Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Dersimiz Mücadele suresine kadar geldi. Bu sureye geçmeden önce geçen hafta sonu Isparta’ya gittik, Mustafa Çağlar’la beraber. Birlik vakfının Isparta şubesi davet etmişti. Cumartesi ve Pazar günü 3 toplantı yaptık. Orada Cumartesi 2 toplantı, birisi saat 1’den işte 2-2 buçuğa kadar sürdü. Birisi de akşam saat 7’den 10’a kadar sürdü mü? Evet. Ondan sonra Pazar günkü toplantıda da Kuran’ı Kerim’in Kuran’la açıklanması konusu üzerinde durduk. Pazar günü de saat 10’dan saat 1’e kadar falan sürdü. 3 saat sürdü. Şimdi oldukça verimli bir çalışmaydı, Pazar günkü toplantıya İlahiyat Fakültesi’nin Dekanı, Müftülüğün Şube Müdürü, ondan sonra İlahiyat Fakültesi’nin bazı hocaları ve oradan bazı aktif olan öğretmenler katılmıştı. Hanımlardan da çok akıllı, şuurlu hanımlardan katılanlar vardı. Güzel bir toplantı yaptık, esas söylemem gereken şu. Kuranı Kerim’den bahsedince, büyük problemler çok kısa sürede çözüm buluyor. Uzun uzun konuşmaya lüzum yok. Fakat orada yani insanlar problemlerin birdenbire çözülmesinden sonra tuhaflaşıyorlar. Mesela yavaş yavaş çözsen alışacaklar da, problemleri ayetlerle birdenbire çözünce tuhaflaşıyorlar, bu defa ellerinden o geçmişin uçtuğunu görüyorlar, mesela hadi Tasavvuf, tarikat uçtu o neyse, hadi cemaatler uçtu o neyse, ama mezhepler uçunca buna kimse tahammül edemiyor. Biraz zor geliyor insanlara ve çok garip bir şekilde peki bu gelenek ne olacak? Tamam, sizin bu anlattıklarınız son derece tatminkâr, gerçekten ayetler bunu açık bir şekilde söylüyor. İşte talak ve evlenme konusunu anlattık, orada örnek olarak. Bir gün önceki sorularına karşılık anlattıklarımızdan birisi zina cezasının neshedilmesi olayıydı yani recm cezasının olmaması. Bir başkası da tahrik olayıydı. Başka var mıydı? Böyle açık. Benim aklıma gelenler bunlar. Tabii çok sayıda sorular sordular. Hemen şey ne olacak, çok garip bir şekilde bu gelenek ne olacak? Dedim ki şimdi burada size şöyle bir soru sorayım. Peygamberlere karşı çıkanların, temel dayanakları neydi dedim. Gelenekti, e tamam dedim o zaman. Daha başka bir şey söylemeye lüzum yok. Bu soruyu bana sormayın dedim. Her yerde söylediğim bir şeyi burada da tekrarlayayım dedim, size burada birçok konuları anlattım. Herhangi bir yerde bu konuları benden bahsetmeye hiç ihtiyaç duymadan, sadece ayetleri anlatarak anlatabilir misiniz? Anlatırız. Öyleyse sorunuzu Kuranı Kerim’e sorun, bana sormayın. Demek ki bunlar benim sözlerim değil. Şimdi bu işin bu tarafı bir tuhaflık ama ani bir refleks olarak gözüküyor. Bundan sonra öyle bir şey söylemediler yani. Sonra oralarda da ciddi ciddi Kuranı Kerim’e yöneliş var. Birlik vakfının yaptığı programlara baktık. Kuranı anlamayla ilgili çalışmalar var, peygamberimizi anlamayla ilgili çalışmalar var. Böyle seminer çalışmaları, programlar yapmışlar. Orada radyoda konuşma yapan, bir öğretmenler var Ramazan bey diye. Onun da sürekli meşgul olduğu ekipler var, hepsine de Kuranı Kerim öğretiyormuş, yani Kuran’la yaşamayı, Kuran’ı anlamayı, bu yönde çalışmaları varmış. Netice’i kelam oldukça dolu dolu ve verimli bir hafta sonu geçirdik geldik buraya. Bundan da sizin haberiniz olmuş olsun. Önümüzdeki hafta da Allah nasip ederse, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ankara’da bir hafta süreyle düzenlediği bir toplantı var.
Seyirci: Namaz vakitleri gündeme gelecek mi hocam?
Evet şimdi namaz vakitleri gündeme gelecek. Bir hafta süren bir toplantı var orada. O toplantı değişik güncel dini meseleler diye değişik ekipler halinde çalışılacak, bizi sosyal problemlerle ilgili komisyonlara koymuşlar, talak, yani boşanma, evlenme, faiz gibi konular var. Bir başka komisyonda da namaz vakitleri var. Allah nasip ederse namaz vakitleri komisyonunda da konuşma talep edeceğim. Bugün Ataoğulla beraber Anadolu Üniversite’sinin Uzay Bilimleri Bölümüne gittik, Uzay Bilimleri Fakültesine. Oradan Adnan Ökten diye bu şeyde uzayla ilgili artık onların özel isimlerini söyledi ama neydi onların özel isimleri Ataoğlu? Asıl adı neydi Adnan beyin konusunun? Uzay güneş hareketleriyle ilgileniyor. Biz onunla esasen şöyle konuştuk, zaten ben de onu öyle biliyordum da. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının yayınladığı bir almanak var, o almanakta zihnimi karıştırıcı bir takım ifadeler oldu. Konunun uzmanı olmadığımız için bilgilerimiz kulak dolgunluğuna dayanıyor. Şimdi yanlış bir şey gördüm mü bu yanlıştır, doğrudur diyemiyoruz. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın o almanağında gördüğüm bazı bilgiler beni şüpheye düşürdü, daha önceden bildiğim bilgiler yanlış mı diye. Gittik orada Adnan beyle görüştük, sağ olsun çok sıcak bir ilgi gösterdi. Orada bizim eski bilgilerimizin tamamen doğru olduğu ortaya çıktı. Daha önce anlatmıştım, burada bir kez daha anlatayım, çünkü bu son derece önemli bir mesele, Ahmet Muhtar Paşa namaz vakitlerini hazırlarken, yatsı ve sabah namazlarında, astronomik tan dediğimiz, yani astronominin itibar ettiği tan, yani ufkun kararması hadisesine dayanarak namaz vakitlerine tatbik etmiş. Bu güneşin 18 derece ufkun altında olması hali. Yani battıktan sonra ufkun 18 derece altına inmesi ve doğuştan 18 derece öncesi, doğuştan 18 derece öncesi fecr oluyor, sabah namazı, battıktan 18 derece sonrası da yatsı namazı oluyor, Ahmet Muhtar Paşa’nın tespitine göre. Bunun üzerine de 3 derecelik bir ihtiyat payı ekliyor. Ne olur olmaz diye 21 derece. 20 dakikada bir, ayrıca 1 derece temkin denen bir şey ekliyor, dolayısıyla sabah namazını gecenin ortasına doğru, yatsıyı da gecenin ortasına doğru kaydırıyor, orada uyuyacak çok az bir vakit kalıyor insanlara, bu çok çok büyük bir hata, yani hiçbir şekilde kabul edilme imkânı olmayan bir hata. Sonra Diyanet İşleri Başkanlığı bu 20 derecelik temkinleri kaldırdı. Kaldırınca biraz daha bir rahatlama oldu. Fakat Türkiye gazetesi takvimi Ahmet Muhtar Paşa’yı aynen takip ediyor. Türkiye Gazetesi takvimi komisyonuna bu meseleyi ben yıllarca, defalarca anlattım, onlarla rasatlara çıktık, yanlış olduğunu kendi gözleriyle gördüler, raporlara imza attılar ama hiçbir netice ortaya çıkmadı. Şimdi şu anda esas anlatacağım şu; Astronomik tan atmosferin 400 km hatta daha fazla yukarısında ışığın kaybolması olayı. Yani bizim gözle görme ihtimalimiz olmayan, şimdi dünyamız burası, atmosfer buradan çok yukarıda, ışık ta buradan buraya kaybolunca astronomik tan denilen olay başlıyor. Hatta hiçbir ışık kalmıyor, ışıklar kaybolduktan sonra bunlar gök cisimlerini rahatlıkla gözlemliyorlar, çünkü güneş ışınları engel oluyor. Şöyle düşünün mesela şurada bir ışık var, ışık olunca dışarısını rahat görebiliyor muyuz? Işık engel oluyor, ışığı kapatırsak rahat görürüz orayı. O ışıkların atmosferin en üst tabakasından kaybolma hali, 400 km yukarısı. Hâlbuki Peygamber SAV’in bize bildirdiği, Kuranı Kerim’in bize bildirdiği yatsı vakti, ufukta ışığın kaybolması, yani 400 km aşağısında, şimdi bunlar dikine çıkılıyor, tersine olsa problem değil. 400 km aşağıda, yeryüzünde ışığın kaybolması halidir, arada korkunç bir fark var. Öyle olunca yatsı namazı olması mümkün olmayacak şekilde geriye itiliyor, sabahleyin tan yeri ağarmasıyla ilgili, yani imsakla ilgili vakitte kabul edilemeyecek kadar gecenin ortasına çekiliyor. Ben zaten daha önce Ramazan’da size söylemiştim, ben ‘78’ten beri imsak vaktine hiçbir zaman uymadım, orada imsak vaktinde ‘78’ten itibaren epeyce yemeye devam ederim. Mesela bu Ramazan’da 40 dakika kadar yemeye devam ettim, az bir vakit mi? Yani 40 dakika da gene ihtiyatlı bir vakittir. Ondan sonra biraz daha devam ettirebilir ama biraz erken kesmiş olmak için öyle yaptık. Şimdi bu çok kesin bir şekilde, bugün Adnan beyle de görüşünce bütün şüphelerim giderilmiş oldu. Ayrıca çok ciddi bir olay daha var, o da şu; Kuranı Kerim’de Allah yatsıyla ilgili olarak, gece kararıncaya kadar, yani gecenin kararması yatsının son vakti oluyor. Hâlbuki bizim ulema, mesela Diyanet gecenin kararmasını yatsının ilk vakti olarak kabul eder. Bunun bizimki gibi ülkelerde çok fazla bir etkisi yok, ama siz kuzey kutbuna gittiğiniz zaman gece kararmıyor. Cenabı Hak Kuranı Kerim’de yatsının son vakti belirliyor, ilk vakti belli değil. Akşamın da ilk vakti belli son vakti belli değil. O zaman bu ne demektir? Bu ikisi arasında bir serbestlik var demektir. İşte biz bütün bunları, eğer şey yapabilirsek, Ankara’daki arkadaşlarımıza güzel bir şekilde ifade edebilirsek, ondan sonra da İslam Konferansı Teşkilatına teklif edeceğim, inşallah kabul ederler, teklifte bulunuruz, tüm İslam ülkeleri üzerinde bir çalışma yaparlar. Çünkü bunlar son derece açık 2×2=4 ne kadar açık bir gerçekse bunlar da o kadar gerçektir. Ahmet Muhtar Paşa’nın yaptığının yanlış olduğunu bilmek için bunları bilmeye de lüzum yok. Onun yazdığı kitaba baktığınız zaman, bir sayfada söylediğini anlayabilmek için öbür sayfada anlamsız hale getirecek cümleler kullanıyor. Neyse böylece inşallah İslam, yani Ahmet Muhtar Paşa’dan bahsetmemin nedeni şu, şu anda kullandığımız takvimleri yapan odur. Tüm İslam âleminde kullanılan takvim Ahmet Muhtar Paşa’nın takvimidir. O takvim de tamamen yanlıştır, yanlışlarla doludur, yani tamamen derken yatsı ve sabah namazlarını kastediyorum, zaten diğerlerinde ciddi bir problem yok. Ama bir problem bu aradaki geçişlerde var, bunu da burada bugünkü bir çalışma olarak size duyurmuş olalım. Hem de kayıtlara geçilmiş oluyor bu vesileyle. Yoksa bu tip şeyleri ne kadar çok söylersek kişi kendisine problem yapar ve çözer.
Bismillahirrahmanirrahim,
Kuranı Kerim’in 58.suresini okuyoruz, Mücadele suresi. Şimdi bu Mücadele kelimesi Türkçe’de biraz farklı anlaşılıyor. Ne anlarsınız Türkçe’de? Şimdi böyle dövüş kavga manasına da gelir mi?
Seyirci: Kabul ettirme manasına da gelir.
Dövüş kavga manasında olmaz mı? O manaya da geliyor. Sizin dediğiniz mana doğru tabii, yanlış değil de, o mana da kullanılıyor halk arasında. Mücadele aslında bir konuyu kabul ettirmek için gayret göstermektir. Şimdi burada bir kadından bahsediyor ayeti kerime, Peygamberimize şikâyete geliyor ve kendi talebini kabul ettirmeye çalışıyor. Onun yaptığı işe bakarak sureye Mücadele suresi adı veriliyor. O kadın açısından düşünülünce de kadının kendisi açısından bazıları isim veriyor, yani kadının özelliğini sureye isim yapmış onlar da Mücadile diyorlar. Mücadele onların yaptığı gayret, Mücadile de o gayreti gösteren kadın manasına geliyor.
Bismillahirrahmanirrahim,
Her defasında tekrarlıyoruz, bu besmelenin anlamını şu şekilde veriyoruz;
“İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla”. Rahman kelimesiyle Rahim kelimesi aynı kökten geliyor, biz bunu merhamet olarak geçiriyoruz. Merhamet iki şekilde olur; mesela 1.karşınızda yardım edilmesi gereken birini görürsünüz, imkânlarınız olur, o sizin merhametinizi ne yapar? O kişiye yardımınıza sebep olur, ona yardım edersiniz. Vah vah deyip te imkânınız olup da, yardım etmezseniz ne derler size? Seninkisi de laf mı kardeşim, yapıyorsan yardım et derler değil mi? Bir de vardır ki, imkânınız yoktur, mesela Allah göstermesin, baktınız birisi denizde boğuluyor, yüzme bilmiyorsunuz, atlasam ben de boğulacağım. Dışarıda üzülür durursunuz, o da bir merhamettir. Hatta birilerini bulmaya çalışırsınız, bir o tarafa bir bu tarafa koşarsınız, bu da bir merhamet değil mi? Şimdi Allahü Teâla’yla ilgili olarak merhamet etmesini düşündüğünüz zaman, Allah’ın her türlü imkânı var, onun için imkânsız diye bir şey yok, o zaman onun merhameti yaptığı yardım ve ikramdır. Ama onun yaptığı ikramı bazen bize ters gelecek yöntemlerle de olabilir. Yani mesela bir anne çocuğunu sabahleyin erkenden uykudan kaldırır. Çocuk böyle ayakta duramaz, ağlar, ondan sonra önlüğünü giydirir, çantasını alır, çocuk bir taraftan ağlarken, annesi onun elinden asılırken gitmek istemez, tutar tıpış tıpış okula götürür ve teslim eder. Şimdi görüntüye bakarsanız annesi merhametsizlik ediyor değil mi? Çocuğun yatıp uyuması lazım, ama çocuk açısından annenin yaptığı kabul edilebilir bir iş değildir. Annesi dese ki tamam oğlum tamam gitme yat çocuk bayram eder. Ama çocuğa faydası çocuğun okula gitmesindedir. Tıpkı onun gibi bazen Cenabı Hak bizi imtihandan geçirir. Bizim için çok acı gelir o, hiç hoşumuza gitmez, rahatsız olabiliriz, ama tıpkı o çocuk gibidir. Allahü Teâlâ mutlaka bizim lehimize, yani eğer bizim yaptığımız bir suçun cezası değilse, o bizi olgunlaştırıcı bir eylemdir. Bizim daha iyi durumumuza, tıpkı o çocuğun yetişmesi gibi, Allah’ın merhameti o şekilde de tecelli edebilir. Dolayısıyla Allah’ın rahmeti bizim merhametimiz gibi değil, yani Allah’ın iyiliği manasına gelir. Şimdi Rahman kelimesine öyle bir mana vermek lazım ki insanlarda olmasın, yalnız Allah’a mahsus olsun. Onun için biz “iyiliği sonsuz” kelimesini tercih ettik, çünkü hiçbir insanın, hiçbir varlığın, Allah’tan başka hiçbir varlığın iyiliği sonsuz değildir, sonu vardır. Rahim kelimesi insanda da olabiliyor. Ona da ikramı bol diye bir mana verdik. Çünkü falanca adamın ikramı boldur denir, gayet normaldir. Böylece şu anlam ortaya çıktı, “iyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla”. Her zaman söylediğim gibi, bu anlam beni şahsen tatmin ediyor, arkadaşlarımdan da farklı bir görüş duymadım bugüne kadar.
Mücadele 58/1;
vallahu yesme’u tehavurekuma.
“Allah ikinizin de karşılıklı konuşmanızı işitir/işitiyordu”.
innallahe semiy’un basıyrun “çünkü Allah işitir ve görür”.
Şimdi burada bu olayın detayını yazmış oradan okursak, belki yanlış anlatma tehlikesinden kurtuluruz. Diyor ki burada, Araplar arasında zıhar denilen bir adet vardı, bir Adem karısına “sen bana anamın sırtı gibisin” deyince kadın o erkeğe haram sayılır ve ebediyen kocası tarafından terkedilmiş olurdu. Anamın sırtı gibisin, yani insanın anasından cinsel olarak yararlanması mümkün olmadığı için, anamın sırtı gibisin dedi mi, artık ben de senden cinsel olarak yararlanamayayım demiş oluyor. Ebediyen karısını kendisine haram kılmış oluyor. Azhab den bin Sabit de karısına kızıp bu sözü söylemişti. Karısı Havle Peygamber’e gidip genç yaşında kocasına hizmet ettiğini, çocukları olduğunu, şimdi bu ihtiyarlık zamanında kocasının o sözü söyleyerek kendisini perişan duruma düşürdüğünü anlattı. Ve Peygamberimizden tekrar kocasına dönmesi için hüküm istedi. Peygamberimiz çocuklarına üzüldüğünü söylüyor, peygamberimiz sen ona haramsın dedi. Kadın çocuklarına üzüldüğünü söylüyor, lehinde bir hüküm verilmesini Allah elçisinden tekrar tekrar istiyordu. Nihayet Allah resulüne vahiy belirdi ve bu ayetler indi, böylece Allah o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının kocasının anası olamayacağını bildirdi ancak böyle bir söz söyleyene de fakirler lehine olmak üzere ceza koydu. Şimdi o cezaları okuyacağız.
2.Elleziyne yuzahirune minkum min nisaihim “Sizden karılarına zihar yapanlar”. Yani senin sırtın bana anamın sırtı gibidir diyenler.
ma hunne ummehatihim “O kadınlar bunların anneleri değildir”
in ummehatuhum ilellaiy velednehum “Bunların anneleri kendilerini doğurmuş kadınlardan başkası değildir”.
O zaman demek ki bizi doğuran annemizden başkası bizim annemiz olmuyor. Saygı olarak, gelenek olarak birisine anne diyebilirsiniz, ama sizin anneniz olmaz. Şimdi mesela kiralık anne uygulamasından bahsediyorlar Avrupa’da. Bir kadın çocuk doğuruyor, diyorlar ki kadından ve erkekten tohum alındı, bir başka kadının rahminde çocuk büyüdü. Şimdi bu çocuk kimin olur? Doğuranın olur, kim doğurmuşsa çocuk onun çocuğudur. Kayınvalidelere anne denmesi saygıdan, yoksa anne olmaz, ama anne yerinde olur. Şey olarak haramlık açısından bir erkeğin kayınvalidesi haramlık açısından, kendi annesi gibidir. Yani kendi annesi nasıl yanında oturur, kalkar, dolaşırsa, kayınvalidesi öyledir. Gelinle kayınpeder de aynı şekildedir, kayınpeder de baba gibidir.
Seyirci: Kaynananın eli öpülmez şeyi nereden geliyor?
AB: Kaynananın eli öpülmez şeyi nereden geliyor? Cazgırlıktan değil, öyle o kadar basit değil. Aslında annenin elini öpmek neyse, kayınvalidenin elini öpmek te odur. Öpülmez şeyi şuradan geliyor, Hanefi mezhebinin bir görüşü var. Buna hürmeti müsahare derler. Yani sıhhi akrabalıktan doğan haramlık. Burada haramlık dediğiniz zaman bir kadının size haram olması manası demektir. Şimdi Hanefiler şöyle derler, bir erkek kayınvalidesinin elini öperken, o erkek ya da kayınvalidesi şehvet duyacak olsa, karısı ebediyen boş olur. Sanki o kayınvalidesi bunun eşi gibi olur, ilişkiye girdiği eşi gibi olur, kendi eşi de kendi karısının kızı gibi olur, Hanefilerde böyle. Bir daha söyleyeyim mi?
Seyirci:
AB: Sen şimdi o kayınvalidenin kızıyla evlisin ya problem orada büyüyor. Şimdi sen kayınvalidenin elini öperken, kayınvalide ya da sen, damat ya da kayınvalide, ikisinden biri diğerine şehvet duyacak olsa, Hanefilere göre diyorum bakın, Hanefilere göre, o kayınvalide senin karın yerinde olur, senin karın da senin üvey kızın gibi olur, ebediyen sana haram olur, artık bir daha o nikâh tutmaz olur. Tamam mı? Şimdi kayınvalide ya da damat, kaynanadan da olabilir bu şehvet ortaya çıkması, damattan da olabilir, aynı şey kayınpeder ve gelin için de söz konusu. Gelin kayınpederin elini öperken, gelin ya da kayınpeder şehvet duyacak olsa o zaman gelin kayınpederin karısı gibi kabul edilir, bir insan babasının karısıyla evlenemeyeceği için, o gelin o damada ebediyen haram olur. Bir daha evlenememek üzere, bir daha düzeltme imkânı yok. Anladın mı?
Seyirci: Anladım da dahası var. Evlilik temel şartlara göre kuruluyor, hükümleri var. Müslümanların böyle cinsi sapık gibi gösterilmesi, Müslümanların ruhuna dokunuyor. O Müslümanlar sanki bir cinsi sapıkmış gibi.
Şimdi o zaman başka bir safhasını daha anlatayım bu işin. Bu işin bir başka safhası da şöyle; Bir kız babasının elini öperken, kız ya da baba, ikisinden birinde bir şehvetlenme olursa, o kızın annesi kendi babasına ebediyen haram olur. Ondan sonra mesela gece uyuyorsunuz, bir baba gece karanlığında, eşi diye bilmeden kızını, elini uzatıp da kızını okşayacak olsa, şehvetle bir de lambalar yansa, kız dese ki baba ne yapıyorsun falan gitti, kasıt masıt yok, gitti. Şimdi Hanefi mezhebinde bu böyle. Hanefi mezhebi bunu nereden çıkardı diye soracaksınız. Hanefi mezhebi bunu çıkarırken delil falan yok, zorlama var. O zorlama da şurada, Nisa suresinin 23.ayeti kerimesini bir açın, Nisa suresi. Neyse konuyu değiştirdik ama hürmeti müsahare’ye dönüştü bu sorularla. 4.sure, 22’de;
innehu kane fahışetev ve makta ve sae sebıla
Şu nikâh kelimesi, şimdi nikâh kelimesi Arapça’da bir cinsel ilişki manasında kullanılıyor, bir de bizim bildiğimiz evlenme anlamına geliyor. Kuran’ı Kerim’de geçen nikâh kelimesinin tamamının evlilik sözleşmesi manasında kullanıldığı kesindir, bu konuda kimsenin bir itirazı yok. Ama Hanefiler diyor ki nikâh kelimesi madem cinsel ilişki manasına geliyor, dolayısıyla o zaman buradaki nikâh kelimesi her iki manaya da gelebilir. Öyle olunca şu sonuca varıyorlar. Bir erkeğin zina ettiği bir kadınla oğlu evlenemez. Babası da evlenemez. Yani bir erkek bir kadınla zina ederse oğlu da evlenemez, babası da evlenemez. Uygunluk-değillik şimdi ayrı bir konu, önce şu meseleyi bir anlatalım sonra uygunluğunu tartışırız. Şimdi nikâha ilişki anlamını verdiler, burada kalsalar çok iyi, burada kalmıyor. İlişkiye götüren sebepler de ilişki gibi sayılır diyorlar. Yani bir tavır insanı ilişkiye götürüyorsa, o da ilişki sayılıyor. Mesela dokunmak, öpmek, sarılmak, cinsel organına bakmak, bunlar ilişkiye hazırlık olan şeylerdir. O zaman diyor bir erkek bir kadına dokunur, o kadını öper, ya da boynuna sarılır da, kadında ya da erkekte bir şehvet ortaya çıkarsa bunlar sanki evliymiş gibi kabul edilir, buna göre diğer hükümler uygulamaya konulur. Ve burada çok daha garip bir şey var, bu dokunma öpme gibi olaylarda, erkekte boşalma olursa hiçbir şey olmaz artık, tehlike geçti. Şimdi tavşanın suyunun suyundan neler yapılıyormuş buradan öğrenin. Tekrar geliyorum, Hanefilerin bu görüşlerinin iler tutar bir tarafı yoktur. Asla ve kata kabul edilemez. Çünkü hangi kadınlar helal, hangi kadınlar haram Allah kitabında saymış.
(anlaşılamadı)36:51 diyerek bunun dışında olanlar da size haram kılınmıştır diyerek açıkça bildirmiştir. Tamam mı?
Şimdi gelelim Şafiilere. Şafiiler de bunun tam zıttı. Zıt kardeşler, bazen birbirine benzemeyen iki tane kardeş vardır, birisinin ak dediğine öbürü kara der. Birisi ne kadar iyiyse, öbürü de o kadar kötüdür. Şimdi Şafiiler diyor ki cinsel ilişki bile haramlığa sebep değildir, dolayısıyla bir insan zina ettiği kadından, o zinasıyla doğan kızla evlenebilir. Al birini vur öbürüne.
Seyirci: Nikâh hakkı olmadığı için mi?
Nikâh hakkı olmadığı için, bu diyor zinadır, zina bir hüküm doğurmaz diyor. Peki, şimdi aynı Şafiiler şunu söylerler, bir tane kız var, babası belli değil. Ve bu adam da kendi ilişkisiyle bulunduğu kadından doğan kızla evlense, onunla, şimdi Şafiilere göre evlenir ya, kendi kızıyla evlendiriyorlar adamı. Günün birinde bu adam dese ki, ben bu kadınla evlendim ya aslında bu benim kızımdır dese o andan itibaren onun kızı olur. Ne oldu? Bunun çocuğu da olduysa, bu çocuklar buna ne diyecek, baba mı diyecek, dede mi diyecek? Şimdi düşünebiliyor musunuz bakın ne hale getirilmiş?
Burada söyledim sen hala oturuyorsun yerinde. Anlaşıldı mı Mustafa Bey? Bunların ikisi de kabul edilemez. Şimdi bunun bu adamın kızı olduğu belli, mezhebi her an sabitlenebilir. O bunun kızıysa, Allah kızlarınızla evlenmeniz yasak derken, şuradan olmuş buradan olmuş kız demiyor.
Neyse şimdi esas konumuza gelelim. Bunları, bu tip şeyleri ara ara söylememiz lazım ki. İşte sonuç, Türkiye’de erkeklerin kayınvalidelerin yanında çok dikkatli olması, gelinlerin de başkalarından kaçmadığı kadar kayınpederlerinden kaçması, bizim doğuda gelin başkalarının yanında çok rahat hareket edebilir, kayınpeder geldi mi burnunun önünde iki tane gözü gözükür, hâlbuki kayınpeder kendi öz babasıyla aynıdır. Kayınpederin yanında büsbütün kapanır. Sizde de öyle mi? Bizde öyle. Saygı değil, esası bu, bu geleneğin dayanağı var. Dayanağı bu saygıdan değil, saygıdan değil, dayanağı bu. Oturmayı bırak, kayınpeder müsaade etmezse, yanına bile gidemez. Konuşmuyor bile ama bu işin temelinde bunlar var, siz onlardan habersizsiniz.
Seyirci: Kayınpederini babası yerine koyuyorsa, babasına nasıl davranıyorsa ona da öyle davranması lazım.
İslam onu babası sayıyor. İslam damadı öz evlat gibi, gelini öz evlat gibi gösteriyor, ayetler açık. Şimdi bu işi tamamlamış olalım. Enes hoca haklı olarak şunu söylüyor, bizim şu cemaati Müslümin Nur suresinin 31.ayetini açsınlar lütfen, o ayet sadece başörtüsü için açılmaz, başka şey için de açılır.(Nur 24/31);
ve la yübdıne zınetehünne “ziynet yerlerini açmasınlar”. Kadının saçı, gözü, kulağı, ayağı bunlar hep süs yerleridir.
illa ma zahera minha “gözüken hariç”. Şimdi görmek için göze, nefes almak için buruna, konuşmak için ağza, yürümek için ayağa ihtiyaç olur. Şimdi çorap almak her baba yiğidin harcı değil, yırtık çorapla gezmemek için şehir yerinde bile birçok çorap almak zorunda kalıyoruz. Hele köy yerinde çorap bulmak kolay değildir.
vle yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne “başörtülerini de yakalarını kapatacak şekilde yakaları üzerine vursunlar”
ve la yübdıne zınetehünne “süslerini açmasınlar”. Şimdi bakın
illa li büuletihinne “kocaları hariç”
ev abaihinne “ya da babaları”
ev abai büuletihinne “ya da kocalarının babaları”. Bak aynı sayıda, kayınpederle, baba aynı sayı, görüyor musun ali?
ev ebaihinne “ya da oğulları, kendi öz oğullarıyla”
ev ebnai büuletihnne “ya da kocalarının oğulları”
ev ıhvanihinne “erkek kardeşleri”
ev benı ıhvanihinne “ya da erkek kardeşlerinin oğulları”
ev benı ehavatihınne “ya da kız kardeşlerinin oğulları”
ev nisaihinne “ya da huyunu suyunu bildikleri kadınlar”
ev ma meleket eymanühünne “ya da sahip oldukları köleler”
evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali “erkeklerden artık şeyi kalmamış, yani kadınlara ilgisi kalmamış erkeklerin yanında da rahat olabilir kadınlar”.
evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ve la yadribne bi ercülihunne li yu’leme ma yuhfıne min zınetihinn “gizledikleri süsleri belli olsun diye ayaklarını çarpıtarak yürümesinler”. Yani bu mankenlerin yürüdüğü gibi,
ve tubu ilellahi cemıan eyyühel mü’minune lealleküm tüflihun “müminler topyekûn Allah’a yönelin, belki kurtulursunuz”. Yani burada şunun için açıkça gördünüz ki kayınpederle kayınvalide aynı oldu. Kocasının başka kadından olan oğlu.
Seyirci: Bileğe bağlanan halhal.
Bileğe bağlanan halhal hiç gördün mü sen şimdiye kadar? Türkiye’de var mı öyle bir şey?
Seyirci: Kitaplarda yazıyor.
Neyse ben o şekilde mana vermedim dikkat ediyorsanız. Neyse burada bir soru geldi hanımlar tarafından. Nikâh akdi gerçekleşmiş, fakat zifaf gerçekleşmemiş eşler boşanırsa, yani nikâhlanmışlar ve boşanmışlar, bunlar tekrar evlenmek isteseler, eşlerden birinin başka biriyle evlenmiş olması şart mı? Böyle bir şart yok, nereden çıkıyor? Evlenmek isterlerse evlensinler ne güzel olur. Nikâh akdi gerçekleşmiş, zifaf gerçekleşmemiş eşler boşanırsa, iddet beklemesi gerekir mi? Şimdi bu soruların cevabını Bakara suresinin, Hafız Yahya söyle, 236 ve 237, şimdi burada diyor ki;
alel musiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh “zengin olan kendi ölçüsüne, fakir kendi ölçüsüne göre”
metaam bil ma’ruf “örfe uygun bir yararlandırmadır”
hakkan alel muhsinın “Muhsinler (iyi davranışlar gösteren) üzerine bir görevdir”. Nikâh yapılmış, zifaftan önce boşanılmış, ama mehir belirlenmemişse, yapılacak iş kadına örfe göre bir takım faaliyetler sağlayıp onu serbest bırakmasıdır.
ve kad feradtüm lehünne “Onlar için de mehirleri belirlemişseniz (diyelim ki 100 altın)”
ferıdaten fe nısfü ma feradtüm “o zaman belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekmektedir”. İlişkiye girmeden boşarsanız.
illa ey ya’fune ev “ama kadınlar bağışlarlarsa problem yok”. Yani istemiyorum derlerse problem yok.
ya ‘füvellezı bi yedihı ukdetün nikah “ya da nikah akti kendi elinde olan taraf bağışlarsa”. Yani erkek bağışlarsa hepsini veriyorum derse o zaman da problem yok, normalde yarısıdır hakkı.
ve en ta’fu akrabü littakva “ey erkekler sizin bağışlamanız (mehrin tamamını vermeniz) takvaya daha yakındır”
ve la tensevül fadle beyneküm innellahe bi ma ta’melune basıyr
Şimdi ilişkiye girmeden boşanılırsa, bu bir kere boşamadır. 2. Ve 3.boşama hakkı vardır. İstedikleri zaman evlenebilirler, hemen evlenebilirler, bunun için beklemeye gerek yok, eğer aynı eşler evlenecekse, 5 dakika sonra da evelenirler, 5 sene sonra da evlenirler, ne zaman isterlerse evlenebilirler. Bir de sorunun 2.faslıyla ilgili ayet te 33.surenin 49.ayeti. Burada da Allahü Teâla diyor ki;
iza nekahtümül mü’minati “Mümin kadınları nikâhınıza aldınız”
sümme tallaktümuhünne “sonra onları boşadıysanız”
min kabli en temessuhünne “Onlarla ilişkiye girmeden boşadıysanız”
femaleküm aleyhinne min ıddetin ta’tedduneha “Onların sizin için bir iddet beklemelerine gerek yoktur”.Yani ilişkiye girmeden boşanan kadın hemen bir başkasıyla evlenebilir, hiç vakit geçirmeden. Beklemesi gereken bir iddet yok çünkü
fe mettiuhünne “onlara bir ikramda bulunun”
ve serrihuhünne serahan cemıla. “ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın”. Serbest bırakırken bağırıp çağırmaya gerek yok, nazikçe yapılır öyle şeyler.
Zannedersem soruların cevabı tamam. Şimdi konumuza geçiyoruz, çünkü yapılacak çok iş var. Mücadele 58/3;
summe ye’udune lima kalu “sonra dedikleri şeyden geri dönyüoralr”. Yani tekrar eşleriyle evliliği sürdürmek istiyorlar. Evliliği sürdürmek istemezse boşanır, ayrılır, zaten yapılacak bir şey yok. Evliliği sürdürecekse o zaman yapılacak nedir?
fetahriyru rekabetin min kabli en yetemassa. Allah’ın bunlara verdiği bir ceza var. “Eşleriyle ilişkiye girmeden bir köle azat etmek”. Yapmaları gereken bu.
zalikum tu’azune bihi “İşte size verilen öğüt budur”
vallahu bima ta’melune habiyrun “Allahü Teâla yapmakta olduğunuz şeyin iç yüzünü bilir”
fesıyamu şehreyni mutetabi’ayni min kabli en yetemassa “eşiyle ilişkiye girmeden önce 2 ay oruç tutması gerekir”
femen lem yestetı’ “buna da güce yetmeyen”
feıt’amu sittiyne miskiynen “60 fakiri doyurur”
2 ayı aralıksız tutacak, arayı açmadı. Bu orucu kim tutuyor? Erkek mi kadın mı? Kadın tutuyor mu? Yok. Adetli kadın arayı açmadan 2 ay oruç tutabilir mi? Yani adet gören bir kadın onu demek istiyorum. Şeyden adetten kesilinceye kadar tutamaz değil mi? Burada görev sadece erkeğe yüklenilmiş bir görevdir, kadına değil. Çünkü zaten ziharı yapan da o. Böyle bir şeyi kadın söylese boş yere söylemiş olur hiç bir şey ifade etmez. Şimdi bir kere 2 tane adam gelmişti, fetva sormaya, ikisi de 60 yaşını geçkin, karı koca yanlarında oğulları var, oğulları da 35-40 yaşlarında falan var. Kadın kocasına diyor ki sen benim babam gardaşımsın, kocayı boşamış kadın, adam da yalvarıyor n’olursun hanım diyor, sen ne diyorsan öyle olsun diyor. Yahu durun dedim, birbirleriyle didişiyorlar gene, oğulları da böyle kenarda hiç ağzını açmayıp bakıyor, belli ki artık burasına gelmiş ama çok da saygılı bir delikanlı, hiçbir şey söylemiyor. Ya n’oldu dedim, başladı kadın konuşmaya. Dedi ki kadın burası müftülüktür her şeyi açık açık konuşacağım. Konuş dedim. Dedi ki yahu bu adam 65 yaşında, torunlarımız var, eskiden bu adam dur durak bilmezdi dedi. Eskiden kendi evimizdeydik idare ediyorduk, şimdi ayrıldık oğullarımızın yanına yerleştik, nerede beni yalnız bulursa hemen vazifeye başlar dedi. Ondan sonra oğulları hiç sesi çıkmıyordu, kenarda duruyordu, utanıyordu adam, artık diyor canıma tak etti ben bu adamı boşuyorum. Adam da yalvarıyor hanım sen nasıl istersen öyle olsun diyor, ne güzel anlaştırdık da gittiler. Bazen öyle oluyor, bazen adam karısına bacımsın diyor, kadın kocasına babam gardaşımsın diyor.
Şimdi içeriden güzel bir cevap geldi, Hz. Ömer minberde konuşuyor, diyor ki bu mehirler çok yükseldi diyor, artık evlenme işi zorlaştı. Hemen bir kadın kalkıyor, diyor ki; ya Ömer sana ne oluyor diyor, Allahü Teâla demiyor mu?
(anlaşılamadı)58:05. “bir karıyı boşar bir başka kadınla evlenmek isterseniz”
(anlaşılamadı) “birisine kantar dolusu hazine vermiş olsanız”
(anlaşılamadı) “Allah kantar dolusu hazine diyor”. Vallahi milletin karısı da bu Ömer’den daha şey çıktı diyor. Burada bizim dinleyiciler de öyle çıktı, bayanlar. Bak bu şey böyle bak. Hocam adetli kadın oruç tutabiliyor, 2 ay neden tutamasın? Soru güzel. Ama şimdi burada şunu düşünmüyor, adetli kadına oruç tutmama ruhsatının verilmesi boşuna değil, her kadında adet aynı şekilde seyretmez. Bazı kadınlar vardır ki hiç rahatsızlık duymadan oruçlarına devam ederler, ama bazı kadınlar vardır ki bu durumlarda oruç tutamazlar zaten. Kadın var kadın var, ama erkeklerde böyle bir problem yok. Bizim o söylediğimiz “tutmayabilir”, mesela erkeklerin tutmayabilir diyebilmemiz için hasta olması lazım ama kadınlar için öyle değil kadınlar da ayrıca bir adet durumu var. İşte ayeti kerimede de, bu ayette 2 ay oruç tutma işinde sadece erkeklerden bahsediyor Allah, kadınlardan değil, çünkü ziharı yapan erkek. Şimdi
zalike litu’minu billahi ve resulihi “bundan dolayı Allahü ve resulüne inanasınız ve güvenesiniz”. Yani bu cezaların yapılan işlemle ne alakası var, bu bir ibadettir, yapacaksınız. Yani bunun mantığını anlamanız gerekmez.
ve tilke hududullahi “bu Allah’ın çizdiği sınırlardır”
ve lilkafiriyne ‘azabun eliymun “kâfirler için acıklı bir azap vardır”. Yani yanlışa yanlışlar yapıp gidenler için acıklı bir azap vardır. Şimdi az önce anlattığımız keffaret size neyi hatırlattı? “Eşlerine senin sırtın anamın sırtı gibidir” diyenler, bir köle azat eder, ilişkiye girmeden önce, yoksa 2 ay aralıksız oruç tutar, ona da gücü yetmezse 60 tane fakiri doyurur. Oruç kefareti. Şimdi oruç kefaretiyle ilgili hadisler var, zihar kefaretiyle ilgili hadisler var. Bu zihar kefareti, zihar kefareti Kuranı Kerim’de sabit. Burada Allah’ın sınırları ifadesiyle bitiyor konu değil mi? Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, Kâfirler için büyük bir azap vardır diyor. Bakara 187.ayeti lütfen bir açın, 187.ayet orada oruçla ilgili ayetlerin sonuncusudur. O 187.ayetin sonunda, ziharda da sonuncu ayetin sonunda, aynı ifade var, “tilke hududüllahi” “bu Allah’ın koyduğu sınırlardır”. Çünkü orada da olayı bütün detayıyla anlattı Allah. Oruçta da Allah bütün detayıyla anlattı, bu Allah’ın çizdiği sınırlardır. fe la takrabuha “fakat bu sınırlara yaklaşmayın”.
Yani Allah şimdi sınır çizmiş, ne var o sınırda? Orucu Ramazan oyunda tutacaksınız, hasta ya da yolcu olursa tutmayabilir. Adetli kadın da hasta kapsamına giriyor zaten, ayeti kerimeden öyle anlaşılıyor. Ramazan günü yeme, içme, cinsel ilişki orucu bozar, 187’de belirtiliyor. Tanyeri ağarmasından güneş batıncaya kadar orucu tutun. Bütün bunlar anlatıldıktan sonra, orucu hasta ve yolcu kişi daha sonra güne gün kaza eder, bütün bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, çok detaylı bir şekilde anlatılıyor. Namaz böyle anlatılıyor mu Kuran’ın herhangi bir yerinde? Yok. Ama ziharda anlatılır. Şimdi buraya burada bir kefaret yok.
“Ya eyyühellezıne amenu kütibe aleykümüs sıyamü” diye başlıyor 183.ayet. “Ey iman edenler onu size farz kıldık”. Bu ey iman edenler kapsamına kadın da erkek de giriyor, değil mi? Dolayısıyla cinsel ilişki yasağı kadına da var erkeğe de var. Yeme içme yasağı kadına da var, erkeğe de var, Ramazan günü. Adetli kadını hasta kapsamına soktuğunuz için fark etmiyor, yani erkek te hasta olduğu zaman aynı ruhsattan yararlanıyor. Değil mi farklı bir şey yok. Şimdi böyle bir noktada, neye dayanarak Müslümanlar kasten orucu yiyen kişiye 60 gün kefaret? Ya da şöyle deniyor, bir köle azat eder, aynen bu ziharda olduğu gibi, yoksa 60 gün oruç tutar, bir gün de kaza olmak üzere 61 yapar, yani 2 ay, ondan sonra buna da gücü yetmiyorsa 60 tane fakiri doyurur. Şimdi bakın burada oruç kefareti ve zihar kefaretiyle ilgili hadisleri ben toparladım, bunlarla ilgili hadisleri toparladım. Oruç kefaretiyle ilgili hadisler ve zihar kefaretiyle ilgili hadisler aynı olayı anlatıyor. İşte az önce derste okuduk bir kadına bir kadın, burada da var, bir kadına kocası senin sırtın benim anamın sırtı gibidir demiş. Havle adında bir kadın. O da Peygamber SAV’e gelmiş, Kuran’da olduğu gibi, durumu anlatmış, ayetler inmiş, indikten sonra bu kadınla ilgili kısmı burada var. Bir de erkekle ilgili kısım var, bu erkeğin kısımlarıyla ilgili farklı rivayetler var. Bir rivayet te Sevsil Samil, başka rivayetlerde de, Selemedin Sadr, Beyadiv iki ayrı rivayette böyle ifade ediliyor. Sevsil Sadr tek bir rivayette geçiyor. Bir yerde de Salman bin Sadr deniyor. Şimdi kadının şikâyeti kısmı var, bir de erkeğin Peygamber Efendimize gelip derdini anlatma meselesi var. Erkek geliyor Peygamber SAV’e şimdi zihar kefaretiyle ilgili kısmı okuyorum bakın. Hikmi Abbas’tan rivayet ediyor. Bir adam Peygamber SAV’e gelmiş, karısına ziharda bulunmuş, zihardan sonra da onunla ilişkiye girmiş, Peygamberimize demiş ki ya Peygamber “ben ziharda bulundum, sonra da onunla ilişkiye girdim kefaretini ödemenden.” Peygamberimiz demiş ki, neden böyle yaptın, o da demiş ki “Valla ay ışığında onun halhalını gördüm, dayanamadım” demiş. Peygamberimiz demiş ki Allah’ın emrini yerine getirmeden ona yaklaşma, yani burada anlatılan 3 şeyi. Şimdi en uzun olanını ben alayım. Esas kendi ağzından yapılan bir anlatım, bu olayı başından geçen şöyle anlatıyor; “Ben kadınlara çok fazla arzusu olan bir erkeğim. Yer benim gibi başka bir erkeği görmedi. Ramazan geldi, karımla ziharda bulundum. Ziharda bulundum ki Ramazan boyu ona yaklaşmayayım diyor. O maksatla, yani Ramazan’ı rahat geçireyim diye kendime haram ettim ki Ramazan’ı rahat geçireyim diye. Bir akşam benimle konuşurken vücudu açıldı, üzerine atladım, ilişkide bulundum, sabah olunca gittim, kendi kavmimden, yani akrabam insanlara durumu anlattım. Dedim ki, gidin Peygamber SAV’e bu durumu sorun, dediler ki vallahi biz bunu yapmayız. Bakarsın ki bir ayeti kerime iner ya da Peygamber Efendimiz bize bir şey söyler, biz de utanırız o sözünden dolayı, ama biz seni suçumla birlikte Peygamberimize teslim ederiz, ne halin varsa gör, yoksa günah olur. Sen git durumunu Peygambere anlat”. Diyor ki çıktım, geldim, durumu Peygamber Efendimize anlattım, Peygamberimiz dedi ki sen o musun? Sen o musun ne demek kim olur? Karısı gelip şikâyette bulunan kimse olur değil? Öyle değil mi? Sen o musun? Öncesi var bunun, çünkü kadın gelip şikâyet etmiş. Sen o musun? Dedim evet ben oyum. Demek o da biliyor, karısının şikâyette bulunduğunu. İşte geldim ya Resulullah, Allah’ın hükmüne razıyım, ne olursa olsun. Dedi ki bir köle azat et. Dedim ki seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, sabah oldu kendi boynumdan başka sahip olduğum hiçbir şey yok. Dedi ki 2 ay oruç tut. Dedim ki ya Resulullah benim başıma gelen bu bela oruçtan gelmedi mi zaten. Nasıl oruç tutayım ki, ben onu yapayım diye oruç tutmama sözü verdim. Peygamberimiz dedi ki 60 fakiri doyur. Dedi ki seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim, biz bu gece sabahı ettik ama akşam yiyeceğimiz yok, yani akşam bir şey yemeden sabaha vardık. Akşam da yemedik yani. Peygamberimiz dedi ki yani evde yiyecek yok, ben kime ne vereyim demiş, biz akşam yemeği yemedik. Peygamberimiz demiş ki git, Ben-i Zulekyn, yani Zuleykoğullarının sadaka görevlisine, ona söyle sana birşeyler versin, 60 tane fakire dağıt, sen de ondan yararlan. Şimdi bu şeyle ilgili olayı tam olarak hatırlatıyor mu siz, oruç kefaretiyle ilgili. Şimdi bu şekilde böyle devam ediyor. Bu rivayetlerden sadece bir tanesinde Ramazan gününün gündüzü eşiyle ilişkiye girdiği ifade ediliyor. O hadis te hadisteki muhanhan hadis. Muhanhan demek, yani şundan şundan şundan duydum demiyor, şu şundan, şu şundan naklediyor. Mesela biz hep konuşuyoruz. Şöyle bir nakilde bulunayım diye söylüyoruz değil mi? Peygamberimizden derken biz ondan dinledik mi? Rivayet edenler de peygamberimizden dinlemedi, onun için hanna yani şundan diyen kişi onunla görüşmüş mü, görüşmemiş mi, belli olmadığı için, bu şekilde rivayet edilen hadisler üzerinde, çok ciddiyetle durmak lazım. Bu rivayete itibar edilerek hüküm konmaz. Bakılır bunlar gerçekten görüşmüş mü görüşmemiş mi bunlar tespit edilir ondan sonra. Burada onun üzerinde rivayet var değil mi? Saymadık rivayet sayısını ama epeyce var değil mi?
1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22 rivayetten sadece bir tanesinde gündüzün eşiyle ilişki sadece burada var, şahıs aynı şahıs. Oruç kefaretiyle ilgili rivayet yapanlar Aişe validemiz, bir de Ebu Hureyre, bunlar o adamı tanımıyorlar. Bunların hiçbiri tanımıyorlar o adamı, bir adam geldi şöyle şöyle dedi diyorlar. Adamı tanımadıkları için adamın olayını da bilmiyorlar. Adam geldi Ramazan’da eşiyle ilişkide bulundu, aslında gece bulunmuş detaylarında o var. Ziharla ilgili rivayet edenler de aynı adamı ismiyle şey yapıyorlar. Şimdi şöyle düşünün buraya birisi gelse, bir kısmınızın tanıyıp bir kısmınızın tanımadığı, konuşsa, bu adamı anlatan herkes kendi bilgisine göre anlatır değil mi? Tanımayan adam geldi şöyle şöyle birisi der, şöyle şöyle birisi der. O adamın öncesini bilmediği için olayı tam anlatabilir mi? Tanıyanlar tam bildikleri için olayı tam anlatır. Şimdi buradan şu ortaya çıkıyor. Oruç kefaretiyle ilgili delil alınan hadis aslında oruç kefaretiyle ilgili değil, zihar kefaretiyle ilgili. Ama tutmuşlar onu oruç kefaretine delil almışlar ve bundan hüküm çıkarmışlar. Kefaret bir ibadettir. Bir adama ceza yüklüyorsunuz, sonra bakın, Peygamberimizin o oruç kefaretiyle ilgili yapılan o rivayette, adam diyor ki, ben diyor şey yapamam, yani benden fakiri yok diyor, o zaman al götür sen ye diyor. Al götür sen ye derse bu olmaz, çünkü kefarette Allah’ın çizdiği bir sınır var, o sınır aşılmaz. Ama bu hadislerde şunları al götür, 60 tane fakire dağıt, sen de ye diyor, kalanını ye diyor. Öyleyse Allah’ın emri tam yerine geliyor, tam yerine geliyor. Sonra, az önce de söylediğimiz gibi, eğer bu bir oruç kefareti olsa, yani kefarete delil getiren rivayette oruç kefareti olsa, erkeğe verilen cezanın aynısının kadına da verilmesi gerekmez mi? Mesela oruç kefaretiyle ilgili rivayetlerin hiçbirisinde kadın için böyle bir şey yok, sadece erkek için yükleniyor. Ondan dolayı ben ayeti okurken kadın var mı diye ondan sordum, dikkatini çekmiş olayım, yani zihar erkeğin fiili. Ama oruç hem erkeğin hem kadının fiilidir. Eğer cinsel ilişkide bulunmuşlarsa aynı ceza her ikisine de verilmesi lazım. Sonuç ne? Oruç kefaretine getirilen deliller, o konuda delil olacak güçte değil, son derece zayıf. Orada zihar mı demiş? Bir dakika bir bakalım, evet zihar yaptığınız kadınları Allah sizin anneleriniz yapmadı. Evet doğru, ama burada olayın detayı yok, sadece kısaca burada var. Hani bir mesani olayı vardı ya bir yerde Allah kısaca anlatır, diğer yerde genişçe anlatır. Burada kısaca anlatmış, öbür tarafta detaylı bir şekilde anlatmış. Evet demek ki böylece sonuca ulaşmış oluyoruz, ne ortaya çıkmış oluyor buradan? Oruç kefaretiyle ilgili getirilen deliller yeterli delil değil, ondan dolayı mesela Hanefiler, kadın olsun erkek olsun, sırf o hadise dayanarak cinsel ilişkide bulunan erkeğe de kadına da oruç kefaretini şart koşarlar, hâlbuki o hadiste kadın hiç yok.
Seyirci: Kadın nasıl tutacak o zaman iki ay?
Tabii kadın nasıl tutacak, kadınlarda çok ciddi bir sıkıntı oluyor, mesela Hanefilerde kadınların adetliyken oruç tutamayacağını da söylüyorlar, onu da söylüyorlar, o ara da açılamaz diyorlar, yani çok ciddi bir sıkıntı oluşturuyor kadınların kefaret orucu tutmaları. 3 ayı geçer o. Yani taşıyamayacakları bir yük yüklemiş oluyor kendilerine.
Seyirci: Gece ilişkiye geçseler uyguluyorlar.
Gece ilişkiye girseler uyguluyor mu? Onu ben bilmiyorum. O ziharla ilgili, ama ziharla alakalı o, oruçla ilgili değil. Şimdi ondan sonra buna yeme içmeyi de katıyorlar Hanefiler. Ama Şafiiler diyor ki bu bir ibadet konusudur, ibadette akıl yürütülmez, bu hadiste madem sadece Peygamberimiz erkeğe şey yüklemiş, yani cinsel ilişkide bulunan erkeğe, kefaret yalnız cinsel ilişkiden dolayı, erkeğe gerekir, kadına gerekmez, yeme içmeden dolayı bir kefaret gerekmez diyor Şafiiler. Yalnız burada hepsinde göz ardı ettiği bir olay var. Onların delil aldıkları hadiste kefaret te yok, üstelik adam ödüllendiriliyor. Böyle bir delil olmaz, böyle bir delil olmaz. Yani işte adam diyor ki benden daha fakiri yok, o zaman al git sen ye diyor, birisine dağıt demiyor. O zaman bu tür rivayetler kabul edilebilir bir rivayet değil, çünkü mana olarak yanlış, anlatabildim mi? Yani hududullah diyor, Allah bir sınır çizmiş, “Allah’ın sınırı” o sınırı aşmış oluyorlar. Çünkü Allah 4.sünü koymuyor ki Allah. VE oruç kefaretini de zihar kefaretine benzettiklerini açıkça söylerler. Ya köle azat edeceksin, ya 60 gün oruç tutacaksın, ya 60 fakiri doyuracaksın. Bunun daha ya dası yok, orada bitiyor iş, orada sınır koyuyor, ama o rivayette ki zayıf olduğunu da söyledik ayrıca, o rivayette adam diyor ki benden daha fakir birine mi vereyim, o zaman git sen ye. E adam orada karlı çıkıyor, her yönüyle ters geliyor. Bunu da böylece bu akşam anlatmış olalım.
Şimdi burada İsa çocuk, bayan Meryem, bu genç delikanlı da Allah (haşa). Tövbe estağfurullah. Portekiz’deki kilisede Allah’ı genç delikanlı yapmışlar, Meryem’in kocası gibi, kucağında da çocuk var, karı koca ve çocuk. Evet, neyse maalesef, biz benzerini Moskova’da da gördük maalesef, orada daha farklıydı.
Seyirci: Orucu onla bozmadı normal su içti, yemek yiyerek bozdu, öyle şeylerin cezası nedir?
Şimdi orucu bilerek bozduğunuz zaman zaten çok büyük bir günah işlemiş oluyorsunuz. Allahü Teâlâ’ya isyan, derhal tövbe etmek gerekecek, bir daha böyle bir şey yapmamak gerekir. Belki o ayeti kerime gereği, yapılan kötülüğün iki katı gereği buyurulduğu için, 2 gün tutulabilir evet. İşte 60 gün söylenenin delilini biz ortaya koymuş olduk, güvenilecek, üzerine hüküm bina edilebilecek bir delil değil o. Bayanlara ziharda ceza koymamış. Tabii zaten zihar bayanların yaptığı bir fiil değil. Zihar erkeklerin fiili olduğu için bayanlara ceza olmaması gayet normal. Şimdi siz hiçbir delile dayanmadan mesela gene Şafiiler zayıf da olsa o hadisin metnine uygun bir fetva vermişler, yani zayıf da olsa bir dayanakları var. Yani sadece erkek tutar demiş, ama Hanefiler onu bile uzatmışlar, tıpkı az önce anlattığım kayınpederin, kayınvalidenin elini öpmede olduğu gibi, tutmuşlar oradan, kadını da o işin içine sokmuşlar, yeme içmeyi de sokmuşlar. Üstelik de bunlar derler ki, ibadet konularında kıyas olmaz ama bal gibi de yaparlar.
Seyirci: Hocam sizden Allah razı olsun, hiç olmazsa bu içtihat kapısı kapandı.
Açık mı şimdi? Ha iyi, ben de kapalı zannediyordum. Soru mu geldi?
Soru: Bir adamın evde karısına “anam şunu yap diye” hitap etmesi ceza alır mı?
Orada Araplar karılarına sen bana anamın sırtı gibisin derken, karılarıyla anaları gibi ilişkide bulunamamak açısından söylüyorlardı, yani bir erkek anasıyla ilişkide bulunamayacağı için, anamın sırtı gibisin derken, karılarıyla artık bir daha cinsel ilişkide bulunmama niyetiyle söylerlerdi. Türkiye’de bir erkek karısına anam derken de, o sevgiden dolayı söylüyordur. Yani hiçbir erkeğin benim bildiğim kadarıyla böyle bir şey aklının ucundan bile geçmez. Dolayısıyla böyle bir şey olmaz.
Seyirci: Oruç kefaretiyle ilgili sahabenin nasıl bir tatbikatı vardı? Arada böyle bir kopukluk mu var? Yani sonra içtihat eden mezheplerin talebeleri bu tatbikatı bilmiyorlar mı? Tatbikatın aksine mi, yoksa tatbikata uygun bir fetva mı vermişlerdir? Mesela Maliki mezhebinin bu konudaki görüşü nedir?
Maliki mezhebinin görüşü Hanefi mezhebinin görüşü gibidir de. Sen Maliki mezhebinin Medine tatbikatına uyduğunu mu zannediyorsun? Bize öyle anlatıyorlar, biz de aksini söylemiyoruz. Şimdi arkadaşlarıma ben söyledim. Konuyla ilgili bütün rivayetleri çıkarın diye. Medine de sahabenin herhangi bir tatbikatı olsa, o arkadaşların çıkardığı kaynaklarda olurdu. Kaynaklarda öyle bir şey yok. Yani sahabe tatbikatıyla ilgili hiçbir şey yok kaynaklarda. Zaten bu tür şeyler sonradan çıkar. Mesela İmam Şafii’nin de sahabe böyle yapardı dediğini ben görmedim, Hanefi mezhebinin de falanca sahabe böyle yaptı dediğini ben hatırlamıyorum. Siz gördünüz mü arkadaşlar? Sana diyorum, bakma sağa sola. Siz gördünüz mü, ben şahsen görmedim ama yani görmedim demek yoktur manasına da gelmez.
Seyirci: Şu açıdan sordum hocam, yani bütün Müslümanları ilgilendiren ve her yıl 11 ay 1 ay oruçlu geçen…
Sen şimdi aşağı yukarı bir senedir gelmiyorsun, bir seneden de fazla oldu değil mi?
Seyirci: Yok, geçen sefer bir gün geldim.
Geçen sefer ki sayılmaz. Bir sene gelmeyince, bizim her derste birşeyler ortaya çıkıyor. İlk defa değil ki. Hangi ders var da böyle bir mesele ortaya çıkmasın, hatırlıyor musunuz? Yani bundan sonra gelmeye devam et, bir şaşkınlık duymazsın.
Seyirci: Bir şaşkınlık açısından değil hocam, ben böyle şeyleri.
Kardeşim problem ne, ben de onu şey yapıyorum. Yani problemlerimiz o kadar fazla ki Ömer hoca bir tanesi iki tanesi değil, yani hepsinde var bu. Nasıl olmuş, esas o soruyu sizin araştırmanız lazım, genç ilim adamı adayı olarak. Doktora yapıyor musun, inşallah yaparsın hiç geciktirme. Esas onu araştırmamız lazım. Ne olmuş da Müslümanlar bu hale gelmiş? Asıl soru bu. Yoksa yok yani, kaynaklarda senin sorduğun sorunun cevabına dair bir ifade yok. Ama o söylediğin mesela Hanefi mezhebi bir şeye dayanmış mı onu ben hatırlamıyorum, arkadaşlar da hatırlamıyor. Maliki mezhebi aynı o Hanefi mezhebi gibi Maliki’nin görüşü de. Onu da okudum ama öyle bir şey hatırlamıyorum, yani maalesef, bu vurdumduymazlık oldukça yaygın. Mesela hürmeti müsahare konusu bundan çok daha basit bir konu. Hepsi aynı.
Seyirci: (anlaşılamadı) 1:29:05
AB: Bu soru iyi oldu, onu az önce söyleyecektim. O konuşma sırasında başka şeyler araya girince unutuldu. Adama o 60 fakiri mutlaka doyuracak, başka yolu yok, ama şimdi o ayeti okuyayım bunu da tamamlayayım. O sureyi açın 541. Sayfayı. Senin soruyu tamamlayayım, çünkü kayda geçmedi senin sorun. Ha ona mı konuştun tamam oldu o zaman. Burada şu var ayette.
“İlişkiye girmeden önce köle azat eder” diyor bir. İkincisi “ilişkiye girmeden” diyor iki ay oruç tutar diyor iki. Ama 60 fakiri doyurmayı ilişkiden önce şartına bağlamıyor. Yani köle azat edemeyen, 2 ay da oruç tutamayan bir kişiye, 60 fakiri doyurma görevi gene var, hemen olmayabilir. İlişkiden önce şartı yok ama 60 fakiri mutlaka doyuracak. Tamam mı, anlaşıldı mı? Tamam.