Bismillahirrahmanirrahim – İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla
‘’İnne hâżâ-lkur-âne yehdî lilletî hiye akvemu veyubeşşiru-lmu/minîne-lleżîne ya’melûne-ssâlihâti enne lehum ecran kebîrâ(n). Bu Kur’an, en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bulunan müminlere de müjde verir; onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır.’’ (İsra-9)
Euzubillahi mineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil alemin vel akibetü lilmuttekin vesselatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.
Geçen hafta velmurselat suresinden okumuştuk. Bu hafta aynı sureyi devam ediyoruz, ama bir bütünlük olsun diye, açıklamalara girmeden baştan kısaca böyle hızlı bir şekilde ayetlere meal vermek istiyorum ki, devamını bir bütünlük içinde takip edelim.
‘’ Velmurselâti ‘urfâ(n). Marufu, iyiliği, doğruluğu getiren ayetler hakkı için.’’ (Murselat-1)
‘’ Fel’âsifâti ‘asfâ(n). Bu ayetler, getiren ayetler, küfrü yıpratan, onun belini büken, onu parçalayan yetler hakkı için.’’ (Murselat-2)
‘’ Ve-nnâşirâti neşrâ(n). Doğruluğu yayan Allah’ın dinini yayan ayetler hakkı için.’’(Murselat-3)
‘’ Felfârikâti ferkâ(n). Küfrü parça, parça eden, bölük pörçük eden ayetler hakkı için.’’(Murselat-4)
‘’ Felmulkiyâti żikrâ(n) İnsanların zihnine bilgi yerleştiren ayetler hakkı için.’’ (Murselat-5)
‘’ ‘Użran ev nużra(n) Bu bilgi, anlatan için Allah’ın yanında bir özür, dinleyen için de bir uyarı olsun diye.’’ ( Murselat-6)
Bütün bunların hakkı için, şunu sizlere söylemiş oluyorum demiş oluyor Allahu Teala.
‘’ İnnemâ tû’adûne levâki’(un) Size yapılan vaad, verilen söz mutlaka yerine gelecektir.’’ (Murselat-7)
‘’Feizen nucumu tumiset. Yıldızlar silindiği zaman’’ (Murselat-8)
‘’Ve izessemau furicet. Gök yarıldığı zaman.’’(Murselat-9)
‘’Ve izel cibalu nusifet. Dağlar atıldığı zaman.’’ (Murselat-10) Böyle toz haline gelip de yerinden dağıtıldığı zaman.
‘’Ve izerrusulu ukkidet.’’ (İşte bütün bunlar olduktan sonra yeniden dirilme oluyor)‘’Elçilerin söz verdikleri vakit geldiği zaman’’(Murselat-11)
‘’Li eyyi yevmin uccilet. Hangi gün için tecil edilmişse. (Murselat-12) ( yani hangi gün buluşma sözü verilmişse, o gün geldiği zaman)
‘’Li yevmil fasl – Ayırma günü.’’ (Murselat-13) Bu dünyada mümin-kafir, inanan-inanmayan hepsi birbirinin içine girer; hatta bazen inanmayanlar, inananlardan daha mümin gösterirler kendilerini, daha dindar gösterirler. Böylece inananların tepesine binme fırsatı elde ederler ama ahirette bunlar ayrışacaktır.
‘’Ve ma edrake ma yevmul fasl? Sana kim anlattı, o fasıl günü nedir? Ayırma günü nedir?’’ (Murselat-14)
‘’Veylün yevme izin lilmukezzibin. O gün çirkinlikler yalancılar üzerinde olacaktır.’’ (Murselat-15) Tabi buna vay haline diye de anlam verilir, yazıklar olsun diye de anlam verilir ama esas olan o gün bütün kötülükler yalancıların üstünde kalacak. Neden Allahu Teala, ‘yalancılar’ diye bir ortak tanımlama yapıyor bütün kafirlerle ilgili olarak. Çünki Allah’ın dini, Allah’ın ayetleri yalanlanamayacak kadar açık ve nettir. Tabi, Allah’ın dinini Allah’ın ayetleriyle anlatırsanız bu olur. Allah’ın dinini şunun bunun sözleriyle anlatırsanız, o, şu, bu kim olursa olsun orda, bu sonuçlar ortaya çıkmaz. Ama Allah’ın dinini Allah’ın ayetleriyle anlatırsanız, karşı taraf bunu çok açık ve net olarak anlar, en küçük şüphesi olmadan anlar. Kabul edip etmeme ayrı bir konudur; kabul ettiği zaman doğruları kabul etmiş, kendi fıtratına dönmüştür. Kabul etmediği zaman kesinlikle yalan söylüyordur, yalan söylüyordur; çünkü gerçeği anlamıştır, ondan dolayı adına kafir denir. Tıpkı nankör insanların yaptığı gibi, onların yaptığına da dilimizde ‘küfranı nimet’ denir, yani nimete karşı kafirlik demektir. Nedir, dersiniz ki kardeşim ben sana ne yaparsam yapayım sen görmüyorsun. İşte bunlar da görmüyorlar, yani görmek istemiyorlar. Onun için hepsi yalancıdır. Kimler? Kime ki Kur’an’ı doğru bir şekilde anlattınız ve kabul etmediyse. Kur’an’ı doğru bir şekilde anlatmadığınız kişiler hariç.
Geçen hafta da burada, ben şahsen dini eğitim görenlerin bile kendilerine dinin tebliğ edildiğine inanmıyorum. Yani İmam Hatipte okumuş, İlahiyat Fakültesinde okumuş, ya da medresede okumuş, ne yaparsa yapsın onlara dinin tebliğ edildiğine ben şahsen inanmıyorum. Bu benim kendi kanaatim, yanlış olabilir çünkü falancanın kitabi okunarak din tebliğ edilmiş olmaz. Din, ancak Allah’ın Kitabı ile tebliğ edilir. Allah’ın kitabı, Allah’ın kulu , o ikisini bir araya getireceksiniz, anlatacaksınız. Şimdi, insanlar kendilerini haşa Allah’ın yerine koyuyorlar; biz Allah’ın ayetlerini anlatırsak anlamazlar. Seni ne ilgilendiriyor, Allah sana bunu anlat diyor gerisine sen karışma. Dolayısıyla bir kimseye din tebliğ etmiş olmak için Kur’an’ı Kerim’i anlatmak gerekir. Onun dışındaki bütün gayretler din tebliği olarak anlaşılmaz. Allahu Teala elçilerine:
‘’Ve ma alerrusuli illel belağ. Elçilere düşen sadece tebliğdir’’ demiştir. Peygamber s.a.v.e de .
‘’Belliğ ma unzile ileyke min rabbik. Rabbinden sana indirilen neyse sen onu tebliğ et’’ demiştir, o da kur’an’ı Kerim’dir.
İşte Kur’an tebliğ edildiği halde, yani Kur’an’ı siz insanlara anlattığınız halde bu insanlar eğer kabul etmiyorlarsa o zaman yalancılık ediyorlardır.
Kur’an-ı Kerim’in başında Allahu Teala diyor ki:
‘’Elif-lâm-mîm. (Bakara-1)
‘’Żâlike-lkitâbu lâ raybe fîhi … Bu kitap kendinde şüpheye yer olmayan bir kitaptır.’’ (Bakara-2) Bu ne demek? Yani bu kitabı kim okur da anlarsa, manasını kavrarsa bunun Allah’ın kitabı olduğunda en küçük şüphesi kalmaz, kesinlikle Allah’ın kitabı olduğunu anlar. Ama bu kitap;
‘’…huden lilmuttekîn(e)’’dir. Muttekilere yol gösterir.’’ (Bakara-2) Bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu anlayanlara yol göstermez, muttekilere yol gösterir. Mutteki olmak için de inanmak lazım. Dolayısıyla Allah’ın kitabını anlattığınız zaman, Allah’ın kitabı olduğunu kesinkes anlar, ya kabul eder ya etmez, etmezse kafir olur yalancıdır o, o yalancıdır. Onun için de burada:
‘‘Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün yalancıların vay haline, çekecekleri var.’’ (Murselat-15) Diyor Allahu Teala. Şimdi, bu mükezzibin kelimesini yalanlayanlar diye anlamlandırırlar; yanlış. Yalanlayanlar dediniz mi yanlış olur, çünkü yalanlama haklı olabilir, ama yalancılığın haklı tarafı olmaz. Geçen hafta da kısaca belirtmiştik; Kur’an-ı Kerim’ de bu kezzebe fiili üç şekilde geçiyor.
1-Mef’ulsüz olarak geçiyor, Arapça bilenleri için söylüyorum.
2- Ba harfi ceriyle geçiyor
3-Mef’ullü olarak geçiyor, dolayısıyla üçüne aynı manayı vermek Arapça bakımından yanlıştır.
Mef’ulsüz olarak geldiyse’’yalan söylemek, çok yalan söylemek demek olur.
Ba harfi ceriyle geldiyse, şunun karşısında yalan söylemek ki ; hep ayetlerin yalanlanmasında ba harfi ceriyle kullanılır. ‘’kezzebe bihi, bi ayetillah – Allah’ın ayetleri karşısında yalan söyledi’’
Bir de doğrudan doğruya mef’ul alır. Peygamber efendimize Cenab-ı Hakk’ın:
‘’..Ve ma yukezzibunek(e).. Bunlar seni yalanlamıyorlar.’’(Enam-33)
‘’..Ve lakinnel kafirine biayatillahi yechedun. Ama bu kafirler Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar.’’ (Enam-33) İşte bu yalancılıktır. Onun için tefsir ve meallerde maalesef bu kelimelerin hepsine de ‘yalanlama’ anlamı verilmiştir, dolayısıyla ayetleri doğru anlama imkanı büyük ölçüde ortadan kalkıyor. Mesela bu elimdeki mealde Murselat-15’e bakalım nasıl mana vermiş:
‘’Vay haline o gün yalan diyenlerin’’ Bundan ben bir şey anlamıyorum siz anladıysanız bilmem, ‘yalan demek’.
‘’Elem nuhlikil evveliyn(e). Öncekileri helak etmedik mi, öldürmedik mi? (Murselat-16)
‘’ Śumme nutbi’uhumu-l-âḣirîn(e). Sonra arkadan gelenleri onlara katacağız’’(Murselat-17)
‘’ Keżâlike nef’alu bilmucrimîn(e). Günahkarlara böyle yaparız.’’ (Murselat-18)
E peki öncekileri helak etmedik mi derken, peygamberler ölmedi mi, sıddikler ölmedi mi? Hepsi öldü biz de öleceğiz. Yani cennetlikler de ölüyor cehennemlikler de ölüyor ama cennetliklerin ölümü helak değil, çünkü onlar bu dünyada bir yaptıysa ahrette en az on karşılık alacaktır. Yaptığı bire karşılık, birin karşılığı on almak üzere bir yerde bekletilen kişiye helak olmuş denir mi? Ona sadece müjde verilir başka bir şey değil, değil mi? Ve daha fazlasını alacak sadece bire-on değil, onun için müminlerin ölmesi bir helak değil; kendilerine verilen müjdeyi alabilmeleri için bir dinlenme odasına çekilmek gibi bir şeydir. ‘Siz şurada beş dakika dinlenin, şöyle güzel içecekler var, rahat edin manzara da güzel hava da güzel’ böyle demektir. Sonra arkasından hayal edemedikleri kadar büyük nimetlerle karşılaşacaklar. Bu bir helak değil; ama bu yalancılar, dünyadaki tüm imkanlarını kaybetmiş olacaklardır. Büyük bir servete hükmederken orada hiçbir şeyi olmayacak, üstelik yaptıklarının cezası olarak da cehennem var. Hem elindekilerini tümüyle kaybetmiş hem de cezaya çarpılmış olacak onun için helak olmuş oluyor. Hani keşke ölse de kurtulsa.
‘’ Ve emmâ men ûtiye kitâbehu ve râe zahrih(i). Fesevfe yed’û śubûrâ(n). Defteri arkasından verilen yalvaracak; O da helakı çağıracak. ’’ (İnşikak-10-11) ah keşke, nerdesin ölüm, keşke ölseydi. Ya Rabbi beni öldür de kurtulayım. Yook mümkün değil.
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün yalancıların, işte bütün çirkinlikler yalancılara aittir.Yani vay haline onların çekecekleri var.’’ (Murselat-19)
‘’ Elem naḣlukkum min mâ-in mehîn(in).Sizi zayıf bir sudan yaratmadık mı? (Murselat-20) İnsanın tohumu; annesinin suyu, babasının menisidir ve dayanıklı bir su değildir bu, kısa sürede ölür.
‘’ Fece’alnâhu fî karârin mekîn(in). Sonra onu sağlam bir karargaha yerleştirdik(ana rahmine)’’ İlâ kaderin ma’lûm(in). Belli bir süreye kadar (Murselat-20-21)
‘’Fekadernâ feni’me-lkâdirûn(e). Sonra biz onun kaderini belirledik.’’ (Murselat-23) Nerede? Ana rahminde. Bize kaderin nerede belirlendiği anlatılır? Ezelde. Bir kere buna delil olabilecek ne bir hadis vardır ne de ayet vardır, hiçbir şey yoktur. Bak, yaratıldıktan sonra. Peki bu kader ne? Bu kader, ölçü demektir, yani ana rahminde her insanın kendine ait ölçülerini belirledik diyor Allah. Onun için birisinin sesi diğerinin aynı değildir. Birisinin görüntüsü diğerinin aynı değildir. Birisinin teri diğerinin aynı değildir. Birisindeki kıl diğerinin aynı değildir. Birisindeki küçücük bir parça diğerinin aynı değildir. Bir kişiyle tokalaştığın zaman, genetik uzmanları diyor ki: ‘’Sana ait milyonlarca genin bütün bilgisini onun avucunda buluruz’’ yalnız sana ait, dolaylısıyla Allah, ana rahminde senin kaderini belirliyor. Yani ne? Sana ait olmak üzere bir vücut yaratıyor, vücudun sana ait olan özellikleri var onu belirliyor. Kader o, yani kader kelimesinin Türkçe karşılığı ölçü, de Türkiye’de bugün kullanılan karşılığı standart. Ama her kişinin kendi standartları var bir de o standartların tüm insanlarla bir uyumu var. Kaderle ilgili bütün ayetlere bakın hep öyle.Halekahu ve kaderahu önce yaratır sonra kaderini belirler, yani ona ait ölçüleri belirler. Zaten hadis-i şerifte de ana rahminde bir meleğin gelip kişinin kaderini ,hayrını, şerrini orda belirlediği, yani standartlarını koyduğu ifade edilir. Dolayısıyla bunu ayetle birlikte anladığınız zaman problem olmaz. Ayetten ayırdığınız zaman, bu defa ana rahmi de kesmez sizi ezele gidersiniz. Elinizde hiçbir delil olmadığı için bu konuda ‘’Allah bilmiyor mu ‘’ demeye başlarsınız. Allahu Teala her şeyi biliyor Allah’ın bilgisi:
‘’ Kul lev kâne-lbahru midâden likelimâti rabbî.. Deki deniz Rabbimin sözleri için mürekkep olsa ..lenefide-lbahru.. (O’nun sözlerini yazsak) deniz kesinlikle biterdi.
..Kable en tenfede kelimâtu rabbî ..Rabbinin sözleri bitmeden deniz biterdi.
..Velev ci/nâ bimiślihi mededâ(n). O denizler kadarını da buna destekçi getirseydik gene biterdi.’’ (Kehf-109)
Peki bizim şu elimizdeki Kur’an-ı Kerim’e ne kadar mürekkep lazım? Az bir şey değil mi? Bizim Allah’ın bilgisinden bildiğimiz bu Kur’an’da olanla sınırlı. Öyleyse kendi kafamıza göre, bu Kur’an’ın dışında herhangi bir şey icat etmeye hakkımız yok. ‘’Allah bilmiyor mu kardeşim ‘’o zaman Allah bilmiyor mu meselesiyle hareket edersen, Kuran-ı Kerim’deki binlerce ayeti yok saymam lazım. Allah’ın bildirdiğine baksana sen, Allah’ın bilgisinden sen ne kadarını biliyorsun ki. İşte bu kader konusunda konuşanların tek dayanağı odur, çünkü ne ayet vardır ne hadis vardır kendilerini destekleyecek. ‘’Allah bilmiyor mu’’ diyerek insanların zihinlerini karıştırırlar, başka yapacakları yok.
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün yalancıların vay haline çirkinlikler onlar içindir.’’ (Murselat-24)
‘’ Elem nec’ali-l-arda kifâtâ(n). Biz yeri kifat etmedik mi?’’ Murselat-25) Kifat, şöyle(yanındaki Enes Hocanın elini kendine doğru çekti) tutup kendime çekiyorum, kifat bu. Şimdi yeryüzünde, toprakta bir çekim kuvveti var değil mi? Çekim kuvvetiyle yeryüzü, hem ölüleri hem dirileri barındırıyor. Onun için biz dünyadan ayrılmak istersek o çekim kuvveti engel oluyor. Ne kadar sıçrarsan sıçra düşüyorsun tekrar yere. O çekim kuvvetinden dolayı toprağın içerisine koyduğumuz ölüler orda kalıyor dışarıya atılmıyor.
‘’ Elem nec’ali-l-arda kifâtâ(n). Yeri kifat olarak oluşturmadık mı? Yani ona bir çekim kuvveti vermedik mi? (Murselat-25)
‘’ Ahyâen ve emvâtâ(n). Hem canlılara hem ölülere’’ (Murselat-26) Hepsini topluyor bir kap gibi içerisinde. Bir hadis rivayet ediliyor sahih mi, değil mi bilmiyorum; ama manası güzel.
‘’İkfitu sıbyanekum billeyl. Gece çocuklarınıza sahip olun.’’ Yani çekin, eve alın sokakta bırakmayın.
‘’ Ve ce’alnâ fîhâ ravâsiye şâmiḣâtin.. O yerin içerisinde yerin derinliklerine kökü inen dağlar yarattık.’’ (Murselat-27) Ama yüksek de, yukarılara da çıkıyor. Hani şimdi bir tahtanın üzerine çivi çakarsınız o çivi tahtanın derinliklerine gider. Tahtayı öbür tahtayla birleştirir; ama üst tarafta bir şeysi yoktur, aynı seviyede tahtayla. Ama dağlar öyle değil, dağlar yeryüzünü sabitleştiriyor ama dışarıda da yüksekçe bölümleri kalıyor.
‘’..ve eskaynâkum mâen furâtâ(n).Sizi tatlı su ile de suladık.’’ (Murselat-27) Tatlı sular da içtiniz. Furat kelimesi tatlı su demek. Demek ki bizim Fırat Nehri de tatlı su taşıdığı için o ismi almış.
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün yalan söyleyenlerin üzerinde pislik olacak, yazıklar olsun onlara.’’ (Murselat-28)
‘’ İntalikû ilâ mâ kuntum bihi tukeżżibûn(e) Gidin, hani onunla ilgili ayetlerin karşısında yalan söylüyordunuz.’’ (Murselat-29) ‘’Canım ahret olmaz, olsa bile Allah bana bu dünyadakinden daha fazlasını verir, Bana niye azab etsin ki’’ diye kafalarından konuşanlar var. Hani olmaz diyordunuz ya işte ona doğru gidin bakalım.
‘’ İntalikû ilâ zillin..Bir gölgeye gidin’’ Ama bu siz<in bildiğiniz gölgelerden değil.
żî śelâśi şu’ab(in).Üç şubesi var, üç bölümü olan gölge.’’ (Murselat30) Ama
‘’ Lâ zalîlin ..Gölgelendirmiyor.’’ Öyle senin bildiğin gölgelerden değil adamı serinletmiyor,
‘’..Velâ yuġnî mine-lleheb(i). O ateşin alevlerinden de korumuyor.’’(Murselat-31) O alevler oraya kadar geliyor, gelip adamı orda kızartıyor.
‘’ İnnehâ termî bişerarin kelkasr(i). O cehennem kıvılcımlar atar.’’ (Murselat-32) Ne gibi? Saray gibi kıvılcım olur mu? Şimdi bakın buradaki meale bir bakalım. ‘’Öyle kıvılcımlar atacak ki her biri bir saray gibi; sanki sarı erkek develer gibi.’’ Saray ile sarı erkek deve arasında ne benzerlik var? Sarayın rengi sarı mı? Şimdi saray gibi, bakın
‘’ İnnehâ termî bişerarin kelkasr(i). O cehennem kıvılcımlar atar, kasr gibi’’ Evet kasrın saray anlamı var, saray gibi kıvılcımlar atar diyor
‘’ Ke-ennehu cimâletun sufr(un). Sanki o sarı deve gibidir.’’(Murselat-33) Ya bir saray bir tane değil bir sürü sarı deveyi ahırına koyar, hiç dışarıda da göremezsiniz bile onu, nasıl oluyor bu? Şimdi hakikaten ben bunu anlayamıyorum; yani bu Kuran’a meal verenler niye düşünmeden meal veririler, hakikaten benim aklım almıyor. Bir çoklarının sözüne hak veriyorum, bana diyorlar ki çok sertsin; hakikaten haklılar, sert olmamaya gayret gösteriyorum ama başaramıyorum. Şimdi bakıyorsunuz ; ya kardeşim bu kasr kelimesi Arapçada olan bir kelime. Kasr kelimesine köşk manası verilir ama, kasiyr diye bir kelime vardır manası nedir? Kısa. Taksiyr vardır, eksiltme. İşte çok değişik manaları vardır; bir şeyi içinde saklama anlamı taşır. Saraya kasr denmesinin sebebi; hanımları içinde sakladığı içindir diyor, bina olduğu için değil. Yani bir şeyi içerisine alma. O zaman kelimenin asıl anlamı saray değil. Şimdi asıl anlamı ne? En eski müfessirlerden Dahhak var, yüzbeş tarihinde vefat etmiş. Peygamberimize en yakın; vefatı yüzbeş, doğumu belli değil. Yani bu zat seksen yaşında vefat etmiş olsa; zaten tabiindendir değil mi? Ben öyle biliyorum. Ne olmuş olacak Peygamberimiz a.s’ın vefatından oniki-onüç sene sonra doğmuş olacak öyle değil mi? Çünkü Peygamberimizin vefatı altıyüzotuziki , yok o kadar da değil 105 den 632 yi çıkarın kaç ediyor? Altmışsekiz eder, beş de katın yetmişüç. Yani adam yetmişüç yaşında olsa, Peygamberimizin vefat ettiği sene doğmuş olması lazım. Daha fazla yaşlıysa, Peygamberimiz hayatta iken doğmuş olur da bu bir başka bölgede doğduğu için görmemiştir o kadar. Yani ana kaynağa en yakın olanlardan bir müfessir; bu şahıs tefsirinde bu kelimeye şöyle diyor. Bu diyor, hurma gövdesi, uzun ağaçların gövdesi manasına gelir diyor. Hurma gövdesi, orda da hani lifler saklanıyor içerde, nasıl kadınlar sarayda saklandığı için adına kasır deniyorsa, burada da içinde ağacın lifleri, çeşitli bölgeleri saklanıyor ve bir gövde oluşuyor, yani bir sıkıştırma var orda. Hurma gövdesi ve uzun ağaçların gövdesi manasına geliyor. Şimdi hurma gövdesine, ağaç gövdesine benzer kıvılcımlar atıyor.
‘’ Ke-ennehu cimâletun sufr(un). Sanki sarı develer diyorlar, değil. Cimale kelimesinin de farklı manaları var. Evet deveye cemel denir; güzelliğinden dolayı. Çünkü arapların en çok hoşlandıkları mallarından birisidir. Ama mesela mücmel kelimesi de vardır aynı kökten, manası ne? Öz değimli? Özetlenmiş yani toplanmış bir araya. Şimdi cimale kelimesi de ya da cummel, ya da cemel, ya da cimal çok değişik şekillerde. Bu kelimenin de Arapça da; mesela en eski Arapça lugatlardan mu’cemu mekayısılluğa; orda diyor ki:’’ Bu gemi halatı ve köprü halatı anlamına gelir .’’Şimdi mesela biz İstanbul’da yaşayanlar; köprü halatı olarak, boğaz köprüsünün halatlarını biliyoruz değil mi? Onlar biraz fazla kalın ama gemi halatları da kalındır. Mesela gemi halatını uzatın bir ağacın gövdesine de benzer, köprü halatı bir ağacın gövdesine de benzer.
Şimdi cimaletun sufrun’da da sarı kelimesi; yine müfredatta şöyle diyor, gerçi diğer lugatlarda da aynısı var. Diyor ki: Bu sarı maden demektir, yani işte pirinç diyoruz ya. Bunları biz kendimiz icat etmedik ki, bunlar olanlar. Ve şunu da yazıyorlar; İbni Abbas buradaki cimale kelimesinin halat anlamında olduğunu söylemiştir diyor. İbni Abbas da Peygamberimizin amcasının oğlu olan sahabiden büyük bir alim, hatta tefsirde de önder kabul edilen bir zattır. E peki bütün bunlar kitaplarda varken o manayı vermek gerekirken niye böyle acayip bir mana veriliyor bu ayetlere. O zaman mana şu oluyor bakın.
‘’ İnnehâ termî bişerarin.. O cehennem kıvılcımlar atar…’’(Murselat-32) Şimdi siz gözünüzün önüne bir yanardağı getirin, yanardağdan yükselen kıvılcımları düşünün, sarı bir sütun gibi yükselmez mi? İşte bir açıdan da bakarsın halat gibi gözükebilir, çünkü hepsi değişik inceliklerde falan. Sarı halat, ya da ağaç gövdesi gibi, ağaç gövdesi gibi kıvılcımlar sanki sarı halattır, niye? Çünkü ordan kıvrılır. Dik olarak çıkıp durmaz sonra halat gibi kıvrılır aşağıya doğru iner. Şimdi tekrar bir mana veriyorum bakın:
‘’ İnnehâ – O cehennem
termî bişerarin – kıvılcımlar atar
kelkasr(i)- ağaç gövdesi gibi kıvılcımlar atar.’’ Çünkü onun bir yönüne bakarsan ağaç gövdesi gibi, üstü de dağılırya hakikaten sanki ağaç gövdesi gibi kalır alt tarafı.
‘’Ke-ennehu cimâletun sufr(un) – sanki sarı madenden gemi halatı ya da sarı madenden köprü halatı gibi.’’(Murselat-33) Şimdi yerine oturuyor, yani çok büyük kıvılcımlar atıyor. Biz bunu ancak bir yanardağ hayal ettiğimiz zaman düşünebiliyoruz, yoksa sıradan şeyler olmuyor. Ya da çok büyük bir yangında içerde bir takım şeyler patladığı zaman o kıvılcımlar atılıyor.
Yanındaki hoca: – Madenler eridiği zaman da kıpkırmızı akıyor.
Abdülaziz Hoca: Ama bu sarı diyor, tabi sarıyla kırmızı arasında da çok yakınlık var doğru.
Yani bu cehennem ateşinin ne kadar korkunç olduğunu bu şekilde ifade ediyor, ama efendim öbüründen de böyle anlıyorum diyebilirsiniz de; fakat anlamlarda bir uyumsuzluk var. Şimdi ‘’köşk gibi kıvılcım’’ böyle bir şey olmaz. Köşk nasıl deveye benzetilir, sarı deveye nasıl banzetilir? Evet bunlar şey olarak yani büyük sıkıntı doğuracak mana değil, diğer hatalar gibi ama bu bir anlayış meselesidir. Niye inceden inceye bakmıyorsunuz? Bizde birisi bir şey yaptı mı öbürü de onu yapıyor, hiç bakmıyor acaba bu insan hata etmiş olamaz mı diye. Bizim de –ben bundan çok eminim-ne kadar büyük hatalarımız vardır. Fakat bizim dostlarımız, sağ olsunlar bizi tenkit yerine duygusallığa kapılıyorlar. Ya niye duygusallığa kapılıyorsunuz yaptığımız bir yanlış varsa onu ortaya koyun biz de düzeltelim. Öyle yapacaklarına sen mi daha büyük alimsin falan mı diyorlar.
Birisi bana demişti ki: ‘’Sen mi daha büyük alimsin, İmam Rabbani mi?’’ Dedim ki:‘’Bilmiyorum acaba hangimiz daha büyük alimiz, ama ben ondan daha büyüğüm.’’ En iyisi dedim bir terazi getirin bir tarafa onun ilmini koyalım, bir tarafa benimkini; tartalım ortaya çıksın. Bu ne biçim bir tavırdır dedim, sizin bu yaptığınız sokak çocuklarının tavrına benziyor. ‘’Benim babam senin babanı döver’’ başka bir manası yok. Kardeşim sen mi daha büyük alimsin filan mı büyük alim diye bir laf söylemeye lüzum yok. Söylediğimiz bir sözün yanlışlığını görüyorsan, deki yanlış, yoksa yok.
Yani herkesin, hangi alim olursa olsun doğru yaptığı da vardır, yanlış yaptığı da. İnsanız çünkü. Kuran-ı Kerim’e Allahu Teala Peygamber a.s.’ın yanlışlarını yerleştirmiş, bizim olmaz mı? Elbetteki her alimin hatası olur, yanlışı olur ama bizim burada tenkit ettiğimiz şu; o alimin hata yapmasını değil, yapar ama arkasından gelenin hiç düşünmeden onu olduğu gibi alması yanlış. Bir baksana acaba bu zat doğru mu yapmış yanlış mı yapmış. Yok efendim bu büyük zattır yapmaz; Allah Allah!!!.
Allahu Teala kitabına koskoca Peygamberinin hatasını koymuş boşuna mı?
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün çirkinlik yalancılara mahsustur.’’(Murselat-34) Bu dünyada müminler de çirkin gösterilebilir ama , ahirette bu mümkün değil artık her şey ortaya çıkacak.
‘’Hâżâ yevmu lâ yentikûn(e). Bu konuşmayanların günüdür.’’(Murselat-35) Yani o gün kimse konuşmayacak .
‘’ lâ yetekellemûne illâ ..Hiç kimse konuşmaz.
men eżine lehu-rrahmânu Rahman’ın kendine izin verdiği kişi başka.
Ve kâle savâbâ(n).. O da sadece doğruyu söyleyecektir.’’ (Nebe-38) Başka bir şeyi değil. Herkes böyle susacak o gün, zaten herkesin bütün yaptıkları ortaya çıktığı zaman şaşırıp kalacak.
‘‘velâ yus-elu ‘an żunûbihimu-lmucrimûn(e) Günahkarlara hangi günahı işlediniz diye sorulmayacak’’(Kasas-78) Gerek yok ki hepsi ortada, hepsi yazılmış, ne yapacaklarını şaşıracaklar.
‘’..mâ li hâżâ-lkitâbi – şu deftere bak,
lâ yuġâdiru saġîraten velâ kebîraten illâ ahsâhâ. Küçük, büyük hiçbir şey bırakmamış hepsini yazmış..’’(Kehf-49) Kimsenin konuşmasına ihtiyaç yok. İşte
’Hâżâ yevmu lâ yentikûn(e). Bu konuşmayanların günüdür.’’(Murselat-35)
‘’ Velâ yu/żenu lehum feya’teżirûn(e) Kendilerine izin verilmez ki özür dilesinler.’’(Murselat36) Ya Rabbi, aslında falan varya ah o işte…tabi bunu cehennemde söyleyecekler de hesap gününde değil.
‘’Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e) O gün çirkinlik yalan söyleyenlerin üzerindedir, onlara mahsusdur, yalnız onlarda olacaktır.’’(Murselat-37)
‘’Hâżâ yevmu-lfasl(i).. Bu fasıl günüdür. İyi ile kötünün birbirinden ayrıldığı, hak ile batılın net olarak ayırd edildiği gündür.’’(Murselat-38) Dünyada her şey birbirine karışabilir
‘’cema’nâkum vel-evvelîn(e). Sizi orada topladık, öncekileri de.’’ Bütün insanlık orda.
‘’ Fe-in kâne lekum keydun fekîdûn(i). Eğer elinizde bir çıkış yolu, bir planınız bir projeniz varsa hemen yapın.’’(Murselat-39) Burdan kaçabiliyorsanız kaçın serbest, buyurun hadi; nereye kaçacaksın ne yapacaksın hiçbir şey yok.
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün çirkinlik yalan söyleyenlere mahsustur, vay haline onların’’(Murselat-40)
‘’ İnne-lmuttekîne fî zilâlin ve ’uyûn(in). Muttekiler, gölgeler ve çeşme başlarındadırlar.’’(Murselat-41)
‘’ Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn(e). Canlarının çektiği meyveler.’’(Murselat-42) Tabi o çeşmelerde sadece su yok, bal var,süt var her türlü içecekler, içkiler var, her şey var ne isterseniz. Ama oranın içkisi adamı sarhoş etmiyor, midesine de dokunmuyor, rahatsız da etmiyor, kolestroldur bilmem nedir hiç biri yok.
‘’ Kulû veşrabû henî-en.. Yiyin için afiyet olsun.
..bimâ kuntum ta’melûn(e). Bu yaptığınıza karşılıktır.’’(Murselat-43) Ne yaptık ki ya Rabbi, yani yaşadığımız ömür ne kadar? Yüz sene diyelim, e bu yüz senenin de yirmidört senesini ibadetle geçirdiğinizi kabul edin. Alnınızı secdeden kaldırmamışsın, bütün imkanlarını Allah yolunda harcamışsın. Eki cennet ne kadar devam edecek? Sonsuz, peki sonsuz karşısında yüz senenin kıymeti mi olur? Ya Rabbi, yani bu hangisi bizim yaptığımıza karşılık ki biz dünyadaki bütün ibadetlerimizi bir araya getirsek ordan bir tabak yemeğe bile yetmez bizim paramız.
‘’ İnnâ keżâlike neczî-lmuhsinîn(e). Biz iyi davrananlara mükafatı böyle veririz.’’(Murselat-44) Yani bizim kuralımız bu, sen yaptın ya tama m işte alacaksın. Burada ölçü yok, al.
‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün yalanlayanların vay haline, çirkinlikler yalanlayanların üzerindedir, onlar içindir, onlara mahsustur.’’(Murselat-45) ( İzleyici uyardı yalanlayan değil, yalancı olacaktı diye) Yalancıların evet yalancıların. Ne kadar yaparsak yapalım bizim de zihnimiz yıllarca yalanlayan diye alışmış, birden bire intikal etmesi kolay değil.
‘’ Kulû ve temette’û.. Yiyin ve biraz yararlanın. Şimdi Allahu Teala insanlara, bu yeryüzünde yaşayanlara yiyin için, az bir şey yersiniz içersiniz diyor. Yani isterseniz yüz sene yaşayın ömür boyu dünyanın en zengin en itibarlı, en güzel yaşayan, hayatını dolu, dolu yaşamak dedikleri şekilde yaşayan kişisi olun. Sonsuz ahret karşısında buradakinin ne değeri olur? Çünkü burada hadi yüz sene diyelim, öbür taraf yüz milyar sene değil ki; yüz katrilyon sene değil, artık bilmediğimiz bilmeme ne kadar sene de değil, rakamlar bitiyor sonu yok. Onlarla kıyaslarsan bu sıfır olur hiç bir şeysi olmaz bunun. Onun için yiyin için az yiyin az bir şekilde yiyin; niye az bir şekilde; isterseniz dünyanın tamamını yiyin ahiret karşısında hiçbir şeydir.
..kalîlen innekum mucrimûn(e). ; çünkü siz günahkarsınız.’’(Murselat-46) Suçlusunuz, yaratanı tanımıyorsunuz onun ayetleri karşısında yalan söylüyorsunuz. Gerçekleri pekala kavrıyorsunuz ama yapmıyorsunuz.
‘’ ‘’ Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e). O gün çirkinlik yalancılara mahsustur, yazık onlara vay onların haline.’’( Murselat-47)
Ve-iżâ kîle lehumu-rke’û lâ yerke’ûn(e) Onlara rüku edin dedikleri zaman rüku etmezler. Yani boyun eğin Allah’ın emrine uyun dendiği zaman bakarsınız ki, tabi canım elbette yani ama her konuda uymamız gerekmez diye Allah adına hükümler beyan etmeye çalışıyorlar. Ya öyle aa ben günde beş vakit namaz kılıcam. Yok şu bu.. Bu bana göre değil kardeşim kusura bakma. Tamam amenna ve saddekna bizde müslümanız ama sınırlarını ben kendi çizdiğim bir Müslümanlığı isterim Allah’ın çizdiği Müslümanlığı değil. Öyle mi.! hadi bakalım. İslam teslimiyet demektir, kayıtsız şartsız teslim oluyorsan Müslümansın. Benim şartım var. Şimdi savaş sırasındasınız düşmanı pusuya düşürdünüz. Tüfeği dayadınız teslim ol diyorsunuz. Diyor ki teslim olurum ama şartım var. Böyle bir şey olur mu? Eğer şart ileri sürebiliyorsa demek ki adamı teslim alamamışsın. Evet ya Rabbi , ben, sen eyvallah haşa, tevbe estağfirullah. Ama ama yani bu çağımızında şartları var yani hayatın bir takım gerçekleri var. Öyle mi ! Peki tamam serbest buyur istediğini yap. Tam teslim olmayı istiyor Cenabı HAK. Tamam yarabbi baş üstüne. Baş üstüne dedikten sonra yapamadıysan, ya Rabbi ben suçluyum. Gene başüstüne demektir o. Tabi hiç kimse kendisinin dinsiz olduğunu kabul etmek istemez. Yani hiç kimseye kafir diyemezsiniz. Şimdi aklıma geldi bu başörtüsü ile ilgili ilk toplantılardan birisiydi TGRT de açık oturum yapıyoruz. Yanımda da hala televizyonlarda arada sırada gözüken bir zat var. Şimdi o baş örtüsünün aleyhinde konusuyor. Şimdi bugünlerde lehine dönmüş gibi gözüküyor. Şimdi yan yana oturuyoruz. O baş örtüsü ile ilgili böyle aleyhde bir takım şeyler konuştu. Ben de ona dedim, reklam arasında dedim ki; ya konuşabilirsiniz tabi Allah sana cehenneme gitme hürriyetini vermiş. Kullan bu hürriyetini . Olur mu öyle şey? Dedi. Olmazsa dedim ona göre konuş. Allah sana cehenneme gitme hürriyetini vermiş kullanıyorsun. Kullan dedim. Kabul edemiyor. Olur mu öyle şey diyor. Onun için bunu arada sırada söylüyorum. Ama çok önemli bir şey olduğu için sürekli söylenmesi gerekiyor. Kim olursa olsun ateistlerde dahil herkes kendini dindar sayar.Yani dindar sayarken Allah’ın kulu olarak sayar. Başkasının kulu falan değil.Yanlış değerlendirmeyin. Kendini Allah’ın kulu sayar. Ama o dine kendisi tanım verir. Dini kendi tanımlar. Allah’ın tanımladığı dini istemez. Hesabına gelmez çünkü. Sınırlarını kendi çizdiği dinin dindarıdır, ya da bağlı olduğu grubun çizdiği dinin dindarıdır. Bir… İki; hiç kimse kendini müşrik saymaz, ama hiç kimse. Mekkeli müşrikler, bugünkü hıristiyanlar dahil. Çünkü müşriklik kötü bir şeydir; bunu herkes bilir. Ne derler? Suç samur kürk olsa kimse giymez, değil mi? Şimdi Allahu Teala şöyle diyecek:
‘’ Śümme lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(e) – Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik” demekten başka bir özür bulamayacaklar.’’ (Enam-23)
Mekkeli müşrikler o putları için diyorlardı ki; Bunlar Allah’ın yanında bize şefaatçi olacak. Peki bunlar ahrete inanıyorlar mıydı? İnanmıyorlardı. Yani inananlar vardı ama çoğunluğu inanmıyordu. Peki, ahrete inanmayan için put hangi türde şefaatte bulunabilir. Yağmur yağacak gidiyorlar işte puta; söyle işte yukardaki ile senin aran iyi, ve putlarada Allah’ın kızları melekler diyorlardı melek. Onun için Allah’ın isimlerinden veriyorlardı. Allah; onun müennesi ellat, Allah’ın bir ismi Elmennan; elmenat. Allah’ın bir ismi el Aziz; eluzz. Yani neye benziyor? Diyelim ki Hüsnü’nün kızının ismi Hüsniye. Aziz’in kızı Azize. Hamdi’nin kızı Hamdiye gibi yani. Yani babasının adına benzeterek isim veriyorlar. Ya Allah’ın kızlarıyla biz Allah’a gidiyoruz. Bizim asıl maksadımız Cenab-ı Hak, niye müşrik olalım ki? Şimdi bir de gidiyor bir eve diyor ki: işte bizim kıza bir kısmet senin yukarıdaki ile aran iyidir. Mekkeli müşrik ile yaptığının ne farkı var? Mekke’li müşrikte kendini müşrik kabul etmiyordu bunlarda kabul etmezler. Desen ki bundan istenir mi; ben Allah’tan istiyorum. Peki, Allah’tan istiyorsan daha buraya niye geldin? Bu zatın Allah’ın yanında kıymeti vardır. Varsa var uğraş seninde olsun sana ne. Ve şimdi en önemli kısmı söyleyeceğim size bunu ben her fırsatta da tekrarlamak istiyorum. Çünkü tüm müslümanların İslam aleminin en baştaki hatalarından bir tanesidir bu, sık sık tekrarlayalım belki yaygınlaşır. Şimdi bir Danimarkalı katolik papaz profösör söylemiştim dersime girdi bu geçen senenin son derslerinden bitanesi idi. Ders bittikten sonra biraz konuştuk. Dedi ki ; sen bize müşrik diyorsun. Halbuki derste hiç ondan bahsetmemiştim. Demek ki daha önce yazılarımızı okumuş galiba hazırlıklı gelmiş. Çünkü bana dediler ki: Dersine girmek istiyor müsaade eder misin? Bende buyursun girsin dedim. Sen bize müşrik diyorsun dedi ama biz müşrik değiliz. Vallaha dedim ben derste hiç öyle bir kelime kullanmadım ama siz müşriksiniz. Olur mu? Dedi. Biz Allah’ın birliğine inanıyoruz. Peki dedim, İsa’ya ne diyorsunuz? İlahtır. Peki, kutsal ruha? İlahtır. Peki, o üçünü birleştiriyorsunuz ona ne diyorsunuz? Çok kutsal üçlü birlik. Peki, siz böyle dediğiniz zaman Allah bir mi oluyor? Eş koşmuş olmuyor mu? ‘’Bu anlaşılmaz akılla’’ dedi. Ama dedim insanlar akıllı, bunu akıllı olmayan bir varlık türü bulun gidin onlara anlatın. Ama bakın bizim akait kitaplarımızda tevhid inancı nasıl anlatılır? Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak diye anlatılmaz mı? Peki Mekkeli müşrik Allah’a iki tane mi diyordu? Kuran ayetleri ile. Bugün ateistlerde dahil sana yok der ama kendi içinden varlığını çok net olarak, kesin olarak bilir. Ben Allah’ın varlığına inanıyorum diyor. Yeryüzünde hiç kimse Allah’ ı ikilemiyor. İşte Hristiyanlarda öyle. Onlar da Allah var ve bir diyor. Sen tevhid inancını Allah’ ın varlığına ve birliğine iman şekline getirirsen o zaman yer yüzünde bir tane müşrik kalmaz. Çünkü Mekke’li müştrikte Allah’ı var ve bir biliyor. Git Çin’e, Tibet’e,Kore’ye, Japonya ya onlar da iki tane Allah demiyor. Peki peygamberler ümmetlerine neyi anlattılar? ‘’La ilahe illallah- Allah’tan başka ilah yok.’’ Tevhid inancı bu. Allah vardır ve birdir dedin mi herkes şirkten uzak ve mümin olmuş olur muhavit olmuş olur. İşte Müslümanlar doğru tevhid inancından habersiz yetiştirildikleri için. Birisi televizyonda çıkıpta bir papaz Allah dedi mi, aa oda ‘’Allah’’ diyor ya diyor. Tabi ya ne diyecekti. Onun için Allah’tan başka ilah yoktur dediğiniz an iş değişiyor. O zaman hıristiyanın çehresi değişmeye başlıyor. O zaman başlıyor kızarmaya. Çünkü İsa’ya ilah dediğini çok iyi biliyor. Kutsal ruha ilah dediğini çok iyi biliyor. Papazının ilah olduğunu çok iyi biliyor. Buna şüphesi yok. İşte peygamber efendimiz Allah’tan başka ilah yoktur dediği için Mekkeliler ona karşı çıktılar. Yoksa ‘’Allah vardır ve birdir’’ deseydi hiç kimse karşı çıkmazdı. Çünkü hepside Allah vardır diyor, hepside Allah birdir diyor. Ayetlerde diyor ya:
‘’Ve lein seeltehum men halegas semâvâti vel arda leyegûlunne halegahunnel azîzul alîm -Eğer sen onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan elbette: «Onları çok güçlü ve herşeyi bilen Allah yarattı.» derler.’’ (Zuhruf-9)
Bir sor onlara gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette Allah. İşte sizi kim yarattı? Allah. Yağmuru kim yağdırdı? Allah. ‘’Allah’ tan başka ilah yoktur’’ dediğiniz zaman mesele ortaya çıkıyor. Şimdi siz bizde yapılan hataların büyüklüklerini görüyo musunuz? Siz tevhid inancı diye insanlara öğretmişsiniz. Öyle öğretmediler mi size lütfen söyler misiniz? Tevhid inancı diye ‘’Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak’’ dedin mi, islamın hiçbir ayrıcalığı kalmıyor ki. Ama bütün peygamberler ‘’La ilahe illallah’’ı öğretmişlerdir. Allah’tan başka ilah yok. Allah’ın varlığını ispata ihtiyaç olmadığı için hiç birisi bununla meşgul olmamış. Ama Allah’ tan başka ilah yok. Allah’ın varlığı için sayısız delil bulunur ama Allah’tan başka iddia edilen ilahlar için hiçbir delil olmaz. Almanya’dan gelen protestan prof. papaz onun konuşmalarına birçoğunuz katıldınız. Bizim vakıftaki görüşmelere gitti. Bir sene olmadı geleli dimi. Bir kaç ay oldu. Mayıs ayındaydı evet. Ona dedim ki ; Allah’ ın varlığına ve birliğine herkes inanır mı? Elbette dedi. Peki İsa aleyhisselamın ilah olduğunu iddia ediyorsunuz bu konuda bir deliliniz var mı? Dedim. Yoktur dedi. Kesin olarak yok. Ama hissedersiniz dedi. İnanırsanız hissedersiniz. Hep duygulara hitap ediyor. İşte Allahu Teala diyor ki: Ellerinde bir delil olmadan birisini Allah’a ortak koşuyorlar. Peki delil olmadan bir şeyi tanrı olarak ilan edersen suçlu olduğunu çok iyi bilirsin. Bunu sen söylüyorsan bunun bir tek sebebi vardır, bir amaçla söylüyorsundur. İbrahim aleyhisselam bunu diyor ki aralarında bir sevgi bağı oluşsun diye. Ayeti kerime şöyle:
‘’İnne mettehaztum min dunillahi evsanen meveddete beyni kum filhayattidunya – (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lanet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.’’ (Ankebut-25)