1.BÖLÜM
Geçen hafta cuma namazıyla ilgili ders yapmıştık. Bazı kişilerin zihinlerinde soru işaretleri oluşmuş ki bu normaldir. Birazcık o konu üzerinde duracağız. Ondan sonra Münafikun Suresine inşallah geçeceğiz. Ayetleri önce tekrar edelim.
“Müminler namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ın zikrine koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz tamamlandı mı hemen yeryüzüne dağılın. Allah’ın ikramından yararlanın, Allah’ın size vereceği nimetlerin peşine düşün.” Yani çalışın, gayret gösterin, kazanın.
“Umduğunuza kavuşabilmeniz için Allah’ı çok zikredin, Allah’ın kitabını çok okuyun. Bir ticaret ya da eğlence gördükleri zaman hemen oraya boşaldılar ve seni ayakta bıraktılar. De ki Allah’ın yanında olan eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Şimdi bu ayeti kerimenin bir yapısı var yani cuma namazıyla ilgili ayetin. Orada cuma için ezan okunduğu zaman Allah’ı zikre koşun, ya da Allah’ın zikrine koşun ve alım satımı bırakın. Buradan anlaşılan ezanın okunmasının gereği, ezan okunacak, alım satım olan bir yer olacak. insanların namaz kıldıkları yerlerde her yerde ezan okunmaz ancak minareli bir yer olacak ki insanlar orada ezan okusunlar. Yani bir mescit yeri olacak.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hayatına bakıyoruz Medine’de sadece kendi mescidinde cuma namazı kılınmış ve o cumaya da kendisine namaz farz olan herkes gelmemiş. Buhari’nin Ayşe validemizden yaptığı rivayette “Halk cuma namazına avaliden ve evlerinden nöbetleşe gelirdi.” diyor. Ama cuma namazına geliyorlar. Fakat tamamı gelmiyor. Çevre yerlerde, çevre yerleşim bölgelerinde de cuma namazı kılınmıyor.
Medine’den sonra ilk cuma namazının Bahreyn’de Cüvasa Mescidinde kılındığı İbn Abbas tarafından naklediliyor. Halbuki 5 vakit namaz Müslümanların bulunduğu her yerde kılınır ve iki kişi varsa cemaat halinde kılınır. Bir mescit varsa mescitte 5 vakit kılınır. Cuma namazının bir farkı olduğu açıkça anlaşılıyor. Bir de burada “Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” deniliyor. 5 vakit namaz için daha hayırlıdır ifadesi yok, onu mutlaka kılacaksınız. Orada herhangi bir tarafa çekme imkanı yok.
Cuma namazı insanların her yerde rahatlıkla kılabileceği bir namaz değildir. Çünkü kıyamete kadar Müslümanlar olacak ve Müslümanlar hemen her toplumda bulunacak. Cumanın yasak olduğu yer olabilir, camiye gitmesi yasaklanmış olabilir, böyle imkansızlıklar olur, şu olur bu olur. Fakat 5 vakit namaz mutlaka kılınacak. Onda herhangi bir tercih hakkımız yok.
İşte buradan hareketle Cuma namazı farz mıdır değil midir şeklinde bir soru akla geliyor. Cuma namazı farz bir namazdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sürekli kılmıştır da bu namazın kimlere farz olduğu meselesi üzerinde birtakım tartışmalar var. Mesela 5 vakit namaz kimlere farzdır dediğiniz zaman söyleyeceğiniz söz gayet açıktır. Ergenlik çağına girmiş her Müslüman’a farzdır. İster hasta olsun, ister engelli olsun, ne olursa olsun. Kadın olsun erkek olsun, kim olursa olsun. Ama Cuma namazı dediğiniz zaman hemen işler değişiyor. Namazın kılınacağı yerle ilgili şartlar var. Namazın sahih olmasıyla ilgili şartlar var. Namazın farz olmasıyla ilgili birtakım şartlar var. Yani birtakım özel durumlar söz konusu oluyor.
Şimdi ben size Hanefi Mezhebinde Cuma namazı konusu nasıl değerlendirilmiş onu okuyacağım. Kemalettin İbn Umam diye bir büyük alim var Hanefi ulemasından. Bu zatın Şerhu Fethül Kadir diye Hidaye’ye yaptığı bir şerh var. Halk arasında Fethül Kadir diye bilinir. Bu kitabın Cuma ile ilgili bölümünün baş tarafında şöyle diyor. “Bil ki Cuma namazı farzdır, muhkem bir farzdır. Kitapla, sünnetle ve icmayla farzlığı sabittir. Bunu inkar eden kafir olur diyor. Allahü Teâlâ buyurmuştur ki ‘Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ı zikre koşun.’”
Şimdi burada geçen hafta bu şekilde anlam vermiştik, Allah’ın zikri namazdır diye. Yani burada anlatılan şekliyle namazdır diye. İbn Umam da aynı şeyi söylemiş, demiş ki “Namaz için çağrı yapıldığı zaman zikre koşulması emrediliyor.” Hani bir şey için çağrı yapılıyorsa ona koşulur. Yemeğe çağrılıyorsanız nereye gidersiniz? Yemeğe gidersiniz değil mi? Şimdi derse gelen Allah’ın kitabını dinleyin dediğiniz zaman bundan ne anlarsınız? Dersin konusu Allah’ın kitabı demektir. Yani dersi dinleyin demektir. Namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ın zikrine koşun dendi mi akla gelecek olan namaza koşun demektir. Ha, bununla hutbe de kastedilmiş olabilir diyor. Bu durumda hutbe namazın esasından değildir, şartlarındandır. Bir şeyin şartına çağrılıyorsa onun kendisine de çağrılıyor demektir.
Hadi herkes ellerini yıkasın. Niye? Yemek yiyeceğiz de ondan. Yemek yemeyenlerin ellerini yıkamasına gerek var mı? Yok. Herkes hutbeye koşsun dendiği zaman, niçin. Arkasından namaz kılacağız da ondan. Bu şekilde olabilir diyor. O da olabilir diyor.
Peygamberimizden bir hadisi şerif rivayet ediyor İbn Umam. Peygamberimiz buyurmuş ki “Cuma her Müslüman’a farzdır. Cemaatle kılması farzdır. 4 kişi hariç, kadın, çocuk ve hasta.” Bunu Ebu Davut rivayet etmiştir diyor. Sonra hadisin mürsel olduğunu yani Peygamberimize direk ulaştırılamadığını söylüyor. Fakat İmam Nebevi bu hadisle ilgili olarak -İmam Nebevi de meşhur hadis alimlerindendir, güvenilir insandır.- diyor ki bu hadis Buhari ve Müslim’in şartına uygun olarak sahih bir şekilde rivayet edilmiştir diyor. Böyle olunca işte ayetten, hadisten bir de icmadan delil getiriyor. Yani bugüne kadar bütün Müslümanlar Cuma namazının farz olduğu konusunda görüş birliği etmişlerdir. Dolayısıyla Cuma farzdır diyor.
Geçen hafta burada bir hadisi şerif sorulmuştu. “Üç Cumayı terk edenin cenaze namazı kılınmaz.” diye bir şey var. Böyle bir hadisi şerif yok. Yani bu hafta da baktık böyle bir hadis var mı diye. “Üç Cumayı terk edenin cenaze namazı kılınmaz.” diye bir hadisi şerif yok. Ama ona yakın hadisler var. Bu da ona yakın manada olan hadisleri almış. Peygamberimizden rivayet ediliyor. Diyor ki “Bazı kimseler cemaati terk etmekten ya vazgeçerler ya da Allah onların kalplerini mühürler, gafillerden olurlar.” Tabi burada cemaatler diyor. Cemaatler derken 5 vakit namazın cemaati de anlaşılır, Cuma cemaati de anlaşılır.
Bir başka hadis rivayet ediyor. Bu da Ebu Davut, Ahmet bin Hanbel, Tirmizi, Nesai, İbn Huzeyme, İbn Hübban rivayet etmişler. O da şöyle: “Kim 3 Cumayı önemsemeyerek terk ederse Allah onun kalbini mühürler.” Yani kalbinde farklı bir yapı oluşturur. Artık onun tabiatı değişir demektir. Belki bu hadisi o şekilde yorumlamış olabilirler. Yani kalbi mühürlenir, o zaman kafir olur, öyleyse namazını kılmayız demiş olabilirler. Yine aynı şekilde “Kim 3 Cumayı peşpeşe terk ederse İslam’ı sırtının arkasına atmış olur.” Bir başkasında, “3 Cumayı özürsüz yere terk eden münafıklardan yazılır.” diye. Yani aşağı yukarı o ağırlıkta hadisler var. Bunların da kaynaklarını vermiş. Bütün bunları belirttikten sonra bu şekilde bu Cuma namazının farz olacağını ifade etmiş.
Geçen hafta sizin sorduğunuz sorular içinde Türkiye’de Cuma namazı kılınır mı kılınmaz mı tartışmaları vardı. Şimdi bu kitabı getirmişken yani Hanefi Mezhebine göre bu kitapları okuyalım. Bu da böylece kayıtlara geçmiş olsun. Tekrar ediyorum bu Fethül Kadir, büyük ulemadandır. Sivas’ta doğmuş bir zattır. Yani oldukça eski. Ölümü hicri 681. 750 sene önce yaşamış bir zat. Yani o gün bu gün bu zatın kitabı böyle ellerde ve kütüphanelerin en önemli yerlerinde bulunur. Gerçekten kafasını çalıştıran ulemadan birisidir. Mesela biz burada bazı şeyleri tenkit ediyoruz ya, onların birçoğuna kitabında şöyle üstü kapalı olarak yer verir. Siz anlarsınız.
Mesela hatırıma gelen bir şeyi anlatayım size. Kadınlar cemaatle namaz kılabilirler mi? Yani kılarlar da bir kadın imam olabilir mi? O konuyu burada yazıyor. Hanefi Mezhebine göre kadın imam olabilir ama mekruhtur. Yani kadın cemaatine imam olabilir ama mekruhtur, erkek cemaatine değil. Halbuki Peygamber efendimizden gelen sahih rivayetler var, Hz. Ayşe’nin imamlık yaptığına dair. Bir de bir hanım sahabe idi, hani kendi evinde namaz kıldırıyordu, bir erkek de ezan okudu, adını hatırlıyor musunuz? Bir erkeğin de ezan okuduğuna dair rivayetler var. Kölesi ha, kölesi de ezan okuyormuş. O da 5 vakit namazı kıldırıyormuş yani. Peygamber efendimiz de onaylamış onun kıldırmasını. Hanefi Mezhebi mekruh olduğunu anlatırken tamamen işi mantıkla anlatmaya çalışıyor. İbn Umam onların hepsini vermiş. Ama en sonunda şunu söylüyor. Doğruya uymak daha doğrudur diyerek arkasından bir iki cümleyle kadınların kadın cemaatine imamlık yapmasının herhangi bir engeli olmadığını orada söylüyor. Çünkü Hanefilerin bu konuda dayandıkları hiçbir delil yok. Ama fıkıh kitaplarında kadınların kadınlara imamlığı mekruhtur diye yazar.
Şimdi mesela Kuran kursularında kızlarımızı hafız yapıyoruz. Bunlar kendi aralarında her birisi tek tek namaz kılıyor. Birisi kıldırsa ne olur? Madem Peygamberimiz Ayşe validemize kıldırtmış, madem Peygamberimizden bunun uygulamaları var. Yani Kemalettin İbn Umam’ın böyle güzel çıkışları var, onun için birçokları bunu yaramaz çocuk olarak kabul eder, hoşlanmazlar da. Ama iyi bir ilim adamı olduğu için terk edemiyorlar.
Şimdi burada Hidaye’den bir nakil var. Hani söyleniyor, Türkiye darülharptır. Niye? Türkiye’de laiklik hakimdir, İslam hakimiyeti yoktur. Dolayısıyla böyle bir ülkede Cuma namazı kılınmaz diyorlar bazıları. Bazıları da efendim devlet başkanının kıldırması gerekir diyor. Bizim devlet başkanımız Cumayı kıldırmıyor, öyleyse burada da kılınmaz şeklinde birtakım şeyler söylüyorlar. Bir kere Türkiye, darülharp falan değil. Türkiye bizim ülkemizdir, biz de Müslüman’ız. Yani Türkiye’yi kimseye vermeye niyetimiz de yok.
İkinci olarak Hanefilerin en güvenilir kitabında şöyle diyor. “Cumayı kıldırmak sultan kıldırırsa ya da sultanın emrettiği kişi kıldırırsa caiz olur.” Bu sultan kelimesini biz duyduğumuz zaman hemen devlet başkanı aklımıza gelir. Çünkü Osmanlı sultanları var ya. Ama ilginçtir Osmanlılar zamanında sultan kelimesi sırf devlet başkanı manasında değil, her türlü yetkili için kullanılırdı. Yani birazcık bir insanın yetkisi varsa ona da sultanım kelimesi kullanılırdı. İşte burada yetkili demektir sultan. Cuma namazını da yetkili kıldırır ya da onun görevlendirdiği kişi.
Niye yetkili kıldırır, başkası kıldıramaz? Çünkü bu kitapların yazıldığı devirlerde camilerde imam yok. Yani bugün imam camide yetkili kişi değil mi? O zaman böyle bir şey yok. Biz şimdi kalkmışız camide imamı gördüğümüz için zannediyoruz ki her zaman bu vardı. Hayır öyle bir şey yok. Yetkilinin kıldırmasının sebebini şöyle anlatıyor. “Çünkü Cuma namazı büyük bir cemaatle kılınır. Öne geçme ya da geçirme konusunda birisi der ki ben geçip namaz kıldıracağım ya da bir başkası der ki bizim hocamız kıldıracak der. Bu konuda niza vaki olabilir.” Yani tartışma çıkabilir. “Başka konuda da tartışma çıkabilir.” Çıkar hutbeyi okur, birisi aşağıdan bağırır öyle yapma, şöyle oku falan filan diyebilir, oradan sataşma olur, şu olur bu olur. “Onun için namaz işini tamamlayabilmek için, doğru dürüst bir namaz kılabilmek için, nizasız, kavgasız bir namaz kılmak için bir yetkilinin bulunması gerekir.”
Şimdi Hanefilerin yetkiliyi şart koşmasının temel nedeni neymiş? Kavga çıkmaması. Bugün Türkiye’de Cumayı ben kıldıracağım, sen kıldıracaksın kavgasının olması mümkün mü? Yani Cumayı yetkisiz kişiler mi kıldırıyor. Yetkiyi de devlet makamları verir tabi. Yetkisiz kişiler mi kıldırıyor bugün? Yani biz herhangi bir hocaya gidip de Cuma günü Süleymaniye Camisinde namaz kıldırmasını sağlayabilir miyiz, eğer yetkililer izin vermezse? Sağlayamayız. O zaman Cumanın kıldırılmasıyla ilgili olarak Hanefi Mezhebinin koyduğu şart Türkiye’deki bütün camilerde yüzde yüz yerine geliyor. İmamı olmayan camide de kimin Cumayı kıldıracağını ilgili müftülük tespit ediyor. Eline de bir yazı veriyor ve oraya gidip Cumayı kıldırıyor. Şimdi anlaşıldı mı?
Cumayla ilgili sorularınız varsa onu alayım, şimdi konu değiştireceğiz.
(Kimler Cuma namazı …. kılmayabilir mi kılamaz mı? Ses düşük, tam anlaşılmıyor.)
Kılamaz değil, onlara farz değil. Kılamaz diye bir ifade yok. Yani anlamı şu: Cumaya gitmeniz gerekmiyor demektir. Giderseniz farz yerine gelmiş olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de teşvik ederdi. Yani 5 vakit namaza, Cuma namazına, diğer namazlara teşvik ederdi. Şöyle diyordu: “Allah’ın kızlarını Allah’ın mescitlerinden engellemeyin.”
(Bir dinleyicinin sorusu, ses düşük, anlaşılmıyor.)
Kıldıracak yetkilinin ehil olması yani Cumayı kıldırabilecek… O zaten ön şartı, onu söylemeye gerek yok. Yani Cumayı kıldıramayan bir insanın geçip de kıldırması zaten mümkün olmaz. Bunu kimse düşünmez.
(Bir dinleyicinin sorusu, ses düşük, anlaşılmıyor.)
Yok, İslami değil, siyasi manada yetkili. Yani yöneticinin yetki verdiği kişi. Bunun sebebi de şu. Şimdi burada çok kısa cümlelerle işin özünü ben okudum. Detaylı olan, mesela şuradan ben okuyayım. Hanefilerin yine en güvenilir kitaplarından Mebsut’tan okuyayım mesela. Mebsut, bu da İmam Serahsi diye bir kişinin. Bu zat da Türk’tür yani Orta Asya alimlerinden. Hanefilerin en çok güvendiği kitaplardan birisidir bu El Mebsut adlı kitabı. 30 cilttir.
Orada Cuma ile ilgili şunu söylüyor. “Bize göre sultan Cumanın şartlarındandır. İmam Şafii bu görüşte değildir. O Cuma namazını diğer farz namazlara kıyaslayarak sultan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir.” Yani isteyen kişi geçer Cumayı kıldırır. “Bizim delilimiz Cabir r.a’ın rivayet ettiği zalim veya alim bir imamı olduğu halde Cumayı terk eden ifadelerini taşıyan hadistir. Bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart koşmuştur. Sahabeden gelen bir sözde 4 görevin yöneticilere ait olduğu, Cumanın bunların biri olduğu belirtilmiştir. Bir de insanlar Cumayı kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere toplanırlar. Sultan şartı olmasa fitne çıkar, çünkü bazı kimseler önceden camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla Cumayı kılabilirler.” Acele işleri vardır, hadi şimdi Cumayı kılıp gidelim derler, diğer cemaat gelir ki Cuma kılınmış. Yani disiplin kaybolur. “Bu durumda arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada açık bir fitne vardır. Bu sebeple Cuma namazı, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranmayla görevli imama bırakılmıştır. Bu fitnenin yatışması için daha uygun olanı odur.” Tamam, diğerleri de aynı minval üzere yazmışlar. Aşağı yukarı hepsi aynı.
Yani buradaki temel konu, Cuma önemli bir namazdır, insanları tek bir yerde toplaştığı bir namazdır, bunun güvenliği söz konusudur. Tabi burada birçok mesele var. Camiye gelenlerin güvenliği de söz konusudur. Yetkili kişi bu işi üstlenecek ki güvenliği sağlasın. Mesela şimdi Süleymaniye Camisine Cuma günü geldiğiniz zaman caminin dışında polisler nöbet bekliyor bir olay çıkmasın diye. Şimdi siz yetkilileri dışlarsanız kargaşa çıkar. O güvenliği de ortadan kaldırmış olursunuz. Yetkili kişilerin alacağı birçok tedbirler vardır konuyla alakalı olarak. E tabi Cumanın kılınması da onların kontrolünde olmalı.
Kontrol şu: Yani Cumayı kıldıracak kişiyle ilgili bir kontrol. Kim kıldıracak? Mesela şöyle anlatılıyor Bedayüs Senayi’de, hatta bunun daha detaylı yerlerinde. Mebsut’ta da var o, başka yerlerinde var. Diyor ki Cumayı kim kıldıracak diye bir tartışma olsa cemaat arasında o anda bölgenin yetkili amiri oraya gelse herkes sesini keser. O geçer Cumayı kıldırır. Hiç kimse ağzını açamaz. Bir kısmı bu bizim amirimizdir, ona uymak boynumuzun borcudur der sesini çıkarmaz. Bir kısmı da der ki sopa onun elindedir, karşı çıksam sopayı yerim der. Yani gücünden korkar. Bir kısmı korktuğu için, bir kısmı itaat ettiği için Cumayı arkasında kılar. Sonuç olarak huzur içinde yani bir kavgaya meydan vermeden Cuma namazı kılınmış olur.
(Bir dinleyicinin sorusu, ses düşük, anlaşılmıyor.)
Cuma hutbesi farz ama yetişemediğiniz takdirde hutbe okuyacak haliniz yok herhalde yani. Yetişemedim hadi şuraya çıkayım da hutbe okuyayım diyemezsin. Onun için Cuma namazını kıldın mı tamam.
(Birçok kimse Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Mekke’de Cuma namazı kılamamasını delil göstererek yıllarca Türkiye’de Cuma namazı kılmadı. Biz de bunlara inanarak kılmadık. Şimdi biz mazeretli olabilir miyiz?)
Siz tabi Cuma namazını kılmamak için gitmemişsiniz, kılma şartları oluşmadığı kanaatiyle hareket etmişsiniz. Bu sizin açınızdan bir mazeret olur ama duyduktan sonra o mazeret bitmiştir. Şimdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Mekke’de Cuma kılması fiilen mümkün değildi ki. Müslümanlar için düşünün toplaşmışlar bir yerde Cuma kılıyorlar. Mekkeliler için hazır lokma, bir baskın hepsini bitirirler değil mi? Yani güvenlik son derece önemli bu namaz için. Güvenliği sağlarsanız her yerde kılabilirsiniz.
Bugün mesela çok ilginç insanlar Almanya’da, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, Amerika’nın çeşitli yerlerinde Cuma namazını kılıyorlar. Hiç kimse itiraz etmiyor değil mi? Türkiye’de kılınca itirazı basıyorlar. Efendim mevcut düzeni destekliyormuşsunuz. Allah Allah, ya sen namaz kılmadığın zaman o düzenin destekçileri oturup ağlıyorlar biliyor musun! Hayır yani sen namaz kılmayınca o namazdan hoşlanmayanlar oturup ağlıyorlar öyle mi? Allah Allah! Bir Müslüman bu kadar geri zekalı olur mu? Ben ibadeti Allah için yapıyorum. Şundan bundan bana ne? Namaz kılmak için Allah ne diyor? Cuma günü çağrı yapıldığı zaman git, gerisinden sana ne? Ha, bu tabi ki zaten bir yerde çağrı yapılabiliyorsa demek ki orada bunun imkanları hazırlanmıştır. İmkanları hazırlanmamışsa çağrı zaten yapamazsın. Ondan sonra koşulan şartlar da mantıklı. Yani millet Cuma namazı için toplaşmış, o diyecek benim imamım kıldırsın, bu diyecek benim imamım kıldırsın, birbirine girecekler. Ne olacak?
Bazı insanlar ortalığı karıştırıyor. Yani mesela şurada sessiz sedasız herkes ders dinliyor. Şöyle şu orta yerde bir tanesi uyuklasa da horlamaya başlasa ne olur? Hepimiz rahatsız oluruz değil mi? Bir tek kişi herkesi rahatsız eder. Ya da sokakta mesela birisinin yanlış bir hareketi o sokaktan geçen herkesi rahatsız ediyor. Bir toplumda öyle. Bu yanlış hareket edenlerin yaptıkları hemen duyuluyor. Şöyle düşünün. Şuraya hastalıklı bir adam girse hepimize mikrobunu bulaştırabilir. Peki, biz o adama sağlığımızı bulaştırabilir miyiz? Yok, kolay değil. Onun için her zaman bozguncuların sesi daha çok çıkar. Bu işin tabiatı böyle. Ama netice sonucu hastalar almaz. Kim alır? Sağlıklılar alır. Hastaları bir müddet sonra alır götürür hastaneye kapatırsınız. Zaten o da bir müddet sonra direncini de kaybeder, kendisi düşer sen götürmezsen. Ama sağlıklı insan her zaman ayakta durur.
İşte bu Cuma namazıyla ilgili ilk tartışmalar başlamıştı. Bir hocamız vardı, dediler ki işte falanca hoca, o hocanın da samimiyetini kullanıyorlardı. Yani dünyada hocalar kadar kolay kandırılacak adam biraz azdır. Çünkü bu kitaplar adamlara yalan söylemez. Hayat boyunca yalan söyleme konusunda bir alışkanlığı yok. Karşısına gelen herkesin doğru söylediğini zannederler ve kolayca kanarlar.
Efendim, Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz denmiş. Ben İstanbul Müftülüğündeyim yani 1980 sonrası bu. Bana telefonla birisi sordu ya da geldi sordu neyse, hocam işte Türkiye’de Cuma namazı kılınmazmış. Kim söylüyor? Falanca hoca. Hemen telefon açtım hocaya. Hocam dedim böyle bir fetva söyleniyor sizinle ilgili. Evet dedi Türkiye’de kılınmaz Hanefi Mezhebine göre. Peki siz kılıyor musunuz dedim. Tabi dedi, ben Şafiiyim. Dedim yani yarın Allahü Teâlâ sana diyecek ki gel, işte falanca kulum, sen cennete çünkü Cumayı kıldın. Bana da diyecek ki Abdülaziz sen cehenneme, çünkü Cumayı kıldın öyle mi olacak? Ya sen bu Cumanın kılınabileceğine inanıyorsan sen de kılarsın, başkalarına da kıl dersin. İnanmıyorsan sen de kılmazsın. Böyle şey olur mu?
Neyse dedi ki bir toplantı düzenleyin dedi, ben gelip konuşayım dedi. Hay hay dedim. O zaman İslami İlimler Araştırma Vakfının ilmi toplantılarını düzenliyorum. 1980 sonrası bu. Hemen bir toplantı organize ettik. O hocayı çağırdık, bir de birisi vardı Milli Gazete’de devamlı o hocanın ağzından çıkanları fetva olarak yazardı. Onu da çağırdık. Diğer hocaları çağırdık, bu ikisi gelmediler. Toplantı isteyen bu iki kişi gelmedi. E neyse biz tabi kendimiz çaldık kendimiz oynadık. Çünkü Hanefi Mezhebine göre Türkiye’de Cuma namazı kılınamaz demek mümkün değil. Ama ne yapalım ki az önce söylediğim gibi sağlığı yayamıyorsunuz ama hastalık mikrobu hemen ülkeyi sarıyor. Herkesi sardı. İşte Sadık Bey gibi bazı böyle hızlı delikanlıları da sardı. Onlar da böyle o heyecanla Cuma namazına gelmediler. Hala da gitmeyenler var. Ama sonuçta sağlıklılar mı kazandı hastalıklılar mı? Biz hala aynı noktadayız.
Mesela bir ibareyi o zaman hatırlıyorum. Yine Hanefilerin temel kitaplarından İbn Abidin var. İbn Abidin’de şöyle bir ifade var. Bu zaman zaman İslam aleminde işgaller olmuş. Hülagü işgali olmuş, Moğol işgali olmuş ve Moğollar işgal ettikleri zaman müşrik insanlar yani öyle. Yakmışlar yıkmışlar ortalığı falan. Ama namaz kılınmasını müsaade etmişler. Cuma namazına karşı çıkmamışlar. Millet de kılmış, Moğolların emri altında. Buna olmaz diyen de çıkmamış. Ondan dolayı şöyle bir ifade geçiyor İbn Abidin’de. Mukallit görev veren demek. “Cuma imamını görevlendiren imam yani vali olur kaymakam olur, yetkili kişinin Müslüman olması şart değildir.” diyor. E tabi ki şart olmaz, mesele güvenlik değil mi? Şimdi Almanya’da, Fransa’da, Amerika’da, nerede olursa olsun o yerli yönetim, o mahalli yönetimi razı olmasa oradaki Müslümanlar Cuma kılabilirler mi? Mümkün mü? Hadi bakalım kılsınlar. Efendim niye Peygamberimiz Mekke’de kılmamış? Nasıl kılabilsin?
Ha, bu süre Medine’de inmiş, doğru bak. Mekke’de ezan da yoktu. Ve bu Sure de Medine’de inmiş. İyi hatırlattı, Mekke değil. Neyse canım yani rivayet falan öyle olsa bile. Ya şimdi Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yasaklasa ya da herhangi bir mahalli idare yasaklasa Cumayı kılmayı nasıl kılacaksınız? Hadi kılın bakayım.
Surelerin veya ayetlerin Mekke’de ve Medine’de nuzülleri Kuran’ı anlamada bir ölçü olmakla birlikte bazı hükümlerin Medine’de uygulamaya geçirilmesi sebebiyle ayetlerin Medine’de indiği esas alınarak mana verilmemelidir. Ayet Mekke’de inmiş olmakla birlikte imkan ve şartlar Mekke’de uygulama alanı bulamamış olabilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden 2-3 yıl önce Medine’ye hicret eden Musap bin Ömer r.a.’a Cuma namazı kıldırmasıyla ilgili talimat yazmıştır. Kendisi Mekke’de Cuma namazı kıldırma imkanı bulamamıştır. Bu Ahmet Tekin’in Kuran Yolunda Kalem Oynatanlar adlı kitabından.
2.BÖLÜM
Çay arasında bazı sorular ortaya çıktı. Onları tekrarlayayım.
Arada sorulan soruya cevap: Cuma namazı Müslümanların istişare toplantısı yaptıkları namaz değil. Yani karşılıklı oturma, görüşme değil. Ha, tabi Cumaya gitmişken herkes birbirini görüyor. Bu, oldukça önemli bir şey, birbirimizi görmek, konuşmak. Fakat Cuma günü sadece imam konuşur, cemaat de sessizce dinler. Yani hutbeyi kastediyorum. Hutbe de imamın önemli gördüğü konularda olur. Türkiye’de halkın merkezden gelen hutbelere bir tepkisi var. İşte Zafer Haftası hutbesi, Orman Haftası hutbesi falan gibi. Tabi bunlar normaldir. Birisinin önem verdiği bir konuyu diğeri önemsiz görebilir. Ama buna karar verecek bir merci olmalı. Bu önemlidir der ve onu konuşur. Sanki eskiden okunan hutbeleri cemaatin tamamı kabul mü ediyordu?
Neden Diyanet’ten gönderiliyor diye sık sık sorulur. Bir keresinde hatırlıyorum Ağa Camiinde Cuma namazı kılıyor, Türkiye’nin buğday üretimi oldukça fazla ve ihracat yapıyor. İmam da hutbede eski bir hutbeyi bulmuş okuyor, Türkiye’nin buğdaya olan büyük ihtiyacı, ithalat yaptığından falan filan bahsediyor. Tam o günlerde Türkiye fazla buğdayı satmak için pazar arıyor. Aklı başında olan Müslümanlar rahatsız oluyorlar. Bu ne biçim bir hutbe. Mesela ben çocuklukta hatırlarım Ramazan Bayramı namazında okunan hutbe devamlı aynı hutbe. Recep, şaban derken ramazan gelip geçiverdi. Ömrü olanlar daha nice ramazanlar görecek. İşte kimin 13,5 mecidiyesi varsa o yarım mecidiye fitre verecek. Allah Allah! 13,5 mecidiye ne demek? Ta Osmanlı zamanında kalma bir hutbeyi ben çocukluğumda defalarca dinledim. Siz Diyanet İşleri Başkanı olsanız ne yaparsınız?
Diyanet İşleri Başkanlığı dedi ki mahalli yöneticiler hutbeyi hazırlasınlar. Hazırlayamadılar, o zaman da mecburen merkezden hutbeler hazırlandı ve her hafta 4-5 tane hutbe yayınlandı. Bunlardan bir tanesini okuyun diye. Şu anda en son uygulama şu. Daha yeni başlamış olması lazım. Mahalli müftülükler görevliler arasında hutbe yarışması yapıyorlar. O yarışmada başarılı olan hutbeler camilerde okunuyor. Bu da oldukça güzel bir uygulama. Yani mecbur kalıyorsunuz. Bazen bir hatip çıkıyor hiç okumadığı bir metinle kekeliyor, yarım okuyor cümleleri falan. Siz yetkiliyseniz bunlara karşı tedbir almak zorundasınız. Hariçten gazel okumak çok kolay. Ama işin başında olduğunuz zaman işin rengi değişiyor.
Arada sorulan soruya cevap: Az önce bir rivayetten bahsettik ya, bir hanımın namaz kıldırdığını ve onun kölesi olan bir erkeğin de ezan okuduğunu. Şimdi bu köle bunun arkasında namaz kıldı mı kılmadı mı? Ezan okundu, mahallenin erkekleri de geldi mi gelmedi mi, bu konuda net bir rivayet yok. Çok açık ve net bir rivayet yok. Fakat genel kanaat burada kadınların olmadığı yolundadır. Onun için aşağı yukarı ittifak var. Aşağı yukarı dememin sebebi de şu, İmam Taberi buna dayanarak yani bir kadının erkeğe dahi imamlık yapacağını söylüyor. Ama o, kenarda kalmış bir görüş. Esas ittifak edilen doğru görüş, kadının kadına imamlık yapacağıdır, erkeğe değil. Çünkü gerçekten kadın ön tarafa, erkeklerin önüne geçip imamlık yaptığı zaman arkadan erkeklerin huzurlu namaz kılması mümkün olmaz. Bu işin tabiatı gereğidir. Böyle bir şey mümkün olmaz. Dolayısıyla normal olan o erkeğin ezan okuduktan sonra çekilip bir kenarda namazını kılmış olmasıdır. Orada da okunana ezan namaz vaktinin geldiğini ilandır. O hanımın arkasında namaz kılacak olan diğer hanımlar da gelmiş namazlarını kılmışlardır. Yani en makul yorum bu.
Dolayısıyla kadınların imamlık yapabileceğini söyleyenler kadının kadına imamlık yapacağını söylüyorlar. Ayşe validemizin yaptığı da o olmuştur, kadınlara imamlık yapmıştır. Başka o konuyla ilgili sorusu olan varsa…
Soru: Anlaşılmıyor.
Cevap: Hutbe, konuşmadır. Muhatabınızın, sizi dinleyenlerin ihtiyacı neyse ona göre konuşursunuz. Bir de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem uzun konuşmaz, kısa konuşur. Kısa olduğu için de insanlar neyin konuşulduğunu anlarlardı. Bu konuda bir hatıram var. İstanbul Müftülüğüne daha yeni geldim, Bakırcılar’da bir cami var, ikinci kata çıkıyorsunuz. O zamanki imamın da müezzinin de adını unuttum. Bundan 30 sene önceydi. Ben 1976’da buraya tayin edildim, şimdi 2006. Orada imam izinliymiş, müezzin çıkmış hutbeyi okumuş. Hutbede de dualar falan bittikten sonra demiş ki ey cemaat Allahü Teâlâ şöyle buyurdu. “Yiyin, için ama israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” demiş ve hutbeyi bitirmiş. İnmiş aşağıya.
Cemaatten bazıları gitmişler bu müezzini Eminönü Müftülüğüne şikayet etmişler. Niye? Bu kadar kısa hutbe okunur mu? Müezzin de yüzleşmiş, demiş ki ben hutbede ne okudum? Yiyin, için ama israf etmeyin diye okudun. Bakın demiş tamamını ezberlemişsiniz. Peki sen imamın hutbesini çok beğeniyordun ya geçen haftadan hutbeden aklında kalan bir şey var mı? Çok güzel okudu. Ne okudu? E güzel okudu! İslamiyet’ten anlattı. Ne anlattı? Ya seninkinden daha güzeldi. Ne söyledi? Bak sen ondan bir kelime bile aklında yok. Benimkinin tamamını ezberlemişsin dedi.
(Hava şartlarından dolayı mı? Mesela dışarıda kılınıyor, yağmur indi, kar indi. Hutbenin kısalığı…)
E tabi hutbeyi cemaatin durumuna göre ayarlamak gerekir elbette. Hayır o müezzin öyle takdir etmiş okumuş. Yani bunun şunun için söylüyorum. Cemaatin durumunu göz önüne alınması lazım. Ona göre hutbesini okuması lazım. Cemaati yormadan, rahatsız etmeden işi en kolayından bitirmesi lazım.
Soru: Anlaşılmıyor.
Cevap: Kur’an’ı Kerim’de Belkıs’ın devlet başkanlığıyla ilgili ayetleri var. Belkıs’la ilgili tenkit edilen tek şey güneşe tapmasıdır. Onun dışındaki tüm davranışları gayet güzel davranışlardır. İleri gelen devlet adamlarını topluyor, onlara diyor ki sizinle istişare yapmadan hiçbir konuda karar vermem. Onların görüşlerini alıyor, onlar da görüşlerini belirtiyorlar, diyorlar ki son karar sana aittir. O da Süleyman’daki bütün bilgiyi öğreniyor. Çünkü öyle bir bilgi ki eşyayı uzaktan getirebilen bir bilgi. Ona karşı koyamayacağını anlıyor. Kendi üst düzey yetkililer diyorlar ki biz güçlüyüz, karşı koyarız. Ama o, onlardan daha ufku geniş, daha iyi görüyor, diyor ki “Melikler bir ülkeye girerlerse öyle siz ne zannediyorsunuz? Biz şimdi Süleyman’la savaşacak olsak, o buraya girse buranın tüm düzenini bozar. Alt üst eder. Buranın üsttekilerini alta indirir.” Yani izzetli ve şerefli olanları en zelil ve hakir hala getirir. Onlar böyle yaparlar diyor.
Kudüs’e gidiyor. Süleyman aleyhisselam etrafındakilere diyor ki Belkıs buraya gelmeden onun tahtını kim getirecek? Çünkü meşhur bir tahtı var. biliyorsunuz yanında bilgisi olan kişi, cinlerden bir ifrit diyor ki, çünkü Süleyman aleyhisselam cinlere, kuşlara ve insanlara hükmediyor. İfrit diyor ki sen yerinden kalkıncaya kadar o tahtı sana getiririm. Ama yanında kitaptan yani Allah’ın kitabından bir bilgi olan kişi diyor ki sen gözünü açıp kapayıncaya kadar sana getiririm diyor ve getiriyor.
Şimdi Belkıs’la ilgili tarafı şu olayın. Belkıs geldiği zaman, hatta Süleyman aleyhisselam diyor ki, Belkıs demek ki bu bilgiyi çok iyi biliyormuş ki Süleyman aleyhisselam kamufle etme ihtiyacı duyuyor. Diyor ki şu salonu değiştirin. Burayı komple billur yapın, bakalım ki tahtın kendinin olup olmadığını anlayacak mı? Koskoca bir salonun billur döşenmesi, ben bugün böyle bir şey bilmiyorum şahsen. Belkıs oraya geliyor, orayı bir havuz zannediyor. Şöyle eteklerini çekiyor ki ıslanmasın, gireceksin diyorlar ya mecbur girecek. Çünkü öyle devlet başkanlığı kolay bir şey değil. Süleyman aleyhisselam diyor ki hayır burası billur döşenmiş bir salondur. Tahtı göstererek şunu tanıyor musun diyor. Belkıs sanki benim tahtım diyor. Ha, tamam diyor. Ben sizin bu bilgi seviyenizi öğrendim de onun için teslim oldum. Yoksa size teslim olur muydum?
Şimdi, bakıyorsunuz ki çok akıllı, doğru karar veren bir devlet başkanı örneği veriliyor orada. Burada Belkıs’ın tenkit edilen tek tarafı güneşe tapmasıdır. Onun dışında tenkit edilen hiçbir tarafı yok. Şimdi, olur muymuş olmaz mıymış kadından devlet başkanı? Yani bu kadından devlet başkanı olur, olmaz tartışmalarına en güzel cevap budur. Elbette dirayeti olacak, bilgisi olacak. Yani şimdi kadının bilgisi olacak da devlet başkanı olan erkek cahil mi olacak? Herkes için aynı şey söz konusu.
Yani burada sonuç şu. Kadının devlet başkanı olmasını yasaklayan bir hüküm yok. Mesela bugün bizim bir doktora öğrencisiyle Beni Kureyza Savaşı kayıtlarını okuyorduk. Orada bir hanım sahabenin yaralıları tedavi için bir çadır kurduğunu, Allah rızası için onları tedavi ettiğini bildiriyor ve Peygamberimiz de çadırı mescidin içinde kurdurmuş, o kadın giriyor Sad bin Muaz’ı tedavi ediyor. Yani caminin içinde tedavisini yapıyor. Peygamber efendimizin hayatına baktığınız zaman her şey son derece tabi ve kendi seyri içinde yürüyor. Ama sonradan işler biraz kurallara bağlanmaya başlıyor. Belki hayat şartları ona itmiş olabilir. Ama işin esasını bilmemiz gerekiyor.
Soru: Benim okuduğum şeylerde Hz. Hatice’nin Mekke Ticaret Odası Başkanı olduğu yazıyor
Cevap: Mekke Ticaret Odası yoktu ama Hz. Hatice tabi ticaretle meşgul olan bir hanımdı. Bazıları illa bugünkü kelimelerle konuşmaktan hoşlanıyor. Ticaret odası ne arıyor orada? Ama uluslar arası ticaret odası olabilir. Ticaret odası falan yok. Mekke’de ne var? Mekke, bugünkü manada bir yönetime sahip değil. Yani bugün Mekke’nin yönetimini benzetebileceğimiz herhangi bir örnek yok. Yani o günkü cahiliye Mekke’si, İslam öncesi Mekke’si. Ki İslam sonrasında öyle devam etmiş. Mekke’de temeli Kureyş Kabilesine dayalı, hepsinin büyük büyük dedesi İbrahim aleyhisselam. Ama daha sonra kabileler oluşmuş. O kabilelerin her birinin kendi başkanı var. Her biri kendi içinde bağımsız. Peki, dışta bağımlı mı? Yok. Ticaret odası da bağımlı değil. Dışarıdan şehrin işlerini bir darül nedve diye bir meclis var orada hep birlikte, 40 yaşını geçmiş olanların hepsi üyesi sayılıyor, erkekler. Orada görüşüp karara bağlıyorlar. O karara herkes uyuyor. Mekke’yi böyle yönetiyorlar. Bugün böyle bir yönetim tarzı ben şahsen bilmiyorum. Tamam, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme Hz. Hatice sermaye vermiş, Peygamberimiz de Suriye’ye bir ticaret kervanı götürmüştür. Yoksa o ticaret odası gibi şeyler zamanımızda olan şeylerdir. O zamanın öyle odası falan yok. Ama kendi aralarında konuşmuş, birtakım kararlar vermiş olabilirler. Tabi önde gelen tüccarlardan olabilir.
Soru: Anlaşılmıyor.
Cevap: Kur’an’ı Maaş alan imamın arkasında namaz kılınmaz değil de imamlık için ücret alınmaz diye ifade vardır kitaplarda. Türkiye’de bu imamlar maaş alıyor, bu imamların arkasında namaz kılınmaz şeklinde şeyler vardır. Çok propaganda yapan insanlar vardır. O zamanlar ben Ağa Camiinde Cuma vaazı yapıyordum. Bunların içinde en hararetli insanlar vardı. Hocam, işte falan ayrılsın, maaşı bizden, şu bu, esip savuran insanlar. 4 sene orada Cuma vaazı yaptım. 4 senenin içinde belki 4 veya 5 kere yemek yedirmişlerdir o kadar. Ve bu adamlarla hiç unutmuyorum, zengin adamlar, bir keresinde bana fetva sormak için arabasını oradan almadı, arabayı oraya bıraktı, spor arabası var, otobüse bindi, arkalarda kaldı ki bilet parasını ben vereyim. Bakın hiç unutmuyorum. Yani o para bir şey değil ama o tavır insanı çok rahatsız ediyor. Özellikle arkalarda kaldı. Çünkü görüyorum adamı. Nasıl bilet parasını verdiysem geldi. Geldi beni en az 1 saat meşgul etti müftülükte. Bunları çöp tenekesine atsan teneke bile kabul etmez. Sadece propaganda yaparlar. Ortalığı karıştırırlar. Hele bir gün aç kalın bakalım, sizin karnınızı doyuruyor mu? Laf. Şimdi böyle heyecanla falan hiçbir şey olacağı yok. Akıllı olmak lazım.
Ha, namaz kıldırmak için tabi ki ücret alınmaz. Ama şimdi siz bakın akşam ezanı okundu hep burada oturdunuz dersi dinliyorsunuz. İmam olsaydınız burada oturabilir miydiniz? Ya izinli olacaktınız ya da vaktinden önce camiye gidip açacaktınız. İmamlar namaz kıldırmak karşılığında maaş almıyorlar. 5 vakit orada bulunmak karşılığında maaş alıyorlar. Adama diyorsun ki sen burada kalacaksın. Peki, burada kalacaksam ne yiyip ne içeceğim? Camiyi açık tutuyor, kendi namaz kıldırsın kıldırmasın, namaz için alınmıyor bu maaş. Sen gidiyorsun hani buranın imamı? Adama hani buranın imamı diyebiliyorsan onu diyebilmeniz için maaşını vereceksiniz. O maaşlar namaz için alınmıyor. O şahıs 5 vakit orada bulunmak zorunda ve namazı orada kılmak zorunda. Onun için ücret alıyor. Yoksa yine namaz için ücret almaz. Çünkü namaz Allah rızası için kılınan bir ibadettir. Ondan ücret alınmaz, ondan ücret alınır mı? Karşılığını Cenabı Hak verecek.
Şimdi Cuma namazıyla ilgili yine bir hatıramı anlatayım. O sizin bahsettiğiniz anarşistlerin çok hareketli olduğu dönem, Allah muhafaza eylesin çok kötü zamanlardı o zamanlar. Ağa Camiinde vaaz ettim bir Cuma günü. Beyoğlu’ndaki Ağa Camiinde. Birisi geldi yanıma dedi ki hocam, ben Behice Boran’la birlikte Türkiye İşçi Partisinde Türkiye’yi komünist yapmak için çok uğraştım. O zaman dedi ne askerden korkardık ne polisten. Bizi korkutan tek şey şu Cuma cemaatiydi dedi. Cuma günü oldu mu camilerin semtinden geçmeye korkardık. Sanırdık ki bunlar bizi horoz gibi doğrayacaklar. Böyle ayaklarımız sallanırdı. Şimdi elhamdülillah tövbekar oldum, ben de Müslümanların arasına katıldım, namaz kılıyorum. Ya biz o zaman bu Müslümanların böyle olduğunu bilseydik çoktan ihtilal yapmıştık dedi.
Bakın ne etki doğuracağını bilemiyorsunuz. Şurada girip namaz kılıyorsunuz. Sizin için çok basit bir şey. Ama dışarıdan bakanlar için onun manası çok farklı. Bu arada söylemiş olayım. Yani biz Allah’ın emrine uyduğumuz zaman birçok işi birden yapmış oluyoruz. Bunun bir kısmının biz farkına varıyoruz, bir kısmının varmıyoruz. Bunu hiç unutmayalım. Kendi kafamıza göre yön vermeyelim. Bir sürü bizi yanlış yöne yönlendiren insanlar çıkacaktır. Düşünmek lazım. Yani Allah akıl vermiş. Aklını kullanmazsan Cenabı Hak ne diyor? “Allah, pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yığar.” Bunu da unutmamak lazım.
Peki, şimdi o zaman şuradan (Münafikun Suresi) birkaç ayet okuyalım gidelim. Herhalde başka soru yok.
Bismillahirrahmanirrahim. İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla.
“Münafıklar sana geldikleri zaman şöyle dediler: Biz şahidiz sen gerçekten Allah’ın elçisisin.” Yani biz şahidiz, artık bunu biz kesin biliyoruz, hiç endişen olmasın ya Muhammet. Sen gerçekten Allah’ın elçisisin.
“Allah biliyor ki sen gerçekten onun elçisisin. Ama Allah şahit, bu münafıklar yalan söylüyor.” Çünkü bu münafıklar seni Allah’ın resulü saymıyorlar. Ama gelmiş öyle söylüyorlar.
“Yeminlerini kendilerine kalkan edinmişler ve Allah’ın yolundan sıvışmışlar.” Ya da engelliyorlar. Yani şöyle yeminlerini kalkan ediyorlar önlerine, bir siper gibi yapıyor arkadan sıvışıyorlar. Ya kardeşim bizden daha iyi Müslüman mı olur? En iyi Müslüman benim falan. Kimse zaten Müslümanlığı başkasına vermiyor da önemli olan Allah kabul ediyor mu? Bak adamlar ne söylüyorlar.
“Yaptıkları ne kadar kötüdür.” Ne kötü yapıyorlar onlar. “Bu, şundan dolayı. Onlar önce inandılar.” Müslüman olmak gerçekten çok kolaydır. Çünkü son derece basit, tabi ve doğru. Müslüman olmak çok kolaydır. Zor olan Müslüman kalmaktır. Çünkü arkasından o kadar çok görevler geliyor ki. Neyzen Tevfik’e mal ederler ya, “Ağır geldi Müslümanlık ya resulallah.” diye, öyle miydi? Bazılarına ağır geliyor. Yani her zaman dürüst olmak iyi bir şey değil ki. Adam yalan söylemek istiyor. Günah işlemek istiyor, şunu yapmak, bunu yapmak istiyor. Müslüman kalmak zor.
“Sonra görmezlikten gelmeye başladılar.” Kafirlik o, görmezlikten gelmek. Sonra kafir oldular. Keferu kelimesi geçiyor, fümme keferu. Yani bakıyorsun sıvışıyorlar. İşte canım tamam yani elbette haram ama diyerek bir taraflarından bir açık kapı… Tamam, Allah emretmiş ama ya 5 vakit de elbette, Allah benim namazıma mı muhtaç, işte sabah akşam kılıyoruz, Allah affetsin gerisini. Bir müddet sonra milletin yanında Allah affetsin dersin sonra sabah akşamı da bırakırsın. Hani buna değmiş, buna değmemiş diyerek hepsini terk edersin.
“Artık onların kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluşmuştur, gerçeği anlayamazlar.” Yani artık kendilerine göre bir dünya kurmuşlardır. O dünyanın farklı doğruları vardır. Farklı kuralları vardır. O kuralları kendileri koymuştur. Allah’ın koyduğu kuralları da kendilerine uydururlar. Kendileri ona uymazlar.
“Onları gördüğün zaman görüntüleri seni hayran bırakır.” Ya dört dörtlük Müslüman işte kardeşim. Giyim kuşam böyle her şey yerinde.
“Konuştukları zaman da sözlerine kulak verirsin.” Ne konuşma yapıyorlar ya maşallah.
“Ama duvara dayalı kütükler gibidirler.” Görünüşü gayet güzel, düzgün, boy pos yerinde. Bizim Erzurum’da şöyle derler. Boyu uzun görfü hoş, tut kulağından heriğe koş. Herik yani bu tarla sürme işi. Yani hiçbir işe yaramaz. İçi bomboş. Duvara dayalı kütükler gibi. Bir de insan yalan söylediği zaman o kadar rahat konuşur ki. Yani birisinden dersin ki falan konuda bir yardımcı olur musun? Sana yardım etmeyeceğim de kime edeceğim, elbette der. Bütün imkanlarımı sana seferber ediyorum der, adam uçar. Ondan sonra tam o gün gelir ki hiç o adam yoktur meydanda.
Şimdi bunlar hep böyle yalan dolan, oyun peşinde oldukları için “Birisi bir yerden azıcık bir ses çıkaracak olsa hah benden bahsediyorlar der. Benden bahsediyorlar kesin.” Onun için herkesi susturmaya bakarlar. “Asıl düşman onlardır. Onlardan kaçın.”
Şimdi bakın bunlar önce iman etmiş, sonra kafir olmuşlar. Böyle insanlara ne diyoruz biz? Mürtet diyoruz. Önce inanmış, sonra kafir olmuş. Mürtetleri ne yapıyorlardı? Öldürüyorlardı. Allah ne diyor burada? “Onlara karşı dikkatli ol.” diyor o kadar. Şimdi sen bir taraftan diyorsun ki yani ayeti kerime bir taraftan diyecek ki “Dinde zorlama olmaz.”, öbür taraftan da diyecek ki zorlamıyorum ki kelleni uçuracağım. O da sanki zorlanmamış olandır. İnşallah haftaya bu konuya tekrar gireriz.
“Allah onları kahretsin, nereden de bu yalana sokuluyorlar, gerçeklerden çevriliyorlar?” Bu yanlış işlere nasıl da kendilerini sokuyorlar diye Allahü Teâlâ soruyor.
Böylece bu dersimizi de burada bitiriyoruz. Haftaya Münafikun Suresinden devam edeceğiz. Mürtet kişi öldürülür mü öldürülmez mi inşallah ondan da bahsederiz.