Geçen hafta Munafikun Suresine başlamıştık. Şöyle kısaca 4 ayet okumuştuk. Fazla vakit olmadığı için herhangi bir açıklamaya girememiştik. Bugün surenin başından başlıyoruz. Dolayısıyla bugünkü konumuz münafıklar ve bu vesileyle de dinden çıkanların hükmü. Yani kısaca mürtetlerin hükmü.
“O münafıklar sana geldiği zaman dediler ki biz şahidiz sen gerçekten Allah’ın peygamberisin. Allah biliyor ki sen elbette onun peygamberisin. Allah şahitlik ediyor ki bu münafıklar gerçekten yalancıdırlar.” Yalancı kimdir? Doğruyu gizleyen, bir. Bir de doğru söylemeyen kişidir. Yani geliyor diyor ki sen Allah’ın peygamberisin. İnanıyor mu Allah’ın peygamberi olduğuna. İnanmadığı halde ben şahidim ki sen gerçekten Allah’ın peygamberisin diyor. Mesela biz söylediğimiz zaman şunu deriz. Eşhedü enne muhammeden abduhü ve resulüh deriz. Ya da eşhedü enne muhammeden resulallah deriz. Yani ben şahitlik ederim ki Muhammet, Allah’ın elçisidir.
Şimdi münafık geldiği zaman bu kadarıyla yetinmiyor. Bir de haberine ram katıyor, diyor ki “Sen gerçekten Allah’ın peygamberisin, bu konuya biz şahitlik ederiz.” Çünkü samimi olmadıkları için sözleriyle karşı tarafı kandırmaya çalışıyorlar. Şimdi “Allah biliyor ki sen tabi ki onun peygamberisin.” Ama Allah şahit ki bunlar yalan söylüyorlar. Senin Allah’ın peygamberi olduğunu kabul etmedikleri halde sen gerçekten Allah’ın peygamberisin diyerek yalan söylüyorlar.
Münafık ne demek? Türkçemizde ne diyoruz ona? İkiyüzlü. İki tarafa da yüzü var. Yani bu tarafa dönüyor sendenim diyor, öbür tarafa dönüyor sendenim. Araplarda geçitlerin adına nafak diyorlar. Yani bir vadiden diğer vadiye, iki dağ arasından olan geçide nafak diyorlar. O geçidin iki yüzü var değil mi? Bir yüzü bir vadiye bakıyor, bir yüzü bir vadiye. Tünele nafak diyorlar Araplar. Tünelin de iki yüzü var. Bir yüzü bir tarafa bakıyor, bir yüzü bir tarafa bakıyor. Şimdi gidin bir adamı tünele kapatın. Önünü de büyük bir kayayla örtün. Ben bu adamı buraya hapsettim deyin. Ne yapar? Öbür taraftan çıkar. Dolayısıyla bir tarafla arası bozulursa öbür tarafla zaten arası iyidir. Bu kendisine göre böyle.
Ama insanlar akılsız değil ki. Münafıklar genelde iki tarafın da hoşlanmadığı kişilerdir. Ortada kalırlar. “Ne o tarafa gidebilirler ne bu tarafa gidebilirler. İkisi arasında böyle gidip geliyorlar.” Ben bu münafıkları düşündüğüm zaman İstanbul Boğazı aklıma geliyor. Boğazda iki tarafa yüzüp duruyor. Geliyor Kuzguncuk tarafına, kıyıya kadar geliyor çıkamıyor. Oradan geçiyor Beşiktaş tarafına kıyıya kadar geliyor çıkamıyor. Oraya gidiyor, oraya gidiyor. İkisinin arasında. Ama kendisini çok akıllı kabul ediyor. İki tarafta da dostlarım var, bir tarafta işim bozulursa öbür taraf tamamdır diyor.
Bu köstebeklere de Araplar nafika diyorlar. O da münafıklık yapıyor yani yerin altında bir tünel açtığı için diyorlar. Tünelin ağzını kapatırsınız, şimdi orada kıstırayım da boğul dersiniz bakarsınız ki size öbür taraftan el ediyor. O taraftan başka ağızdan çıkmıştır. İşte münafıklar böyle, iki yüzlü.
“Onlar yeminlerini kalkan edinirler. Böylece Allah’ın yolundan çekilip gittiler.” Şimdi yemin ediyorlar ya, yukarıdaki sözleri onların yeminleridir. Yani biz kesinkes şahadet ediyoruz, şahitlik ediyoruz ki sen gerçekten Allah’ın peygamberisin sözü bir yemindir. Çünkü şahitlikle kuvvetlendiriyor. Yemin zaten sözün kuvvetlendirilmesi demektir. Yani sağ ele yemin denir. Niye? Sol elden daha kuvvetlidir de ondan. İşte vallahi, billahi gibi sözlerin kullanılması sözü kuvvetlendirmek içindir. Ve o kuvvetlendirme işi eşhedü kelimesi ile yapılır. İşte böyle yeminlerini kalkan ediniyorlar. Tamam gittik, şimdi bunlar yutarlar, biz eşhedü innekele resulallah dedik ya artık bunlar bizi Müslüman kabul ederler, ondan sonra istediğimizi yaparız. Öyle bir siper ediniyorlar, arkasından sıvışıp gidiyorlar istedikleri tarafa doğru.
“Ya da insanları Allah’ın yolundan engellediler.” Engelliyorlar. “Bunların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür.” Yaptıkları şeyler ne kötüdür, ne kötü şey yapıyorlar, ne kötü davranış sergiliyorlar. “Bu şundan dolayı: Onlar önce inandılar.” Burada sık sık tekrarlıyoruz ya Müslüman olmak çok kolaydır. Çünkü akıl, mantık, insanlık, her şey onu gerektirir. Fakat Müslüman kalmak çok zordur. İbadetleri yapacaksınız, bir sürü günahtan kaçınacaksınız, bir gün değil, beş gün değil, her gün. Bir müddet sonra insana ağır gelir, kıyısından köşesinden… Ondan sonra bakarsınız ki yoldan çıkmış.
(Bir katılımcının sorusu ya da konuşması… Anlaşılmıyor.)
Evet, şahadet kelimesinin yemin manasında olduğunu belki sizden merak eden olur. Nur Suresinde eşlerinin zina ettiğini iddia eden kişilerin iddiasından sonra yapılan duruşmada -ki buna mülahale deniyor, karşılıklı lanetleşme işi- orada da eşhedü kelimesi yemin manasına kullanılıyor. Zaten bu yaygındır, eşhedü kelimesinin yemin manasında olması.
“Bunlar ilk önce inandılar, sonra kafir oldular. Sonra da kalplerinin üzerine yeni bir yapı oluştu. Artık onlar anlamazlar.” Gerçekten öyle oluyor. Böyle insanları çok görüyoruz. Bakıyorsunuz ki samimi Müslüman. Sonra gidiyor bir grubun içine giriyor. O grupla beraber Allah’ın dininden çıkmış oluyor. Fakat kendisini Allah’ın dinini daha iyi yaşayan bir zümreden zannediyor. Artık onun adı değişiyor, lideri değişiyor, kitabı değişiyor, her şeyi değişiyor ve yeni bir isim alıyor. Kendisini o haliyle diğer Müslümanlardan daha üstün görmeye başlıyor.
Şimdi birisi çok güzel bir şey yazmış Süleymaniye Vakfı sitesine. Diyor ki bu tarikat ve cemaatlere giderseniz ilk karşılaştığınız zaman şunu söylerler: Ya hepimiz de Müslüman’ız ve kardeşiz. İkinci aşamada şunu söylerler: Ama biz daha iyiyiz. Üçüncü aşamada ama öbürleri kötü derler. Yavaş yavaş. Ondan sonra bakarsınız ki ayet okursunuz duymaz olurlar. Cenabı Hakk’ın açık hükümlerine karşılık başka şeyler söylemeye başlarlar. Allah’ın yolundan ayrılmışlardır ama hiç farkında değillerdir.
Onun için münafıklar birkaç gruptur. Bazıları bilerek münafıklık yaparlar, Abdullah bin Übey bin Selul gibi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret etmeden önce Abdullah bin Übey bin Selul’un reisi olduğu Hazreç Kabilesi, o kabilenin önde gelenlerinden birçok kişi Mekke’de Peygamberimize gelip anlaşma yapmışlar. Yani akabe beyatları dediğimiz beyatları. Peygamber efendimizle anlaşmış. Hazreç’ten daha çok insan Müslüman olmuştur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret etmeden önce Abdullah bin Übey bin Selul’u Medine’nin kralı yapmak için anlaşmışlardır. Bunlar Medine’ye Yemen tarafından hicret eden iki kardeş. Birisinin adı Evs, birisinin adı Hazreç. Zamanla çoğalmışlar. Fakat Medine’de hakimiyet kuran Yahudilerin baskısı altına girmişler. Uzunca bir süre sonra mücadelelerle Yahudilere karşı bağımsızlıklarını ilan etmişler. Sonra da Yahudiler, bu iki kardeşin soyundan gelen Evs ve Hazreç Kabilelerini sürekli birbiriyle savaştırarak iki tarafı da sömürmüşler. Peygamberimizin Medine’ye gelmesinden 5 sene kadar önce meşhur Boğaz savaşı olmuş kendi aralarında ki çok sayıda insan ölmüş. Sonra da bakmışlar bu iş böyle olmuyor. Annesi Evsli olan Hazreç Kabilesinin reisi Abdullah bin Übey bin Selul’un krallığını kabul etmişler. Tam o günlerde Peygamberimiz Medine’ye gelmiş. Onun kraliyeti suya düşmüş.
Şimdi Arabistan’da bir yapı var. Kabile reisleri her şeye hakim. Her şeye derken kendi kabileleri üzerinde her şeye hakim. Medine’de de 2 tane kabile var. Medine’de o 2 kabilenin dediği dışında bir şey olmuyor. Ayrıca 4 tane de Yahudi kabilesi var. 3 tanesini biliyordum, 1 tanesini de bu hafta öğrendim. Geçende bir arkadaşımız bir soru sormuş. Onun üzerine ben de zaten bunu merak ediyordum, araştırdık öğrendik. Medine’de bir Beni Kaynuka denen Yahudi kabilesi var. Beni Nadir var ve Beni Kurezya var.
Bu 3 kabileyi Peygamberimiz Medine’de uzaklaştırmış. Beni Kureyza’ya büyük bir ceza vermiş. Çünkü Beni Kureyza Hendek Savaşında Müslümanlara karşı düşmanla işbirliği yaptığı için onları cezalandırmış. Ama bir 4. kabileden bahsediliyor. Bu da Beni Orayt kabilesi. Muhammet Hamidullah, İslam Peygamberi’nde bahsediyor. Bir de onun El Betayi Kutsiyasiye’si var. Orada Peygamber efendimizin Beni Orayt’la yapmış olduğu bir sözleşme var, bir anlaşma var. Onu da yayınlamış.
O kabile Müslümanların aleyhinde herhangi bir faaliyet yapmadığı için sürekli Peygamber efendimizin ikramına mazhar olmuş. Peygamberimiz vefat ettiği zaman almış olduğu buğdaya karşılık zırhını rehin vermiş. O zırhı rehin alan bu kabileden olan bir Yahudi. Bu soruyu sormuştu içinizden birisi geçen hafta. Yahudilerin hepsi gittiğine göre bu Peygamber efendimizin zırhının bir Yahudi’de rehin olduğunu biliyoruz. Peki o Yahudi kimdi? Yoksa bu rivayet mi yanlıştı falan diye. Ben de gerçekten merak ediyordum. Allah’a şükür bu hafta öğrendim.
Demek ki yanlış yapmayan insanlara karşı Peygamber efendimizin yaptığı herhangi bir hareket yok. Yani Peygamberimiz Medine’den Yahudileri temizleme harekatına girişmiş. Yahudilerin yaptıkları suçlardan dolayı onları cezalandırmış. Başka bir şey yok. Suç işlemeyenlere karşı da son derece iyi davranmış.
İşte bu Abdullah bin Übey bin Selul, Muhammet aleyhisselam Medine’ye vardığı zaman krallığı suya düşünce Peygamber efendimizin siyasi en büyük rakibi olmuş. Yani kendisine rakip görüyor. Peygamber efendimiz de oradaki o fiili durumu kullanıyor. Peygamberimizin Medine’de herhangi bir siyasi etkinliği yok. Fiili durum. O insanların hepsi Hazreç Kabilesi Müslüman olunca, Peygamber efendimize yönelince oranın bugünkü manadaki derin devlet kelimesi kullanıyor ya bazı kimseler öyle kullanıyor ya işte oranın derin devletinin yapacağı bir şey kalmıyor. Abdullah bin Übey bin Selul’un yapacağı bir şey kalmıyor. O zaman mecburen Müslüman gözüküyor.
Ama bu ayeti kerimeye baktığımız zaman eğer Abdullah bin Übey bin Selul’un Müslüman olmasıyla alakalıysa önce inandığı anlaşılıyor. Önce gerçekten samimi olarak Müslüman oldu, sonra da bu işten vazgeçtiği anlaşılıyor. Birçok yanlışlıklar yapmıştır. Savaş sırasında biraz sonra okuyacağız problem çıkarmıştır …. suyunun başında. Ayşe validemize iftirada bulunmuştur. Uhud Savaşından 300 kişiyle geri dönmüştür. Beni Nadir Kabilesinin, Beni Nadir Yahudilerinin Peygamber efendimize karşı çıkmasını sağlamıştır size destek vereceğim diye. Birçok yanlış şeyler yapmıştır.
Daha önce bahsettiğim bir olay var. Onu birkaç kere daha bahsetmemiz lazım kafalara iyice yerleşsin diye. O da bakın burada ayeti kerimede Allahü Teâlâ diyor ki “Onlar önce inandılar, sonra kafir oldular.” Önce inanmış, sonra kafir olmuş kişilere biz ne diyoruz? Mürtet diyoruz. Mürtetlere yapılan işlem neydi? Öldürmek. Yani din baskısı yok değil mi? İnanç baskısı yok. Sadece kafasını uçuruyorsunuz o kadar. Başka ne olacak yani öyle baskı mı olur?
Hemen her konuda Müslümanların Kuran’dan ciddi manada uzaklaştığını burada görüyoruz. Bu konuda da öyle. Dinden dönenin öldürülmesi olayı bütün fıkıh kitaplarında vardır. Hanefiler şunu söylerler. Derler ki 3 gün mühlet tanınır. 3 gün içinde bu kişinin şüpheleri giderilir. Eğer Müslümanlığa dönerse döner. Dönmezse öldürülür. E diğerleri de der ki mühlet tanımaya gerek yok. Dinden döndü hemen öldür gitsin. Hanefiler bir başka şey daha söyler. Eğer dinden dönen kadınsa öldürülmez derler. Niye öldürülmez? Çünkü dinden dönenin öldürülmesi Müslümanlara karşı bir silahlı harekette öncülük yapmaları endişesine dayanır. Kadın böyle bir şey yapamaz, onun için öldürülmez derler.
Diğerleri de der ki peki bu konuda dayanağınız ne? Dayanakları “… hadis metnini Arapçasından okuyor.” şeklinde uydurulmuş bir hadistir. Şimdi buna uydurulmuş bir hadis diyorum ama hadis kaynaklarına baktığınız zaman uydurulmuş falan demeniz mümkün değil. Ben şimdi size ayeti kerimeleri okuyacağım, o zaman uydurulmuş olduğunu siz de anlayacaksınız.
Bir başka hadisi şerif uydurmuşlardır. Mısırlı bir alim bunların, bu hadislerin hayat hikayesini Arapça olarak yazmış uzun uzun. Hangi tarihlerde nasıl uydurulduğunu. Ama bütün hadis kitaplarında hemen hemen rastlayabilirsiniz bunlara. Diğeri de şu. “Müslüman bir kimsenin kanı üç şey dışında helal olmaz. Bir adam öldürmüşse ona karşılık öldürülür.” Ki bu Kuran-ı Kerim’de vardır, kısas şartları vardır. Affedilme imkanı vardır. “Zina eden dul öldürülür.” Böyle bir şey var mı? Yok. Kuran-ı Kerim’de yok. Sünnette Peygamber s.a.s. Kuran ayetleri gelinceye kadar Tevrat’a uygun bir şekilde recim cezasını uygulamış. Ondan sonra artık uygulamamıştır. Bunu defalarca çok açık ve net olarak burada anlattık. Detaylı bilgi edinmek isteyenler için süleymaniyevakfi.org sitemize girerler, Nesih ve Zina Cezası başlıklı yazımızı okurlar. O konuda konuyla ilgili hadisler, Peygamber efendimizin uygulamaları, bu uygulamaların nasıl kalktığı bütün tarihi seyriyle ortaya konmaktadır.
Üçüncü olarak da diyor ki “Dinini terk eden yani cemaatten ayrılan öldürülür.” Cemaatten ayrılan da ne demek? Cemaat kim? Enes Hoca diyor ki bu hadise dayanarak Afganistan’da küçük küçük gruplar kurdular, ayrılanı öldürdüler. Onun için … (anlaşılmıyor) onun içine giriyor, onları beğenmiyor. Onları terk edince yakalayıp bu adamı kafir oldu diye öldürüyorlar. Ya düşmanın karşısında öleceksiniz ya da bu adamlar öldürecek.
E şimdi Allahü Teâlâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme diyor ki “Sen o insanlara hatırlat, görevlerini hatırlat. Sen sadece hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir baskıcı değilsin.” Peki, baskıcı değil. Öldürmek de ne oluyor? Neyse. Şimdi ayetler konuşacak, bizim konuşmamıza gerek yok.
Gerçekten Kuran-ı Kerim her şeyi halletmiş. Şimdi bizim vakıfta Allah’a şükür iyi bir araştırma ekibi oluştu epey bir zamandır. Yani yaklaşık 20 kişiyi buluyor. Doktorasını yapmış, yapmakta olan, vakfın araştırma elemanları falan, bunlarla hemen her gün … tartışıyoruz. Dünkü tartışmada bizde bir de Cezayir diye bir arkadaşımız var. Vakıfta sürekli çalışıyor da buradaki toplantılara gelemiyor.
Dün şöyle ilginç bir şey oldu. Bir konuyu tartışıyoruz. Biz bütün konuları Kuran-ı Kerim’e göre çözmeye çalışıyoruz. Bir meseleyi Kuran-ı Kerim’e göre çözerseniz o konuda en geniş ve en ince teferruatına kadar bilgiler Kuran-ı Kerim’de var. Bunları rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Bunun metodunu ortaya koymak nasip oldu. Çok farklı bir metottur bu. Yeni duyanlar yine onu bizim sitemizden okuyabilirler. Yani bugüne kadar bilinen bir metot değildir ama metodun bütün adımları Kuran ayetleriyle ortaya konmuştur. Herhangi bir kişinin görüşü değildir. O şekilde hareket edince her konuyu inceden inceye, bütün detaylarıyla Kuran-ı Kerim’den ortaya koyuyoruz. Sonra da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadisleriyle yaptığımızın doğru olup olmadığını kontrol ediyoruz. Bakıyorsunuz ki o hadisler birebir uygun düşüyor. Çünkü Cenabı Hak diyor ya, “Sizin için Allah’ın resulünde güzel bir örnek vardır.” Bu örnek, tabi her konu için örnek çözümleri Peygamberimiz koymuş demek ki. O zaman bizim yaptığımız doğru mu değil mi diye kontrol için hadisi şeriflere bakıyoruz hemen ortaya çıkıyor. Bir de bu arada uydurma olanlar da ortaya çıkıyor.
Asıl söyleyeceğim şu. Dün o Arap olan arkadaş diyor ki yahu diyor ben birçok Arap ülkesini dolaştım. Çok dikkatli birisi, ciddi takip eden birisi. Sizin gibi böyle Kuran’ı Kerim’i inceden inceye inceleyen araştıran… Yani bu sizin yaptıklarınız benim aklıma bile gelmez diyor. Hakikaten bizde Kuran’ı Kerim’i sadece okur geçersiniz. Sevap kazanmak için okursunuz. Sevap kazanmak için okuduğunuzda hiçbir şey anlayamazsınız. Orada sizi ilgilendiren ne kadar sayfa okuduğunuzdur, ne kadar şeyi anladığınız değil. Ben bugün bir cümle okudum diye kendi kendinizi rahatlatırsınız. Evet, elhamdülillah, cüzümü tamamladım. İyi halt ettin. Peki ne anladın? Allah ne diyor? Sen oradan bir tane ayeti anla bir ayda çok şey başarmış olursun. Bir tane ayeti anla ama yaşa onu. Çok şey halletmiş olursun.
İşte Kuran-ı Kerim her şeyi hallediyor dedik ya, dinden dönen öldürülür mü öldürülmez mi? Allah her konuyu çok detaylı olarak anlatıyor. Şimdi buraya bakın. Diyor ki “Onlar ilk önce inandılar, sonra kafir oldular. Sonra kalpleri üzerine bir tabiat oluştu.” Tubia, tabiat oluşturuldu manasınadır. Çünkü artık insan kendisi için yeni bir yapı kazanır. O yeni yapıda kendisinin doğruları, kendisinin yanlışları, kendisinin güzelleri olur ya da grubunun. Artık ondan hoşlanmaya başlar. “Artık onlar anlamazlar, kavramazlar.” Çünkü düşünmek istemezler.
“Ya Muhammet sen onları gördüğün zaman görüntüleri seni hayran bırakır.” Çünkü giyimlerine kuşamlarına çok dikkat ederler. Dersin ya dört dörtlük Müslüman işte kardeşim. Müslüman böyle olmalı. “Konuştukları zaman da sözlerine kulak verirsin.” Ya ne güzel konuşuyorlar. Maşallah. Hayran bırakırlar seni. Bak bunu yapan Peygamber s.a.s., hitap Peygamberimize. Peygamberimiz hayran kalıyor, Peygamberimiz kulak veriyor konuşmalarına. Çünkü Peygamberimizin onların kalplerini bilmesi mümkün değil ki.
“Onlar duvara dayalı kütükler gibidirler. Her sesi kendi aleyhlerine hesap ederler.” Çünkü suçlular ya. Birisi bir konuşma yaptığı zaman ha benim foyamı ortaya çıkaracak diye hemen oraya buraya bakarlar. “Asıl düşman onlardır.”
Tamam, peki ne yapacağız ya Rabbi? Gidip öldürelim mi onları? “Onlara karşı kendini koru.” diyor. Dikkatli olun onlara karşı. O kadar, söylenen bu. “Allah onları kahretsin ya da Allah onları kahredecektir.” Yani onların hakkından Allah gelecektir. “Nasıl da çevriliyorlar.”
İşte bu: Dikkatli ol. Tamam. E tabi ki dikkatli olacaksın. Çünkü her türlü oyunu yapıyor. Görüntü, tam Müslüman görüntüsü. Konuşma tam Müslüman konuşması. Onun için asıl düşman. Hani derler ya “Dime düşmene düşmen elinde silahı ola. Veli müşkil budur sureti haktan gele.” Yani elinde silah olan düşmana niye düşman diyorsun ki? O zaten belli. Asıl sureti haktan gelendir düşman olan. Dost görünendir. Bunlar dost görünen düşmanlardır. Onun için asıl onlara karşı korunmak lazım.
Şimdi bir de Âl-i İmrân Suresinin 85. ayetini açalım. Burada Allahü Teâlâ diyor ki “Kim İslam’ın dışında bir din ararsa bu ondan asla kabul edilecek değildir. O, ahirette kaybetmiş olanlardandır. Allah şöyle bir kavmi nasıl yola getirir ki? İmana geldikten sonra küfre sapmışlar.” Yani insan kendisi imana gelecek ki Allah da ona hidayet versin. Küfre sapmış, kafir olmuş. “Şuna da şahit olmuşlar: Peygamber hak ve gerçektir.” Yani o konuda hiç şüpheleri kalmamış. Mesela Kuran’ı okumuşlar, anlamışlar, kavramışlar. “Onlara açık açık deliller gelmiştir.” Muhammet aleyhisselamın hak peygamber olduğu konusunda hiçbir şüpheleri kalmamıştır. Kuran-ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğu konusunda hiçbir şüpheleri kalmamıştır. Ama kafir olmuşlardır. Ne demek kafir olmak? Şimdi Allah’ın varlığı konusunda şüphesi olmamak başka bir şeydir, Allah’ı tanımamak başka bir şeydir.
Şöyle anlatalım bunu. Bir babanın iki tane oğlu olsa ikisi de bir suç işleyerek eve gelseler, baba ikisine de nasihat vermeye başlasa, onlardan birisi de baba artık biz yaşımızı başımızı aldık, ne yaptığımızı biliyoruz herhalde, neyin iyi, neyin kötü olduğunu biliyoruz. Artık tamam, senin nasihatine ihtiyacım yok der. Öbürü de anlat baba gerçekten doğru söylüyorsun, ben yanlışım, hata ettim diyor. Şimdi bunların ikisi aynı olur mu? Peki bu şahsın baba olduğu konusunda o babasını tanımazlık eden kişinin bir şüphesi var mı? Şüphesi yok. Ama onun emrine girmek istemiyor değil mi?
İşte kafir ya da münafıkların da Allah konusunda en küçük şüpheleri yoktur. Bunu kesinkes bilirler. Size yoktur falan diyebilirler, siz bakmayın. Ama kendilerinin en küçük şüphesi yoktur. Onlar da Allah’ın emrine girmek istemiyorlar. Hayat benim değil mi diyor, istediğim gibi yaşarım. Şüphesiz de o hayatı sana kim verdi? Bak burada sana küçücük şeyler verenler seni istedikleri gibi çalıştırıyorlar mı? Üç kuruş almak için çalışıyor musun gece gündüz? E peki sana her şeyi verenin senden bir şey istemeye hakkı yok mu? Benim dediğim her şey Allah’a aittir. Bu benimdir derken o sözü ağzından çıkarabilmen için vücudunda ne kadar çok mekanizmanın çalışması lazım bir düşün bakalım. Sana her şeyi veren, emir vermeyecek mi? İşte asıl mesele o. Allah’ın varlığı konusunda şüphe değil. Allah’ın emrine girmek istemiyor insanlar. İşte kafirliği o.
Tıpkı şey gibi işte Musa aleyhisselamın 40 günlüğüne Tur-i Sina’ya çıkmasından sonra başlarında Harun aleyhisselam var ve bu insanlar o kadar mucizeyi görmüşler. Denizden geçmişler, düşmanlarının boğulduğunu görmüşler, en küçük şüpheleri yok, Musa aleyhisselamın Allah’ın peygamberi olduğu konusunda. Orada Samiri put yapıyor, bir buzağı heykeli yapıyor ve tapıyorlar. Yani onların elebaşı o. Musa aleyhisselam geliyor ona diyor ki (Taha Suresi 95’ten başlayarak) “Senin derdin ne? Sana olan ne Samiri? Senin hedefin neydi? Böyle bir şeye seni hangi şey sevk etti? Bak diyor Musa, ben bunların görmediklerini gördüm.” Yani bunların kavrayamadıkları şekilde senin getirdiğin dinin hak ve gerçek olduğunu kavradım. “Peygamberin izine yani senin izine sıkı sıkıya sarıldım. Sonra da onu kaldırdım attım. Canım böyle istedi, var mı diyeceğin?” İşte olay, o açıkça söylemiş, birçokları da bunu yapıyor, yaptıkları bu. Canım böyle istedi kardeşim, hayat benim değil mi, kim ne karışır diyor. İşte kafirlik böyle oluşuyor. Ha, bu ayete şu verdiğimiz manayı veren herhangi bir müfessir de yok. Bunun da burada altını çizmiş olayım. Orada bir sürü saçma sapan hurafeler uyduruluyor.
İşte Allahü Teâlâ burada diyor ki “İnandıktan sonra kafir olmuş, peygamberin gerçek olduğuna şahit olmuş, kendilerine açık açık ayet, deliller gelmiş olan insanlar inandıktan sonra kafir olacaklar, Allah bunları nasıl yola getirir? Allah, zalimleri yola getirmez.” Kendisi yola gelmek isteyecek ki getirsin, yoksa yok.
Şimdi bakın, inandıktan sonra kafir olmuş. Ne olmuş oluyor bu? Mürtet. Mürtetlerin cezası ne? Bak Allah ne diyor? Bu münafık değil. Bu ayette münafıklık yok. Münafık öbür ayetteydi. Bunlar açıkça kafir, Samiri gibi. Bu ayette öyle, burada münafıklar değil. Burada ne diyor Allah? “Onların cezası…” Bir şüpheye yer var mı? Bak cezaları diyor. Kimin cezası? Mürtetlerin cezası. Allah söylüyor. Onun için en başta uydurma hadis dememim sebebi o. Cezaları neymiş? “…Allah’ın laneti onların üzerine, meleklerin laneti ve tüm insanlığın laneti onların üzerinedir. Sürekli o lanette kalırlar.”
Şimdi bu halidina kelimesi bunun ahirette olduğunu size hatırlatabilir. Değil. Yani bu dünyada kalıyorlar. Eğer öldürürsen çekip ahirete gitmiş olacak değil mi? “Azap onlardan hafifletilmez.” Devamlı sıkıntı içinde olurlar demektir. “Yüzlerine de bakılmaz.” Bu niye dünyada diyoruz? Bu ahiret cezası değil ha, dikkat edin. Bu ceza ahiret cezası değil. Bu dünyadaki cezaları. “Ancak tövbe edenler hariç.” Peki siz öldürürseniz sürekli bunlar bu ceza altında kalabilirler mi? Doğru ahirete giderler, ahiret cezası başlar. Tövbe etmeleri de içten karar vermeleriyle olur. Yoksa sen 3 gün hapsedeceksin, tövbe ettireceksin. Tövbe ettin mi etmedin mi? Tamam. Adam bakacak, tövbe etmezsem ne olacak? E keseceğiz. O zaman tövbe ettim diyecek. Canı kurtarmak için niye yapmasın ki? Peki ne kazanacaksın? Bir tane münafık kazanacaksın. Bu şimdi fazilet mi? Bak ne diyor? Onların cezası budur diyor. Bunu Allah söylüyor değil mi?
Şimdi az önceki “Kim dinini değiştirirse öldürün.” Diye bir hadis uydurmuşlar ya. Kim dinini değiştirirse öldürün. Peki adam Hıristiyanken Müslüman olursa ne yapalım? Hıristiyanken Yahudi olsa, Yahudiyken Hıristiyan olsa, ya da işte ne bileyim. Ne yapacağız şimdi onlara? Burada şüpheye yer var mı ayette? “Onların cezası Allah’ın laneti onların üzerine, meleklerin laneti ve tüm insanlığın laneti. Sürekli o lanette kalırlar.” Sürekli kalmaları için yaşamaları lazım değil mi? Çünkü bu ayet ahiretle ilgili değil. Tövbe ederlerse başta diyor ya, ahirette tövbe yok çünkü. Tövbe bu dünyada var. “Tövbe ederler ve durumlarını düzeltirlerse Allah onları bağışlar ve ikramda bulunur. İnandıktan sonra kafir olanlar, sonra kafirliklerini artırmışlar. Onların tövbesi kabul edilecek değildir.” Kafirliklerini artırmışlar ya. Tövbeyi kabul edecek kimdir? Allah’tır. O zaman bize ne düşer? “Onlar yoldan çıkmış kişilerdir.” Hiç şüphe var mı mürtedin cezası konusunda? Yani zihnime şu soru takıldı diyeniniz var mı?
(Hocam, bunlar o zaman mürtedi de kendileri uydurmuşlar, cezasını da kendileri uydurmuşlar. Çünkü Allahü Teâlâ burada iman etmişler, sonra küfretmişler diyor.)
Yok, mürtet kelimesi ayeti kerimede var. O kelime yanlış değil. Mesela hem Bakara Suresinde (217. ayet) var mürtet kelimesi. Ayetin ortasından okuyacağım. Yahuddu kelimesi, rad kelimesinden geliyor, o köktendir mürtet de. Orada yanlışlık yok. “Onlar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. Sizi dininizden çevirip mürtet yapıncaya kadar. Eğer güçleri yeterse. Sizden kim dininden dönerse, kafir olarak ölürse…” Bak öldürülürse değil. Mesela eğer o denilen olsaydı sizden kim dininden dönerse öldürünüz olması gerekirdi. Değil. Öldürülürse demiyor, ölürse diyor dikkat edin. Çünkü ölene kadar tövbe imkanı var. “…kafir olarak ölürse onların amelleri dünyada da ahirette de yok olmuştur. Onlar cehennem halkıdırlar. Sürekli orada kalacaklardır.”
Bir de Maide Suresinde var yine mürtet kelimesiyle ilgili. O da 54. ayet. “Müminler sizden kim dininden döner, irtisad eder mürtet olursa…” Peki ne olacak? Dönersen dön demek istiyor Cenabı Allah. Dönüyorsan dön, Allahü Teâlâ’nın kimseye minneti yok ki. “…o zaman Allah sizin yerinize bir toplum getirecektir. Allah onları seviyor, onlar da Allah’ı seviyorlar. Müminlere karşı alçakgönüllü, kafirlere karşı izzetli ve şiddetli, sert. Allah yolunda cihat ederler, kimsenin ayıplamasından da korkmazlar. Allah’ın ikramıdır, Allah onu istediğine/isteyene verir. Allah’ın imkanları geniştir, her şeyi bilir.”
Şimdi, demek ki varmış değil mi? Ama hiçbirinde öldürülme yok. Kuran-ı Kerim’de Allahü Teâlâ diyor ki “Dinde hiçbir ikrah olmaz.”
(Dinleyenlerden bir kişi, konuşması anlaşılmıyor.)
Bu Allah’ın ikramıdır, Allah isteyene verir de diyebilirsiniz, istediğine verir de diyebilirsin. Orada her iki mana da mümkündür. Allah’ın imkanları geniştir, her şeyi bilir. Hiç de gözünüzden kaçmıyor yani. burada ders vermek eskisi kadar kolay değil.
Yunus Suresi 99. ayetini şey yapıyor. Burada diyor ki “Eğer Rabbin herkesin Müslüman olmasını, insanlar Müslüman olsun deseydi zorla herkesi Müslüman ederdi.” Değil mi? “Allah böyle bir şey yapmıyor da onlar Müslüman olsun diye sen mi baskı yapacaksın?” Şimdi adama diyorsun ki 3 gün sana mühlet. 3 gün içinde eğer dine dönersen dönersin, dönmezsen keseceğim. Hiç baskı yok değil mi? Hiç ikrah yok. Allah öyle diyor. Sen mi diyorsun onlara baskı yap? Ben istesem hepsini Müslüman ederdim, sana ne oluyor diyor değil mi Cenabı Hak? Onlar Müslüman olsun diye sen baskı mı uygulayacaksın? Evet “Dinde herhangi bir ikrah olmaz.” diyor Cenabı Hak. Dinde yok.
İmanın ana unsuru nedir? Kalp ile tasdik, içten kabul etmek gerekir. Münafık nedir? İçten kabul etmediği halde kabul ettiğini söylüyor. Geliyor Peygamberimize ne diyor? Eşhedü innekela resulallah diyor. Ben şahidim ki sen gerçekten Allah’ın resulüsün diyor. Ama Allah kabul etmiyor. Yalan söylüyor diyor. Kendisi inanmıyor değil mi? O zaman esas olan nedir? Kalpten kabul etmektir. Bu, Müslümanlık kardeşim, Hıristiyanlık değil ki. Adam tutuyor bir suyun içine sokup çıkarıyor işte oldun Hıristiyan.
Bir hikaye duymuştum. Mardinli bir arkadaş anlatmıştı. Diyor ki Mardin’de Süryani Kilisesi var. Bir öğretmen diyor papazın kızına aşık olmuş. Bu gerçek bir olay. Öğretmen de tanıyor onu. Öğretmenin pek dinle imanla bir alakası yok. Kızın babası demiş ki tamam verelim ama gelsin Hıristiyan olsun. Nasıl olacağım? Demiş ki yani işte babam seni vaftiz edecek. E tamam gelirim demiş. Gitmiş vaftiz olmuş, kızı almış, evlenmiş. Şimdi bunların et yemedikleri bir şey var. Paskalya mı diyorlar ona? Neyse artık, et yemedikleri bir bayramları var. Bu da şimdi canı çok tavuk istemiş. Hanım pişirmiyor. Hanıma diyor ki ya ben diyor bunun, bu tavukları ben Hıristiyanlaştırdım. Getir onları yiyelim diyor. Ya olur mu öyle şey? Yok yok, helal, helal diyor. Ben onu helal hale getirdim, sen bilmiyorsun bu tavuklar helaldir. Getir yiyelim. Neyse yiyorlar. Nasıl yaptın diyor. Suya batırdım çıkardım. Olur mu öyle şey? E diyor senin baban beni suya batırıp çıkararak Hıristiyan yaptığına inanıyor da sen niye inanmıyorsun benim tavukları Hıristiyanlaştırdığıma.
Şimdi, adama inanıyor mu inanmıyor mu bakmıyor. Anlatmıştım ya birkaç kere, papaza dedim ki bir adam kiliseye sürekli devam etse, zengin de olsa hep yardım yapsa, bütün kilisenin inancını canı gönülden kabul etse, içten fakat vaftiz olmasa bu adam öldüğü zaman ne olur? Cehenneme gider dedi. Niye? Vaftiz olmadı dedi. Peki küçücük çocukları vaftiz ediyorsunuz, ondan sonra da kiliseye düşman yetişiyor. Hayatında bir kere kiliseye uğramıyor. Bu, öldüğü zaman ne olur? Cennete gider. Niye? Çünkü vaftiz oldu. Peki dedim Müslüman olan birçok Hıristiyan var. Evet var dedi. Bunlar size göre Müslüman mıdır dedim. Hayır dedi, biz onu dinden çıkarmadık ki gelsin de Müslüman olsun.
İslam dini böyle değil ki. Çünkü onlar kendilerini Allah’ın yerine koyuyorlar. İnanıyorlar ki biz kimi kiliseye kabul edersek Allah da kabul eder. Kimi çıkarırsak Allah da çıkarır. Biz kimi cennetlik dersek Allah kabul eder, kimin günahına affedersek Allah da affeder. Artık Allah olmuş kendileri haşa. Ama Müslümanlıkta öyle değil ki. Allah imanı öyle bir yere koymuş ki bütün dünya birleşse bir adamı Müslüman yapamaz zorla. Çünkü içten kabul etmesi lazım. Ona ağzıyla Müslüman’ım dedirtebilirsiniz ancak Müslüman olmaz ki. Onun için dinde baskı olmaz. Yani sen ne kadar yaparsan yap bu din baskıyı kabul etmez. O baskıyla adamın içine imanı sokamazsınız. Ancak o kendi hür iradesiyle kabul ederse eder. Yani böyle bir şey mümkün değil.
Ondan sonra namaz kılmak istiyorsun. Onun ana öğesi ne? İbadeti Allah için yapmak. Bu da niyet değil mi, içten. Adam Allah için değil de başka maksatlarla yaparsa bu ibadet olur mu? Hangi maksatla yaptığını içerden kendinden başka bir tek Allah bilir, başka kim bilir? Peki, ibadette baskı olur mu? Yani Allah öyle bir şekle getirmiş ki kendi dinini insanları dine kabul etmek de yalnız Allah’a ait, dinden çıkarmak da Allah’a ait. Onun için yudillu ve yehdi kelimelerinin faili devamlı Allah’tır. Çünkü Kuran’da kendisi koyar, onayı kendisi yapar. Hiçbir hocaya bu konuda yetki vermez. Peygamberimiz de dahil, ona da yetki vermez. Ne diyor ona? “Sen istediğini yola getiremezsin ya Muhammet. Allah, isteyeni yola getirir, çünkü kimin yola geldiğini en iyi o bilir.”
Sen adamın gerçekten isteyip istemediğini bilemezsin ki. İşte o münafık gibi gelir, vallahi de sen Allah’ın peygamberisin, billahi de der. Senin de çok hoşuna gider, sen iyi bir Müslüman’sın. Ama olmaz. “Bu konuda sana düşen herhangi bir şey yoktur.” diyor. Allah ister onların tövbelerini kabul eder, ister azap eder, kuralı Cenabı Hak koyar. Peygambere düşen sadece tebliğdir. Bize düşen de öyledir. Öyleyse insanların dine girip girmemeleri konusunda tamamen hür olmaları lazım.
Hatırlasanıza insanların dine girip girmemeleri konusunda baskı yapmaya gerek yok. Bizim tarihimizde bir Sabetay Sevi olayı var. Bu şahıs Yahudi. Çok becerikli bir insan. Önce beklenen mesih olduğunu anlatmaya çalışıyor. Çünkü Yahudiler de mesih bekliyorlar. Anlatmıştık daha önce. Hıristiyanlar da bekliyor. Tamam onları anladık da bizimkiler de bekliyor. Siz ne bekliyorsunuz ya?
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Gerçekten kutlu doğum haftaları sıkıntı oldu. Kutlu doğum haftaları çok kötü oldu gerçekten. Allahü Teâlâ’nın peygambere şikayet edildiği zamanlar haline dönüştü maalesef. Gerçekten dediğin haklı. İnşallah onları doğru dürüst değerlendirme imkanı olur. Din konusunda hiçbir ilave, hiçbir noksanlık yapmaya yetkimiz yok. Her şey Cenabı Hakk’ın gösterdiği gibi olmak zorunda.
Kendisinin mesih olduğunu iddia etmiş. Destekçiler de bulmuş. İzmir’de doğmuş bir insan. İzmir’den Selanik’e sürdürmüş oranın Yahudi liderleri. Selanik’ten gelmiş bu defa padişahla görüşmüş. İşin biraz zor olduğunu anlayınca Müslüman olduğunu söylemiş. Ben Müslüman oldum demiş. Sonunda 50 yaşında ölmüş. Daha genç yaşta ölmüş. Arkasından onu takip edenler Müslüman görüntüsü altında bugün hala devam ediyorlar. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ben şuna kesin inanıyorum. Bir toplumda insanlar açıkça hürriyet içinde ben Müslüman değilim kardeşim, ben kafirim diyemiyorlarsa ya da ben Müslüman’dım ama vazgeçtim diyemiyorlarsa orada bir insanın ben Müslüman’ım demesinin bir anlamı olmaz. Diyebilmesi lazım. Diyebilme hürriyeti olması lazım.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Niye? Neden alacaksın? Ha, geçmemeli manasına diyorsan tamam. Ama geçiyor. Vaka işte, o kadar okuduğumuz ayetleri boşuna mı okuduk?
(Hocam onlar zaten gelmiyorsa münafık türetiriz.)
Gelmediği takdirde münafık üretirsin. Yapacağın iş odur. O zaman sağlam Müslümanlar olmaz, her taraf münafık dolu olur. Çünkü ben Müslüman değilim, ben Müslümanlıktan çıktım demenin çok ağır faturası olduğu için adam münafık olarak kalır. O zaman sağlıksız bir toplum olur. Yani Allahü Teâlâ’nın verdiği din hürriyetini sonuna kadar biz insanlara kullandırmak zorundayız. Allah’ın verdiği hürriyeti biz alamayız. Buna hiçbirimizin hakkı yok. Ama asırlarca bu olmuş. İşte kitaplarımız bunlarla dolu. Dersimizin ikinci bölümünde göreceğiz. Münafıklar işte ayette Peygamber efendimize en ağır hakaretleri yapıyorlar, hiçbir şey yapılmıyor ama bizim fıkıh kitaplarımız kim peygambere hakaret ederse tövbesi bile kabul edilmez, hemen öldürülür diyor.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Ha, biz kabul etmeyiz de ahirette Allah kabul eder, tövbe estağfurullah. Yani hakikaten bir acayip. Bu kadar yüce bir dine sahip insanlarız ama dinimizi Kuran-ı Kerim’den uzak bir anlayışla anladığımız için maalesef durumumuz çok kötü. İnşallah Kuran-ı Kerim’e yeniden yöneldiğimiz takdirde karşımızda hiç kimsenin durması mümkün değildir. Yani bu işte sayı hiç önemli değil. Asıl olan anlayışın güçlü olması ve doğru olmasıdır. Doğru çok önemlidir. Şimdi mutfağınız ağzına kadar yiyecek dolu. Tonlarca yiyecek var orada, hepsi çürümüş. Oradan karnınızı doyurabilir misiniz? Orada çürümemiş bir küçük yiyecek parçası varsa onu alırsınız. Onun için sağlam Müslüman olmak zorundayız. Allahü Teâlâ’nın istediği gibi yaşamamız lazım. Cenabı Hakk’ın hiçbirimizin yardımına ihtiyacı yok. Allah ne söylediğini gayet iyi biliyor. Bize düşen, Allah’ın dinine uymaktır. Allah’ın dinini kendimize uydurmak değildir.
Şimdi, bu Münafikun Suresinin inmesine sebep olan bir olay anlatılır. Müreysi suyu var. Rivayete göre Beni Müstalik Gazvesinin yani Müstalik oğullarıyla Peygamber efendimiz savaş yapmış. Muhammet Hamidullah’ın söylediğine göre olay şu şekilde oluyor. Hayber’deki Yahudiler Mekke’deki müşriklerle işbirliği yaparak Peygamber efendimizi oyunla Medine’den uzaklaştırmak, sonra çevredeki Yahudilerin parasını da kullanarak çevredeki Arap kabilelerini de toplayıp Medine’ye büyük bir baskın yapıp Müslümanlık problemini kökten halletmek istiyorlar. Hepsini öldürmek istiyorlar. Bu işi temelden bitirelim diyorlar.
O arada Beni Müstalik var, Mekkelilerin müttefiki. Oldukça etkili bir kabile. Peygamber efendimiz bunu hissediyor. Sonra bir durum yoklaması yapıyor, bakıyor ki ciddi ciddi hazırlıklar var. Hemen Mekke’yle Medine arasındaki yolun üzerinde olan Müstalik oğullarına bir sefer düzenliyor şaban ayında. Gidiyor orayı fethediyor, epeyce de ganimet alıyor, oradan epeyce de esir alıyor, halkı esir alıyor orada. Ganimetler paylaşılıyor, esirler paylaşılıyor. Sonra o kabilenin reisinin kızını satın alarak hürriyetine kavuşturuyor ve onunla evleniyor. Onlar evlenince onu gören bütün Müslümanlar ellerindeki esirleri serbest bırakıp mallarını da iade ediyorlar. Öyle olunca Araplar şaşırıp kalıyor. Ya bunlar ne biçim bir insan? Hepsi Müslüman oluyor Müstalik oğullarının. Bu defa Peygamber efendimiz Mekke ile Medine arasına büyük bir Müslüman kabile yerleştirip onların planlarını büyük ölçüde sekteye uğratıyor.
Gelirken yolda Müreysi suyunun başında konaklıyorlar. Bu münafıkların reisi, aynı zamanda Hazreç Kabilesinin de reisi olan Abdullah bin Übeybil Selul bir söz söylüyor ki o söz o surede var. Müreysi suyunun başında Hz. Ömer’in ücretle tutmuş olduğu bir hizmetçisi var, Cahcah adında. O münafıklardan da birisinin hizmetçisiyle aralarında bir sürtüşme oluyor. Birisi ensarı çağırıyor, birisi muhacirleri çağırıyor. Abdullah bin Übeybil Selul da bunları duyuyor diyor ki besle kargayı, oysun gözünü. Tabi biz bunlara evimizi açtık, bunlar da başımıza bela kesildiler. Tabi onlar besle kargayı oysun gözünü demiyorlar da Arapların ifadesiyle köpeğini besle seni yesin. Bizde o kelime kullanılmadığı için ben besle kargayı oysun gözünü şeklinde tercüme ediyorum.
Ondan sonra diyor ki hele diyor bir Medine’ye gidelim o zaman izzetli ve şerefli olan, rezil ve hakir olanı çıkaracaktır. O da ayette geçiyor, biraz sonra okuyacağız. Orada bunun söylediği sözü Zeyd bin Elkam duyuyor. Daha genç bir delikanlı. Hemen koşuyor amcasına söylüyor. Amcası da gidip Peygamber efendimize söylüyor. Peygamberimiz Abdullah’ı çağırıyor, Abdullah diyor ki sana diyor Kuran’ı indiren Allah yemin ederim ki ben böyle bir şey söylemedim. Yapılacak bir şey yok. Çocuğun da ispatlama imkanı yok. Şahidi yok. Hemen hareket emri veriyor öğlen vakti ve yola çıkılıyor. Yolda tabi rivayetler değişik, ama Zeyd de yalancı çıktığı için o kadar üzülüyor ki hiçbir tarafa bakmıyor, en önden koşa koşa gidiyor. Kimseyi görmek istemiyor, kimseyle konuşmak istemiyor. Ordunun en önünden koşa koşa gidiyor. Sonra bu okuduğumuz Münafikun Suresi inince Peygamberimiz arkadan yetişip Zeyd’in kulaklarını tutuyor, diyor ki bu kulakların doğru duyduğunu Allah tasdik etti diyor. Senin duyduğun doğruymuş. Zeyd öylesine seviniyor ki.
Bu ayetler inince Abdullah bin Übeybil Selul’un yalan söylediği ve bu pislikleri yaptığı anlaşılıyor. Ondan önce Hz. Ömer, Peygamber efendimize diyor ki ya Resulallah müsaade et de şu münafığın kellesini uçurayım. Peygamberimiz diyor ki hayır. O bizimle beraber olduğu sürece bizden sadece iyilik görecektir. Sonra oğlu geliyor Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme Abdullah bin Übeyil. O iyi bir Müslüman. Onun adı da Abdullah. Diyor ki ya Resulallah babamın size karşı yapmış olduğu yanlış hareketi duydum. Ona ceza verecekseniz müsaade edin babamı bizzat ben öldüreyim diyor. Çünkü bütün Medineliler bilir ki babasına benden daha saygılı bir genç yoktur. Eğer bir Müslüman kardeşimi öldürürse kendimi tutamayıp onu öldürebilirim diyor intikam duygusuyla. Dolayısıyla ben kendim öldüreyim ki herhangi bir şey olmasın.
Peygamber efendimiz diyor ki hayır. Bizim yanımızda kaldığı sürece bizden sadece iyilik ve ikram görecektir. Fakat o Abdullah’ın içine iyice yerleşmiş. Medine’ye gidiyor ordu, o yolunu kesiyor babasının, çekiyor kılıcı. İzzetli ve şerefli olan Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemdir, rezil ve hakir olan da benim demedikçe ben seni şehre sokmak diyor. Ya oğlum sen misin? Sen bu kadar saygılı… Yok diyor öyle şey yok. Peygamberimize haber veriyorlar, ya Abdullah babasına şey yapıyor. Hemen çağırıyor, gel buraya, babana dokunma diyor. O bizden sadece iyilik görecektir.
Tabi sonra halk bunun bu yanlışlıklarını Kuran-ı Kerim ayetleriyle anlıyor. Halkın yanında itibarını yitiriyor, koskoca bir kabilenin reisi olmasına rağmen. Hicretin 9. yılında ölüyor. Fakat ölmeden önce Muhammed’in hırkasına beni sarsanız diyor. Hani Peygamberimizin hırkasına sarılınca cennete gidecek! Öyle inanıyor. Peygamberimiz veriyor hırkasını. Öyle hırkayla mırkayla falan filan cennete gidilmez.
Diyor ki oğlu, ya Resulallah babamın cenazesine de gelir misin? Gidiyor cenazesine de. Definde de bulunuyor. Oradaki münafıklar Peygamberimizin gelmesinden baya rahatsız oluyorlar. Ama sonra ona inanan 900 kişi samimi Müslüman oluyorlar. Bunun bu kadar iyi tavrı karşısında. Sonra da ayeti kerime iniyor. “Artık bunların üzerine bir daha namaz kılma, kabirleri başında da durma.” diye. Ondan sonra daha Peygamberimiz gitmiyor. Zaten 1 sene sonra Peygamberimiz biliyorsunuz hicretin 11. yılının ilk aylarında yani 3. ayında bu dünyadan ayrılıyor.
İçinizde siyasetle meşgul olacağım, ben siyaseti öğrenmek istiyorum diyen varsa Münafikun Suresini çok iyi kavraması lazım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin kendisinin siyasi rakibi durumunda olan Abdullah bin Übeybil Selul’a karşı tavrını çok iyi bilmek lazım. Hiç din dalaşına girmiyor bakın, dikkat edin, görüyor musunuz? O böyle dedi, ben böyle dedim, vay sen nasıl böyle dersin, hiçbir şekilde yok. iyilikle onları bitiriyor. Tamamen iyilikle bitiriyor. İnsanların inançlarını değiştiremezsiniz ki. Ama iyi davrandığınız zaman bunu şuna benzetebilirsiniz. Bir taşın üzerine ne kadar su dökerseniz dökün taşın içine geçmez. Ama sizin o döktüğünüz sular da zayi olmaz. Taşın çevresine gider, etrafına güzel bir bahçe oluşturur. Sonra o bahçeden oluşan ağaçlar, yapraklar o taşın üstünü de örter. O taş da yeşillik görünmeye başlar. İşte Abdullah bin Übeybil Selul’u bir taş kabul edin. Peygamberimizin tavrını da yağan güzel yağmurlar olarak düşünün bir müddet sonra onun çevresi verimli bir bahçe haline gelmiştir. Dolayısıyla tavırlarımız hep böyle olmak zorundadır.
Şimdi, o ayetleri sadece okuyayım ben size. “Onlara dense ki gelin Allah’ın resulü sizin için bağışlanma dilesin. Başlarını çevirirler, bakarsın ki kendilerini büyük görmüş uzaklaşıyorlar. Geri geri çekiliyorlar.” Abdullah bin Ubeybil Selul’a da demişler. Bak işte senin durumun ortaya çıktı. Git, Muhammet senin için Allah’tan istiğfar etsin, bağışlanmanı istesin. Diyor ki e artık siz de çok oldunuz, Müslüman ol dediniz olduk. Namaz kılacaksın dediniz kıldık. Zekat ver dediniz verdik. E bir Muhammet’e secde etmediğimiz kaldı. Siz de çok oluyorsunuz. Kendini büyük görerek gitmemiş.
Allahü Teâlâ diyor ki “İster onların bağışlanmasını iste, ister isteme.” Ya Rabbi sen bu adamların günahını bağışla diye Peygamberimiz dua etse de etmese de “Allah onları hiçbir şekilde bağışlamayacaktır.” Efendim Peygamberimiz dua etti… İşte gitmiş bak cenaze namazını kıldırmış. Definde hazır bulunmuş. Yeleğini vermiş. Ne oldu? Yani sende bir şey yoksa başkası seni bir şekle getiremez. Sen kendin yapacaksın. Efendim ah o peygamber olsaydı. O peygamber olsaydı sana bu Kuran-ı Kerim bir kelime anlatacaktı. Sen uy bu Kuran-ı Kerim’e bitti işte daha ne istiyorsun? E bize örnek olurdu. Tamam, hadisleri var, uy. Uy gitsin. Örneği de var, yaşıyor. İnsanlar dini yaşamak istemiyor, havadan cennete gitmek istiyorlar. Olmuyor işte, bak Ubey bin Selul’da yapamamış, o kadar başında bulunduğu halde, namazını kıldırdığı halde olmamış.
(Örnekliği de Kuran olamaz mı?)
Yok, yok. Örnek hadisleridir. Kuran-ı Kerim’le birlikte hadisleri aldığınız zaman, bak ayeti kerimede ne diyor Cenabı Hak? Hadisi şerifler bizim için çok çok önemlidir. Peygamberimizin hayatı çok çok önemlidir. Çünkü Allahü Teâlâ diyor ki “Sizin için Allah’ın resulünde güzel bir örnek vardır.” Allah’ın resulünde, Kuran’da değil. O zaman bu ne demektir? 21. asırda yaşayan bizler için Peygamberimizin örnekliği ancak onun hadisleriyle intikal edebilir. Onun hayatıyla intikal edebilir. Ha, yanlışlardan korunmak için de az önce yaptığımız gibi Kuran’ı bir öne alırız, hadisler arkasında. Herkes bu şeyi yapamaz, zaten hocalar bunun için vardır. Yani hepiniz alimlik yapacaksınız diye bir olay elbette yok. Sizin için temel olan şeyleri öğrenirsiniz. Anlayamadıklarınızı da bilenlere sorarsınız, olur biter. Bu iş böyledir. Hayat budur zaten.
“Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirecek değildir. Şu sözü söyleyen onlardır: Bu Resulullahın yanındaki şu fakir fukara var ya onlara bir şey vermeyin gebersin gitsinler, dağılsınlar.” diyorlar. Dağılsınlar etrafından. “Göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır.” Sen ne yapıyorsun? “Ama münafıklar bunu anlamazlar.” Yardım etmeyin! Gebersinler derler, çok kere duyarsınız bu tür şeyleri. Hala var bu tip şeyler. Hazineler Allah’ın. Allah vermek istedikten sonra kim engelleyebilir? “Şunu da söylüyorlar. Hele bir Medine’ye dönelim o zaman kesinkes izzetli ve şerefli olan, zelil ve hakir olanı oradan mutlaka çıkaracaktır. İzzet, Allah’ındır, elçisinindir ve müminlerindir. Ama münafıklar bunu bilmez ki.”
Evet, işte böylece dersimizin çok kısa bir özetini yapayım. Demek ki burada anlatılan münafıklar önce inanmışlar, sonra görmezlikten gelmeye başlamışlar, sonra da kafirliklerini artırmışlar. Bu tür insanlara karşı Allahü Teâlâ diyor ki çok dikkatli ol. Çünkü bunlar dost görünen düşmanlardır. Ama o Âl-i İmrân Suresi 85’ten itibaren okuduk, dinden dönenlerin cezası Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti olarak belirlenmiş Cenabı Hak tarafından. Orada onlara karşı dikkatli ol ifadesi yok. Çünkü onun düşmanlığı açık. Açıkça kafir. Kafirliğinden dolayı bir adama karşı saldırmamız söz konusu değil. Çünkü diyor ki Allah ayetinde Bakara Suresinde, “Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın.” Savaşmayanlarla değil dikkat edin. Ondan sonra da diyor ki “Aşırılık da yapmayın. Allah, aşırılık yapanları, saldırganları sevmez.” Devam ediyor, ediyor. En sonunda şunu söylüyor: “Bu kafirler size karşı savaş yapmaktan vazgeçerlerse artık bundan sonra sadece zalimlik edenlere düşmanlık vardır.” Yani suçluların dışındakilere herhangi bir şey yok. Hani savaş suçluları falan deniyor ya.
Dolayısıyla bir insan kafir olduğu için ona karşı bir hareket yok. Tabi onlara tebliğ yapılır, konuşulur. O ayrı bir konu da işte Allahü Teâlâ dinden dönenlerin cezasını Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti olarak belirlemiş, sürekli bu lanette kalacakları, sıkıntılarının hafifletilmeyeceği, iç huzursuzluğu, şu bu falan başka şeyler. Ancak tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse o zaman Cenabı Hakk’ın bunların tövbelerini kabul edeceğini bildiriyor. Yani onları bana bırakın demiş oluyor. Dolayısıyla biz yok dinden çıkanı öldürürüz, şu olur bu olur, bunların hepsi tarih içinde oluşturulmuş dindir. Allah’ın dininde bu yok.
Peki, çok teşekkür ediyoruz.