Kutuplar bölgesinden daha yeni geldik biliyorsunuz. Eminim ki hepiniz orayla ilgili bazı şeyler bekliyorsunuz. Geçtiğimiz çarşamba günü gitmiştik. Bu sabah geldik, demek ki tam bir hafta olmuş. Sabahleyin sabah namazını Süleymaniye Camiinde kılmak nasip oldu, ondan sonra da dinlenebildiğimiz kadar dinlendik.
Bu defaki seyahatimiz, güneşin batmadığı zamanlarda namaz vakitlerinin nasıl oluşacağını gözlemlemek amacıyla yapılmıştı. Sekiz kişi gitmeyi planladık. Ama maalesef Yahya Şenol’la Ali Selman’ın vizelerini alamadık. Yani sonradan bugün özür dilemiş konsolosluk ama tabi iş işten geçtikten sonra bir işe yaramıyor. Diğer arkadaşlarımızla beraber, işte ekipte astronom Profesör Adnan Ökten vardı. Teknik işleri Miktad Şen beyle, Mustafa Arslan bey yürüttüler. Ondan sonra Servet bayındır ve ben bu çalışmaları yaptık. Mustafa evli de organizasyonu yaptı. Dolayısıyla altı kişilik bir heyet olarak gittik. Almanya’dan da oraya gelenler vardı. Milli Görüş Teşkilatının üst yönetiminden gelmişlerdi. Bir de Oslo’dan oraya kadar gelen Selahattin Koyunoğlu Bey vardı.
Ses gelmiyor mu? Ben duyuyorum. Şunu yaklaştırayım tamam, şimdi geliyor mu? Tamam, şimdi daha iyi peki. Ben yine duyuyorum, az önce de duyuyordum, şimdi de duyuyorum.
Şimdi önce oranın kısa hava şatlarından örnek vereyim. Mesela bu mevsimde tarif edilemeyecek kadar güzel bir manzara var orada. Fakat yine de hava soğuk. Mesela akşam gözlemlerine çıkarken, -gündüzün pek bir şey olmuyor ama- akşam gözlemlerine çıkarken, tabi bu gömlekler işe yaramıyor onun yerine yün giyiniyoruz. O da yetmiyor, üstüne hırkayı giyiniyordum. Şey yeleği giyiniyordum. O da yetmiyor üzerine, o kışın pek fazla giymediğim hırkayı giyiniyordum. O da yetmiyordu, bir tane de parka giyinmek gerekiyordu. Bizim Servet iki tane parka giydi üst üste. Ayakkabılar da, buradan götürdüğümüz ayakkabılar işe yaramadı.
Tabi bu akşam böyle oluyordu. Gündüzün böyle değil. Gündüzün bu şekilde dışarı rahatlıkla çıkabiliyorsunuz, herhangi bir problem yok. Bu geceyle gündüz arasındaki ısı farkını gösteriyor. Bir de bu mevsimde oraya gitmek isteyenler için söyleyelim. Mesela üç yıldızlı otelin bir gecelik iki kişilik odalarda bir gecelik kalış ücreti en az bin lira. O da bulabilirseniz kalırsınız. Yani bulabilirseniz, bulamazsanız o da yok. Biz şimdi, Allah razı olsun, orada Bingöl’lü bir kardeşimiz var, Hüseyin Kartay diye. Şehrin tam merkezinde güzel bir marketi var. Evini boşaltmış, arabasını da bırakmış, kendisi Bingöl’e gelmiş. Güzel de bir evi var, dubleks bir villa gibi bir görüntüsü var, orada kaldık. Yeme içme işini de Oslo’dan gelen Selahattin Bey yaptı. O da mesleği buymuş, pizzacıymış, Oslo’da pizzacılık yapıyor. Dolayısıyla yani yatma parasıyla, yeme parası, cebimizden çıkmamış oldu. Cenab-ı Hak yardım ediyor gerçekten, yani oraya yöneldiğimiz zaman.
Sonra oradan bir aile, daha önce hanımla tanışmıştık, Sandra Mariam diye, 6 çocuk annesi bir kadın. Kocası o zaman orada yoktu, Kuveyt’e gitmişti. Şimdi bu defa kocası da, ilk günden son güne kadar, bizi havaalanından karşılayıp, havaalanına uğurlayıncaya kadar beraber oldular. Karı koca beraber oldular, çocuklarını akrabalarına dağıtmışlar. Onlar da ciddi ciddi bir belgesel hazırlıyorlar bu konuda. Yani tabi geceleri… gece gündüz birbirine tamamen karışıyor. Yirmi dört saat güneş hiç batmıyor.
Şöyle bir, ilginç bir hatıram oluştu. Gitmeden önce biliyorsunuz burada size bir takım konuşmalar yapmıştım, resimler göstermiştim. O resimlerin hepsi birer fotoğraf hatası olarak… ya da hata değil de öyleymiş fotoğrafçı. Bizim fotoğrafçı arkadaşlara ne kadar söyledilerse de beni inandıramadılar, oraya gittim görünce inandım tabi. Ya bu böyle çıkar işte güneşi çektiğiniz zaman fotoğrafı, siz bu fotoğraftaki siyah görüntüye aldanmayın, ne kadar dedilerse de bizi inandıramadılar tabi. Oraya gittik, inandık ama, biraz acı oldu orada inanması. Şöyle oldu, radar koydukları bir dağ var, o dağ tamamen Atlas Okyanusuna hâkim. Ön tarafı Amerika’ya kadar açık yani. O dağa gittik gözlem yapmak için, dağa aşağıdan tünel yapmışlar ama, tüneli kapatmışlar. Dolayısıyla tırmanarak çıkmak gerekiyor. Tırmanması da oldukça zor olduğu için, tepesinden en alta kadar halat çekmişler, halatlardan tırmanarak çıkabiliyorsunuz. Şimdi oradan çıktık, dağın yarısını geçtikten sonra birazcık mola verecek yer vardı. Oradan bir döndüm, tam hayal ettiğim manzara. İşte durun bakalım bir işaret yakalayacağız. Yakaladık işareti, akşamın şafağı, yani o kırmızılığı orada ortaya çıktı. İşte Miktad beye, bir taraftan Mustafa beye, hemen şu manzarayı bir yakalayın dedim onlar da büyük bir heyecanla yakaladılar tabi, fotoğrafları çektiler. Kameraları aldılar, o belgesel hazırlayan o yerliler de hemen büyük heyecanla aldılar. Tamam, işte batı ufkunda akşam namazının vaktini yakaladık, iyi. Ondan sonra tırmanmaya devam ederken baktık ki, aa güneş tam ters istikametteymiş, güneş bize el salladı, siz ne yapıyorsunuz orada diye. Biz güneşi karşı tarafta bekliyorduk, güneş tam arkamızdan çıktı. Meğer güneşin o tarafa yansıyan ışıklarının bulutlara vurması sebebiyle oluşan şeymiş bir ışık hareketi, neyse artık onu fizikçiler daha güzel izah ederler, bir kızıllıkmış. Şimdi ben onu orada görünce bütün dünyam yıkıldı, o belgeselciler de hemen hiçbir fırsatı kaçırmadan röportaj yapmak istiyorlar. O arada dedim vallahi ben bittim dedim, her şey bitti, hiçbir şey, artık daha hiçbir iddiam kalmadı, sıfır. Şimdi onlar oradan gözlemlerini yaparken ben de kendi tek başıma milletten kaçtım, gittim arka taraflarda, bir de soğuk tabi, yani ne kadar giyinirseniz giyinin üşümemek için gayret gösteriyorsunuz. Orada işte oturduk biraz, kendi kendime, Allah Allah! Bu ayetleri bir daha gözden geçirdim, şimdi okuyacağım. İşte gittik o, gece saat… Ama şimdi akşamdan bir horoz sesi işittik, horozun sesi tam bizim tahmin ettiğimiz saatte oldu, ha iyi! Dedik, güzel. Sonra geri dönüşte baktık ki, -zaten tabiatın uyumaya başladığını hemen anlıyorsunuz- baktık ki kuşlar yuvalarında, ondan sonra, koyunlar keçiler yatıyor. Ondan sonra işte, inekler falan, onlar da yatıyor. Tabiatta bir hareket yok. Neyse eve gittik, uyku tutmadı. İşte yattım, birkaç dakika sonra uyandım ki, bizim odaya güneş dolmuş, gece saat üç mü, üç buçuk mu ne? Baktım güneş tamamen odanın içine gelmiş. Ne oldu anladın mı meseleyi? der gibi. Şimdi ondan sonra da, yani biz bu işi çözemeyeceğiz galiba diye bir kanaate vardık ama, şimdi sabah oldu, ayetleri tekrar gözden geçirdik. İşte burayla irtibat kurduk, işte arkadaşlarımızla, Yahya… diğer arkadaşlarımızla Enes Hoca… Yani Vakıfta bulunan bütün arkadaşlarımızla kısa bir toplantı yaptık. Şimdi internet üzerinden her şey oluyor biliyorsunuz. Ondan sonra ayetleri tekrar gözden geçirince baktık ki, ortaya çıkan manzara bizim hayal ettiğimizden çok daha güzel oldu. Ertesi gün o belgesel hazırlayanlar tekrar geldi, iyi ki, tekrar röportaj. Ne olacak? Dedim ki, şimdi dedim, bizim hayal ettiğimizden daha iyi bir noktaya geldik falan. Biraz bir şeyler konuştuk.
Şimdi size, vardığımız sonuçları kısaca çok kısa bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Esasını inşallah, arkadaşlarımız gerekli çalışmaları yapıp bitirdikten sonra, görsel malzemelerle birlikte, inşallah sizin bilgilerinize sunacağız, Allah nasip ederse. Şimdi orada, tam anladığım bir ayeti size şey yapacağım. Şimdi biz hani, millete karşı övünüyoruz işte, Kur’an’ı Kerim’i özgür irademizle anlamaya çalışıyoruz diye falan ama her defasında Cenab-ı Hak hatırlatıyor. Sen ne kadar iyi dersen de, eskilerin etkisinden kurtulamıyorsun, diye gösteriyor Cenab-ı Hak. İşte onlardan bir tanesi de, şimdi okuyacağım ayet orada doğru anlama fırsatı bulduğumuz bir ayet.
İsra suresinin on ikinci ayeti, 282. Sayfa. Euzubillahimineşşeytaniracim Bismillahirahmanirrahim.
(17/ İsra 12.Ayet)
“Ve cealnel leyle ven nehâra âyeteyn”
“geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık. Ya da iki ayet olarak yarattık da olabilir. İki ayet yaptık.” Yani iki ayrı belge.
“fe mehavnâ âyetel leyli”
“gecenin ayetini sildik.”
Ayet işaret manasındadır burada.
“Gecenin işaretini sildik.”
“ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten”
“gündüzün ayetini de mubsira olarak oluşturduk”
Mubsira kelimesinin anlamını daha önce de burada şey yapmıştık. Yani güneşin ışınlarını ışığa çeviren bir özellikte yarattık diyor, ama gecenin ayetini sildik. Demek ki gecenin bir işareti varmış, Allah-u Teâlâ o işareti silmiş.
Mesela şimdi şu tahtada bir yazı olsa, gerçi o tahta değil ya, onu tahta olarak kabul etseniz, orada bir yazı olsa, o yazıyı birisi silecek olsa, iyice tertemiz silse, hiç bir iz bırakmadan, tahta ne hale gelir? Yazısız değil mi? Şimdi gecenin ayetini silince, gece ne hale gelmiş olur? İşaretsiz yani, gecenin işareti yok. Ama gündüzün işareti var. Gündüzün işareti, güneş ışınlarını aydınlığa çevirmek. Ama gecenin bir işareti yok. Gecenin işareti olmayınca, o zaman gecenin karanlık olması, daha önce benim size anlattığım şeylerden dolayı değil. Çünkü biz buradaki bu ayetleri, tefsirlerin etkisiyle, “fe mehavnâ âyetel leyli” “fe mehavnâ daval leyli” şeklinde anlıyorduk. Mesela Keşşaf tefsirinde -ki, en çok güvenilen tefsirlerden birisidir- bu kısmı şöyle görüyoruz. Diyor ki; الليل آية نفمحو🙂
لممحوّاللوح ما يف يستبان ما كما لا شيء فيه يستبان لا مظلما مطموسه الضوء ممحوّ الليل جعلنا
“fe me havnâ âyetel leyli ey cealnel leyle memhavved dav’i matmûsehû muzlimen, la yestabanu fihi şey’un kema la yestebanu fih, ma fî levhi memhavvi….”
Diyor ki, yani bu ayeti anlatırken diyor ki, gecenin ışığını sildik ve geceyi ışıksız bıraktık diyor. Şimdi buraya bir ışık kelimesinin sokuşturmuş oluyor ayete. Gecenin ışığını sildik. Halbuki bu ayette öyle bir ışık kelimesi yok.
“fe mehavnâ âyetel leyli”
“gecenin işaretini ortadan kaldırdık”
Gecenin işaretini ortadan kaldırdık deyince, o zaman siz gecenin işareti olarak karanlığı aramayın. Daha önce hatırlarsanız, bir film gibi önüne geçiyor falan dedik, hep o resimlerin verdiği bilgiyle, bir de ayetleri bu şartlanmışlıkla okuduğumuz için o ortaya çıkıyordu. Burada diyor işte, gecenin diyor ışığını sildik ve onu karanlık hale getirdik. O zaman gecenin özelliği olmuş oluyor, karanlık olmak değil mi? Ondan sonra orada hiçbir şey gözükmez, gecede herhangi bir şey gözükmez diyor, gecenin ayeti kalmaz, işareti kalmaz demiyor. Gecede bir şey gözükmez diyor. Bir levhanın üzerindeki bir şeyi silmek gibi diyor. Mesela tahtanın üzerindeki bir şeyi silmek gibi. Şimdi böyle olunca gece, mutlaka karanlıkla birlikte hatırlanır oluyor, yani ayetlere bu mana verilince. Fakat ayetlere şartlanmamış olarak mana verince ki, onu anlamak için o şoku yaşamak gerekiyormuş demek ki, herhangi bir ilave ve çıkarma yapmadan anlam verdiğiniz zaman, gecenin özel bir işareti yok demiş oluyor Allah-u Teâlâ. Yani gecenin karanlık manasında bir işareti yok, yoksa başka manada bir işareti var. Gündüzün aydınlatıcı işareti var, ama gecenin karanlık anlamında bir işareti yok deyince, siz geceyi karanlık diye beklemeyin. Bu bölgelerde karanlık oluyorsa, güneş ışınlarının gelmemesinden dolayı oluyor. Yoksa gecenin kendisindeki yapıdan dolayı değil. Gecenin …yani o karanlık olma işi, gecenin olmazsa olmaz şatlarından değil. Ayet onu gösteriyor. Öyle olunca, o zaman bizim oralarda karanlığı aramamızın yanlış olduğunu öğrenmiş oldum ama bunu, o dağ başında o soğuğun arasında öğrendim. O büyük bir moral çöküşünden sonra öğrenebildim. Ama bu da müthiş bir şey, demek ki geceyi karanlık diye beklemenin bir anlamı yok. Öyle olunca, doksan dereceden yani şeyde doksan derecelik enlemden, yani tam kutup noktasından ekvatora kadar bütün noktalarda, her gün gece ve gündüz oluyor. Gündüz her yerde ve her zaman, güneşin ışınlarını ışığa çeviriyor. Ama gece, gecenin böyle şey karanlık anlamında bir işareti yok. O zaman oralarda gece aydınlık olması, gecenin olmadığı manasına gelmiyor.
Demek ki oradaki gecenin görüntüsü öyle. O zaman burada ben fizikçilere bir şey söylemek istiyorum. Yani fizik konusu üzerinde çalışanlara. Gece denen yaratık, orada gündüzün üzerine geçiyor, şey olarak, artık Allah-u Teâlâ,
(3/Ali İmran 27. Ayet)
“Tûlicul leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâra fîl leyl”
“geceyi gündüzün içerisine gündüzü de geçenini içerisine sokar” diyor.
Bu olay orada da oluyor. Yani gündüz gecenin içerisine girdiğini siz hissediyorsunuz, aydınlıkta bir problem yok ama, o andan itibaren aydınlığın bir tonunda, şeklinde bir değişiklik meydana geliyor ve siz onu vücudunuzda da hissediyorsunuz. Akşam güneşin batma zamanı dediğimiz bir saatte, arkadaşlar birbirimizle konuşuyoruz. Herkes a bak şu anda ben hissediyorum, gece başlıyor diyor. Yani burada fizikçilere düşen şu. Gündüzün özelliği, güneşin ışınlarını ışığa çevirmek. Gecenin özelliği, o gündüz kaybolmuyor. Gecenin içerisindeyken, şeffaf bir şeyin içerisinde gibi oluyor. Gene bir aydınlık veriyor ama, bunun vermiş olduğu aydınlık farklı bir aydınlık. Yani fizikçiler o bölgelerde, gündüz olan… gündüzün aydınlığı ile gecenin aydınlığı arasındaki farkı ortaya koymaları gerekir.
Mesela bugün bir emekli müftü arkadaşım söyledi, yani mesleğim değil, bilenler varsa doğru ya da yanlış söylerler. Dedi ki tavuklardan günde birkaç kere yumurta almak isteyenler, şu lambaların ışığıyla uyanık tutamıyorlarmış, güneş şualarına benzeyen ışıklarla ancak uyarabiliyorlarmış. Ki bu mantıken doğru olması gerekiyor. O zaman, o gece dediğimiz vakitte güneşin, yani o nehar kendi özelliğini kaybediyor. Her ne kadar aydınlık olsa bile. Dolayısıyla o andan itibaren bir sükûnet başlıyor. Yani tabiatta bir rahatlama başlıyor. Bir istirahat dönemi başlıyor. Onu da zaten ayeti kerimelerden görüyoruz. Bakayım şimdi 6/96 dedim ama, inşallah, notlarımı tam almamışım. Evet. Doğru yapmışız, bak burada 139. Sayfada, 96. Ayet. Diyor ki burada Allah-u Taela,
(6/ En’am 96.Ayet)
“Fâlikul ısbâh,” yani
“sabah aydınlığını yırtan odur.”
Yani orada bir, yavaş yavaş aydınlığın tonunda değişiklik olur ya da vasfında değişiklik olacak sabahleyin.
“ve cealel leyle sekenen”
“geceyi sükûnet, yani kişinin rahatlayacağı bir hale getirmiş oluyor.”
Yani gece ışınlarının, aydınlığın şekli değişmiş oluyor. Kişiyi uyaran değil rahatlatan bir konum alıyor.
“veş şemse vel kamere husbânâ”
“geceyi ve gündüzü de bir hesap vasıtası, güneşi ve ayı da bir hesap vasıtası yapan odur.”
O zaman bütün hesapları da yaparken güneşe göre yapmak gerekiyor, yani 24 saatlik hesabı yaparken güneşe göre, aylık hesabı yaparken, aya hesap yapmak gerekiyor.
(6/ En’am 97.Ayet)
“li tehtedû bihâ”
“bununla hedefinize ulaşasınız diye.”
Yahya Şenol: Zâlike tagdîrul azîzil alîm.
Abdulaziz Bayındır: Ben atladım, bir sonraki ayete atladım doğru.
(6/ En’am 96.Ayet)
“Zâlike tagdîrul azîzil alîm.”
“güçlü olan, her şeyi bilenin koyduğu ölçü budur.”
Yani bunlar çok ince şeyler ama, fizikçilerin bu konular üzerinde çalışmaları… çünkü kendi meslekleri olduğu için, hemen çok çabucak kavrarlar. Bir de 7. Surenin 54. Ayetine bakalım.
Yahya Şenol: 156. Sayfa.
Abdulaziz Bayındır: 156. Sayfa. Diyor ki Allah-u Teâlâ burada,
(7/Araf 54.Ayet)
“ İnne rabbekumullâhullezî halegas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâm”
“gökleri ve yeri altı günde yaratan sizin Rabbinizdir.”
“summestevâ alel arş”
“Sonra arş üzerinde kurulmuştur.”
“yuğşil leylen nehâra”
“geceyi nehara örter”
yani, geceyle gündüzü örter. Şimdi, bundan sonra ne diyor?
“yuğşil leylen nehâra, yatlubuhu”, tamam
“yatlubuhû hasîsen”
“onda gece gündüzü böyle, ısrarla böyle takip eder,”
Gecenin arkasından gündüz, gündüzün arkasından gece, böyle birbirini sürekli takip ederler arada hiç bir şey olmaksızın, fasıla olmaksızın.
“ veş şemse vel gamera ven nucûme musehharâtim biemrihi,”
“güneş, ay ve yıldızlar Allah-u Teala’nın emrinde, emrine hazır hale getirilmişlerdir. Ya da Allah’ın emriyle sizin hizmetinizdedirler.
“elâ lehul halgu vel emr,”
“yaratmada emir de on aittir”
“tebârakallâhu rabbul âlemîn”
“varlıkların Rabbi olan Allah pek yücedir.”
İşte şimdi burada da, gecenin gündüzü, gündüzün de geceyi örttüğü tabi var. Ondan sonra, gece gündüzün içerisine, gündüz gecenin içerisine girmiş oluyor. Böyle olunca ne olmuş oluyor? Özellik farklılaşıyor.
Evet. Bu polenlerle bu sene de başımız dertte yani. Oralarda da çok oldu, sanki hep kaşınıyor burun bölgesi, bir şey varmış gibi.
Evet. Yani orada, çok şeyi öğrenme fırsatı oldu. Şimdi asıl sizin istediğiniz namaz vakitleri konusunda ne diyorsunuz? Diye bir şey yapacak. O konuda da tabi çok sayıda ayet okumak lazım, onların hepsini okuduğumuz zaman da iş ciddi manada uzar. Aslında bunların her birisini… Bunların her birisini inşallah yazıp bitirdikten sonra sizlerle paylaşacağız Allah nasip ederse. Tabi uzunca bir iş, bu defa kışın olduğu gibi kolay değil. Ama şu çok net bir şekilde ortaya çıkmış oluyor. Allah-u Teâlâ gündüze bir işaret koymuş, gündüz güneş ışınlarını aydınlığa çeviriyor. Dolayısıyla kışın yapmış olduğumuz gözlemlerin dört dörtlük gözlem olduğu, bu vesileyle de bir kere daha teyit edilmiş oldu. Yani güneş ufkun altında olmasına rağmen aydınlık var, günün başı sonu hepsi ortada, çok net. Dolayısıyla o yapmış olduğumuz gözlemler çok doğru gözlemlermiş, bu vesileyle de teyit edilmiş oldu. İlgili ayetlerle de teyit edilmiş oldu. Yani gündüz beş vakit namazın zamanları çok net bir şekilde kışın anlaşılıyor. Bunun sebebi gündüzün bir işareti olduğundan dolayı. Peki, şimdi gecenin işareti yok ve yirmi dört saatte gece ve gündüz oluyor. O zaman yazın da, altı ay gündüz altı ay gece değil. Ya da iki ay gündüz, iki ay gece değil. Yazın da her gün gece ve gündüz oluyor. O zaman buradaki yanılma nedir? Geceye yapmış olduğumuz tanımlamada hata var. Bir kere, gecenin tanımını değiştirmek zorundayız.
Mesela şimdi az önce aklıma geldi söyleyemedim, gündüzün de… gerçi söylemiş oldum ama vurgulayamadım öyle ifade edeyim, yani gündüzle gece arasında ciddi manada sıcaklık farkı var. Yani aydınlık, evet aydınlık olmasına aydınlık, çıkıyorsunuz yani odanızın içi güneşle de doluyor. Her tarafta, güneş zaten tepede dolaşıyor. Nasıl dolaşıyor? Gündüzün en yüksek noktasına varıyor, yani şöyle bir…şimdi inşallah resimleri de gösteririz, şöyle bir şey çiziyor. Ya da şu şekilde, şöyle bir çiziyor, şöyle çıkıyor iniyor, çıkıyor iniyor. En yüksek noktasına geldiği zaman öğlen vakti, en düşük noktasına geldiği zaman da, onun tam zıddı olan, işte gecenin bizim söylediğimiz tam orta noktası. Ve ufka en yakın zamanı olmuş oluyor, öğlen vakti de ufuktan en yüksekte olduğu zaman oluyor. O güneşin, doğu ve batı noktasından geçtiği anlar var. Yani dünyanın her yerinde doğu ve batı var. Onun olmadığı herhangi bir yer yok. Mesela akşam batı noktasından geçtiği andan itibaren, hava soğumaya başlıyor ve ışığının tonunda birtakım değişiklikler oluyor. Evet, gece demeniz mümkün değil ama tonu değişiyor. Çünkü o artık o gündüz denen mubsir özelliğini kaybetmiş oluyor. Yani ışınlarda bir farklılık oluyor, onun için fizikçiler bunu üzerinde çalışmalı dedim. Yani bunu bizim izah etmemiz mümkün değil, bu apayrı bir meslek, büyük bir meslek. Ne zamana kadar? Güneş doğuncaya kadar. Hatta o akşamdan bir hesap yapmıştık, ama bunu sadece, delil olsun diye söylemiyorum, ama kendi açımızdan, yani kendimiz için bir işaret olsun diye o akşam hesap ettik. Şu anda rakamı çok net hatırlamıyorum, bilmiyorum arkadaşlarımız belki kayda almış olabilirler. Arkadaşlara dedim ki, bakın bu şartlar altında, öyle anlaşılıyor ki sabahleyin biz, saat dört buçukla altı arasında sabah namazımızı kılmamız lazım. O arada kılmamız gerekiyor. Bakalım. Şöyle dört buçuk değil, beşe yirmi kala mıydı? Neyse. Şeyde hata olabilir. Orada arkadaşlara dedim ki, şimdi sabahleyin bakın, benim şimdi bu konularda çok fazla tecrübem oluştu. Yani yıllarca, o tecrübelere dayanarak söyledim. Arkadaşlara dedim ki bakın, sabahleyin saat dördü on gece kuşlar ötmeye başlarsa, demek ki bizim tahminimiz doğrudur. Şimdi saat dörtte kalktık, balkona çıktılar. Dediğim gibi bulunduğumuz yer, bir villa gibi yer olduğu için, yani önü açık solu açık. Ses yok. Saat tam dördü on geçe bütün kuşlar ötmeye başladı. O zaman bu işi kavramışız demektir. Genellikle yarım saat öncesinden kuşlar öter, sonra da, işte su saatten şu saate kadar namazımızı kılmalıyız. O saatler konusunda konuşmam yanlış olur şu anda, çünkü o çok ciddi bir çalışmayı gerektiriyor, o çalışmayı da orada yapamadık, burada yapacağız Allah nasip ederse. Orada zaten uyku muyku diye bir şey yok. Miktad bey Pazar günü geldi buraya, bizden iki gün önce geldi, az önce, vallahi diyor. gözlerimi kapattım mı uyuyorum diyor yani. E şimdi düşünün biz bu sabah namazını Süleymaniye’de kılacak şekilde geldik, yani zaten fark ediyorsunuz da zannedersem durumlarını. Yani burada bazı kelimeleri yanlış olarak size aktarıyorum konuşurken. Gerçekten son derece yorucu, çünkü gecesi gündüzü yok. Uyku sistemi tamamen alt üst oluyor. Çok yoğun bir çalışmadan sonra geliyorsunuz buraya. Onun için yani saat rakamları fazla önemli değil, ama vardığımız sonuçlar şunu gösterdi. Orada yirmi dört saat güneşin batmamış olması, güneşin batmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü Allah-u Teala ayeti kerimesinde,
(26/Şuara 28. Ayet)
“rabbul meşrigı vel mağrib” diyor.
“Güneşin battığı ve doğduğu yerin sahibi”
Demek ki, güneşin battığı ve doğma… doğduğu yerler önemli.
(55/ Rahman 17. Ayet)
“Rabbulmeşrigayni ve rabbulmağribeyn.” diyor. İşte
“iki batının ve iki doğunun sahibi” diyor ki,
iki batı iki doğu da çok önemli. Çünkü güneş o iki battığı bir nokta var. Mesela şimdi 21 Haziranda en uzak noktadan batar. Oradan geriye doğru gelin, 21 Aralıkta da en yakın noktadan batar. Yani 21 Aralıkla, 21 Haziran arasındaki yaklaşık 47 derecelik yayı, gider gelir. Batış içerisinde. O ikisi arası, iki doğunun arasıdır. Bir de iki batının arası var. Bununla ilgili ayeti kerimeler var Kuran’ı Kerim’de. Yani Kur’an’ı Kerim hep her şeyin dakik ölçülerini de vermiş. Bu vesileyle fark ediyorsunuz, yoksa fark, etmeniz mümkün değil. Yani doğunun ölçüsünü vermiş, batının ölçüsünü vermiş, ikisi arasındaki mesafenin ölçüsünü vermiş, falan. Hepsi değişmez biçimde ortaya çıkınca, bu defa şu sonuç belirdi. Demek ki biz burada 21 Haziranda güneşin tam doğu noktasından doğduğunu, tam batı noktasından battığını hesap edeceğiz. Ondan sonra da o genel hesaplarla bu olayı 17 Eylüle kadar götüreceğiz. Orada yaptığımız hesaba göre. Bunu yaptığımız takdirde, yani güneşin doğudan geçme noktası var, batıdan geçme noktası var, bir de öğlen vaktiyle ilgili “Düluk-Uş Şems” kavramı, güneşin doğudan batıya kayması kavramı bu açıdan da çok önemli. Bu vesileyle sonuç olarak söyleyeyim, diyeceksiniz bu kadar teknik bilgiyle niye bizi meşgul ediyorsunuz? Sonuç olarak şunu söyleyeyim, bu vesileyle şu ortaya çıktı ki, biz inşallah artık o bölgeler için de namaz takvimini çok rahat bir biçimde yapacağız. Herhangi bir başka bölgeyle takdire gerek yok. Orda saati olmayan herhangi bir insanın, kendi bilgisiyle namaz vakitlerini tespit edeceği kuralları da elhamdülillah belirledik. Onu da inşallah yazıp ortaya koyacağız. Ama burada da yine fizikçilere ihtiyacımız var, çünkü bizim ekipte bir fizikçinin olmaması bir eksiklikmiş. Yani onu şimdi anladım. İyi bir fizikçiye ihtiyaç varmış.
Şimdi dün Almanya’ya uğradık, dün bu saatlerde Almanya’daydık. Almanya’da da çok güzel çalışmalar olduğunu gördük. Gerçekten bir grup arkadaşımız var, böyle çok ciddi çalışıyorlar. Buradaki çalışmaları Alman toplumuna aktarmak için. Orada bu son zamanlarda ekibe, bir astro fizik profesörü, emekli bir profesör de katılmış. Dedim keşke daha önce söyleseydiniz, onu da götürürdük. Hiç olmazsa bize yardımcı olurdu, ama inşallah bundan sonra fizikçi arkadaşlarımıza da çok ihtiyaç var, yani bu gerçekten büyük bir ekip çalışması olmazsa, sonuca varmak mümkün olmaz. Fizik konusunda uzman olan kişilere de ihtiyaç var, inşallah onlarla da görüşürüz.
Böylece ümit ediyorum inşallah Ramazan ayına kadar, o bölgeler için namaz vakitlerini ve oruç vakitlerini belirleyeceğiz. Ve şimdiye kadar büyük bir ızdırap olan ibadet vakitleri, bundan sonra çok büyük bir rahmet haline dönüşmüş olacak. Yani Cenab-ı Hakkın her tarafa ne kadar büyük bir rahmet içerisinde olduğunu ayetleri okuduğunuz zaman görüyorsunuz ama, okumadığınız zaman olmuyor işte.
Şimdi şuradan şarıl şarıl buz gibi su aksın, e siz o sudan içmezseniz, susuzluktan ölür gidersiniz. Suç o suda değil, suç sende, eğil iç kardeşim. Sen kendini ağaç gibi düşünür de, ayaklarımı suya sokayım susuzluğum gider dersen, hiçbir zaman… Ayakların da üşür, susuzluğun da gitmez.
Dolayısıyla inşallah bu çok hayırlı bir çalışma oldu elhamdülillah. Ama dün şeyde, yani Avrupa’nın bugünkü şekli şemaili, her gittiğimiz zaman görüyoruz. Gerçekten Avrupa’da insanların yani Avrupalıların geleceğe olan ümitlerinde çok ciddi manada bir çöküş yaşanıyor. Oradaki arkadaşlara söyledim, mesela onlarda bir tanesi sürekli televizyonlara davet edilen bir arkadaş imiş. Daha yeni tanıştık. Sanatçı birisi. Ve her gittiği zaman da İslâmı anlatmaya çalışıyor. Ben ona dedim ki, bakınız biz bir kere peygamberler gibi olmak zorundayız. Bu insanlara, bizim onların topraklarında, hâkimiyetlerinde, şurda burda gözümüz olduğu şeklinde herhangi bir şey vermeyin. Çünkü Peygamberler toplumlara geldikleri zaman, sizden ben hiçbir şey istemiyoruz derler. Biz size sizin mutluluğunuz sizin hâkimiyetiniz için bir şeyler getiriyoruz. Şimdi biz eğer… Şimdi başka bir konuya geçmiş olduk. Biz eğer şu çizgiyi devam ettirebilirsek, arkadaşlar hakikaten mesela, bunu Tromso’da daha önceki gittiğimiz, çok küçük bir takım sohbetler yapmamıza rağmen etkisinin hala devam ettiğini ve hatta giderek koyulaştığını gördük. Oslo’ya gittik, evvelki gün Oslo’daydık, dün sabaha kadar Oslo’daydık. E Oslo’da da baktık, ciddi manada yankı buluyor buradaki çalışmalar, biz şimdi interneti hamdolsun arkadaşlarımız çok güzel kullanıyorlar. E burada bir şey söylüyorsunuz bakıyorsunuz oralarda herkes bunu özümsemiş. Niye özümsüyor? Çünkü kendi fıtratına uygun görüyor. Kendi fıtratına uygun görünce istiyor ki, oradaki topluma da taşısın bunu. O zaman kendiliğinden ekipler oluşuyor. Canla başla çalışan insanlar oluşuyor. O insanlar biliyorlar ki, biz bunu -Mesela Almanya’dakiler,- biz bunun Alman toplumuna ulaştırabilirsek, Almanlar bundan rahatlayacaklardır. Şimdi mesela orada birkaç tane cami dolaştık, büyük büyük camiler yapılmış. Ama öte yandan Almanya’da bu sene rekor düzeyde insanlar Hıristiyanlıktan uzaklaşmışlar. Kayıtlarını sildirmişler. E şimdi siz böyle bir toplumun yerli unsuru olduğunuzu düşünün, ne hale geleceğinize siz kendiniz karar verin. Yani onların yerine koyun kendinizi. Şimdi bazı İslami gruplar, o toplumları çok rahatsız edici davranışlar ortaya koyuyorlar.
Dolayısıyla, doğru İslâmı bütün toplumlara götürme, bizim çok büyük bir görevimiz. Şunu hiç unutmayın ki arkadaşlar, burada en büyük görev de size düşüyor. Mutlaka malınız ve canınızla bu işin içinde olacaksınız. Bu işin hiç sağı solu yok. Şeyle yani mesela efendim biz sadece para verelim de… Bunlar, öyle şey yok. Hem malını, hem canını. Oradaki arkadaşlar öyle yapmışlar. Almanya’daki arkadaşlar. Kendi masraflarını kendi karşılamış, Aracılık ve Şirk kitabını Almancaya tercüme etmişler, basılacak hale getirmişler. Birçok faaliyetler yapmışlar. Onları da zaten arkadaşlar not aldılar dün, epeyce işler yapmışlar. Ondan sonra bir başka gruba gittik, onlar da aynı şekilde çalışıyorlar. Yani orada birkaç saat kaldık ama, bir namaz kılacak vaktin dışında, boş vaktimiz olmadı. Eğer namaz vaktini boş vakitten sayarsanız. Çok ciddi çalışmalar yapıyorlar. Bu ciddi çalışmaların ana merkezi burası. Buradan çok büyük beklentileri var. Çünkü her şeyleri, beslenme alanı burası. Onun için burada çok güçlenmemiz lazım, son zamanlarda arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Geçenlerde nerde işte, burada bir konuştuk. İngilizce tercümeye ihtiyaç var falan dedik. Epeyce bir arkadaşımız devreye girdi sağ olsunlar. Ama şimdi tekrar size söylüyorum. Herkes mutlaka bu işin bir ucundan tutmalı, benim param yok fazla, kardeşim senden para isteyen mi var yani? Ne yapabileceksen. Cenab-ı Hak ne diyor? Estauzubillah.
(49/Hucurat 15.Ayet)
“İnnemel mué’minûnellezîne âmenû billâhi ve rasûlih”,
“müminler şunlardır, sadece şu kişilerdir” diyor.
“Allah ve rasuluna inanan”
“ve câhedû biemvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh,”
“malları ve canlarıyla Allah yolunda gayret gösterenler”
Bak mal ve can. Mal ve can ne demek? Mal demek illa gel şu Süleymaniye vakfına para bağışlamak değil. Yani çalışırsın, sen kendi masraflarını karşılasan, gene malınla hizmet etmiş olursun. Yani şuraya üç-beş kuruş yardım verin, destek verin manasında değil yani. Herhangi bir faaliyet yaptığınız zaman… Kaldı ki buraya da tabii ki de yürütmek zorundayız. Burayı da elbette ki yürütmek zorundayız, o başka bir şey. Bu faaliyetlerin finansmanı elbette ki olacak, o ayrı bir konu. Ki oluyor Allah’a hamdolsun, yani üç aşağı beş yukarı yürüyor. Ama bu çok büyük bir hizmet, yani her yerde yankılanıyor, her yerde büyük etkiler meydana getiriyor. Merkezin çok güçlü olması lazım, bizden çok büyük beklentiler var. Meal istiyorlar her yerde ısrarla, tefsir istiyorlar ısrarla. Şu şu konular diyorlar, artık cevap verdikçe daha büyük konular isteniyor. Onun için burası çok büyük bir merkez halinde organize edilmesi gerekiyor. Öyleyse, kimin ne bilgi ve becerisi varsa, ortaya koyması gerekir. Kadını erkeği yok bu işin. Herkes kendine göre bir şeyler yapabilir.
Biz burada kesinlikle şunu söylemiyoruz. Bize getirin de paranızı verin, biz iş yaparız. Yok, kardeşim öyle şey yok. Bu Allah rızası için yapılan iştir, bu Cenab-ı Hakkın dinini ortaya koymaya, Allah’ın kitabını ortaya koymaya yönelik bir iştir. Burada hiç kimsenin propagandası falan yapılmaz, yapılmaması lazım, asla! Burada tek yapılacak şey, Allah’ın kitabını, Allah’ın kullarına götürmektir. Kim daha çok gayret gösterirse, o daha çok sevap alır. Onun için elimizden ne geliyorsa onu yapmamız lazım. Bu merkezi çok güçlü hale getirmemiz lazım. Biliyorsunuz biz bu ayda, çok sayıda iç ve dış seyahat yaptık. Gittiğimiz her yerde, inanılmaz derecede bu işe gönül veren insanları gördük. Mutlaka siz de her gün görüyorsunuzdur. Burayı çok güçlü hale getirelim. Sadece Türkiye’nin, sadece Avrupa’nın değil, insanlığın kurtuluşu burada, Allah’ın kitabında. İşte siz o insanlara, susuz kalmış insanlara su götürüyorsunuz, ekmek götürüyorsunuz. Evsizse ev götürüyorsunuz, o insanların ihtiyacını karşılıyorsunuz. O insanlar kendi ayakları üzerinde bakacaklar ki, bunlar bizden bir şey istemiyor. Sadece Allah’ın yoluna girmemizi istiyor. Tamam bitti. O arada oluşan dostluk da, son derece kalıcı bir dostluk olur. Kesinlikle kimseyi sömürme, kimseyi hâkimiyet altına alma diye bir şey olmamalı. Tek hedef Allah-u Teâlâ’nın kitabını Allah’ın kullarına ulaştırmak olmalı. Ama onun için de burayı, çok güçlü hale getirmemiz lazım. Tıpkı Hz. Ömer’in Medine’yi güçlü tutması gibi. Bu merkezin çok güçlü olması lazım. Onun için size tekrar söylüyorum, elinizden ne geliyorsa yapmanız lazım. Bu bir görevdir. Peki, böylece dersimizin birinci bölümünü hiç âdetimiz olmadığı halde sohbetle bitirmiş olduk. İkinci bölümde sorular cevaplar faslına geçeriz inşallah.