne kitap vermiştir. İşte İbrahim (a.s.)’a da vermiş, suhufi İbrahime ve Musa, İbrahim’in sahifeleri ve Musa’nın sahifeleri.
O bizim akaidde öğrettiklerinin çoğusunun bir delili yok. Dayandığı bir delil yoktur. Enteresan bir şey, yani her seferinde şaşırıp kalıyorum. Müslümanlar neyle meşgul olmuşlar bunca zaman yani benim bir türlü aklım ermiyor. Mesela bakın şu şeyi açarsanız, bende 137. sayfa, yani Enam Suresinin 89. ayeti. Buldunuz mu? Yukarıda Peygamberler’i sayıyor Allahu Teala, bak saydıkları Peygamberler’i görelim. İbrahim (a.s.), İshak, Yakup, Nuh, Davut, Süleyman, Eyyup, Yusuf, Musa, Harun, on etti. Ben parmaklarımla sayıyorum. Zekeriye, Yahya, İsa, İlyas, etti ondört. İsmail onbeş, Elyesa onaltı, Yunus onyedi, Lut onsekiz. Kaç etti, en son rakam kaçtı? Onsekiz. Tamam şimdi sonunda diyor ki bakın: “Ulâ-ike-lleżîne âteynâhumu-lkitâbe” ne demiş oluyor? “Ulâ-ike-lleżîne âteynâhumu-lkitâbe. Bunlar kendilerine kitap verdiğimiz Peygamberlerdir.” Başkasına vermedik demiyor, bunlar verdiklerimiz. Bunların çoğusu bizim listemizde yoktur, değil mi?
Katılımcı: Evet.
Evet çoğusu yoktur listemizde.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Orada o bizim kitaplarda olanlar da çoğusunun da bir delili yok. Hani dört kitap ayır, ya da bir kısmının delili yoktur.
Katılımcı: O sahifelerin her birisini bir kitap mı saymışlar, mesela yüz suhuf Musa diyor Musa (a.s.)’a da Tevrat verildi. Şimdi her sayfayı bir kitap sayarsak?
Vallahi Mehmet Hoca, benim bu işe aklım ermiyor. Aklı eren birisi varsa gelsin beri tarafa.
Katılımcı: Bir yerde suhuf geçiyor Musa (a.s.) için, bir yerde kitap geçiyor bir yerde de levha geçiyor. Yani nasıl olacak bu?
Şimdi suhuf kelimesinin anlamı nedir? Sayfalar. Şimdi bu kitabın sayfaları yok mu? Buna da suhuf dersin yani, sayfalar işte. Sahife diyoruz ya. E mushaf dememizin iki tane kapak arasında olmasından dolayı, kitap diyoruz yazılı olduğu için, Kur’an diyoruz bir araya toplandığı ve okunarak zihne yerleştirildiği için, Zikir diyoruz kafaya yerleştirilip hatırlandığı için. Tamam mı? Yani şimdi sana bir erkek diyoruz erkek olduğun için, e bir genç diyoruz, bir yakışıklı diyoruz değil mi birtakım şeyler söylüyoruz. Ha levha meselesi Musa (a.s.)’a Cenabı Hak levhalar verdi, onun üzerinde Allah’ın emirleri vardı. Yani esas olan o emirler. Onlara sayfalar diyebilirsiniz, işte Tevrat da diğer adı biliyorsunuz. Çeşitli açılardan baktığınız açıya göre bir isim verirsiniz.
Yahya Şenol: Anlaşılmıyor.
Neyse şimdi Kur’an’ı Kerim’e göre bir sil baştan yapmak mecburiyeti her defasında ortaya çıkıyor değil mi? Yani benim de gayretim bu. Sizin gibi böyle genç kişiler olduğu zaman ne olacak, istikbal için ümitliyiz demektir. Ama bak şunu size söyleyeyim: Birilerine yaranmak isterseniz dünyanın en büyük alimi de olsanız beş para etmezsiniz, onu söyleyeyim. Yaranacağınız yalnız Cenabı Hak olmalı. Aksi taktirde hiç bir kıymetiniz olmaz.
Neyse şimdi gördük değil mi bak o ayeti kerimede hepsine de Allah kitap verdik diyor. Şimdi burada da Musa’nın sahifeleri ve İbrahim’in sahifeleri ki görevini tam yapmıştır. Pekiyi bu kitaplarda olanlar nelerdir? Neler?
Katılımcı: Allah’ın birliğidir.
Yani son Kur’an’ı Kerim’de olanla önceki kitaplarda olanlar arasında ne gibi farklar var?
Katılımcı: Kur’an bütün insanlığa, diğer kitaplar belirli topluluklara indiği için….
Kur’an nereye inmiş?
Katılımcı: Bütün insanlığa.
Canım neyse bütün veya değil, biz bütünlüğünden bahsetmiyoruz içeriğinden bahsediyoruz.
Katılımcı: Yani emir ve yasakları bütün insanlığı ilgilendirdiği için…
Şimdi Allahu Teala ne diyor? Bak ne diyor: Şera’a Şura Suresi13.ayet. Şura kaçıncı sure, sayfa kaç sayfa? 485. sayfayı bir açın. Şura 13, bir iki sayfa ileri geri olabilir. Şimdi şuraya bir bakın: “Şera’a lekum” nedir anlamı? “Sizin için şeriat yaptı mine-ddîni, bu dinden.” Bu dinin şeriatı yaptı. Neyi? “Mâ vassâ bihi nûhan, Nuh’a tavsiye ettiği şeyi.” Şimdi Kur’an’ı Kerim’e baktığınız zaman ilk vahiy alan Peygamber Nuh (a.s.) olarak gözüküyor. Öyle gözüküyor, mesela Adem’e vahyettik dediği ifadesi yok. Adem bir takım kelimeler telekki etti de sadece tevbe etti. Sizin için bu dinin şeriatı yaptı Allah. Neyi? Nuh’a neyi tavsiye etmişse onu. Ne oldu? Değişen bir şey yok. Şimdi baş O, son Peygamberimiz. Hep gelenler aynı şeyler değil mi? Ha bizimkisinde bir nesih olayı var. Nesih ne idi? Nüsha çıkarmak yani bu gün kopya kelimesi kullanılıyor, batıdan gelen bir kelime, bizde nüsha çıkarmak. Nushadır o da yani nesh. Şimdi o zaman yani Kur’an’ı Kerim Allah’ın indirdiği kitapların nesi olur? Son nüshası olur yani tamamı işte. Diğer Peygamberler’e ne indirilmiş diye merak ediyorsanız okuyun işte bu, elimizdeki o kitapların hepsi. O zaman sen Kur’an’a inanıyorsan, İncil’e de inanıyorsun, Tevrat’a da inanıyorsun, İbrahim (a.s.)’a indirilmiş kitaplara da hepsine inanmış oluyorsun, tamamına.
Katılımcı: Hocam Allah’ın Sünnetinde değişme olmaz.
Evet, Allah’ın Sünnetinde değişme olmaz.
Katılımcı: Analaşılmıyor.
Tabii, Kur’an’a inandınmı önceki indirilene zaten inanmış oluyorsun. Kur’an çünkü önce indirilenleri haber veriyor, okuduk ya az önce, O’nu kabul ettinmi bitti. İnanmak o. O zaman Kur’an önceki kitapları nesh etmiş mi? Nesh etmek demek, bazıları şöyle anlıyor neshi. Yani bazıları değil de maalesef bizim ulema öyle anlıyor yani. Bir ayetin bir başka hükmü ortadan kaldırması diye anlıyor. O zaman yeni bir hüküm getirmesi lazım ortadan kaldırmak için değil mi? Ama Allah nasıl tarif ediyor? Bakara 106’yı bir açın, Eğer İnşallah doğru söylemişimdir rakamı. Şimdi Yahya doğru söyleyip söylemediğimi tastik eder, gerçi Mehmet Hoca da burada ya. Ahmet de orada, O içeriden bakıyor. 106 değil mi yanlış söylemedim.
Şimdi bakın burada ne diyor Allah: “Mâ nensah min âyeh, bir ayeti nesh ettikmi, ev nunsihâ, ya da unutturdukmu.” Unutturma olayı nasıl olabilir?
Katılımcı: Hafızalardan silinme.
Hafızalardan silinme tabii. Şimdi ben mesela bir ayet okuyayım, onun Arapça’sını değil yerini hatırlıyorum. Arapça’sını hatırlarsam hafızlar hemen bulur da. Hah, buldum. Maide Suresinin 15. ayeti, öbürünü de kaybetmeden açın, farmaklarınızı aralara kağıt gibi koyun ki tekrar tekrar döneceğiz oralara. 109. sayfa bende. Maide 15. Herkez oldu ulema Allah’a şükür.
“Yâ ehle-lkitâb, ey ehli kitap.” Kim anlaşılıyor ehli kitap deyince? Yahudiler, Hıristiyanlar. “Kad câekum rasûlunâ, size elçimiz geldi.” Kim o? Muhammed (a.s.). Onlara da bize de gelmiş. “Yubeyyinu lekum keśîran mimmâ kuntum tuhfûne, sizin gizlediğiniz çok şeyi size açıklıyor.” Eğer onların, Allah gizlediğini dediğine göre onların gizledikleri Tevrat’ta olur mu? Elimizdeki Tevrat’ta yani onların Tevrat diye gösterdikleri şeyde olur mu? E orada yoksa insanların zihninde de yoktur değil mi? İnsanlara diyorlar ki Tevrat bu açın okuyun. Değil mi? İnsanların zihninde de yok. O zaman ne diyor Allah? “Mâ nensah min âyeti” tekrar O Bakara 106 “bir ayeti neshedersek, ev nunsihâ, ya da unutturursak.” Bu unutturma olayı, onlar gizlediği için insanların hafızalarında olmaması meselesidir. Ne yaparız? “Ne’ti bi hayrin minhâ, ondan daha hayırlısını getiririz, ev miślihâ, ya da mislini getiririz.” O zaman demek ki iki türlü nesih varmış: Bir, önceki kitaplarda olan ne ise o alınıyor, tıpkı kopya çekmek gibi, fotokopi, nüsha çıkarmak. O zaman Kur’an’ı Kerim’in, madem Allah diyor ki: “Şera’a lekum mine-ddîni, mâ vassâ bihi nûhan, Allah Nuh’a neyi emretmişse, neyi vasiyet etmişse sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır” diyorsa bir kere çoğusu aynı olmalı değil mi? Aynısı. O zaman Kur’an’ı Kerim’in büyük bir bölümü önceki kitapların aynısı. Ama nesh etmiş? Yani son nüshası. Aynı hükümler orada da var ama geçerli olan bu son kitaptır.
Katılımcı: Noter tastikli…
Hah yani Allah’ın tastikiyle geçerli olan kitaptır. E bir kısmı da nedir? “Hayrin minhâ, daha hayısrlısı”dır. Yani bazı hükümleri değiştirilmiş, mesela size örnek vermiştim. Neyi örnek vermiştim? Recm cezasını değil mi? Onlarda recm cezası vardı Kur’an’ı Kerim’de önce bu müebbet hapse çevrildi arkasından yüz sopaya çevrildi. Ne yapılmış oldu? Hayrun minha, daha hayıslısı ile değiştirilmiş oldu.
Katılımcı: Cumartesi yasağı da…
Cumartesi yasağı kaldırıldı. Tabii o da bir kolaylıktır. Ondan sonra mesela Yahudiler bir kısım hayvanların etlerini yiyemiyorlardı, onlar kaldırıldı.
Katılımcı: Bu şu ayet nasıl anlaşılacak: “Ve-iżâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufterin.” (Nahl 16/101).
İşte bir ayetin yerine bir başka ayet getirdiğimiz zaman o sen iftira ediyorsun diyorlar niye diyorlar iftira ediyorsun Yahudiler, Hıristiyanlar? Bizim kitaplarımızda bu yok. Yani hüküm hafifletici yeni bir şey söylüyor ya, Allah’a iftira ediyorsun diyorlar. Bir ayetin yerine bir başkasını getirdiğiniz zaman. Şimdi onlar mutlaka bir problem çıkaracak ya öyle söylüyorlar.
Şimdi bu şeye devam edlim, Maide Suresine. Ayetler birbirlerini öyle güzel açıklıyor ki. “Size elçimiz geldi ortaya çıkarıyor sizin gizlediğiniz bir çok şeyi. Veya’fû ‘an keśîr, bir çoğunu da affediyor.” Yani öyle gizli kalsın kimse duymasın. Yani hafifletilmiş oluyor o hükümler. Yani hayrun minha diyor, daha hayırlısı getirilerek. O zaman nesih neymiş, neshin en büyük bölümü önceki hükmün aynısını almak. Az bir bölümü de önceki hükmü değiştirmek ama nasıl değiştirmek? Daha hayırlısı ile değiştirmektir. Ama bizim, Rasim bu günlerde Ahmet o konuda çalışıyor. Evet Ahmet neshi böyle mi tarif ediyor bizim ulema? Yüksek sesle söyle sen kafayı şey yapıyorsun, bunların hiçbirisi görmüyor senin kafanı. Şöyle öne doğru gel bir görsünler endamını. Söyle bakalım nasıl tarif ediyorlar ulema, ayette olduğu gibi mi tarif ediyorlar?
Ahmet: Bir ayetin hükmünü diğer ayete göre kaldırmak olarak…
Bir ayetin hükmünü bir başka ayet ile kaldırmak diye, bir başka ayetle demiyorlar. Bir dakika bizi yanıltma! Öyle demiyor, nasıl tarif ediyor, bir ayeti başka ayetle kaldırmak demiyorlar. Ne diyorlar?
Ahmet: Anlaşılmıyor.
Bir şer’i hükmü yeni bir şer’i hüküm ile kaldırmak diyorlar. Niye şer’i hüküm diyorlar?
Ahmet: Anlaşılmıyor.
Çünkü sünnet de Kur’an’ı nesh eder diyorlar da ondan. Halbuki sünnet Kur’an’a tabi. Tabi olan nesh edebilir mi? “İn ettebiu illa ma yuha ileyye” diyor. Yani Kur’an’ı Kerim Peygamberimiz’e öyle emrediyor, böyle de diyor.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Neredeki nüsha?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
İyi ya biz bütün yaptığımız işlerin nüshası çıkarılıyor, ahirette karşımıza gelecek. Tabii. O da öyle. Şimdi öyle bir nesih tarifi yapılıyor ki, ya bu bizim ulemanın yaptığını söylüyorum. Diyor ki: Bir şer’i hükmün bir başka şer’i hükümle kaldırılmasıdır, diyor. Burada misliyle nesih yok. Yani önceki hükmün aynen devam etmesi şeklindeki bir nesih yok. Öyle olunca da insanlar, mesela Süleyman Ateş burada şey yapamıyor, bu işin içinden çıkamıyor. Şimdi beni duyarsa kızar ama duysun önemli değil. Nasıl olsa bizim çizgimizi gayet iyi biliyor. Şimdi Süleyman Ateş diyor ki: Kur’an’ı Kerim önceki kitapları nesh etmemiştir, diyor. Niye? Çünkü bizim müfessirlerin yani tefsir alimlerinin zihninde o Bakara 106’da anlatılan şekilde bir nesih yoktur. Nesih dediğiniz zaman bir ayet başka bir ayetin hükmünü kaldıracak. Niye bunu söylüyor? E diyor ki yav Kur’an’ı Kerim Tevrat, İncil’i tastik ettiğini söylüyor, tastikle nesh bir birine uymaz. Değiştirmek dediğiniz zaman haklı. Ama değiştirmek demiyor ki Allah. Allah ya mislini getiriririm diyor ya daha hayırlısını getiririm diyor. Orada daha hayırlısında bir değişiklik var, o kadar! Ama mislini getirme dediğin zaman zaten tastik olur. O kitapta olanların mislini bu kitaba aldığın zaman bu tastiktir. Ama nesihdir de aynı zamanda yani son nüshasıdır. Anlatabildim mi?
Katılımcılar: Hocam kelime anlamı olarak zaten kaldırma veya değiştirme diye çevrilebilir mi?
Şimdi bu tarifler Kur’an’ı Kerim’in dışında yapıldığı için herşey olabilir. Bunu niye orada yapıyorlar, mesela İmam Şafi, Er-Risale diye bir kitabı var onun, usulü fıkıhta yani fıkhın metodolojisi diyelim o konuda ilk yazılmış kitaplardan kabul edilir. Orada diyor ki: Kur’an Kur’an’ı nesheder, sünnet sünneti nesheder, Kur’an sünneti, sünnet Kur’an’ı neshedemez diyor. Yani dokunulmaz olarak kimse kimsenin sahasına karışmasın. Haşa bu çok rahatsız edici bir ifade. Ama bunu aynen böyle söylüyor. Bunu niye böyle söylediğini de El Umm diye bir kitabı var kendisinin, meşhur kitabıdır, orada şöyle anlatıyor: Biz bunu böyle söylemezsek diyor recm cezası elden gidecek. Çünkü Kur’an’ı Kerim’de recm yok, sünnette var. Recmin devam etmesi için böyle olmalı diyor.
Katılımcı: Hocam, gazetedeki köşe yazısında, namazda İncil’den ve Tevrat’tan ayetler okursunuz diyor, okuyabilirsiniz diyor. Onu da okudum yani kendisinden.
Neyse artık konuyu değiştirmiş olmayalım da. Şimdi ben esas bu konu üzerinde devam edeyim. Şimdi yani bu kafa karışıklıkları yapısaldır. Ben onu göstermeye çalışıyorum. Böyle tesadüfü bir şey değil. Niye imam Şafi’den anlatıyorum? Çünkü bu insanların ilk kaynakları bu. İlk kaynakları. Haa Hanefiler ne yapıyor? Hanefiler de diyor ki: Sünnet Kur’an’ı Kerim’i nesheder diyorlar. Onların da derdi recm, başka bir şey değil. Çünkü öyle demeseler recm cezasını koyamayacaklar ortaya. Ama her iki taraf da bunları söylerken bir çok ayeti görmezlikten geliyorlar.
Katılımcı: Doğru söyleyen bir mezhep var mı hocam?
Şimdi doğru söyleyen Kur’an’ı Kerim, biz ondan okuyoruz. Allah’ın kelamı, ben şimdi şunları yani bunlardan haberdar olun da.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Ya şimdi bırak kardeşim ben ne anlatıyorsam onu dinle! Şimdi burada dedikodu yapmıyoruz. Ben o söylediklerini söylüyorum. Mesela Cessas diye Hanefiler’in çok meşhur bir alimi vardır. Ahkamul Kur’an diye bir kitabı vardır. Hanefiler’in temel kaynaklarındandır. Ben de çok okumuşumdur o kitabı zamanında, taa öğrenciliğim zamanından beri bize öyle gösterdiler biz de okuduk. Şimdi orada diyor ki: Hadis ayeti neshetmiştir diyor. Hangi hadis, hangi ayeti neshetmiş? Şeyle ilgili, Nisa Suresinde işte zina eden kadın “Vellâtî ye’tîne-lfâhişete min nisâ-ikum, kadınlarınızdan zina edip gelenler olursa, festeşhidû ‘aleyhinne erbe’aten minkum, sizden dört şahit getirin onlara karşı, fe-in şehidû feemsikûhunne fî-lbuyût, şahitlik ederlerse onları evlerde tutun.” Ne zamana kadar? “hattâ yeteveffâhunne-lmevt, ölünceye kadar.” Şimdi recm cezası ölüm cezasıdır. Ölüm cezasının bir altı nedir? Müebbet hapis. Allah bu ayette recmi neshetmiş, müebbet hapse çevirmiş sadece kadınlar için. Ölünceye kadar evde hapsedin, ev hapsine ama. Başka ne diyor? “Ev yec’alallâhu lehunne sebîlâ, ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar.” (Nisa 4/15). Sonra da bu yolu Cenabı Hak Nur Suresinde açıyor: “Ezzâniyetu ve-zzânî feclidû kulle vâhidin minhumâ mi-ete celde, zina eden kadın ve zina eden erkeklerden her birine yüz değnek vurun” (Nur 24/2) diye bu yolu açıyor orada. Yani zaten burada diyor ki bu hüküm değişecek demek istiyor zaten “yol açıncaya kadar” dediği bu zaten. Bu hüküm değişecek diye bildirmiş oluyor. O yolu da açıyor. Ama şimdi işi böyle kabul ederseniz recm zaten baştan elden çıkmış oluyor. Şimdi bunlar diyor ki: Peygamberimiz demiştir ki: “Huzu anni huzu anni gad cealallahu lehunne sebila es seyyu bis seyyiri miedu celdetun verrecmu, el bikri bil bikri miedu celdetun vet taribuan.” Hadisi inşaallah doğru okuduk. Mana doğru da kelimelerde bir takım şeyler olabilir. Şimdi “benden alın benden alın Allah bunların yolunu açtı. İşte dul dulla ilişkide bulunursa yüz değnek ve recm, bekar bekarla ilişkide bulunursa yüz değnek ve bir yıl sürgün.” Şimdi diyorlar ki: Bu hadis hem Nisa Suresinin onbeşinci ayetini neshetmiştir hem Nur Suresinin ikinci ayetini neshetmiştir. Öyle bir hadis ki önüne geleni yatırıyor. Yav kardeşim, yani hadis Kur’an’ı Kerim’e, Peygamber Kur’an’a tabi değil mi, ne oldu işler ters mi döndü? Ve bunların nesih anlayışında, “hayrun min ha” ifadesi yoktur. Bizim ulemanın hiç birinde yoktur bu. Şimdi sen az önce soruyordun ya. Hiç birinde yoktur. Yani nesheden neshedilenden daha hayırlı olur ifadesi hiç birinde yoktur. Ama ayet öyle diyor. Niye? Çünkü öyle olursa işler bozuluyor. Mesela, herhangi bir ayeti neshetmesi asla ve kat’a mümkün olmayan Tevbe 5. ayete kaç ayet neshettirmişlerdi Ahmet?
Ahmet: Yüzotuzüç.
Yüzotuzüç. Yüzotuzüç tane ayet neshettirmişler. Tüm sistem altüst olmuş. Hiç bir ayeti neshetmesi mümkün değil. Özel bir olayla ilgili olarak indirilmiş bir ayet. Yani Peygamberimiz’e karşı Hudeybiye’deki anlaşmayı bozmuş olan Mekke’li müşrikler için indirilmiş ayet sevh ayeti demişler kılıç gibi önüne geleni yatırmış. Mesela Kur’an’ı Kerim’de kölelik yok, o ayetle köleliği getirmiş yerleştirmişler, bütün mezhepler bunu böylece kabul etmiştir. Gayri müslimlerle ilişkiler Kur’an’ı Kerim tarafından son derece muhteşem sistemle şey yapmış, onu da neshettirmişler o da çok berbat bir hale gelmiş. Bu gün işte Irak’ta çektiğimiz sıkıntıların temelinde bunlar var.
Şimdi ben bunları söylerken bir kısımlar zannedecek ki, efendim işte aaah, Osmanlı gitmeyecekti de öf, onlar ne adamlardı. Ben Osmanlı’dan değil Selçuklu’dan da anlatmıyorum ondan daha en temelden anlatıyorum. Tenkit ettiklerim ilk büyük ulema. Şimdi onları tanıyalım da ondan sonrası artık onlar bu işin şeysiz kurbanları, dilsiz kurbanları. İnsanlar düşünmüyor ki. “Eve lev kane abaühüm la ya’kılune şey’ev ve la yehtedun.” (Bakara 2/170). Onlar müslümanların babaları durumundadır. Yav bu adamlar aceba yanlış yapmış mı yapmamış mı? El Muğni diye bir kitap vardır, fıkıhta ve çok muteber bir kitaptır, üçyüzlerde falan ölmüştür yazarı, dört mezheple ilgili şeyler yazar. Şimdi Kur’an’ı Kerim’de bir adam karısını boşayacaksa kadının adetli olmaması gerekir. Temizse o temizlik süresi içerisinde ilişkiye girmemesi gerekir. Talak Suresinde Cenabı Hak bunu anlatmış, Peygamberimiz de açıklamıştır. Ama bizim dört mezhebin dördüne göre de kadın hayızlıysa ya da eşiyle ilişkiye girmişse kocasının onu boşaması haramdır ama geçerlidir. Ve derler ki, Allah böyle boşanmasını emretmiştir ama bu da geçerlidir. Bunu kim emretti pekiyi? Şimdi yazmış orada, Muğni’de; Darakutni’de şu hadis geçer. Selman’a dedim ki bu hadis Darakutni’de yok, bir bak bakayım. Darakutni’ye baktı, bulamadı. Bir başka hadise de ilave yapmış. Bak bu hadis de yok. Şimdi onları yaparak böyle bir durumda karı boşamayı geçerli saymıştır. Geçersiz diyen ulemayı da yazmışlar, bunlar diyor ehlil bit’ati ved dalal diyor. Adam Kur’an’ı Kerim’i delil getirmiş, Allah böyle diyor, bunlar bit’atçidir ve sapık insanlardır diye yazmış oraya. Tamam, e millet bizi niye sevmiyor anlayın yani. Herkezin putlarını yıkıyoruz, kolay mı? Buraya hücum etmediklerine dua etmek lazım. Yav kardeşim ortada bir ailenin yıkılması basit bir olay mı? Mesela bir lafızda üç talakı dört mezhebin dördü de kabul eder. Kur’an’ı Kerim’e göre milyarda bir ihtimal yoktur. Bir kadının bir iddet döneminde erkek bir kereden fazla boşayamaz. Yani iddeti bitinceye kadar bir kereden fazla boşayamaz. Ama dört mezhebin dördünde de bir anda üç talak verdi gitti. Mesela ben şimdi bir karikatürize edeyim bunu. Evlilik yıldönümü adam aldı karısını yemeğe götürdü. En neşeli bir anda dedi ki hatta ulemaya göre şaka yollu seni üç talakla boşadım. Bizim dört mezhebin dördüne göre de bu iş bitti. Artık orada aynı eve de gidemezler çünkü artık bir daha beraber olmaları da mümkün değil. Yedikleri yemek ikisinin de midesine zehir olarak gidecek. Kurtuluş yok. Bitti, aile bitti. Yav böyle şey olur mu?
Katılımcı: Hocam alacaklılar var diyelim. Anlaşılmıyor.
Şimdi alacaklılar dedin de, hani şey yaparlar ya, sen dedin de aklıma geldi. Biz askerdeyken diye anlatırlar ya ben de İstanbul Müftülüğündeyken, kadınlar pazarındamıydı -yanlış hatırlamıyorsam- orada bir Siirt’li gelmişti. Adamın borcu varmış, yarın ödeyeceğim demiş. Ödemezsen karın üç talakla boş olsun mu, olsun. Ödemezsem karım üç talakla boş olsun. Nitekim ödeyememiş. Karı gitti. Kadının hiç haberi yok bir şeyi yok. Kur’an ve Sünnete göre böyle bir talağın olma ihtimali yok. Ama dört mezhepte de geçerli? Şimdi niye bu halde olduğumuzu görüyor musun? Bir de şöyle bir düşünün bakın! Allahu Teala adetliyken boşamayı geçersiz sayıyor. Çünkü kadın adetli olduğu zaman, zaten ayette “Gul huve ezen” diyor “bu bir eziyet” (Bakara 2/222). Kadın psikolojik olarak rahatsızdır, hastadır. Kadınlar ben hastayım da derler değil mi o kelimeyi de kullanırlar. Ve o zaman bu psikolojik sıkıntısı ister istemez aileye, eşine, çocuklarına yansır. Ve böyle bir durumda erkek karısıyla ilişkiye de giremediği için onda da huzursuzluk olur. Bu ortamda karıyı boşamak gayet kolaydır değil mi? Ama Allah o boşamayı geçersiz sayıyor. Şimdi kadın adetten temizlendi, erkeğin kadına arzusu en üst noktaya çıkar. Temizlik dönemde ilişkiye girdimi artık ondan sonra da boşamak kolaylaşır. Allah onu da kabul etmiyor. Ne olacak? Senin kadına arzunun en üst noktada olduğu zaman boşuyorsan boşa. Hadi boşa serbest erkeksen boşa. E boşadım. Pekiyi boşa tamam, boşadıysan boşadın, güzel. Ondan sonra ne diyor? Şimdi bizimkiler boşadıkları zaman ne ederler karılarına? Hadi babanın evine. Kadın ne der? Babamın evine gidiyorum der değil mi? Yooo, ne sen onu diyebileceksin ne o onu yapabilecek. Allahu Teala diyor ki Talak Suresinde. İşterseniz açın yani niye ben ezbere konuşayım ki. 65. sure, 557. sayfa.
Allah Talak adında bir sure indirmiş ama bizim ulema bu sureyi ya hiç görmemişler ya da şöyle cımbızla bir iki şey almışlardır buradan, çımbızla. Halbuki sistemi bunun üzerine kurma mecburiyetleri var. Ama Allah ne diyor bizim için esas olan o. Şimdi hesabı bu kitaba göre vermeyecek miyiz? Şimdi bizizm için esas olan bu kitaptır, öyle değil mi? Biz falana filana göre hesap vermiyeceğiz. Allahu Teala diyor ki: “Ya eyyuhennebiyyu iza tallaktumunnisae fetallikuhunne li’ıddetihinne. Ey Peygamber karılarınızı boşadığınız zaman iddetleri içinde boşayın.” Yani iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın. Adetli iken boşarsanız iddete başlayamaz. İlişkiye girdiğin bir temizlik döneminde boşarsan yine başlayamaz. Abdullah Bin Ömer, karısını -ki bu konuda en sahih hadis odur- karısını adetliyken boşamış, babası Hz. Ömer Peygamberimiz’e sormuş, demiş ki: “Söyle ona karısına dönsün.” Sinirlenmiş de Peygamberimiz. “Bir adet görsün, temizlensin, tekrar adet görsün, tekrar temizlensin, eğer boşamak istiyorsa hiç ilişkiye girmediği temizlik içerisinde boşasın ve bu ayeti okumuş, Allah’ın emrettiği boşama budur” demiş. Ondan sonra diyor ki: “Ve ahsıl’ıddeh, iddeti de sayın” diyor. İddeti kim sayacak? Erkek. Üç kere adet görüp temizlenme olayı. Adeti kim görüyor? Kadın. Normalde kadının sayması lazım değil mi? Allah erkeğe diyor ki sen say! Yani karına geleceksin, boşadığın karıya adet gördün mü görmedin mi, sana ne diyecek o da. Nedir, bir iletişim kuracaksın.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Devamı var, acele etme. Sabır hacı sabır. İletişimi devam ettireceksin değil mi kadınla? O bir tarafta sen bir tarafta değil. “Vettekullahe rabbekum, rabbiniz olan Allah’tan korkun, la tuhricuhunne min buyutihinne, boşadığınız kadınları evlerinden çıkarmayın.” Ne yapıyorlar şimdi? Haydi babanın evine. Ne demek! bu kadın ömrünü vermiş bu eve, sen deli misin? Çoluğu var, çocuğu var, eşyası var. Evden şıkarmayın diyor. Evde kalacak. Pekiyi kendisi çıkarsa? “Ve la yahrucne, kendileri de çıkmasın.” Otursun oturduğu yerde. Şimdi aynı evde bende mi kalacağım? Sen de kalacaksın. Karı koca aynı evde kalacaksınız. E kaç, göç? Yok öyle bir şey. Kadın istediği rahatlıkta dolaşabilir senin yanında.
Katılımcı: Tekrar barışma olabilir diye değil mi?
Tabii, geleceğiz. Hacı sabır. “İlla en ye’tiyne bifahışetin mubeyyinetin, açık bir fahişelik yapmış olursa o başka.” Tabii o zaman mahkemeye gidecek, şu olacak bu olacak. Zaten birlikte yaşamaları mümkün olmaz o zaman. “Ve tilke hududullahi, bu Allah’ın koyduğu sınırlardır.” Bu ifade en çok talak konusunda geçer. Bir de şeyde, ikinci olarak mirasta, üçüncü olarak da oruçta. Başka bir yerde geçmiyor. “Ve men yete’adde hududallahi fekad zaleme nefseh, kim Allah’ın koyduğu sınırları çiğnerse haksızlığı kendisine yapmış olur.” Yani karıyı evden çıkarırsa, karı çıkarsa, iddetini saymazsa, o zaman problemlerle karşılaşır. “La tedriy, bilemezsin, le’allellahe, belki Allah, yuhdisu ba’de zalike, bundan sonra ortaya çıkaracaktır, emren, bir sözü.” Yani şimdi bu karı koca aynı evde, isterse ben çekip giderim diyebilir koca, gitsin. Ama arada sırada gelip karısıyla, bir kere evin geçimini sağlamak zorunda, mecburen gelip soracak, ne var ne yok. Araya da yabancı girmeyecek. Üç ay gibi bir zaman. Bu süre içerisinde bunlar hala barışmazlarsa birlikte yaşamalarının bir anlamı kalır mı? Üç ay az bir zaman değil ki, ciddi bir zaman. Ve bu süre içerisinde ikinci kez boşayamıyorsunuz. Nereden çıkarıyorsun? Bundan sonraki ayet söylüyor onu. Zaten bir çok ayet söylüyor. Daha detaylı bilgi almak isteyenler internet sitemizden okuyabilirler. “Feiza belağne ecelehunne, sürelerinin sonuna ulaştılar,” kadınlar, süre doldu. “Feemsikuhunne bima’rufin, o zaman güzellikle tutun.” Üç talakla boşamış olsa tutabilir mi? Ya, böyle bir şey yok ki. Güzellikle tutun. “Ev farikuhunne bima’rufin, ya da güzellikle onları ayırın.” Bitmedi daha. “Ve eşhidu zevey ‘adlin minkum, sizden güvenilir iki kişiyi de şahit getirin, ve ekıymuşşehadete lillahi, Allah için şahitliği de dosdoğru yerine getirin.” Kur’an’ı Kerim’de nikahtaki şahitliğe dair rivayet yoktur. Ama boşanmadaki şahitliğe dair ayet var. Hem işin başında getireceksin, hem sonunda getireceksin. Çünkü bu çok ciddi bir olay. “Zalikum yu’azu bihi men kane yu’minu billahi velyevmil’ahıri.” Gene bir başka tehdit var. “Allah bunu size öğüt veriyor, Allah ve ahiret gününe inanana.” Ağır bir ifade değil mi? İnanmayanla işimiz yok. “Ve men yettekıllahe yec’al lehu mahrecen, kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu koyar.” Bir çıkış yolu olur yani mutlaka. “Ve yerzukhu min haysu la yahtesib, hiç beklemediği bir yerden ona Allah rızık verir.” Yani kadına ve erkeğe de diyor ki, korkma sen aç kalmazsın ama yeter ki bu emirlere uy. Kendi kafana göre hareket etme. “Ve men yetevekkel ‘alellahi fehuve hasbuhu, kim Allah’a güvenirse Allah ona yeter, innallahe baliğu emrihi, Allah kendi işini sonuna kadar götürür, kad ce’alallahu likulli şey’in kadren, Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” Yani Allah her şeyin bir standardını koymuştur. Bu günkü anlamda standart diye tercüme etmek lazım. Bu da talakın standardıdır. Ölçü bu.
Sonra da Bakara Suresinde diyor ki Allah: “Ettalaku merratan, bu şekildeki talak iki kere olur.” diyor. (Bakara 229). Bir başka ayette de “fe in tallakah” (Bakara 2/230) üçüncüyü boşadımı artık bitti her şey.
Şimdi nereden buraya geldik? Nesihten değil mi? Nesihten geldik. Yani öyle şey haline getirilmiş ki; Elamtera suresinde varya “fecealahu keasfin me’kul, Allah o fil ordusunu yenilmiş buğday tarlasına benzetti, haline getirdi,” kimi öldü kimi şey yaptı. Bizim ulema da İslam’ı bu hale getirmiştir. Hakikaten bakıyorsunuz hiç iler tutar tarafı yok. Ayeti kerimeyi delil getiren kişiye diyor ki: “Bu ehlül bit’ati vel dalal” diyor. Bit’at ve dalalet sahibidir, kendisi kitaplarda olmayan bir hadisi delil getiriyor.
Şimdi nesih meselesini az çok anladık değil mi?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Nesih geçmiş kitaplarda değil Kur’an’ı Kerim’in içerisinde de var. Yani Kur’an’ı Kerim bütün kitapları neshetmiştir, Kur’an’ın içinde de var nesih. Kur’an’da Allah onun örneğini vermeseydi biz bunu zaten anlayamazdık ki. İşte Nisa Suresinin 15. ayeti, daha önce kitaplarda bulunan recmi neshemiş, Nur Suresinin 2. ayeti de bunu neshetmiş.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Ya bunun başka örnekleri de var, şuan da…
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Cenabı Hak diyıor ki: “Velekad sarrafna linnasi fi hazel kurani min kulli mesal, Biz bu kitapta her şeyin örneğini verdik.” (İsra 17/89). O da bunun örneği. Onu da görmen lazım. Kur’an’ı Kerim’de olmayan yok. Yok olan müslümanların Kur’an’a bakmaması. Kur’an’da her şey var ama sadece müslümanlar yok. Yani müslümanların Kur’an’la ilişkisini kesmişler maalesef. Hamdolsun şimdi yeni yeni bu ilişki kurulmaya başlıyor.
Neyse şimdi Necm Suresine devam edelim. Burada nereye geldik, nereden buraya geldik?
“Em lem yunebbe’ bima fi suhufi musa, Musa sahifelerinde olandan haber verilmedi mi bunlara, Ve ibrahimellezi veffa, kensine verilen emirleri tam yerine getiren İbrahim’in kitaplarından.”
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Tabii yani o kitaplarda da iyi davrananlara Cenabı Hak’kın verdiği sözler var. Yanlış davrananlara Allah’ın yaptığı tehditler var ki aynı zaten Kur’an’da neyse onda da o, değişen bir şey yok.
“Ella teziru vaziratuv vizra uhra” mesela “kimse kimsenin yükünü taşımaz.” Aynı manada bir başka ayet daha var değil mi? “Vela teziru vaziratuv vizra uhra.” Öbür kitaplarda da “Vela teziru vaziratuv vizra uhra” varmış bizim Kur’an’ı Kerim’de de, normal öyle olması gerekir zaten. Kimse kimsenin yükünü taşımaz. Herkez kendi günahını taşıyacak.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
O manada da denilebilir şey değil “vazira” günahkar diye tercüme edilebilir. Şimdi ben bu yük kelimesini, yani kelime anlamı yüktür ama bu yük tabii günah yükü olduğu için günahkar diye tercüme etmek doğrudur, yanlış değil.
“Ve el leyse lil insan, kişinin kendine ait değildir, illa ma sea, sadece kendi gayreti.” Şimdi mesela, ben burada eşi dostu çağırırım, sizden de birinize derim ki, ya şöyle ben arkadaşlara yemek vereceğim şu yemeğin parasını sen verir misin? Verirsiniz. Ondan sonra burada ben şey yaparım böyle arkadaşlara hava atarım, millete yemek yedirdim diye. Aslında o yemeğin sevabını alan ben değilim, kim onun parasını vermişse o. Tamam mı? Çünkü Allah ne diyor? “Leyse lil insani, insanın kendinin değil, illa ma sea, kendi gayreti hariç.” Birileri babasının mirasına konar ondan istifade eder. Ama o sevap onun değildir. Bırakanındır. Yani kendin ne yaptın? O zaman ne oluyor biliyor musunuz? Büyük bir servete konanla sıfır bir servete konan arasında bir fark kalmıyor. İkisi de kendi yaptığının karşılığını alacak. Baban ne yaptı diye sormayacak Cenabı Hak, sen ne yaptın diye soracak.
Katılımcı: Pekiyi hocam, mirası kötüye kullanılırsa?
İyiye kullanırsan iyi, kötüye kulanırsan… Ama o mirası kullanarak, mirası iyiye kullanırsan o senin işindir o. Çünkü o sana bırakılmış olan mirası kullanma senin fiilindir. Ondan dolayı sevap da alırsın, günah da alırsın. Kötüye kullanırsan günahını alırsın, iyiye kullanırsan sevabını alırsın. Yani sen kendi yaptığının karşılığını alırsın, başkasının yaptığı, o başkasınındır. Anlatabildim mi?
Katılımcı: Miras bırakan kişi için…
Miras bırakan kişinin bir sorumluluğu olmaz. Ne yapsın şimdi adam kabrinden kalkıp gelsin de buna müdehale mi etsin?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Hayır, o adamın bir sorumluluğu olmaz. Sorumluluk onu kullanana aittir. Evet o işi yapan tasarruf sahibidir.
“Ve enne sa’yehu sevfe yura, zaten bunun çalışması yakında görülecektir.” Yani karşısına çıkacak. Onun için mesela ayeti kerimelere bakın, Cenabı Hak söyler: “İnnellezine amenu ve amilussalihat, inanan ve iyi iş yapanlar.” İyi iş yapanlar derken ne mana verilir bizde? Salih amel derler. Ne demek salih amel? Salih amel dendiği zaman akla gelen nedir?
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Namaz, oruç, zekat, falan filan.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Hah… Şimdi diyor ki: “İnnellezine amenu ve amilussalihat.” İyi iş yapanlar, salih uygun demek yani, iyi iş yapanlar. Ondan sonra bitmiyor: “Ve akamussalah ve atuzzeka, namaz kılan zekat veren.” Demek ki iyi iş, aslında iyi iş bir adama mal satıyorsan çürüğünü satmamak da iyi bir iştir işte. Yaptığın, bir yere bir boya yapıyorsun, badana yapıyorsun, güzel yap. Ayakkabı boyuyorsun, güzel boya, işte iyi bir iştir. Hem para kazanırsın hem sevap kazanırsın. O zaman müslümanın bütün işinin iyi olması lazım. Bakın imandan sonra salih amel yani iyi iş, iyi iş. Ne yaparsan iyisini yapacaksın. Namaz ondan sonra geliyor. “Ve akamussalah ve atuzzeka.” Namazı günde beş vakitte kılarsın ama biter. Ama iyi iş tüm gününü işgal eder değil mi? Zekatı senede bir kere verirsin biter, sadakayı arada sırada verirsin biter ama iyi iş tüm hayatı kapsar. İşte bunları bu emirlere uymak niyetiyle yaparsan bu defa da ibadet olur. Hem para kazanırsın hem de ibadet yapmış olursun.
“Summe yuczahul cezael evfa.” Yani kim ne yaparsa onun karşılığını görecek sonra “Allah bunun dolu dolu karşılığını verecektir.” Evfa yani tam olarak. Bir iyilik yapana ne veriyordu? On katını, “men cae bil haseneti felehu aşru emsaliha.” Ona öyle dolu dolu da karşılığını verir Allah. On katı yani en az on katı, daha yukarısı var.
“Ve enne ila rabbikel munteha, eh rabbinin huzurudur her şeyin bittiği yer.” Ahirette amel falan yok değil mi? Yani öldün, bittin. Artık orada hesap var. Ne yapacaksan burada yapacaksın.
“Ve ennehu huve adhake ve ebka, ağlatan da güldüren de O’dur.” Nedir yani sen, bizim bazı yaptığımız şeyler kendi amellerimizden dolayıdır. Ama bazen de Allah’ın koyduğu imtihan sebebiyle bir çok sıkıntılara gireriz. Bazen güldüğümüz olur, bazen ağladığımız olur. Çünkü bu dünyada Allah bizi imtihanlardan geçiriyor. “Ve le neblüvenneküm bi şey’im minel havf, şurası kesin ki sizi yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz, birazcık korku, vel cuı, açlık ve naksım minel emvali vel enfüsi ves semerat, mal noksanlığı, can noksanlığı ve gelir noksanlığı.” (Bakara 2/155). Olacak e tabii bunlardan, yakının ölür ağlarsın, zenginken fakir olursun ağlarsın. Şimdi rahmetli babamın işleri bozuldu, kimse bilmiyor. Bizim fakültenin açılış töreni oldu, kalktı konuştular, bizim buralara Erzurum’da zenginler çocuklarını göndermez, işte burada bir tane zengin çocuğu var, Abdülaziz Bayındır dediler. Orada herhalde hiç kimse bizim durumumuzu bilmiyor ki. Hiç bir yerde bir şey olamaz, kimseye bir şey anlatamıyorsun. Üniversite bitene kadar herkez bizi çok zengin bildi ama cepte beş kuruş para yok. Beş senede babam ancak yüz lira verdi o da üzülmesin diye. Ama herkez bizi çok zengin biliyordu. Şimdi, burs alıyoruz millet bakıyor. Böyle birbirleri ile konuşuyor, zenginler de alırsa, falan diyor, ben de duymuyordum ne yapayım yani bir şey diyemezsin ki kimseye. Eh, Cenabı Hak imtihan ediyor. Bu bir imtihan, Allah verir de alır da. Ayette de öyle söylüyor. Sen bu imtihanın olacağını bildin mi, önemsemezsin. Ne yaparsın? Her şeyi alır yürürsün. “Ve beşşiris sabirın, sen sabredenlere müjde ver.” (Bakara 2/155). Biz de nasıl olsa bu vesileden istifade ile fakültede öğrencilerin başkanlığını falan yaptık, kimisine burs bulduk, şunu yaptık bunu yaptık, iyi oldu yani işe de yaradı.
“Ve ennehu huve emate ve ahya, öldüren de o dirilten de.”
“Ve ennehu halekaz zevceyniz zekara vel unsa, çiftleri yaratan O, erkek ve dişi.” Ben erkeğim diye kimsenin övünmeye hakkı yok. Ya da ben kadınım diye övünmeye hakkı yok. Yani neyse o. Yapacağın şartlar bu kardeşim, başarılı olacaksın. Tek seçeneğin var başarılı olmak. O kadar, başka bir seçeneğin yok. İmtihanı, imtihan şartlarını o imtihanı yapan hazırlamış, sana tek seçenek düşmüş başarılı olmak. Hem de öyle sıradan başarı değil.
Neydi? Şu ayeti oku: “İnne salate….
Yahya Şenol: Anlaşılmıyor.
Hah, o son kısım için sordum ben. Şimdi şurada başarılı olacaksın kelimesi de yetmiyor. Ne diyor Allah? Hac Suresinde idi değil mi?
Katılımcı: Enam Suresinde idi hocam.
Enam. “inne salati ve nüsükı ve mahyaye ve mematı lillahi rabbil alemın.” 162,163. Enam 162, 163’müş. 6. sure.
“Kul inne salati ve nüsükı, şöyle de, benim namazım ve ibadetlerim, ve mahyaye ve mematı, yaşamam ve ölmem, lillahi rabbil alemın, varlıkların sahibi olan Allah içindir.” Yani benim her şeyim Allah için. Ne yaparsam onun için yaparım. Ölürsem de onun için, yaşarsam da onun için. Namaz da kılsam onun için, başka ibadetler yapsam da onun için.
“La şerıke leh, onun herhangi bir ortağı yok, ve bi zalike ümirtü, ben böyle emir aldım, ve ene evvelül müslimın, ben müslümanların ilkiyim.” Ne demek müslümanların ilki?
Katılımcı: En öndeki.
En öndeki; o zaman hepimiz neye çalışmak zorundayız? En önde, birinci. Hiç birimizin ikinciliği hedef tutmaya hakkımız yok. Bana ikincilik yeter, hayır. Birinci ol! Ne iş yapıyorsan yap, birinci sen olacaksın.
Yahya Şenol: “Vecealna lil muttakine imama” ayeti de var.
Evet, “Vecealna lil muttakine imama” ayeti de var. “Biz müttakilere önder kıl.” Hep birinci, benim işte neyim var filan? Neyim meyim değil, sana verilen emir bu kardeşim. Birinci olacaksın, hangi işi yaparsan en iyi sen olacaksın. Yaptığın ne olursa olsun. Sen birinci olacaksın, en önde olacaksın, sana verilen emir bu. Asla ikincilik yok. Bütün gayretini göstereceksin.
Katılımcı: Yarıştayız.
Evet, yarıştasın ama birinciliği de kimseye kaptırmayacaksın, öyle şey yok. Sürekli geriye falan da bakarsan arkadaki seni geçer.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Kapı açıldı artık diğer ayetler aklına gelir.
“Ve ennehu halekaz zevceyniz zekara vel unsa, O çiftleri erkeği ve dişiyi yaratan O.” Nereden yaratıyor?
“Min nutfetin, nutfeden” ikisinin de kaynağı meni işte, aynı şey. Kimsenin kimseye üstünlük taslamaya hakkı yok. “İza tumna, atıldığı zaman,” meniden diyor.
“Ve enne aleyhin neş’etel uhra, bir kere daha insanları yeniden diriltmek Cenabı Hak’ka aittir.” Yani Allah insanları bir kere daha diriltecektir.
“Ve ennehu huve ağna ve akna, insanlara zenginliği veren de O fakirliği veren de.” Nasıl olur? Geçen hafta okuduklarımız ışığında söyleyin. Yani çalışmayana bir şey yok ama imkanlar neyse onu kazanırsın. Yani sen şimdi çalışmazsan, tarlanı sürmezsen ya da şöyle söyliyeyim, üretimi yapmazsan yapacağın hiç bir şey yoktur. Ama yaptın üretimi, müşteri çıkmadı. Çıkmayabilir. Ya da tarlaya tohum atmazsan, sürmezsen hiç bir şey elde edemezsin ama gereken her şeyi yaptın, bütün görevlerini yaptın, çok da güzel ürün aldın, bir dolu vurdu? Yani Cenabı Hak vermezse olacağı bir şey yok. Ama sen vazifeni yap! O zaman öbürü imtihandır, onda da sabırlı ol, yürü devam et, hedefine doğru devam et, gevşeme asla. Hep birinci olmaya devam. Zenginlik veren de fakirlik veren de O’dur. Yani şartları ona göre ayarlar Allahu Teala.
“Ve ennehu huve rabbuş şı’ra, şira yıldızının rabbi de O’dur.” Bu bir kabile, böyle bir yıldıza tapıyormuş. Yani sizin en üstün, en önde gördüğünüz ne varsa hepsinin sahibi O’dur. Allah bizim de sahibimizdir, herkesin sahibidir, her şeyin sahibidir. O zaman hiç birimiz sahipsiz değiliz. Ya öyle diyorsun ama kardeşim, bizi kimse desteklemiyor ki. Yok yok öyle deme! Senin Rabbin var. Sen Rabbine kul ol, dünyada O’ndan zengini yok. Öyle değil mi? O’ndan güçlüsü yok. Daha ne istiyorsun? Daha ne istiyorsun? Ve üstelik her yerde var. Senin durumunu senden daha iyi biliyor. Yani bütün imkanlara sahipsin, hiç şikayet etmeye hakkın yok. Birinci olacaksın, ikinci olamazsın.
“Ve ennehu ehleke adenil ula, O ilk Ad’ı helak etmiştir.” Yani önceki, el evvel, el ula değil mi? Önceki Ad Kavmini helak etmiştir.
“Ve semude, sonra Semud’u, fema ebka, bir şey de bırakmadı.” Hepsi geçti gitti, hiç bir şey kalmadı.
“Ve kavme nuhım min kabl, daha önce Nuh kavmini de helak etmişti,” yok oldular. Yani yanlış yapanların yanına bir şey kalmıyor ki. Dünyaları da gidiyor, ahiretleri de gidiyor. “İnnehum kanu hum azleme ve atğa, onlar çok yanlış iş yapıyor, çok taşkınlık yapıyorlardı.” “Vel mu’tefikete ehva,” Şimdi mu’tefike kelimesi altı üstüne gelen de var, ifk kelimesinden düşünürsek, kendi yalanlarına kendileri kanan insanlar. Çünkü ifk iftira demek. İtifak da kendi kazdığı kuyuya düşen, kendi yalanına kendisi inanan adam. Peygamberler’e karşı yalan uyduruyorlar, sonra o yalanlara kendileri inanıyor ve çok kötü durumlara düşüyorlar. Yani kendi kişilikleri altüst oluyor. Ya da ülkeler de tabii, şeyler de altüst olur ülkeler Cenabı Hak’kın verdiği cezayla. Evet “bu altüst olan ülkeleri ya da altüst olan insanları da aynı şekilde yaptı.”
“Fe ğaşşaha ma ğaşşa, onları örten örttü.” Bir çoğu toprağın altında kaldı. Zaten hepsi toprağın altında kaldı ya öldü gittiler. Şimdi Nuh kavminden kimi tanıyoruz? Ya da Mekke’de Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) karşı çıkanların hangisini? Hangisi yaşıyor, hepsi gitti işte?
“Fe bi eyyi alai rabbike tetemara, şimdi sen Rabbinin hangi nimetinden şüpheye düşüyorsun? Yani elinde bir nimet var mı Allah’ın vermediği? Elinde avucunda ne varsa hepsini Allah’a borçlusun. Şimdi her şeyi Allah’tan alacaksın ama emir almayacaksın, olur mu öyle şey? Allah sana her şeyi verecek fakat senden bir şey istemeyecek. Başkasının sana verdiği bir şey var mı ki başkasına hizmet ediyorsun?
“Haza nezirum, bu bir uyarıcı, minen nuzuril ula, ilk uyarıcılardan.” Yani eski Peygamberler neyse bu da öyle. Ya da Kur’an’ı Kerim’e göre şimdi uyarma yapılıyorsa eski uyarılar neyse bu da aynı şekilde bir uyarmadır. İster uyanırsın ister uyanmazsın, o senin bileceğin bir şey.
“Ezifetil azifeh, o yaklaşan yaklaştı.” Mesela bizden öncekilerin hepsi artık öldü gitti. Bizim de her an ölmemiz sözkonusu.
“Leyse leha min dunillahi kaşifeh.” Ve de mesela kıyameti o büyük ölümü şey yaparsak o da yaklaştı tabii. Her geçen gün kıyamete daha çok yaklaşılıyor. Ama aslında biz öldük mü zaten kıyametimiz kopmuştur. Ondan sonra ister ne olursa olsun yani ne olacak? Bizim için değişen bir şey olur mu? Ben öldükten sonra ne olursa olsun. Benim kıyametim kopmuştur.
“Leyse leha min dunillahi kaşifeh, Allah’tan başka bunun bilgisini ortaya çıkaracak kimse yoktur.” Yani hiç kimse bunu bilemez. “E fe min hazel hadisi ta’cebun, şimdi siz bu Kur’an’dan dolayı şaşkına mı çevriliyorsunuz.” Allah Allah nasıl oluyor falan mı diyorsunuz? Ya da bu söz sizi şaşırtıyor mu? Kıyametin olması, insanların yeniden dirilmesi, hesap verecek olmaları sizi şaşırtıyor mu? Allah öyle şey mi olur falan mı diyorsunuz? Bir düşünün bakalım, başkası zaten olmaz ki.
“Ve tadhakune,” e şimdi hem bu var, bir sürü yanlış işler yapmışsınız ilerisinde de bunun hesabı verilecek hala “gülüyorsunuz, ve la tebkun, ve ağlamıyorsunuz.” Başınıza gelecek olanları düşünüp ağlayın.
“Ve entum samidun, öyle dikilip duruyorsunuz.”
“Fescudu lillah, öyle ise Allah’a secde edin, va’budu, ve ona kulluk edin.” Başka bir şey yapmayın. Şimdi biz de biraz sonra secde yapacağız. Şimdi secde ayeti bu. Yani yapacağın o, Allah’a kul ol! Başka bir şey yapma!