Şimdi az önce okuduğumuz ayetleri tekrar edelim ve bu “Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” kitabından okuduğumuz belgelerle kıyaslayalım. “Ve lekad ehleknâ mâ havlekum minel kurâ” “Ve andolsun ki çevrenizde olan yerleşim bölgelerini helâk ettik.” (Ahkâf 27). Mesela Nuh Tufanı da o bölgede olmuştur. Mezopotamya bölgesi. Yani Mekke Medine’nin çevresinde kalıyor.
İşte, Ahkaf olayı, Nuh Kavmi’nin olayı, ondan sonra Lut (a.s)ın olayı, Şuayb (a.s)ın hep bu bölgelerde olmuş. Ha, Firavun birazcık uzakta kalıyor ama o da o çevrede.
Bir katılımcı: Neden hep orada oluyor Hocam? Yani Amerika’daki bir adam merak eder. Yani Ortadoğu’da oluyor böyle şeyler.
Ne yapalım? Merak ederse eder. Yani bilmediğimiz konuda konuşamayız. Allah orayı bildiriyor. Öbür taraftarlarda olmamış değil, orada da olmuştur ama Cenab-ı Hak burayı bildiriyor.
“ve sarrafnel âyâti leallehum yerciûn.” “Ayetleri böyle dönüp dönüp anlatıyoruz…” Bakın şeyde, mesela dikkat ederseniz her derste şirkle ilgili bir ayet geçiyor. Allahla insanların arasına bir aracı koyup ondan yardım istemenin şirk olduğunu hemen her derste bir ayette okuyoruz. Biz bunları özel olarak seçmiyoruz biliyorsunuz, zaten sıradan okuyoruz. İşte Allah böyle ayetleri tekrar tekrar anlatıyor. “… belki bu yanlıştan dönerler diye.” (Ahkâf 27).
Ama insanlar hâlâ bir kurtarıcı peşindeler. Şimdi, Mesih geliyor diyorlar. Peki… gelsin. Ben Müftülükteyken bana derlerdi ki, Hocam Mehdi gelecek mi? E gelsin. Bir bardak çay veririz. Çayımız var Allaha şükür. (gülüşmeler) Buyursun, müsaidiz. Öyle cevap verirdim. Benim için bir mâni yok, buyursun gelsin. Ondan sonra derdim ki, kardeşim gelip de ne yapacak? İşte kurtaracak. Kurtarıcı yok İslam’da.
Yani şimdi, sen kendin kendini kurtarırsan kurtarırsın, yoksa başkası seni kurtaramaz. İsa (a.s) gelecek. Ne yapacak? Haçı kıracakmış. Haçı kırmakla ne olur? Hadi kırdın. Efendim cizyeyi kaldıracakmış. E şimdi siz bir taraftan diyorsunuz ki, İsa (a.s) gelip Kur’an-ı Kerime uyacak diyorsunuz; Kur’anın bir hükmü cizye, nasıl kaldırır? O zaman yeni bir peygamber olması lazım. İşte, bütün insanları Müslüman edecek, bilmem kurtarıcı falan filan.
Yahu kardeşim böyle bir şey yok. İşte Allah Son Peygambere de diyor ki, sen ne bir zarar verebilirsin ne de olgunlaştırırsın. Yani insanlar böyle hep birer kurtarıcı… Yani keyfim benim bozulmasın, birileri benim işimi görsün. Böyle bir şey yok.
“Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliha.” “Allahın dûnundan Allaha yaklaşmak için tanrı edindikleri…” (Ahkâf 28). İşte, yardıma çağırdıklarını gördük işte. (“Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” kitabını gösteriyor) Bunlar da Peygamberimizi tanrı edinmişler maalesef. Çünkü az önce okuduğumuz ayette ne diyor? “Yalnız Rabbimi yardıma çağırırım, Ona bir şeyi ortak koşmam.” (Cin 20).
Şimdi, bunlar Allahtan başka Peygamberi de yardıma çağırmışlardı belgelerde okuduk. Ne olmuş oluyorlar? Ortak koşmuş oluyorlar, tanrı yapmış oluyorlar. Peki, gelip yardım etseydi ya. Senin karşında bulunan, Birinci Cihan Savaşı’nı düşünün, karşında bulunan Hıristiyanlar da İsa bizi koruyacak diyordu. Bunlar Muhammed bizi koruyacak diyordu.
Şimdi, senin kitabın bozulmamış bir kitap. Baştan aşağı bunun şirk olduğunu yazıyor. Ama onların kitapları bozulmuş kitap, bazı yerlerde İsa’nın kurtarıcılığından falan bahsediyor. Hangi taraf daha kötü durumda bu iki grubun?
Bir katılımcı: Her ikisi
Daha kötü durumda olan hangisi?
Katılımcılar: Müslümanlar…
Müslümanlar daha kötü. Daha kötü olan kaybediyor işte. Ya senin elinde Allahın kitabı bozulmamış kitap olduğu halde sen bu kitaba gözünü yumuyorsun. Sensen daha çok suçlu birisi olur mu? İnsanları aydınlatma durumunda olan sensin. Ama sen perdeyi çekiyorsun.
Şimdi, bizim burada bir Rasim Hoca var. Son zamanlarda derslere gelmediği için bazılarınız tanır çoğunuz tanımaz. Bu Moskova’da felsefe hocalığı yapmış. Rusya’nın dağılması sebebiyle oradan gelenlerden. Şimdi bizim burada çalışıyor. Bir sene kadar Azerbaycan’da kaldı. İki ay kadar, en fazla üç ay olmuştur geleli. Otuz yıl boyunca tabi Kur’an-ı Kerimin adını sadece biliyor. Bir de kendinin Müslüman olduğunu biliyor. Başka bir şey bilmiyor.
Burada Kur’an-ı Kerimle tanıştı. Ve her bir ayeti okudukça adamdaki değişikliği göreceksiniz. Yani böyle çarpılır gibi oluyor. Dün diyor ki, bu hocalar, böyle sinirli bir şekilde, Kur’anın üzerine yatmışlar, kendileri de okumamış başkalarına da okutmamışlar diyor. Böyle şey mi olur diyor ya. Hakikaten öyle.
Bir katılımcı: Hocam okutmuşlar da manasından habersiz okutmuşlar.
Manasından habersiz okumaya Kur’an-ı Kerim okuma demiyor. Manasından habersiz okuyanlara ümmiler diyor Kur’an-ı Kerim. Bunlar kuruntunun peşindedirler diyor. Bu okuma değil ki. “Yetlûne” deniyor, ona uyan; uyacaksın, takip edeceksin. Şimdi İngilizce bir metini san versem, tek kelime bilmiyorsun çok da düzgün okuyorsun. Ne işe yarar? Hiçbir işe yaramaz. Onu düzgün okumak için uğraşmanın bile bir faydası yok.
“Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliha.” İşte, “Allahın dûnundan kendilerini Allaha yaklaştırsınlar diye tanrı edindikleri gelip bunlara yardım etseydi ya.” Kurtarsaydı ya. “bel dallû anh” “Hayır, kayboldu gittiler.” Yani hiç birisi gelemez ki. “ve zâlike ifkuhum” Bu onların iftirasıdır. İşte, ayette Peygambere Cenab-ı Hak diyor ki: “De ki ‘Ben size ne bir zarar vermeye ne de sizi olgunlaştırmaya güç yetirebilirim” diyor. (Cin 21). Bunlar da diyor ki, Peygamberin bize yardım edeceği konusunda Allahın vaadi var diyor. Şimdi, bu bir iftira değil mi?
“ve zâlike ifkuhum” Bu onların iftirasıdır. Yalanıdır… Burada yalan diyeceğiz. “Onların yalanıdır.” “ve mâ kânû yefterûn.” “Ve yaptıkları bir iftiradır.” (Ahkâf 28).
Bir katılımcı: Hocam burada Peygambere uymak şartıyla Allahın vaadi vardır denmişse…
Peygambere uyarsan zaten Cenab-ı Hak sana yardım eder. “ve kâne hakkan aleynâ nasrul mu’minîn” diyor Cenab-ı Hak. “Müminlere yardım etmek bize görevdir” diyor (Rûm 47). Bunu Allah-u Teâlâ söylüyor bunu. Ondan sonra “ve kezâlike nuncil mu’minîn” “İşte müminleri böyle kurtarırız” diyor (Enbiyâ 88). Yani şimdi siz Allahın dediği gibi davranırsanız Cenab-ı Hak elbette yardım eder, bunun çok örneği vardır. Ama siz Allahın dediği gibi davranmıyorsunuz. Önce siz kendi sözünüzü söylüyorsunuz, arkasından ayetleri getiriyorsunuz, uymazsa da uyduruyorsunuz. Az önce okuduğumuz gibi.
“Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’ân” “Sana bir gün cinlerden bir grubu yönlendirmiştik. Kur’an dinleyeceklerdi.” Kur’an dinliyorlardı. “fe lemmâ hadarûhu…” Ha, Kur’an dinleyeceklerdi. “Kur’an dinlemek için bir cin grubunu sana yönlendirdik.” “fe lemmâ hadarûhu” “Oraya gelince” “kâlû” “Dediler ki” “ ensıtû” “Susun susun” “fe lemmâ kudıye” “Okunan Kur’an tamamlanınca” “vellev ilâ kavmihim” “Kavimlerine döndüler” “munzirîn” “Uyarıcılar olarak.” Kur’anı dinlediler, kavimlerini uyarmak için gittiler. (Ahkâf 29).
Şimdi, rivayette bunların Nusaybinli cinler olduğu bildiriliyor. Peygamberimiz (s.a.v) kendisine destek bulmak için Taife gitmişti. Taiften dönüşte Nahle denen yerde orada konakladı. Geceleyin kalktı, namaz kılmaya başladı. Ve cinlerden bir grup ki yedi tane olduğu rivayet ediliyor. Yedi tane cin geliyor Peygamberimizi orada dinliyor. Buradaki bu ayet onlardan haber veriyor.
Şimdi, bu şeyler, başka rivayetler de var. Cin suresine geldiğimiz zaman okuyacağız. Cinler daha önce birinci kat semaya çıkıyorlar. Yani o yıldızların bulunduğu kat birinci kat sema biliyorsunuz. Oraya çıkıyorlar. Orada bir takım dinleme yerleri var. …ler. Orada dinliyorlar. Neyi dinliyorlar? Melekleri dinliyorlar. Meleklere de Allah-u Teâlâ görev vermiş. İşte, dünyada olacak olaylarla ilgili aralarında konuşmalar yapıyorlar. İşte, İstanbul’da Süleymaniye’de şu olacak, falan adam şöyle olacak, filan bu. Orada herhangi bir söz duyuyorlarsa, ona yüzde doksan da yalan katarak gelip dünyadaki ilişkide oldukları kişilere bildiriyorlar. E onlar da bir takım şeyler söylüyorlar. İçlerinden doğru çıkan da olunca, hah bu kâhin bildi diye insanlar kendi gözlerinde onu tanrılaştırıyor.
Peygamberimiz (s.a.v) gelince gök kapıları kapanıyor. Bu rivayetlerde diyor ki, cinler gene dinlemek için gökyüzüne çıktılar, baktılar ki bizi artık oraya sokmuyorlar. Göktaşları atılıyor. Şahap ya da şahab dediğimiz şeyler. Yani meteor, bugün öyle deniyor. Onları arkalarından atılıyor. Diyorlar ki mutlaka yeryüzünde önemli bir olay olmuştur. Ne yapalım? Bir araştırma yapalım. Gruplar halinde yeryüzüne dağılıyorlar. İşte Nusaybin’den çıkan yedi tane cin de dolaşırken gece Peygamberimize rastlıyor. Bakıyorlar ki bir şey okuyor. Kur’an okuyor. Tabi sesli okuyor Kur’an-ı Kerimi. Susun dinleyelim diyorlar. Dinliyorlar. Hah işte bu yüzden gök kapıları kapanmış olmalıdır. Dinleyip Müslüman oluyorlar. Ve kendi kavimlerine dönüyorlar kavimlerini uyarmak için.
Şimdi, biliyorsunuz Cenab-ı Hak insanları da cinleri de kendisine ibadet için yaratmıştır. “Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûni.” “İnsanları ve cinleri sadece ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 56). Ondan sonra bir ayette de diyor ki, A’râf suresinde olacak. “Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel ins” “İnsan ve cinlerden çoğunu cehennemlik için yaratmış olduk.” (A’râf 179). Yani artık kendilerini o noktaya getirdiler.
“lehum kulûbun lâ yefkahûne” “Onların kalpleri var…” Kimin? İnsanların ve cinlerin. Cinlerin de kalbi var diyor. Ama onlar anlamıyorlar. Bakın, insanlarla eşitleniyorlar. “ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ” “Gözleri var ama gerçekleri görmek istemiyorlar.” Basiret yok yani. Olayların arka planını görmek istemiyorlar. “ve lehum âzânun” “Kulakları var” Ama “lâ yesmeûne bihâ” “Onunla gerçekleri duymak istemiyorlar.” (A’râf 179).
Şimdi, şeye baktığınız zaman, insanın yaratılışı ile ilgili ayetlere; onu inşallah bir kere daha burada şey yapacağız. Mehmet Bey’in de yardımıyla Allah nasip ederse. Ayetleri bir daha okuyacağız ama bazı şeylerini hatırlatmak istiyorum. 22. sureye bakarsak… Yok. 32 imiş. Secde suresi. Bu ayeti birkaç kere okuduk ama her defasında bir başka maksatla okuyoruz.
“Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu” “Yarattığı her şeyi güzel yapandır” Allah-u Teâlâ. “ve bedee halkal insâni min tîn” “İnsanı yaratmaya tînden, suyla toprağın birleşmesi ile başlamıştır” “Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn” “Sonra insanın soyunu bir özden, zayıf bir sudan oluşturmuştur.” Meniden. “Summe sevvâhu” “Sonra onu organlarını dengeli bir şekilde oluşturmuş.” “ve nefeha fîhi min rûhihî” “Ve içerisine kendi ruhundan üflemiştir.”
Şimdi bundan sonra ortaya çıkanlar neler? “ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh” “İşitme, görme ve kalpler oluşturduk.” Bakın, bu üç şeyde insanı diğer varlıklardan ayırıyor. Bu üç şey cinde de var. Yani “Ve lekad zere’nâ li cehen… lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ” (A’râf 179). İşte, kalpleri var onunla anlamazlar, kulakları var dinlemezler, gözleri var görmezler. İnsanda da cinde de var.
Peki insanla cinin her ikisinde de, her ikisinin de kâfiri var Müslümanı var. Her ikisinin de şeytanı var Rahmanisi var bizim halk diliyle. Mesela Nâs suresini okurken “Kul eûzu bi rabbin nâs” “De ki insanların Rabbine sığınırım.” “Melikin nâs” “İnsanların Melikine.” Kralına. “İlâhin nâs” “İnsanların İlahına” sığınırım. Neden? “Min şerril vesvâsil hannâs” “O sinsi vesvesecinin şerrinden.” “Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs” “Öyle ki insanların göğsüne vesvese verir.” Kalbine. Kim bunlar? “Minel cinneti ven nâs” “Cinlerden ve insanlardan.”
İşte bunlar cin şeytanı insan şeytanı da oluyor. “şeyâtînel insi vel cin…” “Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven” “İşte böylece her peygambere bir düşman oluşturduk.” “şeyâtînel insi vel cinni” “İnsan ve cin şeytanlarından.” “yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ” “Biri diğerine … söz fısıldar aldatmak için.” (En’âm 112).
Şimdi, bakın aynı. Sorumluluk aynı, ana özellikler aynı, davranış biçimleri aynı. İşte, Peygamberimizin tebliğine de muhatap olmuş Kur’an dinlemişler. Cin suresinde daha da geniş olacak. Ve Müslüman olmuşlar. Cehenneme gidecek cinler var, cennete gidecek cinler var.
Şimdi, onlarla bizim aramızdaki fark nedir? Vücut yapısı. Vücut yapısı değişik boyutlarda. Onlar… Cenab-ı Hak onları neden yarattığını burada bildiriyor. Mesela diyor ki: “Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn. Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm” (Hicr 26, 27). Cinnileri daha önce yarattık diyor, insanlardan önce. İnsanların yaratılmasından önce cinler yaratılmış.
Şimdi, bir ayeti kerimede de şeytanın cinlerden olduğu, “kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih” “O da cinlerdendi Allahın emrinden çıktı.” (Kehf 50). Adem yaratılırken şeytanın da var olduğunu biliyoruz ayetlerden. E Mele-i Âlâ’ya çıktığını da biliyoruz, işte az önce okuduk. Orada muhatap oluyor Âdem’e secde emriyle ve yapmıyor.
Şimdi, insanlardan önce yaratılmış bu cinler.“min nâris semûm”, nâris semûmdan. Semûm ne demek? Sıcak rüzgâr demek. Ateşli rüzgâr. Öyle bir şey ki, zehir tesiri yapıyor. Mesela gazdan zehirlenme olayı var ya, ya da dumandan boğulma olayı, sıcak dumandan, öyle bir etki yapıyor. Şimdi, normal sıcaklık insanı zehirler mi? Hangi sıcaklık zehirler? Dumanla karışık. Mesela soba zehirlenmelerini düşünün, eğer o kömür tamamen yanıp da kor haline gelmiş olsa zehirleme olur mu? Ne olur? Dumanla karışık olduğu zaman zehirliyor.
Şimdi, bir başka ayette diyor ki Allah-u Teala; neydi? Vel cânne. Yok, Rahman suresinin ayeti. Tamam tamam. “Ve halakal cânne min mâricin min nâr” Cinniyi de mâricden ateşten yarattı. Şey, “…ateşin mâricinden yarattı.” (Rahmân 15). Mâric, “meracel bahreyn” (Furkân 53). Manası ne? Karıştırmak. Yani ateşten karışık bir şeyle yaratılmıştır. Ateşin karışık olduğu şey nedir? Duman.
Şimdi, bunu Peygamberimiz açıklamış. Müslim’de geçen bir hadiste. Peygamberimiz diyor ki: “Melekler nurdan yaratıldılar…” Onlarda karışık bir şey yok. Nur tamamen. Şu anda burası nur dolu, yani ışık. Işık, nur o demek. Işıktan. “… Cinler dumanlı bir alevden yaratıldılar…” Dumanlı deyince mârici anlıyorsunuz. Bir de semûmu anlıyorsunuz. Yani zehirleme olayını, “nâris semûm”. İşte bunların böyle bir şeyleri var. “… Âdem de size vasfı yapılandan yaratıldı.” Âdemin de nasıl yaratıldığını biliyoruz.
O zaman demek ki, cinlerle bizim aramızdaki temel fark vücut yapısı. Biz şeyden yaratılmışızdır, topraktan; onlar da dumanlı ateşten yaratılmıştır. Şimdi, zaten şeytan da diyor, beni ateşten yarattın diyor değil mi? Onu çamurdan yarattın diyor.
Şimdi, şey, dumanlı ateşten yaratılmış ama bu dumanlı ateş değil. Mesela şu anda biz topraktan yaratılmışız değil mi? Bize kim toprak diyebilir? Bizim bu halimiz toprak değil. Topraktan yaratılan bir sürü meyve var, sebze var hiç birine toprak demiyoruz. Şeytan da ateşten yaratılmış ama ateş değil. Şimdi, bir toprak parçasını bir adam başımıza vursa başımızı yarar mı? Toz toprak içerisinde kalsak rahatsız olmaz mıyız? Birisi bize toprak yutturacak olsa boğulur ölürüz.
Dolayısıyla, şimdi yani birisi der ki, canım iyi işte şeytan ateşten yaratılmış cehennemde ona hiçbir şey olmaz ki. Sen de topraktan yaratılmışsın ama hadi git bakayım çöllerde dolaş bir şey oluyor mu olmuyor mu o zaman görürüz.
Enes Hoca: “Yurselu aleykumâ şuvâzun min nâr”…
Ha, “Yurselu aleykumâ şuvâzun min nârin ve nuhâsun fe lâ tentesırân.” Evet. Yani her ikinizin üzerine de, yani insan ve cinlerin üzerine de… Şey mi, alevli ateş mi?
Enes Hoca: Lehebun min nâr.
Tamam, alevli ateş gönderilecektir. Dolayısıyla o alevli ateşten insan ne kadar sıkıntı çekerse o da o kadar sıkıntı çekecektir.
Evet. Şimdi bu şeyler, yapılar böyle. Yapılar böyle. E böyle şey olduğu için iki taraf da akıllı, iki taraf da irade sahibi, iki taraf da mesul, iki tarafta da aynı temel özellikler var. Onun için ettakaleyn denir değil mi? Yani iki ağırlık anlamında. Yani yer yüzünde ağırlığı olan iki varlık anlamında.
İşte, burada daha geniş açıklamaları şeyde yaparız inşallah, Cin suresinde, yine bu konuyla ilgili.
“Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni” “Cinlerden bir grubu sana yönlerdirdik.” “yestemiûnel kur’ân” “Kur’an dinleyecekler.” “fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû” Peygamberimizin “Yanına geldikleri zaman susun dediler.” (Ahkâf 29). Peygamberimiz farkında değil onların Kur’an dinlediklerinden. Mesela şu anda bizim dersimizi dinliyor olabilirler.
Şimdi, cinlerin o şeytan olanlarıdır zararlı olan. İnsanların hangi grupları zararlıysa cinlerin de aynı şekilde. Yani cinleri tanımak istiyorsan insanlara bakın. Farkları sadece vücut yapısı olarak, başka bir farkları yok. Tabi vücut yapısının verdiği farklar var. Onlar bir yerden bir yere çok çabuk giderler. Ama biz bu topraktan yapılmış vücudu kolay götüremeyiz. Işık nakli çok çabuktur da, ısı nakli, ateş nakli çok çabuktur da toprak nakli o kadar çabuk değildir.
“fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû” Peygamberimizin “Yanına geldiler mi susun dediler.” “fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn” Peygamberimiz “Okumayı bitirince kavimlerine döndüler uyarıda bulunmak için.” (Ahkâf 29).
“Kâlû yâ kavmenâ” Kavimlerine “Dediler ki ey kavmimiz” “innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ” “Biz bir kitap dinledik Musa’dan sonra indirilmiş.” Bir de ayet ve hadislerde görmedim ama birçok kitapta bunların ömürlerinin bize göre çok uzun olduğu söyleniyor. Musa (a.s)ı da görmüş olabilirler. Musa’dan sonra indirilmiş bir kitap dinledik.
“musaddikan li mâ beyne yedeyhi” Bu “Kendinden önce olanı tasdik ediyor.” Yani Musa’nın kitabını da kabul ediyor. “yehdî ilel hakk” “Doğruya çağırıyor.” Doğruya yönlendiriyor. “ve ilâ tarîkın mustekîm” “Ve doğru bir yola çağırıyor.” (Ahkâf 30).
“Yâ kavmenâ” “Ey kavmimiz” “ecîbû dâiyallâh” “Allaha çağırana cevap verin.” Onun çağrısına cevap verin, kulak verin, kabul edin onun çağrısını. “ve âminû bihî” “Ona inanın.” “yagfir lekum min zunûbikum” Allah “Sizin günahlarınızı bağışlasın.” Bakın aynı cümleler insanlara şey olarak da söyleniyor değil mi? “ve yucirkum min azâbin elîm” “Ve sizi acıklı azaptan kurtarsın.” Günahlarınızı bağışlasın ve acıklı azaptan kurtarsın. (Ahkâf 31).
“Ve men lâ yucib dâiyallâh” “Kim Allahın davetçisine cevap vermezse”, Allaha çağırıyor başka bir yere değil ki. “fe leyse bi mu’cizin fîl ard” “Bu topraklarda Allahı aciz bırakamaz.” Allahtan kaçıp kurtulamaz. “ve leyse lehu min dûnihî evliyâ” “Onun Allahın dışında da dostu yok.” Allahla kendi aralarında evliyası falan da yok. Bakın iyice kavramışlar değil mi inancı. “ulâike fî dalâlin mubîn” “O zaman böylesi açık bir sapıklık olur.” (Ahkâf 32).
Düşünebiliyor musunuz, bir gece vakti Kur’andan öğrendiklerine bakın ve siz kendinizi mukayese edin. Kur’anı dinlediğiniz zaman buradan kendinizi kârlı çıkmış olarak kabul ediyor musunuz? Etmeseniz gelmezsiniz zaten. İyi ya, Kur’anın verdiğini hiçbir şey veremez.
“E ve lem yerev ennallâhellezî halakas semâvâti vel ard” “Görmediler mi gökleri ve yeri yaratan Allah”, “ve lem ya’ye bi halkıhinne” “Bunları yaratmada da her hangi bir şekilde yorulmamıştır.” “bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ” “Ölüleri diriltmeye kâdir değil mi?” Bunu görmediler mi? Bunu anlayamadılar mı? (Ahkâf 33).
“e leyse hâzâ bil hakk” “Bu gerçek değil mi?” “kâlû belâ ve rabbinâ” “Dediler ki evet, Rabbimizin hakkı için bu doğru.” Allah ölüleri diriltiyor. Çünkü birçok tabiat ölüyor yeniden diriliyor. Biz gözümüzle görüyoruz. “kâle fe zûkûl azâbe bi mâ kuntum…” (Ahkâf 34). Ha, yok, atladım değil mi?.. Baya atlamışım ya.
“belâ innehu alâ kulli şey’in kadîr” “Hayır, Allah her şeye kadirdir.” Ya da, “Evet, Allah her şeye kadirdir.” (Ahkâf 33).
“Ve yevme yu’redullezîne keferû alen nâr” Bakın arkası… Atlayınca tabi kopukluk oluyor. “Kâfirler ateşe arz olundukları zaman.” Ateşin önüne getiriliyorlar. “e leyse hâzâ bil hakk” Denecek ki, şu cehennem hak değil miymiş? Sen şimdi bana burada bir kilim ver de ahirette halı al diyenler; gerçek değil miymiş? “kâle fe zûkûl azâbe bi mâ kuntum tekfurûn” “İşte kâfirliğinize karşılık bu azabı tadın.” diyecektir Allah-u Teâlâ (Ahkâf 34).
Evet. Ha, kâlu, orayı gene atladım değil mi? “e leyse hâzâ bil hakk” “Bu gerçek değil mi?” “kâlû belâ ve rabbinâ” “Dediler ki evet, Rabbimiz hakkı için bu bir gerçekmiş.” Hakmış. “kâle fe zûkûl azâbe…” “Öyleyse tadın…” Madem gerçekmiş gerçek azabı tadın bakalım. “… kâfirliğinize karşılık.”
“Fasbir…”
Servet Bayındır: İman etmiş mi de Rabbim diyor?
Ya ahirette “rabbinâ” diyecekler ama… Şeytan da Rabbim diyor. Şeytan da ne diyor? Diyor ki: “Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn” Rabbim demesi onun kâfir olmasını engellemiyor ki. Şimdi, birçokları ben Allahıma inanmışım diyor, ondan sonra da kalkıyor Allaha kafa tutuyor; şu uygun değil, bu uygun değil…
“Fasbir…” Peygamberimize Cenab-ı Hak emrediyor, aynı zamanda bize emrediyor. “Sabırlı ol.”, “kemâ sabere ulûl azmi miner rusuli” “O azimli peygamberlerin sabrettiği gibi.” Yani senden önceki peygamberler ne sıkıntılarla karşılaştı ve sabrettiler. Sen de sabret.
Bir katılımcı: Hocam “miner rusuli”… Peygamberler…
İyi, o peygamberlerden azimli olanlar. Yani sıkıntılara karşı tahammülü olanlar. Mesela geçen hafta, o gök katlarının her birindeki peygamberleri şey yaptık. Mesela Peygamber efendimiz için Allah-u Teâlâ Âdemle ilgili olarak ne diyor? Biz onda… mâ vecednâ… fihi min azm…
(Katılımcılar ayeti hatırlatıyor)
“ve lem necid lehu azmâ” “Onda bir azim bulamadık.” (Tâhâ 115). Yani kararlığı yoktu Âdemin. Onun için birinci kat semada oldu. Ama en azimli olan İbrahim (a.s) da yedinci kat semadaydı değil mi? Geçen hafta okuduk.
Onun için, şimdi biz de demek ki bu dünyadaki sıkıntılar karşısında ne kadar azimli ve kararlı olursak, ahiretteki makamımız da o derece yüksek olacaktır.
“ve lâ testa’cil lehum” “Onlar için hiç acele etme.” “ke ennehum yevme yerevne mâ yûadûn” Şimdi onlar hoplayıp zıplıyorlar, kendilerini keyifli görüyorlar ya, “Kendilerine vaat edileni gördükleri gün”, sanki onlar “lem yelbesû illâ sâaten min nehâr” “Bu dünyada günün bir saatinde kalmış gibi hissedeceklerdir kendilerini.” Şöyle bir saat kadar kaldık geldik o kadar. “belâg” “Bu bir tebliğdir.” “fe hel yuhleku illel kavmul fâsikûn” “Yoldan çıkmış kavimlerden başkası helâk edilir mi?” (Ahkâf 35).
Sadakallâhulazîm.