Elhamdulillahi rabbil alemin vel akıbetulilmuttakin essalatu vesselamu ala resulune muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
Bugünkü dersimiz Mümtehine Suresidir. Kur’anı Kerimin 60. suresidir. Bu surenin adı hem mümtehine hem mümtehane şeklinde ifade ediliyor. Burada sondan önceki ayet yani 10. ayet imtihana çekilen hanımlarla ilgili olduğu için mümtehane deniyor. Mümtehine adı da kullanılıyor. “Ya eyyuhellezine amenu la tettehızu aduvvi ve aduvvekum evliyae” “müminler, benim düşmanım ve sizin düşmanınız olan kimseleri veliler edinmeyin”(60/1). Bu ayeti kerime yani bu sure Mekke’den Medine’ye hicret etmiş olan Müslümanlara hitap ediyor. Ayetin tamamını okuyalım. “tulkune ileyhim bil meveddeti” “Sevgi gösterisinde bulunduğunuz bir veli olmasınlar” “ve kad keferu bima caekum minel hakk” “hâlbuki onlar size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir”. “yuhricuner rasule ve iyyakum en tu’minu billahi rabbikum” “Rabbiniz olan Allaha inandınız diye resulü ve sizi ülkenizden çıkarıyorlar”(60/1). Ellerinden gelse Medine’den de çıkaracaklar. “in kuntum haractum cihaden fi sebili vebtiğae merdati tusirrune ileyhim bil meveddeh” “benim yolumda cihat için çıktığınız zaman, benim rızamı kazanmak için yola çıktığınız zaman gizliden gizliye onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz veya onları sevdiğinizi gizliden gizliye söylüyorsunuz”. “ve ene ea’lemu bima ahfeytum ve ma ea’lentum” “ben sizin gizlediğinizi de biliyorum açığa vurduğunuzu da biliyorum”. “ve mey yef’alhu minkum” “sizden kim böyle yaparsa” “fekad dalle sevaes sebil” “doğru yolu şaşırmış olur”(60/1). Bu ayet Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda olan müminlerle ilgili indirilmiştir. Tabii Medine’de ki ve bugün ki bütün müminler bu ayetin muhatabıdır. Ama ilk muhatapları düşünürsek ayetleri daha kolay anlarız. Onları sürgün etmemişler, kaçmak zorunda bırakmışlar. Sürgün etseler bu işin hukuki statüsü farklı olur. Geçen hafta anlatmaya çalışmıştım. Bir ülke, bir vatandaşını bir yere sürgün etse o vatandaşın orda yaşamasına razı olur. Onun için gerekli cezayı vermiş olur. Bunlar sürgün edilmiş insan değil, bunlar kaçmış kişilerdir. Onun için kaçak sayılıyorlar. Mekkeliler, Müslümanları Medine’den geri istiyorlar. Bugün suçluların iadesi denilen olay vardır. Onları geri istiyorlar. Dolayısıyla onların, Mekkeliler açısından Medine de hiçbir hukuki statüsü yoktu. Ondan dolayı o savaşları yapıyorlar. Böyle bir ortamda bunların velayeti ne olur? Geçen hafta konuşurken veli edinme çok değişik anlamlara gelir diye söz etmiştik. Veli edinme dediğiniz zaman birisi hakkında onu bağlayıcı söz söyleme yetkisi demek olur. Mesela İstanbul’un en yetkili amirine ne diyoruz? Vali. İşte vali, velilik görevini üstlenen kişi demektir. Aynı kökten gelir. İstanbul Valisi bir karar alsa o karar hepimizi bağlar mı? İşte bizi bağlayıcı bir karar alma yetkisinde olduğu için ona vali denir. Bizde bazı çocuklarımızın veliliğini yaparız, velayeti üzerimizdedir. Ona da velayet denir. Onlarla ilgili karar aldığımız zaman geçerli olur. Buradaki velayet böyle bir velayet değildir. Yani Mekkeliler zaten onlardan kaçmışlar. Onlara karşı böyle bir velayet söz konusu olamaz. Peki, nasıl bir velayet? Ayeti kerimenin yapısına dikkatle baktığımız zaman onu görürüz. Arapça bilenler için söylüyorum. Benim elimdeki mealde “tulkune ileyhim bil meveddeh”(60/1) cümlesini, istinafiye olarak yani ayrı bir cümle kabul ederek mana vermişler. Bu ilişkileri göz önünde bulundurduğumuz zaman “tulkune ileyhim bil meveddeh”(60/1) cümlesinin evliyanın sıfatı olması gereği ortaya çıkıyor. Dolayısıyla şöyle bir mana vermemiz icap ediyor. “Ya eyyuhellezine amenu” “müminler” “la tettehızu aduvvi ve aduvvekum” “benim ve sizin düşmanınız olan kişileri edinmeyin”. “evliyae tulkune ileyhim bil meveddeti” “kendilerine sevgi gösterisinde bulunduğunuz dostlardan edinmeyin”(60/1). Onlara karşı sevgi gösterisi yapmayın. Bazı kimseler vardır. Yani birisi ona her türlü kötülüğü yaptığı halde o gene gittiği zaman hürmetler abi, nasılsınız abi falan filan demeye başlar. Ya ne oluyor biraz şahsiyetli ol. “ve kad keferu bima caekum minel hakk” “size gelen gerçeği bunlar kabul etmemişlerdir”. “yuhricuner rasule ve iyyakum” “peygamberi ve sizi çıkmaya zorlamışlardır”. “en tué’minu billahi rabbikum” “Rabbınız Allaha inandınız diye” (60/1). Yani sizi çıkmaya zorlamalarının tek sebebi Allaha inanmanız. Yoksa bir suçunuz yok. İnancınızdan dolayı ülkenizi terke zorlamışlar. “in kuntum haractum cihaden fi sebili” “benim yolumda cihat için çıktığınız zaman” “vebtiğae merdati” “ve benim rızamı kazanmak için çıktığınız zaman” “tusirrune ileyhim bil meveddeh” “gizliden gizliye onlara karşı sevgi gösterisi yapıyorsunuz”(60/1). Alttan alttan onları sevdiğinizi hissettiriyorsunuz. “ve ene ağlemu bima ahfeytum ve ma ağlentum” “ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da gayet iyi bilirim”. “ve mey yef’alhu minkum” “Sizden kim böyle yaparsa” “fekad dalle sevaes sebil” “orta yoldan şaşırmış olur”(60/1). Yani davranışı yanlış olur. Yanlış davranışta bulunmuş olur. Benim elimdeki mealde ne yazıyor? Mealde yazan: “Her kim onu yaparsa artık düz yolun ortasında şaşırmış olur”(60/1). Abdülaziz Bayındır: Güzel bir anlamdır. Doğru yoldan sapmış olur anlamı yanlıştır. Elmalının burada verdiği anlam doğrudur. Bakın ne diyor? “Sizden kim onu yaparsa düz yolun ortasında şaşırmış olur”(60/1). Yani bu insanlar doğru yolda, öyle yaparlarsa yoldan çıkmış olmazlar. Ama doğru yolun ortasında şaşırmış olur. Ne yapacağını bilmez hale gelir. Şaşkın vaziyette kalır. “dalle” kelimesi “an” ile kullanıldığı zaman doğru yoldan uzaklaşarak şaşırmak olur ki bu yoldan çıkma olur. 11:27. Allahın yolundan uzaklaşırlar, sapıtmış olurlar. Ama burada “an” kelimesi yok. Doğru yolda şaşırmış olur. Yolun doğru ama yaptığın yanlış. Cenabı Allah burada kâfir olmuş değilsin demiş oluyor. Onlara öyle sevgi gösterisinde bulunmakla kâfir olmuyorsun da yanlış yapıyorsun. Peki, bu ‘yanlış yapıyorsun’ yargısının açıklamasını nerede bulacağız? Kur’anı Kerimi çok dikkatli okumak lazım. Üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor. Bir, iki kere okumakla bu incelikler hemen anlaşılmıyor. Geçen hafta okuduğumuz bir ayet vardı. Yani aynı surenin 9. ayetine bakarsak “dalle sevaes sebil”(60/1). Ne anlama geldiğini oradan çıkarırız. “İnnema yenhakumullahu anillezine katelukum fid dini”(60/9). Burada onlara karşı sevgi gösterisinde bulunmayın diye bir yasak koydu ya aslında şimdi okuduğumuz ayet bu yasakla ilgili nihai bir hükümdür. “İnnema yenhakumullahu anillezine katelukum fid dini” “Allahın size koyduğu yasak sadece inancınızdan dolayı sizinle savaşan yani sizi öldürmeye kalkışanlar” “ve ahracukum min diyarikum” “sizi ülkenizden çıkaranlar”. “ve zaheru ala ıhracikum” “çıkarılmanız konusunda destek verenler”(60/9). İşte bu üç gruba karşı Allah yasak koyar, yani üç tane kırmızıçizgi vardır. Yasaklar bunlarla ilgilidir. Diğerleriyle ilgili değildir. Hangi konudaki yasak? “en tevellevhum” “onları veli edinmeniz hususundaki yasak”(60/9). İşte hangi tür veli, sevgi gösterisinde bulunacağınız türden velidir. Hani İstanbul Valisi gibi, bir öğrencinin velisi gibi sizin hakkınızda söz söyleme yetkisine sahip veli değildir. Sevgi gösterisinde bulunabileceğiniz tipten bir veli de edinemezsiniz. Kimi? Bu üç tane büyük suçu işleyenleri. Ülkenizden çıkaranlar, inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkışanlar başka sebepten dolayı değil. Yukarıda da sadece Rabbınız Allaha inandığınız için bunları yapıyorlar dedi. Hani başka suçtan dolayı yaparlarsa o bu kapsama girmez. Sadece inandığınız için öldürmeye kalkan, ülkenizden çıkaran ve çıkaranlara destek verenlere bu sevgi gösterisini yasaklar. Bu yasak onlarla alakalıdır. “ve mey yetevellehum” “kim onları kendisine dost edinirse yani sevgi gösterisinde bulunursa” “feulaike humuz zalimun” “onlar zalimlerdir”(60/9). Yani yanlış yapmış olurlar. İşte bu “feulaike humuz zalimun”(60/9) ifadesi “dalle sevaes sebil”(60/1) İfadesinin bir açıklamasıdır. Yani orta yolda şaşırmış. Orta yolda şaşıran bir adama ne dersiniz? Ya bu adam ne yapıyor dersiniz. Yalan yanlış şeyler yapıyor dersiniz. İşte zalimlikte odur. Yalan yanlış işler yapmaktır. Zulüm, yapmaması gereken bir şeyi yapmaktır. Mesela ben burada size sohbet ediyorum. Bu sesi öyle ayarlasak ki, sizi rahatsız etse ve sohbetten zevk alamayacak hale gelseniz bu bir zulümdür. Öyle ayarlasak ki duyamaz olsanız o da bir zulümdür. Bağırsam, çağırsam zulümdür. Yani yapmamam gereken bir tavır içerisine girsem benim açımdan zulüm olur. Zulmün çeşitli dereceleri vardır. En ağır zulümde nedir? Şirktir. Yani Allaha karşı yapmaman gereken bir davranışa girmektir. “inneş şirke lezulmun azim” “şirk en büyük zulümdür”(31/13). Oradan derece derece değişir. Demek ki Allah-u Teâlânın bu birinci ayette yasaklamış olduğu şey sadece sevgi gösterisidir. Yoksa onları başımıza yetkili hale getirmek, bizim hakkımızda karar verebilecek bir noktaya getirmek zaten başka ayetlerde yasaktır.
“İy yeskafukum yekunu lekum ağdaev ve yebsutu ileykum eydiyehum ve elsinetehum bis sui” “eğer onlar sizi ele geçirseler o zaman size birer düşman kesilecekler, ellerine bir geçseniz görürsünüz o zaman. Ellerini ve dillerini size kötülükle uzatacaklardır”. “ve veddu lev tekfurun” “En çok istedikleri şey keşke kâfir olsanız”(60/2). Yani onları rahatsız eden sizin Müslümanlığınızdır. Başka hiçbir şey değildir. Rahatsız eden odur. Çünkü insanlar kendilerine suç ortağı ararlar. Müslümanları gerçekten kıskanırlar. Müslümanların yaptığı doğru olduğu için, zaman zaman keşke bizde Müslüman olsak diye iç geçirirler. Hatta bazen size de söylerler. Müslümanlık ne kadar iyi keşke bizde olsak, bizde yapabilsek falan derler. Ama bu onların asıl istekleri değil. Çünkü bu tarafa yönelemedikleri için asıl istekleri keşke bizim gibi kâfir olsalar derler. “ve veddu lev tekfurun”(60/2). Çünkü yanlış yapan kişinin en fazla rahatsız olduğu kişi doğru yapandır. O doğru yapanın yanında bunun yanlışlıkları ortaya çıkacaktır. O rahatsızlığı birazcık olsun dindirebilmek için seninde yanlış yapman lazım, suç ortağı olman gerekiyor.
“Len tenfeakum erhamukum ve la evladukum yevmel kıyameh”(60/3). Bunların bir kısmı sizin akrabanız. Şöyle Mekke-i Mükerreme toplumunu düşünün. Kadın Müslüman olmuş, kocası kâfir. Koca Müslüman olmuş, karısı kâfir. Evlat Müslüman olmuş, babası kâfir. Baba Müslüman olmuş, evladı kâfir. İşte Bedir Savaşında bir tarafta Hz. Ebubekir, öbür tarafta oğlu, bir tarafta Hz. Ali, öbür tarafta kardeşi, bir tarafta Hz. Ömer, öbür tarafta gene onunda bir yakını vardı. Birbirleriyle savaşıyorlar. Niçin savaşıyorlar, paylaşamadıkları ne var? Ya bu adamları zaten Mekke’den çıkmaya zorlamışsınız, kaçmış gelmişler. Mallarına, mülklerine de konmuşsunuz. Sizin kervanınızın Şamdan güvenli bölgeye geçme işi de sağlanmış, derdiniz ne? Ne alıp veremediğiniz var? Sadece bunların mümin olmalarına tahammül edemiyorlar. Allah-u Teâlâ Yahudi ve Hristiyanlar için de aynı şeyi söylüyor biliyorsunuz. “Ve len terda ankel yehudu ve len nasara hatta tettebia milletehum” “sen onların dinlerine uymadıkça senden ne yahudisi razı olur nede hrıstiyanı. Onları razı edemezsin”(2/120). O zaman onlara karşı kesin tavır koymak, kendimiz açısından çok önemlidir. Çünkü kişilik kazanmış olacağız. Hem kendimize güvenimiz ortaya çıkacak hem de onlar açısından çok önemlidir. Kesin tavır koyduğunuz zaman onlarda düşünürler. Ya bu insanlar niye böyle yapıyorlar diye düşünürler. “Len tenfeakum erhamukum ve la evladukum yevmel kıyameh” “kıyamet günü sizin ne akrabalık bağlarınız fayda verecek ne de evlatlarınız”. “yefsılu beynekum” “Allah aranızı ayıracaktır”(60/3). Yani akrabalardan birisi eğer Müslüman olmazsa kıyamet günü araları ebediyen ayrılacaktır. Karı kocadan birisi kâfirse, kâfir olan cehenneme, kâfir olmayan cennete gidecek. Ama ikisi de müminse doğru cennete gider. Gene karı koca olmaya devam ederler. Evlat kâfir, ana baba Müslüman ise ya da tersi ise gene ayrılacaklar. Orada ilişkiler tamamen kopacak. O zaman siz zoraki bu ilişkilere dayanarak bu dünyada bir hayat kuramazsınız. O zaman sizin asıl üzerinde durmanız gereken iman kardeşliğidir. Onun için Allah-u Teâlâ Hucurat suresinde “İnnemel mué’minune ıhvetun” “müminler sadece kardeştirler”(49/10) diyor. Çünkü iman kardeşliği akrabalıktan daha önce gelir. “vallahu bima tağmelune basir” “Allah-u Teâlâ ne yapmakta olduğunuzu, yaptığınızın ne olduğunu görüyor”(60/3). Allahtan hiçbir şeyi saklayamazsınız.
“Kad kanet lekum usvetun hasenetun fi ibrahime vellezine meah” “İbrahim de ve onunla beraber olanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır”(60/4). İbrahim (a.s) Kur’anda sık sık bahsedilen örnek gösterilen bir peygamberdir. Allah-u Teâlâ “millete ebikum ibrahim” “babanızın İbrahim’in dini”(22/78) diye de bize onu övmüştür. Ayeti kerimelerde bizim de o yol üzere olduğumuzu bildirmiştir. Çünkü İbrahim (a.s) kadar Allaha tam teslimiyet gösteren çok az peygamber vardır. Evladını Allah için kesecek kadar teslimiyet göstermiştir. Bazı kimselere bu biraz garip gibi gelir de işin esası teslim olmaktır. Zaten herhangi bir insanı kesmiş değildir. Önemli olan o noktada teslim olmaktır. Bir insan kendi evladını canından daha çok sever. Allah’ı ondan da çok sevdiğinizi göstermiş oluyorsunuz. Onu gösterip o imtihanı kazanmış, İsmail’i (a.s) de kazanmış. Çok sevdiği evladını ve eşini bitkisiz bir vadiye bırakmış. Onları bıraktığı zaman Kâbe’nin yerinde herhangi bir şey yok. Nuh tufanıyla Kâbe’nin yeri tamamen yıkılmış, kumlar altında kalmış. Vadide bitkisiz susuz bir haldeyken Allahın emriyle Hacer validemiz ile daha çocukken İsmail’i (a.s) orada bırakıyor ve geri dönüyor. Tabii bu muhteşem bir teslimiyettir. Ama o teslimiyetin karşılığını da Cenabı Hak çok fazlasıyla vermiştir. Biz Allaha teslimiyet gösterdikçe Cenabı Hakkın bize ikramı kat kat artar. “iz kalu likavmihim” “İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanlar kavimlerine şöyle demişlerdi” “inna buraau minkum ve mimma tağbudune min dunillah” “Biz sizden uzağız, Allah ile kendi aranıza koyup taptığınız şeylerden de” “keferna bikum” “biz sizi tanımıyoruz”(60/4). Bakın ‘kefera’ kelimesine dikkat edin. ‘Kefera’ kelimesinin anlamı ne? Kâfir olmak değil mi? İbrahim (a.s) “Keferne bikum” “biz kâfir olduk”(60/4) demiş oluyor. Sizin dininize karşı kafir olduk diyorlar. Yani sizin dininizi reddediyoruz anlamındadır. Onun için hemen her peygambere kendi kavmi kâfir damgasını vurmuştur. Tabii gönderilen peygamber, o dini kabul etmediği için öyle diyecekler. Onlarda peygamberin dinini kabul etmedikleri için kâfir olmuşlardır. Ben seni tanımıyorum demiş oluyor. İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanlar da onlara, biz sizin inancınızı tanımıyoruz diyorlar. Biz sizi tanımıyoruz diyorlar. “ve beda beynena ve beynekumul adavetu vel bağdau ebeden” “Bizimle sizin aranızdaki düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır. Ebediyen bu böyle sürüp gidecektir” “hatta tué’minu billahi vahdehu” “Allah’a, Allahın birliğine inanıncaya kadar”(60/4). Siz bir tek Allah’a inanırsanız o zaman dost oluruz. Aradan putları çıkarır, bir tek Allaha kul olursanız tamam. Yoksa o zamana kadar biz sizi tanımıyoruz. Aramızda düşmanlık vardır. Açık ve net bir tavır koymuş. İbrahim (a.s) bu tavrı ne zaman koydu. Tabii ki putları kırdıktan sonra koydu. Çünkü putları kırana kadar İbrahim’i (a.s) kimse tanımıyordu ki. Putları kırınca bir anda ülkenin en meşhur adamı oldu. Şimdi o ilgili ayetleri okuyalım. “İz kale liebihi ve kavmihi maza tağbudun” “bir gün İbrahim (a.s) babasına ve kavmine şöyle dedi siz neye kulluk ediyorsunuz?” “Eifken aliheten dunallahi turidun” “Şimdi siz yalan söyleyerek, gerçekleri çarpıtarak Allah ile kendi aranızda tanrılar mı arıyorsunuz, tanrılar mı istiyorsunuz” “Fema zannukum birabbil alemin” “Alemlerin rabbi konusundaki tahmininiz ne?”(37/85-87) Alemlerin rabbine o topluluk inanıyor biliyordu. Öyle bir problemleri yoktu. Şimdi tabii şöyle düşünüyorlar. Âlemlerin Rabbi, çok yüce ve bizim gibi ufak tefek adamların işine karışmaz diye düşünüyorlar. O yüceleri idare eder. Aramızda aracı varlıklarda onun adına bizi idare ederler diye düşünüyorlar. Tabii ki kimle muhatap olursan ona itaat edersin. İtaat ettiğimizde Allah’a itaat etsin. O bizim Allah ile ilişkilerimizi düzenler diyorlar. Dolayısıyla onları ilah yerine koyuyorlar. Gökcisimlerini ilah yerine koyuyorlardı. “Fenezara nazraten fin nucum” (37/88). Şimdi onlar kendileriyle ilgili karar verirken yıldızlara bakarak karar veriyorlar. İbrahim’de (a.s) hani tabiri caizse onları makaraya sarıyor. İbrahim’e (a.s) hadi gidelim şimdi bayram yerine bayram var diyorlar. Putlarla birlikte yiyecekler, içecekler falan. Öyle mi bir dakika bakayım şöyle “yıldızlara bakıyor” “Fekale inni sekim” “ben hastayım”(37/88-89). Sen hasta değilsin de diyemiyorlar. Mecburen bunu yutmak zorunda kalıyorlar. Çünkü siz yıldızlara bakarak söyleyince oluyor da ben söyleyince niye olmaz der diye bir şey diyemiyorlar. Onların ne kadar mantıksız olduğunu kendilerine gösteriyor. Bakıyor ve ben hastayım galiba diyor. Öyle olunca çekip gitmeleri gerekiyor. Taptıkları tanrılar buna hasta diye söyledilerse yıldız bir şey söylemez diye nasıl desinler? Siz böyle diyorsunuz diyecek. “Fetevellev anhu mudbirin” “bu defa döndüler ondan gerisin geri gittiler”(37/90). Kur’anı Kerim uzun zamanlarda meydana gelen olayları çok kısa bir zamanda olmuş gibi anlatıyor. Tabii onlar işlerini bitirip gittikten sonra “Ferağa ila alihetihim” “onların gitmesinden sonra tanrılarına yöneldi”(37/91). Yiyecekler bırakmışlar. Çin’de ki Budistler yiyecekler getirip bırakıyorlar. Televizyonlar şimdi gösteriyor. Bugün hala var. Gidiyor oraya “fekale ela teé’kulun” “Yemez misiniz, diyor”(37/91). Yesenize önünüze konan yiyecekleri diyor. Onlar orda kutsal yiyecek oluyor. Tabii sonra kendileri yiyorlar. Yiyen kim? O dini organizasyonu yapan insanlardır. Yani halkı sömürenlerdir. Zavallı fakir fukarada dişinden tırnağından arttırıp oraya getiriyor. “Ma lekum la tentıkun” “neyiniz var hiç konuşmuyorsunuz?”. “Ferağa aleyhim darbem bil yemin” “çok güçlü bir şekilde bir darbe vurdu onlara” (37/92-93). O darbenin detayları Enbiya suresinde, onu da okuyacağız. Hepsini kırdı. Büyüğünün de boynuna baltayı astı. Onlara müthiş bir darbe vurmuş oldu. “Feakbelu ileyhi yeziffun” “ona doğru üşüştüler” “kale etağbudune ma tenhıtun” “dedi ki şimdi siz kendi elinizle yonttuğunuz taşlara mı kulluk ediyorsunuz” “Vallahu halekakum ve ma tağmelun” “sizi yaratan da bu yaptıklarınızı da yaratan Allah-u Teâlâ’dır”. “kalubnu lehu bunyanen feelkuhu filcahim” “Kavmi, Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın dedi”(37/94-97). Buna tabii mahkeme kuruluyor. İbrahim’e (a.s) ceza veriliyor. Bir bina yapın diyorlar. İçerisine ateşi yakın, bunu da o yanan ateşe atın. Ne oldu şimdi? Hani o üç tane kırmızıçizgiden hangisini çiğniyorlar? Birinciyi yani inandığı için öldürmeyi hem de yakarak öldürmeye karar veriyorlar değil mi? “Feeradu bihi keyden fecealnahumul esfelin” “Onlar İbrahim’e (a.s.) tuzak kurmak istediler, biz de onları en alçak hale getirdik”(37/98). “kulna ya naru kuni berdev ve selamen ala ibrahim” “Allah-u Teâlâ ateşe emir verdi, ey ateş İbrahim için serin ol ve güvenli ol dedi”(21/69). Tabii bu İbrahim’in (a.s) bir mucizesiydi. Mucizeyi İbrahim (a.s) gösteremez. Mucizeyi hiçbir peygamber gösteremez. Çünkü peygamberlerin gücü mucizeyi göstermeye yetmez. Bunu Cenabı Hak verir. O mucizeyle, o insanlar o şahsın Allah’ın peygamberi olduğu konusunda kesin bir kanaate varırlar. İşte İbrahim’i (a.s.) orada inandığı için yakarak öldürmeye karar vermişlerdir ve bu kararlarını da uygulamışlardır. Ama başaramadılar. 36:54 37:22. Yani aynen İbrahim’in (a.s) ateşe atılması gibidir. 37:27 37:32. Diğer tarafta da Allahın emriyle İbrahim’e (a.s) ateş serin oldu, yakmadı. 37:36 37:45. Ama onlar öldürme konusunda kararlarını uygulamaya geçtiler. O zaman ne olur? Bunlarla artık dostluk olur mu? Artık olmaz. İbrahim (a.s) işte o noktada aramızda artık düşmanlık ortaya çıkmıştır diyor. Ne diyor? “keferne bikum”(60/4). Siz bizim inancımızı tanımıyorsunuz. “biz de sizi tanımıyoruz” (60/4). Bu şahsiyet çok önemlidir. Siz Allaha inanırsanız ve güvenirseniz dünyada sizden daha güçlü bir kimse olmaz. İbrahim’in (a.s) karşısında Nemrut var. Bakın bugün Nemrut Dağındaki harabeleri bütün dünya gelip görüyor. Onların ne kadar güçlü bir idare kurduklarını herkes hayranlıkla seyrediyor. İşte bu kadar güçlü bir otoriteyi bir İbrahim (a.s) yıkabiliyor. Tıpkı güçlü Firavunun idaresini Musa’nın (a.s) yıkması gibidir. Peygamberler bizim için örnektirler. Biz o örneklerden gittiğimiz zaman bütün zalim uygulamaların sona ermekten başka seçenekleri kalmaz. Başka yol yok. İşte burada kişilik sahibi olmak gerekiyor. Onlara karşı İbrahim (a.s) ve onunla birlikte inananlar biz sizi tanımıyoruz diyorlar. Ama ne zaman bunu söylüyorlar? Onu da unutmamak gerekir. İbrahim’e (a.s) sırf inandığı için ölüm kararı verip uygulamaya geçtikten sonra söylüyorlar. Eğer bu ölüm kararını verdikten sonra uygulama durumu olmasaydı İbrahim (a.s) onlarla ilişkilerini daha önce olduğu gibi sürdürecekti. Peygamberimiz (s.a.v) hakkında da ölüm kararı verilinceye kadar, Peygamberimiz Mekke’den ayrılmamıştı. Ne zaman ki ölüm kararı verildi ve uygulamaya geçildi, o zaman Mekke’den Allah-u Teâlâ’nın müsaadesiyle ayrıldı yani göç etti. Burada bunları çok iyi kavramak gerekiyor. Birçok kimse duygusal hareketi tercih ediyor. Duygusal hareketler insanın da hoşuna gidiyor. Fakat kısa bir süre gönlünüz rahat ediyor. Günah işlemek gibidir. Arkasından çok büyük sıkıntılar geliyor. Yani ayetleri okurken ayetler arası ilişkileri iyi bilmek gerekiyor. Bunu bilecek olan hocalardır. Onu da söyleyelim. Yani siz Kur’anı Kerimi elbette okuyacaksınız. Ama Kur’anı Kerimi bir bütünlük içerisinde sizin değerlendirmeniz mümkün olmayacağı için yapacağınız şey bu konuyu bilenlere sormaktır. Bugün asırladır ihmal edildikten sonra Kur’an üzerinde çalışmalar yeni başlamıştır. Her sorunuza cevap bulamayabilirsiniz. Ama şunu bilmek lazım ki Kur’anı Kerim bir bütünlük içerisinde ele alınır, bir ayet diğer ayeti açıklar. Ayetin kendi iç ilişkilerine çok dikkatli bakarsanız bunu görürsünüz. Bunu görmek için iyi Arapça bilmek gerekir. Ayetler arası ilişkileri gayet iyi bilmek gerekir. Tercümelerle bu noktalara ulaşmak mümkün olmaz. Ama tercümelerle de çok büyük noktalara ulaşırsınız. Yani uzman olamazsınız ama uzmana yakın bir noktaya da gelirsiniz. Ve sonrada sora sora daha da ileri noktalara gidilebilir. Mesela İbrahim’de (a.s) size büyük bir örnek var diyerek ayetler arası ilişkileri görmezden gelip hemen çıkıp ben sizi tanımıyorum, sizin devletinizi tanımıyorum, kanunlarınızı tanımıyorum diyen bazı sivri zekalıların çıktığını görüyoruz. Bunu din adına söyleyip mücahitlik yaptığını düşünür. Allah belki bu insanların samimiyetine bir sevap verebilir, o ayrı bir konudur. O bizim sahamız dışındaki bir olaydır. Cenabı Hak nasıl mukabele ederse eder. Ama Allahın ayetinde olay böyle değildir.
Bugün bu internet Allahın çok büyük bir ikramıdır. Geçen haftaki dersimizi Çin’den dinleyen bazı kültür seviyesi oldukça yüksek kişiler soru göndermişler. Enes Hoca’da soruyu cevaplandırmış. Bugün bana anlattı. Ben yanlış söylersem sen beni tashih et çünkü konuşma sırasında hata edebilirim. Geçen hafta Tevbe Suresinin 5. ayetini okuduk. “haram aylar çıktıktan sonra o müşrikleri nerede bulursanız öldürün” (9/5). Çinliler sokakta dolaşıyor ve biz bu ayeti okuyup onları öldüremediğimiz için rahatsız oluyorduk demişler. Felaketi görüyor musunuz? Ama ben size geçen hafta söyledim. Maalesef bizim ulemamızın büyük bir bölümü gayrimüslimlerle ilişkinin merkezine Tevbe suresinin 5. ayetini koymuşlar. Mümtehine suresinin 8 ve 9. ayetleri mutlaka konulması gerekirken kendi kafalarından o ayete bu ayetleri nesh ettirmişlerdir. Bunların bağışlanması mümkün değil. Bu cinayet diyebileceğimiz bir suç, bu çok ağır bir suç. Allah nasıl karşılık verir, nasıl karşılar, onu ben bilemem. Ama bu sohbetleri dinledikten sonra adamlar rahatlamış. Bunlar bize yaşama hakkı tanıdığı sürece biz bunlarla iyi ilişkileri devam ettirmemiz lazım diye düşünürler. Şimdi öyle olan bir insanın psikolojik durumunu düşünün. Bu ayetleri dinledikten sonraki rahatlığını düşünün. Ve önceki durumdaki sıkıntısını düşünün. Öyle bir ortamda nasıl yaşayabilirsiniz?
Geçen hafta gene burada o karikatür krizi sebebiyle Münafikun suresindeki ayeti okumuştuk. Hani kendini müslüman olarak tanıtan Abdullah bin Übey bin Selul şöyle demişti. “Yekulune” “şöyle diyorlar”(63/8). Onu diyenler mümin olan insanlardır. “leir racağna ilel medineti leyuhricennel eazzu minhel ezell” “eğer Medine’ye dönersek izzetli ve şerefli olan o zelil ve hakir olanı çıkaracaktır”(63/8). Münafıkların deyişi ile izzetli ve şerefli olan kendileri, zelil ve hakir olan da peygamberimizdir. Bu hakaretin en ağırı değil mi? Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu şahıs ölünceye kadar bu şahsa karşı hiçbir bir fiili davranışa müsaade etmemiştir. Bugün ki anlamda bu bir fikir suçudur. Bu fikir suçunu cezalandırmamıştır. Çünkü eyleme geçmemiş olan bir fikirdir. Ve en nazik anda söylenmesine rağmen hiçbir fiili davranışa müsaade etmemiştir. Ama gene bu akşam Enes Hoca çıkardı. O ulemanın adını söylemeyim de bazılarınız saygı duyuyorsanız saygınız biraz daha devam etsin. Araştırmalarını da tamamladıktan sonra inşallah söylerim. Peygamber’e (s.a.v) hakaret eden ister Müslüman, ister kâfir olsun, öldürülür diyor. Bunda aşağı yukarı ittifak var ve tövbesi de kabul edilmez diyor. Tövbe de etse affedilmez diyor. Aşağı yukarı ittifak var değil mi? Kendi aralarında icma yapmışlar. Konsil kararı gibi bir şeydir. Evet, maalesef böyle olmuş. Kimse peygamberin aleyhine konuşmayacak, konuşmaları yasaklayacaksınız. Adam inanmıyorsa yani kâfirse konuşmadığı zaman saygı duymuş mu oluyor? O zaman siz insanları münafık olmak mecburiyetinde bırakıyorsunuz. Öyle değil mi? Gene geçen hafta bizim gelenekte vardır. Kim dinden dönerse öldürülür diye söyleniyor. Gelenek derken fıkıh geleneğini kastediyorum. Kim dinden dönerse öldürülür. Ona delil olarak alakasız bir ayeti delil getirdiklerini geçen hafta okumuştuk. Gene Çin’den sorulan bir soruda, ya biz bunu böyle bilmiyorduk, bu işi yanlış mı anladık diye sormuşlar. Dün onun cevabını verdiniz değil mi? Evet, sohbetleri dinleyenler anında soruyu gönderiyorlar. Çok güzel bir şey değil mi? Hakikaten mesela Amerika’dan, Çin’den, Avrupa’dan böyle sorular geliyor. Allah-u Teâlâ peygamberine diyor ki “efeente tukrihun nase hatta yekunu mué’minin” “inansınlar diye insanlara sen mi baskı yapacaksın?”(10/99). Allah peygamberine böyle bir yetki vermiyor. Ama ne zaman ki din siyasete alet edilmiş, siyasetin bir parçası olmuş, siyasetçi kendi işlediği cinayeti meşrulaştırmak için dini hoyratça kullanmış. Şimdi öyle bir noktadayız ki bakın işte dünyanın her tarafında İslami faaliyetler var. Siz oluşturulmuş bu dini anlayışla nereye gidebilirsiniz. Çaydan sonra inşallah Amerika’nın bir bölgesinden geçen hafta gelen bir e-maille ilgili isim vermeden birkaç kelime daha söyleyeceğim. Çünkü meşhur insanlardan bahsetmek hoş olmuyor. Birkaç kelime de onunla ilgili konuşup sonra ayetlere devam edeceğim.
Dersimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. Siz Allahın kitabına bakarsanız dünyanın her yerinde, her türlü rejim altında Müslümanlığı yaşayabileceğinizi anlarsınız. Allahın kitabı böyledir. Zaten öyle olması da doğaldır. Çünkü düşünün, Allaha karşı sorumluluk tek tek değil mi? Tek tek. Siz Müslüman oldunuz diye bulunduğunuz toplumu değiştirebilir misiniz? Değiştirmenize zaten gerek yok. Sizin oradan çıkarılmanızı Allah büyük bir suç olarak kabul ediyor değil mi? Yani çıkaranları yeriyor. Bu ne demektir? Orada yaşayacaksınız demektir. Orada yaşayabilecekseniz bu din sizin orda yaşamanıza imkân veren bir din olmalıdır. O zaman bu dinin asıl istediği inandığı gibi yaşama hürriyetidir. Şimdi insanlar bu hürriyeti tanıma noktasına geldiler. Hangi sebeplerle geldiler o ayrı bir konu. Şu anda dünyanın hemen her yerinde insanlara inandığı gibi yaşama hürriyeti veriliyor. Bu bizim için çok büyük bir nimettir. O zaman bu nimetten istifade etmemiz lazım. Ama Müslümanlar asırlarca zenginlikten oluşan bir işletme körlüğü yaşamış. Aranızda iflas etmiş tüccar varsa çok iyi bilir. Çünkü Allaha şükür Cenabı Hak bana iflası yaşamayı gösterdi. Yani Allaha şükrediyorum. O çok büyük bir nimetmiş meğer. Ben rahmetli babamın iflas ettiğini gördüm. Zenginlikten fakirliğe dönüşünü Cenabı Hakkın bana olan en büyük nimetlerinden sayarım. O zaman diyorsunuz ki ben nerede hata yaptım? Sonra bakıyorsunuz ki öyle şeyler yapmışsınız ki kendi kendinize ya bu yapılır mıydı kardeşim diyorsunuz. Ya ben bunu nasıl yapmışım diyorsunuz. Şimdi de Müslümanlar iflas ettiler. Amerika’dan bir hocamız bizim bu kitaplardan bir tanesini okumuş. Geçende e-mail gönderdi. Bir iki tane fakir fukara tarikat erbabını bulmuşsun, zavallılara yüklenmişsin diyor. İşte laikler, dinsizler diyerek üzerimize buldozer gibi geliyorlar. Camiye gelen bir iki kişiye fena halde yüklenmişsin diyor. Ben ona uzunca bir mektup yazdım. Tabii yüklenmişsin derken de aramızda çok iyi bir hukuk olduğu için yani biraz da dostça sitemlerde bulunuyor. Orada da dozu hiçbir zaman aşılmış değil. Ben bunu söylerken sadece verdiğim cevabı anlatmak istiyorum. Dedim ki Allah-u Teâlâ “Ve lev katelekumullezine keferu levellevul edbara summe la yecidune veliyyev ve la nasira” “eğer o kâfirler sizinle savaşa girselerdi tabana kuvvet kaçarlardı. Sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi”(48/22). “Sunnetallahilleti kad halet min kabl” “Allah-u Teâlâ’nın bundan önce uyguladığı kanun budur” “ve len tecide lisunnetillahi tebdila” “Allahın kanununda bir değişme bulamayacaksın”(48/23) diyor. Gene Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili olarak “Ley yedurrukum illa eza, ve iy yukatilukum yuvellukumul edbar, summe la yunsarun” “onların size vereceği zarar sizin canınızı sıkmakla sınırlı kalır”(3/111). Yani Yahudi ve Hıristiyanların vereceği zarardır. “Sizinle savaşa girecek olsalar gerisin geri dönüp kaçarlar sonra yardım da görmezler”(3/111). Dedim Allah böyle buyurduğu halde neden iki asırdır dönüp kaçanlar hep Müslümanlar? Allahın kanunu mu değişti yoksa Müslümanlar mı değişti? Allah-u Teâlâ “innallahe la yuğayyiru ma bikavmin hatta yuğayyiru ma bienfusihim” “bir toplum kendi içinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumda olanı değiştirmez, onlara verdiği nimeti almaz” (13/11). Demek ki yaptığımız bir hata var. İşte onları araştırdığımız zaman siz hemen her derste görüyorsunuz, gerçekten Kur’an ile Müslümanlar arasında çok büyük uçurumlar var. Bunları da tabii dört sayfalık mektupta yazdım.
Şimdi asıl konumuza geçelim. Furkan Suresi 31. ayeti kerimesini bir arkadaşımız gösterdi ama ondan daha vurucu bir başka ayet okuyacağım. Enam Suresi 112. Ayeti okuyalım. Allah-u Teâlâ burada şöyle diyor. “Ve kezalike cealna likulli nebiyyin aduvven şeyatinel insi vel cinni” “işte böyle her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman etmişizdir”. “yuhi bağduhum ila bağdın zuhrufel gavli ğurura” “bunlardan biri diğerine aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar”. “ve lev şae rabbuke ma fealuhu” “Allah bunların yapmamalarını isteseydi yapamazlardı”(6/112). Allahın buna gücü yeter. Ama bunlara bu düşmanlığı yapma ruhsatını veren Allah’tır. Anlatabildik mi? Bu ruhsatı Allah vermiştir. Peki, Allah peygambere ne diyor? “fezerhum ve ma yefterun” “onları iftiralarıyla baş başa bırak”(6/112). Ama öbür taraftan bizim ulema, bir kişi peygambere hakaret ederse yani onu aşağılarsa ister Müslüman, ister kâfir olsun, hiç tevbe etmesi beklenmeden öldürülür diyor. Arada bir alaka görebiliyor musunuz? Ondan sonra bir insan kâfir olursa öldürülür diyorlar. Kâfir olan kadınsa öldürülmez demişler. Ya o insan değil mi? Ondan sonra da kadınların boşama hakkı ellerinden alınmış. İnşallah, kadınların boşanma hakkını haftaya anlatacağız. Bu surede uygulaması var. Haftaya unutmazsak bu surede o ayetleri tefsirlerden nasıl açıkladıklarını bir çıkaralım. Meşgul olduğumuzdan dolayı unutabiliyoruz. Hep beraber onu da bir çıkaralım. Mümtehina Suresinin 10 ve 11. ayetleri tefsirlerde ne hale getirilmiş onu inşallah hep birlikte göreceğiz. Kadınların boşanma hakkı nasıl ellerinden alınmış, orada o vesileyle haftaya bunu okuyacağız. Kadınların boşanma hakkı ellerinden alınmış. Bir şey daha diyorlar. Karı kocadan birisi kâfir olursa nikâh anında düşer diyorlar. Bunun da kitapla sünnetle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Onu inşallah bir gün açıklarız. Şimdi düşünün. Bir evlilik kurmak, çocuk işi mi kardeşim? Ama bir insan akşamdan sabaha inancını kaybedebilir. Bu durumda aile yıkılmış olacak. Hadi bakalım bir daha inandığı zaman yeniden kuracaklar. Bu sefer karşı taraf kabul etmeyince ne yapacak, başkasıyla kuracak. Bu ne biçim bir anlayıştır. Asıl konuya geçmeden sadece sizin zihninizde hemen anlaşılabilir bir cevap olsun diye söylüyorum, detaylı konuşmayı inşallah yeri gelince yaparız. Zaten birkaç sure sonra o konuyla ilgili ayetler gelecek. Kur’anı Kerim bize firavunun karısını örnek gösteriyor. Karısı mümin, kocası firavun ama bunlar karı koca. Lut’un (a.s), Nuh’un (a.s) karısını örnek gösteriyor. Kadın kâfir, kocası peygambermiş. Fıkıh kitaplarında karı kocadan birisi Müslüman olursa aile derhal yıkılır yani evlilik anında biter diye yazıyor. Bu ne demektir? Beyefendi, ya birlikte Müslüman olun ya da bu işten vazgeçin demektir. Ya bu ne biçim bir şey kardeşim? Şimdi insanların karşısına öyle bir din çıkarılıyor ki bu Allahın kitabında olan din değildir. Dinden dönen öldürülecek, ailesi bozulacak, şu olacak, bu olacak derken ne olur? Eğer kadın dinden dönmüşse kısmını atladım. Sonra boşanma konusuna geliriz. Şimdi kadınlar dinden dönerse öldürülmez demişler. Kadın dinden dönünce karı koca ilişkisi biter demişler. Bu defa kocasından boşanmak isteyen kadınlar gelmişler, ben dinden döndüm demişler. Nasıl olsa öldürmüyorlar. Ailede bitiyor. Aile bitince kocasından ayrı sayılınca ben Müslüman oldum diyor, bu defa başkasıyla evleniyor. Bakmışlar ki ya bu pabuç pahalı, bu defa kadının dinden dönmesi geçerli değildir demişler. Ya tam bir oyuncak haline getirmişler. Yani Allah-u Teâlâ bakın peygamberine ne diyor, tekrar ediyorum. “Her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman ettik. Eğer Allah yapmamalarını isteseydi onlara müsaade etmezdi zaten”(6/112). Onun için sen mi engelleyeceksin? “onları iftiralarıyla baş başa bırak”(6/112). Bende toplumda şunu söylüyorum. Bunu yıllardır inanarak söylüyorum. Bir yerde, bir insanın göğsünü gere gere ben kâfirim deme hakkı yoksa ben müslümanım diyen adamın da samimiyetine inanamazsın. Adam açıkça kâfirliğini söyleyebilmelidir. İçindekini ortaya dökmeli ki sen de ona bir şey söylüyorsan söyle. Aksi takdirde çift şahsiyetli insanlar oluşur. Münafıklar güruhu oluşur. Osmanlıyı onlar batırdı. Yani sen baskı yaparak insanları Müslüman edecek değilsin ki. Adam inanmıyorsa açıkça söylesin kardeşim ya. İşte dünyaya bu fırsatı kullanmamız lazım. Bu fırsatı kullanarak bütün dünyaya Kur’an da ki İslamı anlatmamız lazım. Şimdi siz kendinizi düşünün. Bu hafta Çin’den soru soran kardeşimizin yerinde olduğunuzu düşünün. Adam, ya bu kâfirlerden hangisini bulursanız öldürün yazdığı için öldüremiyorum, acaba ben Müslüman değil miyim diye üzülüyorum diyor. Şimdi onun psikolojisini düşünün. Ondan sonra o karikatür krizi sebebiyle çılgınlıklar yapan insanlar boşu boşuna yapmıyorlar. Efendim peygamberime hakaret eden Müslüman olsun, kâfir olsun öldürülmeli derseniz buna inanan adam tabii yerinde duramıyor, Müslümanlığını göstermeye çalışıyor. Yanlış davranışlar yanlışlara sebep olur. Bu ne oluyor? Bu dünyaya şu mesajı vermektir. Beyler oturun oturduğunuz yerde demektir. Hani hiç sevmediğim, çok çirkin bir fıkra var. Bazıları bunları anlatır hoşlarına gider ama ben şimdi başka bir bağlamda o fıkrayı anlatacağım. Hani ramazanda bakmış ki adam soğuk suları içiyor. Birinin de ağzının suyu akıyor. Diyor ki tininizin kıymetini bilun diyor. Tamam, o din kıymetli ise sende git o dine gir kardeşim. Şimdi adeta bu kâfirlere dininizin kıymetini bilin ama sakın buraya gelmeyin der gibi bir hava ortaya koyuluyor. Gelenek budur. Sen Allahın dinini bu hale getirirsen Allah’ta seni süründürür. Dolayısıyla muhterem arkadaşlar, muhterem cemaatimiz, muhterem dostlarımız diyelim. Geçen hafta söyledik, bu hafta da tekrar ediyorum. Az önce bir imam arkadaşımızdan duydum. Diyanet İşleri Başkanlığı da bütün imamlara resmen görev vermiş. Öğlen namazından ve yatsı namazından önce Kur’an meali ve ilmihal okutulmasını söylemiş. Zaten ben Diyanette uzun süre kaldım. Her sene bu emri veriyorlardı. Uygulatamıyorlardı. Yani emri vermek fazla bir şey ifade etmiyor. Yani din görevlilerine şuanda benim söylediğimi yıllardır diyanet söyler. Camilerin kapısına asar ama uygulanmaz. Bundan da istifadeyle lütfen her biriniz kendinize göre bir pilot cami seçin. O cami imamıyla dostluk kurun. Diyanetin de bu emrini hatırlatmanıza gerek yok, onlar zaten biliyor. Müftüler onlara bu görevi zaten veriyorlar. Her gün halka, namazdan önce ve sonra ne zaman daha uygunsa hiç olmazsa bir, iki ayet okumalarını temin etmeye çalışın. Öbür taraftan hanım kardeşlerimiz sizinde çeşitli mahfillere gidip onların Kur’an okumalarını sağlamanız gerekiyor. Yani geçen hafta burada bir dostumuzun çok güzel bir örneği ortaya çıktı. Daha önce okudukları kitabı Bekir Bey burada anlattı. Toplantıdan önce ben tekrar kendisine sordum. Yıllardır okunur. İşte belli bir kitap okunurdu. Sonra başka kitaplar okunmaya başladı. Sonra ara ara böyle belki bir iki ay arayla ayetler okunuyordu. Sonra sıklaştı. Şimdi bir yıldır artık ayetten başka hiç bir şey okunmuyor diyor. Şimdi Kur’anı Kerim öyle bir şey ki, hani birkaç hafta önce okumuştuk. “Lev enzelna hazel kur’ane ala cebelil leraeytehu haşiam mutesaddiam” “Bu Kur’anı bir dağa indirseydik dağın böyle boynunu eğip parça parça olduğunu görecektin”(59/21). Siz toplumlardaki kokuşmuşluğu Kur’anla rahat bir şekilde yok edersiniz. İnsanların zihinlerindeki o kötü kirler Kur’anla ortadan kalkar. Kur’anı herkese anlatmak lazım. Kur’an Allahın kitabıdır. Kur’an müslümanların kitabı değildir. Müslümanlar bu bizim kitabımızdır diyerek kimseye vermiyorlar. Efendim hocalarda siz anlamazsınız diye üzerine abanıyorlar. Kendilerinin de zaten anladığı yok. O zaman insanlık Kur’anı Kerimden mahrum ediliyor. Kur’an Allahın kitabıdır. Allah’ta yeryüzünde yaşayan her insanın yaratıcısıdır. İnsanları yaratıcılarının kitabından mahrum etmeye hakkımız yok. O zaman bize düşen görev insanlar müslümanmış, kâfirmiş hiç önemli değildir. Onları yaratıcılarının kitabıyla barıştırmamız gerekiyor. Onun için lütfen her biriniz kendinize bunu görev edinin. Bir pilot cami seçin. Hanımlar da bir ev seçsinler. Ben bu ay bir yerde Kur’an okunmasına başlanmasını sağladım deyin. Onlar hangi kitabı kendi aralarında okuyorlarsa okusunlar. Göreceksiniz Kur’anı Kerim bir kir çözücü gibidir. Hiç çözülmeyen şirk ve küfür kirini ancak Kur’an çözer. Kur’an’dan başka hiçbir şey çözemez. “Lem yekunillezine keferu min ehlil kitabi vel muşrikine munfekkine hatta teé’tiyehumul beyyineh” “ehli kitap ve müşriklerden kâfir olanlar kendilerine bu beyyine gelinceye kadar yani Allahın kitabı gelinceye kadar çözülecek değillerdi”(98/1). İşte Kur’an okunduğu zaman daha önce okudukları kitabın işe yaramadığına kendileri karar vereceklerdir. Asıl olanda odur. Ya da şöyle söyleyeyim. Ne kadar yarayıp ne kadar yaramadığına kendileri karar vereceklerdir. Önemli olan insanların kendilerinin karar vermesidir. İnsanları kendi rablerinin kitabıyla baş başa bırakabilmektir. Onun için yeryüzünde ne kadar insan varsa her birisine bu kitabın ulaşması lazım. İnanıp inanmaması durumu bizi ilgilendirmez. Ama yaratıcısının kitabıyla yüz yüze gelmesi lazım. Mesela hafta içerisinde yaşadığımız birçok örnekler var. Ben bu hafta çok örnekten bahsettim. Ondan da artık bahsetmeyim yeter. Konumuza devam edelim.
“Kad kanet lekum usvetun hasenetun fi ibrahime vellezine meah” “İbrahim’de ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir ibret vardır, onlar sizin için güzel bir örnektirler”. “iz kalu ligavmihim inna buraau minkum ve mimma tağbudune min dunillah” “Onlar kavimlerine demişlerdi ki biz sizden uzağız. Sizin Allah’la aranıza koyup taptığınız şeylerden de”. “Kefernabikum” “sizi tanımıyoruz”. “ve beda beynena ve beynekumul adavetu vel bağdau ebeden” “aramızda artık ebediyen düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır”(60/4). Çünkü İbrahim’i (a.s.) yakmaya teşebbüs etmişler, karar vermişler, kararlarını uygulamışlardı ama başaramamışlardı. O ayrı bir konudur. Ayetlerde bahsedilen üç kırmızıçizgiden birini yani inandığımızdan dolayı öldürme çizgisini çiğnemişlerdi. Dolayısıyla İbrahim’de (a.s) kesin tavrını koymuştur. “hatta tué’minu billahi vahdehu” “siz de Allahın birliğine inanırsanız başka”. “illa kavle ibrahime liebihi” “İbrahim’in (a.s) babasına söylediği şu söz size örnek değildir”(60/4). Allah-u Teâlâ İbrahim’de (a.s) olsa istisnayı yapıyor. Yani İbrahim’in her şeyi size örnektir demiyor. “iz kalu likavmihim” “kavimlerine şu sözü söyledikleri zaman ki tavırları örnektir” (60/4). Ama şu sözü örnek değildir diyor. Nedir o? Babasına demişti ki “leestağfiranne leke” “mutlaka senin bağışlanmanı Allahtan isteyeceğim”. “ve ma emliku leke minallahi min şeyé’” “ama benim Allaha karşı herhangi bir şeye gücüm yetmez” (60/4). İsteyeceğim ama Allah bağışlar veya bağışlamaz, ben ona karışamam diyor. Benim bu konuda bir etkim yoktur. Tabii bu kısım bize örnek değildir. Yani müşriklerin bağışlanmasını Cenabı Haktan isteyemeyiz. Ama ne zaman bunu da çok iyi anlamak lazımdır. Aksi takdirde kargaşa meydana geliyor. Tevbe suresi 113’ü okuyacağız. “Ma kane linnebiyyi vellezine amenu” “bu peygamberin ve müminlerin”(9/113). Ya da o ‘elif lam’ takısını cins için tutarsak “peygamberlerin ve müminlerin” “ey yestağfiru lilmuşrikine” “müşriklerin bağışlanmasını istemeye hakları yoktur”(9/113). Ya rabbi şunları bağışla, affet demeye hakları yoktur. “velev kanu uli kurba” “isterse yakınları olsun” (9/113). En yakınları bile olsa onlar için af dileyemezler. İşte İbrahim’in (a.s) en yakını babasıydı. Allah o konuda İbrahim size örnek değildir diyor. Ama ne zaman “mim bağdi ma tebeyyene lehum” “onlar için iyice ortaya çıkarsa”. “ennehum ashabul cahim” “bunlar cehennemliktir diye”(9/113). Yani her şeyi anlatmışsınız, öğretmişsiniz. Artık onun cehennemlik olduğu ortaya çıktıktan sonra bağışlanma dileyemezsiniz. 01:17:41 01:19:40. Dolayısıyla bir kimsenin müşrik olduğu, kâfir olduğu kesin olarak ortaya çıktıktan sonra onlar için bağışlanma talebi yoktur. O konuda İbrahim (a.s) bize örnek değildir. Bir Katılımcı: Hocam bağışlanma talebi ile hidayet talebi birbirinden farklıdır. Abdülaziz Bayındır: Tabii bağışlanma talebi ile hidayet talebi elbette farklı. Ya rabbi bunlara doğru yolu göster demek bağışlanma talebi değildir. Ama ben az önce hidayet meselesini rivayetleri anlatmak için anlattım. Yoksa bu ayette söz konusu olan bağışlanma talebidir. Bir Katılımcı: 01:20:15 01:20:23. Abdülaziz Bayındır: Hayır, gayrimüslimse affet diyemiyoruz. Bizim gelenekte toprağı bol olsun gibi kelimeler kullanılır. Yani hem karşı tarafın gönlünü kırmamış oluyorsunuz hem de bir şey söylemiş oluyorsunuz. Bir arkadaşımız vardı. Bir şeyi beğenmezse beğenmediği şey için bu az fena değil derdi. Şimdi karşı taraf iyi söylediğini zannediyor. Az fena değilse nedir? Çok fenadır. Ama karşı taraf bunu anlamıyor. İyi, galiba birazcık beğendi diyor. Toprağı bol olsun gibi bir takım kelimeler söylenir. Yani onları kırmaya gerek yok. Üzmeye gerek yok. Bizden uzaklaştırmaya gerek yok. Ama Allah günahlarını bağışlasın ifadesini de kullanamıyoruz. Bir Katılımcı: Hocam, Allah din nasip etsin diyebilir miyiz? Abdülaziz Bayındır: Tabii Allah din nasip etsin deriz. İşte bu, onlar için hidayet talebidir. Allah din nasip etsin demek, Allah doğruyu göstersin demektir. Tabii bunu söyleyebiliriz. Ama bağışlanmalarını dileyemeyiz. Çünkü Allah-u Teâlâ onları bağışlamayacağını ifade ettikten sonra böyle bir talepte bulunmak Allahın kanununa karşı çıkmak olur. Bir Katılımcı: Vefat eden bir kişinin arkasından din nasip etsin denir mi? Abdülaziz Bayındır: Vefat edenle ilgili demiyor, herhalde soruyu anlayamadınız. Yok, hanımefendi öyle demedi. Siz yanlış anladınız. Ben tekrar edeyim. Hatayı ben yaptım. Çünkü o ses ulaşmadı. Yaşayan biriyle ilgili olarak söyledi. Din nasip etsin diye yaşayan birini kastederek söyledi. Ölü bir kişiyle ilgili olarak söylemedi.
İbrahim (a.s) “rabbena aleyke tevekkelna ve ileyke enebna ve ileykel masir” “ya rabbi sana güvendik, sana yöneldik ve dönüş sanadır”(60/4) diyor. “Rabbena la tec’alna fitnetel lillezine keferu” “ya rabbi bizi kâfirlerin elinde bir fitne yapma”(60/5). Yani onların bizi çok ağır sıkıntılara sokmalarına fırsat verme. Kâfirlerin elinde oyuncak yapma gibi. “vağfir lena rabbena” “Ya rabbi bizi affeyle”(60/5). Mesela Ebu Gureyb hapishanesinde Müslümanların neler çektiğini gördünüz. Ya rabbi öyle bir duruma bizi sokma. “inneke entel azizul hakim” “sen aziz güçlüsün ve doğru karar verirsin”(60/5).
“Lekad kane lekum fihim usvetun hasenetul”(60/6). Burada Arapça bilen epeyce kişi var. Hatırlatmış olayım. Arapça bakımından fiil ean failse eğer; insan, akıllı bir insan değilse Arapçada fiil faile uymak zorunda değil diye bir kaide vardır. 4. ayette “Kad kanet lekum usvetun hasenetun” “Usve”(60/4) kelimesi müennestir. “Kanet”(60/4) te müennes olmuştur. Ama 6. ayette “Lekad kane lekum fihim usvetun”(60/6) burada “Usve”(60/6) müennes olmasına rağmen “kane”(60/6) müzekker olmuştur. Yani bunu böyle bir ara cümlesi olarak söyledim. Anlayanlar anladı, daha fazla konuşmaya lüzum yok. “Lekad kane lekum fihim usvetun hasenetul” “Sizin için onlarda güzel bir örnek vardır”(60/6). Kimin için? “limen kane yercullahe vel yevmel ahır” “Allah’ı ve ahiret gününü umanlar için”(60/6). Allahın rızasını ve ahirette birtakım nimetler elde etmeyi umanlar için. “ve mey yetevelle” “kim yüz çevirirse” “feinnallahe huvel ğaniyyul hamid” “şurası kesin ki Allah ganidir ve hamidtir”(60/6). Yani Allah çok zengindir. Yaptığı her şeyi de çok güzel yapar.
“Asallahu ey yec’ale beynekum ve beynellezine adeytum minhum meveddeh” “bakarsınız Allah sizinle o düşman olduğunuz kişiler arasına bir sevgi bağı ortaya koyabilir”(60/7). Onlar Müslüman olabilirler. Olmasalar bile artık size karşı artık düşmanlıktan vazgeçebilirler. “vallahu kadir” “Allah her şeye kadirdir”. “vallahu ğafurur rahim” “Allah gafur ve Rahimdir de”(60/7). İnsanlar hangi günahı işlerse işlesin yeter ki Allah’tan bağışlanma dilesinler, Allah bağışlar. Karşı tarafın günahının büyüklüğü hiç önemli değildir.
“La yenhakumullahu anillezine lem yukatilukum fid dini” “Allah size din konusunda sizi öldürmeye kalkmamış kişilere karşı bir yasak koymaz”(60/8). “ve lem yuhricukum min diyarikum” “ülkenizden çıkarmamış olanlara karşı”(60/8). Ne yasağı koymuyor? “en teberru hum” “onlara iyilikte bulunmayı yasaklamaz”. “ve tuksitu ileyhim” “onların paylarını vermeyi, onlara adil davranmayı yasaklamaz”(60/8). Efendim bana hakaret etti, bana bağırdı, çağırdı diyebilirsiniz. Kardeşim adam senin inancına inanmıyor. Allah, ne diyor? Seni öldürmeye kalkmayan, ülkenden çıkarmayan ve seni ülkenden çıkaranlara destek vermeyenlere karşı yasak koymuyor. Çünkü sana yaşama hakkı tanıyor. Bu çok önemlidir. Karşı tarafı kendin gibi olmaya zorluyorsun. Öyle olmaz, adam inanmıyorsa inanmıyordur. Tabii ki inançsızlığını bir şekilde belli edecektir. “innallahe yuhıbbul muksitin” “Allah adil davrananları sever”(60/8). Herkesin hakkını yani herkesin payını verenleri sever.
“İnnema yenhakumullahu” “Allahın yasağı yalnız şu konudadır”(60/9). Size koyduğu yasak yani bu günün modasıyla kırmızıçizgiler şunlardır. “anillezine katelukum fid dini” “din konusunda sizinle savaşan, inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkanlara karşı yasak koyar”. “ve ahracukum min diyarikum” “sizi ülkenizden çıkaran”(60/9). İşlediğiniz başka suçtan dolayı değil, yalnızca inancınızdan dolayı ülkenizden çıkaranlar içindir. Ona karşı yasak koyar. “ve zaheru ala ıhracikum” “çıkarılmanız için destek verenlere karşı yasak koyar”(60/9). Ne yasağı koyar? “en tevellevhum” “onları dost edinmenizi yasaklar”(60/9). Bu bir aptallık olur. Bu çok yanlış bir davranış olur. O durumda kişiliğinizi tamamen kaybedersiniz. “ve mey yetevellehum” “kim onları dost edinirse” “feulaike humuz zalimun” “onlar yanlış yapmış olurlar”(60/9). Zalim kimseler olurlar. Evet, böylece bu günkü ayetlerin sonuna geldik. Birçok dostumuz gemiye yetişmek durumunda olduğu için maalesef gene soru alamayacağız. Allah hepinizden razı olsun. Tekrar ediyorum. Hepiniz kendinize bir cami seçin, o cami imamıyla iyice dost olun. Ya da her grup kendi hocasına hiç olmazsa bir Kur’an ayeti okutmayı ve manasını verdirmeyi telkin etsin. Allah razı olsun.