Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Bu günkü dersimizde Muhammed suresinin 29 uncu ayetinden 38 inci ayetine kadar okuyacağız. Ama derse başlamadan önce geçen hafta ki dersle ilgili bir soruyu cevaplandırmaya çalışacağız. Geçen hafta biliyorsunuz kabir azabıyla ilgili ayetleri okumuştuk. Gerçi benim istediğim gibi derli toplu bir ders olmadı. O konuda herhalde birkaç tane daha ders yaparız. O zamana kadar inşallah birkaç ayete daha ulaşacağımızı zannediyorum. Hadislerle birlikte bu konuyu biraz daha zamanla olgunlaştırırız. Ama bizim için önemli olan geçen hafta okuduğumuz ayetlerde kabir azabının varlığı ortaya çıkmış oldu. İnternetten bu hafta en çok şu soru sorulmuş. Soru Soran Kişi: Tamam kabir azabının olduğuna inandık. Peki, kabir azabı kıyamete kadar devam ediyor mu? Yoksa bir noktada kesilecek mi? Abdülaziz Bayındır: Ayetleri okuduğumuz zaman hem kıyamete kadar devam edebilecek hem de kıyamete kadar etmeyebilecek diye anlıyoruz. Yani bu konuda bana, kesin şu diye bir kanaat henüz gelmiş değildir. Şu ana kadar ulaştığımız ayetlerden anladığım şudur. Yine tekrar ediyorum, konuyla ilgili başka ayetlere ulaştığımız zaman bu kanaat değişebilir. İnsan öldüğü zaman belli bir süre bu kabir azabı devam ediyor. Ondan sonrada o kişi uykuya dalıyor. Yani uyuyan insan gibi oluyor. Sonrada ahirette vücudu yeniden yaratıldığı zaman o ruh vücuda giriyor ve insan ayağa kalkıyor. Bunu söylememin tabii ki sebepleri var. Muminun suresinde ki konuyla ilgili olan ayetleri hatırlamış olmak için bir daha tekrarlayalım. “Hatta iza cae ehadehumul mevtu” “onlardan birine ölüm geldiği zaman” “kale rabbirciun” “ya rabbi beni geri çevir der”(23/99). Yani ölüm gelmiş. Ne olmuş? Yani adam ölmüş. Geçen haftaki ayetlerden hatırlarsanız ölüm, ruhun vücuttan çekilip alınması ve o arada bedeninde ölmesi anlamına geliyordu. Yani ölen bedendir. Ruh değildir. Beden öldüğü zaman ruh vücuttan çekilip alınıyor. O zaman Cenabı Hakla bu konuşmaları kim yapıyor? Ya Rabbi beni geri çevir, diyen kim? Ruhtur. Ya Rabbi beni geri çevir, diyor. “Lealli ea’melu salihan” “belki iyi bir iş yaparım”(23/100). Bunu söylemeye sevk eden nedir? Çünkü başına gelecekleri görmüş. Onun için dünyaya geri dönmek istiyor. “fima teraktu” “geriye bıraktığımda”(23/100). Yani geriye bıraktığı nedir? Dünyadır. Dünyadan ayrılmış. Belki iyi bir şey yaparım, diyor. Allah-u Teâlâ “kella” “hayır” diyor. “inneha kelimetun huve kailuha” “bu bir söz ki o söyleyip duruyor” “ve min veraihim berzehun ila yevmi yub’asun” “bunların arkalarında bir engel vardır”(23/100) yani dünyaya dönemezler. Ne zamana kadar? “Yeniden dirilecekleri güne kadar”(23/100) yeniden dirilme nerede oluyordu? Dünyada(7/25). Yeniden dirildiği gün bu ruh dünyaya dönecek. Çünkü o gün yeni bir vücut topraktan çıkmış olacak. O ruh vücudun içerisine girecek. Ruh o vücudun içerisine girdiği zaman ne oluyordu? Bunu da bize bildiren ayet var. “ve izen nufusu zuvvicet” “nefisler eşleştiği zaman”(81/7). Çünkü Allah ayetlerde vücuda da nefis diyor. Ruha da nefis diyor(39/42). Bunların eşleşmeleri tek bir vücut haline gelmeleridir. Yani insan olmasıdır. Sadece ruh da demiyoruz. Sadece cesette demiyoruz. Bir insan oluyor. Aynı şey uyku sırasındada oluyor. Uyuyan vücuttan ruh çekilip çıkıyor. Vücut kalıyor. Uyanırken ruh tekrar vücudun içerisine gelip giriyor. Ahirette yeniden dirilen insan ne diyordu?
“Ve nufiha fis sur” “sura üflendi” “feiza hum minel ecdasi ila rabbihim yensilun” “birde bakarsın ki kabirlerinden kalkmışlar Allahın istediği yere doğru hızla gidiyorlar” “kalu ya veylena mem beasena mim merkadina” “yazık oldu bize bizi uykumuzdan kim kaldırdı” “haza ma veader rahmanu ve sadekal murselun” “bu rahmanın vaat ettiği ve peygamberlerin haklı olduğu bir gündür”(36/51–52). Yani bu hesap günüdür. Şimdi düşünün bakalım. Ölen kişi yani kabir azabı çeken kişi yeniden dirileceği o ana kadar kabir azabı çekmiş olsa kalktığı zaman bizi kim uyandırdı der mi? Demez tabii. Oh be! Elhamdülillah kurtulduk der. Hani biz bazen çok kötü rüyalar görürüz. Uyandığımız zaman oh be, rüyaymış deriz ve şükrederiz değil mi? İşte bu insan diyor ki bizi kim uyandırdı, diyor. Uyuduğumuz yerden kim uyandırdı, diyor. Aynı şeyi tabii ki firavunda söyleyecek. Günahkâr müminlerde söyleyecekler.
“Fekeyfe iza teveffethumul melaiketu” “halleri ne olacak, melekler onları vefat ettirdiği zaman” “yadribune vucuhehum ve edbarahum” “yüzlerine ve arkalarına vuracaklar” “Zalike biennehumuttebeu ma eshatallahe” “bu şundan dolayı Allahı kızdıran şeyin arkasına düştüler”(47/27–28). Yani hangi şeyde Allahın rızası yoksa bunlar onu yapmaya çalıştılar. “ve kerihu rıdvanehu” “Allahın razı olduğu şeyden de hoşlanmadılar” “feahbeta ea’melehum” “Allah da onların amellerini boşa çıkardı”(47/28). Yani yaptıkları iyi işleri de geçersiz kıldı. Şimdi senaryonun parçalarını birleştirelim. Melekler insanları yani bu günahkârları vefat ettiriyor. Arkasından ne yapıyorlar? Yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar. Ve diyorlar ki işte siz Allah’ı kızdıran şeyler yaptınız. Allahın razı olduğu şeyler yapmadınız. O zaman bu insanlar ne yapıyor? Başlarına gelecekleri anlıyorlar mı? Eyvah biz neler yapmışız diyerek o Muminun suresindeki ayete göre davranıyorlar. Ya Rabbi bizi geri döndür, diyorlar. Geri döndür de iyi şeyler yapalım. Buradan ne anlarsınız? Bu kabir azabı sürekli mi? Sürekli olmadığı anlaşılıyor.
Bir de vefat eden günahkâr müminlerle ilgili olan ayetleri okuyalım. Nisa suresinin 97 ve devamı ayetlerinde şöyle buyruluyor. “İnnellezine teveffahumul melaiketu zalimi enfusihim” “meleklerin vefat ettirdiği kendilerini kötü duruma düşüren kimseler” “kalu” “melekler bunlara soracaklar” “fime kuntum” “neredeydiniz”(4/97). Niye kendinizi bu hale düşürdünüz? “kalu kunna mustad’afine fil ard” “biz bu topraklarda güçsüz bırakıldık”(4/97). Yani çok baskılar gördük, çok zorluklar içerisine sokulduk. “kalu” “melekler şu cevabı verecekler”(4/97). Dikkat edin, melekler burada vefat etmiş olan kişilerle konuşuyor. Henüz yeniden dirilmiş değiller. Çünkü ahirette melekler soru sormayacak. Soruyu yalnız Allah soracak. Bunlar kabir sorularıdır. “kalu elem tekun erdullahi vasiah” “Allahın yeri geniş değil miydi?” “fetuhaciru fiha” “orada hicret edesiniz” “feulaike mee’vahum cehennem” “işte bunların kalacakları yer cehennemdir”. “ve saet masira” “ne kötü bir yerdir”(4/97). Devamını da okuyalım. “İllel mustad’afine miner ricali ven nisai” “ancak gerçekten güçsüz olan kadınlar ve erkekler” “vel vildani” “ve çocuklar”(4/98). Gerçekten kelimesini niye kullandık? Devamı var. “la yestetiune hileten” “bir çıkış yolu bulamamışlar”(4/98). Oradan gitmek istemişler ama bir çıkış yolu bulamamışlar. “ve la yehtedune sebila” “bir yol bularak hedeflerine ulaşma imkânı elde edememişler”(4/98). “Feulaike” “işte bunlar” “asallahu ey yea’fuve anhum” “umulur ki Allah bunları bağışlar”(4/99). “Umulur ki Allah bunları bağışlar” ifadesini doğru anlamaya çalışalım. Allah-u Teâlâ’nın hiç bağışlamayacağı bir suç vardı, neydi o? Bir katılımcı: Şirk… Abdülaziz Bayındır: Şirk. O şirk suçunu bunlar işlemiş olsaydı “umulur ki bağışlar” ifadesi kullanılır mıydı? O zaman demek ki nisa suresinin 97, 98 ve 99 uncu ayetlerindeki kişiler müşrik değildir. Bunlar mümindir. Çünkü birinci gruba bunlar cehennemliktir, ikinci gruba da umulur ki Allah bunları bağışlar dedi. Bunlar mümin olmasaydı böyle söylemezdi. “ve kanallahu afuvven ğafura” “Allah çok affeden ve mağfiret edendir”(4/99).
Şirkle ilgili olan ayeti hatırlayalım. “İnnallahe la yağfiru ey yuşrake bihi” “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz” “ve yağfiru ma dune zalike limen yeşae’”(4/48). Şirkin aşağısı. Yani ortaklığın hemen yakınından başlayan diğer günahlar. Böyle dediğiniz zaman hangi günahlar girer? Bütün günahlar girer. Büyük günahlar, küçük günahlar tamamı girer. Bu insanlar şirk koşmadıkları halde yani mümin oldukları halde cezaları nedir? Cehennemdir. Sık sık şu sorularla karşılaşıyoruz. Efendim müminler cehenneme gidecek mi? Cehennemden insanlar çıkacak mı, falan. Gayet tabii. Şuanda Türkiye’de toplum olarak ciddi bir değişim geçiriyoruz. Yani Müslümanlar açısından diyorum. Zihinsel değişim geçiriyoruz. Bu zihinsel değişim sebebiyle mevcut dini kitaplara hep şüpheyle bakmaya başladık. Bazıları çok aceleci davranarak o kitaplarda ne görseler yanlış diyorlar. Örneğin bazı yaramaz çocuklar vardır. Böyle 3–4 yaşlarında neye rastlarsa tekmeler, vurur, kırar, bir şeyler eder. Aynen o şekilde davranıyorlar. Neyi görseler yanlış diyorlar? Bir iki tane ayet okuyup öğreniyor sonra kendisini allameyi cihan sanıyor. Fetva vermeye başlıyor. İnsanlara ne kadar böyle yapmayın deseniz de yaparlar. Sonra yavaş yavaş artık bilgiler yerine oturur. Yani o çocuk biraz daha büyür. Elini sobaya vurduğu zaman yandığını görür. Camı kırdığı zaman ellerini kestiğini gördüğü için artık bir daha onları yapmaz. Şu sıralarda da böyle bir dönem geçiriyoruz. Bazı kimseler: Efendim işte ayetlerde cehenneme giren çıkmayacak deniyor. Cennete giden çıkmayacak deniyor. Abdülaziz Bayındır: Olur. Sizin aklınız yok mu? Kuranı Kerimde Allah insanlara hangi dili kullanıyordu? Kendi aralarında kullandığı dili değil mi? Şimdi biz kendi aramızda kullandığımız dil ile düşünelim. Müebbet hapis cezasına çarptırılan kişi hapishaneden bir daha çıkabilir mi? Bir katılımcı: Çıkamaz. Abdülaziz Bayındır: Bir af gelirse ne olur? Bir katılımcı: Çıkar. Abdülaziz Bayındır: Bu kadar. Şimdi bu insanların cezası cehennemdir. Kâfir değillerse af gelebilir. Her zaman af beklentisi içerisindesiniz. Af geldiği zaman cehennemden çıkınca nerede kalacak? Tabii ki cennete gidecek. Mesela meleklerin sorgusuna tabi tutulan bu Müslümanlara, melekler Allahın toprakları geniş değil miydi, hicret etseydiniz, diyorlar. O zillete niye sabrettiniz ki? Yani oraya niye katlanıp kaldınız ki? Ayet bunların cezası cehennemdir, diyor. Bu insanlarda, ya Rabbi bizi geri çevir de iyi şeyler yapalım, demeyecekler mi? Bunlar başlarına gelecekleri öğrendiler mi? Mesela herhangi bir insan yarın başına gelecek sıkıntıları biliyor. Akşam yattı. Hani Allah ölümü de uykuya benzetiyor ya. Yarın için sıkıntısı olan kişi yattığı zaman uyuyabilir mi? Ne zaman uyur? Sabaha doğru değil mi? Uyuduğu zamanda herkesin uyanacağı zaman öyle bir uyku bastırır ki. Kaldırırsınız. Ya şimdi niye kaldırdınız, der. Keşke hep uyusaydım da bir daha oralara gitmeseydim, der. Bunlarda ayette ne diyor? “ya veylena” “yazık oldu bize”(36/52). Niye bize yazık oldu, diyorlar. Çünkü başlarına gelecekleri biliyorlar. Cennetlik olsalar yazık oldu bize demezlerdi. Öyle olsa Elhamdülillah ne güzel bugün tatile gidiyoruz gibi deyip kalkarlardı. Hani tatile gidiyorsak çocuklar, anne bizi erkenden kaldır, derler. Çünkü o neşeyi biran önce tatmak isterler. Ceza görecek insanlar da eyvah, derler. Keşke hiç kaldırılmasaydık. Bizi kim kaldırdı, falan der. Onun için “haza ma veader rahmanu ve sadekal murselun” “bu rahmanın vaat ettiği ve peygamberlerin haklı olduğu bir gündür”(36/52) diyorlar. Bütün bu ayetleri birleştirdiğim zaman bende hâsıl olan kanaatin sizde de hâsıl olduğunu zannediyorum. Kabir azabı kıyamete kadar devam edecek bir azap değildir. Geçen gün okuduğumuz ayetten bu azabın devamlı olabileceği anlamı da çıkabilir. Gerçi bu anlamlar her zamanda sınırlandırılabilir. Ondada hiçbir engel yoktur. O ayette firavun ve ailesi ile ilgilidir. “Ennaru yu’radune aleyha ğuduvven ve aşiyya” “bunlar sabah akşam ateşe arz edilirler”(40/46). Yani sabah akşam ateşe sokulurlar. “Sabah akşam” ifadesi bir devamlılık anlamı veriyor. Ama bununda belli bir zaman içerisinde kesilmesine hiçbir engel yoktur. Yani neticeyi kelam bu okuduğum ayetlerden anladığım şu, kabir azabı kesin vardır, bir kere onda şüphe yok. Kabir sorgusu da kesin var. Onu da zaten ayetlerde gördük. Ama bu azap kıyamete kadar devam edecek bir azap olarak görünmüyor. Tıpkı yarın sıkıntısı olan bir kişinin akşamdan belli bir süre uyuyamayıp, uyusa bile sıkıntılı bir şekilde uyuyup sonra derin bir uykuya dalması gibi bir durum görünüyor. Doğrusunu Allah bilir.
Bir katılımcı: Hocam kabir azabı ne kadar sürecek? Abdülaziz Bayındır: Ne kadar sürecek? Biz ahiretin gününün ne kadar sürdüğünü de bilmiyoruz. Geçende bir televizyon kanalında gördüm. Birisi diğerine 5 kat trilyon kaç lira eder, diye soruyor. Öbürüde düşünüyor, herhalde 5 katrilyon eder, diyor. Burada ki gün dünyayla ilgilidir. Ahirette ki günlerin yapısı farklı olabilir. Yani o tamamen bize meçhul olan bir âlemdir. Allah ve Resulü bize ne kadar bildirirse o kadar biliriz.
Bir katılımcı: Konu biraz geçti ama cehennemden çıkanların cennete girdiği zaman alamet yani bir iz taşıyacakları gibi bir şey var mı? Burada böyle bir soruda var. O nasıl olacak. Abdülaziz Bayındır: O konuyu bilemiyorum. Yani cehennemdekiler cennete girdiği zaman bir iz taşıyacaklarına dair ben şahsen bir şey bilemiyorum. Siz biliyor musunuz? Yani halk arasında çok çeşitli şeyler söylenir de onun delili olması lazım.
Bir katılımcı: Hocam cehennemden çıkıp cennete gidenler cehennemde yandıklarını hatırlayabilirler mi? Abdülaziz Bayındır: Niye hatırlamasınlar? Hapishaneye girenler hapishane hatıralarını unutuyorlar mı? Bir katılımcı: Cennette mutluluk vardı ya. Yani geçmişindeki şeyleri hatırlaması üzüntü verir mutluluğuna engel olabilir. Abdülaziz Bayındır: Geçmişteki kötü şeyleri hatırlamak yani cehenneme gidenler cehennemi hatırlasalar üzülürler dersiniz. Ama bir başkası da size şunu söyler. Cennete gidenler cehennemdeki kötü tavırlarını hatırlarlarsa cennet nimetlerine daha çok değer vermeye başlarlar. Onun için Kuranı Kerim ayetlerini okuduğunuz zaman cennetliklerle cehennemliklerin konuşmalarını görürsünüz. Bunlar birbirilerini görüyorlar. 25:39 25:44 Cennete giden herkes mutlaka cehennemden geçecektir. Ayetler var. Çünkü siz o cehennemin durumunu gördüğünüz zaman nimetin kıymetini çok daha iyi anlarsınız. Dolayısıyla onu sık sık görmek lazım. Onların neler çektiğini gördüğünüz zaman elhamdülillah ya rabbi dersiniz. Çünkü insanoğlu rahatlığa çok çabuk alışır.
Bir katılımcı: Hocam insanlar bu dünyada yargılanmadan önce hükümlü sayılmıyor. Tutuklu olabiliyorlar. Hüküm kıyamette kesileceğine göre kabirde neden ceza verilmiş olsun? Abdülaziz Bayındır: O hükümlüler bir ceza çekmiyorlar mı? Hür olan insanlar gibi mi? Yani başınıza gelecek olan cezaları bilmeniz, hâkimi asla yanıltamayacağınızı bilmeniz, şu şekilde yırtarım, bu şekilde yırtarım diye herhangi bir ümidiniz olmadığı zaman buda başlı başına bir eza olmaz mı? Başlı başına bir eziyettir. Sonra insanlar işlediği suça göre mahkemeye götürülürler. Bazı insanlar kelepçelerle götürülür. Bazı insanlar ite kalka götürülür. Değil mi? Bazıları da kapalı dışarıya çıkması imkânsız hatta küçücük bir delikten belki dünyayı görebileceği arabaların içerisinde götürülürler. Sonra yargılanırken de herkes aynı şekilde oturtulmaz. Dolayısıyla bunların her birisi ileride çekecekleri azabın belli bir bölümüdür.
Bir katılımcı: Bu cehenneme girenler, günahkâr Müslümanlar değil mi? Abdülaziz Bayındır: Tabi ki günahkâr Müslümanlarda cehenneme girecek. “İnnellezine sebekat lehum” “o kimseler ki onlar için daha önceden karar verilmiştir” “minna” “bizden yana” “el hunsa” “husna”(21/101). Kararı verilmiştir. “Husna” yani en güzel davranışı gösterenler. Onlar cehennemden uzak kalacaklardır. Peki, “el husna” grubuna girenler kimlerdir? Necm suresinde okuyacağımız bu ayetler aslında müminler için çok büyük bir müjdedir. Ben bunu söyleyeceğim bir fırsat arıyordum. Allah bugün burada nasip etti. Yani o iki ayeti birleştirdiğimiz zaman bizim için çok büyük bir müjdeyle karşılaşmış olacağız. Allah-u Teâlâ “Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ardı” “göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allaha aittir”(53/31). Bu şunun içindir. “liyecziyellezine esau bima amilu” “kötü yapanların yaptıklarının karşılığını görsünler diye”(53/31). “ve men cae bis seyyieti fela yucza illa misleha” “kim bir kötülük yaparsa onun misliyle ceza görür”(6/160) Burada onu söylüyor. Kötülük yapan ne kadar kötülük yapmışsa o kadar ceza görecek. “ve yecziyellezine ahsenu” “iyi davrananda” “bil husna” “en güzeliyle karşılık bulacaktır”(53/31). İyi davrananlar en güzeliyle karşılık bulacaktır. Daha önce Enbiya suresi 101 inci ayette en güzel davranış gösterenler diye bizden hüküm çıkmıştır dedi. O hüküm Necm 31 inci ayettedir. Kim o en güzel davranış gösterenler? “Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe“ “bunlar günahın büyüklerinden kaçınanlardır”(53/32). Kuranda konulan birçok yasaklar vardır. Bunların hepsi aynı seviyede değildir. Bazı yasaklar büyüktür. İşte onlara büyük günahlar diyoruz. Günahın büyüklerinden kaçınanlar ve fuhuş çeşitlerinden kaçınanlar. Fuhuş da büyük günahlardandır ama Allah önemine binaen onu ayrıca zikretmiş. Ve “fevahiş” den yani fuhşun çeşitlerinden zina, eşcinsellik, sevicilik vs. kaçınanlar. Demek ki büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlar. “illel lemem” “o diğer küçükleri olabilir”(53/32). Yani büyük günahlar dışında kalanlar olabilir. Zaten bir başka ayette de ne diyordu? “İn tectenibu kebaira ma tunhevne anhu” “yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden kaçınırsanız” “nukeffir ankum seyyiatikum” “o küçüklerini de örteriz”(4/31). İşte bu büyük günahlardan kaçınanlar o kendileriyle ilgili “husna” kararı verilmiş olan kişilerdir. Yani bunlar yüzde yüz suçlu değildir. O zaman insanlara bu şekilde bakmak gerekir. Büyük günahlardan uzak kalan insanlara madem Allah iyi davranış gösteren kişiler olarak muamele yapıyor. Bizde öyle değerlendirmeliyiz. Karşımızdaki insanların öyle yüzde yüz suçsuz günahsız olmasını beklememeliyiz. Ama Allahın önem verdiği büyük günahlar bizim açımızdan da çok önemli olmalıdır. Birde bu büyük günahların en büyüğü var. Oda şirktir. O konuda çok hassas olmak gerekir. Bir insan şirk günahını işlemiş olsa da tövbe etse ne olur? Kurtulur. O zaman diğer günahlardan da hangisini işlemiş olursa olsun dönüş yaptıysa problem yok, bitmiştir. Bu hükümler yani Allah şunları affetmez diye olan ayetler dönüş yapmamış olanlarla ilgilidir. Tövbe etmemiş olanlarla ilgilidir. O zaman insan yaşadığı sürece her zaman hayatında bir beyaz sayfa açma imkânına sahiptir. Büyük günahlardan kaçınanlar Allahın “husna” kararı içerisine girenlerdir. “İnnellezine sebekat lehum minnel husna ulaike anha mub’adun” “kendileri için bizden el husna kararı çıkmış olanlar”(21/101). Tekrar ediyorum. Kimlerdi onlar? Büyük günahlardan kaçınanlardı. Bunlar cehennemden uzak kalacaklardır. Peki, büyük günahları işleyenler uzak kalmayacaklar, değil mi? Peki, büyük günahları işleyenlerin içerisinde şirk günahını işlememiş olanların da Allah affederse cehennemden uzak kalma ihtimali vardır, değil mi? Ama şirk günahını işlemişse tövbe etmeden ölmesi halinde onun kurtuluşu yoktur. Tövbe ederse zaten hiçbir günah kalmaz.
Bir katılımcı: Hocam şirk koşanlar kendilerinin şirk koştuklarını biliyorlar mı? Yani böyle bilmeden, farkında değilken… Yani diyelim ki biz bir insanın şirk koştuğunu şirk çizgisinde yürüdüğünü görüyoruz ama o insan bilmeyince bir şey yok. Acaba… Abdülaziz Bayındır: Her insan kendisini çok iyi bilir. Günahları bir kere, iki kere yaptığınız zaman rahatsızlık duyarsınız. Ama birkaç kere yaptığınız zaman zevk almaya başlarsınız. Sonrada onun en doğru davranış olduğunu savunmaya başlarsınız. İnsanlarda telafi psikolojisi dedikleri bir şey vardır. Yani illa kendisini en iyi görme arzusu vardır. Ondan sonra bakarsınız ki bu müşrikler kendilerini asıl doğru yolda olan insanlar olarak takdim ederler. Ama her zamanda içlerinde bir sızı devamlı onları uyarır. Bak yanlış yapıyorsun, diye. Onun için de güvensiz insanlardır. Sık sık karar değiştirirler. Bir noktada kalamazlar. Ah keşke, ah keşke falan deyip dururlar. Ve yarın ahirette bunların hiç birisinin Allaha karşı ellerinde bir belge olmayacak. Tebareke yani Mülk suresinde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor. “Ve lillezine keferu birabbihim azabu cehennem” “rablerine karşı nankörlük etmiş, kâfir olmuş olan insanlar”(67/6). Bu kâfir kelimesini müşrik anlamında alırsanız ebedi cehennemde kalacağını anlarsınız. Ama kâfir yani nankörlük kelimesinin de kendine göre bir takım seviyeleri vardır. Daha düşük seviyede olanları da vardır. “Rablerine karşı nankörlük etmiş olanlar yani kâfirlik etmiş olanlar için cehennem azabı vardır” “ve bi’sel masir” “ne kötü hale düşmedir o”(67/6). “İza ulku fiha” “cehenneme atıldıkları zaman” “semiu leha şehikan” “o cehennemin homurtusunu, fokurtusunu duyarlar”(67/7). Yani cehennemin öfkesini duyarlar. Acayip bir ses duyarlar. “ve hiye tefur” “o kaynıyor, fokurduyor”(67/7). “Tekadu temeyyezu minel ğayz” “sanki kininden parçalanacak”(67/8). Patlayacakmış gibi veya ikiye ayrılacakmış gibi. Ben bu ayeti okurken köydeki odun sobalarını hatırlıyorum. Ormandan kuru kuru odunları getirirler içerisine atıp çırayla da yakarlardı. Öyle yanardı ki sanki soba patlayacakmış gibi olurdu. Ses de çıkardı oradan. “Tekadu temeyyezu minel ğayz” “kininden sanki ikiye ayrılacakmış gibidir” “kullema ulkıye fiha fevcun” “her bir bölük”(67/8). İnsanlar cehenneme bölük bölük atılacaklar. Çünkü bu dünyada insanlar kendilerine göre topluluğa katılırlar. Mesela biz burada Süleymaniye vakfında Allahın kitabını okuyup anlamak üzere oluşmuş bir cemaatiz, ekibiz, bir bölüğüz. Demek ki biz bir yere gideceksek ahirette de birlikte gideceğiz. Bu dünyada birlikte davrananlar ahirette ya cennete ya da cehenneme birlikte gidecekler. “Oraya her bir bölük atıldığı zaman” “seelehum hazenetuha” “cehennem bekçileri onlara soru soracak” “elem yee’tikum nezir” “size uyarıcı gelmedi mi”(67/8). Cehenneme bölük bölük giriyorlar. Bekçi, size söylemediler mi bunu diye soruyorlar. Daha önce hiç uyarılmadınız mı? “Kalu bela” “evet diyecekler”(67/9). Orada ağlayacak ama ne işe yarar. “evet diyecekler” “kad caena nezir” “gerçekten bize bir uyarıcı geldi” “fekezzebna” “biz onu yalan saydık” (67/9). Yani anladık ama onlara karşı yalan söyledik. Aslında bu “kezzebe” kelimesi öyle bir kelime ki Arapçada hem yalanlama manasına geliyor. Hem de çok yalan söylemek manasına geliyor. Peygamberlerin haber verdikleri şeyler insanların çok rahat kabul edecekleri şeyler olduğu için sen yalan söylüyorsun diyenler, yalan söylerler. Görüntüde zannedersiniz ki bu Peygamberi yalanlıyor. Aslında yalanlamıyor, kendisi yalan söylüyor. Çünkü gerçeği anlamıştır. Ayetin devamı bunu açıkça ortaya koyuyor. “ve kulna ma nezzelallahu min şeye’” “dedik ki ya hadi be Allah bir şey indirmemiştir”(67/9). Yani Allah bizim işimize niye karışsın kardeşim. Hep öyle diyorlar. “Allah bir şey indirmemiştir dedik” “in entum illa fi dalalin kebir” “siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz”(67/9). Ne öyle lüzumsuz şeyler söylüyorsunuz. Kendi konuşmalarınızı Allaha mal ediyorsunuz falan derler. Hâlbuki pekâlâ o sözün insan sözü olmadığını anlarlar. Orada şunu da söylüyorlar. Hani siz demiştiniz ya suçlarını biliyorlar mı diye. Bakın ne diyorlar? “Ve kalu lev kunna nesmeu ev nea’kılu” “keşke söz dinlemiş olsaydık ya da aklımızı çalıştırsaydık”(67/10). Demek ki söz dinlemese bile aklını çalıştırsa bunun doğruluğunu kavrayacak. O zaman bu kişiler ne yapmış? Ne söz dinlemişler, ne akıllarını çalıştırmışlar. Allah bu aklı, bu kulağı niye verdi? Değil mi? Böyle olsaydı “ma kunna fi ashabis seir” “o zaman biz şu cehennemdekilerin içinde olmayacaktık”(67/10). Hani bugün hapse girenler beni karım yaktı, beni komşu yaktı, ben kardeş kurbanıyım, der. Yanındakini kandırmaya çalışır ama orada kandıracak bir şey kalmadı artık her şey ortaya çıktı. Hâşâ! Cenabı Hakkı da şikâyet edemez. Onun için artık gerçeği itiraf ediyor başka çaresi yok. Bir katılımcı: Demek ki hocam bu şirk günahı da diğer günahlar gibi açıktır. Abdülaziz Bayındır: herkes ne yaptığını çok iyi bilir. “Eğer aklımızı çalıştırsaydık ya da laf dinleseydik” “ma kunna fi ashabis seir” “şu cehennemlikler içerisinde biz olmayacaktık”(67/10). Ondan sonrada ne diyor? “Fea’terafu bizembihim” “suçlarını itiraf ettiler”(67/11). O zamana kadar anlamadık, yapmadık gibi çeşitli şekillerde kendilerini haklı çıkaracak konuşmalar yapabilirler. Ama orada artık her şey ortaya çıkıyor. “Günahlarını itiraf ettiler” “fesuhkal liashabis seir” “ve bu cehennemlikler defolup gitmeyi hak etmişler çekilsinler ortalıktan”(67/11). Çünkü bu dünyada cennetliklerle cehennemlikler iç içe yaşıyor. Ama orada iyiler bir tarafa kötüler bir tarafa ayrılacak. “İnnellezine yahşevne rabbehum bilğaybi” “gaybta rablerinden korkanlar”(67/12). Mecit Bey senin kalbinde olanı ben bilebilir miyim? Mecit Bey: Hayır. Abdülaziz Bayındır: Senin kalbinde olan benim için “gayb”tır. Mecit Bey: Bilinmeyen. Abdülaziz Bayındır: Bana göre bilinmeyen ama sana göre bilinendir. “Gayb”ta Allahtan korkan demek içten Allahtan korkan demektir. Başkalarının yanında korkar görünmek kolaydır. Suç işlemen için her türlü imkânın olduğu ve hiç kimsenin de olmadığı yani görecek, şikâyet edecek kimsenin de olmadığı bir ortamda Allahtan korkmaktır. “lehum mağfiratun” “onlar için mağfiret vardır”(67/12). Bunlarda suçlu değil ki az önce okuduk. O büyük günahları yapmamış ama küçükleri yapmış. Bunlar için mağfiret var. Ya da bunlar büyük günah da yapmış fakat tövbe etmiş olabilirler. Başka ne var? “ve ecrun kebir” “büyük bir de karşılık vardır”(67/12). Demek ki Allahtan içten korkmak gerekiyor. Bu korkuyu içimizde hissetmemiz gerekir. İşte o zaman büyük bir karşılığı hak etmiş olacağız. Enes Hoca: “Haşyet” kelimeside… Abdülaziz Bayındır: Haşyet kelimesinde tabi saygı da var. Allahtan saygıyla korkacaksın. Çünkü korkmanın iki türü var. Birisinde hiç saygı duymadan korkarsın. Ama bir de saygıyla korkmak vardır. Haşyet Allahtan, Allaha saygı duyarak korkmaktır.
Muhammed suresinin 29 uncu ayetini okuyabiliriz. Bayağı uzun bir giriş oldu. “Em hasibellezine fi kulubihim merad” “kalplerinde hastalık olanlar yoksa şöyle mi düşünüyorlar” “el ley yuhricallahu adğanehum” “Allah onların kinlerini ortaya çıkarmayacak”(47/29). Böyle mi düşünüyorlar? Bazı insanlar size iyi mümin olarak görünürler. Hatta biliyorsunuz Münafıkun suresinde var. Peygamberimizi bile hayran bırakıyorlar. Bu surenin tamamını okumayacağız. “İttehazu eymanehum cunneten fesaddu an sebilillah” “yeminlerini kalkan edindiler yemin ediyorlar sizi inandırmak için”(63/2). Şeytanda Âdem (a.s)’e ben sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyorum diye yemin etmişti(7/21). Bu şeytanlarda bize karşı yemin ederek kendilerine güvenmemizi sağlamaya çalışıyorlar. Yeminlerini kalkan yapıp arkadan sıvışıyorlar. Yanlış işler yapıyorlar. Yani kendilerini o yeminin arkasına saklayarak orada bir takım işler beceriyorlar. “innehum sae ma kanu yea’melun” “ne kötü iş yapıyorlar”(63/2). “Zalike” bak şuraya çok dikkat etmek gerekiyor. “biennehum amenu” “bu şundan dolayı onlar önce inanmışlardır”(63/3). Samimi olarak inanırsınız. Müslüman olmak çok kolay bir şeydir. Çünkü akıl gereği insanın ruhu da rahat eder. Vücut rahat eder. Mümin olan insan kendisiyle, toplumla, dünyayla barışık olur. Herkesle barışık olur. O sebeple Müslüman olmak çok kolaydır. Yanlış iş yapamayacaksa Müslüman kalmak çok zordur. Yani Müslüman olmak kolay ama Müslüman kalmak zordur. Çünkü o zaman birçok yanlışlıkları canın isteyecek ama yapamayacaksın. Şundan birazcık yapayımda sonra tövbe ederim, demeye başlarsın. Bir müddet sonra o senin için bir hayat tarzı olur. Sonra inanmadığın halde inanmış görünürsün. İşte ayette de önce bunlar inandılar, diyor. “summe keferu” “sonra Allahın bazı emirlerini görmemeye başladılar”(63/3). Sizde o kadar katı olmayın birazcık bize de hak tanıyın falan derler. Güzel de bu dini koyan ben olsam hepsini kaldırırım. Ömer Bey bazen söylüyor. Olsa dükkan senin diyor. Evet, olsa dükkân senindir. Yani benim elimde öyle bir yetki olsa bütün cennet senin olsun, buyur, gir. Ama kardeşim bu Allahın dini. Sana ben taviz verirken kendimde gümbürtüye giderim. Öyle bir şeyi ben veremem ki. “Zalike biennehum amenu” “bu şundan dolayı onlar önce inandılar” “summe keferu” “sonra kâfir oldular”(63/3). Yani bazı ayetleri görmemeye başladılar. Canım her şeyi de söyleme diyorlar. “fetubia ala kulubihim” “kalpleri üzerinde bu bir tabiat haline geldi”(63/3). Bu artık onlar için bir hayat biçimi oldu. Yani şu Allahın hakkı buda Sezar’ın hakkı demeye başlarlar. Canım dinle dünyayı birbirine karıştırma demeye başlarlar. “fehum la yefkahun” “artık onlar anlamazlar”(63/3). Benim aklım öyle şeylere ermez demeye başlarlar. “Ve iza raeytehum” “bu tipleri gördüğün zaman” “tu’cibuke ecsamuhum” “görüntüleri seni hayran bırakır” (63/4). Kimi hayran bırakıyor? Peygamberimizi hayran bırakıyor. Ya ne mükemmel insanlar falan diye düşünüyor. “ve iy yekulu tesmea’ likavlihim” “konuşsalar sözlerine kulak verirsin”(63/4). Çok güzel konuşurlar. Yalan söyleyen öyle güzel konuşur ki nasıl olsa arkasında durmayacak. “keennehum huşubum musennedeh” “sanki duvara dayalı keresteler gibilerdir” “yahsebune kulle sayhatin aleyhim” “her sesi aleyhlerine düşünürler”(63/4). Çünkü kendi suçlarını bildikleri için bir yerde bir kıpırdanma olsa hemen beni haber verecek diye korkarlar. Çocukluğumda rahmetli babam çok sert bir tabiata sahipti. Gerçi hayatımda ondan bir kere tokat yedim ama hiç tokat atmadan bizi fena halde korkuturdu. Mesela bizim komşunun oğlu küçücük bir suç işlesek akşam ben seni babana haber vereceğim derdi. Beni korkuturdu. Bende akşam eve geldim mi, babam eve gelmeden uyumaya çalışırdım. Annemde yemek yiyeceğiz falan diye bırakmazdı. Bu defa birisi ağzını açacaksa beni haber verecek diye korkardım. Yani kim konuşursa hemen dikkatle ona bakardım. İşte suçlular böyle oluyor. Onlarda suçlu oldukları için her kıpırdanmayı her sesi kendi aleyhlerine düşünürler. “humul aduvvu” “işte düşman onlardır” “fahzerhum” “onlardan sakının”(63/4). Çünkü sana dost görünüyorlar. Görüntü şahane yani konuşma çok güzel ama içleri boş. “katelehumullahu” “Allah kahretsin onları” “enna yu’fekun” “nereden bu hallerini değiştirip o iyi durumdan bu kötü hale giriyorlar”(63/4). Ya da nereden arka buluyorlar da kendilerini böyle bu hallere sokuyorlar. Neye dayanıyorlar? Güvenleri nedir? İşte bu inançları olmadığı halde kendilerini inançlı gösteren insanların kalplerinde hastalık vardır. Ne hastalığı? İnançsızlık hastalığı. Dış görünüşünde sağlam görüyorsun ama adamın kalbi hastadır. “Onlar zannediyorlar mı ki onların içlerindeki kini ortaya çıkarmayacağız”(47/29). Müslümanlara karşı kin ve nefretle doludurlar. Ortaya çıkmayacak mı zannediyorlar. Bizim müminlerde bunları samimi Müslüman kardeşleri bildikleri için onlardan kötülük görünce ya kardeşim en büyük kötülüğü Müslümanlardan gördüm, derler. Ama o görünüşte Müslüman’dır. Gerçekte Müslüman olsa kötülük yapmaz. Bir katılımcı: Yani üstüne cila çekilmiş tahta gibidir. Abdülaziz Bayındır: Evet üstüne cila çekilmiş tahta gibidir. Yeni bir tabiat oluşturmuş. Üstüne cila çekilmiş çürük tahta gibi desen daha doğru olur.
“Ve lev neşau leeraynakehum” “istesek onları sana gösteririz”(47/30). Onların kalplerindeki hastalığı görürsün. “felearaftehum bisimahum” “o zaman sen onların görünüşlerinden simalarından onları tanırdın”(47/30). Bakar bakmaz bu münafık derdin. Ama Cenabı Hak biz bunu öğretmedik diyor. Çünkü Allah bildirmediği için Peygamberimiz hayran kalıyor. Bunların münafık olduğunu bilse onları hayran hayran dinler miydi? “ve letea’rifennehum fi lahnil kavl” “sen onların sözlerindeki üsluptan tanırsın”(47/30). Nasıl üslup? Yani görüntüde çok güzel söylerler. Dikkat edersen içinde bir takım boşluklar bulursun. Kendileri için kaçacak delik devamlı bırakırlar. Köstebek gibilerdir. Her zaman kendilerine kaçacak bir yer bırakırlar. Zaten münafık kelimesi de köstebeğe benziyor. Köstebeğe benzetilerek verilmiştir bu isimler. Köstebeğin aynı anda çıkacağı birkaç tane delik olur. Çiftçi gider şimdi ben senin deliğini kapattım diye düşünüp içine de boğulsun diye su doldurur. Bakarsınız ki bir başka delikten çıkmış çiftçiye el sallıyor. Çiftçi bu defa da gider o deliği kapatır o zaman bir başka delikten çıkar. Onun için münafıklar konuşmaları sırasında devamlı kendilerine bir çıkış kapısı bırakırlar. Sen şurada şöyle dedin dediğin zaman hemen bir başka taraftan canım ben bunu kastetmiştim demeye başlarlar. Devamlı hazırlıklıdırlar. “Sen bunların bu konuşmalarındaki bu yapıdan onları anlarsın”(47/30). Çünkü bu “lahin” kelimesi esasen Arapçada kelimenin harekelerini değiştirmektir. Arapça bilenler için diyorum mesela “darabe Musa İsa“ “Musa İsayı dövdü” mü demek istiyorsun dediğiniz zaman yok canım olur mu öyle şey aslında “İsa Musa’yı dövdü” demek istiyorum der. Nasıl olsa görüntü ona müsaittir. Ya sen böyle mi diyorsun dediğinizde harekeleri değiştirerek yok kardeşim ben bunu böyle demek istiyorum, der. Yani her defasında kaçacak yer bulurlar. Hani halk arasında kelimenin dişisini seçerler, derler. Açık ve net konuşamazlar. Konuşmalarında netlik yoktur. Devamlı bulanıklık vardır. Çünkü o sisin altında gizlenerek başka tarafa kaçacaktır. Tıpkı o köstebeğin toprağın altında hazır bulundurduğu bir tünelden başka tarafa kaçması gibidir. Bir katılımcı: Dünyada ki iş anlaşmalarında da böyle yaparlar. Devamlı böyle kelime oyunu yaparlar. İstedikleri zaman… Abdülaziz Bayındır: Siz onların iş anlaşmalarına da dikkat edin. “vallahu yea’lemu ea’melekum” “Allah sizin işlerinizi bilir”(47/30). “Ve lenebluvennekum hatta nea’lemel mucahidine minkum ves sabirine” “sizi biz yıpratıcı imtihandan geçireceğiz bunu çok iyi bilin”(47/31). Yani bu dünyada hiç biriniz rahat edemeyeceksiniz. Bunu çok iyi bilin. Bu dünyada rahatlık yok. Hepiniz yıpratıcı imtihandan geçeceksiniz. Bazıları ah benim başıma gelenler bir bilseniz roman olur, der. Sanki başkalarının başına gelenler roman olmazmış. Herkes öyledir. Bazıları başına gelenleri konuşmaz. Bazıları ise başına gelenleri fazlaca konuşmayı sever. Fark budur. Yoksa kimi konuştursan hayatı romandır. Niye? Çünkü Allah bu dünyada herkese sıkıntı çektirir. “Ve lenebluvennekum hatta nea’lemel mucahidine minkum” “elbette sizi yıpratıcı imtihandan geçireceğiz sizden kim cihad yapıyor”(47/31). Yani olumsuzluklara karşı kim mücadele veriyor. “ves sabirine” “ve sabredenleri”(47/31). Ortaya çıkaracağız. “ve nebluve ahbarakum” “ve sizin haberlerinizi de imtihana tabi tutacağız”(47/31). Tabi bunu nasıl anlayacağız. Yani yaptığınız işlerin iyisi de kötüsü de ortaya çıkacak. Yani siz işlerinizle değerlendirileceksiniz manası da olabilir. Sizin yaptıklarınız başkaları için imtihan vesilesi olacaktır şeklinde de anlaşılabilir.
“İnnellezine keferu ve saddu an sebilillahi” “kâfir olan yani Allahın ayetlerini görmezlikten gelen”(47/32). Zaten küfür örtü demektir. Kâfir, bir örtü örter, altından sıvışır ve Allahın yolundan çıkar. “Allahın yolundan çıkanlar” “ve şakkur rasul” “ve Peygamberden ayrı düşenler” “mim bea’di ma tebeyyene lehumul huda” “kendileri için gerçek net bir şekilde ortaya çıktıktan sonra”(47/32). Dikkat edin Allah insanları bilmediği şeyden dolayı sorumlu tutmuyor. Çünkü Allah “La yukellifullahu nefsen illa vus’aha” “ben hiç kimseyi gücünün yetmediğinden sorumlu tutmam”(2/286) diyor. Yani siz bilmediğiniz bir konuda sorumlu tutulursanız bu Cenabı Hakkın şanına yakışmaz. O zaman nasıl sorumlu tutuyormuş. “mim bea’di ma tebeyyene lehumul huda” “doğru yol kendileri için net bir şekilde ortaya çıktıktan sonra”(47/32). Zaten aklını kullanan doğruyu yanlışı anlar. Net bir şekilde anlar. “Bu ortaya çıktıktan sonra kâfir olanlar, Allahın yolundan çıkanlar ve peygamberden ayrı düşenler” “ley yedurrullahe şey’a” “bunlar bu davranışlarıyla Allaha hiçbir şekilde zarar veremezler ki”(47/32). Zararı kendilerinedir. “ve seyuhbitu ea’melehum” “Allah bunların yaptıkları çalışmaları da boşa çıkaracaktır” (47/32). Bir zamanlar Erzurum İmam Hatip Okulunda okurken İmam Hatip Okulu Erzurum lisesine çok yakındı. Lisenin önünden geçerek okula gidip geliyorduk. O lisedeki öğrenciler sürekli kızlarla dolaşan çok yakışıklı bir delikanlının yaşadığı ilginç bir olayı anlattılar. Bugün üniversitelerde olduğu gibi eskiden imtihan döneminde sene sonu imtihanları vardı. Bu delikanlı kızın birisiyle dolaşırken kız imtihana çalışalım diyor. Delikanlı da ben biliyorum, ben sınavda sana gösteririm, diyor. Sen imtihanda tam benim arkamda oturur benden bakıp yazarsın, diyor. Kız da tamam, diyor. Ondan sonra gezip dolaşıyorlar. Sonra imtihana giriyorlar. Hoca soruları soruyor delikanlı kâğıdın üzerine abanıp sürekli yazıyor. Kız arkadan kâğıdını göster, diyor. Delikanlı göstermiyor. Kız Sağdan bakamıyor, soldan bakamıyor. Ama bu sürekli yazıyor. Hiç durmadan yazıyor. İmtihan biterken kızın artık dayanacak hali kalmamış. Hiçbir sorunun cevabını da yazabildiği yok. Delikanlı geriye dönmüş kızın kâğıdına bakmış ve sen daha kenar süsünü bile yapmamışsın, demiş. Meğer kâğıdın etrafına çiçek yapıyormuş. Delikanlı da hiçbir sorunun cevabını bilmiyormuş. Öğretmen o çiçeklere not veremez değil mi? İşte bu dünyada da bazı kimselerin yaptıkları işler kâğıdın etrafına yapılan çiçeklere benzer. Yaptıkları bu işler ahirette boşuna gitmiş olacak.
“Ya eyyuhellezine amenu” “müminler” “atiullah” “Allaha itaat edin” “ve atiur rasul” “şu elçiye itaat edin”(47/33). Çünkü elçi kendiliğinden konuşmaz ki onu gönderenin adına konuşur. “ve la tubtılu ea’melekum” “işlerinizi boşa çıkarmayın”(47/33). Yazık edersiniz.
“İnnellezine keferu” “kâfir olan” “ve saddu an sebilillahi” “ve Allahın yolundan çıkanlar var ya” “summe matu ve hum kuffarun” “sonra kâfir olarak vefat eden“ “feley yağfirallahu lehum” “Allah onları asla affetmeyecektir”(47/34). Peki, küfürle şirk aynımıdır? Küfürle şirk aynı diyenler parmak kaldırsın. Peki, küfürle şirk farklı diyenler parmak kaldırsın. Bayağı çekimser varmış. Hiç elimi kaldırmayayım diyenler büyük bir çoğunluğu oluşturuyor. İsmail sana göre şirkle küfür aynı mı ayrı mı? İsmail: Ayrıdır farklıdır. Abdülaziz Bayındır: Peki farklıysa yani kâfir ayrı müşrik ayrı değil mi? Allah, şirkin dışında ki bütün günahları affedebilirim, diyor. O zaman küfürü affedecek mi? İsmail: Hayır. Abdülaziz Bayındır: Burada iki tane kelamcı var. Biri burada duruyor da biri nereye gitmiş? Kelamda şirk aynımı gayrımı Âdem? Âdem: Ayrı. Abdülaziz Bayındır: Ayrı değil mi? Sana bir soru sorayım kelamcısın. Allah şirki bağışlamaz. Onun dışındakilerin hepsini bağışlar diyor. O zaman kâfirleri bağışlayacak mı? Âdem: Evet, Muhammed suresinde ki ayete göre kâfirleri de bağışlamaz. Abdülaziz Bayındır: Bu konuda bir ayet var. O zaman o ayetin kapsamına göre hareket etmek gerekir. Şimdi bütün kâfirler müşriktir. Niye? Çünkü hepsi Allahın varlığında ittifak eder. Bunda kimsenin şüphesi yok. Ama bazıları araya aracılar koyarak müşrik olur, bazıları da kendi nefsini araya koyarak müşrik olur. Kehf suresinde “Efehasibellezine keferu ey yettehızu ıbadi min duni evliyae’” “o kâfirler ne zannediyorlar benim yakınımdan kullarımı kendilerine veli edineceklerini mi”(18/102). Bu kavram kimin kavramıdır? Bu kimin tarifidir? Bir katılımcı: Şirk, müşrik… Abdülaziz Bayındır: Şirk tarifidir değil mi? Allah ile kendi aralarında birilerini veli edinmek. “Bu kâfirlik yapmış olanlar benim yakınımdan kullarımı kendilerine veli edineceklerini mi zannediyorlar”(18/102). Veli edinecekler, bunları kimden kurtaracak? Bir katılımcı: Allahtan… Abdülaziz Bayındır: Allahtan kurtarmaları için Allahtan daha güçlü olmaları gerekmez mi? İşte bu kâfirliktir. Çünkü hiçbir kâfir Allah’ı inkâr etmez ki. Allah yoktur demez ki. Ama öyle bir hayat yaşar ki sanki Allah yokmuş gibi. Beni falanca kurtarır dedikten sonra daha Allah’ı niye düşünsün ki? Nasıl olsa bütün işleri o görecek. Onun için her kâfir mutlaka müşriktir. Her müşrikte kâfirdir. Ama bunları tarif sırasında farklılık olabilir. Bir insanı çok değişik şekillerde tarif edebilirsiniz. Bir inançsızı da bir açıdan tarif edersiniz kâfir dersiniz. Başka bir açıdan tarif eder müşrik dersiniz. Baktığınız açıya bağlıdır. Mesela “Lekad keferallezine kalu innallahe salisu selaseh” “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesin kâfir oldular” “ve ma min ilahin illa ilahun vahıd” “bir tek ilahtan başka ilah yok” (5/73). Allah üçün üçüncüsüdür tarifi, ne tarifidir? Şirk tarifidir.
Bir katılımcı: Dehri, ateist falan müşrik değildir değil mi? Abdülaziz Bayındır: Dehri, ateist vs. bunlar bizim şahsi tanımlarımızdır. Ben bunu sık sık anlatmaya çalışıyorum. Geçende de bir yerde anlattık. Mecit Beyin bir arkadaşı var. İsmini vermeyeyim değil mi? Mecit Bey: Verin hocam. Abdülaziz Bayındır: Yok vermeyeyim. İnternetten dinleyenlerden tanıyan olabilir. Mecit Beyle beraber bir de o arkadaşı bir yere gidip oturduk. Mecit Bey bu ateistin tekidir, dedi. Allaha falan hiç inanmaz, dedi. Bende ikisinin ortasındayım. Yani o sol tarafımda Mecit Bey de sağ tarafımda oturup sohbet ediyoruz. Mecit Bey’in söylediklerini arkadaşı iltifat gibi kabul etti. Mecit Beyin o sözünden hiç rahatsız olmadı. Bende Mecit Bey’e ben de bu kişinin Allaha inanmadığını kabul etmiyorum, dedim. Allaha kesin inanıyor, dedim. Bu Mecit Bey’in çevresinde tanınan bir adam. Adam bana tamam, kabul ediyorum da ona bir şekil veremiyorum, dedi. Bende, Allah hiçbir şeye benzemez ki, dedim(42/11). İşte bunu söyle şimdi rahatladım, dedi. Değil mi, aynen bunu söyledi. Mecit Bey: Aynen. Abdülaziz Bayındır: Onun için ben ateistim diyenler falan numara yapıyorlar. O “dehri”likte sadece kitaplarda vardır. Gerçek hayatta yoktur.
Burada Ünal Bey var. O ateistlerin sitesine girmiştin. Hatta aranızda geçen konuşmaları bizim siteye bir de yazı olarak yazacaktın. Ünal Bey: Atmışım, bulamadım. Abdülaziz Bayındır: Bir daha gir. Ünal Bey: Bir daha girip, bir daha çalkalamak gerekiyor. Abdülaziz Bayındır: Onlar Amerika daydı değil mi? Ünal Bey: Evet, Amerika daydı. O zaman bayağı büyük bir siteleri vardı. Bayağıda kapsamlı bir organizasyondu. Abdülaziz Bayındır: Kapsamlı. Ateistler Birliğimiydi neydi? Ünal Bey: Amerika Ateistler Organizasyonuydu. Abdülaziz Bayındır: Amerika Ateistler Organizasyonunun sitelerine girmiş. Ne sorusu sormuştun? Ne demiştin? Ünal Bey: Aynen burada derslerde söylediğimiz gibi sizin Allaha inanmadığınıza inanmıyorum, dedim. Bayağı bir mesaj geldi. Biz yok diyoruz sen bizim için var olduğunu nasıl söylersin gibi. Abdülaziz Bayındır: Ben sizin Allaha inanmadığınıza inanmıyorum mesajı, onları karmakarışık etti ve Ünal Bey’i mesaj yağmuruna tuttular. Bende Ünal Bey şunu makale halinde yaz, dedim. Bu millet ateistleri gerçekten tanımıyor, dedim. Kendi ağızlarıyla tanısınlar, dedim.
Bir zamanlar Büyük Larousse Ansiklopedisinin Genel Yayın Yönetmeni Adnan Benk vardı. O kendini açığa vurduğu için onun adını söylemekte bir sakınca yok. Zaten öldü. Ansiklopedi yazarlarının da bulunduğu bir toplantıda ki bende o yazarların arasındaydım. Epey uzun konuştuk bana hiç kendini yorma hoca, dedi. Ben dinsiz bir adamım ben öyle Allaha falan inanmam, dedi. Bende hemen oturduğum yerden kalktım. Masaya bir yumruk vurdum. Bana bak sen yalan söylüyorsun, dedim. Bende senin Allaha inanmadığına inanmam, dedim. Hemen heyecanlandı ve tabii ki inanıyoruz hoca, dedi. Zannetti ki ben öyle klasik biir şeyler söyleyeceğim. Onun klasik konuşmalara cevabı hazırdır. Ben onun oyununa gelir miyim? Tabi inanıyoruz hoca, dedi. Ama senin inandığın gibi inanmıyoruz, dedi. İşte işin gerçeği budur. Etrafında kendilerini ateist sayan o zaman birçok gazetenin köşe yazarları da vardı. Hala meşhur olan adamlar. Adnan Benk biz dinsiziz kelimesini söylerken onlarda kafayla tasdik ediyorlardı. Bizde öyleyiz gibi. Sonra benim tepkim hepsini şaşırttı. Tabi inanıyoruz hoca, dedi. Ama senin inandığın gibi inanmıyoruz, dedi. Her şeyi inkâr edebilirsin ama Allah’ı inkâr etmen mümkün olmaz, dedim. Ben size ne zaman Adnan Bey Allaha benim gibi inanın, dedim. Allah bir kitap bir Peygamber göndermiş. O Peygamberin tebliğini okur Allaha Allahın istediği gibi inanırsın, dedim. Bende yanlış yaparsam hoca bak böyle diyorsun ama Kuranda böyle yazıyor dersin bende kendimi düzeltirim, dedim. Bu işin bana göresi sana göresi yok, dedim. Onlarla çok uzun konuştuk. İkindiden sonra başlamıştık. Baktım bizim akşam namazı gümbürtüye gidiyor. Benim namazım geçiyor, ben kalkıyorum, dedim. Orada birisi, hoca öyle diyorsun ama şu Müslümanların biz neyini gördük, dedi. Müslümanlar kötülük yapsa bundan sana ne kardeşim. Sen kendine bak. Bende tabi bu yanlış soruya ters bir cevap verdim. Ayakta giderken bakın şu Müslümanlar hiçbir şey yapmasalar şu ateistleri de Allah yaratmış derler yetmiyor mu size, dedim. Sağ ol hoca, dediler. Bir sevindiler. Sizi Allah yaratmış sözü onları sevindiriyor. Leventte büyükçe bir salon çalıştırıyordu. Salonun öbür ucuna kadar 1:20:41 1:20:42 sn arası anlaşılmıyor. beni uğurladılar. Dolayısıyla sizde kendi hayatınızda bunu tatbik ederseniz görürsünüz. Ben her yerde bunu tatbik ettim.
Bir gün Kazakistan’da dolaşıyoruz. Bize rehberlik yapan çok zeki bir çocuk vardı. Ama süper zekâ her tarafından böyle zekâ fışkırıyor. Moskova’da zekiler özel okulu varmış. O çocuk Kazakistan’dan o okula giden iki kişiden birisiymiş. Ona siz böyle her şeyi yaratan, her şeye hâkim olan bir varlığa inanıyor muydunuz diye sordum. O okulda size böyle bir şey anlatılıyor mu, dedim. Elbette, tabii ki dedi. Bize ateizmi anlatan hocamızda inanıyordu, dedi. Zaten ona inanmazsan hiçbir şeyin anlamı yok ki, dedi. Hiçbir şeyin anlamı kalmıyor, dedi. Onun için siz o, ben ateistim, ben şuyum, buyum, bunların hepsi hikâyedir. Bunların hepside sıkıştıkları zaman Allaha sığınırlar. Olmayan bir şeye hiç kimse sığınmaz. Hele de en zor anında… Bir katılımcı: İmaj için beklide böyle yapıyorlar. Abdülaziz Bayındır: Tabii yani bir takım dünyevi beklentilerle kendilerine bir takım şeyler yapıyorlar. Bir katılımcı: İbrahim a.s putları kırdığı zaman 1:22:17 1:22:18 sn arası anlaşılmıyor. Abdülaziz Bayındır: İbrahim (a.s) tabii. Kuranı Kerimi dikkatle okuduğunuzda Kuranı Kerimde Allaha inanmayan yani Allah’ı var olarak bilmeyen bir insan tipi yoktur. Bir katılımcı: Hocam bir de bu Necm suresi 23 üncü ayet… Abdülaziz Bayındır: Neyle ilgili? Bir katılımcı: Bu İsimlendirmelerle ilgili… Abdülaziz Bayındır: Neyse onlara geçmeyelim. Bu kadarla iktifa edelim. Ayetlere devam edelim. Demek ki kâfir ve müşrik aynıymış. Olaylara çok dikkatle yaklaşmak gerekiyor. Farklı derseniz işin içinden çıkamazsınız. Bir katılımcı: Hocam biz artı aldık mı? Aynı demiştik de. Abdülaziz Bayındır: Siz artı aldınız, tamam. Evet, not defterinize geçiyorum.
“Fela tehinu ve ted’u iles selmi” “İslam’a çağırırken sakın gevşeklik göstermeyin”(47/35). Yani karşı tarafa da hak verir gibi bir tavır içine girmeyin. “ve entumul ea’levn” “siz en üstünlersiniz”(47/35). Geçende Yahya’ya bir yazı verdim, oku bunu, ne anlıyorsun, dedim. Kâfirlere de hak veriyor ama bizi de kabul edin, ne olur, gibi yalvarıyor, dedi. Adına Müslüman kalem dedikleri o kahrolası insanlar köşeleri işgal etmişler kâfirlere adeta yalvarıyorlar. Ne olursunuz bizi de yanınıza alın, bizi de adam yerine koyun, bizi de dinleyin falan. Sen ona nasıl tenezzül edersin? O kim ki? O Allaha isyan eden bir kişi, Allaha karşı bayrak kaldırmış. Sen Allahın kitabına inanmış bir insansın. Allaha inanan, güvenen bir insan olduğunu söylüyorsun. Sen onlara emir vereceksin. Şöyle yap, böyle yap, diyeceksin. O kim oluyormuş ya? Ben dünyada tek başıma da olsam dünyanın en güçlü adamıyım. Çünkü ben Allaha inanıyorum. Çünkü benim elimde Allahın kitabı var, ben ona güveniyorum. Onun dışındakiler kaç para eder? Ne olur bizi de kabul edin, diyorlar. Bu şekilde biraz zor adam olursunuz. Kırılasıca kalemler… Bir de adına Müslüman kalem deniyor. “ve entumul ea’levn” “siz en üstün kimselersiniz”(47/35). Bunu Allah bize bildiriyor. Sen nasıl kendini onlarla aynı seviyede görebilirsin. “vallahu meakum” “Allah sizinle beraber”(47/35). Daha ne istiyorsun? Allah seninle beraberse sen neden korkuyorsun? Senin yanında kim kaç para eder? “ve ley yetirakum ea’melekum” “Allah sizin yaptığınız işlerde bir eksiltmede yapmayacaktır”(47/35). Sizi yalnız bırakmayacaktır. O zaman biz dünyanın en güçlü adamlarıyız. Başkasını güçlü görmeye hakkımız yok. Çünkü güç Allah’tadır. Allahın dinindedir.
“İnnemel hayatud dunya leıbuv ve lehv” “şu hayat”(47/36). “Şu hayat” diye tercüme ediyorum. Çünkü dünya hayatı diye tercüme ederseniz mana eksik oluyor. “el hayatuddunya” sıfat tamlamasıdır. Dünya hayatı dediğiniz zaman isim tamlamasına dönüşüyor. Arada bir fark var. “el hayatuddunya” yüz yüze olduğunuz hayat demektir. Şuanda yaşamakta olduğunuz hayat demektir. Biraz sonrası değil. Yüz yüze olduğunuz hayattır. “leıbuv ve lehv” “oyun ve eğlencedir”(47/36). İnsanlar hep böyle oyun ve eğlence gibi hoş vakit geçirme peşinde koşarlar. “ve in tu’minu ve tetteku” “ama inanırsanız Allaha ve kendinizi de korursanız” “yu’tikum ucurakum” “Allah sizin ücretlerinizi verecektir”(47/36). Ücreti verecek olan Allah’tır. Allah öyle küçük ücrette vermez. Dünyada da verir, ahirette de verir. Hem de adamakıllı verir. “ve la yes’elkum emvalekum” “sizin mallarınızı da istemez sizden”(47/36). Sizin mallarınızda sizin olsun. Hem de fazlasını da verir. Allah verdiklerinden bir kısmını alıyor. Dikkat ederseniz zekât, nami yani artan mallardan verilir. Onu artıran kimdir? Bir katılımcı: Allah… Abdülaziz Bayındır: Artan kısmın küçük bir kısmını alıyor. Oda fukaranın hakkı diye alıyor. Senin hakkın değil. Yani bizim ceketimizi, evimizi almıyor, değil mi? Bir kısmını bizim demir başımız olarak bize bırakıyor. Zaten onları hiç istemiyor. Ama bir kısmını kendisi artırıyor. Fazlasını veriyor. Aldığın bir parçayı da fukaraya ver, diyor.
“İy yes’elkumuha” “sizden o malları istese” “feyuhfikum” “ve sizi zayıflatsa” (47/37). Yani mallarınızı size az bir şey kalacak şekilde alsa. “tebhalu” “bu defa cimrilik edersiniz” “ve yuhric adğanekum” “sizin içinizde gizli kinler ortaya çıkmaya başlar” (47/37). Bu defa da Allaha başkaldırmaya başlarsınız. Çünkü insanlarda mal sevgisi gerçekten çok kuvvetlidir.
“Ha entum haulai” “işte siz o kimselersiniz” “tud’avne litunfiku fi sebilillah” “Allah yolunda harcamaya çağrılırsınız” “feminkum mey yebhal” “kiminiz cimrilik eder” ama “ve mey yebhal” “kim cimrilik ederse” “feinnema yebhalu an nefsih” “kendi kendinden cimrilik etmiş olur”(47/38). Yani zararını kendisi görür. Size bu malı veren Allah’tır. Şunu ver, şunu ver, diyor. Verirsen daha çok verir. Vermezsen geri alır. “lein şekertum leezidennekum” “şükrederseniz”(14/7). Yani malı doğru kullanırsanız… Kendinize de kullanabilirsiniz, yiyin, için yasak yok. Ama onun şükrünü de yerine getirin. “leezidennekum” “şurası kesin daha çok veririm”(14/7). Malın sahibi veririm, diyor. Daha sana ne kalmış? Ama arkasından ne diyor? “ve lein kefertum inne azabi leşedid” “hele nankörlük edin azabım çok şiddetlidir”(14/7). O malınızı da elinizden alırım. Peki, malı veren böyle diyor. Ben daha aptal mıyım, istediği yere vermeyeyim? Zaten çok az bir şey istiyor. Veririm, böylece Cenabı Hak bana daha çok verir. Onun için “ve men yebhal” “kim cimrilik yaparsa” “feinnema yebhalu an nefsih” “kendi nefsinden cimrilik yapar” (47/38). Kendi zararını görür. “vallahul ğaniyyu ve entumul fukarae’” “Allah zengin ama siz fakir kimselersiniz”(47/38). Buna nasıl cesaret ediyorsunuz? Allah ben daha çok vereceğim dediği halde niye o kapıyı kapatıyorsunuz? “ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayrakum” “ama tutarda bu nasihatlere yüz çevirir gerisin geri dönerseniz Allah sizi giderir yerinize bir başka kavmi oturtur”(47/38). Siz ölürsünüz çoluk çocuğunuz gelir, o malınızın üzerine oturur. Sizin yiyemediğiniz malı yer. Sizin vermediğiniz yerlere verir. “summe la yekunu emsalekum” “onlar sizin gibi olmazlar”(47/38). O malı sen yemezsin. Yemeyince yerine gelenler yer bitirirler. Onlar sizin gibi olmazlar. Evet, böylece dersimizi bitirdik.
25:39 25:44 Cennete giden herkes mutlaka cehennemden geçecektir. Ayetler var. Enbiya suresi 101 ve 102 de “Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. Bunlar onun uğultusunu bile duymazlar gönüllerinin dilediği nimetler içinde ebedi kalırlar.” Burada “cehennemin uğultusunu bile duymazlar” denen bir gruptan söz ediliyor. Hocanın söylediği bu mealle çelişiyor. Belki benim aldığım meal hatalı olabilir. Bunu kontrol etmenizi rica ederim.