Bugün sıra, Kuran-ı Kerim’in 110. suresi olan Nasr Suresine geldi. Bu sure 3 ayetten ibaret. Kısa bir sure. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin uzun ömrünün bir çeşit özeti gibi gözüküyor. Hepimizin ezbere bildiği bu surede Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah’ın yardımı gelip önün açıldığında, insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde her şeyi güzel yapan Rabbine yönel ve bağışlanma dilemeye devam et. Çünkü O kendine yönelenleri hep kabul eder.”. Allahü Teâlâ’nın bu yardımı tabi, bu sure son inen surelerden. Cenabı Hakk’ın yardımı da sonlarda geliyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem büyük bir ömrü Allah’ın dinini yayarak geçiriyor.
Şöyle kısa bir özetini çıkaracak olursak, biliyoruz ki Peygamber efendimiz 40 yaşına kadar Mekke’de kendi halinde yaşayan, ahlakına, güvenilirliğine saygı duyulan bir insan. Ama 40 yaşında peygamberlik geliyor. Allah’ın ayetlerini insanlara açıklamaya başladığı an her şey değişiyor. İnsanlar onu terk etmeye, giderek ona düşmanlık etmeye ve onunla birlikte olanları dışlamaya başlıyorlar. Orada yaşama imkansızlaşıyor. Bir müddet sonra Peygamber efendimize abluka uyguluyorlar. 3 yıl kadar Peygamberimizin içinden çıkmış olduğu Haşimoğullarına abluka uygulanıyor ve onlarla alışveriş, kız alıp verme, sosyal ilişkiler, ekonomik ilişkiler kesiliyor. Çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Sonra Peygamberimiz bir kısım Müslüman’ı Habeşiştan’a gönderiyor, Mekke’de yaşama imkanı olmadığı için. Sonra Medinelilerle Akabe’de yaptığı sözleşmeler, biatler sebebiyle Müslümanlar yavaş yavaş Medine’ye hicret etmeye başlıyorlar. Mekkeliler aldıkları bir kararla Peygamberimizi öldürme teşebbüsünde bulunuyorlar. Tam öldürme kararını uygulayacakları sırada Peygamberimiz s.a.s. Ebubekir r.a. ile beraber Medine’ye hicret ediyor.
Medine’ye bir sığınmacı olarak yani onun siyasi pozisyonu sığınmacı. Sığınmacı olarak gitmiş olan Müslümanlar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin durum ve şartları çok iyi yönetmesi sebebiyle oranın yönetici pozisyonuna geçiyorlar. Arap Yarımadasındaki yönetim şekline göre Peygamberimizin böyle bir durumda olması mümkün değil. Çünkü Medine’de Yahudi kabileleri var. Bir de Arap kabileleri var, Evs ve Hazreç Kabileleri. Araplar, yönetimde kabilecilik esasına göre hareket ediyorlar. Kabile reisleri, birer bağımsız devlet başkanı gibi hareket ediyor. Aynı şehri paylaşıyorlarsa kendi aralarında karşılıklı birtakım sözleşmelerle doğmuş hakları oluyor ya da geleneklerle doğmuş.
Ama Medine’nin pozisyonu farklı. Medine’ye gelen Yahudiler, son peygamberi beklemek için gelmişler. 4 Yahudi kabilesi, Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Ureyt kabileleri kendi kitaplarında yazılı olan, inanmaları emredilen o peygamberin o bölgede çıkacağını yine Tevrat’tan öğrendikleri için gelmişler, o peygamber çıkarsa Cenabı Hak ona büyük imkanlar verecek ve biz de ondan yararlanalım diye gelmişler. Ama orada boş durmamışlar. Medine’deki kendi durumlarını sağlamlaştırmak için Evs ve Hazreç Kabilelerini birbirine düşman etmişler. İkisini, aslında Evs ve Hazreç iki kardeş. Yemen’den gelmiş iki kardeş. İkisini de çoluğu çocuğu büyümüş, iki ayrı kabile olmuş. Ama bunlar Yahudiler tarafından birbirine düşman edilerek ikisine de silah satıyorlar, ikisine de mal satıyorlar. Onların her şeylerini sömürüyorlar.
Peygamberimizi sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldiği zaman kabileler arası savaş durmuş, Medine’ye bir başkan seçme kararı verilmiş. Hazreç Kabilesinin reisi olan Abdullah Ubey bin Selul’un Medine kralı olması kararlaştırılmış, çünkü annesi Evs Kabilesinden. Dolayısıyla her iki kabilenin de üzerinde anlaştığı bir isim. Ayrıca Yahudilerle arası da iyi. Fakat orada bir yönetim boşluğu var. Ne olursa olsun yıllarca birbiriyle savaşmış olan Evs ve Hazreç Kabilelerini birleştirmek kolay değil. Ciddi bir güven bunalımı var aralarında. Bir de yıllarca bu kabileleri birbirine vurduran Yahudilere karşı da güven bunalımı var. Peygamberimiz s.a.s. bu ortamı gayet iyi bir şekilde yönetmiş, bu kabileleri bir araya getirmiş, kendi aralarında ortaklaşa uyacakları kuralları belirlemiş, Medine Sözleşmesi diye bir sözleşme yapmış. Otomatik olarak ister istemez o sözleşmenin yöneticisi makamına gelmiş ve adı konmamış bir Medine Devleti’nin başkanı gibi olmuş. Gerçekte böyle değil ama fiilen öyle olmuş.
İşte, Mekkeliler 1,5 sene içerisinde Medine’ye hücum ediyorlar. Peygamberimiz onları bir orduyla karşılıyor. Hiç olacak şey değil. Daha 1,5 sene önce Mekke’den kaçan insanlar Mekke ordusunu Bedir’de yeniyorlar. Arkasından Uhud Savaşı, arkasından Hendek Savaşı, arkasından Hudeybiye derken, Mekke’nin fethi. İşte bu sure ondan sonra iniyor. Allah’ın yardımı gelip önünüz açılınca. Bakın orada çok büyük bir başarılar elde etmiş Peygamber efendimiz. Bugünkü bizim anlayacağımız şekliyle çok büyük başarı. Yani Medine’ye hakim olmuş, Mekke’ye hakim olmuş falan ama önünün açılmasını ifade eden bu sure, daha sonra iniyor. Bundan sonra Peygamber efendimiz, Bizans’a karşı da bir zafer kazanıyor. Dolayısıyla artık önünde engel kalmıyor.
Biliyorsunuz Peygamberimiz s.a.s. bu dünyadan ayrılırken Türkiye’nin 4 katı büyüklüğünde bir bölgeye hükmediyordu. Çok kısa bir süre içerisinde. Ama bu başarıların hiçbirisi tesadüfi değildir. Bizim en büyük hatamız şudur: Peygamberleri Allahü Teâlâ’nın tanıttığı gibi tanımayız. Peygamberler, işte olağanüstü özelliklere sahip olan insanlardır, Allah onlara yardım eder, onlar da başarırlar. Peki, biz olağanüstü insanlar mıyız? Allah, peygambere yardım ettiği gibi bize de yardım eder mi o mantığa göre? Etmez. O zaman peygamberin nesi bize örnek olacak?
Sonra, o peygamberin bütün davranışları Cenabı Hak tarafından kendisine yapılan vahiyledir. Allah ona vahyediyor. Dolayısıyla aldığı bu vahye göre hareket ediyor. Peki, biz vahiy alıyor muyuz? Efendim? Almıyoruz. Almıyorsak yani tamam mesele Kuran-ı Kerim’se bizim elimizde de var. O değil. Kuran-ı Kerim dışında davranışları vahiyle tespit ediliyor derseniz biz de vahiy almıyoruz. E vahiy alan yani tüm davranışları Cenabı Hak tarafından bildirilen bir kişiyi ben nasıl örnek alabilirim? Bu tıpkı şuna benziyor: Bir imtihana giriyorsunuz. Birisi var kulağında kulaklık, önünde de sorular. Herkes biliyor ki buna kulaklıktan hangi soruyu işaretleyeceği bildiriliyor. O yapıyor, 100 puan alıyor. Şimdi size diyorlar ki, o adamı örnek al. Örnek alabilir misiniz? Çünkü sizi bırakın kulaklığı, cep telefonuyla girmeniz de yasak. İçeri girerken üzerinizi arıyorlar, başınızda da gözetmenler sürekli gözünüzün içine bakıyor. Onu örnek alsana, bak o 100 puan alıyor. Yani nasıl örnek alacağım?
Şimdi, bize tanıtılan peygamber, imtihan salonunda kulağına soruların cevapları fısıldanan bir insan. Nasıl biz onu örnek alacağız? Ama Kuran-ı Kerim’in tanıttığı peygamber öyle değil. Hiçbir başarısı tesadüfi değil, hiçbir başarısı bizim örnek alamayacağımız vasıfta değil. Bütün yaptıkları, bizim de yapabileceğimiz özelliktedir.
Şimdi, o uçma kaçma mantığı olduğu zaman bu defa hepimiz tahammülsüz bir yapıya kavuşuyoruz. Kısa yoldan zengin olmak istiyoruz. Başımıza bir sıkıntı geldi mi hemen sanki bir bilgisayarın tuşuna bir tıklama gibi neticeye ulaşmak istiyoruz. Sabır yok, tahammül yok, gayret yok, hiçbir şey yok. Ama benim tembelliğime bakma, ya Rabbi şunu ver. Olur, tamam, al senin olsun! E ben çalışmıyorum ama şunu ver, ama yapmıyorum ama bunu ver. Adeta bir asalak haline dönüştür. Ondan sonra da diyoruz ki, ya biz dünyanın en güzel dinine sahibiz ama en iyi topraklar da bizde ama nasılsa Allah bizim yüzümüze bakmıyor. Suçlu biz değil çünkü, suçlu Allah haşa. Suçlu Allah! Bizim suçumuz olur mu hiç haşa!
Peygamberimiz s.a.s. bütün çalışmaları sonuna kadar yapmış, bak bu surede Cenabı Hak ne diyor. Diyor ki, “Allah’ın yardımı gelip önün açıldığında…”. Artık önünde bir engel yok. Bu din her tarafa rahatlıkla ulaştırılabilir. Hem siz kavradınız, hem çevreniz İslam’ın hak din olacağını artık anladı. “İnsanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini görünce…” Artık bakıyorsunuz ki bir kişi Müslüman olsun diye neler çekerdik, şimdi binlerce kişi dalga dalga biz de Müslüman olduk diye geliyorlar. Kısa sürede geniş bir kitle. Böyle olduğu zaman “Fesebbih bi Hamdi rabbik”, şimdi elimizdeki meallerde nasıl anlam verilmiş ona bir bakayım. Evet, “Rabbini hamd ile tespih et.”. ne anlarsınız bundan? Rabbini hamd ile tespih et diye birisi sordu size, ne anlarsınız? Söyleyin bakalım. Elhamdülillah dedin peki, bu mu? Allah’ın dediği bu mu? “Sebbih” ne o zaman: “Tespih et”. Tespih et ne demek: Alacaksın tespih çekeceksin! Milletin aklına gelen şudur: Sübhanallahi ve bi hamdi sübhanallahil azim. Yani Allah bunu mu istiyor? Yani bunu her zaman yaparsınız. Tamam da ne? Ne söylüyorsun?
“Sebbaha” kelimesinin anlamı “yüzme” demektir. Çünkü yüzerken, yüzen bir vasıta karayolunda yürüyen gibi değildir. Hiç hareket etmese bile rüzgar onu götürür, böyle kolayca akar gider. Ama küçücük bir hareketle daha da fazla akar gider. Ama karayolunda hep engel vardır önünüzde. “Sebbih” de “yüzmek” anlamına gelir. Zaten Allah’ın kusursuz olduğunu ilan etme anlamı da oradan olur. Şimdi suyun üzerine saman çöpü koysanız, böyle akarsuyun üzerinden yüzer gider, o çöp kaybolur tertemiz hale gelir. Onun için Cenabı Hakk’ın kusursuz olduğu ifade edin, Allah’a boyun eğin deniyor. Çünkü Cenabı Hakk’ın emrine karşı hızla gitmeyi de ifade eder. Allah’ın emrine hızlı uymayı da ifade eder. Mesela, komutan “asker” diye bağırdığı zaman, asker var gücüyle koşar, bir selam çakar, kısa künye yapar, arkasından emret komutanım der. Tıpkı bunun gibi yani Cenabı Hakk’ın emrine koşarak gidiyorsunuz. Tabi künye yapmanıza lüzum yok. Allah da sizi biliyor, tanıyor ve Allah’a bağlılığınızı ifade için ne gerekiyorsa onu yapıyorsunuz, Cenaba Hakk’a kulluğunuzu ifade için.
Şimdi yardım geldi. Başarılı hale geldiniz. Eeee 5 dakika bir dinlenelim. Şimdi, Antalya’ya bir tatile gidelim! Yok, öyle bir şey yok. O yok. Sen tatilini cennette yapacaksın. Hemen Rabbinin hamdi sebebiyle tespihte bulun. Yani Rabbin yaptığı şeyi güzel yapar. Allahü Teâlâ her şeyi güzel yapar. Onun karşılığında da sen ona boyun eğ. Yani, bu kadar çalıştık, kazandık, işte başardık, bakın millet binlercesi Müslüman olmaya başladılar. E birazcık dinlenelim. Hayır! Daha çok çalışacaksın. Sakın gevşeme, Cenabı Hakk’ın emrine uy. Çünkü Cenabı Hak, her şeyi güzel yapar. “Vestağfiruhu” ve ondan da mağfiret dile. Yani hatalarını, kusurlarını Cenabı Hakk’ın örtmesini iste. Sakın ha kendini mükemmel görme diyor. Gidip de zafer takları yapmana gerek yok. Kulluğunu yap yeter. Öyle heykel meykel dikmekle uğraşmaya lüzum yok. Sen Cenabı Hakk’a kulluğunu yap, ya Rabbi beni affet de. Sen her şeyi güzel yapıyorsun ama benim yapabildiğim kadar yapıyorum. Eksiğim gediğim var, kusurum var, benim kusuruma bakma diye kulluğunu göster. Dönüp de o kadar başarıyı kim göstermiş, bakın işte biz başardık, işte şunu yaptık, hayır, onu yapma! Onu yapmayacaksın. Zaten Cenabı Hak “Bir işin bittiği zaman hemen kalk başka işte yorul” diyor. Senin tatilin öyle. Zaten tatile gittiğin zaman da fuzuli yoruluyorsun. “Boşaldığın zaman kalk, yorul, Rabbine giden yola doğru.” Yani senin niyetin Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Şimdi, biz mesela hep dua ederiz Bakara Suresinin 200. ayetlerini lütfen açın. 200, 201, 202. Şimdi dua ile ilgili, tabi biz dua edeceğiz. Dua çok önemlidir. İsteklerimizi Cenabı Hakk’a sunarız. Allah’tan yardım isteriz. Cenabı Hak burada diyor ki, “Kimi insanlar vardır ki dua eder: Ya Rabbi bize bu dünyada ver.” der. Ahireti istemez. Ya Rabbi para ver, borcumu ödeyeyim, ya Rabbi işte şöyle bir vasıta nasip et, şöyle bir ev nasip et, şöyle bir imkan, böyle bir imkan, hep dünya. Sanki ebediyen bu dünyada yaşayacakmış gibi. Ahiret aklından bile geçmez. İnsanların kimisi böyledir. Bunlar baştan ahireti kaybetmişlerdir. Dünyayı kazanmışlar mı? Onu bekleyin bakalım, bekleyin görün. “Onlardan kimisi de şöyle dua eder: Ya Rabbi bize bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi cehennem azabından koru.” Şimdi, ahretteki durumu Cenabı Hak, bu dünyada yaptıklarımıza göre değerlendirecek. Şimdi bakalım isteklerimizi nasıl verecek? Diyor ki, “Bunların her birine kendi kazancından bir pay vardır.”. Yani sen gece gündüz dua et, et. Çalışmazsan eline hiçbir şey geçmez. Bunu çok iyi bilmen lazım. Çalışacaksın, çalışacaksın, çalışacaksın. Ama duanı da et. Fakat çalışmazsan hiçbir şey sahibi olamazsın.
O zaman Peygamberimiz s.a.s. elini açıp dua etmiş, zafer kazanılmış. Hayır böyle bir olay yok. Bazen bize gelirler, mesela bir kadın telefon eder, Hocam. Ne var? İşte benim oğlum içki içiyor, dua et de içkiyi bıraksın. E kardeşim, dua ile içki bırakılır mı? İçkiyi kendi bırakacak. E, Allah nefretini versin. Nefretini vermekle olmaz. Allah, emir verir; nefretini vermez. Sen emri tutarsın ya da tutmazsın, sana kalmış bir şeydir.
Şimdi Allahü Teâlâ Bakara Suresinin 214. ayetinde şöyle buyuruyor: “Siz cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz?”. İnsanlara bakarsanız hiç kimse cenneti başkasına ver, cennet herkesin cebinde kekliktir. E şimdi bakar yani, ben dururken cennete başkası mı girecek. Var mı böyle biri, geçer aynanın karşısına. Valla herkes senin gibi beğenirse gider yani. Çünkü cennete sokacak olan Allahü Teâlâ. “Yoksa cennete gideceğinizi mi hesap ettiniz, sizden öncekilerinin başına gelenin bir benzeri size gelmeden cennete mi gireceksiniz? Ani baskınlar, sıkıntılar başlarına gelen ve kendilerini sıkan şeyler, zarar veren şeyler, ne zararlar ne sıkıntılar gördüler. İyice sarsıldılar. Öyle noktaya geldiler ki Peygamber ve onla birlikte inananlar şunu diyecek kadar oldular: Allah’ın yardımı ne zaman?” İyice bunalmışlar artık. Allah şimdi yardım etmeyeceksen ne zaman yardım edecek? Tamamen bunalmışlar.
Mesela Hendek Savaşı’nda Peygamber s.a.s. “Ya Rabbi senin dinini müdafaa eden bunlar var, bunlar da giderse yeryüzünde senin dinini koruyacak hiç kimse yoktur.” diyerek dua ediyor. Ama bir taraftan da elinden geldiği kadar düşmana hücum ediyor, yapılan hücuma karşı koyuyor. Cansiperane koşuyor. Mesela Arapların hiç görmediği hendeği kazmış, hendeğe sular doldurmuş, şehrin her tarafını gayet güzel bir şekilde kuşatma altına almış. Fakat şehri birlikte savunmaya karar vererek işe başladıkları Yahudiler düşmanla işbirliği yapmış savaş sırasında. İçerdeki münafıklar da sürekli huzursuzluk çıkarıyor. İçerden de dışarıdan da çok ciddi sıkıntılar içerisinde ama onlar dik duruyor ve yürüyorlar.
İşte hepimizin başına çok büyük sıkıntılar ve felaketler gelir. Bundan kaçış yok. Geldiği zaman da şikayete gerek yok. Ondan çıkmanın da yolunu aramamız lazım. Cenabı Hak, her insana öyle güç vermiştir ki başına gelen bütün sıkıntıları giderebilecek güç onun içinde vardır, Cenabı Hak tarafından yerleştirilmiştir. Gevşemeyeceksiniz, dik duracaksınız. Bu bir dik durma yarışıdır. Herkesin elleri kesiliyordur, herkes aslında tamamen nefesi kesilecek noktaya kadar gelmiştir de şöyle bir yarım saniye kadar daha sabreden birinci kalır, diğerleri kaybederler. Hani şu futbol maçlarında takım tam kaybediyor diyorsunuz. Son saniyeye kadar mücadeleden yılmayan takım son saniye golüyle başarıyor. Hayat böyledir. O son saniyesine kadar asla yılmadan mücadeleye devam etmek lazım. Şimdi, Cenabı Hak Beled Suresinde insana bu gücü verdiğini bildiriyor 90. Sure, 4. ayet. Diyor ki, “Şurası bir gerçek ki biz insanı kebed içerisinde yarattık.”. Kebed, karaciğere verilen addır. Karaciğer vücudun bütün yükünü çeker. Karaciğer vücudun tüm yükünü çeker. Bütün problemlere çare üretmeye çalışır.
İşte Allah insana öyle bir güç vermiştir ki en büyük sıkıntılara karşı mücadele edip başarabilecek, o sıkıntıları yenebilecek yapıya sahiptir. Ama o sıkıntıları yendiğiniz an çok büyük bir tehlike sizi karşılar. Yani şimdi burada büyük bir mücadeleden çıkmışsınız, başarılı olmuşsunuz, o kadar büyük sıkıntılara karşı başarılı olmuşsunuz, ondan çıktığınız an büyük bir sıkıntı sizi karşılar. O da nedir? O da şımarma sıkıntısıdır. Daha kötü. Şimdi onu başarınca var mı bana karşı çıkan demeye başlar yani meydan okumaya başlar. İşte ben neleri başarmışım, kimden korkacağım falan diyecek hale gelir. Ne zannediyor? Hiç kimse hayatı kendisine dar etmeyecek mi? Kimse kendi işine karışmayacak mı zannediyor? Hayır! O sıkıntıdan çıktıysan seni yaratana kulluğa devam edeceksin. Tıpkı bu Nasr Suresinde olduğu gibi. Allah’ın yardımı geldi mi, önün açıldı mı tamam. İşler rahatladı mı sakın gevşeme ha! En büyük tehlike o zaman başlar. O zamana kadar herkes dindardır zaten. Çünkü Allah’ın yardımına ihtiyacı vardır oradan çıkması için. Çıkar çıkmaz bakarsınız ki o zamana kadar dine uyan adam, o andan itibaren dini kendine uydurmaya başlar ve en büyük tehlikenin içerisine girer.
Allah’ın yardımı geldiği zaman, önün açıldı mı, “Fesebbih bi hamdi rabbik” diyor. Hemen Rabbin her şeyi güzel yaptığı için ona doğru yöneleceksin. Allah’a kul olmaya yöneleceksin. Senin yapacağın o. Sakın gevşeme. Der ki ben ne yatırımlar yaptım, sen ne diyorsun ya? Bana diyorsun ki içkiyi bırak. Ben üzüm bağları yetiştirmişim bugüne kadar. Bir dağıtım ağı kurdum. En iyi şarapları ben üretiyorum. Tüm dünyaya satıyorum. Bana diyorsun ki bunu bırak. Bunu ben demiyorum, bunu Yaratan diyor. Bırakacaksın. “Kendini hiç kimsenin görmediğini mi zannediyor.” Bu emri veren ne durumda olduğunu bilmiyor mu sanki? Öyle tutup da Yaratıcıya akıl öğretmeye kimse kalkmamalıdır. Onun için başımıza her türlü sıkıntılar gelir. Cenabı Hak bizi her türlü imtihanla imtihan eder. O imtihandan dolayı başarıyı da bize verir. Ama başarıdan sonra asla şımarmamak gerekir. İşte orada kendimize hakim olmamız lazım.
Şimdi ayetin eksik yeri kalmış, Yahya hatırlattı. “Siz cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz, sizden öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri başınıza gelmeden. Hiç beklemedikleri yerde…” Hiç de beklemiyorduk, birdenbire oldu, biz de şaşırdık… Olacak kardeşim şaşırmana gerek yok. Bunu Cenabı Hak bildiriyor. Başına bu gelecek, psikolojik olarak hazır ol. “Birtakım zararlar oluşacak ve sarsıntıya uğrayacaklar. Perişan olduk diyecekler. Peygamber bile onla birlikte olanlar şunu diyecek hale gelecekler: Allah’ın yardımı ne zaman? Uyanık olun, Allah’ın yardımı yakın. Siz ona layık hale gelin.”
Şimdi, Cenabı Hakk’ın yardımı geldi. Allah’ın yardımını bir yağmur gibi düşünün. Her gün yağmur yağsın diye dua ettiniz, ettiniz, ettiniz. Yağmur yağdı. Tarlanınız hazır değilse ne işe yarar? Yağmur yağarken mi tarlayı temizleyeceksiniz, ekeceksiniz, gübreleyeceksiniz? Bir kere önceden tüm hazırlıkları yapmış olmanız gerekir.
Âl-i İmrân 160. ayeti okuyalım. Cenabı Hakk’ın yardımına hak kazanmak gerekiyor. Bak burada Allahü Teâlâ diyor ki, “Şunu bilin ki Allah size yardım ederse sizi yenecek hiçbir şey yoktur.”. Peki, Allah nasıl yardım eder? Siz yapmanız gereken küçücük bir şeyi eksik bıraksanız Cenabı Hak yardım etmez. Elinizden geleni, bütün bilginizi, becerilerinizi, yapabileceğiniz her şeyi yaparsınız, Allah’ın yardımı ondan sonra gelir.
Bedir Savaşı’nı birkaç kere burada anlattık. Biliyorsunuz Allahü Teâlâ, Peygamber efendimize söz veriyor, ya Şam’dan gelen kervan ya da Mekke’den gelen ordu. Bu Mekkelilerin Mekke’den sürgün edilmelerinden zaten hepsini mallarını mülklerini Mekkeliler yağmalamış. Şam’a bir kervan çıkarmışlar. O kervan nasıl olsa Medine yakınlarından geçecek. Bunlar da intikamlarını alacaklar onlardan. Fakat bu arada Mekkeliler kervanın güvenliğini sağlamak için bir ordu çıkarmışlar. Çünkü kervan onlar için hayati önem taşıyor. Mesela şimdi, Aden Körfezi’ne Türkiye asker göndermedi mi? Oradaki ticari gemilerin güvenliği için. Her zaman bu olur, gayet normal bir şey. Onlar da ordu çıkarmışlar. Cenabı Hak da söz vermiş. Bu ikisinden birisi sizin. Müslümanlar, küçüğü bizim olsun istiyorlar. Cenabı Hak da Mekkelilerin kökünün kazınmasını, hakkın ortaya çıkmasını istiyor. Bunlar hep Enfal Suresinde anlatılan şeyler. Neyse kervanı ellerinden kaçırıyorlar ve Mekke ordusuyla yüz yüze geliyorlar. Cenabı Hak emretmiş, bir orduyla karşılaştığınız zaman bir kere sebat göstereceksiniz, geri dönmeyeceksiniz, hücum edeceksiniz, karşıdaki orduyu tamamen yere sermeden esir de almayacaksınız.
Peygamber s.a.s. kendisiyle beraber olan Müslümanlarla birlikte elinden gelen her şeyi yapmış, Bedir’de galip gelmek için. Yapılabilecek bütün gayretleri göstermiş, yapmış. Mekke ordusunu ilk hücumda ölüler vererek savaş meydanından çekilmek zorunda bırakmış. Fakat Allahü Teâlâ, düşmanın takip edilmesini de emrediyor. Takip edeceksiniz, onları iyice güçsüz hale getirmeden de esir almayacaksınız diyor. Peygamberimiz burada eksiklik yapmış. Onları takip etmemiş ve esir almış. Öyle olunca hemen uyarı geliyor: “Hiçbir peygamber savaş meydanında düşmanı tamamen ezmeden esir alma hakkına sahip değildir.”. Ve biz de öyle, ve hiçbir Müslüman da alamaz bunu. Çünkü Muhammet Suresinin 4. ayetinde Allahü Teâlâ onu bize kesin olarak emrediyor. “Siz dünyalık istiyorsunuz, hemen bir şeyler elinize geçsin istiyorsunuz, Allah da gerisini istiyor.” Çünkü düşmanın kökü kesilsin istiyor. “Eğer Cenabı Hakk’ın daha önce size söz verip de bu sözünü bir deftere, kitaba kaydetmiş olması olmasaydı aldığınız bu esirlerden dolayı büyük bir azaba çarptırılırdınız.” Çünkü önceden Allah söz verdi. İkisinden birisi sizin. Birini kaybettiniz, tek şey kaldı Bedir. Bunu söz verdiği için bu zaferi kazandınız. Hak ettiğiniz için değil. Bunu hak etmediniz, Bedir’i. Ama Allah söz verdi.
Hak etmemenin sebebi ne? O kadar şeyi yapmış, bir eksiklik yapmışlar. Öyle komutan peygambermiş, bilmem… Öyle şey yok. Bak, karşı taraf galip gelecekti diyor. Mekke’den gelenler, onlar kafir. Ama kim iyi, oyunu kuralına göre oynarsa Cenabı Hak onu galip getirir. Onların ahiret kaygıları yok. Sen ahirete inanan insansın, senin daha çok yapman lazım. Cenabı Hak, Enfal Suresi 67. ayette onu açık ve net olarak söylüyor. Evet, Allah size yardım ederse hiç kimse size galip gelemez ama Allah’ın yardımını da hak etmeniz lazım. Böyle oturduğun yerde yardım yok. Az önce söyledik ya, yağmur yağdı. Sen tarlanı hazırlamadıysan ne olacak? Senin tarlanı alır götürür, bir başkasının tarlasının çukurunu toprakla doldurur, senin tarlan onun tarlası haline gelir gerekeni yapmadıysan eğer. “Allah size yardım ederse hiç kimse size galip gelemez.” Çünkü bütün kurallarını yerine getirmiş olacaksınız zaten. “Ama Allah sizi perişan bırakırsa, Allah size yardım etmedikten sonra kim yardım edecek? Müminler Allah’a güvenip dayansınlar.” Tek güvenip dayanacağımız Allah’tır, başka hiç kimseden bir şey beklemeyeceğiz, başarı için de yapabileceğimiz her şeyi, eksik bilgilerimizi tamamlayacağız, imkanlarımız neyse sonuna kadar kullanacağız. Ayette belirtildiği gibi “İyice yoruluncaya, artık ayakta duramayacak hale gelinceye kadar çalışacağız ondan sonra da Cenabı Hak bize başarıyı verecektir.”.
Şimdi, burada birkaç ayet daha okuyayım da vakit epeyce geçti, bitirelim. Ya da vakit iyice geçmiş. Tekrar okuyayım Nasr Suresini ve bu bölümü bitirelim. Sonra soru cevap bölümüne geçeceğiz zaten.
“Allah’ın yardımı gelip önün açıldığında, insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, her şeyi güzel yapan Rabbine yönel ve bağışlanma dilemeye devam et. Çünkü O kendine yönelenleri hep kabul eder.”
Evet, sonuç olarak hiçbir başarı tesadüfi değildir. Cenabı Hak, hiç kimseye Müslüman’dır diye başarı vermez. Müslüman’san senin sorumluluğun çok daha fazladır. Allah’ın kitabında Allah’ın verdiği emirlere bir bir uy, o zaman göreceksin ki başarı değil başarılar bütünü meydana gelecektir. Peygamberimiz s.a.s., o kabilecilikle yaşayan, cahil, eğitimsiz olan o toplumu öyle bir noktaya getirmiş ki gece gündüz uğraşarak, o cahil olan, okuma yazma bilmeyen o insanlar Allah’ın kitabını öğrenme sayesinde asırların felsefe okullarının kapanmasına sebep olmuştur. Nereye gitmişlerse onların gittiği yer o gün bu gün hala İslam ülkesidir. Peygamberimizin sahabesinin gittiği her yer o gün bu gün İslam ülkesidir. Çünkü Peygamberimiz onları o kadar iyi yetiştirmiş ki hiçbiri tembellik etmemiş, hiçbiri ense yapmamış, hepsi de Allah’ın emirlerine güçleri yettiğince uymuşlar. Gittikleri her yer hala Müslüman. Ama ondan sonra gelen ikinci nesil İspanya’da 8 asır kaldı. Onların bir kere gittikleri yer hala Müslüman, İspanya’ya hala Müslüman diyebiliyor musunuz. İslam ülkesi diyebiliyor musunuz? Diyemiyoruz değil mi? Osmanlıların 4 asır kaldığı Romanya, Bulgaristan, Yunanistan bugün İslam ülkesi mi? Buradan götürülen evlad-ü fatihan geri getirilmek zorunda kaldı.
O zaman burada bir şey var. Çok ciddi eksiğimiz var. Dini kendimize uydurmaktan vazgeçmemiz lazım. Biz dine uymak zorundayız. Peygamber s.a.s. demin bakın, Bedir Savaşı’nda bir tek hatası olmuş ve Cenabı Hak derhal sana önceden bu zaferi söz vermeseydim bunu kaybedecektin diyor. Huneny Savaşı’nda da bir tek hata olmuş ve savaşı kaybetmişlerdir. Sonradan Peygamberimizin olağanüstü gayreti sonucu zafer kazanılmıştır. Biz her şeyi Cenabı Hakk’a havale ediyoruz. Bizim adımıza Allah bu işi yapsın, bitirsin, getirsin, ondan sonra da biz o işin keyfini… Yok, öyle bedava şey yok. Eğer Müslüman’sak Peygamberin s.a.s. gösterdiği gibi asla gevşemeden, canımızı dişimize takarak, gece gündüz çalışarak Allah’ın dinini yaşamamız lazım, bir de bu nimeti bütün insanlığa götürmemiz lazım. Bütün insanlığa Allah’ın kitabını götürmek de bizim en önemli görevimizdir. İnşallah onu da yaparız.