Abdülaziz Bayındır:
Kurban Bayramı arifesinde bulunuyoruz. Allah ömür verirse birkaç gün sonra kurban bayramına gireceğiz. Bu bayramda biliyorsunuz kurbanlar kesiliyor. Kurban konusunda ileri geri herkes bir şeyler konuşuyor. Bu bir ibadet olduğu için önemli olan Allahütealâ’nın ne dediğidir. Bununla ilgili olarak elinizdeki meallerin 337. sayfasını açın. Orada Hac Suresi’nin 34. ayetini okuyacağız.
Allahütealâ şöyle buyuruyor: “Her bir ümmet için bir mensek oluşturduk.” Nüsük ibadet manasına gelir. Burada ibadetin hangi türü olduğu ayetin içerisinde belirtiliyor. “Allah’ın onlara behimetil enamdan rızık olarak verdiği şeyler üzerine Allahın adını ansınlar diye.” O zaman bu belli bir ibadet demek oluyor. “Behimetil enamdan Allahın onlara rızık olarak verdiği şey üzerine Allahın adını ansınlar diye.” O zaman demek ki mensek kurban ibadeti manasına geliyor. Bu kelime Arapçada üç anlam ifade eder: ismi zaman, ismi mekân ve mastar mimi. Yani kurbanın belli bir zamanının olduğunu ifade ediyor mensek. Yani kurban zamanı manasına gelir. Ondan sonra kurban mekânı manasına gelir ve kurban manasına gelir. Bu kelime üç ayrı anlama da gelir. Her üç anlam için de kelimeyi anlamak mümkündür. Kurbanın kesilme zamanı belli. Kurban bayramının birinci günü, ikinci günü, üçüncü günü… Şafi mezhebinde dördüncü günü… Buna eyyamı nahr denir: kurban kesme günleri. Bir de kurban kesme yeri vardır. Müslümanların kurbanlarının kesilmesi gereken yer belli bir mekân vardır. Orası da harem dâhilidir. Yani Kâbe ve çevresidir. Orada hac kurbanları kesilir. Onun dışında yani harem dışında Peygamber’in (sav) Medine’de kurban bayramında kurban kestiği için demek ki bizim kurbanımız Mekke haremiyle sınırlı değil. Çünkü bu kelime her türlü manaya, üç ayrı manaya da gelebilecek durumdadır. Peygamber’in (sav) uygulaması bizim için açıklayıcı olur. “Her bir ümmet için bir mensek oluşturmuşuzdur ki Allah’ın onlara rızık olarak verdiği behimetül enam üzerine Allahın adını ansınlar. (Hac 22/34)”
Enam kelimesi dört ayaklı evcil hayvanlar için kullanılır. Behimetül enam işte bu dört ayaklı hayvanların behime olanlar yani enamdan behimeler. Behime de hayvan manasına geliyor. Dört ayaklı evcil hayvanlar. Enam dediğimiz zaman daha açıkçası bizim Türkçede mal davar dediğimiz hayvanlardır. Türkçede bunun tek kelimeyle karşılığı yok. Yani Arapçadaki enam kelimesinin Türkçede tek kelimeyle karşılığı yok. Bakayım buna nasıl meal vermişler. “Her ümmet için Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvan cinsi üzerine…” Bu yanlış. “Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvan cinsi üzerine ismini zikretsinler” diye ifade kullanılınca işte birisi de kalkar “tavuğu da kurban kesersiniz” der. Şimdi bu enam kelimesinin Türkçe karşılığı olmadığına göre oraya enam diye yazmak lazım. Sonra da açıklamasını yapmak lazım… Ya da Türkçe olarak mal davar diye yazmak lazım. Çünkü mal dediğimiz zaman ne anlaşılıyor? Büyükbaş hayvan değil mi? Yani sığır. Gerçi bizde deve yok. Onu da içine almıyor mal kelimesi. Davar dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Koyun keçi. Tamam, o güzel. Ama mal dediğimiz zaman da yetmiyor. Yani mal davar kelimesi de bu kelimeyi tam karşılamıyor. O zaman burada enam diye yazmak lazım tercüme ederken meal yaparken. Sonra açıklamasını yapmak lazım… Madem Türkçede bunun karşılığı yok öyle yazmak lazım. Bu enamın Arapçada anlamı şu: sığır, deve, koyun, keçi. O zaman demek ki kurbanlık hayvanlar kuranı kerim tarafından belirlenmiş değil mi?
Şimdi “bunların üzerine Allahın adını ansınlar.” Bunların üzerine Allahın adını anmak nedir? Yani şimdi hayvanı karşına getiriyorsun. Bismillahüallahuekber diyorsun hadi git. Sıradaki sen gel bismillahuallahuekber git. Böyle mi? Tabi bunları kesmek. Şimdi birisi kalkar der ki Kuranı Kerim’in neresinde kesmek var? İşte bu sayfada… Şimdi okuyacağız biraz sonra. Demek ki Allahütealâ her ümmete yani gönderdiği her peygambere kurban kesme görevini yüklemiştir. Niçin yapmış? Onlar da aynen bizim gibi küçük ve büyük baş hayvanları kurban ediyorlar. Küçükbaş hayvanlar koyun, keçi büyük baş hayvanlar da sığır ve deve. Tabi manda cinsi de sığır sayılır.
“Sizin ilahınız tek bir ilahtır.” Bir başka ilah olmadığına göre emirler de yalnız Allahtan çıkıyor. Öyleyse bütün ümmetlere verilen emir aynı. “Ona teslim olun.” Hac Suresi 34. Ayeti okuyoruz. 22. Sure. Ona teslim olun. “Alçak gönüllülük ederek boyun eğen insanlara müjde ver. (Hac 22/34)” Şimdi bazı insanlar kalkıyor her zaman olacak dine kendi kafalarına göre yöne veriyorlar. E bu tür insanlar teşvik de görüyor gayet normal. Çünkü burası imtihan dünyasıdır. Önümüze her türlü engeller her türlü kılıkla çıkacaktır. Bunlar son derece normaldir. Size her zaman şunu da tekrarlıyorum, şunu da çok iyi bilin ki doğru yolun üzerinde olur şeytanlar. Cin şeytanlara bir euzu besmele çekerseniz kurtulursunuz. Allahütealâ’nın bildirdiğine göre bu şeytanlar sadece cinlerden ibaret değil: “insan ve cin şeytanlar. (Nas 114/6)” İnsan şeytanını kapıdan kovsan bacadan gelir. Sana ayet okur, hadis okur karşına dört dörtlük Müslüman gibi çıkar. Çünkü doğru yol neyi gerektiriyorsa onu yapar. Ayet hadis okumak çok güzel bir şey de o ayeti ve hadisi kendine uydurarak okur. Bu türler genellikle ayet okuyormuş gibi yapar yani ayet okur ama manayı kendine göre verir. Böyle parçalar böler kelimelere yerleşik anlamı dışında anlamlar verir, uç noktalar kaçırır.
Mesela namazla ilgili ayeti kerimeleri dua diye tercüme eder. Gerçekten dua manası var namazda elbette. Ama mesela dua her yerde yapılabilir yani oturarak, yatarak her zaman her yerde yapılır. Fakat mesela namaz için Allahütealâ diyor ki: “eğer korkarsanız yürüyerek ve binili olarak namaz kılın (Nisa 4/35)” şimdi duanın korkarağı, binilisi, oturması yürümesi var mı? Duanın abdest şartı da yok. Namaza kalktığınız zaman şu şu organlarınızı yıkayın. Şu şu organlarınızı meshedin var. Namazı kılmak var. Namazın vakitleri var. Şu vakitte bu vakitte yapın. Duanın vakti olur mu? Dolayısıyla insanları saptırmak isterlerse hayran bırakacak kılıkla karşınıza çıkarlar. Dersiniz ki dört dörtlük Müslüman işte bu. Ayetse ayet okur, hadisse hadis okur, fakat anlamı öyle bir saptırır ki… Çünkü sen ayet ve hadis istiyorsan onu okur. Ama manayı kendi kafasına göre verir. Yani kimi tuzağa düşürmek istiyorsanız tuzağı ona göre ayarlamanız lazım. Ben ayet hadisten başka bir şey tanımam diyen adamı tuzağa düşürmek isteyen de ona ayet ve hadis okuyacaktır. Çok dikkatli olmak lazım… Ama anlamı mutlaka saptıracaktır. Yani sen diyorsun ki ben sağlam yerde yürürüm kardeşim ben öyle çürük tahtada yürümem. Öyle mi? Tamam çürük tahtanın üzerini güzelce boyar. Bir de bir cila yapar bir de bir beton görünümü verir bakarsın sapasağlam. Sağlam görünümü vermese adımını atmazsın. Sağlam gördüğün zaman o an küt diye düşersin o zamanda iş işten geçmiş olur. Onun için çok dikkatli olmak lazım.
İtaatkârları Allahütealâ şöyle anlatıyor: “Allahın adı anıldığı zaman kalpleri ürperir. Allahın ayetleri okunduğu zaman kalpleri ürperir. Başlarına gelen şeylerden dolayı da sabırlı olurlar. ” Çünkü çok iyi bilirler ki biz bu dünyaya oyuna eğlenceye gelmedik. Yerimiz imtihan yeridir. İmtihanda şartlar sık sık değişir. Sık sık yeni sorular sorulur. Her türlü yeni şarta hazırlıklı olmamız lazım. Öyleyse yapılacak şey imtihanı kazanmak için sabırlı olmaktır. Birbirlerine de sabrı tavsiye ederler. “Ve namazı da ayakta tutan insanlardır bunlar.” Yani namazlarını sürekli kılanlardır. “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de harcarlar. (Hac 22/35)” Bunlar benim ben çalıştım ben kazandım demez. Sen istediğin kadar çalış veren Allahtır. Sana o çalışma gücünü de veren o kazandığından hayra harcama emrini veren de odur.
“Bedeneyi de…” Bedene büyük baş hayvan demektir. “… sizin için Allahın dininin simgelerinden yaptık.” Bu dinin simgesi ne olur? Dinin temel ibadetlerinden biri olur değil mi? “Sizin için onda bir hayır vardır.” Yani bu hayvanlardan istifade edersiniz, yersiniz içersiniz sütünü içersiniz etinden yararlanırsınız dersinden yararlanırsınız birçok hayırlar vardır. “Öyle sıra sıra dizilmişler…” Şimdi Pazar günü kurban yerine gidersiniz görürsünüz bakarsınız ki hayvanlar böyle bir de o hayvanları süslemek gerekir. Yani kurbanlık oldukları belli olmalı. Onun da bir başka heyecanı var. Şimdi benim çocukluğumda hatırlıyorum. Erzurum’da böyle güzel güzel koçları süslerlerdi dolaştırırlardı bizim için bambaşka bir zevk ve heyecan olurdu. Babam öyle yapmazdı biz kurbanlığımızı sadece kesileceği andan yarım saat önce görürdük o sırada hemen arkasından kesilirdi onda böyle süs falan görmezdik. Ama bizim mahallede çok güzel süsleyenler olurdu. Boynuzlarına bakarsınız ki elmalar takmışlar ya da balonlar takmışlar. Boyunlarına gerdanlık takıyorlar güzel güzel süslüyorlar bir bambaşka güzel oluyor. Yani Allah için hazırladığı hayvanı şöyle bir dolaştırıyor. Çok güzel oluyor. Zaten işte buna taklit deniyor Arapçada. Allahütealâ kalaid diye ayeti kerimesinde ondan bahsediyor. Yani Cenabıhak da böyle şeylerin yapılmasını istiyor. “Sıra sıra dizildikleri zaman üzerlerine Allahın adını anın.” Ne yapıyorlar duruyorlar bismillah deniyor ondan sonra çeksin gitsinler öyle mi? Allahın adını anın diyor işte andık! İşte bismillah çektik daha ne istiyorsunuz diyebilir birisi. Şimdi öyle bir şekilde Allahın adını anacaksın ki andıktan sonra artık gövde yere yatsın. O zaman nasıl anacaksın? Keserek anacaksın değil mi? “Siz ondan yiyin. (Hac 22/36)” Şimdi bu sadaka mı? Yani kurban birisine hayır yapmak için mi kesiliyor? Eğer hayır yapmak için yapılıyorsa… Mesela zekât veriyorsunuz verdiğiniz zekâttan yiyebilir misiniz? Verdiğiniz sadakadan yiyebilir misiniz? Onu da yiyemezsiniz. Ondan siz yiyin diyor Allahütealâ. O zaman nedir? Kesildiği zaman görev bitmiş olur. Yani görev bitmiş olmasa bizim yememizin bir anlamı yok. Asıl mesele o hayvanı kesmek.
Şimdi kan akıtmaktır ibadetin esası denince bazılar diyor ki efendim kan akıtma demeyin lütfen. Ya ne diyelim? Kesmek diyelim o zaman. Onu da deme ya ne diyelim? Efendim bu caniliği hatırlatıyor! Canilik yapılınca hiç sesiniz çıkmaz değil mi? Peki her gün sofranıza gelen etler nasıl geliyor? Eğer böyle şeye karşıysanız hayatınızda et yemeyin. Balık da yemeyin. Hayvanları tutuyorsunuz. Çırpına çırpına ölüyor üstelik hayvanlar. Kuş da yemeyin tavuk eti falan. Beyaz et kırmızı et sofranıza et koymayın hadi! Deri elbise de giymesinler ayakkabı da giymesinler! Yani kime kulluk ediyorsun diye sormak lazım bu insanlara. Sen kendi kafandan uydurduğum din diyorsan var o din sana mübarek olsun. Sizin dininiz size beyler o din bizim dinimiz değil. Ama Allahın dini diyorsan Allah o hayvanların kesilmesini emrediyor. Efendim hayvanlara eziyet ediliyor eziyet etme eziyet etmek haramdır. Ama hayvanı kesmek eziyet değil.
Allah rahmet eylesin İsmet Sungur Bey vardı İstanbul Hukuk Fakültesi hocalarından birkaç ay önce rahmetli oldu. O imanlı bir insandı. Ben İstanbul müftülüğünde iken arada sırada İstanbul Hukuk Fakültesine giderdim orada mukayeseli hukuk kürsüsünde çok güzel sohbetle yapardık. Diğer hocalardan da katılanlar olurdu. Eşine de vasiyette bulunmuştu benim yanımda ölürsem cenaze namazımı Abdülaziz Hoca kıldıracak diye. Sonra ölmüş benim haberim olmamıştı öldüğünden hemen aradılar. Tabi sonra da gazeteler televizyonlar yazdı gittik cenaze namazını kıldırdık. Şimdi bu zat hayvanlara karşı çok merhametli bir insandı. Sabah namazında başlar Eyüp’ten başlar ta bu Samatya hastanesi Yedikule’ye kadar bütün çöplükleri dolaşır oradaki köpekleri kedileri beslerdi. Son derece merhametli bir insandı hayvanlara karşı büyük bir sevgisi vardı. Hayvanlarla ilgili kitap da yazmıştı. Baya da kalın bir kitap. O kitapta da benim yazdığım uzunca bir bölüm var. Benden istemişti ben de yazmıştım. Herhangi bir konuda mesela hayvanların kesilmesi ile ilgili dedi ki hoca dedi bu hayvanlara eziyet ediliyor uyuşturulup kesilse olur mu? Dedim ki mekruh olur. Dedi ki dinimiz böyle diyorsa bunda mutlaka büyük hikmetler vardır dedi. Çünkü en güzelini İslam söyler buna kesin inanıyordu. Kardeşiyle tanışmak nasip olmadı ama sinir hastalıkları mütehassısıymış ona sormuş sonra bana anlattı kitabında da yazdı bunu. Dedi ki kardeşime sordum dedi hayvana hiç eziyet vermeden kesmek ancak keskin bir bıçakla kesme şeklinde oluyormuş. Onun dışındaki bütün kesimler eziyetmiş. Meğer kardeşi de ona demiş ki bak sen kendi üzerinde dene. Keskin bir bıçakla elini kessen kan akmadan kestiğini fark edemezsin. Elini kesildiğini anlamazsın öyle değil mi? Herhalde hepinizin denemesi vardır. Bende oldu birkaç kere. O keskin bıçak elinizi kesse hiç fark edemezsiniz kanın sıcaklığından anlarsınız hatta bakarsınız ne oldu acaba bir kan görürsünüz bu kan nereden geliyor? Bakarsınız ki sizden geliyor. Keskin bir bıçakla hayvanı keserseniz hayvan kesildiğini fark etmez. Zaten onu keserken nefes borusu yemek borusu bir de iki tane damar var atar ve toplardamar var o damarlar kesiliyor. Ondan sonra omuriliğe dokunulmuyor. Çünkü bütün sinirler orada. Oraya dokunursanız hayvan çok ızdırap çeker. Ama oraya dokunmazsanız oraya kadar keserseniz hayvan öldüğünün farkına bile varmaz. Kafası can tamamen çıktıktan sonra kesilir hayvan hiç öldüğünü anlamaz. Ondan dolayı rahatlık içinde bütün kanını boşaltır ve bir sıkıntı olmaz.
Şimdi Allahütealâ burada ne diyor: “Allahın adını bu hayvanlar üzerine onlar sıra sıra dururken anın. Yan üstü düştükleri zaman…” nedir yani artık bütün iddialar kayboluyor ellerini ayaklarını bağlıyorsunuz keserken. Artık kalkma imkânları yok hayvanların ölmüş oluyorlar. “Şimdi ondan yiyin. Sonra ondan kanaatkâr olana da…(Hac 22/36)” yani benim ihtiyacım yok sağ ol teşekkür ederim falan diyene de yedirin, sıkıntı içerisinde başkalarının desteğiyle ayakta duracak olan kişilere de yedirin. Şimdi peygamber efendimizin hadisini hatırlayın. Üçe bölmeyi tavsiye ediyor: bir bölümünüzü çoluk çocuğunuza yedirin bakın ayet siz yiyin diyor değil mi? Bir bölümünü eşe dosta eşe dosta derken zengin fakir ayrımı yapmıyorsunuz. Bir bölümünü de fakirlere. O da el-muhattar. Yani Peygamberimiz Kuranda olandan başkasını söylemiyor.
E peki “kurban kan akıtmaktır” diyen ulema başka bir şey söylüyor mu? Bu ayeti kerimeye göre kurban nedir? Kan akıtmak değil mi? Tamam. Ama o kanı Allah için akıtıyorsunuz. Mekkeli müşrikler de kan akıtıyorlardı onlar ikiye ayırıyorlardı hayvanları. Bir grubunu Allah için kesiyorlardı bismillahallahuekber diyerek kesiyorlardı. Bir grubunu da putları için kesiyorlardı. Bir üçüncü grup hayvan vardı ki onları da yemek için kesiyorlardı. Putları için kestiği hayvanı Allahütealâ haram kılmıştır. Onun için bizim Allah rızası için kestiğimiz hayvanlara Allahın adını anmamızı Allahütealâ emrediyor.
“İşte böylece bu hayvanları size boyun eğdirdik.” Allah o hayvanları bize boyun eğdirmeseydi bizim o hayvanları kesme imkânımız olur mu? Bir de bu hayvanlar diğer hayvanlardan çok farklı. Yani Kuranı Kerim’de enam denen hayvanlarla kuşlar farklı. Yırtıcı hayvanlar farklı, balıklar farklı bunların her birisi çok farklı hayvanlardır. Enam denen hayvanlarda işte kâfirler onlara benzetiliyor. Akıl yok onlarda. Ama diğer hayvanları öyle kolay kolay ele geçiremezsiniz. O kadar kolay değildir. Bir tavuğu yakalamak kolay mı? Dışarıda olsa? Ama şurada yüz tane sığırı diziyorlar arkadaşının kesildiğini gördüğü halde hiç umurunda değil o yemeğini yemeye devam ediyor! Eğer bilseydi kendi başına geleceği orada ne yapardı ortalığı yıkardı değil mi? İşte Allahütealâ diyor ki “onları sizin hizmetinize verdik belki şükredersiniz. (Hac 22/36)”
“Allaha bunların hiçbir zaman ne etleri ulaşacak ne de kanları. (Hac 22/37)” Şimdi diğer mali ibadetleri hatırlayın. Allah yolunda paranızı harcayın. Burada o harcama yok. Burada o harcama olsa bu hayvanları kesin fakir fukaraya dağıtın denirdi. Onun için bir insan bir şehirdeki bütün fakir fukaranın bir yıllık et ihtiyacını karşılasa kurban kesmiş sayılmaz. Kurban kesmek farklı bir ibadettir. Şartları şeyi bellidir. Yani tıpkı şeye benzer: siz dünyanın en güzel yiyeceklerini yiyin su içmiş sayılmazsınız. En iyi kaynaktan su için yemek yemiş sayılmazsınız. Her birinin yeri farklıdır. En iyi elbiseyi giyinin ayakkabısız dolaşabilirsiniz.
Ben eskiden Erzurum’da bazı şeyler görürdüm çocukluk hatırası. Bazı koyun tüccarları gelirdi Erzurum’a. Doğuda çok şeyler var bu hayvancılık çok yaygın. Bakıyorsun binlerce koyun getiriyor. Bir elbise giyinirler ki bakamazsınız güzelliğinden. Ayaklarında da lastik ayakkabı! O elbisesi ne kadar güzel olursa olsun ayakkabısı farklı. Dolayısıyla hiçbir şey diğerinin yerini tutmaz. Yani o elbisenin o kadar güzel olması o ayakkabıyı kapatmıyor. Onun için bu bir kurban ibadeti bu başka bir şekilde yerine gelmez. Nasılsa öyle. İşte Allahütealâ’nın burada beyan ettiği şekilde… Kuranı Kerimde Cenabı Hakkın anlattığı şekilde… Şimdi kurban Kuranı Kerim’de var mıymış? Bütün detaylarını veriyor mu Allahütealâ? Hangi hayvanın kesileceğini bildiriyor mu? Behimetil enam diye. Bir kesilme zamanı vardır demiyor mu? E tamam işte. Kesilme zamanını da Kuranı Kerim aslında ifade ediyor. O hac ayetleri ile ilgili ayetlerde. Ve peygamber (sav) aynı günlerde… Bu sene hac neye rastladı? Bir gazete yazmıştı “bu sene hac kurban bayramına denk geldi” diye! Şimdi hac günleri kurban bayramı günleridir biliyorsunuz. İşte kurban bayramı günlerinde dünyanın her tarafındaki Müslümanlar kurban keserler hacca gidenler de hacda keserler.
“Bu hayvanların ne etleri ne kanları Allaha ulaşacaktır.” Ama mesela zekâtta sadakalarda böyle bir ifade kullanılmaz. “Ama sizin takvanız Allaha ulaşır. (Hac 22/37)” Takva kelimesinin anlamını hatırlıyor musunuz neydi? Korunmak. Peki, en büyük korunma neden korunmadır? Şirkten korunmadır. O zaman kurbanın şirkle alakası var mı? Mesela gidin Hindistan’a Hindulara bir tane inek kestirin bakayım kestirebiliyor musunuz? Bizi keserler ama ineği kesmezler! Hadi bir tane inek kestirin sembolik olarak. Deyin ki bir tane kesin şunu şunu vereceğim ama milletin karşısında. Gizli gizli kesebilirler önemli değil. Halkın huzuruna gelip kesecekler. Biliyorsunuz Tevrat’ta var. Apis öküzü, Apis adıyla geçiyor bugünkü Tevrat’ta. Musa (as) Bakara Suresinde ki sureye adını veren olaydır. Bakara boğa demektir. İnek değil bazıları inek diyor inek suresi değil o boğa suresi. Çünkü bakara sığır demektir. O ayetlerde anlatılan sığır diyor ki ne toprağı sulamış ne de tarlayı sürmüştür. Toprağı sulamak, tarlayı sürme işi kimin işidir? Öküzün işidir değil mi? Ama bunu yapmamış olan boğadır. Boğanın bunu yapabilmesi için burulması lazım ondan sonra öküz olur. Toprağı sulamış sulamamış, ekin de ekmemişse bu ancak boğa olur. O zaman buradan anlıyoruz ki israiloğulları boğaya tapıyorlarmış. Boğaya tapan firavun ailesine büyük bir hayranlık duyuyorlar. Çünkü onların kölesi olarak büyümüşler. Onlar da boğaya tapıyorlar. Apis öküzüne tapıyorlar ve bunların da içlerine o sevgi sinmiş. “Kalplerine o boğa sevgisi içirilmiş (Bakara 2/93)” diyor Allahütealâ ayeti kerimede yani iliklerine işlemiş boğa sevgisi. Allahütealâ ne zaman ki Musa (as) gelip de “Allah size bir boğa kesmenizi emrediyor” deyince…
Şimdi siz gitseniz Hindistan’a, Hindistan’da da çok iyi bir konumunuz olsa. Mesela bir din adamı Hindulara dese ki Allah size bir inek kesmenizi emrediyor. Ne derler? Sen dalga mı geçiyorsun derler. Sen bizi deniyorsun galiba derler hiç öyle şey olur mu? Değil mi! İşte israiloğulları da aynı şeyi söylüyorlar Musa’ya (as). Bakara Suresi’nin 67.ayetinde Allahütealâ öyle deyince “Allah sizin bir boğa kesmenizi emrediyor (Bakara 2/67)” deyince İsrailoğulları şok oldu. Bu ne biçim bir talep! O peygamberleri ki o kadar mucize gördükleri peygamberleri. Her şeylerini ona borçlular çünkü onları zulümden kurtulmuş, büyük bir sıkıntıdan hürriyetlerine kavuşmuşlar. Çok zengin olmuşlar. Bütün firavun hanedanın servetleri ellerine geçmiş. Yani çok şey borçlular Musa’ya (as). Buna rağmen Musa (as) Allah sizin bir boğa kesmenizi emrediyor dediği zaman şok oldular. “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” Bizimle eğleniyor musun? Böyle istek olur mu? Bugün gitsin birisi desin Hindulara söylesin Hindular aynı tepkiyi göstermez mi? Musa (as) dedi ki: “Allaha sığınırım cahillerden olmaktan. (Bakara 2/67)” Ben ne dediğimi biliyorum, kendini bilmezlerden değilim, böyle biri olmaktan Allaha sığınırım. Baktılar ki bu iş ciddi. “Dediler ki rabbine bizim için bir dua et rabbinden bir iste bakalım onu bize açıklasın.” O nedir? Aslında boğa değildir de başka bir şeydir belki biz yanlış anlıyoruz! Allah boğa kesilmesini emreder mi? Çünkü onlar inanıyorlar ki onlar boğa aracılığıyla Allaha ulaşabilecekler. Boğayı aracı koyuyorlar. Allah şöyle diyor: “Bu bir boğa, ne yaşlı, ne genç, İkisinin ortası. Size verilen emri yerine getirin. (Bakara 2/68)” Ama gene tatmin olmuş değiller. İyice rahatsız oluyorlar yaşlı da değil, genç de değil gerçekten onların hayal ettikleri tanrıyı tarif ediyor Allahütealâ. Dediler ki bakın ne desinler farklı bir şey istemeleri lazım “Rabbine bir sor bakalım rengi ne renk? Dedi ki Allah şöyle diyor: bu sarı bir boğa. Parlak renkli.” Yani sapsarı. “Bakanları böyle mutlu edecek güzellikte. (Bakara 2/69)” Bu tam böyle onların tanrı olarak seçtikleri hayvan! İyice ayakları sallanmaya başlıyor. Altın rengi! Buraya kadar inek de olabilir çünkü boğayı kesmek istemiyorlar çünkü bakara kelimesi her ikisi için de mümkün sığır demek. Sığır manasına geliyor. Arkasındaki o ta müenneslik ta’sı değil ama fiiller müennes olarak gelmiş.
“Dediler ki rabbine bir sor bunu bir açıklasın. Çünkü bize göre sığır sığıra benzer.” Yani Allah şu sığırı kesin der biz öbürünü keseriz. Yani baktılar ki artık kurtuluş yok iyice şaşırdılar. Allah şunu istedi öbürünü keseriz benzer falan neme lazım! “Belki bu defa tam isteneni yaparız. (Bakara 2/70)” Hedefi yakalarız. Asıl bomba bu ayette patlıyor buraya kadar inek de olabilirdi inek kesmek fazla problem değil. Ama şimdi esas şey burada Allah şöyle diyor “o bir bakara ki boyunduruk altına alınmamış” yani çift sürmemiş “ve ekini sulamamış”. Boyunduruk altına alınmış bir bakara değil. Eyvah! Tam boğa işte. Boyunduruk altına ancak burulduktan sonra alınabilir. Burulmadan boyunduruk altına almak mümkün değil. Tam bir boğa işte bitti. Zaten ineğin boyunduruk altına alınması diye bir şey söz konusu olmaz. Tarlayı sürmesi diye bir şey söz konusu olmaz. Tam bir boğa. Tevrat okuduysanız mutlaka görmüşsünüzdür Allah orada özellikle boğa diyor Apis diyor o kelimeyi kullanıyor. Samiri’nin yaptığı da aynı o da öyle. “…ve salıverilmiş.” Yani boğa serbest bırakılır biliyorsunuz öyle pek şeye gelmez. Emir altına falan alınmaz. “Üzerinde bir kaşkalık da yok.” Yani alacalık yok. Bundan sonra artık soracak bir şey kalmadı. Ne desinler? Her şey belli! “Tamam, tamam şimdi gerçeği getirdin.” dediler. Yani yapacak bir şey yok. Tamam, ne yapalım. Bakın bütün israiloğulları bir tek hayvanı kesmek istemiyor. Bugünkü Hindistanlıları düşünürseniz onların psikolojisini anlarsınız. Başka bir şekilde anlamak mümkün değil. Yoksa bir hayvanı kesmeye paraları falan yetmediğinden değil ne var ki! On bin tane koyun kesin dense problem değil. Hindistan’da da öyle git istediğin kadar koyun kesin. İnek dersen kestiremezsin. Öyle bir özellik söylüyor ki kaçış yok. İşte o inanca sahip olanlar bu özellikte bir boğayı bütün meralarda araştırıyorlar getiriyorlar onu tanrı yapıyorlar ona tapıyorlar. O öldüğü zaman inanıyorlar ki onun ruhu öbür hayvana gitti dolaşıyorlar meralar buluyorlar getiriyorlar. “Onu neredeyse kesemeyeceklerdi. (Bakara 2/71)”
Şimdi tekrar Hac Suresi’ne gelelim. Şimdi onlar o hayvanı kestikten sonra artık o hayvana kim tapar? Artık kimse ona tapmaz. Kestikten sonra ayakaltına alınmış kim tapar ona? Orada gücün sembolü olarak duruyordu, sen ondan daha güçlü oldun ona daha tapar mısın? Öyleyse neden koruyormuş insanı bu hayvan kesme işi? Şirkten koruyormuş. Bakın Müslümanlarda birçok yanlışlar var ama hiç hayvanı kutsallaştırma ben duymadım siz duydunuz mu? Müslümanlarda bu yok. (Bir katılımcı: Samiri’nin yaptığı boğa da altın sarısıydı.) Onu hiç düşünmemiştim çok doğru söylediniz. Tabi bu altın sarısı onu da altından yapıyorlar gerçekten doğru yani. O rengini de ona göre ayarlıyorlar. Zaten Musa (as) Turi Sina’ya yani Sina Dağı’na gittiği zaman Samiri bir buzağı heykeli yapmıştı çünkü zihinlerde o var başka bir şey yok. Bakın Musa (as) şirkle mücadele için lazım gelen her şeyi yapmış ama ilk fırsatta şirke düşmüşler görüyor musunuz? Ama kestiğiniz zaman artık ona ibadet olmaz. Akılları fikirleri onda, onun için uygulama çok önemli. Sadece lafla söyleseniz boğa tanrı değildir falan filan derseniz “canım zaten biz de ona tanrı demiyoruz” derler. Lafla olmaz. Kanın aktığını ayağının altında olduğunu görmesi lazım. Böyle tanrı olmaz diye bizzat onu yaşaması lazım. Çünkü kesebilirsin kesmende sakınca yok boğa tanrı değildir dersen tabi canım zaten ona tanrı diyen yok ki zaten güç sembolüdür derler. Biz ona sadece saygı duyuyoruz der. Çünkü bütün müşrikler aslına müşrik olduklarını reddederler. “Rabbimiz Allaha yemin olsun biz müşrik değiliz. (Enam 6/23)” Çünkü her birisi en yüce tanrı olarak Allahı görür onun Allahın alında… Ya boğayı da Allah yaratmış başka bir şey demiyorum ki! Der. Böylece kendisini kandırır. Hadi onu kes bakalım madem öyle?
Sadakada bile öyledir. Adama dersiniz ki Allah rızası için… Allahı mı çok seviyorsun malını mı çok seviyorsun dediğiniz zaman “Ya böyle de soru olur mu kardeşim tabi ki Allahı çok seviyoruz!” diyor. Gerçekten öyle mi? Hadi şu malını Allah için ver bakayım. O zaman başlar kıvranmaya. İşte veren sadık olmuş oluyor. İşte onun adı sadaka oluyor. Yani iddiasını ispatlamış olur. Vermeyen de yalancı olmuş olur.
Musa’nın (as) gösterdiği o kadar mucizeye rağmen sonuna kadar inat ediyorlar. İşte putların yıkılması çok önemli… Şimdi bugün bazı insanlar da kendi putları ile ilgili harekete geçtiğimiz zaman ortalığı yıkarlar. “Siz söyleyin karışmayın” diyorlar. Fiiliyat olmasın hep aynı işte. Aslında insanların birçoğu Cenabıhak ile yarış içerisinde oluyor. O yarışta bulunmayan Allaha teslim olanlara müslüman deniyor işte. “Allah ne derse odur” diyen kişi müslüman olur. Evet, Allah demiş kurban olayım Allaha ama… “Ama” dedin mi iş bozulur. Ama demeyeceksin. Allah ne demişse odur deyip orada kalacaksın. “Ama” dedin mi iş orada bozulur.
Şimdi gelelim Peygamber (sav) Medine-i Münevvere’de kurban kesmiş. Ashap da kesmiş. Mesela kendisi üç tane kurban kesmiş birisi aile fertleri için, birisi kendisi için diğeri ümmetinden kurban kesemeyenler için diye. Peygamber (sav) zamanında ve ashap zamanında… Peygamberimiz diyor ki: “Bu kurban babanız İbrahim’in sünnetidir. Her bir kılından dolayı size bir sevap verilir.” Şimdi Hanefilerin dayandığı bir hadisi şerif vardır. “Kim bir imkân bulur da kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın” diye. Yalnız bu hadis garip bir hadistir. Bu hadisi şerife dayanılarak bir hüküm bina edilemez. Evet, kurban kesme bir görevdir ama her imkân sahibinin mutlaka yapması gereken bir görev değildir. Kurbana Hanefiler vacip deseler de delillere baktığınız zaman… Belki buna kifayi vacip demek daha uygun olur yani bir toplumun içerisinde mutlaka kurban kesenler olmalı. Bir de peygamberimizin uygulamasında bir aileye bir kurban esası vardır. Yani herkesin ayrı ayrı kurban kesmesi yok. Birçok kimse de kurban kesmemiştir.
Soru: Kurbanlar sırat köprüsünden geçmeye yardımcı olur mu?
Cevap: O zaman her sene kurban kesenin işi zor! Hangisine binecekler? Bunlar aslı astarı olan şeyler değildir. Bunlar yanlış şeyler. Sırat köprüsüyle kurbanın bir alakası yok. Kurbanı biz Allah rızası için kesiyoruz. Zaten az önce okuduğum ayeti tam anlayamamıştık: “Allah onun ne etleri ne kanları ulaşır. Sizin takvanız ulaşır ona. (Hac 22/37)” Yani siz bu şekilde şirkten korunmuş olursunuz malınızı Allah rızası için vermiş olursunuz Allah rızası için bir hayvanı kesmiş olursunuz. İşte bu birçok yönlü koruma meydana getiriyor. Esas olan odur. Burada tabi ikinci dereceden de fakir fukaranın yararlanması söz konusu. İnsanlara yardım yapılıyor ve bu yardımlardan da hem eş dost yiyor tam biz ziyafet oluyor. Kurban bayramı günü Müslümanların bulunduğu her yerde tam bir ziyafet yaşanıyor. Bu çok güzel bir şey… İnsanlar birbirlerine ziyafete gidiyorlar. Aynı zamanda hem de fakir fukara bu vesileyle et yemiş oluyor.
Soru: Kurban kesilirken yanında olmak gerekiyor mu? Kurban bağışı nasıl olur?
Yanında olmak iyi olur. O çok güzel bir şey. Yanında olup da o duyguyu yaşamak bambaşka bir şey. Ama tabi kurban bağışı son birkaç yıldır ortaya çıkan bir şeydir. Daha önce böyle bir şey var mı yok mu ben şahsen bilmiyorum. Ama olur mu olmaz mı diye sorulursa engel olmadığına göre birisi bir başkası adına vekâleten kurban kesebildiğine göre burada aslında bir bağış değil bu kurban konusunda vekâlette bulunmaktır. Çünkü kimseye bir bağışta bulunmuyorsunuz. Geçen hafta da buraya Ensar Vakfı’nın başkan yardımcısı geldi buraya konuştu. Dedi ki sizin kurbanlarınızı yani kurbanlarınızı sizin adınıza keseceğiz etiyle de talebelere yemek yedireceğiz dedi. Yani etinin bağışlanması söz konusu yoksa kurbanın bağışlanması değil. Allah rızası için o kurban zaten kesiliyor. Kesildikten sonraki et de fakir fukaraya da verilebilir biri gelir bu bağış yapılan yerlerden bağış sahibi bir bölümünü alıyor götürüyor o da mümkün. Yalnız bu şeyden ben biraz endişeleniyorum. Bir müddet sonra bu kurban kurban olmaktan çıkar iş bağışa dönüşür diye de endişeleniyorum. Endişelenmiyor da değilim. Çünkü her şeyi yerli yerinde yapmak lazım…
Soru: Kurbanın insanı cihada hazırlama yani kan görmeye alıştırması gibi bir yönü olduğunu düşünüyorum. Bağışa dönerse bu ortadan kalkabilir…
Evet, şimdi kurban bağışları oluyor ama yine de kurban kesiliyor. Kurban kesilme işi sona ermiyor. Yeteri kadar da kurban kesiliyor ama zamanla öyle bir noktaya gelirse hoş olmaz. Bazı kimseler bazı uzmanlar mesela psikoloji konusunda uzman olan kişiler diyorlar ki insanların bir şiddet yönü vardır. Kurban keserek kan görerek bu şiddet yönünü tatmin etmiş olurlar falan diyorlar o da mümkün olabilir. Allahütealâ herhangi bir şeyi emrettiği zaman onun binlerce güzel tarafı vardır. Onun bir tanesi de bu olabilir. Cihada hazırlar… Bıçağı hayvana saplayan düşmana da saplayabilir denmek isteniyor herhalde. O da mümkün. Olmaz değil o da mümkün ama işin temeli değil elbette o. İşin temeli Allah rızası için ibadettir.
Şimdi büyükbaş hayvanları biliyorsunuz Hz. Muhammed’in beyanına göre ayetten onu anlayamıyoruz büyük baş hayvan yedi kişiye kadar kurban olabilir. Yani bir kişi için olabilir iki üç dört beş altı yedi kişi için yedide bitiyor. Küçükbaş hayvanlar da bir tek kişi için. Peygamber (sav) hadisinde “Her aileye bir kurban yeter.” diye bir hadisi vardır. Yani kurban konusunda en sağlam olan görüş kurbanın sünnet olmasıdır. Yeni kurbanlar mutlaka kesilmeli onu ayette gördük. Vacip olan kurbanımız da var bizim o da hac ve umre birlikte yapıldığı zaman kesilen kurbandır.
Soru: Diyanet haram kazançla kesilen kurban olur demişti. Fakat bu fetvayı geri aldılar. Siz ne dersiniz?
Bana daha önce bunu sormuştunuz. Şimdi bir malın haram olması… Anlatmıştım size. Haramlık iki şekilde olur. Birisi bir malın kendisinde olan haramlıktır domuz, şarap gibi. Her cinsi haramdır. Bir de kazanma şeklindeki haramlıktır. Kazanma şeklindeki haramlık o malın kendisini haram etmez, kazanma şeklini haram eder. Dolayısıyla bir adam bir mal çalmış olsa da o parayla gelip sizin dükkânınızdan alışveriş yapmış olsa, siz onun çaldığını bilirseniz malı satmamanız uygun olur çünkü onu teşvik etmiş olursunuz. Ama bilmezseniz satarsınız hiç de bir şey olmaz. Siz orada kurban satan bir kişi olabilirsiniz. Adam da alır kurbanını ve keser. Ama bu adamın kurban kesmiş olması yaptığı şeyin doğru olduğu manasına hiçbir zaman gelmez. Yaptığı haram ve günah olmaya devam eder. Bu ikisini birbirine karıştırmamak lazım… İkisi arasında fark var.
Yani şimdi size şöyle söyleyeyim. Birisinin suyunu çalıp abdest aldınız. Siz şimdi abdestli olur musunuz olmaz mısınız? Olursunuz. O abdestle namaz kılınır mı? Kılınır. Sizin göreviniz nedir? O adama o suyu borçlu olursunuz. Bu kadar başka bir şey yok. Bazıları bunu… Yani doğruları söylemek bazen provokatörlerin çok işine yarıyor. Ne bileyim, kendilerini takva ehli gösterip olmaz efendim haram teşviktir! Ne demek teşvik? Bir konuda doğruyu söylemek lazım… Efendim pis suyla abdest alınır mı? Biz pis sudan bahsetmiyoruz. Adam temiz suyu çalmış abdest almış. Temiz suyu çalmış getirdiği bardakla suyu içtin susuzluğun gitmez mi? Ama onun haramlığı devam eder. O adama borçlusunuz. O adamın borcunu geri vermek lazım. Bu aynen öyle… E şimdi insanların duygularına hitap etmek değil kafalarına hitap etmek lazım. Hele bir de şu olsa mesela biri sizin dükkânınıza içki getirse bunu vereyim sen bir tane ekmek ver dese verir misiniz? Kabul eder misiniz bir müslüman olarak? Edemezsiniz. Ama o içkiyi bir yere satıp da parasıyla gelip alsa? Bir de İslamiyet size şunu şart getirmiş olsa aman birisinin parasını aldığınız zaman dikkat edin helalden mi kazanmış haramdan mı kazanmış falan dese hiç iş yapabilir misiniz? Ticaret ölür, hayat ölür hayat! Adamın evine misafir geliyor üç tane ekmek getirmiş bir dakika bu parayı nereden kazandın? İşe geç kalmış otobüse biniyor parayı veriyor. Dur bakalım binme! Parayı nereden kazandın ispatla sonra bin! Yahu bu ne mantıktır. Şey çok güzel aman efendim haram teşvik ediliyor falan filan. E güzel. Teşvik mi ediliyor? O adama helal mi ediliyor. Haram işledi işte haram. Ama onun o haramlığı onun içine geçmiş olsa sen o parayla bir şey yapamazsın. O adamın yaptığı iştir haram olan yoksa şurada iki tane ekmek var. Birisi çalınmış birisi alın teriyle alınmış. Bu iki ekmeği size vereyim bu ikisini ayırt edin bakalım hangisi çalınmış hangisi alın teriyle kazanılmış? Ayırabilir misiniz? Yani burada biraz müslüman akıllı olmalı. Duygu tabi duygusuz hayat olmaz ama duygu birinci plana alınmaması lazım. Duygu ikinci planda devamlı… Mutlaka duygumuz olacak elbette.
Soru: Hacda hayız sırasında bayanların hacılıkları yarım kalıyor…
Hayızda hacılıkları yarım kalmaz. Hayızlı bir kadın Arafat’ta vakfe yapar. Hiçbir eksiği olmaz. Müzdelifede vakfe yapar hiçbir eksiği olmaz. Şeytanı taşlar hiçbir eksiği olmaz. Safa Merve arası say edebilir. Bir tek Kâbe’yi tavaf etmesi için abdestli olmalı. Onu da zaruret olduğu zaman tavaf edebilir. Buna da fetva verilmiştir. Ama durum müsaitse bekler. Müsait değilse tavaf eder gelir memleketine. Vekâleten olmaz. Şimdi sen akşam eve gittiğin zaman ya çok yoruldum hanım şu namazımı sen kılıver diyor musun? Ya da karnın acıktı ya çocuklar ben çok acıktım benim yerime şurada bir tas çorba içer misiniz? Her şeyin vekâleti olmaz. Tavafın vekâleti yok.
Soru: Hayız zamanını engellemek için çeşitli ilaçlar alınıyor. Bu da hastalık yapıyor.
Böyle bir şeye girmemek lazım… Yani bunların baktınız ki vakit varsa beklenir. Bayramın dört gününde tavaf etmek şart değil sonra da tavaf edilebilir. Ne zaman temizlenirse o zaman geçip tavaf eder. Ama kafile gidiyorsa o zaman da gider hayızlı da olsa tavafını yapar.
Soru: Namaz sonrasında çektiğimiz tespihler bazen vakitsizlikten yetişemiyor.
Yani şu kadar tespihleri şu kadar çekeceksiniz diye bir şart yok ki. Tespih çekmek bir kere şart değil namazın arkasından. Selam verdiğiniz an kalkıp işinize bakarsınız. Çünkü namazın içerisinde tespih çekiyorsunuz. “Sübhanerabbiyelazim” tespih değil mi? “Sübhanerabbiyelala” tespih değil mi? Tespihi çekmiş oluyorsunuz. Duanızı da yapmış oluyorsunuz. Ettahiyyatünün kendisi dua zaten. Arkasından salli barik okuyorsun. Arkasından başka dualar yapıyorsunuz. Aslında namazı bitirdiğin zaman her şey bitmiş. Kalkar işinize gidersiniz.
Namazlarda da esas olan farzlardır. Farzı kıldınız mı tamam. Ömür boyu bir rekât sünnet kılmasanız da borçlu kalmazsınız. Ama sünnet kılarsanız Peygamber (sav) cennette köşkler edinirsiniz diyor. Yani bunu teşvik ediyor. E arkasından tespih çekmek güzel bir şey ama ömür boyu hiç tespih çekmezseniz bir eksiğiniz olmaz. Ama çekerseniz sevap alırsınız. Çektiğiniz zaman illa 33 kere çekmen gerektiği kim söylüyor ki ? Bir kere de çek iki kere de çek ama adam akıllı bir tespih olsun. Sübhanallah dediğin zaman bunu bütün bedeninde duy. Şimdi tespihi yetiştirmek için “şışışışı” yapıyor… Ne dediğini bildiği yok! Bunun bir anlamı yok yani tespih olmaz o. Tabi boncukla da çekilebilir. Herkes sayı saymasını beceremez bu parmaklarla şaşırabilir. Ama esas olan parmakladır. Bunu şaşıranlar için de boncuk da kullanılabilir. Ama ondan sonra da tespih kutsallaştırılıyor. Yok efendim şuradan aşağıya indirmeyin buradan yukarıya çıkarmayın falan filan. E şimdi bazıları da farklılaşması lazım ya! Tespihi alıyor kalbinin üstüne kalbi atarmış gibi elini kaldırıp indiriyor sanki bir şeymiş gibi. Mutlaka farklılaşması lazım ya takkesiyle, ya davranışıyla ya giyimiyle! Biz farklıyız efendim! Bir arkadaşın güzel bir tanımlaması var. Diyor ki bir yerde oturursunuz ilk önce derler ki hepimiz Müslümanız kardeşim hepimiz biriz. Az sonra derler ki ama biz farklıyız. Üçüncü adım da siz bizden değilsiniz.
Soru: Namazın farzlarını tekrar edebilir misiniz?
Namaza başlamadan önce abdest almak farzdır. Yani abdest almadan namaz olmaz. Mutlaka abdest almak lazım… Abdest almak için yüzümüzü, kollarımızı yıkayıp başımızı mesh etmemiz ayaklarımızı da ulemanın değişik şeyleri var yıkamak ya da mesh etmek. Dört mezhebin dördü de yıkamayı farz olarak görüyor. Ama mestin üzerine meshi de caiz görüyorlar çoraplar üzerine meshi de caiz görüyorlar. Ayaklarımızdaki çorapların tamamına mesh edilebilir. İhtilaf sadece bu hanımların deriyi gösteren çok ince çorapları üzerine mesh edilir mi edilmez mi konusunda ihtilaf. Onun dışında ihtilaf yok. Şimdi bazıları diyor ki çorap ayakta durmalıdır. Doğru. Ama hangi ayak? Giyenin ayağında durmalı. Yani bunun anlamı şu: adam demiş ki ya sen yürürken çorap seni terk ederse o çoraba mesh edemezsin demiş. Ayakta durmasının manası o. Ama bunu tutmuşlar çorap bırakınca şöyle ayakta duracak diyorlar. Ya kardeşim çizme bile durmuyor çorap nasıl dursun? Bir ay giyersen durur diyor bir gün giysen durmaz ayakta.
Ben şimdi çocukken bize de öyle öğretmişlerdi çorap böyle ayakta durmalı Erzurum’a dağlardan gelen insanlar var ayakların tiftik çoraplar var böyle kalın kalın. Onu dışarıdan pantolonlarının üzerine de çekiyorlar. Şimdi merak ediyordum birisinin çıkardığını görünce bakıyordum ki boynu düşmüş elimle kaldırıyorum durmuyor. Buna da olmaz! Hiç öyle bir çorap yok. Hâlbuki Arapçasına baktım: “çorap dizin altında durmalı” ona bacak derse dizin üst tarafı da anlaşılır. Onu tercüme eden adam bu çorap ayakta durabilmeli kendiliğinden demiş. Okuyanlarda çorabı ayağa kaldırmışlar! Dolayısıyla bugün mesh edilmez denebilecek tek çorap o deriyi tümüyle gösteren çoraptır. İhtilaf o konudadır. Onun dışındaki bütün çoraplara mesh edilebilir.
Şimdi mutlaka abdest alıyoruz namazdan önce. Abdest almak için yüzümüzü yıkıyoruz kollarımızı yıkıyoruz başımızı mesh ediyoruz ayaklarımızı dört mezhebe göre yıkanıyor. (Soru: Hocam Kuran’daki ayette ayaklarınızı mesh edin denmiyor mu?) Şimdi o kadar da fazla ileri gitmeyin! Eğer detayı öğrenmek istiyorsanız bu konuda bizim internet sitesinde bu konuyla ilgili çok detayı bilgi var. Şimdi o konuya girersem çok uzar. Fıkıh dersleri yapıyoruz Cumartesi günleri. Bütün detaylarını orada anlatıyoruz, burada sadece özet olarak geçiyoruz.
Ağzımızı yıkıyoruz, burnumuzu yıkıyoruz. Yüzümüzü yıkıyoruz. Kollarımızı yıkıyoruz. Başımızı mesh ediyoruz yani ıslak elimizi başımıza sürüyoruz. Ayaklarımızı da yıkıyoruz ya da mesh ediyoruz. Böylece abdest almış oluyoruz. Abdesti bozan şey tuvalete gittiğimiz zaman yaptığımız şeylerdir. O abdesti bozar. Çünkü ayeti kerime öyle diyor. “Sizden biri tuvaletten geldiği zaman” diyor. Asıl abdesti bozan şey tuvalette yapılan şeylerdir: idrar, büyük abdest, yellenme. Bu üçü. Bunun dışındaki hanımları ilgilendiren çok önemli bir mesele var. Tuvaletle ilgili olmayan akıntıları kesinlikle abdesti bozmaz. Hanefilerin bir kısmı diyor ama bu sonradan ortaya çıkmış bir şeydir. Peygamberimiz (sav) zamanındaki hanımların da akıntıları vardı. Onlardan bunu mesele yapıp soran bir tek kişi çıkmamıştır çünkü ayet gayet açık: tuvalet ile alakalıdır abdest bozum olayı.
Bir de cünüp olunursa yıkanmak gerekiyor namaz kılmak için. Yani cünüplükten yıkanma, abdestsizlikten yıkanma namazın şartı. Bunlar olmadan namaz olmaz. Su bulamazsan teyemmüm edersin. Teyemmüm de bir toprak parçasına elini sürersin yüzünü mesh ediyorsun kollarını mesh ediyorsun bu da yıkanma yerine geçiyor. Boy abdesti yerine de geçer teyemmüm namaz abdesti yerine de. Cünüp olanlar boy abdesti alırlar namaz kılmak için yani tüm vücudunu yıkarlar. Yani teyemmüm her ikisinin yerine geçer. Boy abdesti aldıktan sonra ayrıca bir abdest gerekmez ama ayrıca abdest sünnettir. Ayette cünüpseniz namaz kılmak için boy abdesti alın diyor. İkinci bir abdest alın demiyor.
Uyku abdest bozmaz. Uykuda vücut gevşer kendinize hâkim olamazsınız yellenme ihtimalinden dolayı abdestin bozulacağı söylenir. O da yan üstü yatarak uyuma şeklinde olursa bozulur. Yoksa siz mesela otobüste gidiyorsunuz oturak tam yere oturmuşsa istediğiniz kadar uyuyun abdest bozulmaz. Yani yellenme ihtimalinden dolayı. Mesela bir tarafa doğru yayılırsınız uzuvlardan bir tanesi yerinden kalkarsa yellenme ihtimalinden bozulur. Şimdi yan üstü yattığın zaman zaten yellenme olur. Abdesti bozan yellenmedir. Yan üstü yattığın zaman kendine hâkim olamazsın. Rükuda durabiliyorsanız demek ki kendinize hâkimsiniz. Secde de normal secde yapar gibi durabiliyorsanız mesela bizim bir yakınımız var secdede uyur kalır. Gitmişken bir daha kalkmaz! Şimdi orada yığılırsa abdesti bozulur. Ama secdede kalabiliyorsa kendine hâkim demektir.
(Çorapla ilgili bir soru geliyor duyulmuyor.) Deliksiz çorap olur mu? Onları bir mest olarak kullanamazsınız. Mestlerdeki yırtığın anlamı şudur. Onları bir mest olarak kullanamazsınız. Ayağınızdan kendiliğinden çıkar. Ayağınızı gösterir. O şekilde yırtık çorap zaten giyilmez.
Soru: Gusül abdestinin zamanı var mıdır?
Gusül abdesti namazın şartıdır başka bir şeyin şartı değil. Mesela yatsı namazından sonra cünüp olursanız sabah namazı gelinceye kadar yıkanmanız farz değil. Sabah namazını kılmanız gerektiği an yıkanmadan kılamadığınız için cünüplükten yıkanmak farz olur. Yani cünüplükten yıkanmak sadece namazın farzıdır başka bir şey değil. Dolayısıyla akşamdan cünüp olduysan uyursun. Peygamberimiz de (sav) öyle yapıyormuş. Namaz kılacağın zaman kalkar yıkanırsın. Hemen yıkanman gerekmez.
Şimdi namaza başlıyoruz namaz için kıbleye dönmek farz. Ayakta duruyoruz, rükû yapıyoruz, secde yapıyoruz. Bizim siteye bakarsanız orada da detaylı bir şekilde anlatılıyor. Hiç namaz kılmasını bilmeyen de birisinin yanında durur namazını kılar. Ama namazı mutlaka kılmak lazım… Bir adam şimdi müslüman oldu yatsıyı mutlaka kılacak. Hiçbir şey bilmiyor kılsın.
Soru: Peygamberimize kurban kesmek için para topluyormuşlar…
Ona hadi oradan demek lazım! Sen hayır yapıyorsan yap. Böyle din büyüklerini kendi emellerine alet edenleri iyi bir sopaya çekmek lazım Allah rızası için. Böyle terbiyesizlik olmaz. Sen bir şey yapıyorsan yap. Ne milletten para topluyorsun! İşte bu din istismarıdır başka bir şey değil. Peygamberimize kurban kesecekmiş! Ne demek Peygambere kesmek? Allah rızası için kesersin işte o kadar. Peygambere salâvat getirilir.
Soru: Hocam televizyonlara beyanat verirken sözlerinizin işlerine gelen bölümünü yayınlamalarına müsaade etmeyiniz…
Olur, bana sorarlarsa etmem söz! Şimdi bunun bir tek yolu var hiç beyanat vermeyeceksin. Ben epey zamandır gazetelere röportaj yapmıyorum bu yüzden. Yani gazetecilere güvenmiyorum. Oranın haber müdürü ya da yazı işleri müdürü istediği şekli veriyor. Muhabirlerin herhangi bir etkisi olmuyor. Sizin dediğiniz çok haklı ama kendi televizyonumuz olacak ki o konularda şey yapalım. Ya hiç beyanat vermeyeceğiz ya da bunlardan kurtuluş yok maalesef böyle.
Soru: Sünnetin terk edilmesiyle peygamberin şefaatinden mahrum olunur mu?
Böyle bir şey söz konusu değil. Sanki bu Allah için bu peygamber için Allahı ayrı peygamberi ayrı memnun edeceksin böyle bir şey yok. Allahı memnun ettin mi peygamber de memnun olur. Peygamber’in (sav) sünneti basite alınamaz. O öyle bir şey yapıyorsa biz de onu yaparız. Burada mesele şudur yani illa da herkes… Mesela Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) her sene kurban kesmiyorlardı ki millet bunu farz diye algılamasın. Ama kurbanı mutlaka kesmek lazım…
Soru: Şehitlerin şefaat hakkı var mı?
Allah kimlere şefaat yetkisi verecek onu biz bilmiyoruz. Belki de hiç kimseye vermeyecek. Çünkü Kuranı Kerime baktığınız zaman bizim bildiğimiz manada bir şefaat yok zaten. Yani kimse kimseyi kurtaramıyor. Allahütealâ belki hiç kimseye şefaat yetkisi vermeyecektir. Onu da bilmiyoruz. Verecekse istediği kişiye istediği kişi için verecek. “Sen gel şuna şefaat et” o şekilde. Yani Cenabıhakkın kimse, kimse için şefaat edemez ayetinden önce diyor ki “Size rızık olarak verdiğimiz şeyden harcayın. Bir gün gelmeden önce ki o gün ne alışveriş olacak ne dostluk ne de şefaat. (Bakara 2/254)” Şefaat olmayacak diyor Allahütealâ. Bizim beklediğimiz manda bir şefaat yok. Bir başka ayeti kerimede: “Onlar şefaate güç yetiremezler. Sadece Allahın razı olduğu kişi lehine hakkında söz söylemesine müsaade ettiği kişi yerine. (Taha 20/109)” Yani şuna.
Soru: Şefaatin kelime manası nedir Nisa 85’i[1] açılar mısınız?
Destek olmak, yardımcı olmak… Birlikte olmak manasına da gelir. O (ayet) tamamen bu dünya ile alakalıdır. Bir adama destek vermek. İyiliğe destek vermek kötülüğe destek vermek… O tamamen bu dünya ile alakalı o ayeti kerime. Böylece dersimizi bitirmiş olalım.
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])
[1] Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir. (Nisa 4/85)