Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Maide Suresinin 67. Ayetine kadar geldik. Allahu Teala burada şöyle buyuruyor. “Yâ eyyuher rasûlu bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana indirilen neyse onu insanlara tebliğ et.” Yani insanlara ulaştır. Açık, net bir şekilde anlat. “ve il lem tef’al femâ bellağte risâleteh” “Eğer bunu yapmazsan Allah’ın verdiği elçilik görevini yapmış olmazsın.” (Maide 67) Elçilik görevi neymiş, Fatih?
Fatih ORUM: Kuranı olduğu gibi tebliğ etmek…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bak şimdi burada da açık söylemiyor mu? Anlaşılmayan bir tarafı var mı? “Ey resul, rabbinden sana indirilen neyse” (Maide 67) İndirilen nedir? Kuran. Tabi tamamı indirilmemişti. İndirildikçe… O zamana kadar indirilenler… Son ayeti indirince Allah ne dedi? “elyevme ekmeltu lekum dînekum” “Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım.” (Maide 3) Bitti. Öyleyse… Sana ne indirilmişse onu tebliğ et diyor. İşte şu Mekke’de inmiştir, onu Mekke şartlarında, bu Medine’de inmiştir, Medine şartlarında diyor mu? Sebebi nüzüllerini de anlat diyor mu? İniş sebeplerini anlat diyor mu? Burada sebebi nüzulünü de anlat diyor mu? Sana indirilen neyse diyor. Efendim hangi sebeple inmiş ona bakmak lazım diyorlar. Hangi sebeple indiğini anlatması gerekse o da buraya yazılması gerekmez mi? Hangi sebeple indiği önemsiz mi? Önemli olabilir tabi… O ortamı doğru bir şekilde öğrenirsen anlamanı kolaylaştırır. Ama istediğin kadar o ortamı doğru bir şekilde öğren. Bir ayeti açıklayan ikinci bir ayet gelmeden açıklamayı öğrenebiliyor muyuz? Haberimiz oluyor mu?
Fatih ORUM: Olmuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dolayısıyla Kuranı Kerim’in açıklama metodu tamamen kaybolduğu için sıkışan kişiler bunun sebebi nüzülü var, bunun usulü var, bunun amm’ı var, hassı var, mücmeli var, mufassalı var diye karşı tarafı bir takım kelime şeyleriyle boğuyor. Adam da susuyor. Herhalde bunda bir hikmet olmalıdır diyor. Susuyor. Ayeti tekrar okuyayım.
“Yâ eyyuher rasûlu” “Ey resul” Burada resul kim oluyor? Muhammed (a.s). Ona hitap ediyor. İlla onun olması şart mı? Resul kelimesinin ilk anlamı neydi? Getirilen şey yani kitaptır. İkinci anlamı getirendir. Getiren ölümlüdür. Kuranı Kerim’i getirdi, tamam. Uhud Savaşında Muhammed’in (a.s) öldüğüne dair haberler yayılmadı mı? Ali İmran 144’de ne diyor? “Ve mâ muhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir elçidir.” “gad halet min gablihir rusul” “Ondan önce de çok sayıda elçi geldi, geçti.” Bu ilk elçi değil ki… “efeim mâte ev gutilengalebtum alâ ağgâbikum” “Ölür ya da öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144) diyor. Uyacağınız nedir? Kitap gelmiş. Daha ne istiyorsunuz? O zaman bu kitabı insanlara ulaştıracak insanlara ihtiyaç var mı? Kim ulaştırıyorsa herhangi bir ilave ya da çıkarma yapmadan, doğru bir şekilde, karşı tarafın anlayacağı şekilde, karşı tarafın diliyle… O işin resulü olur. Zaten biraz sonra ayetlerden net bir şekilde onu göreceksiniz. Çünkü asıl olan bu kitabın ulaştırılmasıdır. Çünkü Muhammed’de (a.s) bugün yaşasaydı bu ayete göre ne yapacaktı? Kuranı ulaştırmakla görevli değil mi? “bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana indirilen neyse sen onu tebliğ et.” Onu ulaştır. Peki, “ve il lem tef’al” “bunu yapmazsan” “femâ bellağte risâleteh” “elçilik görevini yapmış olmazsın.” Yani Allah’ın elçilik görevini yerine getirmiş olmazsın. Allah’ın sana verdiği elçilik görevini yerine getirmiş olmazsın. “vallâhu yağsımuke minen nâs” “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67) Bu neyi söylüyor? Niye koruyacaktır diyor? Çünkü senin anlatacakların insanların hesabına gelmeyecek. Tamam, kardeşim senin dediğin doğru ama… Mesela bizim için en çok söylenen söz… “Tamam, dedikleri doğru da o bizim konumumuzda değil ki… Gelsin benim konumumda olsun bakayım. Yapabiliyor mu?” Kardeşim sen o konumunu Allah’ın emrine tercih ediyorsan imtihanı zaten kaybettin. İmtihan böyle bir şeydir. Allah’ın emri hiçbir zaman ikinci plana atılamaz. İnsanlar ne yapacak? Demek ki insanlar bir şeyler yapacak ki Allah seni koruyacak diyor. Adamın düzenini bozuyorsun, sistemini bozuyorsun. Ayet okuduğun zaman ne bozuluyor? Tarikat bozulmuyor mu? Cemaatler bozulmuyor mu? Menfaatler bozulmuyor mu? Peki, mezhepler ortada aklıyor mu? Hiçbir şey kalmıyor. Peki, hayatını bunlara bağlamış olan insanlar ne diyecek? Sağ ol, teşekkür ederim mi diyecek? Kıyameti koparacaklar. Resulullah zamanında da öyleydi. Aynı şey. Demek ki çok ciddi bir problem olacak ki “vallâhu yağsımuke minen nâs” “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Maide 67) diyor. Allah bir garanti veriyor. Peki, seni koruyacak. Burada seni tek kişidir. Dikkat edin. Dolayısıyla her birimiz Kuranı Kerim’i yani Allah’ın kitabında olanları olduğu gibi anlatmak zorundayız. Kendi kafamıza uydurmak değil. Bugün bir sürü Kurancı çıktı. Kuranı kendisi için itibar kaynağı yapmaya çalışıyor. Yani kendine göre başkalarından daha farklı bir şeyler biliyor. Onunla hava atmaya çalışıyor. Ondan sonra bakıyorsunuz. Kendi keyfine göre saçma sapan anlamlar veriyor. Arapça bilip bilmediği de önemli değil. Sen Arapça biliyor musun dediğin zaman “Kuranı Kerim Arapça değil ki Rabça’dır” diyor. O zaman senin rab olman lazım. Kuranı Kerim rabça diyorsan… Mesela sen Türksün değil mi? Hangi dilde konuşuyorsun? Türkçe… Ben de Türkçe konuşuyorum. Niye? İkimizde Türk olduğumuz için… Ben Kürt olsaydım Kürtçe konuşacaktım. Ya da Arap olsaydım, Arapça konuşacaktım. Benim tercihim değil ki… Allah böyle yaratmış. O zaman sende Rabça konuşuyorsan ne olman lazım? Rab olman lazım. Kuranı Kerim Rabça’dır diyorlar. Ne demek yani? Bir tane mi Türk var yeryüzünde? Sadece sen misin? Türk diye bir topluluk var. Onların kendi aralarında konuştukları bir dil var. O zaman Rab diye bir topluluk olması gerekmiyor mu? Rabler… Kuran Arapça değil, Rabçadır diyenler kendilerini Rab yapmış olmuyorlar mı? Yanlış mı? Arkasından da rab yaptıkları belli… Çünkü Kuran’a kendi keyiflerine göre anlam veriyorlar. Kendilerini ilahlaştırıyorlar. Bazıları da benim öğretmenim Allah diyor. Kelime çok güzel… Tamam, da sen bu kitabın dilini bilmeden ya da düzgün bir mealle yüz yüze gelmeden konunun usulünü, adabını bilmeden aklına geldiği gibi konuşuyorsun. Ondan sonra benim öğretmenim Allah diyorsun. O senin Allah dediğin acaba senin nefsin olmasın? Ya da seni yoldan çıkaran İblis olmasın? Dolayısıyla dinden menfaat sağlamaya başladığınız an işiniz bitmiştir. Niye? “yağsımuke” “seni koruyacak” diyor. Sen dediği zaman kaç kişi oluyor? Bir kişi… Ondan sonra “innallâhe lâ yehdil gavmel kâfirîn” “Allah kâfirler topluluğunu hedefine ulaştırmaz” (Maide 67) dendiği zaman karşıda kaç kişi var? Çok… Bakın önce bir kişi sen, sonra kâfirler topluluğu… Allah ne dedi? Seni ben koruyacağım dedi. Karşında büyük bir topluluk var, onlarda hedeflerine ulaşamayacak dedi. Onlarında bir hedefleri var. Ulaşmak istedikleri şeyler var ama ulaşamayacaklar. Yani seni ben koruyacağım ama onlarda başarılı olamayacak. Onlar Mümin olacak demedi. Dikkat ediyor musunuz? Olurlar, olmazlar. Tamamen kendi tercihleridir. Olabilirler. Ama Resulullah’a bir garanti verdi mi? Seni koruyacağım, onlarda hedeflerine ulaşamayacak dedi. O zaman buna tam inanırsanız rahatlarsınız değil mi? Elhamdülillah, ne güzel dersiniz. Bunu Allahu Teala sadece Muhammed’e (a.s) yapmadı ki, herkese yaptı. Yani bu bizim içinde geçerlidir. Cenabı Hakkın dinini anlatmaya başladığınız zaman etrafınızdaki dostlarınızı kaybedebileceğinizi kesin olarak kabul etmeniz lazım. Yani tek başınıza kalabileceğinizi düşünmeniz lazım. Peki, sizin karşınızdakilere Allah başarı vermeyeceğine göre başarı kimde olacak? Sende olacak. Neticeyi sen alacaksın. Sonucu sen alacaksın. Bu dünyada da, ahirette de… Muhammed (a.s) almadı mı? Mekke’den çıkmak zorunda bıraktılar. Medine’ye hâkimiyet kurmadı mı? Medine yetmedi, tekrar dönüp Mekke’yi almadı mı? Oraya tam hâkim olmadı mı? Muhammed (a.s) Mekke’de kalsaydı. Mekke’nin en zeki, en başarılı bir insanı olsaydı, tüm Mekke’ye sahip olabilir miydi? Ama 8 sene sonra gelip Mekke’nin tamamına hâkimiyet kurdu. Öyle bir hâkimiyet ki asırlardır devam ediyor. Kaybolmadı. Medine’ye hâkimiyet kurdu. Hayber’e hâkim oldu. O çevreye hâkim oldu. Ama burada şu var. Demek ki hiç korkmayacaksın. Ve karşı tarafında başaramayacağını çok iyi bileceksin. Garantiyi verende Allah olduğuna göre… Tamamdır.
Bir de Musa (a.s) olayı var. Musa (a.s) Mısır’da doğdu. Firavun İsrailoğullarının erkeklerini öldürüyor, kızlarını sağ bırakıyordu. Erkek olduğu için annesi öldürüleceğinden korktu. Cenabı Hak ona vahyetti. Yani ya bir melek gönderdi ya da rüyasında… Artık ne yaptıysa? Bir şekilde bildirdi. O da sepet gibi bir şeye koydu. Nil nehrine bıraktı. Nehirde onu firavunun kapısına götürdü. Hanımı alıp sahip çıktı. Orada büyüdü. Sonra bir takım olaylar oldu. Öldürmek istediler. Kaçtı. Kaçarak gittiği yerde evlendi. Çoluk çocuk sahibi oldu. Oradan ayrıldı. Ama nereye gidiyor? Mısır’a gelmiyor. Ayetten bunu öğreniyoruz. Mesela Neml Suresinde “İz gâle mûsâ liehlihî” “bir gün Musa ailesine dedi ki” “innî ânestu nârâ” “bir ateş gördüm dedi.” Oradan ayrılmış. Gidiyor. Bir ateş görüyor. “seâtîkum minhâ bihaberin” “O ateşin bulunduğu yerden size bir haber getiririm.” (Neml 7) Yani gidiyorlar ama… Yer soracak. Acaba nereye gidiyoruz diye… Herhalde bir hedefi var. Ateş yandığı içinde orada insanlar var diye düşünüyor. Oradan “şöyle gidecekmişiz diye” yolumuzla alakalı bir haber getiririm diyor. “seâtîkum” dediğine göre eşinin yanında en az kaç çocuğu olması lazım?
Fatih ORUM: Bir eşi, en az iki tanede çocuğu var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir eşi, en az iki tanede çocuğu olacak ki “seâtîkum” desin. Demek ki eşi ve en az iki tanede çocuğu var. Size getireceğim diyor. “minhâ” “o ateşin bulunduğu yerden” “bihaberin” “bir haber getireceğim” diyor. “ev âtîkum bişihâbin gabesil” “ya da bir ateş parçası getiririm.” “leallekum tastalûn” “belki ısınırsınız.” (Neml 7) Yani orada ateş var ama belki yakanlar bir yere gitmiş olabilirler. Orada kimse olmayabilir de yani… En azından bir ateş parçası getiririm belki… Biraz havanın serin olduğun bir zaman demek ki ısınırsınız diyor.
“Felemmâ câehâ” “Oraya gelince” “nûdiye em bûrike men fin nâri” “o ateşin içerisindekiler bereketli kılınmıştır diye sesleniliyor.” Yani senin gördüğün ateş bildiğin ateşten değil. “ve men havlehâ” “çevresi de” “ve subhânallâhi rabbil âlemîn” “Âlemlerin rabbi olan Allah’ın hiçbir noksanı, kusuru yoktur.” (Neml 8) Şimdi siz de oraya gidebilirsiniz. Orada birisi sizi tuzağına düşürmüş olabilir.
“Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm” “Musa ben Allah’ım, çok güçlüyüm ve çok doğru kararlar veririm” (Neml 9) diyor. Böyle bir sese bu Allah’tır diye nasıl inanacaksınız? Sadece ses geliyor. Bir zaman anlatmışlardı. Ankara’da olduğu söylenen bir olay… Olmuş, olmamış da… Bir arkadaş bana olmuş gibi anlatmıştı. Bir gencin babası bir tarikata gidip gelmeye başlıyor. Bir takım hareketleri değişiyor. Gece kalkıp zikir falan çekiyor. İbrahim (a.s) gibi adamın tavırlarına o gencinde aklı bir türlü yatmıyor. Bir gece babasının kalktığın görünce o da kalkıp perdenin arkasına saklanıyor. Babasının adı Musa’ymış. Ya Musa diyerek sesleniyor. Babası da “Şeytanisen sus, Rahmanisen bir daha söyle” diyor. Çocuk bir daha Ya Musa deyince babası “buyurun efendim” diyor. Ya Musa eriştin diyor. Babası hep uçma hayalleri yapıyormuş. Elhamdülillah ne güzel ben hep bu günü bekliyordum diyor. Uç deyince pencereden aşağı uçuyor. Bu da hazırlığını yapmış. Aşağıdan hemen bunu hastaneye götürüyor. Böyle bir şeyde olabilir. Yani Musa’ya (a.s) da böyle bir oyun oynanabilir. Birisi oradan “Ben Allah’ım” diye bağırır. Tongaya düşebilirler. Ama Allahu Teala ne diyor?
“Ve elgı asâk” “Elindeki değneği at.” Önce bu sesin Allah’tan geldiğine kesin emin olması gerekiyor. Değneğini at diyor. “felemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnuv” “Bakıyor ki küçük bir yılan gibi hareket ediyor.” “vellâ mudbirav ve lem yuaggıb” “sırtını dönüp bir daha geriye bakmadan hemen oradan uzaklaşıyor.” Allahu Teala “yâ mûsâ lâ tehaf” “Korkma Musa” diyor. “innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn” “Benim yanımda elçiler korkmaz.” (Neml 10) Sen elçi olacaksın diye orada bir işaret var.
“İlla men zaleme” (Neml 11) Ama elçidir diye korunması yok. Yanlışlık yaparsa elçide olsa gider.
Fatih ORUM: Hakka Suresinin son ayetlerindeki gibi… Muhammed (a.s) içinde aynı şeyi söylüyor. “Bizim hakkımızda bir takım şeyler uyduracak olursa.” (Hakka 45)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Senin şah damarını koparırız.” (Hakka 46)
Fatih ORUM: Elçiyi o konuda 22:56 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulullah içinde yani bana (Kuranı Kerim’e) herhangi bir şeyi ilave edersen şah damarını koparırım diyor. Yanlışlık yaparsan başka diyor. Yanlışlık yapmazsan korurum diyor. Ama yanlışlık yapar da sonra “summe beddele husnem bağde sûin” “yanlışlık yaptıktan sonra iyi davranmaya başlarsa” “feinnî ğafûrur rahîm” “Onun hatasını görmem, tamir ederim. Ve ikramda bulunurum.” (Neml 11)
Ondan sonra ikinci bir şey… “Ve edhıl yedeke fî ceybike” “Elini koltuğunun altına sok” diyor. “tahruc beydâe” “Bembeyaz çıkacak.” “min ğayri sûin fî tis’ı âyâtin ilâ fir’avne ve gavmih” “Firavuna ve kavmine götüreceğin 9 mucize içerisinde bu.” (Neml 12) Ama en başta bunlar kime karşı mucize oluyor? Musa’nın (a.s) kendine karşıdır. O gelen sesin Allah’tan geldiği konusunda kesin kanaate varıyor. Çünkü bunu başkası yapamaz. Ondan sonra “innehum kânû gavmen fâsigîn” “çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir topluluktur.” (Neml 12) Buradan Şuara Suresine geçelim.
“Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.” (Şuara 10-11) Bütün bunlara rağmen Musa’nın (a.s) tepkisine bakın. Yani seni Allah koruyacaktır meselesi boşuna değil. Onu anlamak için… Kendisiyle konuşanın Allah olduğuna kesin inanıyor. Herhangi bir sorun yok. “Gâle rabbi innî ehâfu ey yukezzibûn” “Ya rabbi beni yalanlayacaklarından korkarım.” (Şuara 12) Korku duyuyor bak. Allah’a karşı söylüyor. “Ve yedîgu sadrî” “İçim daralıyor.” Bana oraya git diyorsun ya… “ve lâ yentaligu lisânî” “konuşamıyorum.” “feersil ilâ hârûn” “ya rabbi bu elçiliği Harun’a ver.” (Şuara 13) Beni elçi yapma. Korkuyu görüyor musunuz? Cenabı Hakkın Resulullah’a seni koruyacağım demesi basit değil yani… Bakın burada “Bu elçiliği Harun’a ver” diyor. Ben korkuyorum diyor.
Fatih ORUM: 26:43 26:45 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben korkuyorum, dilim açılmıyor yani konuşamıyorum diyor. “Ve lehum aleyye zembun feehâfu ey yagtulûn” “Onlara göre ben suçluyum.” Çünkü bir adamı öldürmüş sayıyorlardı. Bir yumruk vurdu, adam öldü. “Beni öldürmelerinden korkuyorum.” (Şuara 14) Burada Musa (a.s) kiminle konuşuyor? Allah ile… Kader inancı olsa bu konuşma olur mu? Hiç mümkün mü? Beni öldüreceklerinden korkuyorum diyor. Kader inancında insan nedir? Robot. Allah nedir? Robot yapımcısıdır. Peki, robot denemeden geçtiği zaman başarılı olursa başaran robot mu olur, yapımcı mı? Yapımcı. Peki, robot cezalandırılsa millet onu ayıplamaz mı? Peki, bizdeki kader inancı Allah’ı robot yapımcısı yapmıyor mu? İnsanları da robot yapıyor. Bir de daha fazlası… Hem öyle yapıyor hem de sizi cezalandıracağım diyor. Fatih, Nahl Suresi 93. Ayeti okur musun?
Fatih ORUM: “Ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev ve lâkiy yudıllu mey yeşâu ve yehdî mey yeşâé’, ve letus’elunne ammâ kuntum tağmelûn” Elimdeki Diyanet Meali şöyle çevirmiş. “Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Nahl 93)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne oldu şimdi? Peki, dilediğini saptırıp dilediğini yola getiriyor. Bu da Kuran ayeti… Haşa Allah böyle demiyor da… Ama bugün hangi tefsiri, meali açarsanız açın… Son senelerde bir takım düzelme emareleri var. Eskiye doğru gidin. Sadece İmam Maturidi’nin tefsiri hariç hangisini açarsanız böyle yazar. Saptıran, yola getiren Allah ise Musa niye gidiyor ki? Musa’nın öldürülüp öldürülmeyeceği önceden belli ise… Bize öyle öğretiyorlar değil mi? Daha niye beni öldüreceklerinden korkuyorum diyor. Hem de Allah’a karşı bunu söylüyor. Bu Allah’ın ayeti değil mi? E şimdi Diyanet mealinde hem Nahl Suresindeki ayeti göreceksin hem de Musa’nın bu dediğini göreceksin. Kafası çalışan çocukta ne diyecek? Bu Allah’ın kitabı değildir diyecek. Öyle şey mi olur, kâfir, dinsiz derler. Çocuk mu suçlu sen mi suçlusun? Allah’ın kitabını ne hale getiren sen değil misin? Birçok kere anlattım. Tekrar anlatayım. Çünkü bu konular ne kadar çok anlatılırsa anlatılsın, eskimez. Mesela burada su var. Ne kadar içersen iç, gene içersin. Dün içmiştim bugün içmem diyebilir misiniz? Bazı şeyler onun gibidir. Ekmek gibi, su gibi, hava gibidir.
Az önceki ayete İmam Maturidi’nin verdiği mana şudur. “Ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev” “Eğer tercihi Allah yapsaydı elbette sizi bir tek ümmet yapardı.” Hepinizi mümin yapardı. Yaratan Firvaun’u Musa’dan niye ayırsın ki? Yaratan aynı… Ama tercihi o yapmıyor. “ve lâkiy yudıllu mey yeşâu” “Ama o sapıklığı tercih edeni sapık sayar.” Maturidi’nin verdiği manadır. “ve yehdî mey yeşâé’” “hidayeti tercih edeni de yola gelmiş sayar.” Peki, Firavun hangi tarafı tercih etmiş? Sapıklığı… Musa (a.s)? Hidayeti… “ve letus’elunne ammâ kuntum tağmelûn” “Elbette ki yaptıklarından sorumlu olacaksınız.” (Nahl 93) Bu İmam Maturdi’nin verdiği manadır. Ama bu meallerde ben İmam Maturidi görüşünü benimsiyorum diyenlerin mealidir. İmam Maturidi bunlara karşı ne yapsın?
Tekrar anlatacağım şu… Medine’de Arap hocalarla Üniversitede oturuyoruz. Onlara, “Bir fiilin kök anlamı ile zaman kipi anlamı arasında (zaman ve şahıs dışında) bir anlam değişikliği olur mu” dedim. Mesela gelmek köktür. Geliyorum dediğiniz zaman şimdiki zamandır. Ben geliyorum demektir. Geldi derseniz 3. şahıs geçmiş zamandır. Ama gelme eylemi değişir mi? “Olur mu öyle şey” dediler. Yani sen bu kadar şeyi bilmiyor musun der gibi tepki verdiler. Peki, Nahl Suresi 93. Ayette şae fiili var. “‘Şae’ fiilinin kökü ne” dedim. Genellikle meşiet derler. Meşiet, semai de denir. Yani esas kök anlamını ifade etmez de bir kurala göre oluşturulmuş bir yapıdır. Ki Araplar meşieti pek kullanmazlar. Bunların hepsi ilim adamı olduğu için meşiet demediler. Hepsi “Şae’nin kökü şeydir” dediler. “Peki, şeyin anlamı nedir” dedim. “Şey, var etmek demektir” dediler. “Peki, şey var etmekse Şae’ye neden irade etme manası veriyorsunuz” deyince “Gerçekten ya… Allah Allah… Hiç düşünmemiştik” dediler. Gerçekten şeyin anlamı var etmekse Şae’nin anlamı da var etti olur. “yudıllu mey yeşâu” “Dalaleti var etti.” Bunu ne yapacaksın? Yani “Onu tercih etti” demektir. Ondan sonra “yehdî mey yeşâé’” “men yeşau vel hidayeh” Şae fiilinin de mutlaka bir nesnesi olma mecburiyeti vardır. “yudillu men yeşau ved dalaleh ve yehdi men yeşau vel hidayeh” Arapça bilenler için söylüyorum. Adamlar şaşıp kaldılar. Bizde maalesef geleneksel bilgi, hep ezber… İnsanların sorgulaması yasak… Sorgulayan adamı mürted sayıp öldürdükleri için bu hale gelmiştir. Devam edelim. Bakın çok açık… Kader anlayışına göre bu ayetlerin olmaması lazım. Şuara Suresindeki ayetlerde Musa’nın (a.s) korktuğundan bahsediyor. Allah’ın kitabını anlatma işi o kadar basit değildir. Allah’ın kitabını anlatmaya başladığınız zaman sizin doğru olduğunuzu herkes bilir de sistemi çöktüğü için kabul etmez. Dükkân kapanacağı için kabul etmez.
Allahu Teala Maide Suresinin 67. ayetinde şöyle diyor. Musa’dan (a.s) bahsetmemin sebebi… Musa’ya (a.s) o kadar şey göstermesine rağmen hala korkuyor. Onlar beni öldürür diye korkuyor. Allah da korkmayın ben sizinle beraberim diye garanti veriyor. Ben işitir ve görürüm diyor. Ben beraberim diyor. Zaten Allah’a güvendin mi problem kalmıyor. “Yâ eyyuher rasûlu” “Ey resul” “bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana indirilen neyse sen onu tebliğ et.” Karşı tarafın rahat ve kolayca anlayacağı şekilde anlat. Kabul ettir değil. Şuradan yağmur taşın üzerine yağdığı zaman taşta ot biter mi? Ama oradan süzülür gider, ilerisinde bir tarlada bitebilir. Sen anlat. “ve il lem tef’al femâ bellağte risâleteh” “Bunu yapmazsan Allah’ın sana yüklediği risalet görevini yapmış olmazsın.” (Maide 67) Burada oynanan bir sürü oyunlar var. Fatih, KÖK programının aktörü olarak biraz bir şeyler anlat bakalım.
Fatih ORUM: Burada Resul kelimesinin geçiyor olması çok önemlidir. Hocam biraz önce resul kelimesinin asıl anlamının risalet yani kitap olduğunu söyledi. Hakikaten sözlüklerde bunu söylüyorlar. Yani erken dönem sözlüklere gittiğinizde resule risalet anlamını veriyorlar. Kuranı Kerim’de Bakara Suresinin iki ayetinde bu çok açık görünüyor. 89. Ayette “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Yanlarında olanı tasdik eden bir kitap geldiğinde” (Bakara 89) ifadesi geçiyor. Bu defa 101. Ayette yani birkaç ayet sonra aynı ifade var. “Ve lemmâ câehum rasûlum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” (Bakara 101) Yani ifade de değişen tek şey kitap ve resuldür. İkisi de birbirinin yerine kullanılıyor. Resulün gelmesi kitabın gelmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla bugün ki konumuz olan Maide Suresi 67. Ayette de resul ifadesi geçiyor. Risalet kelimesi geçiyor. Resule düşen şey olanı olduğu gibi tebliğ etmektir. Herhangi bir eksiltme ya da ziyade yapmadan… Oysa biz hepimiz biliyoruz ki Kuranı Kerim’de bir de nebi kelimesi geçiyor. Bunların Kuranı Kerim’de ki kullanımları farklı işlevlere sahiptir. Mesela Ahzab Suresinin 40. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Mâ kâne muhammedun ebâ ehadim mir ricâlikum” “Muhammed erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir.” “ve lâkir rasûlallâhi” “O Allah’ın resulüdür.” Resulullah diyoruz. Bakınız buraya kadar ayet devam ediyor. Sonra bir kırılma noktası geliyor. “ve hâtemen nebiyyîn” Allah’ım sen biraz önce resul kelimesinden başladın. Kullanıp gidiyordun, şimdi niye nebi kelimesine geçiş yaptın? Çünkü “nebilerin sonuncusudur.” (Ahzab 40) Ama resullerin sonuncusu olmasına imkân yoktur. O zaman Muhammed’in (a.s) vefatından sonra yaşayan hiç kimsenin sorumluluğu kalmaz. Nebi ölüyor. Evet, Muhammed (a.s) nebilerin sonuncusudur ama resullük devam etmektedir. Yine Kuranı Kerim’de bu iki kelime ardışık geçiyor. Mesela Hac Suresinin 52. Ayetinde “Ve mâ erselnâ min gablike mir rasûliv ve lâ nebiyyin” “Senden önce ne resul ne de nebi gönderdik.” (Hac 52) İkisi birbirinin yerini tutuyor. Birbirinin yerine kullanılabiliyorsa Allahu Teala burada fazladan bir kelime mi kullanmış oluyor? Hayır. Her ikisinin de farklı işlevleri olan bir kelime… Belki de bu konunun en dikkat ekici yönü Kuranı Kerim’de bütün itaat kelimeleri resule nispet edilirken… Allah ve resulüne nispet edilirken hiçbir ayette itaat kelimesi nebiye nispet edilmiyor. Yani nebiye itaatten bahsedilmiyor. Çünkü nebi ayrıca bir koca, bir baba, bir arkadaş, bir evlat, bir iş ortağı… Çeşitli tercihleri olabilir. Çeşitli hataları olabilir. Ona itaat düşünülemez. Ama o nebi resullük vasfıyla gündeme geldiğinde yani risaleti tebliğ ettiğinde artık onu da aşan bir şey var. Çünkü resul kendisine vahyedilen şeyleri tebliğ ettiğinde, tebliğ ettiği şeylere kendisi de uymak zorundadır. Onu da aşan bir durum var. Dolayısıyla Kuranı Kerim’in hiçbir ayetinde nebiye itaatten bahsedilmez ama resule itaatten bahsedilir. Bundan dolayı çok dikkat çekici bir ayet ile ben bitireceğim. Onu da kulakları çınlasın Zeki BAYRAKTAR hocamız gündeme getirmişti. Ahzab Suresi 36. Ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Ve mâ kâne limué’miniv ve lâ mué’minetin izâ gadallâhu ve rasûluhû emran ey yekûne lehumul hıyeratu min emrihim” “Herhangi bir konuda Allah ve resulü bir işe hükmettiğinde (karar verdiğinde) ne bir mümin erkeğe ne bir mümine kadına o konuda artık bir tercih hakkı tanınmaz.” (Ahzab 36) Bir muhayyerlik yok. Yapacaksın başka bir alternatif tercih düşünülemez diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama diyemezsin yani…
Fatih ORUM: Diyemezsin.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şartlar uygun değil ne yapalım diyemezsin.
Fatih ORUM: Devamında da zaten böyle diyemeyeceğimiz çok açık ifade edilir. “ve mey yağsıllâhe ve rasûlehû fegad dalle dalâlem mubînâ” “kim böylesi bir durumda Allah’a ve resulüne isyan eder karşı bir tavır alırsa artık o dalaletin dibine vurmuştur.” (Ahzab 36)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Buradaki resul ne oluyor?
Fatih ORUM: Allah’ın kitabının elçisi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü Allah’ın kitabı olmadan Allah’a nasıl itaat edeceğini bilemezsin ki…
Fatih ORUM: Şimdi bu ayet burada… Resul ve nebi kavramları arasındaki farkı bir kenara bıraktığımızda… Şimdi hemen peşindeki ayeti okuyacağım. “Bu Allah’ın kitabı olamaz çelişki var” diyeceksiniz. Eğer resul ve nebi kelimeleri arasındaki farkı bir kenara bırakırsak… Bunu söylüyor hemen devamında da “Ve iz tegûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettegıllâhe ve tuhfî fî nefsike” “Senin kendisine iyilik ettiğin, Allah’ın da kendisine iyilik ettiği o kişiye (Zeyd’e) sen şöyle diyordun. Karını boşama.” Bakın emir veriyor. Muhammed (a.s) Zeyd’e “emsik aleyke zevceke” “eşini boşama” diye emri veriyor. Hatta “vettegıllâhe” “Allah’tan kork” (Ahzab 37) diyerek bir nevi hatırım varsa yapma bunu demek istiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’tan kork… Yani yapma bunu… Sen anlattın. Tam anlaşılsın diye tekrar edeyim. Bakın Ahzab Suresi 36. Ayette resul olarak “Allah ve resulü bir konuya karar verdi mi kimsenin tercih hakkı yoktur” diyor. Peki, resul ve nebi farklı değilse… Ahzab Suresi 37. Ayette Nebi “Karını boşama, Allah’tan kork” diyor. O zaman geleneksel anlama göre Zeyd’in ne yapması gerekir? Kesinlikle boşamaması gerekir.
Fatih ORUM: Boşarsa dalalete düşmüş olur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boşamasının Allah’ın tercihi olduğunu ayetlerden öğreniyoruz. Çünkü Allahu Teala orada “Zeyd eşini boşadığı zaman onu seninle evlendirdik ki insanlara örnek olasın” (Ahzab 37) diyor.
Fatih ORUM: Muhammed (a.s) ona emrediyor. Hatırım varsa bu işi yapma diyor. Ama Zeyd karsını boşuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O kadar çok var ki… Mümtehine Suresinin 12. ayetinde de var. Resulullah’ın Mekke’den gelen kadınlarla yaptığı sözleşme var. Nebi sıfatıyla “ve lâ yağsîneke fî mağrûfin” “marufta sana isyan etmeyecekler.” (Mümtehine 12) Ama resul sıfatıyla böyle bir şey yok. “izâ gadallâhu ve rasûluhû emran ey yekûne lehumul hıyeratu min emrihim” “Allah ve resulü bir konuda karar verdi mi tercih hakkı yok.” Bitti. Ama durum ve şartlar derler. Geçende birisi “Elhamdülillah tabi bizde Müslümanız. Faizin haram olduğunu elbette biliyoruz. Tabi ki haram ama” dedi. Ama dedin mi senin Müslümanlıkla işin kalmaz, kusura bakma… Bu din senin babanın çiftliği değil. Bunun ama’sı yok. Allah öyle dediyse öyle yapacaksın. Ama durum ve şartlar derler. Allah yarattığını bilmeyecek sen bileceksin öyle mi? İlah sen misin o mu? Hoca niye kızıyorsun diyorlar. Bunlara kızılmaz da kime kızılır? Sen ilah mısın? Allah’ın dininde ama olur mu? Allah ne demişse tamam, baş üstüne diyeceksin. Bitti.
Ayetin devamını da okuyalım. Ondan sonra bir ayet var. “Gul yâ ehlel kitâbi” “Ya Muhammed ehli kitaba söyle.” Yani o Hahamlara, Papazlara… Yani o kitabı bilenlere… Bilmeyenlere değil. “lestum alâ şey’in hattâ tugîmut tevrâte vel incîle” “Siz Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutmazsanız” Yani Tevrat’ı, İncil’i uygulamazsanız “yapacağınız hiçbir şey yok” (Maide 68) diyor. Allah bunu ne zaman söylüyor? Medine’de inen şu surede Resulullah’a söylüyor. Peki, Tevrat ve İncil ineli kaç sene olmuş? İncil ineli 600 sene olmuş, Tevrat ineli 2600 sene civarında olmuş. Bugün ne diyorlar? Bu din kitaba, sünnete indirgenemez diyorlar. Neymiş? 15 asırlık gelenek varmış. Siz hangi dinin mensubusunuz. Ben o dinden Allah’a sığınırım. Gidin. O zaman sizin ilahınız başka… Kusura bakmayın. Bakın Allah ne diyor burada… Yahudilere Tevrat diyor. İncil diyor. Yahudilere ve Hırsitiyanlara… Onu ayakta tutmadıkça… O yetmez. “ve mâ unzile ileykum mir rabbikum” “Rabbinizden size indirilene.” O ne? Kuranı Kerim. “Siz bunu yapmazsanız hiçbir temeliniz yok.” (Maide 68) Yahudiler bugün Tevrat’ı uyguluyor mu?
Vedat YILMAZ: Uygulamıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tıpkı kendilerine Müslüman diyenler gibi… İnsanları kuranı Kerim’e çağırdığımız zaman milletin hesabı bozulmuyor mu? Adamın forsu al aşağı edilmiyor mu? İşte onun için Allah “vallâhu yağsımuke minen nâs” “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Maide 67) diye garanti veriyor. Değil mi? “ve leyezîdenne kesîram minhum mâ unzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve kufrâ” “Rabbin tarafından sana indirilmiş olan bu Kuranı Kerim var ya onların çoğunun taşkınlığını ve kâfirliğini arttırır.” (Maide 68) Yani ehli kitabın… Yani Tevrat’ta ve İncil’de uzman olan kişilerin… Anlarlar… Ya tamam da kardeşim bizim konumumuz farklı, tamam doğru ama derler. Ama sı yok kardeşim. İyi ama sen hiç bu makamlarda bulundun mu derler. Eğer o makamı Allah’ın vereceği makama tercih ediyorsan hiç kusura bakma Allah böyle bir şeyi asla kabul etmez. “felâ teé’se alel gavmil kâfirîn” “O kâfirler topluluğuna üzülme” (Maide 68) diyor. Boş ver, ne yaparlarsa yapsınlar. Vedat Tevrat’ta ve İncil’de Allah ne emrediyor?
Vedat YILMAZ: Allahu Teala Tevrat’ta da, İncil’de de gelecek olan nebiye iman etmeyi emrediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün hala imanlarının esasları, imanın şartlarından bir tanesidir.
Vedat YILMAZ: Tabi onlar Tevrat’a ve İncil’e bakmadıkları için… Mesela Yahudiler onun yerine ne bekliyorlar? Davut’un soyundan gelecek bir kral bekliyorlar. Bu kral nerede yazıyor? Tevrat’a bakıyorsunuz. “Davut’un soyundan ben Mesih diye bir kral çıkartacağım, o kral size dünya hâkimiyeti verecek” diye Tevrat’ın içerisinde yazmıyor. Bu nerede yazıyor? Onların diğer kaynaklarında yazıyor. İşte Talmud olsun, Midraşlarda olsun… o kaynaklarda yazıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bunlar “Biz bizden gelmeyen birisine inanmayız” demiş oluyorlar. Kuranı Kerim’de de bu var. “Ve izâ gîle lehum âminû bimâ enzelallâhu gâlû nué’minu bimâ unzile aleynâ” “Gelin Allah’ın indirdiğine inanın dendiği zaman biz bize indirilene inanırız derler.” (Bakara 91) O zaman kendilerine gelecek nebileri de kendileri belirliyor. Tevrat’ta değil. Nerede?
Vedat YILMAZ: Kendi sözlü kaynaklarında… Zaten Yahudilerde de bizdeki Edilleyi Şeriyye gibi dinin kaynakları adını verdikleri şeyler vardır. Mesela yazılı kaynak dediğimiz Tevrat en alttadır. Yani en itibarsızı olan odur. Ondan sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama lafta en üsttedir değil mi?
Vedat YILMAZ: En kutsalı odur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Lafta öyledir. Bizde de öyledir. En üstte kitap derler. Ama onu şuraya bir asın. Gelin, ondan sonra konuşalım derler. Niye oraya asıyorsun? Öncesi sonrası yok. Sadece kitabı uygulayacaksın. Kitap ne emrediyorsa onu yapacaksın.
Vedat YILMAZ: Onları da süslü muhafazaların içerisinde, tomar halinde bir sandukanın içerisinde durur. Ondan sonra gelen sözlü Tevrat’tır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizde ki gibi ezberlerler değil mi?
Vedat YILMAZ: Tabi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kıraat yarışmaları da var mı?
Vedat YILMAZ: Tabi. Mesela onlarda o kadar kutsaldır ki elinle bile dokunmazsın.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizde dokunabiliyor musun?
Vedat YILMAZ: Bir çubuk vardır. Çubukla dokunabilirsin.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizde dokunuluyor mu? Abdestsiz dokunamaz, hayızlı kadın dokunamaz derler. Nereden çıkarmışlarsa…
Vedat YILMAZ: Üçüncüsü de Midraş dediğimiz kaynaktır. Yani Sözlü Tevrat dediğimiz şey Musa’ya (a.s) verilmiş kabul ediliyor ve rivayetler yoluyla nesilden nesile aktarılmış bilgilerdir. Yani isnat sistemiyle nesilden nesile aktarılmış bilgilerdir. Bir de onunda ötesinde Midraş denilen kaynak vardır. Bu Midraşlarda bizim İslam literatüründe tefsirler denilen kaynaktır. Bunlar aslında her ikisinin de (Yazılı Tevrat ile Sözlü Tevrat) üstünde olan şeylerdir. Yani Midraşta yazan bilgi hem Yazılı Tevrat’ı hem de Sözlü Tevrat’ı da eglae edn bir kaynaktır. Midraş da bir bilgi veriliyorsa… Yani kalkıp da şunu diyemem. Sözlü Tevrat’ta böyle bir şey yazıyor, Midraşta yazan farklı, Midraş yanlıştır diyemiyorsun. Midraş onunda önüne gelmiştir. Yani bu tarz bir hiyerarşi onlarda da var.
Hıristiyanlara geldiğiniz zaman Hıristiyanlarda da… Hıristiyanlar kendi teolojilerini ortaya koyarken metinlere bakarak bu teolojiyi ortaya koymuyorlar. Kilise babalarının 2. Yüzyıldan itibaren ortaya koymuş oldukları felsefeleri, ortaya koymuş oldukları doktrinleri kabul ediyorlar. Bunlarda daha sonra konsillerle kemikleşmiş. Her bir konsilde yeni bir şey ortaya atılmış. Birinde İsa tanrı ilan edilmiş, ötekisinde kutsal ruh tanrı ilan edilmiş, ötekisinde Hz Meryem tanrının annesi ilan edilmiş. Her bir konsilde yeni yeni kararlar, doktrinler ortaya çıkmış. Bugün Hıristiyanlık denilen şey böylece ortaya çıkmış. Yoksa bugün metinlere dayanan bir Hıristiyanlık yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onu zaten kendileri açıkça söylüyorlar. 2. asra kadar İsa gerçek anlamda insan ve gerçek anlamda Allah’ın elçisinden başka bir şey değildi diyorlar. Onu biz tanrı yaptık diye açıkça söylüyorlar. Katolik kilisesinin kitabında bu var. Ondan sonra uyacaksın derler. Kime uyacağım? Sana mı uyacağım, Allah’ın kitabına mı uyacağım? Allah burada ne diyor? Allah Tevrat’a, İncil’e uyun dediği zaman… 30-40 tane kadar Papaz buraya gelmişlerdi. Eskiden çok sık gelirlerdi. Onlara yapılan tebliğlerden sonra artık gelmemeye başladılar. Yıllardır hiç uğramıyorlar. Onlar evanjelikti. Siz neye uyarsınız, Tevrat’a, İncil’e uyar mısınız dedim. Hayır dediler. Tevrat ve İncil sizin için nedir dedim. Kutsal kitaptır, ona saygı gösteririz ama konsül kararlarına uyarız dediler. Fatih, bizdekiler de farklı mı?
Fatih ORUM: Bizde icma dedikleri şeyle benzerdir. İttifakla kabul edilmiştir derler. Konsül ile arasında bir fark var. Bizde konsül tarihi yok, katılımcıların kaydı yok. Ama Hıristiyanların konsül tarihi, katılımcıları var. Belgelendirebiliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela İznik konsülüne şu kimseler katıldı. Şu kararları aldık diyorlar. Efes’te şu kimseler katıldı, şu kararları aldı diyorlar. Kadıköy’de şu kimseler katıldı, şu kararları aldı diyorlar. Bizimkilerin işi Erzurumluların işine benziyor. Erzurum’da birisi bir şey söyler. “Diyeceksin ki niye? İşte öyle” derler. Ben dedim oldu. Çok enteresan gerçekten… Peki, icma diyorsun. Nerede yaptınız bu icmayı? Kim katıldı? Hangi tartışmalar oldu? Mesela Hanefi mezhebine bakıyorsun. İcma ettik diyorlar. Mesela Safa ile Merve arasında say yapmak icma ile vaciptir diyor. Senin vacip kavramını hiçbir mezhep kabul etmiyor. O sana mahsus bir şeydir. Ona sen nasıl icma diyebilirsin? Ama der. Çünkü medreselerde insanların kafaları dumura uğratılıyor. Bugünde okullarda, İlahiyatlarda dumura uğratıyorlar. Ama şimdi uğratamıyorlar. Niye uğratamıyorlar? Çünkü haberleşme çok yayıldı. Sosyal medya denen şeyden o soru soruyor, bu soru soruyor. Herkes düşünüyor. Sorular soruyor. Artık insanlar sorgulamaya başladılar. Sorgulamaya başladığı içinde eskisi gibi olmuyor. Mesela bana sen buraya nasıl ulaştın diye soruyorlar. Bende eğer İstanbul Müftülüğünde kalmasaydım kesinlikle ulaşamazdım. Çünkü adam müftülüğe geliyor. Hatta şey yaparlardı. İstanbul’un itibarı vardır ya… Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığının sokağında oturan kişi İstanbul Müftülüğüne soru sorardı. Adam İstanbul Müftülüğünden ötesi var mı diyordu. Bu sefer araştırıyoruz. Bazen bir sorunun cevabını bulmak birkaç sene sürüyor. Ondan sonra bakıyoruz ki bunda bir yanlışlık var. Çok araştırıp sorguladığın zaman yanlış ortaya çıkıyor. Allah da yardım da ediyor zaten… Onun için bugün insanlara sen dinsizsin diyenler karşı tarafta kendi resimlerini görmüyorlar mı? Yani karşı tarafı suçlayanlar asıl suçlu değil mi? Çünkü şimdi sorgulama başladı. Eskiden sorgulama yasaktı. Yasak olduğu için hiç kimse… Hanefi mezhebi icma dediyse dedi, bitti. Karşı çıkarsan kelle gider.
Evet, sonuç olarak tekrar… Allah ne diyor? “Yâ eyyuher rasûlu bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Ey resul rabbinden sana indirilen neyse onu tebliğ et.” (Maide 67) Burada vahyi gayri metluv diye bir şey var mı? İndirilen neyse… İndirilen ne? Kitap ve hikmettir. Sadece kitap değildir. Arapça bilenler için söyleyeyim. Bakara Suresinin 231. Ayetinde “ve mâ enzele aleykum minel kitâbi vel hıkmeti yeızukum bih” “yeızukum bihima” demiyor. Arapça bilenler için konuşuyorum. “Kitap ve hikmetten ne indirirse size onunla öğüt veriyor.” (Bakara 231) Yani kitabı ve hikmeti birlikte zikrediyor. İkisi de Allah tarafından indirilmiştir. Birini diğerinden ayırmıyor. Onunla size Allah öğüt veriyor diyor. Kitapla ve hikmetle… Gene Arapça bilenler için söyleyeyim. Çünkü Arap dili açısından bunu anlamak o kadar da kolay değil. “bihi” derken “ve ma enzele yeızukum bima enzele” o “ha” oradaki “ma” ya gider. Peki, kitabı ve hikmeti bize kim öğretti? Resulullah öğretti. Resulullah öğrettiği için öğrettiği her şeyin Kuranı Kerim’de olması lazım. Zaten bu arkadaşlarımızda yıllardır onun üzerinde çalışıyorlar. Kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Zaten hikmet tamamen kaybedilmiştir. Hiçbir mezhepte hikmet yoktur. Hikmet öldürülmüştür. Suçlusu da bulunamıyor. “bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana indirilen neyse (Kitap ve hikmettir) onu tebliğ et.” “ve il lem tef’al” “bunu yapmazsan” “femâ bellağte risâleteh” “Allah’ın sana yüklediği elçilik görevini tebliğ etmiş olmazsın.” Görevini yapmış olmazsın. Tamam da… Aynen Musa (a.s) gibi… Ya rabbi bu insanlar bana düşman kesilir. “vallâhu yağsımuke minen nâs” “Allah seni insanlardan korur.” O zaman Muhammed (a.s) için geçerliydi. Bu zamanda bizim için geçerlidir. Hangimiz Kuranı Kerim’i tebliğde samimiyetle uğraşırsak Cenabı Hak korur. “innallâhe lâ yehdil gavmel kâfirîn” “Allah o kafirler toplumunu da hedefine ulaştırmaz.” (Maide 67) Onlar sana karşı düşmanlık, şu, bu her şeyi yaparlar. Ama hep ne olur? Sonucu boştur. Hiçbir şey elde edemezler. Bize düşen nedir? Sabırlı olup yola devam etmektir. Ama sabrım bitti derler. Biten şey sabır değildir. Sabrın bitiyorsa kusura bakma sen sabırlı değilsin. Bitene sabır denmez. Bitmeyecek. Yürüyeceksin. 14 asır öncesi şartları mı var dünyada derler. 14 asır önceki suyu hiç sorgulamıyorsun, o zaman ki güneşi, havayı sorgulamıyorsun. 14 asır önceki hava bugün var mı demiyorsun. Onu yaratanın indirdiği kitabı sorguluyorsun. Öyle mi? Sen kimsin ya? Sen ilah mısın? Kusura bakma sen Allah’ın dininin mensubu değilsin. Hangi dine uyuyorsan ahirette göreceksin. Bakın diyor ki… “Gul yâ ehlel kitâbi” “De ki ey ehli kitap” “lestum alâ şey’in” “hiçbir temeliniz olmaz.” Bugün yeni bir nebi gelmiş olsa… Öyle düşünün. Muhammed (a.s) son nebi değil de bir nebi geldi varsayalım. Bu ayete göre bize ne der? Muhammed (a.s) ne diyor? “Ey ehli kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar)” “lestum alâ şey’in” “hiçbir temeliniz yok.” Siz hiçbir şey değilsiniz. “hattâ tugîmut tevrâte vel incîle” “Tevrat’ı ve İncil’i ikame etmedikçe” onu uymadıkça… Bugün bir nebi gelse bize ne diyecek? Kuran’a uymadıkça hiçbir temeliniz yok demez mi? Resulullah’tan 1800 sene önceki Tevrat’ı söylüyor. Ne oldu şimdi? Bu Allah’ın sözü kardeşim… İnanmayan inanmaz. Kuran’a uyacaksın. “ve mâ unzile ileykum mir rabbikum” “rabbinizden sizin için indirilene” Kuranı Kerimdir. Bunu yapmazsanız hiçbir temeliniz olmaz. O zaman Kuran’a uymazsak herhangi bir temelimiz olur mu bizim? Açık değil mi? Kapalı bir tarafı var mı? “ve leyezîdenne kesîram minhum mâ unzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve kufrâ” “Sana indirilen bu Kuranı Kerim var ya onların çoğunun taşkınlığını ve kâfirliğini arttırıyor.” (Maide 68) Bugün insanlara, kendine dindar diyenlere Kuranı tebliğ ettiğimiz zaman onların tepkileri aynen Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi değil mi? Bir farkları var mı? Nelerini arttırıyor? Kâfirliklerini ve taşkınlıklarını arttırıyor. Hiç kusura bakmasınlar. Tevbekar olsunlar. Bu iş böyledir. Bu işin faturası var derler. Evet, faturası var ama o fatura bize kesilmeyecek, size kesilecek. Ey Kurana uymayanlar o faturayı siz ödeyeceksiniz. “felâ teé’se alel gavmil kâfirîn” “O kâfirler topluluğuna üzülme.” (Maide 68) O zaman üzülmemize lüzum yok. Cenabı Hak bizi rızasından ayırmasın. Allah yardımcımız olsun, inşallah.