Bugünkü dersimizde yine Kuran-ı Kerim’in 78. Suresi olan Nebe Suresinden okumaya devam ediyoruz. 17. ayetten başlıyoruz. “Fasıl günü -yani ayrışma günü, artık iyiyle kötünün, günahkarla takva sahibinin birbirinden ayrılacağı gün- o bir mikattır.” Siz bu mikat kelimesini hacca gidenler hacdan bilirler. Gitmeyenler de hacılardan duymuş olurlar. İşte mikattan ihramlı geçmemek diye bir şey vardır. Mikat, söz verilen ya da belirlenen zaman ve yer. Mesela birisine dersiniz ki işte bugün randevum var. Bugün randevum var dediğiniz zaman manası nedir? Belli bir saatte, belli bir yerde olacağım demektir değil mi? işte mikat da odur. “O fasıl günü, doğru ve yanlışın birbirinden ayrılacağı gün bir mikattır.” Yani Allah tarafından belirlenmiş bir zamanı ve yeri vardır.
O gün her şey birbirinden ayrılıyor. Bu dünyada iyi ile kötü, müminle kafir, münafık, zenginle fakir, hep bir arada. Sınıflandırma yok. Ama ahirette öyle değil. Allahü Teâlâ, İsra Suresinde diyor ki “Bak şu insanlara birini diğerinden nasıl farklı yaratmışız, farklı kılmışızdır.” Şimdi şurada kaç kişi varsa herkesin diğerinden farkı vardır. Bu fark hem görüntü olarak var hem elimizdeki imkanlar itibarıyla var.
“Şurası kesin ki ahirette derece farkları ve üstünlükler çok daha büyük olacaktır.” Yani şimdi diyelim ki binlerce kişi cennete girdi. Herkes kendi layık olduğu yerde bulunacak. Yani cennetimizi biz buradan kazanıyoruz, ödemeleri buradan yapıyoruz. Dolayısıyla orada kim ne kadar daha iyi bir yer istiyorsa ona göre çalışacaktır. Ha, çoluk çocuk da beraber olacak tabi, cennete gidenler ailece olacaklar ama elbette onlar en üst derecedeki kişinin yanında olacaklar fakat o üst derecedeki kişi oranın asıl ağası olacak? Diğerleri onun yanında bulunacaklardır.
“O gün sura üflenecektir. Bölük bölük geleceksiniz.” Her grup kendi imamıyla gelecek diye geçen kısmı yazdın mı buraya? O zaman o ayeti bulsana. İsra, 71. ayet. “O gün her insan grubunu önderiyle birlikte çağıracağız.” Çünkü burada herkes kendine göre bir önder oluşturur. Ya da kendisi önder olur. “Kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa da uğramayacaklar.” Yani hiç kimse haksızlığa uğramayacak o zaman. Herkes yaptığının karşılığını bulacak. “İnsanlar çağrıldıkları zaman gökler açılmış ve kapı kapı olmuş olur. Dağlar da yürütülmüş serap olmuştur.” Yani artık hayali kalmıştır orada. Ya bir zamanlar burada Himalayalar vardı, artık yok. Ağrı Dağı vardı, yok. Istırancalar vardı, yok. Hiçbirisi yok, hepsi gidiyor. Ve ayetlerden anladığımıza göre bunlar denizleri dolduruyorlar. Çünkü o gün yeryüzünü uzatırız diyor Allahü Teâlâ. Tabi o dağlar yürütülüp de çukurları doldurunca ister istemez yeryüzü uzuyor.
“Gök açılmış, kapı kapı olmuş” bu nasıl oluyor? Bunla ilgili birçok ayet var. İşte “Gök yarıldığı zaman” yani iki şıkka ayrıldığı zaman. Türkçede o şak kelimesinden şık kelimesini kullanırız. İki bölüme ayrılıyor. “Gök yarıldığı zaman, gök soyulduğu zaman” yani bir koyunun derisini nasıl soyuyorsanız o şekilde. Şimdi şöyle bir kapağı düşünün kapatıyorsunuz, bir de iki tane kapak vardır böyle iki tarafından getirirsiniz üst tarafta kapanır. Sonra onu oradan açarsınız aynen bir deriyi tulum çıkarır gibi değil mi? Ortadan yarılıyor ve gökler öyle oluyor. Demek ki göklerin ayrı bir varlığı var. Tabaka tabaka, semavat dediğine göre Allahü Teâlâ, 7 tane gök var. Bizim gördüğümüz birinci kat gök. Ondan sonrasını biz göremiyoruz. İşte bunlar böyle açılıyor. Açıldıktan sonra ne oluyor? Sonra da dürülüyor. Ne diyor Allah, Enbiya Suresinde, 104. ayet? “O gün göğü düreriz.” diyor. Açılınca dürülüyor. Nasıl? İşte yazılan şeyler nasıl rulo haline getiriliyorsa o şekilde düreriz.
Şimdi bunların her birisi göğün bir başka halini gösteriyor yani o açılma sırasında. Öyle anlaşılıyor ki göğün açılması önce küçük küçük çatlaklarla başlıyor. Yani o gün vahiyedir diyor gök. Yani o vahiye demesi toprak böyle çatlar ya. Ya da elbisede birtakım yırtıklar oluşur. Sonra bakarsınız kapı gibi açılmış, diziniz görünmeye başlıyor. İlk önce öyle oluyor. Hatta sarkmalar oluyor aşağıya doğru. Allahü alem o andır. Yani gök açılmış kapı kapı olmuş. Önce kapılar gibi oluşuyor, demek ki ondan sonra da yarılıyor tamamen, sonra da böyle bir derinin kuzudan soyulması gibi soyuluyor, sonra da dürülüyor. Tabi bu sırada da müthiş sarsıntılar oluyor. “O gün gök, müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Bütün bunlar şey yapılıyor. Ondan sonra yıldızlar dağılıyor. Çünkü gökyüzünde o yıldızlar. Onlar dürüldüğü zaman tabi yıldızların kendi aralarındaki çekim kuvvetleri kayboluyor ve dağılma oluyor. Güneş de bu arada dürülmüş oluyor. Yani bir kimsenin sarığının etrafına sargı sarması gibi güneşin etrafı da sarılıyor demek ki.
Rahman Suresinde “Gök yarıldığı zaman bir gül gibi olur.” Keddihan, böyle kızgın yağa benzeyen bir gül. Şimdi o şekilde resimler falan çekmişler, internette dolaşıyor. Yani gökyüzünün demek ki oluyormuş, şu anda da oluşuyormuş. Bu işler olmuş bitmiş. Şimdi böyle bir durumda yeryüzünde ışık olmaz. Ben bunun her defasında tekrarlıyorum. Kuran-ı Kerim’de gökler ve yer ifadesi sürekli geçer. Ama bugün bizim astronomi algılamamızda dünya da bir gök cismidir. Yer cismi diye bir şey yok. Dünya, bize göre yerdir. Ama bütün uzay içinde gök cisimlerinden küçücük bir parçadır öyle değil mi? Ama Kuran-ı Kerim’de öyle değil.
Yer ve gökler ve Allahü Teâlâ yere çok büyük önem verdiğini birçok ayeti kerimede bildiriyor. İşte dünyayı 6 günde yaratıyor, gökleri 2 günde. Yani 2 günde dünyanın yaratılması, 4 4 günde gıdaların oluşturulması. Bu 6 gün içinde yani 3 tane 2 dilim var tabi. O ikilerin birinde, iki günde de gökler yaratılıyor. Dolayısıyla dünya son derece önemli. İşte bakın göklerde birçok şeyler oluyor. Gök yarılıyor, dürülüyor, yıldızlar dağılıyor, güneşin etrafı kapatılıyor, güneşle ay birleşiyor. “Ay güneşle birleştiği zaman” çünkü o dürme sırasında bir birleşme oluyor. Demek ki ay, güneşin bir parçası. Yani bu ayetlerden çıkarılmış oluyor. “Gece ve gündüz için iki tane delil oluşturduk, gecenin delili olan Ay’ın ışığını kaldırdık.” Kaldırdık dediğine göre yani söndürdük dediğine göre daha önce varmış onun ışığı. O sadece Ay’dan yansıttığı ışıkla ki ona da nur diyor ayeti kerime. Nur, ışık kaynağı değil, aydınlık, yansıyan aydınlıktır. Yani güneşten gelip de Ay’dan yansıyan ışık, Ay’ın herhangi bir ışığı yok. “Gündüzün belgesini de gösteren kıldık.” Yani ışık kaynağı halinde oluşturduk diyor. Dolayısıyla bütün bu olaylar olduğu zaman kesin olarak anlarız ki artık güneş yok, yıldızlar da yok. Gök cisimlerinin her birisi dürülmüş vaziyette. Ve bir maden şeyi halini almış. Sanki erimiş bir maden halini almış. Mesela siz şöyle bir pestili rulo haline getirin onlar birbirine yapışır, sanki tek bir pestil parçası gibi yani şey yaparsınız. İşte gökler de demek öyle oluyor.
Böyle bir durumda insanlar yeniden diriltilecek işte bölük bölük gelecekler bu dünyaya. Zifiri karanlık, aydınlık namına hiçbir şey yok. Peki, nasıl aydınlanacak? “Yer, Rabbinin nuruyla aydınlanmıştır.” Ha, ondan sonra ne oluyor? Sonra tekrar yeniden gökler yapılanacak, yeniden oluşum olacak. “İlk başladığımız gibi iade edeceğiz.” Yani ilk önce oluşum nasıl bu dünyada tamamlanıp da sonra gökler yani önce dünya yaratılıp sonra gökler yaratıldıysa o zaman da o yeniden oluşumda dünya oluyor, arkasından gökler oluşuyor.
Tabi bütün bunları bu konularda uzman olan kişiler anlatsalar benim de ağzım açık olarak dinlerim ama benim anlayabildiğim bu kadar yani. Çünkü biz şimdi şöyle bir kötü alışkanlığımız var. Yani bu asırlardır devam eden bir alışkanlık. Kuran-ı Kerim’i din kitabı olarak kabul ettiğimiz için bunu ancak din alimleri anlar diye bir alışkanlığımız var değil mi? Halbuki öyle değil. Ne olur o din alimi dediğinin diğerinden bir farkı olabilir. Olur değil, olabilir. Nedir o fark? Belki biraz daha iyi Arapça bilir o kadar. O fark odur. Bir de kendi mesleğiyle ilgili kısımları bilebilir. Halbuki Kuran-ı Kerim kainat kitabıdır. Burada hangi konuyla ilgili araştırma yapıyorsanız o konunun uzmanı mutlaka orada olmalı. Şimdi bu iş astronomiyi ilgilendiriyorsa iyi bir astronomi uzmanı olacak ki biz de birçok şeyi belki burada fark edemediğimiz birçok ayrıntıyı onlardan öğrenmiş olalım.
“Cehennem de orada beklemektedir.” Gözetiyor. Cehennem takip ediyor o mahşer yerini. İnsanların toplaştığı yeri. Fecir Suresinin sonları, cehennem getirilmiş, “O gün insanın aklı başına gelir ama bunun faydası ne ki ona?” Aklı başına şimdi gelmesinin ne anlamı var ki? “Diyecek ki ah keşke hayatımdayken bir şeyler yapsaydım da bugün karşıma çıksaydı. Bugün onun azabını hiç kimse ona veremezdi.” Yani hiç kimse o gün çektiği azabı ona çektiremezdi. “Bugünkü gibi kıskıvrak yakalamayı hiç kimse yapamazdı. Tagiler için bir meaptır, varılacak yerdir cehennem.” Tagiler kimler? Tugyan, taşkınlık edenler, aşırılık edenler için. Haddini bilenler için değil. “Bunlar orada asırlarca kalacaklardır.” Bu asırlarca kalmak belli bir zamanda bitecek manasında değil tabi. Çünkü birçok yerde de ebeda kelimesi geçiyor. Halidine fi ha ebeda diye. Ebediyyen kalacaklardır diye geçiyor.
“Onlar orada, o cehennemde ne bir soğukluk ne de tatlı güzel bir içecek tadacaklardır. Tadacakları sadece şu: Kaynar su.” Canları su çektiği zaman kaynar su, buyur iç. Başka ne var? “Bir de cehennemliklerin vücutlarından akan o akıntılar.” Şimdi ayetlere baktığımız zaman cehennemlikler orada yanmıyor. Yanıyorlar da şu manada, mesela güneşte yandım, kızardım, işte vücudumdan sular aktı falan deriz ya. Siz birazcık güneşte gezin, bir müddet sonra artık elbisenizi giyemez hale gelirsiniz. Sonra vücudunuzdan sular akar. İşte cehennemdekiler de öyle. Cehennemin karşısında onların vücutları kızaracak ve vücutlarından, derilerinden sular akacak, derileri yanıp kavrulacak ve sonra Allah onlara yeni bir deri verecektir.
Evet, diyor ki işte “Bunlar irinden şey yapılacak.” Orada diyor ki yine “Yaralardan akan sular onların içeceği olacak.” diyor. Bir başka yerde, Gaşiye Suresinde “Kabından taşan kayna su” Şimdi suyu kaynattığınız zaman kabında durmaz. İşte o durumda olan sudan içeceklerdir.
“Bunların durumuna tam uygun bir cezadır. Çünkü onlar böyle bir hesabı beklemiyorlardı. Ayetlerimiz karşısında da yalana dalıp dalıp duruyorlardı, hep yalan söylüyorlardı.” Şimdi bunu siz bugün, her gün yaşarsınız. O insana Allah’ın ayetini gösterirsiniz hiç görmez. Anlatırsınız dinlemez. Ve bir yerde konuştuğu zaman da sanki hiç o ayeti görmemiş gibi konuşur. Öyle olmuyor mu? Ve bunun doğru olduğunu çok iyi de bilir. Ama yalana sarılır. Şimdi siz yalan söylediğiniz zaman karşı tarafı ikna edebilirsiniz değil mi? Kendinizi ikna edebilir misiniz? Mümkün değil. Dolayısıyla ayetlerde hep şunu görürsünüz. “İnandıktan sonra kafir olanlar.” “Gerçek kendileri için apaçık ortaya çıktıktan sonra kafir olanlar.”
İnşallah bir gün Mustafa Çavdar sürekli söyleyip duruyor. Şu Meryem Suresinin cehennem sahneleriyle ilgili kısmını inşallah bir gün burada anlatalım Allah nasip ederse. Bugün olmaz da belki haftaya da olabilir. Şimdi orada göreceğiz ki en aşırılırdan başkası da cehennemde kalmayacak. Onu inşallah göreceğiz orada Allah nasip ederse.
Evet, Duhan Suresinde “Zakkum ağacı, o da günahkarların yiyeceğidir. Ama erimiş maden gibi.” Midelerine erimiş maden gibi oturacak. Midede kaynıyor. “Sıcak suyun kaynadığı gibi kaynıyor.”
“Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyip durdular.” Yani gerçekleri çok iyi anladılar ama inat ettiler, günahkarlıkları iyice oturmuş oldu. “Biz her şeyi yazarak tespit ediyoruz.” İnsanların hayatlarındaki hiçbir şey kaybolmaz. Hepimizin karşısına yaptıklarımız çıkacak. Yarın yüzümüzün kızarmaması için bugün yanlış şeyler yapmamamız lazım.”Tadın bunları denecek. Size azaptan başka bir şey artırmayacağız.” İndirim yok, artırma var.
“Muttakiler için, kendini koruyanlar için de bir kurtuluş vardır.” Yani umduklarına kavuşacaklardır. Şimdi bu dünyada kendimizi korumamız… Ne yapayım canım istedi, Ya kardeşim bana kim karışıyor falan diyorsan tamam yap. Karşılığını görürsün. Ama kendini koruman lazım. Şimdi yağmurda dışarıya şemsiyesiz nasıl çıkmıyorsanız, soğukta elbisenizi giymeden nasıl çıkmıyorsanız, güneşe karşı nasıl başınızı koruyorsanız günahlara karşı da korunacaksınız. Bunun başka şeyi yok. İşte “Korunanlar için bir kurtuluş vardır. Bahçeler var ve bağlar var, üzüm bağları var.” Demek ki şimdi, bu dünyayı Allahü Teâlâ yaratıyor, tekrar bitkiler oluşuyor ya bitkiler. Demek ki bunlar yeniden olacak, hem burada hem cennette. Cennetin de toprağı var. Ayette ard deniyor hatırlıyorsa arkadaşlarımız. El ard diye geçiyor cennetle ilgili olarak. Cennetin de toprağı var. Dolayısıyla toprak olmayan yerde bunlar bitmez tabi.
“Yaşıt, göğüsleri tomurcuklanmış hizmetçiler var.” Şimdi bu tür ayetlerde genellikle hep şunu görürsünüz. İşte bunlar erkeklerin cinsel arzularını tatmin için yaratılmış şeyler gibi. Ama bu hangi mantıkla söyleniyor? Cennete sadece erkekler gidecekmiş gibi. E peki, bu cennetliklere bunlar varsa demek ki kadınlara da var. Öyleyse bunlar ne? Bunların her birisi birer hizmetçi. Şimdi, Kuran-ı Kerim’de bu “zevvece” kelimesi iki şekilde geçiyor. Birisi ba harfi celile geçiyor “Ve zevvecnehum bi hurinaym.” yani “İri gözlü hurilerle onları eşleştirmiş olacağız.” deniyor. Bu, evlenme manasına değil. Evlenme manasında olan “zevvece” kelimesi ba harfi celile olmadan geçiyor. Mesela “Felemma gada zeydun min ha gataran zevvecnekahe.” Zeyd nasıl işte eşini boşadıysa seni onunla evlendirdik. Burada araya harficel girmiyor. Ha, tabi ahirette evlenme yok mu? Karı koca hayatı yok mu? Tabi ki var. Ayetlerde o da belirtiliyor. Ama cennete giden hanımlarla var. Çünkü cennetin asıl şeyi onlar, öbürleri hizmetçi grubu. Orada insan onlara tenezzül etmez ki. Cennet kendileri için hazırlanmış olan kişiler bu hanımlar, bu erkekler.
Tabi “ezvacum mutahhara” yani temizlenmiş eşler. Nasıl temizlenmiş? Bu dünyadaki o “ezvaç” kelimesi onlar için onlara temizlenmiş eşler vardır derken de hemen sanki kadınlar gibi anlaşılır. Bu “zevç” kelimesi Kuran-ı Kerim’de hem erkek hem kadın için geçer. Kuran’da zevce diye bir kelime yok. Evet, “karannahum bihinne” yani “O iri gözlü hurileri onlarla yakınlaştırdık.” Yakın hizmetçi bunlar. Şimdi mesela bugün evlerinde hanım çalıştıranlar vardır. Erkek çalıştıranlar da vardır. Erkekler evin içinde mi kalırlar dışında mı? Yok yani evin içerisinde dolaşırlar mı erkek hizmetçiler? Dolaşmaz. Evin içinde kim dolaşır? Bayan hizmetçiler. İşte aynı. Oradaki bayan hizmetçiler de yakın hizmete bakar.
Peki, erkek hizmetçiler ne yapar? Dış işlerine bakar, bahçeye bakar, alım satıma bakar, taşınacak şeylere bakar falan. İşte oradaki huriler, yakın hizmetçi; gılman da uzak hizmetçi. Dolayısıyla kadına da hizmet ediyor erkeğe de hizmet ediyor.
Bak burada şöyle bir ifade geçiyor. Kuran-ı Kerim’de –müfredatta şöyle geçiyormuş- çoğu zaman söylediklerimiz kitaplarda olmuyor, hakikaten sıkıntı çekiyoruz. Diyorlar ki kardeşim şimdiye kadar kimse ….(anlaşılmıyor) hakikaten sıkıntı konusu oluyor. İyi Allah’a şükür bu müfredatta varmış. O zaman oradan okuyayım. Şimdi müfredat Yakup İsfihani diye bir hem Kuran ilimlerinde uzman olan hem de iyi bir Kuran sözlüğüne sahip olan bir zat vardır. Hicri 450’lerde vefat etmiştir. Onun bu Kuran sözlüğü en önde gelen sözlüklerden sayılır. Şimdi burada zevvece kelimesinin anlamını vermiş. Onları onlarla yakınlaştırdık. Yani iyice yaklaştı, onlarla bir arada bulunuyorlar. Yani yakın hizmetlerine bakıyorlar. Burada diyor ki bizim anladığımız manada bir eş yaptık olurdu onlara yani. O karı koca anlamında. Öyle söylüyor burada. … (anlaşılmıyor) de olduğu gibi bir ifade hurilerle ilgili diyor. Bu, şunu hatırlatmak içindir yani Cenabı Hak bu ifadeyi şunun için kullanıyor. O huriler bu dünyadaki gibi karı koca durumunda olmayacaklar. Bunu bildirmek için diyor ifadede farklılıklar vardır. Müfredatı el Fazil Kuran.
Ahzab Suresi 37. ayeti “Zeyd, Zeynep’i boşadığı zaman seni onunla evlendirdik.” Yani buradaki ifadeyle hurilerle ilgili ifade arasında fark var. Yani hurilerinki evlendirme değil. Eşleştirme yani sizin yakın hizmetinize vereceğiz manasındadır. Şimdi bazı erkekler bana laf dokunduruyorlar vay işte o zaman ne oldu falan. Kardeşim Cenabı Hak ahirette ne erkeğin ne kadının isteklerinde eksiklik yapmayacak hiç korkmayın yani ondan endişe etmeyin. Şimdi sadece cennete erkekler gidecek gibi düşünürseniz bu yanlış olur. O zaman cennetin bütün nimetlerinden kadınlar da erkekler de yararlanacak. Ama karı koca olayı yok mu? Tabi ki olacak. Elbette olacak, ebedi olarak.
Yalnız o karı kocadan birisi kafir değilse yani her ikisi de Müslüman’sa ahirette bunlar eşler olarak devam ederler. Yani ayeti kerimelerde var o konuda. Ayetlerde var eşleriyle beraber diye. “Onlar ve eşleri gölgeliklerde koltuklara yaslanıyorlar.” diye var. Zuhruf 70. ayette “Siz ve eşleriniz sevinç içinde şu cennete girin denecek.” Tabi orada kadınlar kocalarının, kocalar kadınlarının bazı huylarından hoşlanmazlar. Bu dünyada hoşlanmadığımız birçok huylar vardır. Yani erkek karısının, kadın kocasının bazı huylarından hoşlanmaz. İşte orada “ezvacuhum mutahhara” diyor. Bu hoşlanılmayan huylar temizlenmiş olacak. Hoşlanılmayan huylar yok. Dolayısıyla hiç kimsenin hiç kimseden hoşlanmayacağı taraf kalmayacak.
Zaten bir hadisi şerifte okumuştum. Cennette hurilerin ne kadar güzel olduğunu bu ayeti kerimeler anlatıyor. Ama hadis diyor ki “Cennete giden bir mümin kadının yanında huriler elbisenin astarı gibi kalacaklardır.” diyor. Öyle olması da gerekir çünkü o bütün cennetin nimetleri onun için yaratılmış. Oradaki huriler ondan güzel olursa bu olmaz. Yani bu gayet normal bir şey.
“Ve dolu kadeh” orada tabi her türlü içecekler var. Hep şu dikkatimi çekiyor. Allahü Teâlâ cennette hep içeceklere dikkat çekiyor. Demek ki içecek, yiyecekten daha önemli. Yani öyle anlaşılıyor. Yiyecekler de var. Ama yiyecekler bir iki kere geçiyorsa içecekler çok daha fazla geçiyor. “Orada boş söz ya da yalan işitmeyeceklerdir.” Boş söz de yok yalan da yok. Vakıa Suresinde (anlaşılmıyor, videoda atlama var.) “Boş söz ya da günah … işitmeyecekler. Sadece selam, selam.” Yani esenlik ve güvenlik içinde olun diye temennilerde bulunacaklar.
“Bu Rabbinizden size verilen bir karşılıktır. Hesaplı bir ikramdır.” Hesapsız değil. Yani her birinizin ne kadar karşılık alacağı belli. Onun için daha çoğunu almaya çalışmayın. “Gökleri ve yerin ve ikisinin arasındakinin Rabbi Rahman’a yemin olsun ki…” Şimdi Allahü Teâlâ burada yemin ediyor. “Göklerin ve yerin Rabbine ve o ikisi arasında bulunanların Rabbine, o Rahman’a yemin olsun …(anlaşılmıyor, atlama var.) toplaşanlar Allah’a tek söz söylemeye güç yetiremeyeceklerdir. Hiç … (anlaşılmıyor, atlama var.)” Peki, Allah niye yemin ediyor? İnsanları en çok bununla kandırıyorlar da ondan. Beni şu kurtaracak, işte gel bize katıl hayatını yaşa falan. Herkes bir kurtarıcılığa soyunuyor ahirette. Onun için Allahü Teâlâ bunun önemini bildiriyor. Diyor ki göklerin ve yerin Rabbine, o ikisinin arasında bulunanların Rabbine tek kelime edemeyecekler.
Veya istersen ruh ve meleklerde kalsın, burada belki uzun uzun konuşmamız gerekir. Doğru. tamam biz burada kalalım çünkü ruh ve meleklerde çok konuşulması gereken şey var. Ruh nedir, melekler nedir? İnşallah saat 20.00’de buluşmak üzere.