Euzu billahi mineşşeytanirracim. BismillahirRahmanirRahim. Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin vel akibeti lil muttakin ve’s-salatü ve’s-selamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Geçen hafta Mülk suresinin 23.ayetinde kalmıştık. Bu hafta bu ayeti okuyacağız ve devamını okuyacağız. Bendeki mealin 564.sayfası;
Allah-u Teâlâ burada şöyle buyuruyor:
67/23: “Kul huvelleziy enşeekum ve ce’ale lekumussem’a vel’ebsare vel’ef’ideh kaliylen ma teşkurune”
De ki, sizi inşa eden odur.
“enşee” bir şeyi oluşturmak ve geliştirmek manasına gelir. Alah-u Teâlâ insan yokken insanı oluşturuyor, sonra sürekli geliştiriyor. Olgunluk çağına kadar insan varıyor. Sonra da yavaş yavaş vücut zayıflamaya başlıyor.
Sizi inşa eden odur. Sizin için işitme, görme ve kalpler oluşturmuştur. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
Burada insanın üç özelliğinden bahsediliyor. İşitme, görme ve kalpler… Baktığımız zaman diğer canlılarda da bu var. Hayvanlarda da işitme var, görme var, bir de kanı pompalayan kalp var.Fakat burada kalp demiyor, “fuad” diyor, “ef’ideh” diyor. Allah-u Teala bu üç özellikle insanı diğer varlıklardan farklı gösteriyor. Onun için bunun üzerinde durmak lazım.
67/24: “Kul huvelleziy zereekum fiyl’ardı”
De ki sizi yeryüzünde oluşturup ortaya çıkaran odur.
“ ve ileyhi tuhşerune”
Onun huzurunda toplanacaksınız.
23/12: “Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tıyn”
İnsanı bir özden, tıynden yarattık. Tıyn çamur ama bizim bildiğimiz sulu çamur değil, kuru çamur. Toprağa suyu attığınız zaman insanın eline yapışacak hali alan çamur. Bitkilerin bitmesine yetecek kadar toprağın ıslanması olayıdır. Düşünürsek toprağa o şekilde su atılmazsa oradan hiçbir şey bitmez. Toprakla su birleşirse insana yapışacak kadar çamur olursa, tarlayı suladığınızda ayakkabıyla tarlaya giremezsiniz değil mi? Ne olur? Ayaklarınıza yapışır o çamur. İşte bu şekildeki çamurdan yaratmıştır Allah-u Teâlâ, cıvık, sulu bir çamur değil. Onun yerine biz ona çamur değil de sulanmış toprak dersek daha kolay anlaşılır. O toprağa su gittiği zaman oradan bitki biter. O bitkiden hayvan yer. Koyunlar, sığırlar yer, biz onlardan et, süt ve diğer besinleri alırız. Onlardan alabileceğimiz gıdalar alırız. Meyve ağaçları o toprakta meyvelerini verirler, biz de yeriz. Sebzeler o topraktan yetişir, ondan biz karnımızı doyururuz. Bundan oluşan bir öz, yediğimizin topraktan geldiğini düşünürseniz, topraktan gelmeyen hiçbir gıdamız yoktur. Bazılarını doğrudan topraktan alırız, bazılarını da ikinci, üçüncü dereceden sonra topraktan alırız. Etini yediğimiz hayvanlar da topraktan gelen otlarla beslenmişlerdir. Onu alırız vücudumuza, vücudumuzda bir öz oluşur. Erkeğin ve kadının vücudunda bir öz oluşur. Tohum oluşur.
Onun için burada Allah-u Teâlâ diyor ki,
23/12: “Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tıyn”
Sulanmış topraktan gelen bir özden insanı yaratmışızdır.
İnsanın tohumu odur.
23/13: “Sümme cealnahü nutfeten”
Şimdi o ananın vücudundaki tohum ve babanın vücudundaki tohum birleşince nutfe haline geliyor. Yani döllenmiş yumurta oluyor.
“ fı kararim mekın”
Sağlam bir karargâhta, durabileceği sağlam bir yerde yani ana rahminde nutfe olur.
23/14: “Sümme halaknen nutfete alekaten”
Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı görünümünde, rahim cidarında öyle bir görünümde yaratırız. Oraya yapışmış vaziyette olur, rahim cidarına.
“fe halaknel alekate mudğaten”
Sonra o alakayı bir çiğnem et görünümünde bir hale getiririz.
“fe halaknel mudğate ızamen”
O bir çiğnem eti de kemikler halinde oluştururuz. İşte bütün bunlar inşanın safhaları. Kemikler haline getiririz.
“ fe kesevnel ızame lahmen”
Sonra da o kemiklere et giydiririz.
Kemikleri ete büründürürüz.
Şimdi bütün bu safhalarda insanın ananın ve babanın vücudunda tohum, ana rahminde döllenmiş yumurta, bir çiğnem et, sonra kemiklerin oluşumu, sonra da kemiklerin üzerinde etin oluşumu… Bu size neyi hatırlatıyor?
Çocuğun oluşumunu tamamlaması değil mi? Peki, bütün bu safhalarda çocuk canlı mıdır cansız mıdır? Canlıdır, hatta hareket eder değil mi? O zaman şuraya dikkat edelim.
“sümme enşe’nahü halkan ahar”
Bundan sonra onu bir başka mahlûk halinde inşa ettik, oluşturduk.
Ne zaman? Vücutta ceninin oluşumu tamamlanmış oluyor, o zaman kadar diğer canlılar neyse insanın vücudu da o. Bir koyunun rahmindeki cenin, bir sığırın rahmindeki cenin, bir kısrağın rahmindeki cenin. Bunların hiçbiri diğerine benzemez değil mi? Hepsi birbirinden farklıdır. Ama ana rahmindeki, cenin de cenin olma itibarıyla hepsi birbirinin aynısıdır. O zaman burada öyle bir durum oluyor ki cenin yapısı tamamlandıktan sonra,
“sümme enşe’nahü”
Sonra onu oluşturduk.
“halkan ahar”
Burada “halaka” kelimesi geçmiyor, inşa kelimesi geçiyor. Bir oluşturmadan bahsediyor. Birincisinde “halaka”, ikincisinde “halaka”, üçüncüsünde “halaka” ama en sonunda “enşe’na” diyor. Onu oluşturdu. Başka bir mahlûk olarak başka bir yaratık olarak oluşturdu. O zaman demek ki başkalaşma ana rahmindeki yapının tamamlanmasından sonra oluyor. İlk andan itibaren canlı, ama vücutta cenin yapısını tamamladıktan sonra Allah başka bir mahlûk olarak onu oluşturmuş oluyor.
“fe tebarakellahü ahsenül halikıyn”
Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.
Allah’ın bereketi çoktur. Her şeye bereket verir. İkramı boldur. Burada “ahsenül halikıyn” ifadesi geçiyor. Halıklar birden çok. Halık ne demek? Yaratan. Halıklar ne olur? Yaratanlar. Yaratanların en güzeli ne demek? Demek ki başka yaratanlar da var. Ama Allah’ın yarattığı şekilde yaratan olmayacaktır. Allah-u Teâlâ yoktan var eder, can verir. Allah-u Teâlâ şekil verir. Birçok şeyler yapar. Şimdi ceninin oluşmasıyla ilgili olan bu ayette;
“fe tebarakellahü ahsenül halikıyn”
Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir, ifadesi size neyi hatırlatır. Bunu günümüze getirin. Burada ceninden bahsediliyor değil mi? Günümüzde ne var bununla ilgili olarak? Klonlama var değil mi? Demek ki onlar da yapabilecekler. Ahsen sözü neyin zıddı oluyordu? Hasenin. Yani demek ki onlar da güzel yapacaklar ama Allah-u Teâlâ en güzelini yapmış olacak. Bizde “halaka” kelimesi mahkûm edilmiştir. Enteresandır, zamanında Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında çıkan tartışma sebebiyle Allah’tan başka bir varlığa, mesela insan ben yarattım derse hemen ona kâfir damgasını vurmuşlardır. Allah’tan başkası yaratamaz diye. Elbette, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı gibi hiç kimsenin yaratması mümkün değil. Böyle bir şey söz konusu olamaz hiçbir zaman için. Ama “Yaratanların en güzeli” ifadesini Allah kullanmıyor mu? Allah görüyor, ben de görüyorum dediğin zaman Allah’a şirk mi koşmuş oluyorsun? Ben Allah gibi görürüm mü demiş oluyorsun? Allah konuşuyor mu? Kelam sıfatı var mı Allah’ın? Sen de konuşuyor musun? Allah’ın Kelam sıfatı var diye ben de konuşuyorum, demek Allah’a şirk koşmak mı? Senin konuşmanla Allah’ın konuşmasını aynı mı sayarsın? Allah sana ne kadar konuşma fırsatı vermişse o kadar konuşursun. Ne kadar görmeni istemişse o kadar görürsün. Ben Allah gibi görürüm derse bir insan ne olur? İşte o zaman şirk olur. Ben Allah gibi konuşurum derse, o zaman şirk olur. Ama ben konuşurum demek insanı şirke sokar mı? Ben görürüm demek şirke sokar mı? Allah diridir değil mi? Hayy’dır yani. Sen de diri misin? Ben diriyim diyen adam Allah’a şirk koşmuş olur mu?
Cenab-ı Hakk’ın subuti sıfatları var. Yani mahlûkta da olabilen sıfatlardır. Bir de zati sıfatları var. Yani yalnız kendisinde olan sıfatları var. Şimdi mahlûkta da olan sıfatları sayarken neleri sayarlar? Hayat, İlim, Semi, Basar, İrade, Kudret, Kelam, Tekvin. Tekvin ne demektir? Yaratma demektir. Peki, tekvine kadar gelen hepsi mesela Hayat sıfatı ben hayattayım diyen adamı kâfir yapmıyor. İlim sıfatı, benim de ilmim vardır diyen adam kâfir olmuyor. Semi, işitme sıfatı, ben de işitirim. Görme sıfatı, ben de görürüm. İrade sıfatı, benim de iradem var. Kelam sıfatı, ben de konuşurum. Buraya kadar insanlar bir şey söyledi mi bunu söyleyenlerin kâfir olacağına günahkâr olacağına dair bir söz var mı Mehmet Hocam? Sen kelamla uğraşıyorsun. Duydun mu onu şimdiye kadar? Yok öyle bir şey. Peki, Tekvine sıra gelince ne diyorlar? Peki, bu mantıklı mı? Allah-u Teâlâ, İsa’ya (as) şunu söyletmiyor mu?
3/49: “enniy ahlüku leküm minet tıyni kehey’etit tayr”
Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratırım. Bir kuş heykeli yaratırım.
“ahlüku” diyor değil mi? Tabiatta çamurdan bir kuş heykeli kendiliğinden olur mu? Ancak onu bir insan yaparsa olur değil mi? İsa (as) söyleyince hiçbir şey olmuyor, hem de Kur’an’da. Ama bir başkası söyledi mi… Niye efendim? Ehl-i Sünnet ile Mutezile arasında bir sürtüşme olmuş. Mutezile demiş ki …… Ehl-i Sünnet de demiş, yok efendim değildir. Kendi aralarında çekişirken o arada bu halk kelimesi düşmüş, parçalanmış. Daha kimse eğilip kaldırmaya cesaret edememiş. Sanki camdan yapılmış. Ondan sonra da gel Kur’an-ı Kerim’i anla anlayabilirsen.
Kelimelerle oynamak son derece tehlikelidir. Ondan sonra da nerede bir Halk kelimesi varsa o kelimeye insanla ilgili olursa başka mana vereceksiniz, Allah’la ilgili olursa başka mana vereceksiniz. Neden? Biz mi Kur’an-ı Kerim’e uyacağız yoksa Kur’an mı bize uyacak? Bakın, ayete doğru mana verdiniz zaman, neden Allah-u Teâlâ ceninin oluşumuyla ilgili bir ayette “fe tebarakellahü ahsenül halikıyn” diyor? Demek ki başkaları da bu konuda bir şey yapabilecek. İnsandan başka bunu yapabilecek bir varlık da yok zaten. Nasıl yapıyor? Allah’ın verdiği etkileri kullanarak yapıyor. Tamamen Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kurallara uyarak yapıyor. Onu da yapan aslında Allah-u Teâlâ. Ama insanın da bir etkisi var orada, katkısı var.
İsa (as) çamurdan bir heykel yaptığı zaman çamuru yaratan kim? İsa’ya o zekâyı veren kim? O beceriyi veren kim? Bitti. Zaten insanın katkısı çok azdır. Ben görüyorum dediğiniz zaman gözü siz mi yarattınız? Görme özelliğini siz mi verdiniz? Hepsi Cenab-ı Hak tarafından verilmiş ama ben görüyorum dersin, bunda bir şey yok. Zaten insana düşen çok küçük bir şeydir. Allah o küçük şey için halk kelimesini kullanmışsa biz de kullanalım, kullanmalıyız. İşte o zaman ayeti kerimeyi doğru anlarız.
Bu bir ara cümlesiydi. Belki parantezi büyük oldu. Şimdi tekrar işin esasına dönüyoruz. Demek ki insanoğlu ana rahminde yapısını tamamlıyor. Yapısını tamamladıktan sonra başka bir mahlûk haline geliyor. Peki, yapısını tamamlamayı nereden anlıyoruz? Ayetten zaten anlıyoruz da. İkinci bir desteğe de ihtiyaç duyulur.
23/15: “Sümme inneküm ba’de zalike le meyyitun”
Siz bundan sonra elbette ki öleceksiniz.
Demek ki orada yapı tamamlanmış. Ana rahminden dışarı çıkmak için belli bir süre orada bekliyor belki ama orada artık kendisini güçlendiriyor. Yeni bir organ oluşumu yok. Güçlü hale geliyor. Başka bir mahluk olarak oluşması nasıl oluyor?
Onu da 32. Sureyi lütfen açın, oradan görelim. Secde suresi, 416.sayfa. Az önce okuduğumuz ayetlerin müteşabihlerini okuyoruz. Yani o ayetlere benzer ayetler. Müteşabih benzer demek. Benzer ayetleri okuduğunuz zaman öbür ayette bırakılmış olan bir eksikliği ya da açıklamaya ihtiyaç duyulan bir hususu öbür ayetten öğreniyorsunuz. 7.ayetten itibaren okuyoruz:
32/7: “Ellezı ahsene külle şey’in halekahu”
Yarattığı herşeyi güzel yapan odur.
“ve bedee halkal insani min tıyn”
İnsanı yaratmaya “tiyn”den yani sulanmış topraktan başlamıştır.
Önceki surede geçen ayetle aynı mana değil mi? Ama burada farklı bir şeyi anlatacak Cenab-ı Hak. Bu benzerlikler müteşabihliği oluşturuyor. Gelenekte söylendiği gibi müteşabih anlaşılamayan değil, diğerindeki eksikliği açıklayan ayettir. Çünkü Allah-u Teala diyor ki
11/1: “kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet”
Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır.
Mesela az önce anlatılan ayette genel manada insanın yaratılışını anladınız değil mi? Ama orada bir eksik var. Diğer canlılardan farklılaşması ne demektir? Buna ihtiyaç var. Burada onu açıklayacak. Onun için diyor ki Allah-u Teala:
11/1: “kitâbun uhkimet âyâtuhu”
Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır.
Açık, net anlarsınız.
“summe fussılet”
Sonra da açıklanmıştır.
Açıklayan kim?
“min ledun hakîmin habîr”
Hakim ve Habir tarafından.
Yani herşeye doğru karar veren herşeyin iç yüzünü bilen tarafından açıklanmıştır ki bu sadece Allah-u Teala’dır. İşte Allah’ın öbür ayetleri nasıl açıkladığına şimdi bakacağız. Burada diyor ki;
32/7: “ve bedee halkal insani min tıyn”
İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır çünkü asıl vücutta oluşacak tohumlar oradan gelen gıdalarla oluşuyor. Çamurdan gelen gıdalarla.
32/8: “ Sümme ceal neslehu min sülaletim min maim mehiyn”
Öbür ayette sadece sülale yani bir öz dedi. Burada o özün ne olduğunu açıklıyor. Zayıf bir su… Çünkü o meni kısa sürede ölür. Açıkta bırakamazsınız. O kadar güçlü bir şey değildir.
32/9: “Sümme sevvahü”
Öbür ayette açıklanan ayetleri Cenab-ı Allah atladı. Onları burada detaylı olarak söylemeye gerek yok. Orada zaten söylemişti. Döllenmiş yumurta haline gelmesi, bir çiğnem et haline gelmesi, kemikler haline dönüşmesi ve kemiklerin ete bürünmesi o safhaları atladı. “Sümme sevvahü” diyerek onların tamamını bir kelimeyle özetlemiş oldu. Sonra onlar arasında bir dengeyi kurdu. Bütün organları birbiriyle dengeli, uyumlu hale getirdi. İşte tam bu noktada diğer surede
23/14: “sümme enşe’nahü halkan ahar” sonra onu bir başka halk ile oluşturduk demiş ti ya, onun karşılığı olarak burada da şunu söylüyor.
32/9: “ ve nefeha fiyhi mir ruhıhı”
Allah onun içerisine ruhundan üfledi.
Yani o ceninin içerisine Allah ruhundan üfledi. İsa (as) için de ruhundan üfledi ifadesi geçer değil mi? Bu açıdan İsa’nın (as) bizden bir farkı var mı? İşi aşırıya kaçırmanın ne gereği var? Onda olan neyse bizde de olan odur. O da bizim gibi bir beşer değil mi? Onun yaratılışı birazcık Âdem’e (as) benziyor. Bugün klonlama yaptıkları zaman anasız yapamıyorlar. Ama babasız yapabiliyorlar. İsa (as) da anasız dünyaya gelmedi. Zaten buna da işaret edilen bir başka ayet var. Ben oraya geçmeyeyim konu tamamen dağılır. Onu arada sırada burada anlatıyoruz.
Ruhundan üfledi, demek ki başka bir mahlûk olma işi ruhundan üfleme ile oluyormuş. Bunun görüntüsü ne? Bize yansıyan tarafı ne? Çünkü ruhun ne olduğunu biz bilmiyoruz.
17/85: “Ve yes’elûneke anir rûh, kulir rûhu min emri rabbî”
Sana ruhu soruyorlar deki o Rabbimin işlerindendir.
“ ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ”
Size onun bilgisinden çok az verilmiştir.
İşte o çok az olanlardan bir kısım bunlar…
32/9: “ve ceale lekümüs sem’a vel ebsara vel efideh”
Allah sizin için sem’i, ebsara ve efideh oluşturdu.
O zamana kadar vücut yaratılışını tamamladığı zaman madem bütün canlılar gibiydi, onun kulağı yok muydu? Gözü yok mu? Kan pompalayan kalbi yok mu? Öyleyse bu bizim bildiğimiz etten kemikten sem’i, ebsara ve efideh değil. Bu başka bir şey. Bu ruhla birlikte oluşan sem’i, ebsara ve efideh.
Geçenlerde bir genç kıza bir başkasının kalbini taktılar. O kalp buradaki kalp olsa bu kızın kişiliğinin de farklılaşması lazım değil mi? O sadece bir kan pompalamaya yarıyor. Hatta bazı kimseleri makineye bağlıyorlar. Bu başka bir şey. Ruhla birlikte oluşan sem’i, basar ve efideh. Bu insanı başka varlıklardan ayıran şeydir. Burada akıl kelimesi yok dikkat ediyor musunuz? Akıl yok burada. İnsan akıllı varlıktır, düşünen varlıktır diye tanımlar yaparız. Ama Kur’an-ı Kerim’de akıl kelimesi geçmiyor. Aklı kullanmayla ilgili kelimeler geçiyor. Zaten var, esas olan onu kullanmaktır. Bakarsanız Kur’an-ı Kerim’e hayvanlarda da aklın olduğunu görürsünüz. Süleyman’a (as) gelip de Belkıs’ın durumunu haber veren hüthütün akılsız olduğunu kimse söyleyebilir mi? Onların durumunu detaylı bir şekilde değerlendirmiyor mu? Verdiği bilgilerden hangisi yanlış çıkıyor? İnsan ondan da farklılaştığına göre bu başka bir şey. Burada sem, basar ve efideh var.
Sen işitiyorsun, kuş da işitiyor. Fakat siz o işittiğiniz kelimeleri birbirinden farklılaştırarak onu değerlendiriyor, bir cümle haline getiriyor, onu zihninize yerleştiriyor, orada depoluyorsunuz. Gerektiği zaman da kullanıyorsunuz. O bilginin değerini de ölçüyorsunuz. Bu iyi bilgi, bu kötü bilgi diyebiliyorsunuz. Mesela bir görme işi, basar yani bir şeye baktığınız zaman o anda görünmeyen kısmını da görüyorsunuz. Bunu şöyle anlatayım. Mesela bir boğanın yanına bir adam yeni bilenmiş bir bıçakla geliyor. Az önce orada bir boğayı kesmiş, bunun yanına geliyor. Bu boğa eğer ürkütücü bir harekette bulunmamışsa, o bıçağı gördüğü zaman kaçar mı? Kaçmaz. Ama bir cani bir mahallede hiç elinde öldürücü alet olmasa onun serbestçe dolaştığını duysa insanlar ne yapar? O etrafta dolaştığı zaman diğer insanlardan bir farkı yok ki… Belki çok daha masum bir görüntüsü vardır. Ama insanlar onun arka planını görürler. İşte buna basiret deniyor. Diğer canlılar bunu göremiyor.
BİR DİNLEYİCİ SORU SORDU. ANLAŞILMIYOR.
Ondan sonra da efideh, fuad yani kalp var. Kalp, fuad, gönül diyoruz. Vücuda kan pompalayan bir kalp var. İman kalp ile tasdik ister. Kan pompalayan kalp mi tasdik ediyor? Eğer o kalp tasdik ediyor olsa kalpleri değiştirdiğiniz zaman bir müslümanın kalbini diğerine takarsan onun da Müslüman olması gerekir değil mi? Ya da kafirin kalbini dört dörtlük bir müslümana takarsan hemen yoldan çıkar. Ama o değil işte. Halki ahar olduğu zaman adına kalp deniyor sürekli karar değiştirdiği için. Kalp para denir ya hani. Bir o kalıba dökülür, kalıptan kalıba giriyor. Şekilden şekle giriyor.
Akıl doğruları tespit eder. Ama kalp de kararını verir. Hüthüt doğruları tespit etmiştir. Şaşırıyor hüthüt. Allah’tan başkasına ibadet edilir mi, diyor. Buna bir türlü ihtimal veremiyor. İnsanda böyle bir irade var, farklı düşünme var. Farklı açılımlar var. Yoldan çıkabilme imkânları var. Hüthüt onu anlayamıyor. İnsanın farkı bu.
Karınca olayında da bütün hayvanlara bakın. Belli ölçüde kendilerini koruyabilecek savunma sistemleri vardır. Karıncanınki de ondan fazla değil. Yuvanıza girin diyor. En basitinden evinize girersiniz, kapıyı bir açarsınız bakarsınız ki bir gürültü koptu. Lambayı yakarsınız, ortada hiçbir şey yok. Ne olur? Fareler yuvalarına kaçmıştır. Şuna bir tedbir alalım. Şu ağacın arkasına saklanabilirsiniz, yuvanıza gitmenize gerek yok. Süleyman (as) sizin yuvanızı bakarsınız ki bozabilir. O zaman şu ağacın arkasına saklanın da daha tedbirli olursunuz diyebiliyor mu? Basiret yok.
BİR DİNLEYİCİ SORU SORDU. ANLAŞILMIYOR.
Toprağı kazarken ölü numarası yapıyor öyle mi?
Her bir varlığın kendisini koruyabileceği mekanizmaları var. Ama o ne diyor? Yuvalarınıza dönün. O kadarını biliyor. Peki ya yuvayı da yıkarsa Süleyman? Ama insanlar öyle yapmıyorlar. Bir hücum sırasında herkes evine gitsin denmiyor, sığınaklara deniyor. Bunu meydana getiren o farklılıktır. Anlatabildim mi?
O zaman sonuç ne? Bu ayette de öbür ayette de başka ayetlerde de var. Hepsinde de aynı şey var. İşitme, ama bildiğimiz işitme değil, tekrar ediyorum, ruhla gelen farklı bir işitme. Şimdi aldığınız bilgileri zihninize alıyorsunuz da daha önce zihninizde bulunan bilgilerle karıştırıyorsunuz. Orada yeni bir üretim yapıyorsunuz. Bir takım eski bilgileri atıyorsunuz. Yeni bilgiler dolduruyorsunuz. Sıradan bir işitme değil bu. Çok farklı bir algılama. Yeni bilgiler üretme imkânı var. Eski bilgileri farklılaştırma var. Sürekli yenileme var değil mi?
Basar da öyle. Tecrübelerle sürekli kendinizi yetiştiriyorsunuz. Bazen birisinin hareketinden onan sonra ne yapabileceğini keşfetmeye çalışıyorsunuz.
Ve kalp… İman neden kalp işidir de kafa işi değildir? Yani akıl işi değil. Akıllarıyla inanırlar diye bir ifade var mı? Buna benzer ifadeler Kur’an-ı Kerim’de var aslında ama iman akıl işi değil. “Fi kulubihim maradun” var, kalplerinde hastalık vardır. Ama adamın aklında hastalık olsa ne olur? Sorumsuz olur. Ama kalbinde hastalık olan adam sorumludur. Bu bizim bildiğimiz kalp hastalığı değil. İşte o “halkı ahar” olduğumuz zamanki kalptir. Akıl hep doğruları tespit eder. Yanıldığı tabii ki olur, yanılmaması mümkün değil. Ama yanıldığını da anlar ve vazgeçer. Akıl kalbin danışmanıdır. Mesela bir ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı vardır ve onların etrafında danışmanları vardır. Danışmanlar, cumhurbaşkanına ve başbakana yani yetkiliye en doğru bilgileri vermek zorundadırlar. Yanlış bilgi verdikleri tespit edildiği an onların işine son verilir. Yanlış mı? O verilen doğru bilgilere göre mi politikalar üretilir? Politikalar hiçbir zaman o bilgilere göre üretilmez. Politikalar menfaatlere göre üretilir. Yüzde yüz yanlış olduğunu bildiği halde o yanlışa göre bir politika üretir. Neyi hedeflediği önemlidir. Doğru politikalar üretenler de vardır ama çoğunlukla menfaate göredir. Menfaate göre üretilen politikaları, benim menfaatim bunu gerektirdiği için ben böyle yaptım diyen bir siyasetçi olur mu? Olmaz. Bir tane siyasetçi onu söyledi, halkıma yalan söyledim dedi, ne oldu hali? Adamı duman ettiler değil mi? Onun için gerçeğin tersini aktarır yani yalan söylerler. Çok azı doğru söyler. Niye bu böyle? Çünkü insanlar da öyledir.
İnsan kendi içinde öyledir. İnsan kendi hayatını bildiği doğrulara göre yürütecek olsa hiç yoldan çıkan insan olur mu? Mümkün değil. Herkes doğruları bilir. İşte o doğrular kalbe geldiği zaman kalp kendi menfaatlerine, beklentilerine göre karar alır, asıl karar organı olur, başbakan gibidir. Yanlış olduğunu bile bile yanlış karar verir. O yanlış karar kalbi rahatsız eder. Ben yanlış karar verdim diyemez. Doğru karar verdim der ve onun için yalan söyler. Ondan dolayı Kur’an-ı Kerim’e bakın, kâfirler için hep yalancı ifadesi kullanılır. Çünkü kendi bildiği doğruların zıddına hareket ediyor. İşte insanı farklılaştıran şeyi anladık mı?
Mesela her zaman tekrarladığımız bir ayet, Firavun, Musa’nın (as) o kadar çok mucizesini gördüğü ya, Musa’nın (as) Allah’ın peygamberi olduğu konusunda herhangi bir şüphesi var mıydı? Asla! Peki, onu Allah’ın peygamberi olarak kabul etti mi? Şüphesi olmayan kafası. Aklına göre bu çok gerçekçi, doğru. Ama onu kabul etmek hesabına gelmiyor. Menfaatlerine ters düşüyor. Odan dolayı da iç sıkıntısı çeker bu kâfirlerin hepsi. Musa’nın (as) gösterdiği mucizeler karşısında inatla kâfirliğe yöneldi Firavun ve hanedanı. Ama içten içe onun haklılığını çok iyi biliyorlardı. Çok yakın bilgiye ulaşmışlardı. Bunu niye yaptılar? Zalimlikten, yanlışa girerek yaptılar ve üstte kalmak için yaptılar. Yüce kalmak için yaptılar. Yüce mi kaldılar sonunda? Çekip gittiler.
Doğruları aslında herkes bilir ama herkes yapmaz. Ondan dolayı doğruları yapanlara İslam adı veriliyor, Müslim adı veriliyor. Teslim olan, doğrulara teslim olan kişi. O doğruları isteyen de Allah-u Teâlâ olduğu için Allah’a teslim olan kişi oluyor. Ve o zaman huzura eriyor, salim oluyor. Ama öbürü ne yapıyor? Öbürü için diyor ki Allah-u Teala:
Onların kurdukları bina, kendileri için bir bina kuruyorlar ya, yaşamaları için. Bir plan, proje oluşturuyorlar. İçlerinde şüphe olmaya devam eder. Kalpleri parça parça olunca başka. Yani ölecekler, öldükleri zaman şüphe kalmaz ama o zaman da bir anlamı yok.
“ kaliylem ma teşkürun”
Ne kadar az şükrediyorsunuz! Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz!
Batı medeniyetinde kalp ve ruh yoktur. Ruhun varlığı kabul edilmez, batı felsefesinde. Bizim de batıya özenmeyi hayatlarının temeli yapmış bazı ilahiyatçılar vardır, bunlar da ruhu kabul etmezler. Bu tür ayetleri anlatırken bir sürü lüzumsuz şeye girerler. Kap de yok. Kalpsiz ve ruhsuz bir felsefe var batıda. Onlarda kalp ve ruh olmadığı için mesela Darwin’in evrim teorisi. Çok uğraşıyor çana yapısı insana benziyor, kaş yapısı insana benziyor. Şuna benziyor, buna benziyor. Kardeşim, Allah-u Teala çene yapısından kaşından, gözünden bahsetmiyor. Allah-u Teâlâ bir noktaya kadar insan cenini ile diğer canlıların ceninini hiç birbirinden ayırmıyor. Aynı kabul ediyor. Tümüyle aynı sayılıyor. Farklılık o görüntüde değil ki. Farklılık ruhta! İstersen sen uğraş, hiç gerek yok. Sen o canlılarda birebir aynı iskeleti de bulsan o ruhu bulabilecek misin? Farklılık orada değil ki. Farklılık ruhta! O ruhla birlikte oluşan işitme, görme ve kalpte. Bunu kabul ederlerse onların sistemleri çöker. Onun için mecburen ruhu ve kalbi reddetmek zorunda kalıyorlar. Yani batılılar yesin, içsin dua etsinler ki Müslümanlar Müslümanlıklarının farkında değiller. Müslümanlar birazcık Müslümanlıklarını fark etseler, birazcık Kur’an-ı Kerim’i tanısalar o lambayı yaktığınızda nasıl fareler kaçışıyorsa o şekilde kaçacaklardır. Şimdi hiçbir dayanakları yok. Temelleri yok. Ruhu ve kalbi çıkardığın zaman geriye kalan insan değildir ki… Onun için onlar insanı da bir eşya gibi değerlendiriyorlar, köleleştiriyorlar. Köleliği kaldırdık diyorlar, öyle bir işçi işveren ilişkisi ortaya çıkarıyorlar ki eski kölelik sistemine rahmet okutturur. Eskiden adam kölesini aç bırakamıyordu. Onun kapısında çünkü iyi kötü bir şeyler verip karnını doyuracaktı. Ama şimdi kovuldun dediği andan itibaren her şey bitiyor. Adamın bir daha onun kapısına gelme şansı yok. Öbürü onun kapısından ayrılmıyordu ki zaten. Ne yaparsan yap kovuldun dedikten sonra. Ondan sonra mecburen sigorta sistemlerini kurmak gerekti, bir takım yasalar çıkardılar. Bu defa da o ülkelerin yeni çalışma düzenleri karşısında, mesela Çin’in o yasalara tabi olmayan çalışma düzeni karşısında batı sistemi tümüyle sarsılmaya başladı. Bu defa ne sigorta ne işçi hakları bir işe yarıyor. O zaman bunlar tabi değil. Bunlar insan fıtratına aykırı şeyler. Onun için biz bütün dünyaya doğruları anlatmak zorundayız.
2/143: “Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan” diyor Allah-u Teala,
Sizi orta bir ümmet yaptık.
Dünya bir çizgi mi bir satıh mı? Düzlemdir değil mi? Düzlemin ortası neresi olur? Merkezi olur. Ortada bir ümmet ne demek, sizi merkezde bir ümmet yaptık. Ümmet kelimesi öncü manası da taşır. Merkezde siz öncülük yapacak bir grupsunuz. Siz merkezdesiniz. Niçin öyle?
“li tekûnû şuhedâe alen nâs”
Şüheda kelimesi şehit kelimesinin çoğuludur. Şehit kelimesi Arapçada hem ismi fail hem ismi meful anlamını taşır. Yani hem gören hem görülen. Merkezde olan çevresini de görür ama esasen görülsün diye merkezde olur değil mi? Allah-u Teala öyle bir kelime kullanmış ki siz hem etrafı gözetleyen konumdasınız hem de herkesin gözü sizin üzerinizde.
“ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ”
Rasul de size örnek olsun.
Siz insanlığa örnek olasınız, rasul de size örnek olsun.
O zaman biz tüm insanlığa örnek olmamız gereken bir noktadayız. Biz her zaman bir numara olmak zorundayız. Öbürleri bizim yanımızda on numara bile olamazlar. İki, üç numara ne demek? On numara bile olamazlar. Çünkü bir kere insana insan demiyor. Ruhu ve kalbi olmayan insan insan değildir ki, hayvandır, canlıdır. Birazcık kendimizin farkına varalım. Çok yazık oluyor. Büyük bir hazinenin üzerinde dilencilik yapan insanlar gibiyiz.
Tekrar Nur suresindeki ayete geliyoruz. Şimdi Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin birbirini nasıl açıkladığını gördünüz mü? Ne kadar detaylı bilgi veriyor değil mi? Bu detaylı bilgiyi başka bir kaynakta okudunuz mu şimdiye kadar? Okuyan var mı? Herhangi bir kaynakta okudunuz mu? Peki, bu bilgilerin şurada okunan şekli sizi tatmin etti mi etmedi mi? Gördünüz mü?
Kur’an-ı Kerim’i devre dışı bırakırsanız siz kimden ne öğreneceksiniz?
BİR DİNLEYİCİ SORU SORDU. ANLAŞILMIYOR.
Bu bedene ruh kaçıncı günde giriyor, şimdi burada bakıyoruz ki oluşum tamamlanıyor. Bu tabi bu konunun uzmanlarının söyleyebileceği bir şey. Evet, hadisi şerif var, üçüncü kırktan sonra. Ben şimdi o hadisi şerifi söyleyeceğim. Orada yüz yirmi gün olarak geçiyor. Bu hadisi şerifler acaba bize tam mı geldi, gelirken yolda bir takım bilgi yıpranmaları oldu mu olmadı mı bilemiyoruz. Yalnız ayete baktığımız zaman anatomik şeylerden, ceninin yapısından falan fazlaca haberdar değilim. Mehmet Bey biraz detaylı biliyor. Herhalde yüz yirmi gün doğru gibi gözüküyor. Bu konuyla uğraşanlar kalbin yaratılışını ruhun üflenişiyle karıştırıyorlar. Ceninle ilgili bilgi sahibi olan insanlar bu ayetleri ancak bu konuyu doğru bilenlerle değerlendirirlerse doğru sonuca varırlar. O kalp başka bir kalp, buradaki kalp başka bir kalp. İkisine aynı kalp derseniz meseleyi anlamanız mümkün değil. Zaten Allah fuad demiş, gönül manası da vermiş. Oradaki işitme başka işitme, buradaki işitme başka. Orada görme başka, buradaki başka. Orada insan öyle bir noktaya geliyor ki diğer bütün canlıların ceninleri gibi yapısını tamamlıyor. Ondan sonra halkı ahar şekline giriyor. Yani yeni bir yapı kazanıyor. İşte ondan sonra insan oluyor. Onu insan yapan ona üflenen ruh. Başka bir şey değil. Sık sık tekrarladığımız şeylerdendir bu sohbetlerde, o ruh, uyurken insanın vücudundan çıkar gider. Ne zaman vücuda girdi? Vücut yapısını tamamladıktan sonra değil mi? Ondan sonra Allah-u Teâlâ diyor ki Zümer suresi 42. Ayette:
39/42: “Allahü yeteveffel enfüs”
Bu defa nefis diyor o ruha, Allah ruhları çeker, alır.
Teveffi yani işini, tamamlatır manasında. Ruhu çeker alır, ne zaman çeker alır?
“hıyne mevtiha”
Öldüğü zaman.
Yapısını tamamlamadan ruhu vermedi. Vücut ölünce de çekip alıyor. O zaman topraktan gelen değil ruh. Topraktan gelen başka. Ölen topraktan gelen kısım. Onun için
20/55: “Minha halaknaküm”
Sizi o topraktan yarattık diyor Allah-u Teala ve ,
“ve fıha nüıydüküm”
Sizi toprağın içine tekrar iade edeceğiz.
Topraktan gelen parçalarınız tekrar toprak olacak.
“ve minha nuhricüküm taraten uhra”
Sizi bir kere daha topraktan çıkaracağız. Yeniden yaratılış yine topraktan olacak. Aynı şekilde. Ama o ruh ne zaman vücut yeniden yaratılırsa o zaman tekrar gelip vücuda girecek. Aynı ana rahminde yapılanma tamamlanmadan ruhun vücuda girmediği gibi ahirette de yeniden yaratma olmadan girmeyecek. İşte o
81/7: “Ve izen nufûsu zuvvicet” diye Cenab-ı Hakk’ın söylediği zamandır.
Nefisler çiftleştiği zaman.
Yani nefsin birisi bu beden, öbürü ruh. İkisi birleşince insan oluyor. Zaten o ikisi birleşince halkı ahar oldu ya başlangıçta. Ahirette de yeniden yaratılan bu bedene ruh gelip girince işte insan o zaman uykusundan uyanmış gibi kalkacak,
36/52: “men be’aśenâ min merkadinâ” diyecek.
Bizi uykumuzdan kim uyandırdı? Ne de güzel uyuyorduk.
Ölmüş, çürümüş, binlerce sene geçmiş üzerinden. Hiç farkında değil. Sanki gözünü daha yeni yummuş da açıyor.
16/77: “ ve ma emrus saati illa ke lemhıl besar”
O kıyamet işi bir göz açıp kapayacak kadardır. Gözünü bir kaparsın bir de açarsın, hadi bakalım mahşere. Ya Abdülaziz Hoca konuşuyordu, dinliyorduk. Yaratılmışsın, ruh tekrar üflenmiş. Sen sanıyorsun ki Ensar Vakfında sohbet dinliyorum. Onun için peygamberimiz (sav) Nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz, diyor.
Arafat’ta bir sahabe attan düşerek ölmüş. Başı yarılmış. Demiş ki bunu yıkayın ama koku kullanmayın. Kefenleyin ama ayağını, başını örtmeyin. Çünkü o yarın mahşer yerinde uyandığı zaman lebbeyk diyerek uyanacaktır. Çünkü zannedecek ki Arafat’tayım. Arafat’ta hacı uyanınca lebbeyk diyor ya, bu da lebbeyk deyince diyecekler, dur bakalım daha mahşer yerine gideceksin. Ölüm de bir uyku.
39/42: “Allahü yeteveffel enfüs hıyne mevtiha”
Allah canları ölüm sırasında çeker alır.
“velletı lem temüt fı menamiha”
Ölmemiş kişilerin ruhunu da alır, uykusunda.
Uykuda ruhumuz alındığında organlarımız yine çalışıyor, o kalp yine kan pompalıyor. İşte ana rahminde vücut tamamlandıktan sonra üflenen ruh uyku halinde çıkıyor, ölüm sırasında da çıkıyor. Ceset öldükten sonra vücut ölüyor, ruh her gün gidip geliyor ya, öldüğü zaman bakıyor ki gitti. Daha geri dönüş yok. Ve işin de pahalı olduğunu anlıyor. Bakıyor ki iş kötü. O zaman ne diyor?
23/99: “Hatta iza cae ehadehümül mevtü”
Kâfirlerden birisine ölüm geldiği zaman,
“kale rabbirciun”
Ya Rabbi, beni tekrar geri çevir diyor.
23/100: “Leallı a’melü salihan fıma teraktü”
Terk ettiğim dünyada belki iyi bir şey yaparım.
“kella inneha kelimetün hüve kailüha”
Bu onun söylediği boş bir sözdür. Asla böyle bir şey olmayacak.
“ve miv veraihim berzehun ila yevmi yüb’asun”
Onun arkasında bir engel var, yeniden dirilecekleri güne kadar.
Peki, bu konuşan kim? Ruh konuşuyor. Kabir azabı olacaksa olacak, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olacaksa olacak. Yoksa vücut ölmüştür.
Euzu billahi mineşşeytanirracim. BismillahirRahmanirRahim.
Bugün Papa II.Benedict Türkiye’ye geldiği için adeta yer yerinden oynamış gibi gözüküyor. Adana’dan bir radyo kanalı telefonla canlı yayına bağladı. Hocam siz nasıl değerlendiriyorsunuz diye sordu. Dedim ki, Türkiye’ye her gün binlerce insan geliyor. Bu da onlardan bir tanesidir. Bunun önemsenmesine hayret ediyorum. Vakıftan fakülteye giderken yolda bir parti koymuş pankartı, Papayı istemiyoruz. Zaten senin istemen mümkün değil kardeşim, Müslümansan. Seninle alakası yok ki. Senin ülkene gelmesi için vize almışsa senin de ona karşı yapacağın yanlış bir davranış olamaz. Misafirindir, ağırlar gönderirsin. Onunla dini bir konuda tartışırsan tartışmana da gerek yok, Allah’ın ayetlerini okursun. Gelmesini bir fırsat bilerek, çünkü bir Hıristiyan grubun lideridir, Katoliklerin lideridir, o zaman İslamiyet’in konuyla ilgili ayetlerini hem kendi mümin kardeşlerine hem de bütün insanlığa açıklarsın. Bu da büyük bir fırsat olur. Senin yapabileceğin budur. Radyonun spikeri hocam, dedi. Bunlar bizim dinimize saldırdı, Papa yanlış şeyler söyledi. Bunu ne yapacağız? Bir şey yapmana gerek yok, dedim. Onların bize saldırı yapacağını zaten Allah-u Teâlâ söylüyor. Kur’an-ı Kerim’i okuyacaksın, Kur’an nasıl davranmanı emrediyorsa öyle davranacaksın.
Şimdi siz de Ali İmran suresinin (3.sure) 186.ayetini açın.
Burada Allah-u Teala buyuruyor ki;
3/186: “Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum”
Şurası kesin, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz.
Şimdi sizden hanginizi azıcık bir konuş diye konuşturmaya başlasak susturmak için uğraşmamız gerekir. Çünkü anlatacağınız o kadar çok dertleriniz vardır ki, benim başımdan geçen kimsenin başından geçmemiştir. E, tabii çünkü o senin başından geçmiştir. Başkasının başından geçmiş olsa o zaman onun başından geçen olay olacak. İğne kime batıyorsa o acıyor, acısını o duyuyor. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ her insanı yıpratıcı imtihandan geçirecek. Bundan kaçış yok. Hem mal konusunda hem can konusunda.
“ve le tesmeunne”
Şurası da bir gerçek, mutlaka işiteceksiniz.
“minellezîne ûtûl kitâbe”
Kendilerine kitap verilenlerden.
Papa hangi gruba giriyor? Kitap verilenler.
Ne işiteceksiniz?
“minellezîne eşrakû”
Başka bir de müşriklerden, onun dışındaki inanç sahiplerinden,
Ne işiteceğiz?
“ezen kesîrâ”
Çok eziyetler işiteceğiz.
E, başka ne bekliyorsun? Allah bunu önceden haber vermiş.
O peygamberimizi zaten peygamber olarak kabul etmiyor. Kur’an-ı Kerim’i zaten Allah’ın kitabı saymıyor. İslam’ı din saymıyor. Ne bekliyorsun peki başka?
Allah ne diyorsa öyle yapmamız lazım. Ne diyor burada?
“ ve in tasbirû”
Sabrederseniz,
İnfiale kapılmaya ne lüzum var? Papayı istemiyoruz, zaten istiyoruz desen şaşarım. Bir de istiyoruz mu diyecektin?
Yok efendim, özür dile. Dün BBC’den bağlandılar. Papa sizce özür diler mi? Dedim, asla! Hiçbir zaman özür dilemez. Bugünkü papanın yazdığı kitaptan bir bölüm okudum, onlara. Dedim bakın ne diyor? Burada da var, şimdi size okuyayım.
Papa ve piskoposlar kurulu yanılmazdır.
Bu onların imanı, özür diledikleri zaman ne olur? Katoliklik diye bir şey kalmaz ortada. Çünkü onlar tamamen kendilerini Allah’ın yerine koymuşlardır. Tamamen öyledir. Siz İsa, Kutsal Ruh, Baba dediklerine bakmayın. Bunların hepsi onları kutsallaştırmak için kullanılan araçlardır. Hepsi de çok iyi biliyor ki İsa, Kutsal Ruh diye bir şey yok. İsa Allah’ın peygamberi, Kusal Ruh da Cebrai’dir (as) bunu çok iyi biliyorlar. Ama onları kullanmazlarsa kimseye kendi yanılmazlıklarını inandıramazlar ki.
İşte ne diyor Allah,
“ ve in tasbirû ve tettekû”
Sabırlı olun ve kendinizi koruyun.
Öyle lüzumsuz şeyler yapıp âleme rezil olmayın. Gösteri yapacaklarmış, protesto yapacaklarmış. Kimi protesto edeceksin? O kadar değerli mi bunlar? Zaten tarih boyunca yeterince şımartmışlar bu Yahudi ve Hıristiyanları, Müslüman âlimler ki ben onlara asla âlim demem. Zaten şımartmışlar bir sürü. Hıristiyanlık bir din mi sizce? Asla! Bugünkü Hıristiyanlık din falan değil. O bir menfaat organizasyonudur. İnsanları o şekilde etraflarında tutabiliyorlar.
Maide suresi, 68.ayet:
5/68: “Kul ya ehlel kitabi lestüm alal şey’in”
Hiçbir şey üzerinde değilsiniz.
Ne demek bunun manası? Hiçbir temeliniz yok.
“hatta tükıymüt tevrate vel incıl”
Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutarsanız.
Onlara uyun, tamam.
“ ve ma ünzile ileyküm mir rabbiküm”
Ve Rabb’inizden size inmiş olan şu Kur’an’a.
Zaten Tevrat’a İncil’e tam uyarlarsa Kur’an’a uymak mecburiyetinde kalırlar. Bu Kur’an-ı kerim’e uymazsanız hiçbir temeliniz olmaz. Şimdi Hak dinler, semavi dinler, İbrahimi dinler…
Ne İbrahimi, İbrahim (as) ile ne alakaları var bunların? Allah-u Teâlâ demiyor mu?
3/67: “Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen”
İbrahim, Yahudi veya Hıristiyan değildi.
Bunlar kalkmışlar bizden yana görünen bir grup, İbrahimi dinler diye bir palavra uydurmuş. Bir tane İbrahimi din vardır, o da İslam. Başka yok.
3/67: “ve lâkin kâne hanîfen muslimâ”
3/ÂLİ İMRÂN-68: İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu”
Yani İbrahim’den olanlar, ona uyanlarla,
“ve hâzan nebiyyu”
Ve şu peygamberdir. Muhammed aleyhisselam.
Demek ki bir tane İbrahimi din varmış. Yani ya Allah’ın dediğini kabul edeceksin ya da başkasını. Başkasının dediğini kabul ediyorsan zaten benim seninle işim yok. Ama ben Müslümanlık adına söylüyorum diyorsan iki tane İbrahimi din yok, bir tane var. Allah öyle diyor. Ve Allah diyor ki,
Bize emir veriyor. Biz onun emir kuluyuz, ne demişse onu yaparız.
5/68: “Kul ya ehlel kitabi lestüm alal şey’in”
Hiçbir temeliniz yok. Hiçbir dayanağınız yok.
Tevrat’a İncil’e inandığınızı söylüyorsunuz. Tevrat’ı ve İncil’i ikame edin.
“hatta tükıymüt tevrate vel incıl ve ma ünzile ileyküm mir rabbiküm”
Tevrat ve İncil’i ikame edince Rabbinizden size indirilmiş olan şu Kur’an’a uyuncaya kadar hiçbir temeliniz yok.
O zaman bunlara din denir mi?
3/19: “İnned dîne indâllâhil islâm”
Allah yanında din İslam’dır.
Ama onlara mecazen din deniyor.
109/6: “Leküm diynüküm ve liye din”
Sizin dininiz size, benim dinim bana, deniyor.
Ama gerçek manada İslam’dan başka din yok.
“ve le yezıdenne kesıram minhüm ma ünzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve küfra”
Rabbinden sana indirilen şu Kur’an onlardan çoğunun taşkınlığını ve kâfirliğini arttıracaktır.
“ fe la te’se alel kavmil kafirın”
Sen şu kâfirler kavminden dolayı hiç üzüntüye girme. Hiç üzülmene gerek yok.
Mesela bu papanın yazdığı kitaptan bir bölüm okuyayım size, mevcut papanın, bugün Türkiye’de bulunan papanın.
Rahipler insanların Allah ile olan ilişkilerinde günahlara karşılık adaklar ve kurbanlar sunmak üzere atanan kişilerdir.
Kim atamış? Allah ile ilişkileri düzenlesin diye atanıyorsa kim atar? Allah tarafından atanır. Bu rahiplerin başı da papadır. Bir de piskoposlar grubu var.
Allah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanırlar papazlar. Episkoposların yönetimi altındaki episkoposluk bölgesine görev yaparlar. Papaz gerçeğin savunucusudur. Meleklerle birlikte dikelmekte, baş meleklerle birlikte hamd etmekte, mihrap üzerinde kurbanlar sunmaktadır. Mesihin rahipliğine katılmakta, yaratığı yeniden biçimlendirmekte…
Mahlûkatı yeniden biçimlendirmekte? Kim yapar bunu?
Yaratığı Tanrı suretine yeniden kavuşturmakta…
İnsanı Tanrı şekline getiriyor. Bugünkü papanın ifadesi. Siz buna diyeceksiniz ki bilmem ne dini, tövbe estağfurullah.
Öbür dünya için yaratığı yeniden yaratmakta…
Kim? Papaz. Bu papa değil papaz. En alttaki. Onlara o yetkiyi veren üstteki. Şu cümleyi dinleyin.
Daha da önemlisi kendi tanrılaştığı gibi insanları tanrılaştırmaktadır.
Etrafındaki insanları tanrılaştırmaktaymış. Bizde de diyor ki günahları Allah’tan başka kimse affetmez. Günah çıkarma olayına bakın şimdi.
Yalnız Allah günahları bağışlar.
Bu söz doğru değil mi? Orada kalsa çok güzel gerçekten. Bu okuduklarımın tamamı bugünkü papanın resmi kitabından alınmadır. Başka yerden değil, tamamı onun kitabındandır. Şu anda Türkiye’de bulunan kişinin.
Bir kilise ruhanisi günahların bağışlandı derken, Allah’a ait bir yetkiyi kullanır.
Allah adına hareket ediyor yani. Allah’ın temsilcisi. Yani onlara göre Allah bugün Türkiye’ye gelen kişidir. Çünkü cennet onun emrindedir. Cehennem onun emrindedir. O isterse insanı cennete sokar, isterse cehenneme sokar. Bütün bunlar bu kitapta yazılı, benim iddiam falan değil. Vaktinizi almamak için okumuyorum. Sizde vardır, “Aracılık ve Şirk” eve gittiğiniz zaman okuyun lütfen. Göreceksiniz.
Bu sebeple ne kadar büyük olursa olsun kilisenin bağışlayamayacağı bir günah yoktur. Günahları bağışlama yetkisi yalnız papaya
İşe nasıl başladı, şimdi söylediği söze bakın. Yalnız Allah günahları bağışlar dedi. Sonra ne dedi? Günahları bağışlama yetkisi yalnız papaya,
Ve onun tarafından yetkili kılınan yerel episkoposa ya da papaza aittir.
Papanın verdiği yetki ile günahı bağışlıyor. Günah bağışlama yetkisi yalnız Allah’a aittir dedi ya, birinci cümle. İkinci cümle günahları bağışlama yetkisi yalnız papaya aittir. Bunun üçüncü cümlesi ne olur? Papa Allah’tır, olur. Başka bir şey olmaz.
Bunlara neden bu kadar değer verip de şımartıyorlar? Bir de bir şey çok yanlış anlaşılıyor, onu da burada bu vesile ile size okuyayım. Maide suresinin 82.ayeti,
Yalnız önce şunu söyleyeyim, bu durumda bu insanlar müşrik oluyor mu, olmuyor mu? Bunlar müşrik, bitti. Bunlar Hıristiyan falan değil. Onu kullanan insanlar. Ben size bir iki kere anlatmıştım. Tekrar anlatayım bu vesile ile ileri gelen bazı kişiler de var içinizde. Almanya’dan Martin adlı biriydi, bir papaz profesör gelmişti İstanbul Üniversitesine. Martin, Luther değil soyadı ama Luther’in mezhebinden, Luteryen. Bizim vakfa davet ettik. Orada kendisine sorduk. Dedik ki, Luteryenlerin Katolik kilisesinden farkı nedir? Biz İncil’i herkesin anlayabileceğini söyleriz, onlar İncil’i yalnız kilise anlar derler. Bundan dolayı da Martin Luther, İncil’i Almancaya çevirip bastırmıştır. Doğru gerçekten bu bilgi. Biz İncil’e aykırı hiçbir davranışta bulunmayız ve kabul etmeyiz, dedi. Öyle mi? Ne güzel, dedik.
Hemen ikinci soruyu sorduk: Siz İsa’ya tanrı diyor musunuz? Elbette, İsa’ya tanrı demeyen bir Hıristiyan olmaz ki, dedi. İsa’ya da tanrı diyecek, Kutsal Ruh’a da. Üçlü tanrı inancı olmazsa zaten Hıristiyanlık olmaz dedi.
Üçüncü soru: İncil’in neresinde İsa’nın tanrı olduğu yazılı? Demiyor mu o bir sözdür. Onu Kur’an-ı Kerim de söylüyor. Kelimetullah, Meryem’e bıraktığı kelimesidir. Kelimeyi Türkçeye çevirirseniz söz olur. Burada siz yorum yapıyorsunuz. Siz öyle yorum yapıyrsunuz, Kur’an-ı Kerim de bunun böyle olduğunu söylüyor. Tanrı konusunda yorum olmaz, açık ve net olması lazım. Yoktur, dedi.
Siz şu bizim Kadıköy’de 430 senesinde yaptığınız Konsil’de İsa’yı tanrı olarak kabul etmediniz mi? Evet, dedi. 430 sene sonra siz İsa’yı tanrı ilan ettiniz. Bu günkü papa da kitabında diyor, onu biz tanrı ilan ettik. Yoksa başlangıçta o bir insan ve peygamber kabul ediliyordu, diyor. Kendi söylüyor, bu kitapta var. Evet, dedi. Biz ilan ettik onu tanrı olarak.
İncil’de İsa’nın Allah’ın peygamberi olduğu yazılı, dedik. Hayır, öyle bir şey yok, dedi. Hemen açtık, üç dört farklı yerden gösterdik. Oku bakalım. Ya, çok ağır sorular soruyorsunuz, dedi. Çok uzun güzel bir konuşma oldu, internette var. Yaklaşık üç saatlik bir video. İzleyebilirsiniz.
En son şunu sordum, dedim ki, bu anlattıklarınızdan öyle anlaşılıyor ki İncil bir vadide Hıristiyanlık bir başka vadide. Evet, öyledir, dedi. Hani baştan bizim İncil’e aykırı hiçbir hareketimiz olmaz diye başladın. Burada da aynı, günahları yalnız Allah affeder diye başladı, sonra yalnız ben affederim dedi.
Siz bunlarla nasıl bir yola gideceksiniz ki? Zihin karmakarışık, ne dediğini bilmiyor. Aynı cümlede bir başka şey söylüyor, bir başka şey söylüyor. Bunlar tamam. Bunlar da böyle bir grup dersiniz.
109/6: “Leküm diynüküm ve liye din” dersiniz ama gerçekleri de onlara anlatırsınız.
Esas anlatacağım şu;
Bakın Allah-u Teâlâ şurada şöyle diyor,
5/82: “ Le tecidenne eşedden nasi adavetel lillezıne amenül yehude vellezıne eşraku”
İnsanların müminlere karşı düşmanlıkta en şiddetli olanlarının Yahudiler ve müşrikler olduğunu bulacaksınız.
Bu kesin! Size en şiddetli düşmanlar Yahudiler ve müşriklerdir.
“ ve le tecidenne akrabehüm meveddetel lillezıne amenüllezıne kalu inna nesara”
Size karşı sevgi bakımından en yakın olanlar da biz Nasarayız diyenlerdir, Nasraniyiz diyenler olacaklardır.
Şimdi ayeti burada bırakıyorlar, devamını okumayınca diyorlar ki baksana, Hıristiyanlar bize çok daha yakın. Yahudiler bizi hiç sevmez, müşrikler de sevmez ama Hıristiyanlar ayetin de şahadetiyle bize karşı yakın. Öyle mi? Devamını okuyalım bakalım.
“zalike bi enne münhüm kıssısıne”
Çünkü onlarda keşişler vardır.
Yani bütün günlerini ibadetle geçirir, halka karışmaz öyle insanlar vardır.
“ ve ruhbanen”
Ve kendisini Rabbe vermiş kişiler vardır.
“ve ennehüm la yestekbirun”
Bir de kibirlenmezler.
Kim bunlar? Devam ediyor, devamında Allah-u Teala daha detaylı açıklama yapıyor.
5/83: “Ve iza semiu ma ünzile iler rasul”
Bunlar bu rasule indirilmiş Kur’an’ı işitseler ya.
“tera a’yünehüm tefıdu mined dem’ı mimma arafu minel hakk”
Gerçeği anladıkları zaman gözlerinden bakarsın ki yaşlar süzülür.
Bugünkü Hıristiyanlar öyle mi? O zaman Nasarayız diyenler değil bunlar, bunlar müşrik gruba girenler. İnna Nasara diyenler işte burada anlatılan insanlardır.
5/83: “Ve iza semiu ma ünzile iler rasul”
Bu rasule indirilen Kur’an’ı duyarlarsa
“tera a’yünehüm tefıdu mined dem’ı mimma arafu minel hakk”
Gerçeği kavradıkları için bakarsın ki gözlerinden dumur dumur yaşlar akıyor.
“yekulune rabbena amenna”
Ya Rabbi, inandık derler.
İnandık, büyük bir sevinç duyarlar. İşte bizim beklediğimiz buydu.
“ fektübna meaş şahidın”
Bizi de şahitlerden yaz.
Hani biz eşhedü diyerek şahitlik ediyoruz ya, bizi de eşhedü diyenlerden yaz. O zaman zaten Müslüman olmuş bunlar. Duydukları zaman tamam.
5/84: “Ve ma lena la nü’minü billahi ve ma caena minel hakk”
Niye Allah’a ve bize gelen bu gerçeğe inanmayalım ki?
“ve natmeu ey yüdhılena rabbüna meal kavmis salihıyn”
Biz Rabbimizin bizi iyilerin arasında sokmasını ümit ediyoruz. Biz nasıl inanmayız, derler.
5/85: “Fe esabehümüllahü bima kalu”
Bu sözlerinden dolayı Allah onlara şu sevabı verecek.
“cennatin tecrı min tahtihel enharu”
İçlerinden ırmaklar akan cennetler.
“halidıne fıha”
Sürekli orada kalmak üzere.
“ ve zalike ceazül muhsinın”
İşte bu iyi davrananların mükâfatıdır.
Demek ki bize karşı yakın olanlar kimmiş? İşte bu grup. Öbürleri değil. Kendini Allah’ın yerine koyacak sen de kendine yakın olmasını bekleyeceksin. Böyle bir şey mümkün değil.
Sorular var onları cevaplayalım. Herhalde Hacca gidenler soruyor. Gerekçelerine girmeden cevap vereyim.
SORU: Şeytan taşlama zamanı hangi vakitler içerisinde olmalı?
Şeytan taşlama günleri başka zamanlar güneş batınca biter, şeytan taşlama işi sabah namazına kadar devam eder. Birinci günün şeytanını ertesi gün sabah namazına kadar, ikinci gününkini ertesi gün sabah namazına kadar taşlayabilirsiniz. Gün battıktan sonra da şeytan taşlanabilir.
SORU: Hüda ismini çocuğa koymanın bir sakıncası?
Bir sakıncası yok.
SORU: İlla iki isim mi koymak gerekir?
Şimdi millet çok çocuk sahibi olmayı bıraktıktan sonra çocuklara çok isim vermeye başladılar. Çok isim vererek aradaki açığı kapatmaya çalışıyorlar. Bir tane isim neyinize yetmiyor? Ama iki tane koyacaksanız da koyun bir sakıncası yok.
SORU: Hz. Meryem’den bahseden ayetlerden bazılarında müzekker ifadeler kullanılırken bazılarında müennes ifadeler kullanıldığından bahsediliyor.
Bu ayetleri tespit edelim de bu soruyu haftaya cevaplayalım. Çünkü vaktimiz de bitti.
SORU: Bana Kur’an ve misli verildi
Şimdi bu konularda inşallah Enes Hoca’yı konuştururuz.
SORU: Allah neden bir ayeti başka bir ayetle açıklayıp tamamlıyor? Neden ayetin devamını açıklamıyor?
Allah Kur’an-ı Kerim’de her şeyi açıkladığını bildiriyor mu? Herşeyi açıklayan kitap bu kadar küçük olur mu? Binlerce kütüphaneyi doldurursunuz onunla. Yine her şey açıklanmış olmaz. Bu kadar küçük bir kitapta açıklıyorsa bu işin bir formülü olması lazım. Bakın burada bir cep telefonu var. Dünyadaki bütün telefon numaraları bunun içinde var mı? Yok. Bilirsem, var olur. Ama onları şuradaki on rakamla bütün telefonlara milyarlarca telefona ulaşırım.
İşte eğer Allah-u Teâlâ bir meseleyi bir tarafta bütünüyle açıklarsa, diğer tarafta başka meseleyi açıklasa o zaman böyle bir kitap olmaz ki. Onun için bir ayet, mesela telefonda bir rakamı bir telefon numarası için tekrar tekrar basarsınız, ama o rakamlar arasındaki sıralama farkı telefonun da farklılaşmasına sebep olur. Bir ayeti binlerce mevzu için kullanabilirsiniz. Ama ilişkiler arasındaki fark sonucun farklılığına sebep olur. Her şeyi açıklayan bir kitap bu kadar küçükse bunun başka yolu zaten olamaz.
SORU: Soğan sarımsak yiyerek meclise gelmenin dini açıdan sakıncası var mı? Cuma gününün diğer günlerden farkı nedir?
Peygamberimiz (sav) soğan ve sarımsak yiyenler meclisimize gelmesin, demişler. Mescide giremez çünkü mescide geldiği zaman etraftaki insanları rahatsız ediyor. Gerçekten bazen camide rastlıyorum, yanımda soğan sarımsak yemiş birisi varsa o namazı nasıl kıldığımı bilemiyorum. Böyle toplu yerlere de gelirken onları yememek lazım. Yiyen kişi pek fark etmiyor ama yanındakilere bir sor. Birçok kişi geldiğine bin pişman oluyor. Biz de istiyoruz ki bu sandalyeler boş kalmasın.
Cuma günü diğer günlerden farklıdır çünkü Cuma namazı vardır. Cuma namazını kıldıktan sonra da Allah’ın fadlından aramak için dağılın deniliyor. Dolayısıyla Cuma namazı da her yerde kılınmadığına göre cumanın kılındığı yerde farklılaşma olur. Onun dışında bir fark yok.
SORU: Bana Kur’an ve onun misli verildi.
Bu hadis sahih değil, bu konuda çalışmayı Enes Hoca yaptı. Sahih bir hadis değil. Kur’an’ın misli olduğu zaman çok yanlış şeyler çıkıyor arkasından. Yani tam Kur’an gibisi, Kur’an ve onun gibisi verildi. Hadis de Kur’an’ın yerine konuyor. Şu anda yapılan şu, İslam âleminde. Bugün bizim doktora öğrencim, Abdullah hem oğlum hem doktora talebem. Bir de Ürdünlü bir talebemiz var. Kur’an Sünnet ilişkisini anlatıyoruz. Detaya girmeyeyim. Çok vakit alır. Bana bir iki soru sordu. Baktım ki başını ellerinin arasına aldı, öyle kaldı. Tansiyonu falan mı düştü, dedim. Biraz sonra bütün dünyam yıkıldı, dedi. Ben hadislerin yerini böyle bilmiyordum, dedi. Öyle ayetler okudunuz ki dedi. Tamtamına da doğru, yanlış da diyemiyorum. Bütün her şey yıkıldı gitti dedi. Epey bir zaman kendine gelemedi.
Önce bu tür sözlerle sünneti Kur’anı’ın yerine koyuyorlar. Ondan sonra sünneti birinci sıraya alıyorlar, sonra da Kur’an-ı Kerim’i unutuyorlar. Ondan sonra da şöyle bir İslam alemi ortaya çıkıyor. Halbuki Allah peygamberimize diyor ki,
“ve ma alyke illel belağ”
Sana tebliğden başka bir şey düşmez.
Ey peygamber Rabbinden sana indirilen neyse onu tebliğ et. Başkasını değil. Bunu yapmadın mı Allah’ın verdiği elçilik görevini yerine getirmiş olmazsın. Bu kadar açık.
Kuran’dan başka hangi söze inanacaklar diyor Allah-u Teala. Çok sayıda ayet var.
Kur’an ve onun misli gibisi bana verildi dediğiniz zaman insanlar şaşıracaklar. O ne? Kur’an açık ve net, belli. Ama hadis sahasına girdin mi birisinin sahih dediğine öbürü zayıf der, öbürü uydurma der. Kur’an’da hiç uydurma bir şey yok. Öyle olunca büyük bir boşluğa atılıyor Müslümanlar. Bugün bizim doktora öğrencisinde olduğu gibi. Şaşırdı, sonra da dedi ki çok doğru söylüyorsunuz, dedi. Fakat biz bunları nasıl söyleyeceğiz Ürdün’de, o tip yerlerde?
Dedim bak ayetler de çok açık değil mi? Evet, açık, dedi. Tamam, o zaman ayetleri okursun.
Allah hepinizden razı olsun. Çok teşekkür ederiz. Allah yardımcınız olsun.