Eûzubillâhimineşşeytânirracîym
Bismillâhirrahmânirrahîym
Mülk suresinin 23. Ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz. 23. Ayeti geçen hafta okumuştuk ama bu hafta kısaca tekrarlayacağız ayetler arası ilişkiyi iyi kurabilmek için. Allah-u Teâlâ burada şöyle buyuruyor:
67/23: “Kul huvelleziy enşeekum ve ce’ale lekumussem’a vel’ebsare vel’ef’idete kaliylen ma teşkurune”
De ki, sizi oluşturmuş olan odur. Sizin için işitmeyi, görmeyi ve gönülleri yaratmıştır, oluşturmuştur. Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz. Size verilen bu nimetlerin kıymetini ne kadar az biliyorsunuz.
67/24: “Kul huvelleziy zereekum fiyl’ard”
De ki, bu yerde, dünyada sizi yaratmış olan odur.
Yaratmış, ortaya çıkarmış ve bütün yeryüzüne yaymıştır.
“ ve ileyhi tuhşerune”
Onun huzurunda toplanacaksınız.
67/25: “Ve yekulune meta hazelva’du in kuntum sadikıyne”
Diyorlar ki haklıysanız söyleyin, bu vaad ne zaman?
67/26: “Kul innemel’ılmu ‘ındallahi”
De ki, onun bilgisi Allah yanındadır.
“ve innema ene neziyrun mubiynun”
Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.
İnsanoğlu hakikaten kendini bir şey hayal etme konusunda son derece cesaretlidir. Sahip olduğu şeyleri düşünmez. Gücünü düşünmez. Allah-u Teâlâ’nın kendisine verdiği nimetler sayesinde Allah-u Teâlâ’ya baş kaldırır. Benzer ayetler Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde var. Mesela bunlardan onuncu surede olan ayetler var. Onuncu sure Yunus suresidir. 48. Ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
10/48: “Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn”
Peygamberler gelip insanlara diyor ki, şunu şunu yapın yoksa başınıza kötü şeyler gelir. Onlar peygamberlere inanmak istemedikleri için yanlış yolda olduklarını bile bile inatla peygamberlere karşı konuşurlar. Ne zamanmış bu sizin vaadiniz, bizi tehdit ettiğiniz, kokuttuğunuz şeyler. Haklıysanız söyleyin gelsin, ne olacaksa olsun! Bu gibi karşı koymalar öteden beri peygamberlere yapılmıştır.
10/49: “Kul la emlikü li nefsı darran”
Onlara de ki, ben kendim için bile bir fayda ya da zarar elde etmeye güç yetiremem. Benim bu konuda bir gücüm yok.
“illa nef’an illa ma şaellah”
Ama Allah-u Teâlâ fayda vermek ya da zarar vermek isterse o başka.
“ likülli ümmetinecel”
Bekleyin, niye acele ediyorsunuz? Allah her toplum için bir ecel, bir süre belirlemiştir. “iza cae ecelühüm fe la yeste’hırune saatev ve la yestakdimun”
O ecel geldiği zaman ne bir saat ecellerini öne alabilirler ne de geriye bırakabilirler. Bekleyin bakalım. Allah herkese bir süre vermiş. O süre geldiği zaman görürsünüz. Başınıza gelecek cezayı görürsünüz.
Yine Enbiya Suresinin (21.sure) 38. Ayeti aynı ifade var.
21/38: “Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn”
Bizi bu tehdit ettiğiniz ceza ne zamanmış. Haklıysanız getirin bakalım. Laf söyleyip duruyorsunuz.
Dik kafalılık ediyorlar peygamberlere karşı.
21/39: “Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâre ve lâ an zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn”
Bu kâfirler bir bilseler. Başlarına gelecekleri bir bilseler. Yüzlerinden ateşi engelleyemeyecekler, yüzlerini yakacak. Sırtlarından da engelleyemeyecekler.
Öyle bir şey ki geriye gidemiyorlar, sırtları yanıyor. İleri gidemiyorlar, yüzleri yanıyor.
“ve lâ hum yunsarûn”
Hiç yardım da göremeyecekler.
Başlarına bunların geleceğini bilseler tehdit ettiğiniz şey de ne zamanmış diye efelik taslarlar mı?
21/40: Bel te’tîhim bagteten”
Hiç beklemedikleri bir anda bu azap onlara gelecektir.
Okuduğumuz ayetlerde biliyorsunuz ölüm ile uykuyu Allah-u Teâlâ aynı anlatıyor. Şöyle bir düşünün bakalım, nasıl uykuya geçtiğini hatırlayanınız var mı? Uykunun başladığı o anı hiç hatırlıyor musunuz? Nasıl onun farkına varmadan uykuya geçiyorsak bazen insan ayakta uyuyor, bazen oturduğunuz yerde uyuyorsunuz. Bazen uyumamak için kendinizi zorlarsınız bir de bakarsınız ki uyumuşsunuz. Hiç farkına varmazsınız uyuduğunuzun. Uyanmak da öyle, nasıl olduğunu bilemezsiniz. Uyandığınızı bilirsiniz, nasıl olduğunu bilemezsiniz. Onun için hiç beklemediğimiz bir anda ölüm gelir, sonra bir de bakarsınız ki karşınızda o ceza var.
“fe lâ yestetî’ûne reddehâ”
O beklemedikleri anda gelen cezayı reddetmeye geri çevirmeye güçleri yetmeyecektir.
“ ve lâ hum yunzarûn”
Ve bunlar gözetilmeyeceklerdir.
Yine aynı şekilde bir başka ayet var. O ayeti de okuyalım. 27.surenin 71. Ayeti, Neml suresi:
27/71: “Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn”
Derler ki, haklıysanız söyleyin bakalım bu vaad ne zaman?
27/72: “Kul asa ey yekune radife leküm ba’dullezı testa’cilun”
De ki belki de sizin o istediğiniz azabın bir kısmı sizin peşinize takılmıştır bile.
Bakın, rahatsız olmaya başladınız. Bir takım mevzileri kaybettiğinizi görüyorsunuz. Artık eskisi gibi kimse sizi dinlemiyor. Sürekli zemin kaybediyorsunuz. Sürekli içinize kapanıyorsunuz. Ne bekliyorsunuz? Zaten görmeye başlamışsınız. Daha büyüğünü mü bekliyorsunuz?
27/73: “Ve inne rabbeke le zu fadlin alen nasi ve lakinne ekserahüm la yeşkürun”
Rabbinin insanlara karşı ikramı çok boldur. Ama çoğu teşekkür etmez. Bakın Allah size yaşama fırsatı veriyor. Belki aklınızı başınıza toplar vazgeçersiniz. Bu Allah’ın bir ikramıdır. Bundan yararlansanıza. Bir an önce ölmeyi düşünüyorsunuz. Bir an önce aklınızı başınıza toplamak varken niye öyle yapıyorsunuz?
Bu “Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn” ayeti birçok yerde var.
Mülk suresine tekrar dönüyoruz.
67/25: “Ve yekulune meta hazelva’du in kuntum sadikıyne”
Derler ki başımıza gelecek olan neymiş, bundan daha beteri gelmez ya kardeşim. Ne gelecekse gelsin, kurtulalım, derler. Kurtulmak yok. Bu dünyada da başınız dara gelecek, ahrette de. Bir tek kurtuluş var, Allah’ın dinine teslim olmak. Başka yolu yok bu işin.
67/26: “Kul innemel’ılmu ‘ındallahi”
De ki, bunun bilgisi Allah yanındadır.
Ben bilemem ki ne zaman başınıza ne geleceğini.
“ve innema ene neziyrun mubiynun”
Ben sadece apaçık uyarıcıyım.
Ben geliyorum, sizi uyarıyorum. Uyanırsınız ya da uyanmazsınız. O sizin bileceğiniz bir şeydir.
67/27: “ Felemma reevhu zulfeten”
Gün gelecek o cezayı kendilerine iyice yaklaşmış olarak göreceklerdir.
Onu gördükleri zaman,
“siy-et vucuhulleziyne keferu”
O kâfirlerin yüzleri çok kötü olacaktır.
“ ve kıyle hazelleziy kuntum bihi tedde’un”
Denecek ki, çağırıp durduğunuz ceza bu. Bunu istiyordunuz.
67/28: “ Kul ereeytum in ehlekeniyallah”
Onlara de ki, kendinize bakın. Allah beni yok etse,
“ ve men me’ıye”
Benimle beraber olanların hepsini de yok etse,
“ev rahımena”
Ya da bana ikramda bulunsa, bunun sizinle ne alakası var?
“ femen yuciyrulkafiriyne min ‘azabin eliymin”
Bu azabı elimden dolayı kâfirlere komşuluk edecek olan da kimmiş?
Niye komşuluk manası verdiniz diye soracaksınız. Allah-u Teâlâ bu dünyada hepimize yardım eder. Burada “yuciru” kelimesi var. Bu civar, car kelimesinden kaynaklanan bir kelimedir. Car, civar birisinin yanında bulunandır. Allah-u Teâlâ hepimizin yanında olandır. Cenab-ı Hak hepimizle beraber bulunuyor. Onunla ilgili bir ayeti kerime daha vardı. Onu bulalım.
23/88: “Kul mem bi yedihı melekutü külli şey’iv ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta’lemun”
Burada çok enteresan şeyler var. Burada diyor ki,
Yeryüzünde sizi yerin üzerine çıkarıp yayan Allah-u Teâlâ’dır. Ve onun huzurunda toplanacaksınız. Tebarekedeki ayetlerin tıpa tıp benzerleri. Oradaki manayı biraz daha genişletiyor ve kâfirlerin durumunu çok iyi ortaya koyuyor. Müminun suresinin 78. Ayeti
23/78: “Ve hüvellezı enşee lekümüs sem’a vel ebsara vel ef’ideh”
Sizin için gözleri, işitmeyi ve gönülleri oluşturan odur. Geçen hafta okumuştuk. Anlatmaya çalışmıştık. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellikler bunlar. Diğer canlıların da gözü var. Ama onlar arka planı göremiyorlar. Diğer canlıların da sesi var ama onlar duydukları seslerden bilgi oluşturamıyorlar. Diğer canlıların da kalbi var ama vücuda kan pompalamaktan başka iş yapmıyor. İnsana ruhun üflenmesiyle oluşan görme, işitme ve kalp diğer canlılarda olmayan özelliklerdir.
Diyor ki Allah-u Teâlâ, sizin için işitmeyi, görmeyi ve gönülleri oluşturan odur.
“ kalılem ma teşkürun”
Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz.
23/79: “Ve hüvellezı zeraeküm fil erd”
Şu yeryüzü üzerinde sizi ortaya çıkaran ve yayan,
Dikkat ederseniz bir ağaç bir tek yerde ömrünü geçirir değil mi? İkinci bir yere gitmez ama siz sabahtan akşama kadar o kadar çok yerde dolaşıyorsunuz ki. Şehir şehir, ülke ülke geziyorsunuz. Hayvanlara bakın, kutuplarda yaşayan hayvanlar orta iklimde yaşamaz. Ekvatorda yaşayanlar soğuk iklimde yaşayamaz. Denizde yaşayanlar karada yaşayamaz. Dağda yaşayanlar düz ovada yaşayamazlar. Ama insanlar? Ekvatorda doğmuş bir insan kutuplara gitse adapte olabilir mi? Olur.
Allah-u Teâlâ insanı öyle yaratmış ki, yeryüzünde dolaşıyor ve her taraftan rızık alabiliyor.
Bitkiler de öyledir. Şu bölgenin bitkisi başka bir bölgede yetişmez. Ama insanlar öyle değil. Onun için Allah-u Teâlâ insanları oluşturmuş ve yeryüzüne yaymış. Mesela ben Erzurum’da doğmuş, İstanbul’da yaşayan bir kişiyim. Sizin de çoğunuz öyledir.
23/80: “Ve hüvellezı yuhyı ve yümiytü”
Yaşatan ve öldüren odur.
Canı o veriyor ve o alıyor.
“ ve lehuhtilafül leyli ven nehar”
Gece ve gündüzün birinin diğerinin arkasından geçmesi onun içindir.
Yani Allah-u Teâlâ koymuştur o kuralı. Şimdi geceyi yaşıyoruz, ömrü olan da birkaç saat sonra gündüzü yaşamaya başlayacak. Birkaç saat önce de yine gündüzü yaşıyorduk.
“e fe la ta’kılun”
Aklınızı kullanmaz mısınız?
23/81: “Bel kalu misle ma kalel evvelun”
Bunlar eskilerin söylediğinin aynısını söylüyorlar.
İnsanlarda genellikle şu vardır. Siz de kendi etrafınıza bakın. Ah, o eski insanlar nerede… Tabii eskilerin kötülükleri unutuluyor. Birkaç tane yaptıkları iyilikler aklınızda kalıyor. Nerede o eski ramazanlar… Ne bileyim nerede olduğunu. Yaşandı, bitti. Eski adamlar şöyleymiş, böyleymiş. Miş ile olmuyor bu işler. İnsan her zaman insandır, her yerde insandır. Her durumda imtihana tabi tutulmuştur. İmtihanı çoğu kimse kaybeder, bazıları da kazanır. İşte burada diyor ki Allah-u Teâlâ;
23/81: “Bel kalu misle ma kalel evvelun”
Bunlar da tıpkı öncekiler gibi konuşuyorlar.
23/82: “Kalu e iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun”
Eskiler demişlerdi ki, şimdi öldük, toprak olduk. Kemikler haline geldik. Bazı organlarımız toprak oldu. Kalanlar da kemik halinde. İnanıyor musunuz yeniden dirileceğimize? Gerçekten mi dirileceğiz? Bırak Allah’ını seversen.
Eskiler böyle diyormuş. Bugünküler ne diyor? Aynısını.
23/83: “Le kad vüıdna nahnü ve abaüna haza min kablü”
Bırak Allah’ını seversen. Biz bu sözleri çok duyduk. Babalarımız da duymuş. Böyle şeylerle bizi çok korkuttular.
” in haza illa esatıyrul evvelın”
Geç kardeşim, bunlar eskilerin masalları. Bir sürü hurafe.
Bu adamların inancı ne? Esas önemli olan o, bundan sonra. Neymiş inançları?
23/84: “Kul li menil erdu ve men fıha in küntüm ta’lemun”
Şimdi bu adamlara sor. Yeryüzü kimin? Ve orada bulunanlar… Biliyorsanız söyler misiniz?
23/85: “Seyekulune lillah”
Yeryüzü de buradakiler de hepsi Allah’ındır, diyecekler.
Yeniden dirileceğinizi söyleyen de Allah. Her sene tabiat ölüp yeniden yaratıldığını görüyorsunuz da sizin yeniden dirileceğinize niye inanmıyorsunuz?
“ kul efela tezekkerun”
Kafanızı biraz çalıştırmıyor musunuz? Baksanıza!
Ölü tabiatın üzerine bir yağmur yağıyor, yeniden diriliyor. Bir fasulyenin yeniden ortaya çıkmasıyla bir insanın ortaya çıkması arasında ne fark var? Yaratıcı bunu böyle söylüyorsa olur demektir. Diyecek ki fasulyeyi atıyoruz, yeniden diriliyor. Hiç yeniden dirilen insan görmedim. Dur bakalım! İnsanın yeniden oluşması için gereken şartlar henüz oluşmadı ki. Onun şartları farklı.
Dikkat ediyor musunuz? Ya bırakın, bunlar eskilerin masallarıdır, yeniden dirilecek miyiz diyenler Allah’a inanıyor muymuş? Bunlar çok mühim şeyler. Yeryüzü kimin? İçindeki canlılar kimin? Biliyorsanız söyleyin dendiği zaman hepsi de Allah’ın diyecek.
23/86: “Kul mer rabbüs semavatis seb’ı ve rabbul arşil azıym”
Sor onlara, yedi göğün sahibi kim?
O büyük arşın sahibi kim? Arş ne demek? Koltuk demek. Başbakanlık koltuğunun bugün sahibi kim? Ne dersiniz? Tayyip Erdoğan dersiniz. Cumhurbaşkanlığı koltuğunun sahibi kim bugün? Ahmet Necdet Sezer dersiniz. İşte bu Türkiye’nin arşı. Peki, kâinat arşının sahibi kim? Yani yönetimin başında olan kim? Ne diyeceklermiş?
23/87: “Seyekulune lillah”
Tabii ki Allah’ındır, diyecekler.
“e fe la tettekun”
Hiç korunmaz mısınız? Kendinizi korusanıza.
Madem işin başında her yerde Allah-u Teâlâ var. Kendinizi niye korumuyorsunuz? Yanlış yapmayın. Doğru şeyler yapın da Allah’ın cezasına çarpılmayın.
23/90: “Bel eteynahüm bil hakkı ve innehüm le kazibun”
Onlara biz gerçeği getirdik ama onlar yalan söylüyorlar.
Bunu hepsi kavramıştır. Öldükten sonra dirilmenin olacağını da hepsi kavramıştır. Çünkü kime sorsan ya da şöyle ifade edeyim.
Birçok kimseyi görürsünüz, şöyle takip edin. Birisinde hakkı olur, alamaz. Uğraşır alamaz. Ne der? Hem Allah’a havale ettim der hem de gün gelecek hakkımı senden alacağım, der. Madem inkâr ediyor neden böyle söylüyor? Kur’an-ı Kerim’de de geçer, sık sık söylüyoruz ya, bir kısım ateist insanlar var. Biz tanrı tanımayız diyorlar. Bu insanların başı sıkıştığı zaman neye sığındıklarını hiç gördünüz mü? Allah’a sığınırlar. Hani siz tanrı tanımazdınız. Niye en zor zamanınızda Allah’a sığınıyorsunuz? Ben ahrete inanmam diyenler de gün gelecek ben hakkımı senden söke söke alacağım, göreceksin diyor. Ya da senin yanına kalmayacak, göreceksin, diyor. Neye dayanarak böyle söylüyorsun? Sıkışınca söylüyorsun ama normal zamanda söylemiyorsun.
Bunlar gerçekler karşısında yalan söylüyorlar. Ne demek? Bunlar bunu anlıyorlar, kavrıyorlar. Zaten hiç kimse ölümle bitecek bir hayatı kabul edemez. Herkes ebedi hayat peşindedir. Yalan söylüyorlar.
Mutaffifun suresinde ahreti inkâr edenlerin bir özelliğinden bahsediyor Allah-u Teâlâ.
83/12: “Ve ma yukezzibu bihi illa kullu mu’tedin esiymin”
O ahiret karşısında yalan söyleyen kişiler, sadece ve saldırgan ve günaha dalmış olanlardır.
Çünkü adam ne haltlar karıştırdığını çok iyi biliyor. Bir de bunun hesabı sorulacak olursa eyvah! İnkâr et, kurtul! Kurtulabiliyor musunuz inkâr etmekle.
83/12: “Ve ma yukezzibu bihi”
O ahret karşısında yalana sarılmaz…
“illa kullu mu’tedin esiymin”
Saldırgan ve günahkârlar dışında hiç kimse yalana sarılmaz.
Adamın veremeyeceği hesabı varsa o zaman yalana sarılır. Ondan sonra da devam ediyor:
83/14: “Kella bel rane ‘ala kulubihim ma kanu yeksibune”
Hayır! Onların yaptıkları şeyler kalplerinin üzerinde bir pas tabakası oluşturmuştur.
Topraktan gelen her şeyde bir çürüme olmuyor mu? Bana bakın, Yahya’ya bakın bir de bir bahçeye bakın. Bahçede bazı otlarda sararma başlar. Yemyeşilken sararır, beyazlaşır, kırılmalar olur, dökülür. Dimdikken boynu eğilmeye başlar. Benim otlarda (saçlarımda) da sararma ve beyazlama var ama Yahya’nın otlarında hiçbir şey yok. Değil mi?
Aynen onun gibi nasıl bir teneke paslanıyorsa insan da paslanır. Nasıl bir otta sararma, eğrilme oluyorsa insanda da aynı şey oluyor. İşte onun için,
83/14: “Kella bel rane ‘ala kulubihim ma kanu yeksibune”
Hayır, hayır! Bunların kazandıkları şey kalplerinin üzerinde bir pas tabakası oluşturmuştur. Yaptıkları şeyler. Ondan dolayı inanmak istemiyorlar ahrete. Yoksa varlığını kavrıyorlar, hissediyorlar.
23/91: “Mettehazallâhu min veledin ve mâ kâne meahu min ilâhin izen le zehebe kullu ilâhin bimâ halak”
Allah-u Teâlâ’nın bir evladı yok.
Herkes Allah’a inandığı için, herkes Allah’ın var olduğunu bildiği için ve yapmış olduğu yanlışlıkları da bildiği için bir torpil arıyor. Birisinin vasıtasıyla işi kurtarmaya çalışıyor. Allah benim içimi dışımı biliyor. Bu da Allah’a yakın. O benim nasıl bir adam olduğumu bilmiyor. Gider de Cenab-ı Hak’a karşı bana bir torpil yaparsa aradan sıyrılırız, diyor. Direk Allah’a yönelme hevesi yok. Nasıl olsa şu adam beni tanımaz. Onu kandırırım, Allah’la ilişkileri iyidir onun. O arada ben de kurtarılırsam yaşadım.
Allah-u Teâlâ’nın bir çocuğu yok.
“ve mâ kâne meahu min ilâhin”
Kendisiyle beraber bir başka ilah da yok.
“izen le zehebe kullu ilâhin bimâ halak”
Öyle bir şey olsaydı her bir ilah kendi yarattıklarını alır giderdi.
“ve le alâ ba’duhum alâ ba’d”
Biri diğerinin üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırdı.
Yunan mitolojisinde ilahlar savaşı anlatılır. Yunan kültürünü en iyi bilen Fergani’dir burada. Değil mi?
“subhânallâhi ammâ yasıfûn”
Çünü insanoğlu zihninde ilahlar oluşturuyor. Birden fazla ilah olunca da savaşması gerektiğini düşünür. Benim ilahım senin ilahını döver, diyor. Öbürü de diyor ki yok, benimki senin ilahını döver. Bu defa dövüştürüyorlar. Bakalım hangisi galip geliyor hayallerinde. Onun için mitoloji dedikleri şeyleri uyduruyorlar.
“subhânallâhi ammâ yasıfûn”
Bunların vasıflandırdığı şeyler Allah-u Teâlâ’dan uzaktır.
23/92: “Alimil ğaybi veş şehadet”
Gaybı da bilen, şehadeti de bilen odur.
“fe teala amma yüşrikun”
Onların koştukları ortaklardan Allah-u Teâlâ yücedir.
Bu arada bir ayeti atlamışız.
23/88: “Kul mem bi yedihı melekutü külli şey’iv ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta’lemun”
De ki, herşeyin melekutu kimin elinde? O komşuluk yapar ama ona kimse komşuluk yapmaz.
Şimdi niye bu manayı verdim, onu anlatacağım. Bu kelimenin aslı “car” dır. Komşu. Bu da iki kişi arasında olur. Senin bir komşun varsa sen de onun komşususun demektir. Bazı komşular vardır ki, komşu komşunun külüne muhtaçtır. Onun için ecari ve yuciru kelimesi Arapçada iyilik yapmak, komşuluk etmek anlamına gelir.
Bir komşunuz var, hep size iyilik yapıyor ama siz ona bir şey yapamıyorsunuz. Çünkü hiç ihtiyacı yok size. Ne ihtiyacınız olursa size koşuyor. Ama siz ona karşı hiçbir şey yapmıyorsunuz. Baştan biraz ona karşı eziklik duyarsınız sonradan sanki o size o iyilikleri yapmak zorundaymış gibi hissetmeye başlarsınız. Bu defa hiç teşekküre bile ihtiyaç duymazsınız. Sürekli iyilik yapıyor ya, vazifesi haline gelir. Tıpkı anne ve baba gibi, anne ve baba evlatlarına sürekli iyilikte bulunur. Her şeyi verirsiniz verirsiniz. Bir kere de deseniz ki oğlum, kızım bir bardak su getir. Baba hep beni görüyorsun. Evlatlar babalarından sürekli iyilik görmeye alıştıkları için gün gelse de bunlar babalarına karşı bir şey yapmak isteseler çok zor gelir. Almaya alışmışlardır, vermeye alışmamışlardır. Babaya da evladından bir şey almak çok zor gelir. Çünkü hep vermeye alışmıştır. Dikkat ederseniz insanların çoğu anne babasına iyi davranmaz, kötü davranır. Sanki onlar her zaman iyilik yapacak, bunlar da istemem diye ağlamaya başlayacak. Aman oğlum, kızım lütfen ye, falan gibi.
Aynen onun gibi, Cenab-ı Hak her zaman bizimle, biz de onunla beraberiz. Bir mücaveret var. Allah bize kalbimizden daha yakın. Allah bize sürekli komşuluk görüyor, bize sürekli iyilikte bulunuyor. Bizim ona bir iyilik yapma imkânımız var mı? Yok. Onun için “yuciru ve la yücaru aleyh” . Allah sürekli insanlara iyilikte bulunur ama ona iyilik yapılamaz. İhtiyacı yok ki.
23/88: “Kul mem bi yedihı melekutü külli şey’in”
De ki, herşeyin melekutu kimin elinde? Yönetim kimin elinde? Yönetimin başında olan kim? Herkes diyecek ki Allah’tır.
“ve hüve yuciru”
O her zaman size iyilikte bulunuyor ama,
“ve la yücaru aleyh”
Ona kimse iyilikte bulunacak durumda değildir.
Hiç kimsenin böyle bir şeye gücü yetmez.
“in küntüm ta’lemun”
Biliyorsanız söyleyin.
23/89: “Seyekulune lillah”
Diyecekler ki Allah’tır.
Bize her türlü iyiliği yapan Allah’tır. Biz ona hiçbir şey yapamayız.
“kul fe enna tüsharu”
Öyleyse madem bunları da biliyorsunuz, nerden büyüleniyorsunuz?
Her şeyi Allah’tan aldığınızı biliyorsunuz. Her şeyi Allah’a borçlu olduğunuzu biliyorsunuz. Bütün yönetimin Cenab-ı Hak’ta olduğunu biliyorsunuz. Bunu herkes bilir ama dikkat edin, bazıları yalan söyler.
Bir arkadaşımız anlatıyor. Çin’e gitmiş. Daha önce Çin’e gitmiş bir başka arkadaşının hatırasını naklediyordu geçenlerde. Sofraya oturmuşlar. Çinliler önce ellerini kavuşturup bir dua yapmışlar. O zat demiş ki, siz ne yaptınız? Hazırlan, seni yemeğe geliyoruz dedik, demişler. O da inanmış. Ben orada olsaydım biraz zor inandırırlardı. Yalan söylüyorlar, orada Allah’a dua ettiler. Tabiat der, doğa der bir şey der. Adına Allah demesi gerekmez ama kafasındaki Allah’tır. Çinli de Allah’a dua eder, Japon da Allah’a dua eder. Onların yanlışlıkları Allah’ın yanına başka ilahlar katarlar. Sıkıştıkları zaman o ilahlar gider aradan. Ama normal durumda katarlar. Bütün insanların bu sorulara verecekleri cevap burada olandır, başkası değil.
Birçok arkadaş yok hocam, öyle değil, sen bilmiyorsun, diyorlar. Nasıl bilmiyorum? Bizimle konuşmaya geldikleri zaman soru sormasını bildiğin zaman adam bülbül gibi şakıyor. Bundan birkaç sene evvel bir Sih gelmişti Hindistan’dan. Onunla biraz konuştuk. Biz yalnız Allah’a kulluk ederiz, Allah’la aramıza hiçbir şey koymayız. Şayet koyarsak bu bizim için en büyük günahtır, biz onu asla kabul etmeyiz falan anlattı. Peki, dedim sizin Guru Nanak ne oluyor? Efendim dedi, Guru Nanak sizin peygamber gibi bir peygamberdir. Siz öyle mi kabul ediyorsunuz? Evet, öyle kabul ediyoruz, dedi. Peki, evlerinizin köşesinde onlar için neden bir yer ayırıyorsunuz? Başımız sıkıştığı zaman yardımını istiyoruz. Hani yalnız Allah’tan yardım istiyordunuz. İşin esasını bilmezsen hemen kandırabiliyorlar.
Hani size anlatmıştım ya, kendisine ateist diyen bir adam, hatta bir grup konuştuktan sonra hocam, sen kendini hiç yorma. Ben Allah’a inanmayan bir adamım, dizsizim, ben Allah’a falan inanmam ben ateistim demişti. Ben de dedim ki ben de senin Allah’a inanmadığına inanmam. Öyle şey mi olur? Sıkıştığı zaman Allah’tan başka hiçbir şeye sığınmaz. Ne komünisti ne ateisti ne şu ne bu… Normal durumlarda hayatta Allah-u Teâlâ’nın varlığını görmezsiniz ama başları sıkıştığı zaman sığınılacak tek varlık Allah’tır. Aksi yok! Dikkatle takip ettiğiniz zaman göreceksiniz. Bu ayet-i kerimede belirtilen özellikler bütün insanlarda vardır. Herkes bu gerçeği kavradığı için herkes yaptığı günahın da farkındadır.
Mustafa Çavdar bir not getirmiş. 16.surenin 38 ve 39. Ayetlerine de bakalım.
16/38: “Ve aksemu billahi cehde eymanihim la yeb’asüllahü mey yemut”
Bütün güçleriyle Allah’a yemin ettiler.
Bakın, Allah’ın dinine karşı çıkarken de Allah’a yemin ediyorlar.
Allah öleni diriltmeyecek vallahi diriltmeyecek, billahi diriltmeyecek, diyor.
“ bela”
Hiç sizin dediğiniz gibi değil.
Elbette diriltecek.
“ va’den aleyhi hakka”
Allah’ın üzerinde gerçek bir vaaddir bu.
“ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun”
Ama insanların çoğu bunu bilmezler.
16/39: “Li yübeyyine lehümüllezı yahtelifune fıh”
Bunu, ihtilaf ettikleri şeyleri Allah kendilerine açıklasın diye yapacak.
“ve li ya’lemellezıne keferu ennehüm kanu kazibın”
Kâfirler iyice öğrensinler ki yalancıydılar.
Dünyada yalan söylüyorlardı. Onun için başka yolu yok. Bu gerçekleri herkes kavrar.
Onun için az önce o Çin olayını örnek verdim. Ellerini kavuşturmuş da, yemek hazırlan seni yemeye geliyorum demiş. Hadi oradan! Kimi kandırıyorsun? Sen mutlaka ki orada “Teşekkür ederim Allah’ım, bana bu yemeği verdin” diyorsun. Yalan söyleyen karşısındakini kandırır. Kendisini kandırabilir mi?
Yani şimdi siz bizi kendinize engel görüyorsunuz. Birçok şeyi söylüyorsunuz, diyorlar ki söylemeyin. Ben söylemediğim zaman ne değişecek? Ben de senin gibi söylemeye kalkışsam ne değişecek? Gerçekler değişecek mi? Sadece ben yoldan çıkarım, o kadar.
Bir tarikat şeyhiyle yaptığımız görüşmede onun etrafındaki hocalardan biri dedi ki, çok gördük. Birçok âlim sonra geldi, şeyhlere teslim oldu. İmam-ı Azam demiştir ki, son iki sene olmasaydı Numan da yok olup gidecekti. Son iki senede gitmişi bir şeyhe bağlanmış. Bunların tamamı iftira ve yalan. Zaten yalansız bu işler olmuyor. Orada dedim ki, ben de sizin gibi olsam, olabilir, hiç kimsenin doğru yolda olma garantisi yok ki. Ben de menfaatime mahkûm olabilirim değil mi? O zaman gerçek değişecek mi?
İşte onun için Allah-u Teâlâ diyor ki;
67/28: “ Kul ereeytum”
De ki, baksanıza!
“ in ehlekeniyallah”
Şimdi benim varlığımdan rahatsız oluyorsunuz. Allah beni yok etti. Ebediyen yaşayacak halim yok ya.
“ ve men me’ıye”
Benimle birlikte olanları da öldürdü, canlarını aldı.
“ev rahımena”
Ya da bize ikramda bulundu, çok iyi konuma geldik.
Tamam, Allah ne yaparsa yapar.
“ femen yuciyrulkafiriyne min ‘azabin eliymin”
Peki, bu kâfirleri o acıklı azaptan kim kurtaracak?
Allah size azap edeceğim dediğine göre kim engel olacak?
Hep kurtarıcılar arar insanlar değil mi? İsa bizi kurtaracak, diyorlar geçen hafta bahsetmiştik. Bugünkü papanın yazdığı kitap ki geçen hafta örnekler vermiştim. 16.Benedictus, Kardinal Radziger iken yazdığı kitapta diyor ki, İsa ona inananları kurtarmak için Tanrı’nın huzurunda sürekli canlı olarak beklemektedir. Şimdi kurtaracak. Kimden? Allah’tan. Allah’tan kurtarması için ne olması lazım? Allah’tan daha güçlü olması lazım. Diyorlar ki İsa bütün gücünü de Allah’tan almıştır, onu da söylüyorlar. Bütün gücünü Allah’tan aldıysa Allah’a karşı nasıl diklenebilecek? Daha güçlü nasıl oluyor? Yalan söylüyorlar. Tamamen yalan söylüyorlar. Bu kararı biz verdik diyorlar. İsa başlangıçta bir insan ve peygamber sayılırdı, geçen hafta okuduk burada. Başlangıçta hiçbir olağanüstü güce sahip sayılmazdı. Üç asır sonra biz onu Allah’ın oğlu ilan ettik. Beşinci asırda da Tanrı ilan ettik, diyorlar. Siz kendiniz veriyorsunuz o özelliği, kendi kendinizi kandırıyorsunuz. Şimdi bunun tamamı yalan değil mi? Tamamı Allah’a iftira değil mi? Peki, sizi bu acıklı azaptan kim kurtaracak? İsa kurtaracak? Nasıl kurtaracak İsa? O Allah’ın peygamberi olan İsa böyle bir şey yapmayacak ama sizin hayalinizdeki öyle bir İsa zaten yok!
67/29: “Kul huverrahmanu amenna bihi”
De ki, o Rahman’dır. İyiliği sonsuz olandır. Biz ona inandık.
“ ve ‘aleyhi tevekkelna”
Ve ona güvendik, onun koruması altına girdik. Onu kendimize vekil saydık.
“ feseta’lemune men huve fiy dalalin mubiynin.”
Kimin açık sapıklık içinde olduğunu öğreneceksiniz yakında.
67/30: “Kul ereeytum in asbeha maukum ğavra”
De ki, baksanıza suyunuz yerin içine çekilse, yer altındaki mağaralara çekilse…
“femen ye’tiykum bimain me’ıynin.”
Bir kaynak suyunu size kim getirecek?
Yerden dışarı kaynayan, güzel güzel akan bir suyu size kim getirecek? Allah suları yerin dibine çekecek olsa haliniz ne olur?
Tabii ki diyecekler ki onu hiç kimse yapamaz. O zaman kendinize ne kadar fazla güveniyorsunuz. Kendinizi nasıl öyle yanlış şeylere sürükleyebiliyorsunuz? Akıllı bir insan bunu yapar mı?
Böylece dersimizin birinci bölümünü bitirdik. İkinci bölümde çok sayıda soru var.
SORU VE CEVAPLAR
BismillahirRahmanirRahim.
Şimdi dersimizin ikinci bölümüne geçiyoruz. Baskın Beyanal diye bir arkadaşımız var. Eskiden dersleri kaçırmazdı. Şimdi de kaçırmıyor ama evinde. İnternet çıkalı mertlik bozuldu. Birçok kimse evinde takip ediyor. Anadolu yakasından buraya gelmek kolay değil tabi, onu da düşünmek lazım, oldukça zor. O arkadaşın sorduğu bir soru vardı geçen hafta. Biz de Mehmet Hocaya havale ettik onu bul diye. O da bulmuş. Soru şu:
Meryem Validemiz ile ilgili olarak bir yerde müzekker zamir kullanılıyor, yani Meryem bir hanım olduğu halde erkekler için kullanılan bir zamir kullanılıyor. O Arapçaya mahsus bir şeydir. Türkçemizde erkek-dişi farkı yok. Ama Arapçada var. Rusçada da var. Fransızcada da var. İki tane ayet-i kerime var konuyla alakalı. Birisi Enbiya suresinin 91. ayeti. Enbiya Kur’an-ı Kerim’in 21. suresidir.
21/91: “Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ”
Namusunu koruyan kadın,
Burada asıl vurgu kadına.
“nefahnâ fîhâ” ha, müennesler için yani kadınlar için kullanılan bir zamir. Doğrudan doğruya burada mahsuf olan Meryem Validemize gidiyor.
“fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn”
Onu ve oğlunu âlemlere birer belge yaptık.
Buradaki zamir Arapçayla alakalı olduğu için izah etsem de bilmeyenler anlamazlar. Bilenler için kısa geçeğim zaten. Doğrudan doğruya Meryem Validemize gidiyor.
İkinci ayet ise;
66/12: “ Ve meryemebte ‘ımranelletiy ahsanet ferceha”
Yine aynı şekilde İmran’ın kızı Meryem namusunu korudu.
“ fenefahna fiyhi” buradaki fihi müzekker zamirdir. Buradaki müzekker zamir Meryem’e değil, ferc kelimesine gidiyor. Yani cinsel organına, çünkü o üfleme orada olduğu için Arapçada bunlar hep olur. Arap dilinin özelliklerindendir. Herhangi bir anlam farkı yok. Bir de bu ayet-i kerimenin yani Tahrim suresindeki ayetin sonu var.
“fenefahna fiyhi min ruhına ve saddekat bikelimati rabbiha”
Ona ruhumuzdan üfledik. Rabinin kelimelerini tasdik etti.
“ ve kutubihi”
Kitaplarını da…
“ ve kanet minelkanitıyne”
Kanitlerden oldu. Kanitin kelimesi de erkekler için kullanılan bir kelimedir. Kanitat olsa kadın olur. Şimdi bir kelimede erkekler de kast ediliyorsa çoğul olan bir kelimede Arapçada o kelimenin yapısı erkek olur. Ama kadınlar ayrıca özellikler kadınlar zikrediliyorsa o zaman kanitat olur. Kanitin diye ifade edilmiş olması Meryem validemiz için bir övgü ifadesidir. Çünkü hem erkekler hem de kadınlar içerisinde itaatkâr bir şeydi. Kadınlar içerisinde derseniz biraz daha az methetmiş olursunuz. Ama kadın ve erkekler toplamı içerisinde itaatkâr olanlardandı, dendiği zaman onun değeri daha da yükseğe çıkartılmış olur. Kanitat da olabilirdi ama kanitin ona daha çok verilmiş olan bir değeri ifade ediyor.
İbrahim Ak isimli dinleyicimizden gelmiş. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, derslerinizi ve konuşmalarınızı yaklaşık üç yıldır takip etmekteyim. Hamdolsun ki çok yararlı şeyler öğrendiğime inanıyorum. Gerçek İslam’ı bu üç yıl içerisinde öğrendim diyebilirim. Önceden de biliyordum. Kur’an’ı en az otuz defa hatim ettim. Hocalar, şu ayette Allah ne diyor dediğimde boş ver anlamazsın sen. Sadece Arapça oku, sevabını al, diyorlardı. Bizler sadece Allah’ın emrettiği İslam’ı değil de sadece hocaların söylediği İslam’ı yaşıyorduk. Şükürler olsun ki, sizlerle karşılaştık. Sohbetlerinizden istifade ederek gerçek İslam’ı anlamaya ve yaşamaya başladım. Allah sizlerden razı olsun.
Birinci sorusu: Tasavvufta dünyayı terk etmenin gereği üzerinde duruluyor. Size göre dünyaya bakışımız nasıl ve ne şekilde olmalı?
Biz dünyayı terk edeceğiz. Ne zaman? Öldüğümüz zaman. Ölünceye kadar dünyadan istifade edeceğimiz çok şey var. Geçenlerde Papa geldi, yemeğe davet etmişler. Ne dedi? Dünyevi dedi. Aç dolaşıyor herhalde. Dünyevi zevkmiş. Yaşadığı yer, bindiği uçak, giydiği elbiseler, etrafında hizmet edenler. Onların hiç birisi dünyevi değil, değil mi? Kendisini Tanrı yerine koymalar, günah çıkarmalar…
Şimdi bu dünyayı terk edin falan diyenler aslında siz terk edin, bize bırakın demiş oluyorlar. Evet, gerçekten şaka olarak söylemiyorum. Takip edin, o terk edin diye nasihat edenlerin çoğu sizin cebinizdeki dünyalıktır, buraya bırakın gidin, biz çaresine bakarız demiş oluyorlar.
9/34: “inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye’kulûne emvâlen nâsi bil bâtıl”
O alimlerin ve din adamlarının çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler.
“ vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm”
Altın ve gümüşü stok edip de Allah yolunda harcamayanlara müjde ver. Onlara acıklı azap var.
Nasıl müjde değil mi? Rasim Hoca felsefe profesörüdür. O meseleyi iki kelimede özetliyor. Diyor ki, zaten dünyayı terk etmeye lüzum yok ki, adamı adam olmaktan çıkartıyor. Dünyayı terk etmek diye bir olay yok. Peygamber (sav) böyle bir şey yapmış mı? Yeri gelmiş 4000 dinarlık elbise giymiş. 4000 dinar ne yapar? 1 dinar 4,35 gram altın demektir. 1 dinara bir koyun satın alınıyordu o zaman. 4000 koyunla alınan bir elbise giymiş. Yeri gelmiş, bulamamış yırtık bir elbise giymiş. Allah-u Teâlâ diyor ki Bakara suresinde,29.ayette;
2/29: “Hüvellezı haleka leküm ma fil erdı cemıan”
Yeryüzünde ne varsa onu sizin için yaratmıştır, diyor Allah.
Yine bir başka ayet-i kerimede;
7/32: “Kul men harreme zînetallâhilletî ahrece li ibâdihî”
Allah’ın kulları için ortaya çıkardığı süsleri kim haram kılmış?
“vet tayyibâti miner rızk”
Ve temiz yiyecekleri
Kim haram kılmış?
Allah-u Teala diyor ki;
20/81: “Kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum”
Size rıkık olarak verdiklerimizin temizlerinden, iyilerinden yiyin diyor.
Araf suresi 7.sure, 32. Ayet diyor ki;
7/32: “Kul men harreme zînetallâhilletî ahrece li ibâdihî”
Kulları için ortaya çıkardığı o ziynetleri kim haram kılmış?
“ vet tayyibâti miner rızk”
Ve temiz yiyecekleri haram kılan kim?
İmkânın varsa en iyisini yersin. İmkânın yoksa da karnın da aç kalır. Gidip de ona buna yalvarmaya lüzum yok. Bazen aç da kalabilirsin. Ama buldun mu en iyisini yersin. Yemek içmek serbest ama israftır yasak olan.
Bir üst ayetten alalım. Ondan sonra altı okuruz. Yani 7.surenin 31.ayeti;
7/31: “Yâ benî âdem”
Ey Âdemoğulları,
“ huzû zînetekum inde kulli mescid”
Her secde yerinde ziynetinizi takınınız.
Bu nedir? Elbise giymek. Ziynet diyor sadece elbise değil, süs diyor. Elbiseyi ne için giyineceksin? Sadece örtünmek için giymeyeceksin, güzel görünmek için giyeceksin. Ziynet diyor Allah-u Teâlâ, yani yakıştıracaksın. Hem de secde yerinde ibadet yaparken.
“ ve kulû veşrebû”
Yiyin, için.
“ ve lâ tusrifû”
Ama israf etmeyin, saçıp savurmayın. Yemek içmek serbest, saçıp savurmaktır yasak olan.
“innehu lâ yuhıbbul musrifîn”
Çünkü Allah israfçıları sevmez.
Çünkü senin israf ettiğin bir başkasının yiyeceğidir. Buna hakkın yok.
7/32: “Kul men harreme zînetallâhilletî ahrece li ibâdihî vet tayyibâti miner rızk”
De ki, Allah’ın kulları için çıkardığı süsü kim haram kılmış? Temiz rızıkları kim kılmış haram?
“ kul hiye lillezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ”
De ki; o bu dünyada müminler içindir.
Allah onu müminler için yapmıştır. Neyi terk ediyorsun peki sen? En güzel yiyecekleri ve giyecekleri Allah müminler için yarattığını söylüyor. Tabii ki ben giyeceğim. Öyle değil mi? Yoksa da yoktur. Benim bu dünyada hedefim güzel giyinmek, yemek değil ki… Varsa yaparım, yoksa da yok ne yapalım.
“ hâlisaten yevmel kıyâmeh”
Şimdi bu dünyada o rızıkları müminler için yaratmıştır ama kâfirler de müminler sayesinde istifade ederler. Ahirette sırf müminler için.
Bu dünyada müminler için ama kafirler de istifade eder, ahrette sırf müminler için. Diğerlerine bir şey yok.
“ kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn”
Bilen bir toplum için işte böyle ayeti açık açık anlatırız.
Anlaşılmayan bir şey var mı?
SORU: Melekler Âdem’e (as) secde etmişlerdir. Bu secde ne türden bir secdedir?
CEVAP: Secde etmeyi Allah emrettiğine göre ne türden olursa olsun. Allah emrettikten sonra ister boyun eğme şeklinde olsun, ister alnını yere koyma şeklinde olsun, nasıl olursa olsun. Çünkü oradaki itaat Âdem’e itaat değildir. Allah’a itaattir.
SORU: Lokman suresi 34. Ayette rahimlerde olanı ancak Allah bilir buyrulmaktadır. Bugün çeşitli testlerle çocuğun cinsiyeti tespit edilmektedir. Bu ayeti nasıl anlamalıyız?
CEVAP: O ayeti doğru anlamalıyız. Rahimlerde olanı ancak Allah bilir demiyor. Burada diyor ki Allah-u Teala:
31/34: “İnnallâhe indehu ilmus sâat”
Kıyametin bilgisi Allah’ın yanındadır. Başkası bilmez bunu.
“ve yunezzilul gays”
Yağmuru Allah indirir.
Yağmurun ne zaman yağacağını kimse bilmez diyor mu burada? Ama yağmuru Allah’ın yağdırdığını da inkâr eden yok. Ama ne zaman yağacağını bilmez ifadesi yok, dikkat edin. Bu insanların bilemeyeceği bir şey değil. İnsanlar tahmin ederler ama hiç kimse yüzde yüz tahminde bulunamaz. Çünkü her an bir rüzgâr gelir, bulutu başka yere götürür ve yağmur yağmaz orada. Bilirsiniz, içinizde romatizmalı kişiler varsa hava raporunu onlardan sağlam alırsınız değil mi? Çünkü havadaki değişiklikleri vücutlarında, içlerinde hissederler.
“ ve ya’lemu mâ fîl erhâm”
Rahimlerde olanı Allah bilir.
Ancak ifadesi yok. Rahimlerde olanı Allah bilir. Bizim de bilebildiğimiz vardır. Bilemediğimiz vardır. İnsanlar bugün onun cinsiyetini, bir takım şeylerini bilebiliyorlar. Ama ayette Allah’tan başkası bilmez ifadesi yok.
Şimdi devamına bakın,
“ ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ”
Hiç kimse yarın başına ne geleceğini bilmez.
Bakın, burada kesinlik var.
“ ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût”
Bir de hiç kimse nerede öleceğini bilmez.
O zaman bilinemezler kaç tane burada? Üç tane. Birincisi kıyametin zamanı, ikincisi yarın başımıza ne geleceği, üçüncüsü nerede öleceğimiz. Yani burada yağmurun yağmasını ve rahimlerde olanı başkası bilmez diye bir ifade yok. Bununla ilgili başka soru var mı?
BİR DİNLEYİCİ SORU SORUYOR, ANLAŞILMIYOR.
Neyi yaratıp yaratmayacağı meselesi başka. Ayetteki ifade rahimlerde var olanı diyor. Zaten yaratılmış.
SORU: Peygamberimizin şefaati yüce Allah’ın iznine bağlı olduğuna göre yani peygamberin şefaati yalnız Allah’ın izin verdiği kulları için geçerli olacağına göre bazı müslümanların inandığı gibi hakkında hükmü kesinleşmiş olanların hükmünü peygamberin değiştiremeyeceğine göre, esas olanlar da farzlar olduğuna göre sünnet namazı kılmanın, salâvat okumanın önemi, gerekçesi ve bize faydası nedir?
CEVAP: İlginç bir soru. Sünnet namazı biz peygamberimiz için kılmıyoruz. Salâvatı da Allah emrettiği için getiriyoruz. Peygamber (sav) bir değişme yapmış değil. Allah’ı çokça zikredin diye çok sayıda ayet var. Cenab-ı Hakk’a çok ibadet yapmamızı teşvik eden çok ayetler var. Farz olan namazları kılıyoruz. Sünnet olan namazlar, biz sünnet diyoruz ona. Onun adı kitaplarda sünnet değildir. Biz Türkiye’de sünnet kelimesini kullanıyoruz. Nafile kelimesi kullanılır. Nafile de ek demektir, ilave, fazladan demektir. Fazla ibadet yapmak isteyenlerin yaptığı şeydir. Kimse onu peygamber için yapmaz. O zaman iki tane tanrı olur hâşâ. Siz sünnet namaz kılmazsanız peygamberin şefaatinden mahrum olursunuz gibi şeyler söylüyorlar. Bunlar tamamen saçma şeylerdir. Böyle şey olmaz. Bunların hepsi Allah rızası için kılınan namazlardır. Hiç birisi peygamber için kılınmaz. Peygamberi razı etmek için namaz kılan varsa dinden çıkar, o şirk olur. Öyle bir şey zaten olamaz. O zaman onu peygamberlikten çıkarmış tanrı haline getirmiş olursunuz. Peygamber efendimize salât ve selam getiriyoruz. Salât ve selamı Allah bize emrediyor.
33/56: “İnnallâhe vemelâ-iketehu yusallûne alâ-nnebiy”
Allah ve melekleri peygambere salât ederler.
“yâ eyyuhâlleżîne âmenû sallû aleyhi”
Müminler siz de ona salât edin.
Kimin emri bu? Allah’ın emri.
“vesellimû teslîmâ”
Ve ona selam verin.
Biz “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” dediğimiz zaman Allah’ın bu emrini yerine getirmiş oluyoruz.
BİR DİNLEYİCİ SORU SORUYOR, ANLAŞILMIYOR.
Sünnet demenin bir zararı yok. Ben onu şu manada dedim. Sünnet kelimesi bizde farzdan sonra gelen anlamında kullanılır. Ama peygamber için yapılmaz o. Asla, ibadet Allah için yapılır.
SORU: Ben Hanefi mezhebine bağlı olduğum halde çalıştığım ortamda, yolculuklarda, toplantılarda, güçlük veya iş nedeniyle kolaylık olsun diye cem yani öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kılabilir miyim? Akşam ile yatsı namazlarını birleştirirken vitir namazını da kılacak mıyım? Yoksa sadece farzları mı kılmalıyım?
CEVAP: Namaz vakitleri Kur’an-ı Kerim’de anlatılır. Kur’an’da öğle namazının başlangıç vakti vardır.
17/78: “Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli”
Güneşin batıya kayma vaktinde namaz kıl.
Güneşin batıya kayma vakti ne zamandır? Öğle vaktidir. Güneşin batmasından önce namaz kıl ifadesi de vardır. Kur’an-ı Kerim’de öyle bir ayet de vardır. O ne zamandır? İkindi de olur, öğle de olur.
“li dulûkiş şemsi” Güneşin batıya kaymasından ta güneş batıncaya kadar diyor. Orada öğle, ikindi ve akşam ve yatsı kılınır. Bizim internet sitemizde namaz vakitleri var değil mi? Namazların cem edilmesi de var. Yok mu? O zaman onu bir an önce koyalım. Namazların cem edilmesini de bir an önce koyalım. İsteyenler oradan okuyabilir.
Öğle namazının başlangıç vakti var, son vakti yok. İkindinin son vakti var, başlangıcı yok. Akşam namazının ilk vakti var. “kablel gurubiha” diye geçiyor, son vakti yok. Yatsının son vakti var ilk vakti yok. Dolayısıyla akşam ile yatsının arası nerede kesiliyor, Kur’an’da yok. Öğle ile ikindinin arası nerede kesiliyor, Kur’an’da yok. Böyle olunca peygamber (sav) öğle ile ikindiyi öğle vaktinde bazen de ikindi vaktinde kılmış. Akşam ile yatsıyı da birleştirmiş. Bunu yolculuk halinde yaptığı gibi Medine’de iken de yapmış. Niçin yaptığı sorulunca ümmetine kolaylık olsun diye söylüyor rivayet eden zat. Bu sebeple hem Kur’an-ı Kerim hem sünnet namazların birleştirilmesi konusunda bize bir açık kapı bırakıyor. Peygamberimiz büyük bir çoğunlukla namazları kendi vakitlerinde kılmıştır. O zaman bunun manası ne olur? Esas olan namazları bilinen vakitlerinde kılmaktır. Ama bu arkadaşımızın sorduğu gibi zor durumda kalınırsa sıkıntıda kalınırsa namazlar birleştirilebilir. Zor durum dersek insanlar farklı anlayabilir. Buna ruhsat vardır.
Hanefi mezhebi Arafat ve Müzdelife’de birleştirilmesini kabul eder. Bu konuyla ilgili hadisleri şu şekilde değerlendirir. Der ki bu birleştirmede öğle namazı vaktin sonuna, ikindi de başına getirilmiş olur. Diyelim ki saat 2.30’da ikindi oluyor. 2.25’te öğle namazına başlarsınız, 2.30’da bitirirsiniz. Hemen arkasından ikindiye başlar bitirirsiniz. Der ki, bu da size kolaylık olur. Böyle bir kolaylık olur mu? Onlar böyle yorumluyorlar. Bu yorumu kabul etmek mümkün değil.
BİR DİNLEYİCİ SORU SORUYOR, ANLAŞILMIYOR.
Birleştirildiği zaman kaza olmuyor. Çünkü ayette namazların ikisinin arasının ne zaman ayrılacağına dair açık bir hüküm yok. İkindiyle ilgili olarak hadiste de yoktur. Cebrail (as) gelmiş birinci gün, güneş batıya kaydığı zaman peygambere (sav) öğle namazını kıldırmış. İkindiyi her şeyin gölgesi kendisinin bir misli olduğu zaman kıldırmış. Ertesi gün öğleyi her şeyin gölgesi kendisinin bir misli olduğunda kıldırmış. Yani bir önceki gün ikindiyi kıldırdığı vakitte… İkindiyi de gölgeler iki misli olduğunda kıldırmış. Öğle ile ikindinin arası çok keskin çizgilerle ayrılmadığı için kaza söz konusu değil. Ama öğle veya ikindiyi akşam namazından sonraya bıraktığınız zaman artık vaktini çıkarmış olursunuz. Akşam ve yatsıyı da sabah namazının vaktine ertelerseniz vakti çıkmış olur.
Vitir namazı gece namazıdır. O ayrı bir namazdır. Akşam ya da yatsıyla birlikte kılmak gerekmez. Yatsı namazından sonradır. Birçoğunuz görmüşsünüzdür. Ben yatsı namazı ile beraber vitri hiç kılmam. Onu gece kılarım. Esas gece namazıdır, günün son namazıdır. Vitir tek rekât demektir. O üç rekât tek sayıdır değil mi? Aslında 2+1 demektir o. En son bir rekatla bitirilmiş olur.
SORU: Benim kesin olmayan hesaplarıma göre on senelik kaza borcum var. Bunları nasıl ödemeliyim?
CEVAP: Onları eda etmene gerek yok. Bundan sonra namazlarını kazaya bırakmazsın. Elinden geldiği kadar da nafile namaz kılarsın. Yapacağın başka bir şey yok.
SORU: Kaderimizde yazılı olan şeyler edeceğimiz dualarla değişir mi? Başımıza gelecek bir kaza dua ile değişir mi? Duanın kader üzerinde etkisi nedir?
CEVAP: Yunus (as) olayını hepimiz biliyoruz. Bu soruya daha önce cevap vermiştik ama yine cevap verelim kısaca. Saffat suresinde, 37.sure;
Yunus (as), Allah-u Teâlâ’dan izin almadan görev yerini terk ettiği için onu balık yutmuştu. Kur’a çekilmiş, denize atılmış ve balık yutmuştu. O, balığın karnında olduğunu bilemiyor. Karada yaşayan bir kişi mesela bugünkü Musul bölgesinde yaşayan bir kişi bir insanı balığın yutabileceğini, balık yuttuktan sonra da içinde sağ kalabileceğini düşünebilir mi? Mümkün değil. Dolayısıyla kendisini bir kuyuda düşünüyor. Ve orada
“lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min’ez-zâlimîn” dedi.
Senden başka ilah yok. Ben sana boyun eğerim Ya Rabbi! Ben yanlış yaptım.
Ben yanlış yaptım demek ne demektir? Tövbe etmektir. Bu tövbeyi yapınca ne yaptı Allah-u Teâlâ? Balığın karnından onu dışarı çıkardı. O da kendine geldi, iyileşti. Çünkü o asitler onu rahatsız etmişti. Sonra memleketine gitti ve kalan ömrünü tamamladı. Peki, bu tövbeyi yapmasaydı ne olacaktı?
37/143: “Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn”
Eğer bu tövbeyi yapmasaydı, Allah’a boyun eğmeseydi, balığın karnında yeniden dirileceği güne kadar kalacaktı. Yani ölüp gidecekti.
O zaman tövbe ne yapmış? Onun kurtarılmasına sebep olmuş. Demek ki bu olabiliyor. Firavun da yaptı ama o zamanını geçirdikten sonra yaptığı için kurtulamadı. Âdem (as) de tövbe etti. Tövbe ettiği için de Cenab-ı Hak onu seçti ve iyi bir konuma getirdi.
Demek ki tövbe bizim için iyi sonuçlara sebep oluyor, elle tutulur iyi sonuçlar almamıza sebep oluyor.
SORU: Bir içkili balık restoranında gece bekçiliği yapıyorum. Ücretimi buradan alıyorum. Yemek de veriyorlar. Böyle bir yerde çalışmak uygun mudur?
CEVAP: Haram iki türlüdür. Birisi bizzat kendisi haram olandır. İçki, kendisi haramdır. Bir de li gayrihi haram vardır. Kendisinde haramlık yok ama kazanma yolu yanlış. Mesela bir insanın içkiden para kazanması, faizden para kanması haramdır. Ama bu sadece o kişi için haramdır. Faizden para kazanmış bir adam gelip de senden bir şey alsa ben bu parayı almam diyebiliyor musun? Çünkü o paranın kendisinde bir haramlık yok. Ama içki verse bir şişe, alamazsın. O paranın kendisinde haramlık yok. O para sadece o kişiye haramdır, ikinci bir kişiye değil. Öyle olsa hepimizin cebindeki paralar bir sürü kötü yerlerden geçerek gelmiştir değil mi? Paranın günahı yok.
O zaman bu şahıs orada çalışmasına karşılık para alıyor. Dolayısıyla aldığı para haram değildir.
SORU: Allah-u Teâlâ insanlara şifacı olarak bir güç verir mi? Mesela biyoenerji gibi. Kur’an-ı Kerim’de böyle bir ayet var mı? Peygamber efendimizin kan aldırdığı söyleniyor, doğru mu?
CEVAP: Bu biyoenerji benim bilebildiğim bir şey değil. Ama insanlar bunu yaptıklarını söylüyorlar. Demek ki var, olabilir. Neden olmasın? Bir mani yok. Gözden ve elden çıkan enerjiler olabilir.
Mesela bir ayette
68/51: “Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim”
O kâfirler kendi gözleriyle seni kaydıracaklardı neredeyse.
Bu olabiliyor. Kan aldırma meselesinde de peygamberimizin (sav) kan aldırdığın dair çok sayıda hadis var.
SORU: Herhangi bir bankadan gayrimenkul için kredi kullanmak istendiğinde banka kredi borçlarını satıcıya havale etmekte ve kullanılan kredi üzerine faiz eklemektedir. Katılım bankaları da aynı işlemi yapıp sadece borç yerine kar payı eklemektedir. Ben hem faizden uzak durmak hem de gayrimenkulü de hem ucuz hem de uzun vadede almak istiyorum. Bu durumda nasıl davranmalıyım?
CEVAP: Benim param olacak bol miktarda, o adama vadeli satacağım. O da yok şu anda. O zaman sabredecek. Faiz borçtan elde edilen gelirdir. Bir insan bir kimseye borç verdiyse, verdiği borçsa ondan dolayı alacağı gelirin adına ne derse desin faizdir. İster kar payı desin, ister faiz desin, riba desin. Ne derse desin. Eğer bahsettiği borçsa ki bugün o bahsedilen katılım bankalarının büyük bölümü borç veriyor. Her zaman da söylüyorum, isterlerse bunlar malı alıp satabilirler. Böyle bir yetkileri de var. Ama borç şeklinde verirlerse alacakları gelirin adı ne olursa olsun faizdir. Eğer bu katılım bankaları bu malı alıp da bu şahsa satmıyorlarsa, satıcı pozisyonuna girmiyorlarsa biraz daha sabretmelerini tavsiye edeceğiz.
SORU: Bir arkadaş bana sizi gece rüyamda gördüm. Bizim Konya’daki şeyhimize gitmiştiniz, dedi. O insan bana yalan mı söyledi, şeytan mı vesvese verdi?
CEVAP: Bu kişi yalan da söylemiş olabilir onu şeyhine götürmek için ki böyle yerlerde yalan çok söylenir. Şeytan rüyasına girip bu şahsı aldatmış da olabilir. İkisi de olabilir. Bilinçaltından da gelebilir rüyasına. Şeytan da aldatmış olabilir.
SORU: Bu senenin zekâtını hesaplayıp verirken iki milyarlık çek yazıp vermem gerekirken üç milyarlık çek yazıp vermişim. Bu fazlalığı gelecek senenin zekâtına sayabilir miyim?
CEVAP: Hanefi mezhebinde sayılabilir. Ama bunun delilleri üzerinde çalışmadığım için sadece bu kadar söylüyorum.
SORU: İHH’nın başlatmış olduğu kurban kampanyasına katılmak istiyorum. Oturduğum çevrenin hepsi zengin olduğu için keseceğim kurbanı kimseye dağıtamayacağım. Yorumunuz nedir?
CEVAP: Diyanet de organize ediyor, bir takım yardım kuruluşları da organize ediyor. Götürüyorlar, mesela bu sene Afrika’ya götürecekmiş Diyanet İşleri Başkanlığı. Bir arkadaş geldi, öyle söyledi. Fakir ve açlık çeken bölgelere dağıtıyorlar. Bu güzel bir şey. Yapılabilir ama bizim ülkemizde de kurbanın kesilmesi lazım. O kurbanın kesilmesinden hâsıl olan bir şey var. O bir yardım, oraya gittiği zaman. Tabii, kurban da kesiliyor aynı zamanda. Ama burada da insanlar kurbanın kesildiğini görmeliler. Burayı da ondan mahrum etmemek lazım.
SORU: Peygamberler miras bırakmazlar deniyor. Peki, dul kalan hanımlarının durumu ne oldu? Rızıklarını kim karşıladı?
CEVAP: Dul kalan hanımlar ümmetine havale edildi. Bir de şu var. Peygamber (sav) vefatından önce fethedilmiş topraklar vardı. Hayber arazisi, Fedek arazisi, Yemen’in birçok yerlerinden de gelirler geliyordu. Devlet hazinesinin epeyce bir geliri vardı. Ayet-i kerimede bu gelirlerin bir kısmının ril kurba denen peygamber yakınlarına verilmesi emrediliyor. Dolayısıyla onların ciddi gelirleri vardı. Maddi açıdan herhangi bir ihtiyaçları yoktu. Kur’an-ı Kerim bunların ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayacak devlet gelirlerinden ciddi bir payları vardı. Ganimet ayrı bir de fey gelirleri var. Alınmış topraklardan gelen bir gelirleri vardı. Oradan sürekli pay alıyorlardı. O zaman onlara atiye denirdi, o isimle anılırdı.
BİR DİNLEYİCİ SORU SORUYOR, ANLAŞILMIYOR.
Burada kilisenin yanlış yolda olduğu çok açık. Eğri ağacın doğru gölgesi olmaz. Yanlış yolda oldukları için bunlardan doğru davranış beklemek çok yanlış olur. Tabii ki cinsi sapıklık da olur, insanların mallarını da yerler. Bugün kara paranın en fazla aklandığı yer neresi? Kiliseler. Bitti.
SORU: Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım kutsi hadisinin sahih olup olmadığını açıklar mısınız?
CEVAP: Ne kutsisi? Böyle bir hadis yok. Uydurma, saçma sapan bir hadis. Bunu sürekli söylüyoruz. Böyle bir hadis olmaz.
Hayırlı geceler.